1 Aralık 2015 Salı

YİNE YAKMIŞ YAR MEKTUBUN UCUNU…

YİNE YAKMIŞ YAR MEKTUBUN UCUNU…

Yıllar önce ileride mektup yazmayı da özleyecek insanlar deselerdi veya yeni yetişenler mektup yazmayı hiç bilmeyecekler denilseydi hadi canım olurdu yanıtı. Hadi canım. Ama gerçek oldu…

Yine yakmış yar mektubun ucunu…

Hiç gönderilmeyecek, hiç okunmayacak, okunsa da okuduğundan hiçbir şey anlamayacak kon-kurul apolitiklerine üç beş mektup yazınca bu son noktayı koymak da farz oldu, zorunluluk oldu.

Mektup, gözle görülür ahenkle titreyen el yazısında geleceğin, başa geleceklerin gizlenmesidir, en helalinden. Titrek mum alevinde veya ceryan tuzağında umudu kutsala yakın yaşayanların, yaşatabilenlerin pırıltılı bakışlarla yazdıkları satır satır irdelense de, tek dil ile çözülemeyecek kimsesizliği yaşatır aslında. Ve bunca akan zamandan sonra anımsatır geçmişi, geleceğe;

“ Duvarda deniz, denizde duvar var. Ve uyku var çok uyku. Ve mevsim sonbahar. Yaprak yaprak savruldular dünyaya. Çıldırık dalgalarla boğuştular yıllarca. Kuzeydeki bir kaleden ta Kız Kulesine kadar. Deniz duvar, duvarda iki yeşil göz. Tam öpülesi suretler. Can suyu, can kızı, denizkızı. En tatlı uykusunda şimdi âlem, onlar uykusuz. Ve denizin rüyasında ılımışık bir dehliz. Kaybolup gittiler  unutulmazlık uğruna. Ve bir mektup yazdılar doğana, doğmayana. Hiç gönderilmeyecek olanından…”

Tüm karşılaşmalar yıllar öncesinden esintiler taşır mektupların özüne özüne. Masumca ve gönülden yaşanmış aşklarla gelişir ve buruk bir tat bırakırlar akıllarda. Yaşamı imgelemektir aslında mektuplar. Şirin şirinliğinde, üzen yüzen duygularla dolaşırlar tüm gözlerde. Dingin günlerin engin tasarımlarıdır mektuplar. Sözcükler çekimsiz fiillerle ve rötuşsuz kurgusuz dönerler evlerine. Karanlık zifiri odaları aydınlatırlar her seferinde. Kısa animasyonlara da kıvrak alternatiflerdir. Karmaşık karmakarışık günlerin kâğıda evrimleşen iyi halidir mektup. Çetin diyalogların yumuşadığı,estetik üslubu geliştiren anıları pekiştiren ışık bağlantılı formüllerdir mektuplar.

Yine yakmış yar mektubun ucunu…

Mektupların şimdi hiçe sayıldığı ama yıllar sonra acayip değerlenecek bu unutulmuşluğu, yaşanan bu kısır döngü mutlaka sorgulanacaktır. Hayalin formüle edilmiş ve etiketlenmiş her yeni günü simgeli simgesiz makyajlarla mutlaka özlenecektir. Sert metinler içerdiğinde iletişim kesilecek,  bazen uzun bir aradan sonra kızgınlık ve kırgınlıklar bitecek, nasılsın soru işareti, merhaba üç nokta ve sevgi sözcükleri ile tekrar başlayacaktır.

Mektup bu, sözcükler sıralanır araya bir şeyler de gizlenir ve hep ayni yol izlenir. Okur, bir daha okur ve bulur hazineyi. Bazen tek bir sözcük bazen tek bir tümcedir akıllarda iz bırakan. Ama bırakır. Bulmaktan öte hazineyi, sevgiliyi en yakın, en sıcak hissetmektir mesele. O sıcaklıkta beynini deliren rüzgârlara açtığında uzağa en uzağa uçurur mektuplar.

Mektuplarda sokak lambaları altında titreyen sokak canlılarının cesaretliliğiyle soyunur kısır kalmış sözcükler. Önce çarpıntıyla sarsılırlar ama kimin fısıldadığı belli olmayan türlü yakınlaşma nidalarıyla iyileşirler. Ve sözcükler dizelerle birleşirler, husumette hastalıkta kalmaz gecelerce. Arada uzun aradan sonra boş mücevher kutularından çıkarılır ve mektuba ve zarfına ilişmiş mis kokular içe çekilir. Kafanın içindeki kıvrımlara hapsolmuşluğa tutsaklığa nice özgürlükler üflenir. Itır ıtır nefeslenilir. Gecenin en çılgın senfonisi henüz başlamayınca deniz, yosun ve parfüm kokusuna bulanmış mektup eksik kalmış tüm kucaklaşmaları sunar, anıları bir bir tazeler.

Yine yakmış yar mektubun ucunu…

Uzunca sürer, bir ara biter yol uzundur, yolcu yorgundur. İsimleriyle ölümsüzleşen ayakta ölmeyi yeğleyenlerin mektupları vardır tek sayfalık. Veya destansı uzunlukta kapsamı olan. İşte onlar tarih sahnesinde en sahici öykülerin ayak izleridir. Devlerin devletlisi olarak yerlerini almışlardır tarih babadan. Anaya, babaya ve kardeşlere öğütlerle, iyi dileklerle biter ömürler. Onlar sessizce ölmeye yönelen ancak yürek yakanlardır ve ölümsüzleşenlerdir. Ölümsüzdür onlar, onların ki. Mektupları okuyanlara, okuyamayanlara dünyaya emanettir.

Yıllar evvel mektup yazmak özlenecek denilseydi deliriş hızında bir serin hava eserdi balkonlarda. Fısıltılar eşliğinde sadece ikimize küçük bir dünya diye başlayan satırlarla, pembe panjurlu pencerelerden dünyaya açılırdı gönüller. Deniz, derya ve liman hayat ölümü de, ölümsüzlüğü de birlikte sınamak olunca daha çok mektuplar yazılır.

Edip daha küçük bir çocukken, okumayı söktüğünde canı canana adayıp yazmalar, yazılmalar sınar. Ve mektuplaşır.

Yine yakmış yar mektubun ucunu…

Şimdi öyle bir mektup yazmak var ya birilerine, ateş gibi, rota ve nota bağlamında, zehir zemberek, mektubun ucunu yakacak cinsten ama zamanı değil. Zaten kimse okuyamaz…

Hiç yorum yok: