15 Aralık 2015 Salı

ÂLİM İLE ABİD…

ÂLİM İLE ABİD…

Hayat, inzivaya çekilmek çilelerle dolmakla dolmaz. Anlatmaya değer şeyleri anlatabilmekle, derleyebilmekle, mücadeleyle dolar, o da âlimlik gerektirir. Olur, olmaz yerde abitlik gerektiği ısrarcılığı ise başka bir hikâyedir…

Mukayeselerin en canlı hissesi Âlimle Abidin paylarına düşendir. Hayata yanlış endekslenmişliğin ardı arkası bu ikilemdir, kim der ki iyilikle anılmasın adlarımız, şer ile anılsın. hiç kimseler.

Öyle bir dönemden geçiliyor ki, âlemin cahili olmuş âlim, fırsatı ganimet bilenler ise silme abit. Zalim ki zalimdir hayata sıvanan karakter. Bu karakter bunalımında zulmü aklayanlar  allemi cihan olsalar cürümü kadar yer yakarlar. An itibarıyle alimi ulemalar şaplı şartlanınca, hicret şart olmuş yiğitlere ama kim ister ki korkak kaçak diye anılsın adı. Hiç kimseler.

Her fırsatta hacetlik akılla gördüğünü görmediğine uydurarak zulmün fermanını yazanlar ve zulümün mazbatasına tapanlar âlimse eğer maşallah. Abit ise eğer maazallah. Âlim olmuşlar ama cahiliye devrinden beter cahil kalmışlar. Abidin eline zulmün fermanını tutturtmuşlar. Ben giderim adım kalır dostlar beni böyle alim bunca abit hatırlamasın der gider bencileyin garipler. Tersini hiç kimseler.

Adem ayılınca bayılır, bayılınca uyutanlar ayılaşır. Bu yanaşık düzende gayri ihtiyari saf tutmalar yaygınlaşır. Abiler abitleşince ve dahi alimler mimlenince sözde dehalar ardına takılmalar da kolaylaşır. Aklın der ki git, şevval ayında hem de ama ayaklar gitmez, akıl ayak sürür inatlaşır.

Aslında zaman tüneline girip çıkamamak da vardır, yığınla kaçamaktan sonra. Bilimin sarp yollarından geçip Alplere uzanmaktır âlimlik. Nurlanmaktır ilim bilim peşinde turlayarak. Sorarlar bazen adama, sen bu ilmi nasıl öğrendin, kimden ve niye? Yanıtlayamaz hiç kimseler.

Âlim âlimden öğrenir bilmediğini. Bildiğini de anlatır cömertçe. Vazgeçilmez olan budur. Hiçbir baskıdan korkmadan ve caydırmalarla caymadan. Abit kimden neyi, niye öğrenmiştir? Anında yanıtlanır hiç kimseler.

Çetin denize sürülen hayat aritmetiği; ‘bazen biliyormuş gibi davranmak ile gelir başarı’ düztabanlığıdır. Düztaban batışı işte budur. Kültürel akıl, akıldaki kültürü kült ilan etmeden evvel âlimle abit tekrar tekrar kavgaya tutuşur. Oysa hayat kelimelerin can verdiği yamaçlarda akılla buluşmaktır.

Öyle bir can noktası vardır ki hayatın; ‘insanın kendisiyle hesaplaşması uzunluğunda bir yaşam öyküsüdür var olabilmek.’ Vardan yok olmak, yoktan var olmayı ise alim ile abitlere bırakır hayat.

Hala gizemli bir muzipliğe hizmet eder âlim ile abitin sonsuzlukla yüzyüzeliği. Oysa “ sol omzundaki rüzgâr, sağında bulut, ey düşünce sen bunu unut, ölmeden evvel…”  tarzında yazıya hürmet edilir, zaman tünelinde…

Aslında bu karanlık tünelden çıkabilmek, yazgıyla yüzleşebilmek ve kendi yazısını yazabilmek sonra kendi olan kitabını imzalamakla mümkündür âlimlik. Abitlik ise kurak toprağa son bir yağmur beklenirken hep neden diye sormaktır. Duymaz hiç kimseler.

Göğün çağrısına ayak uyduramayınca hafıza zayıflar, alimlik de zayıflar. Zayıflık akla ve bedene bulaşır ve yayılır. O yaylım ateşte bir kişilik, kişilikli bir sembol oluşturmak da zorlaşır. Sonuçta son çare abitleşilir. Günler su gibi aktığından uzun koridorlar geçilip sırlı aynalar labirentine girildiğinde âlimle abit asla yarenlik etmezler birbirleriyle. Hakkıyla hicret yansır aynalara ve sevdiklerini orada burada bulamayanlar koridorlarda kaybolurlar. Arkalarında bir saptama kalır sadece, hiç kimseler.

Fantastik bir yüzleşmenin salgın hastalık derecesine varan ayrıntısı hayat ile illet üzerine kamplaşmalardır. Ve kamplar âlimler ve abitlerce paylaşılır. Aslında birbirleriyle mukayesedir akla sabitlenen. Dünya o kadar küçüktür ki âlimlerle abitler sabitlenir artan dermansızlığa. Zaten böylesi bir kültürel derinlik hayat gailesini diline dolamış gevezelerce sığlaştırılır ve sağlaştırılır. Bu sağlak hükmedişte hareket bereket dümeniyle uyutulan herkesin bildiği ama bilgileştiremediği şeylerin kağıda dokunmasıdır tüm hikaye.

Hikayecilik ise düşsel sonsuzluğa karşın zamanın hesabını kitabını tutmaktır. Ve hikayeler âlim ile abiti evrenin dış evrelerine hiç benzemezler diye hikayeler. Ayrıksı bir oluşumla çok sonraya bırakır.

Aslında mevcut, bilinen âlimle abitlik bir parantez açıp içine (beyhude) yazınca?...

Hiç yorum yok: