4 Ocak 2014 Cumartesi

MÜHÜR YERE DÜŞÜNCE NAFİLEDİR HER DÜŞÜNCE…

MÜHÜR YERE DÜŞÜNCE NAFİLEDİR HER DÜŞÜNCE…

“Cimri olma, hem de onu açıp saçma; aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın” der din dilinin dışındaki dil anlamıyla İsra…

Yüreklerde kin saklayıp, elde hazır kindar tutarak dünya cennetini yaşamak ve haksız zenginliğin devamlılığını sağlamak için her yol mubah sayılıyor ise eğer hiç umulmadık anda sen ne ettin be adam denilir ve hesaba çekilir adamalar. Kendine ulaşılmayı imkânsız sanıp, öyle olduğuna inanmaktır, kendini böyle kandırmaktır aslında işin özü ve özeti. Sokma akıllar bu imkânsızlığı ne kadar ispatlar ise ispatlasın aslında kanmamak gerekir çünkü en sonunda da olsa bomba patlar. Çok söz vardır aslında bu ideal realiteye hükmeden;

“Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden fazla olma”…

Her şeyi en rahat kabilinden, kabahatli olsanız da iyi yapacağınıza inanmayla başlar aslında cehenneme giriş bileti. Bu öyle bir bilettir ki hem dünyada geçer hem de ahiri zamanda. Lehte inançlar ilahi gerçeğin ötesine taşınınca ve taşınca o sahte akıl yaptıklarınızın doğruluğu üzerine öyle sihirli bahaneler türetir ki yalana yanmak işte o anda başlar. Ve devam edilen yarma odun hamallığı ve bu saçma sapma poli-cari işgüzarlıklar cennetin ve cehennemin ta kendisidir dünya da yaşanan. Şaşırmalar ise dünya düzenindeki reklam spotlarıdır en kurumsalından.

Oysa zalimce kurumlanmak üstünedir her çılgınlığın ilk nüvesi ve sonrası bildik tüm vecizlere tezat gamlanma tezgâhlamaktır timsah gözyaşlarıyla. Ulu orta üç beş paralı şakşakçı, geveze yavşakça tayfa edinmişlikten destekli külhan-vari ahkâm kesmeler de bir yere kadar işe yarar. Kılbazlara yayılan virüsü uysallaştıran öyle değerlemeler yapılır ki, öyle matematiksel sağlamalar vardır ki, insanı şoke eder ve insanlık solda sıfır kalır. Söz üstüne söz koymakla, göz üstüne kaş yapmakla olmaz;

“Merhem ve mum gibi ol; iğne gibi olma”…

İğnele iğneledikçe lakin iğneyle kuyu kazanların kuyusuna düşüp bir daha çıkamamak ta var bu dünyada…

O yüzden menfi düşüncelerdir insanı in iken cinleştiren. Dikkat edilmesi gereken öyle hasta düşünceler vardır ki hiçbir reçeteyle iyileşmez. Zaten eğer gerçekten masumsan ve çevresel fenalıkların kendine bulaşmasını istemiyorsan kem söyleyen, sinkaf öğütleyen, zaaf örgütleyen olmamak gerekir. Mazluma yatıp herkesi düşman saymak, mealen her şeyi düşmanlaştırmaktır kendine. Meseleyi ti ye alarak anmak ise cepheyi asla daraltmaz genişletir. O genişleme ve genleşme de aslında tüm özgürlüklerin ana çekirdeğidir, gezinen. O saatten sonra tüm üzülmeler ve darlanmalar da inanılmazlaşır. Çıkar birileri kafasınca sinkaflar ve asla elde olmayan ve dizginlenemeyen bir gerçek işlemeye başlar kendiliğinden ve kum saati tersine akmaya durur;

“İçerilerde, derinlerde gizli karakterler dışarı vurur”…

Yüreklerde kin harmanlanarak, akıllarda hinlik daimi dost kalınmaz ve hazımsızlık başlar ilk cereyanda. Gönüller bir kere kuşkuya bulandığında ve paçaya korku bulaştığında ise;

“Hayat artık ahiret hayatıdır” buyruğu işlemeye başlar yavaştan…

Saç sakal ağardıktan sonra yeni hazineler bulmuşluktan güzel huylar ve güzel adetlerden uzaklaşmak ise yola koyulan dünya düşüncelerine sırt çevirip, gömlek değiştirip kör olası kapitale tapınmayı ve köleliği yakınlaştırır. Tam bu açmazda nasıl güzel konuşulur dersi vardır ama hiçbir ilimde ve bilimde nasıl ve ne zaman, neden susulur dip notu yoktur. Açıklanamaz fıkralarla sabittir örtülen gerçekler;

“Hoca Nasreddin kapı önü aranıyormuş. Görenler sual etmişler hayrola ne yitirdin? ‘Mühürüm düştü’ diye yanıtlamış hoca. Nerede düşürdün ise hep bir arayıverelim demişler. Hoca avluda yanıtını vermiş. Ahalinin avluda yitirilen mühür kapı dışarı aranır mıymış cevabı gecikmemiş. Hoca durur mu yapıştırmış nükteyi; ‘ avlu karanlık, kapı aydınlık o yüzden ararım kapı dışarı’ diye…”

Nüktesi uhdesi bir yana bir tebessüm hikayesidir yaşanıyor son günlerde, en üst seviyelerde. Hüzünle karışık halka yabancılaşmadır tüm yaşanan ve yakında üstlerden en altlara da yansır bu büyük yakalanış. Yana yakıla yakarışlarla tam unutturulamasa da bir hayal perdesi maskaralığı olarak kalır ilerisi için. Gelişen hava içinde yakın geçmişe paralel hatırlamalar biçiminde kumlanır ve zumlanır arada sırada. Ancak tozdan dumandan boğulmak hep beş kuruşluk iş, toza dumana katıp yüzlerce milyarları balyalamak ise ciğeri beş para etmezlere en kolay iştir. Bu ağır kusurda istiğfarı ve ruhsal temizlenmeyi hangi makbul dualar sağlar bizim üstümüze vazife iş değildir. Ama her şeye karşın bir iki göstermelik sızlanmayla, ilahi ve methiyeler ile tepeden tırnağa bir arınma mevcut ise eğer, o sistematik tapınma modeli bizim aklımıza ve vicdanımıza uyan değildir.

Her şeyin bir hattı hududu vardır. Vera ve tama’dır tamama erdiren veya tamamı hiç eden. Kırmızı çizgileridir vera ile tama ilahi terazinin. insanın ve insanın terazisi ise dilidir. O dil ki düşmanlaşmaya makul sebep, afata açık celptir. Zaten her şey makamı, mühürü, itibarı, ikbali çok sevmeyle başlar çürüme ve yıkılış hızlanır. Zamanla makamdan, mühürden, dünya nimetlerinden vazgeçmek zorlaşır, ahireti kaybetmek de o denli kolaylaşır ve dil işte bu evrede pervasızlaşır;

“Konuşmadan bir köşede duran duymazlar ve konuşmazlar dilini tutamayan zatlardan daha üstündürler”…

Koltuk, makam, mertebe, rütbe, mühür gelip geçici heveslerdir, hele hele mühür düşünce yere, tüm düşünceler bir yana işin gerçeği yaydığın ışık kadar iyisin, yansıttığın ışık kadar dürüstsün düşüncesinde gizlidir, hakikat...

Hiç yorum yok: