11 Ocak 2014 Cumartesi

‘DİNDE DUA DA BEDDUA DA VAR’ DİYENLER VAR…

‘DİNDE DUA DA BEDDUA DA VAR’ DİYENLER VAR…

Bu alanda da bir süredir maalesef alınganlıklarımız oluşmaya başladığından, kıssadan hisse, hissemize düşeni yerine getireceğiz âcizane…

Üstümüze vazife değil deyip sustukça meydanları hiç de hak etmeyenlere bıraktık vesselam. Meydanlar başıboş kalınca da ilim irfan sahipleri bilir, söyler, ifade eder, ne eyler ise doğru eyler diye diye beyhude bekledik ve işler çığırından maalesef biz de dinden imandan çıktık, çıkarıldık. Ama son nefes aralığında ağzımız salavata dönmez, dilimiz kilitlenir endişesiyle âleme kör bakmadık hiç bakamayız da. Aleyhillanelerden olmamak içindir tüm kavgamız ve muhalefet şerhlerimiz. Koyarız şerhleri çekinmeden halka ve hakka duyduğumuz aşkla.

Tahtlar eşiğinde kul olmayalım, Kadılar kapısında kül olmayalım diye sustukça biz, şeytan atına binenler çoğaldıkça çoğaldılar, Burakları unutarak. Ayni akıbete uğramamak için hep Mevla’ya döndük yüzümüzü. Tez günde menzile uzanıp arınamayacaklara inat yine insana döndük cemalimizi. Ve yine yüzüne yüz evin karasını sürmüşler ve zalimlere uşak olmuşlar ile ve yedi ceddine dua ettirenler ile karşılaştık şu köhne dünya da. Allah gözümüzdeki ışığı almadığı sürece tüm kötülüklerin köküne kibrit suyu dökeceğiz, yazımız, yazgımız bu bizim. O nedenle kaderini bilmezlere, kadirini görmezlere kul olmak ne bize ne de hiç kimseye yakışmaz. Durduk yerde, biri birilerine dua ve beddua sarmalına girmiş diye yaranmak babında “ İslamda Beddua Yoktur “  şekerlemesi yapmak hiç şık kaçmaz.

Allah karanlıktan kurtarsın tüm akılları, akıllıları…

“Ebu Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu ve mahvoldu. Malı ve kazandığı şeylerin hiçbirisi kendisini kurtaramayacak. O, alevli bir ateşe girecektir…”

Yazısız veya Yazılı tarih boyunca, yaşamın her evresinde ve her inanç sisteminde Tanrı’ya yakarış anlamında dua var ise Tanrı’ya şikâyet anlamında da beddua vardır. Din temelinde dua ve beddua önemli bir yer tutar. İslam felsefesinde iyilik istemenin, Tanrı’ya yalvarmanın yakarmanın özünü dualar biçimlendiriyor ise, kötülüğün defi için Tanrı’dan yardım istemenin marifetini de beddualar ortaya koyuyor.

İslam çoğulculuğun ve insanlığın son uyarısı ve müjdesidir. İslam’ın Kutsal, ilahisel söz ve metinlerde zıtların birliği mevcuttur. Mevcut ise eğer, Dinin Kutsal Kitabında da dua ve bedduanın mevcudiyeti mutlak olacaktır. Kim yok diyor ise maazallah. Belli siyasi öngörüler veya ön görgüsüzlükler doğrultusunda inanç değerlerini ve kayıtlarını yok saymak, bu zıt kavramlara hüküm verme ve hüküm etme yolunu seçmek, yeni yer yurt edinme hevesi ve saçmalığından başka bir şey değildir.

‘Allah güvendiğiniz tüm dalları kırıp, kanadını kolunu kötürüm sarıp, cami avlusuna mendil serip, ellerini ellere salanlardan eylemesin’…

Allah kitabında O’na aykırı yaşayan toplum ve kavimleri yeryüzünden nasıl sildiğini Son Peygamberine bilgilensin ve insanlığa aktarsın diye vahyolunanlara bir kez daha âlimce bakmak gerek. Musaf’tan gayri İslam Peygamberi kimlere nasıl beddua etmiştir, etmiş midir aramak gerek tefsirlerde. Eğer literatürde beddua yok ise gerçekten o makamlar helal olsun size. Var ama o veya bu nedenle vardır, vardır fakat çok azdır, lakin bir sebebi vardır  bir yana,  var ise eğer gerçekten ne gerek var böyle süzme beyanatlara.

“Kese yüzünü hızar zor biçer’...

Tanrıya kulluk etmeyi, peygambere ümmetliği, sahabeye ve ehlibeyte bağlılığı, evrene insanlığı öğütleyen din hocası, din görevlisi, hoca, imam, müeezin, vaiz ve benzer unvanlıların duayla karışık nasıl beddua ettiklerine de başka bir pencere açmak gerek ama yeri değil. Eğer dini sorumluluk ve ritüellerin icrası, ifası ve edası dua veya bedduasal modlarda şekillenmiyor, şekillendirilmiyor ise eğer biz bu işleri bırakır gideriz helalinden.

İslam’da dua etme övgülenmiş, beddua etmek ise öğütlenmemiş olabilir. Ama bu dinler tarihinin ikiz kardeşlerine alenen yoktur diyebilmek ne ile iştigaldir Allah bilir. Tanrı katına ulaştıran Kutsal Kitaba ve Kutlu Sözlere bir daha bakmak gerek, çarpılmamak adına. Dua metinlerinin öz Türkçesine göz atmak gerek Arabın dili kendine diyerek. Şanlı kitabın mealine meyil etmek gerek temelinden.

Tüm ilkel dinlerde, totemcilikte bile olanı, âlemleri kucaklayacak kucaklayan bir dinde yoktur diye savlamak, ahkâm kesenlerin kayığına binmektir sıra beklemeden. Tanrı emri olarak çıplak uyarıcılık görevini haddimiz değil belki demeden ikinci kez yapıyoruz. Çünkü Had ve hudutlarımız içindedir bu türden her söyleneceğe bundan sonra yanıt bulmak,  böyle de biline.

İyi veya kötü kazdıktan, yazdıktan sonra hiçbir zaman ve hiçbir konuda daha iyi bilene danışanlardan değiliz. Çünkü Toplumun sadece bir katmanından beddua, diğer tüm katmanlarından dua aldığımızı çok iyi biliyoruz. Tasavvur edemediğimize soldaki şah damarımız kadar uzak, tasavvuf eyleyene de bir o kadar yakınız. Güncele ait konularda genel ilahi doktrinde asla yer ve mana aramıyoruz, aramayız. Çabamız boşa bocalamak olsa da, hâsılamız doğru tektir diyebilmektir, çok şükür.

Din kültürü mirasında asla yer tutmayacak bir makale de olsa, O an çattığında benden altta müftü var kıssasına hissedar olmamaktır bütün gayemiz…
 

Hiç yorum yok: