'ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NÜZ KUTLU OLSUN...
24 Kasım “Öğretmenler Günü”…
Gazi Paşanın 24 Kasım 1928’de “Başöğretmen” olarak kara tahtanın önüne geçtiği gün 24 Kasım. Ve “24 Kasım Öğretmenler Günü” işte o gün.
Tüm öğretmenlerim ve Ülkedeki bütün öğretmenler adına Pertevniyal’deki edebiyat öğretmenimiz Gevher Hanım’ın ellerinden saygıyla öpüyorum.
Öğretmenler Günü’nüz kutlu olsun…
Öğretmenlerimizce bize öğretilen odur ki; İnsanın tarihsel süreçte var oluşu daima öğrenerek olmuştur. İnsan öğrendikçe maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamış, işlevsellik kazanmış, evrilmiş, rahata ve huzura veya huzursuzluğa erişmiştir. İşin özü daha mutlu, olabildiğine özgür ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşmak eğitim ve öğretim ile doruğa ulaşmıştır.
En bilinen gerçek odur ki; Çağdaş, özgür, modern, kalkınmış toplum olmak eğitimle olur. Ülkelerin dünyadaki konumu eğitime ve öğrenime verdikleri değerle belirlenir. Gelişmişlik çıtasını eğitime aktarılan kaynaklarla ölçmek ve değerlendirmek en doğru ölçü olarak kabul edilir.
Bir ülkeyi ülke yapan ana unsur öğretmenine, eğitimcisine ve eğitim kurumlarına verdiği değerdir. Çünkü “Eğitimdir bir ulusu şanlı, hür ve bağımsız kılan”. Ata; ” Eğitim ve eğitimciden yoksun bir ulus henüz ulus olma kimliğini kazanamamıştır” der.
Çıplak gözle görünen odur ki; Adı yitik kuşak olsa da bizim kuşağımız, tahsilinin her aşamasında öğretmenlerine hayran olmuş, eğitiminin her dönemde öğretmenlerine gıpta ile bakmış, ideolojisi her ne olursa olsun öğretmenlerine hiç saygıda kusur etmemiş, daima onlara özenmiş ve kendisine öğretmenlerini örnek almış bir kuşaktır.
Sürekli, durmaksızın değişen, dönüşen ve gelişen dünyada, bilimsel ve teknolojik her yeniliğe, ilerlemeye, yenileşmeye ayak uydurmada öğretmenlerimizin rehberliği bu yaşımızda hala değişmeyen ve değiştirmeye kıyamadığımız tek olgudur, tek yoldur.
Bize neden, niçin derseniz kalpten inanarak; “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” Deriz…
İçtenlikle yaşanan odur ki; Yitik kuşağın bireylerinden biri olarak daha Atışalanı İlkokulu’nun bekçi Medet’e komşu baraka sınıfı bahçesine babamız tarafından bırakıldığımız ve Akpınar Yiğidi Mehmet Öğretmenimizin elimizden tuttuğu o ilk günden, üniversite kepini havaya fırlatışımıza kadar her öğretmenimizi ayrı ayrı sevgi ve saygıyla anımsarız.
Ve her fırsatta, her uygun ortamda, geleneksel pilavda aşurede, dönem buluşmalarında, lokal’de yemekte içmekte birlenir duygulanarak içlenerek anarız onları. Hepsinin de üzerimizde asla ödenemez emeği, alınteri ve yok sayılamaz izleri, asla ve asla unutulmaz unutulamaz anıları vardır. Yetişmemizde ve yetişkin olmamızda asla hafifsenemeyecek zevkle ve muhabbetle taşınan ağırlıkları vardır.
Çünkü onlar; “Dünyanın her yanında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve en değerli varlığıdır.” Vecizinin yılmaz, yıkılmaz öncüleridir.
Biz yitik kuşak bireyleri de o öğretmenlerimizin ölene dek uslanmaz takipçileriyiz.
İşin gerçeği odur ki; O onur ve gurur, bugün hala kendimizi, devrimci, ilerici, vatansever, demokrat diye adlandırıp namlandırıyorsak, dil, din, ırk, cinsiyet, renk ve mezhep ayrımı yapmıyorsak, insan haklarına, düşünce ve inançlara saygı gösteriyorsak Atışalanındaki Okul-barakadan bu güne bize notun yanında beynini veren, aklını açarak emek veren öğretmenlerimizindir.
Eğrisi doğrusu odur ki; Yeri gelip kendisiyle ve toplumla barışıksak, yeri geldiğinde de gözü kara atılıyorsak bitmeyen kavgalara, bu delikanlı ruh halimizde onların eseridir. Övündüğümüz ve övünmekten kaçınmayacağımız bir haleti ruhiye ye sahipsek en radikalinden yine onların marifetidir.
Emeği en yüce değer görüyorsak, özgür ve bilimsel düşünceye sırtımızı kesinlikle dönmüyorsak, asla kırılmayan, bükülmeyen bir dünya görüşüne sahipsek, iktidarlara nispet garibi gurabayı koruyor ve kolluyorsak hala, özetle helali haramı biliyorsak en harbisinden yine onların sayesindedir.
Boşuna denmemiş olsa gerek “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Sözü…
Yıllardan sonra öğrenilen odur ki; Hala öğrenmeye açsak, doymamışsak, öğrenmeye hayat boyu devam edeceksek, hayat boyu öğrencilikten ve öğrenmekten gocunmuyorsak, başucumuzda daima okunulası bir kitap duruyorsa yatarken ve her daim duracaksa ebediyete göçene dek;
” Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir.” Sözüne gönülden inanıyoruz ve yaşıyoruz demektir…
Şimdilik son ders odur ki; Geçmişi bilip dersler çıkarmak ve geleceği kurmak adına hala bin bir suratlı, bin bir maharetli hokkabazlara rağmen, korkmadan mahirce mücadele edebiliyorsak, öğretmenlerimizin onurlu mücadelesinin eseri olduğumuzdandır.
Çünkü” Dünyada her şeye kıymet biçilebilir. Ama öğretmenin eserine asla kıymet biçilemez.”Gevherine ulaşmışız bir kere…
Denilebilecek son söz odur ki; âcizane, akilâne, adilane, deniz de karada, ” Toplumların uygarlık düzeyi, öğretmene verdiği değerle ölçülür…”
Ve Sevgili Gevher hocam; Bu yaşımıza öğrettiklerinizden milim sapma göstermedik çok şükür, bilgilerinize sunarız, tüm öğretmenlerimiz adına mübarek ellerinizden öperiz.
'24 Kasım Öğretmenler Günü'nüz kutlu olsun...
24 Kasım 2013 Pazar
YEREL SEÇİM SÜRECİNDE, GÜLEN AYVA AĞLAYAN NAR…
YEREL SEÇİM SÜRECİNDE, GÜLEN AYVA AĞLAYAN NAR…
Yerelden ülke geneline er veya geç sayılabilecek bir mahalli seçim süreci yaşatılmaya başlandı. Eleştiriler ve polemikler arasında sıkışmış siyaset; demir tavında dövüldü ve çeliğe su verildi, birilerine de yol verildi…
Bunun üzerine içlerindeki kızgın protestoyu bastıranlar, kırgınlar prospektüsünde adı geçenler, müzmin ayrışmayı bir kenara bırakıp, halinden muzdaripler mevzileri bir bir boşaltıp adaylaşma yolunda ilk adımları attılar. Birkaç gözetleyicisi kaldı bu akla zarar gidişatın, onların da görmezden gelineceği aşikâr. İşlem tamam, iktidar istedi bir göz, muhalefet verdi iki göz.
Son yıllardaki bu doldur boşalt manevraları ile mekanizmalar bozuldu bozulacak. Siyaset tetiğinin boşluğunu kim düşürecek bakalım, bekleyip göreceğiz. Siyaset piyasasında satılacak ruh da kalmayınca elde avuçta gelenler gidenleri aratacak gibi. Çaresizlik çare olunca gül bahçesine, gülen ayva ağlayan narı oynuyor tüm siyasi figürler.
Bu toz duman bulutlu ortamda, popülist kültür melankolisinden kaçınarak siyasi gündeme dair yazmak da gittikçe zorlaşıyor. Çünkü yazmak, incelikle planlanmış olsa da, her an illegal sayılabilecek bir eylemliliktir. Asla legal resmi veya korsan gösterilerle işi yoktur yazının ve yazar kafaya takmaz altın yaprakları. Yazar nakkaş misali tüm olumsuzlukların altını oyar altın kalemiyle, kırmaz ve iktidara yaslamaz…
Ayrıca; Gülünç yanılgıların ve yanılmaların yansımasına yanıt vermek, halk yardakçısı gibi davranmak da yazın serüveni değildir. Yazar tüm medya ve sırça köşeleri bu aymazlık içinde sürünse de kanmaz, aydın olmanın gereği, cazibeli yutturmacılara ve yutturmacalara daima ayna tutar.
Şu garip memlekette birileri gibi boğaza nazır veya uydu kentlerde bol kepçe, her şey hazır bir hayat yaşamıyoruz ki; durduk yerde uydusal sosyopatlığımız azsın. Seçimlerin yaklaştığı şu son günlerde geçmişe ilişkin yörüngesi kaymış izli-gizli ne varsa ortaya dökülecek olsa da, oltaya takılmayız kalan kısacık ömrümüzde. Damıta damıta imbikten süzülenleri yazar, en zorlu yolu seçip muhalif yanımızı yine önde tutarız. Helaline haram karışmış konu bolluğu olsa da, taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini biliriz. Ve değirmene gelen su bir gün kesilir ise korkusuyla hiç yaşamadık ve yaşamayacağız. Çünkü Yel değirmenlerini de biliriz hakkıyla ve en adaletlisinden.
Yaşamla her negatif karesinde boğuşmaktan, sahipli kelimelerle boğuşmaya dermanımız kalmadığındandır, cümlelerle, cümlesiyle iyi geçinmemiz. Sanılmasın ki, çaresiz ve umutsuzuz. İnanırız ki çare en umutsuz anda kapıyı çalar.
Aklımızın eseri, gözlerimizin önünden renkli mi renkli film kareleri uçuşuyorsa da, kıyamıyoruz ziyan etmeye. Çünkü Türkiye’nin aklı-fikri-zikri tutuklu, gözaltındayız topyekûn bugünlerde. Sinemanın dilinden, fotoğrafın renginden, romanın, öykünün, şiirin gücünden yararlanmadıkça da siyasetteki yer sarsıntısı ve zemin kayması arttıkça artıyor. Tıkılıp kalıyoruz sanki hala tüm serbestliğe karşın, meclissel rahatlığa rağmen saç telleriyle-başörtüsü arasına.
Yerelden ülke geneline bir baş eğme, boyun eğdirme, saydırma süreci yaşatılıyordu sözüm söz diyen insanlara. Seçimlere yakın bakacağız bir genleşme olacak mı? Bu siyasi kargaşa ve propagandasal temaşa potasında eritilmek rolü biçiliyor yine halka. Hiç istemesek arzulamasak da yaşanan ve yaşanacak olan durum bu.
Kim ki inadına, baş ve topuk selamı vermeden ama saygıda kusur etmeden dik durur ve direnir onunlayız her an. Sözcüklerden kalemize, altın kalemimizle ısrarla protest çizgiler çizmeye, çizdirmeye devam edeceğiz. Çünkü katıksız sevilme ve taraflı popüler olma derdimiz yok asla.
Siyaset arenasında her neden ise her koşula ve her ortama uyanlara, ileride muhtemel siyasi enkazın altında kalacaklara ve siyaset mezarlığında yerini alacaklara doğrusu ellisinden sonra ‘mizah’ biraz zor geliyor insana ama sadece bu ‘komedya nereye kadar’ demek geliyor içimizden.
Öyle bir sahne ki bu siyaset sahnesi, yerel seçim sürecinde aklı yaşında ve başında olmayan gülen ayva ağlayan narların mizah anlayışına da tebessüm etmemek elde değil…
Yerelden ülke geneline er veya geç sayılabilecek bir mahalli seçim süreci yaşatılmaya başlandı. Eleştiriler ve polemikler arasında sıkışmış siyaset; demir tavında dövüldü ve çeliğe su verildi, birilerine de yol verildi…
Bunun üzerine içlerindeki kızgın protestoyu bastıranlar, kırgınlar prospektüsünde adı geçenler, müzmin ayrışmayı bir kenara bırakıp, halinden muzdaripler mevzileri bir bir boşaltıp adaylaşma yolunda ilk adımları attılar. Birkaç gözetleyicisi kaldı bu akla zarar gidişatın, onların da görmezden gelineceği aşikâr. İşlem tamam, iktidar istedi bir göz, muhalefet verdi iki göz.
Son yıllardaki bu doldur boşalt manevraları ile mekanizmalar bozuldu bozulacak. Siyaset tetiğinin boşluğunu kim düşürecek bakalım, bekleyip göreceğiz. Siyaset piyasasında satılacak ruh da kalmayınca elde avuçta gelenler gidenleri aratacak gibi. Çaresizlik çare olunca gül bahçesine, gülen ayva ağlayan narı oynuyor tüm siyasi figürler.
Bu toz duman bulutlu ortamda, popülist kültür melankolisinden kaçınarak siyasi gündeme dair yazmak da gittikçe zorlaşıyor. Çünkü yazmak, incelikle planlanmış olsa da, her an illegal sayılabilecek bir eylemliliktir. Asla legal resmi veya korsan gösterilerle işi yoktur yazının ve yazar kafaya takmaz altın yaprakları. Yazar nakkaş misali tüm olumsuzlukların altını oyar altın kalemiyle, kırmaz ve iktidara yaslamaz…
Ayrıca; Gülünç yanılgıların ve yanılmaların yansımasına yanıt vermek, halk yardakçısı gibi davranmak da yazın serüveni değildir. Yazar tüm medya ve sırça köşeleri bu aymazlık içinde sürünse de kanmaz, aydın olmanın gereği, cazibeli yutturmacılara ve yutturmacalara daima ayna tutar.
Şu garip memlekette birileri gibi boğaza nazır veya uydu kentlerde bol kepçe, her şey hazır bir hayat yaşamıyoruz ki; durduk yerde uydusal sosyopatlığımız azsın. Seçimlerin yaklaştığı şu son günlerde geçmişe ilişkin yörüngesi kaymış izli-gizli ne varsa ortaya dökülecek olsa da, oltaya takılmayız kalan kısacık ömrümüzde. Damıta damıta imbikten süzülenleri yazar, en zorlu yolu seçip muhalif yanımızı yine önde tutarız. Helaline haram karışmış konu bolluğu olsa da, taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini biliriz. Ve değirmene gelen su bir gün kesilir ise korkusuyla hiç yaşamadık ve yaşamayacağız. Çünkü Yel değirmenlerini de biliriz hakkıyla ve en adaletlisinden.
Yaşamla her negatif karesinde boğuşmaktan, sahipli kelimelerle boğuşmaya dermanımız kalmadığındandır, cümlelerle, cümlesiyle iyi geçinmemiz. Sanılmasın ki, çaresiz ve umutsuzuz. İnanırız ki çare en umutsuz anda kapıyı çalar.
Aklımızın eseri, gözlerimizin önünden renkli mi renkli film kareleri uçuşuyorsa da, kıyamıyoruz ziyan etmeye. Çünkü Türkiye’nin aklı-fikri-zikri tutuklu, gözaltındayız topyekûn bugünlerde. Sinemanın dilinden, fotoğrafın renginden, romanın, öykünün, şiirin gücünden yararlanmadıkça da siyasetteki yer sarsıntısı ve zemin kayması arttıkça artıyor. Tıkılıp kalıyoruz sanki hala tüm serbestliğe karşın, meclissel rahatlığa rağmen saç telleriyle-başörtüsü arasına.
Yerelden ülke geneline bir baş eğme, boyun eğdirme, saydırma süreci yaşatılıyordu sözüm söz diyen insanlara. Seçimlere yakın bakacağız bir genleşme olacak mı? Bu siyasi kargaşa ve propagandasal temaşa potasında eritilmek rolü biçiliyor yine halka. Hiç istemesek arzulamasak da yaşanan ve yaşanacak olan durum bu.
Kim ki inadına, baş ve topuk selamı vermeden ama saygıda kusur etmeden dik durur ve direnir onunlayız her an. Sözcüklerden kalemize, altın kalemimizle ısrarla protest çizgiler çizmeye, çizdirmeye devam edeceğiz. Çünkü katıksız sevilme ve taraflı popüler olma derdimiz yok asla.
Siyaset arenasında her neden ise her koşula ve her ortama uyanlara, ileride muhtemel siyasi enkazın altında kalacaklara ve siyaset mezarlığında yerini alacaklara doğrusu ellisinden sonra ‘mizah’ biraz zor geliyor insana ama sadece bu ‘komedya nereye kadar’ demek geliyor içimizden.
Öyle bir sahne ki bu siyaset sahnesi, yerel seçim sürecinde aklı yaşında ve başında olmayan gülen ayva ağlayan narların mizah anlayışına da tebessüm etmemek elde değil…
ÖNÜMÜZDE YEREL SEÇİM VAR, HAKİKİSİNDEN BİR ‘ÖNSEÇİM’ YOK, ADAY ADAYLARI ÇOK…
ÖNÜMÜZDE YEREL SEÇİM VAR, HAKİKİSİNDEN BİR ‘ÖNSEÇİM’ YOK, ADAY ADAYLARI ÇOK…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Biz ne seçimler ne seçim arefeleri, ne seçim bayramları gördük…
Biz ne; “Bir parça ekmek için kamyonlara tırmanan çocuklar, çamurlara atılan makarna poşetlerini kapışanlar, ne analar bacılar gördük.”
Hem de bulaşıcı hastalıklar kol gezmesine rağmen.
Güllerin açma mevsimi tastamam kirlenmişti. Ateşli vücutlar cılk yaralarla kuşatılmıştı. Kuytulara biriken sarı benizli suyla yıkanınca hayatlar ızdırabı önce yakın kentlere uzanmıştı oradan da uzak kentlere.
Gözden ırak rüşveti veren de alan da aynı kişilerdi. Yaşayanlar bir yana ölmek üzere olanlara ve ölmüşlere bile din satılınca kamyonlar dolusu, yiyecek giyecek önce çamurların oldu, sonra sonrası yok.
Ama nevaleyi kapanların hiçbiri çocuk değil kelli felli adamlardı. Ve öyle bir toplum oluşturuldu ki sorgu sual edilemez seçim geçime endekslendi. Çünkü yaşamak için yemeliydi insan ve yemek için de yaşamalıydı. Çocuklar, çocuklar ise arada kaldı.
O yüzden her seçim atmosferinde sırtımızda altın kakmalı hançer ile dolaşıp durup, hesabı soracak brütüs’ümüzü arıyoruz…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Siyaset yolunda verilen kısa molanın ayazında güneşlenmek su kaplumbağalarının yumurta bıraktığı dünyadaki tek plaja ulaşmanın heyecanını duyumsattı. Efsanelere göre kralların çok sevdiği eşlerine şehir inşa etme büyüklüğünü de. Kelebek olmayı bekleyen kozalar vadisinde gökkuşağının tüm renklerine kavuşmanın muhteşemliğini de.
Gördük şelalelerin lirik melodileri ile bütün yorgunluk ve streslerden kurtularak rüyalar diyarına yolculuğun başlangıcını. Şehri kuran kralların adını şehirlere verdiğini. Nar gibi kızaran antik şehirlerin ne çok deniz savaşlarına ev sahipliği etmişliğini. O şehirlerde binlerce kişilik tiyatrolarda temsiller sahnelenmişliği. Belki de onların göremediğini gördük, o kısacık arada…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Ve tüm gördüklerimizi, duyumsadıklarımızı unutuverdik…
Görülen ve duyumsanan bir şeye ne fazla güvensizlik duyulacak ne de fazla güvenilecek. Bu uğurda hayatın süsü ve gülün sınanması da boşunadır. Gerçekten daima çocuktur insan. Yiğitlik çocuk kalabilmek, çocuk kalbiyle bakabilmektir gerçeğe...
Çocuktan al doğru haberi; Önümüzde bir yerel seçim var. Paraşütle siyaset arenasına ineceklerin, indirileceklerin paraşütleri delinecek diye de hakikisinden bir “önseçim” yok.
Yazar tam bu aşamada kısa bir not yazar, durur ve kalemi bırakır elinden…
Kaldığı odanın küçük penceresini açıp bakar. Koca şehir gözlerinin önünde, O koca şehirde dimdik ayakta ve küçük penceresinin önündedir. Karanlık ağırlığını yavaş yavaş ve ağırdan hissettirir, pençesi altında kalan her ne varsa acımasızca ezip geçer. Önce yüksek binalar sahiplenir kendi payını, ardından camii minareleri, televizyon anten kuleleri ve asırlık çınarların zirvesi…
Sonra; “Kuşlar, günün güneşin battığı yöndeki o güzelim kızıllıkta çoktan kaybolmuştu. Ortalığa tamamen hâkimdi artık karanlık. Ufuk siyah bir peçe takmış, orta çağ teslimiyeti başlamıştı. Şehir ve loş odalar karanlığa tam gömülecek iken ışıdı pencereler ve yeni bir çağ açıldı. Dünyada hiçbir şehir insanı bu kadar boşluğa itip bu kadar sıcak kucaklayamaz, saramazdı.
Yedi canlıydı bu yedi tepeli şehir. Şehrin aydınlığı boş odalara, boş gönüllere yansıdı. Her tepesi ışıl ışıldı. Her koyuğa, izbeliğe ışık kümelenmişti sanki. Denizden gelen ılık esinti ile aydınlanma ulaşılmaza, unutulmuşluğa doğru yayıldı.” Diye yazar kara kaplının önsözü…
Önümüzde bir yerel seçim var. Ve hakikisinden bir “önseçim” yok…
Öyle bir önsezidir ki bu, yazıya düşer son sözü; “Kurumuş bir yaprak düştü dalından hiç direnmeden. Esintinin sıcak kollarına bıraktı narin cüssesini. Gitmek isteyip de gidemediği, görmeyi arzulayıp da göremediği, ulaşıp da tutamadığı, o içe atılası o yok edilen, yok sayılan değerlere doğru savruldu. Bütün değersizlikleri ardında bırakarak.
Bir kez olsun ardına dönüp bakmadı…”
Önümüzde bir yerel seçim var. Ve hakikisinden bir “Önseçim” yok. Aday adayları çok…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Biz ne seçimler ne seçim arefeleri, ne seçim bayramları gördük…
Biz ne; “Bir parça ekmek için kamyonlara tırmanan çocuklar, çamurlara atılan makarna poşetlerini kapışanlar, ne analar bacılar gördük.”
Hem de bulaşıcı hastalıklar kol gezmesine rağmen.
Güllerin açma mevsimi tastamam kirlenmişti. Ateşli vücutlar cılk yaralarla kuşatılmıştı. Kuytulara biriken sarı benizli suyla yıkanınca hayatlar ızdırabı önce yakın kentlere uzanmıştı oradan da uzak kentlere.
Gözden ırak rüşveti veren de alan da aynı kişilerdi. Yaşayanlar bir yana ölmek üzere olanlara ve ölmüşlere bile din satılınca kamyonlar dolusu, yiyecek giyecek önce çamurların oldu, sonra sonrası yok.
Ama nevaleyi kapanların hiçbiri çocuk değil kelli felli adamlardı. Ve öyle bir toplum oluşturuldu ki sorgu sual edilemez seçim geçime endekslendi. Çünkü yaşamak için yemeliydi insan ve yemek için de yaşamalıydı. Çocuklar, çocuklar ise arada kaldı.
O yüzden her seçim atmosferinde sırtımızda altın kakmalı hançer ile dolaşıp durup, hesabı soracak brütüs’ümüzü arıyoruz…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Siyaset yolunda verilen kısa molanın ayazında güneşlenmek su kaplumbağalarının yumurta bıraktığı dünyadaki tek plaja ulaşmanın heyecanını duyumsattı. Efsanelere göre kralların çok sevdiği eşlerine şehir inşa etme büyüklüğünü de. Kelebek olmayı bekleyen kozalar vadisinde gökkuşağının tüm renklerine kavuşmanın muhteşemliğini de.
Gördük şelalelerin lirik melodileri ile bütün yorgunluk ve streslerden kurtularak rüyalar diyarına yolculuğun başlangıcını. Şehri kuran kralların adını şehirlere verdiğini. Nar gibi kızaran antik şehirlerin ne çok deniz savaşlarına ev sahipliği etmişliğini. O şehirlerde binlerce kişilik tiyatrolarda temsiller sahnelenmişliği. Belki de onların göremediğini gördük, o kısacık arada…
Önümüzde bir yerel seçim var…
Ve tüm gördüklerimizi, duyumsadıklarımızı unutuverdik…
Görülen ve duyumsanan bir şeye ne fazla güvensizlik duyulacak ne de fazla güvenilecek. Bu uğurda hayatın süsü ve gülün sınanması da boşunadır. Gerçekten daima çocuktur insan. Yiğitlik çocuk kalabilmek, çocuk kalbiyle bakabilmektir gerçeğe...
Çocuktan al doğru haberi; Önümüzde bir yerel seçim var. Paraşütle siyaset arenasına ineceklerin, indirileceklerin paraşütleri delinecek diye de hakikisinden bir “önseçim” yok.
Yazar tam bu aşamada kısa bir not yazar, durur ve kalemi bırakır elinden…
Kaldığı odanın küçük penceresini açıp bakar. Koca şehir gözlerinin önünde, O koca şehirde dimdik ayakta ve küçük penceresinin önündedir. Karanlık ağırlığını yavaş yavaş ve ağırdan hissettirir, pençesi altında kalan her ne varsa acımasızca ezip geçer. Önce yüksek binalar sahiplenir kendi payını, ardından camii minareleri, televizyon anten kuleleri ve asırlık çınarların zirvesi…
Sonra; “Kuşlar, günün güneşin battığı yöndeki o güzelim kızıllıkta çoktan kaybolmuştu. Ortalığa tamamen hâkimdi artık karanlık. Ufuk siyah bir peçe takmış, orta çağ teslimiyeti başlamıştı. Şehir ve loş odalar karanlığa tam gömülecek iken ışıdı pencereler ve yeni bir çağ açıldı. Dünyada hiçbir şehir insanı bu kadar boşluğa itip bu kadar sıcak kucaklayamaz, saramazdı.
Yedi canlıydı bu yedi tepeli şehir. Şehrin aydınlığı boş odalara, boş gönüllere yansıdı. Her tepesi ışıl ışıldı. Her koyuğa, izbeliğe ışık kümelenmişti sanki. Denizden gelen ılık esinti ile aydınlanma ulaşılmaza, unutulmuşluğa doğru yayıldı.” Diye yazar kara kaplının önsözü…
Önümüzde bir yerel seçim var. Ve hakikisinden bir “önseçim” yok…
Öyle bir önsezidir ki bu, yazıya düşer son sözü; “Kurumuş bir yaprak düştü dalından hiç direnmeden. Esintinin sıcak kollarına bıraktı narin cüssesini. Gitmek isteyip de gidemediği, görmeyi arzulayıp da göremediği, ulaşıp da tutamadığı, o içe atılası o yok edilen, yok sayılan değerlere doğru savruldu. Bütün değersizlikleri ardında bırakarak.
Bir kez olsun ardına dönüp bakmadı…”
Önümüzde bir yerel seçim var. Ve hakikisinden bir “Önseçim” yok. Aday adayları çok…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)