11 Ekim 2012 Perşembe

TARIM ÜLKESİ OLMAK VEYA OLMAMAK


TARIM ÜLKESİ OLMAK VEYA OLMAMAK
 
Türkiye nüfusuna her yıl bir milyon kişi ekleniyor. Bu gidişle otuz yıl sonra nüfusumuz yüz milyonu bulacak gibi. O nedenle bugünden, yüz milyona bakan bir tarım sektörünün şimdiden planlanması gerekir. Türkiye çölleşmeye karşı savaş açarak tarımda; gelecekte kıtlığını yaşayacağımız ürünlere öncelik vererek, ürün çeşitliliğine ciddiyetle önem vermelidir.
 
Türkiye cumhuriyet tarihi boyunca, 87 yılda sanayide 192 kat, hizmet sektöründe 70 kat büyümüş olmasına karşın, tarımda ancak 10 kat büyümüştür. Nüfusa oranlandığında büyümek bir yana, korkulası bir küçülme yaşanmıştır. 70’lerin ortalarına kadar kendi kendine yeten bir ülkeden, dışa bağımlı bir ülke konumuna terfi ettirilmiştir ülkemiz.
 
12 Eylül darbesinden sonra ise tamamen dışa bağımlı, çiftçiyi üreticiyi darmadağın eden politikalarla tarım dışlanmıştır. İthalata kolaylık sağlayan yasa ve kararnamelerle müstahsil, ürünlerini elinden çıkaramaz veya yok pahasına tüccara satar hale getirilmiştir. Akaryakıt ve tohum fiyatlarındaki artış doğru orantılı taban fiyatlara yansıtılmamış, tarım kooperatiflerinin ve birliklerin içi boşaltılmış, işleyişine ve işlerliğine müdahale edilmiş, tarımsal üretici sahipsiz bırakılmıştır.
 
2000’lere kadar varıyla yoğuyla direnen tarım sektörü, 2000 sonrasında özellikle 2001 kriziyle yerle bir olmuştur. Devletin zerrece desteklemediği sektör, Türkiye’nin lider olduğu ürünlerde bile çayda, tütünde, fındıkta, pamukta egemen dünyanın biçtiği role rıza göstermiştir.
 
Dolayısıyla tarım sektöründeki gerileyiş, hayvancılık sektörünü de birebir etkilemiştir. Türkiye bugün çayını, fındığını, tütününü gerektiğince değerlendiremeyen; buğdayını, şekerini, çayını, çorbasını dışarıdan temin eden, eti dünyada en pahalı yiyen Hint fakiri bir ülke konumuna gelmiştir.
 
Dünyadaki küreselleşmeye koşut, devletin gücünü azalta azalta, hatta devleti ve devletçiliği dışlayarak, küreselleşme karşıtlarını çağ dışı kalmakla suçlayarak bu günlere gelindiğini çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Devletin ekonomiden, sanayiden, tarımdan çekilmesini isteyenler, liberal ekonomi dünyada batınca tutuştu tutuşmasına da, devletçiliğe dönme nazlanışındalar şimdilik.

Tarımda ve hayvancılıktaki bu bitiş 80’lerden sonra izlenen yolun yol olmadığını acı bir biçimde ortaya koymuştur.
 
Bugünden ileri, yarının Lider Türkiye’si için tarımsal desteklemeler ivedilikle hayata geçirilmelidir. Doğrudan gelir desteği adı altında gübre ve mazot desteği artırılmalıdır. Topraksa toprak, tohumsa tohum, krediyse kredi üst düzeyde elle tutulur teşviklerle tarım sektörü canlandırılmalıdır. Çünkü çiftçi üretecek, fabrika işleyecek, geniş halk yığınları yiyecek. Bu çark herkesin bildiği gibi kendini döndürür. Üretim, üretim daha fazla üretim, işin aslı budur.
 
Ayrıca dünyanın hiçbir ülkesinde, 3. dünya ülkelerinde bile bizdeki gibi üretimi azalt, üretim yapma diye teşvik verilmez, ödüllendirirken, aslında onların geleceğini yok ettiğimizin  ne zaman farkına varacağız. İnsanı toprağına tohum serpmediği için ödüllendirme olur mu hiç. Bu ödül aslında onların geleceğini ipotek altına alma, bir nevi cezalandırma değil de nedir. Çocuklarımızın gelecekte açlığa mahkumluğu değil de nedir.
 
Bir bakmışız yüz milyon olmuşuz, Unu, yağı, şekeri olmayan koskoca bir ülke. Tarımı bitik, hayvancılığı sıfır, ekonomisi hak getire, sanayisi ithal ikame, tekstili kotalı ve hala AB kapısında. Helvamızı kim kavuracak, biz görmeyiz belki o günleri ama ya çocuklarımız…

Hiç yorum yok: