2 Ekim 2012 Salı

KÖYDEN GECEKONDUYA GEÇİŞİN SANCILARI

KÖYDEN GECEKONDUYA GEÇİŞİN SANCILARI
Kentsel dönüşümün konuşulduğu şu günlerde, yarın yıkımların can yakacağı bu şehirde herşey üçten beşe iktidardan yana...

"
1950’lerden sonra dengeli kalkınma modelinden vazgeçilmesi ve şehrin özendirilmesiyle kentlere göç başladı.Yatırımcıların keyfiyete göre yer seçimleri de eklenince göçe dayalı yapılaşma hızlandı.Yıllara göre ortalama 70-80 bin göç alan bir İstanbul oluştu. İnsan yerleşimleri; toplumsal ilerleme ve ekonomik büyümenin en önemli girdisini sağlar. Öyleyse yaşanılan yeri sağlıklı, güvenli, adil ve sürdürülebilir kılmak devletin ve yerel yönetimlerin görevidir.

Özünde barınmaktan altyapıya, eğitimden trafiğe, sağlıktan kültüre, issizlikten yoksulluğa tüm sorunlarla birlikte çevre sorunlarının halledilmesine yönelik çözümler araştırılmalıdır. Yeni yöntemler bulunup uygulanmalıdır. Devlet organlarının ve yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını kentlilerle paylaşması şarttır. Bir araya gelinerek uygulanabilir çözümlerin hayata geçirilmesi için ortaklıklar, işbirlikleri kurulmalıdır. Uygar kent yönetimi ve yöntemleri ortaya konmalıdır.

Yerleşmenin temelinde yaşanabilirlik, sürdürülebilirlik ve adalet vardır. Yerleşme problemlerinin oluşmasında yerel yönetimler,sivil toplum örgütleri, problem merkezleri ve siyasi otorite ortaktır. Çözümün sadece devletten beklenmesi ise çözümsüzlüğe davetiye çıkarmaktır.Devlet yöreler arası eşitliği sağlayamadıkça, sosyal mekanizmalar oluşturmadıkça sorun ortadan kalkmaz. Kollektif bir yapı ile sorunların üzerine gidilmedikçe yerleşim sorunlarını çözümlemek hayalcilik olur.

Yık-yap, al-sat mantığı devletin ve yerel yönetimlerin 7000 yıllık kent olan İstanbul’a en büyük ayıbıdır. Kentsel rantların ekonomiyi, politikayı belirlemesi ve nihayet kentleri belirlemesiyle dengeli gelişme ve büyüme olanakları tırpanlanmıştır.

Göçe dayalı kentleşme evrensel bir sorun değildir. Sadece kalkınmakta olan ülkelere has bir olgudur. Nüfusu 20 milyona dayanan şehirlere bakıldığında, çoğunluğun 3. dünya ülkelerinde olduğu görülür. Gelişmiş ülkelerde ise büyük kentler nüfus kaybına uğrar. Ülkemizde yaşanan süreçte gecekondulaşma kaçınılmaz bir sonuçtur. Gecekondu, barınmaya eş anlamlı bir değerlendirmedir. Belki de bir dönem çözüm yolu olarak görülüp bir anlamda desteklenmiştir.

Yani devlet çözüm üretemediği için vatandaş kendi çözümünü üretmiştir. Ama bu masum barınma isteği zamanla kaçak yapılaşmaya dönüşmüştür. Yıllar yılı imar afları ile gecekondulaşma kaçak göçek apartmanlaşmaya terfi etmiştir. Ruhsatsız, plansız, projesiz ve denetimsiz binalardan oluşan mahalleler türemiştir. Bırakın mahalleleri mikro milliyetçilik bünyesinde şekillenen gettolar ilçe olmuştur. Gecekondular ticari meta haline gelince toprak arazi mafyalarının eline geçmiş toprağın ticari paylaşımı geliştirilmiştir.Yeni bir yasadışı kazanç kapısı aralanmıştır.Gecekonduların %90’ ı hazine ve kamu arazisi üzerine kurulmuştur. Araziyi kendi eylemiyle işgal edenler bu oranın %20’sidir. Yani  %80’i bu arsaları başkasından satın almıştır ve barınağını yapmıştır.

Bugün içinden çıkılmaz bir kent kaosudur yaşadığımız.

İstanbul 50 yıllık süreçte yasadışı bir kent olmuştur. İlgililer ise bu yasadışı kentleşmeye yıllar yılı seyirci kalmışlardır. Ve bizler bu yasadışı şehirde, bu şehrin ilçesi Esenler’de yaşamaya mahkumuz..."

Şimdi yüzlüğü bulunana seksenlik vaadediyorlar, mükemmel akıllı şehirlerde, kredi vb. hizmetlerde var, hayırlısı bakalım...

Hiç yorum yok: