30 Nisan 2019 Salı
1 MAYIS, BAHARI GETİRECEK..
1 Mayıs emek günü, İşçi bayramı. Bir günlük. Tüm dünyada böyle. Serbest. Bir tek şu garip memlekette yasaklı. Dünyadaki karnaval havasının aksine şu memleketin sembol meydanları daima işçilere kapalı. Özellikle de Taksim. Her zaman işçilerin önüne kolluk güçleri seti ve demir barikatlar. Nedensizce...
Gerçekte, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın bu cendereye sokulması memleketin nasıl yönetildiği ile doğru orantılı. Gayri meşruluk…
Yüzyıl başlarında yıkılan büyük imparatorluklardan bu güne, faşist diktatörlüklerden her tip yasakçı cumhuriyetlere kadar başta 1 Mayıs, hep yasak. Hak aranmasına ve halkların demokrasi arayışlarına anında sert tedbir. On yıllarca baskı zulüm. İşkence. Ciddi hak gaspları ile toplumun cehalet ve şiddet, faşizm ve dinsel temelde yönetimi. İşte asıl onun için 1 Mayıs yasak.
Özellikle geri kalmış, geri bıraktırılmış ülkelerde 1 Mayıs hepten suçlu. Hele toplum, yönetim erkinin önüne geçtiyse veya toplumun kolay güdülenmesini erteleyen güçler belirdiyse fatura hemen 1 Mayısa. O yüzden on yıllarca sembol meydanlar yasaklı.
Resmi iradeye karşı yasak meydanlara çıkanlara ise hazır kıta emniyet güçleri. Sonrası şiddet ve meydan savaşı. Peşinden kamuoyuna şırıngalanan, sol ve 1 Mayıs düşmanlığı.
Sözde izin verilmiş kıytırık meydanlara ve salonlara sıkıştırılan 1 Mayıslarda ise; daha ne istiyorsunuz feveranı. Lafta birlik martavalı.
Oysa 1 Mayıslarda içten dışa istenen daima kargaşa. Organize edilen hep kaos. Arzulanan hiç bitmeyen kavga. Kan ve gözyaşı. Dünyanın neresinde olursa olsun, en merkezinde dahi her dejenere yönetimde, usul ve yöntem hep ayni. Yani her yerde benzer kaotik manzara. Üstelik seçilmiş veya atanmış çapsız yöneticilere de çanta imkan; işte vatan hainleri ve yaptıkları...
Bundan maksat; kapitalizmin çıkmazlarını, emperyal istilacıların yediği herzeleri, endüstriyel ve sınai geriliği, ekonomik darboğazı, emeğe zulmü ve vahşi kapitalizmin acımasız sömürüsünü unutturmak. İktidar erkini kullanmak ve işbirlikçi tutumla ehli keyif yaşam sürmek. Alternatifleri yok saymak. Karalamak. İşçiden, emekten yana her tavrı, her dik duruşu mevcut iktidara bariz ve galiz saldırı olarak toplumun belleğine kazımak.
İşte o yüzden bir günlük de olsa işçilerin ve emekçilerin içinden geleni haykırmasından korkulur. Çekinilir.
Çünkü 1 Mayıs yurtseverliğin tepe noktasıdır, vatanseverliğin zirvesidir...
1 Mayıs tüm dünya ülkelerinde bahar tadında kutlanan bayram iken, İşçi bayramı iken; şu garip memlekette iplikler pazara çıkarılmasın diye özü mözü bir güzel boşaltılmıştır. Dünyanın neredeyse tamamında üreten el, harcanan emek, dökülen alınteri kutsanırken; şu fakir memlekette hep horlanmıştır.
Yani akıllara, akla zarar bir gün olarak kazınmıştır. 1 Mayıs emek günü, nedense herkese batan bir gündür. Batar çünkü en özgürlükçü geçinenler dâhil topu memleketi hakkıyla yönetemedikleri için batar. Salt o nedenle 1 Mayıslar yasaklanır. Simge Meydanlar 1 Mayıslara kapatılır.
Yeter artık. Memleket hak, hukuk, adalet çerçevesinde yönetilsin de; 1 Mayıs'ta tüm acılar birkaç saatliğine unutulsun. Şu cennet memlekette 1 Mayıs; gülmek, eğlenmek, coşmak ve sorunları en barışçıl haykırmak biçiminde bayramlaşsın...
Elli yıldır, hele ki on yedi yıldır çekilen özlem bitsin...
Ayrıca iktidarlar ile birlikte iktidar yanaşmaları ve yavşamışlarının da tek derdi 1 Mayıs.
Dertlenirler çünkü 1 Mayıs; koca yılda tek bir günlüğüne haykıran sessiz çoğunluk hak ve adalet temelinde yönetiliyor mu, yönetilmiyor mu? Ortaya çıkaracak. 1 Mayısta tek yürek tek yumruk; Memleket kalkınıyor mu, batıyor mu? dillendirilecek.
Elbette korku dağları bekler. Olur ya; Bir gün mutlaka, 1 Mayıs, baharı getirecek...
29 Nisan 2019 Pazartesi
İLKYAZ, BAŞLANGIÇ YAZI...
Ömür hızla akıp geçerken, hep herşeyin ayni kalacağı sanılır. Ama bazen umulmadık biçimde gidişatın rengi soluğu değişebilir. İlkyaz öncesi belli çoğunluk birden yarınları düşünme telaşına düştü. Düşündürttü. Sırtı sağlama yaslama kolaycılığını seçenler dahi irkildi. Titredi. İlkeli duruş sahipleri zoru kolay eyleyecek akıl dünyasının kapılarını bir bir araladı. Böylece uzun yıllar resmen kodlarıyla oynanan kısır tarih de kendine geldi. Sonuç, yeni bir başlangıç. Diri bir denge. İlkyaz yaz. Ve yazı tarihe geçti...
Gecikmişliği bir yana şimdi yaz başından itibaren yazı ve yazgı edebiyatına hiç sığınılmadan özellikle metropol kentlerde koordinatlar yeniden çizilecek. Resmiyete tabiilik kıskacına restler çekilecek. Ve on yılların, sadece öze, öde mahsus ödün tarihi kısa zamanda bitecek.
İster istemez bitik, kemikleşmiş görsel-işitsel, yazısal yazınsal dünya da muktedaya sıkı takipçiliği bırakacak. Buz kesen havalardan kurtulmayla birlikte medeniyete katkı sunan göz alıcı yolculukların izi sürülecek. Tarafgir tasvirler, tavsiyeci amigoluk, amip beyin anlatıcılığı bir süre daha gitse de bitecek. Boşa çaba. Giden ömürden giden, bir güzel anlaşılacak. Devir değişecek.
Değişimin gereği sırasıyla bu günlere dek taşınan, tek sesli, tek adamlı, hiç esneklik taşımayan, algı operasyonlarına dayalı katı yazılımlar, yaman yancılık ve din direkt tasarımların gerçek yüzleri ortaya dökülecek. Lafta hissiyata dayalı, gafta özel istikbal izlenimli küflü siyaset de tarihe gömülecek.
Dahası on yıllardır anlamsız detaylarda boğulan, sağda solda kandırılan, yüzer geçer ucuzluk farz edilen ve cezbedici hikayelerle cendereye sokulan, süslü koleksiyonun temel parçası haline getirilmiş ömrü cahimler de, kara cahillikten kurtulacak.
Kurutulan yitik ömürlerin sebebi belli kurgu olduğundan; on yıllardır, maziye benzer metod ve çağ dışı tarzda, göz boyamacı, dar ve sığ, çeyrek yüzyılı kuşatan uygarlık karşıtlığında ısrar da çökecek. Demir, örs, kerpeten ve çekice düşmanlık da çözülecek. Çekim gücünün boş hayallere çekilmesi de. Demirin tavında dövülmeyişi ve çeliğe zamanında su verilmeyiş de sona erecek.
Asla tarihe tarif gerekmez. Geçip giden zamanın ruhu ve çalınan ömürler bıçak kemiğe dayanınca, dakkasında hanedan hayranlığına noktayı koyar. Uyduruk kaydırık masallarla derinleşen uykudan
uyandırır.
İşte o saatten sonra eskiye, gerilemeye modern dokunuşlar gerekir. Çağdaş kazanımları kaybetmemek gerekir. Yani zaman hızla akıp giderken en büyük gerçekliktir değişim. Uygarlık simgesidir.
Onun için özgürce, dönem ruhunu yansıtan akla ve felsefeye yaslanmak ilkyaza çıkmaktır.
İlkyaz sonrası umutla yeni yazı beklemektir. Çünkü ömür uzadıkça, kısalır...
Gecikmişliği bir yana şimdi yaz başından itibaren yazı ve yazgı edebiyatına hiç sığınılmadan özellikle metropol kentlerde koordinatlar yeniden çizilecek. Resmiyete tabiilik kıskacına restler çekilecek. Ve on yılların, sadece öze, öde mahsus ödün tarihi kısa zamanda bitecek.
İster istemez bitik, kemikleşmiş görsel-işitsel, yazısal yazınsal dünya da muktedaya sıkı takipçiliği bırakacak. Buz kesen havalardan kurtulmayla birlikte medeniyete katkı sunan göz alıcı yolculukların izi sürülecek. Tarafgir tasvirler, tavsiyeci amigoluk, amip beyin anlatıcılığı bir süre daha gitse de bitecek. Boşa çaba. Giden ömürden giden, bir güzel anlaşılacak. Devir değişecek.
Değişimin gereği sırasıyla bu günlere dek taşınan, tek sesli, tek adamlı, hiç esneklik taşımayan, algı operasyonlarına dayalı katı yazılımlar, yaman yancılık ve din direkt tasarımların gerçek yüzleri ortaya dökülecek. Lafta hissiyata dayalı, gafta özel istikbal izlenimli küflü siyaset de tarihe gömülecek.
Dahası on yıllardır anlamsız detaylarda boğulan, sağda solda kandırılan, yüzer geçer ucuzluk farz edilen ve cezbedici hikayelerle cendereye sokulan, süslü koleksiyonun temel parçası haline getirilmiş ömrü cahimler de, kara cahillikten kurtulacak.
Kurutulan yitik ömürlerin sebebi belli kurgu olduğundan; on yıllardır, maziye benzer metod ve çağ dışı tarzda, göz boyamacı, dar ve sığ, çeyrek yüzyılı kuşatan uygarlık karşıtlığında ısrar da çökecek. Demir, örs, kerpeten ve çekice düşmanlık da çözülecek. Çekim gücünün boş hayallere çekilmesi de. Demirin tavında dövülmeyişi ve çeliğe zamanında su verilmeyiş de sona erecek.
Asla tarihe tarif gerekmez. Geçip giden zamanın ruhu ve çalınan ömürler bıçak kemiğe dayanınca, dakkasında hanedan hayranlığına noktayı koyar. Uyduruk kaydırık masallarla derinleşen uykudan
uyandırır.
İşte o saatten sonra eskiye, gerilemeye modern dokunuşlar gerekir. Çağdaş kazanımları kaybetmemek gerekir. Yani zaman hızla akıp giderken en büyük gerçekliktir değişim. Uygarlık simgesidir.
Onun için özgürce, dönem ruhunu yansıtan akla ve felsefeye yaslanmak ilkyaza çıkmaktır.
İlkyaz sonrası umutla yeni yazı beklemektir. Çünkü ömür uzadıkça, kısalır...
27 Nisan 2019 Cumartesi
GÖZ GÖZ, GÖZ VE İZMİR MARŞI...
GÖZ GÖZ, GÖZ VE İZMİR MARŞI...
Göz göz Göztepe. Yaptı yine yapacağını. İzmir Marşı ile mazbatayı da aldı, ligi de kurtardı. Başağı çimlere gömdü...
Gözü olanın gözü çıksın babında lafta şampi şimdilik kampinge uğradı. Sırada Kafsinkaf...
Ayak topuna siyaset ve siyasi polemikler bulaştırılalı beri tipoloji de, terminoloji de değişmişti. Tepeden tırnağa proje akbilspor şampiyon olsun diye akıltopu çatlatılmıştı. Var odası, yok burası bahaneleriyle hafta hafta keyifler çalınmıştı. Hatta İBB'nin 22 milyarlık borç sırtında kamburken, musluklar yeşil saha projesine bağlanmıştı.
Çok şükür Bir Nisan dönüm noktası oldu. İşin çehresi değişti. Kaynaklar daha kesilmeden proje takımın nefesi kesildi.
Ve proje ekip iki haftada dirilemez hale geldi. Avantajı uçtu gitti. Artık iki büyüklerin ikisi de ciddi kayıp yaşamazlarsa zirvede ipi göğüsler. Ayrıca küme düşme hattı istatistikleri de yeniden tutulur.
Eğer alışılageldik iktidarsal uyduruk kural hatası başvuruları yapılmaz ise bunun tekrarı olmaz. Eldeki veriler gözden geçirilir ama nafile. Ve hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler olmuştur maçı seneye kalır.
Sözün özü her şey bitmişken lige sözel sayısal heyecan, göz göz Göztepe sayesinde geri geldi.
Bu arada başağın yeşil çime gömü ve defin işlerine de pek üzülen yok gibi. Öyle görünüyor. Son düzlükte tekerlenmeyle birlikte maaşlı borazancıları bile anında ağız değiştirdi. Methiyeler sayıp dökenler anında çark etti. Milyonların önünde cereyan eden bu karmaşık oyuna ünlemler çekilmeye başlandı. Yani iyi günün sıradan destekçileri şimdi köstekçi konumunda. Çünkü artık kale düştü. Av avcı mücadelesine aynıyla beyan da hazır; 'Ceplerimiz tamamen boşaldı, krediler bitti' nokta.
Açıkçası başağın resmen kimyası bozuldu. Çünkü uzun zamandır topun yuvarlaklığı unutulmuştu. Anımsandı. Banknot yeşiliyle çim yeşili ittifakı kurulmuştu. Ne amaçla kuruldu, ne için kullanıldı bilinmez değildi; resmen üçfe organizasyonu. Açık düştü.
Ayrıca işin adabına göre hareket edilmeyince, bilinmezler üzerinden yapılan yorumlar da haklı çıktı. Gözler geç de olsa açıldı. Tam beleş enerjiye dayalı lokomotif proje egemen olacaktı ki, tribünlerdeki tezahürat direkt akımı kesti.
Göz göz Göztepe ve İzmir Marşı neticeyi belirledi...
Bu saatten sonra bu işin kaybedeni konsantre bir ayaktakımı, kazananı ise bütün ayaktopu camiası. Olacağı da buydu aslında.
Gözü olanın gözü çıksın. Sırada Kafsinkaf var...
Göz göz Göztepe. Yaptı yine yapacağını. İzmir Marşı ile mazbatayı da aldı, ligi de kurtardı. Başağı çimlere gömdü...
Gözü olanın gözü çıksın babında lafta şampi şimdilik kampinge uğradı. Sırada Kafsinkaf...
Ayak topuna siyaset ve siyasi polemikler bulaştırılalı beri tipoloji de, terminoloji de değişmişti. Tepeden tırnağa proje akbilspor şampiyon olsun diye akıltopu çatlatılmıştı. Var odası, yok burası bahaneleriyle hafta hafta keyifler çalınmıştı. Hatta İBB'nin 22 milyarlık borç sırtında kamburken, musluklar yeşil saha projesine bağlanmıştı.
Çok şükür Bir Nisan dönüm noktası oldu. İşin çehresi değişti. Kaynaklar daha kesilmeden proje takımın nefesi kesildi.
Ve proje ekip iki haftada dirilemez hale geldi. Avantajı uçtu gitti. Artık iki büyüklerin ikisi de ciddi kayıp yaşamazlarsa zirvede ipi göğüsler. Ayrıca küme düşme hattı istatistikleri de yeniden tutulur.
Eğer alışılageldik iktidarsal uyduruk kural hatası başvuruları yapılmaz ise bunun tekrarı olmaz. Eldeki veriler gözden geçirilir ama nafile. Ve hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler olmuştur maçı seneye kalır.
Sözün özü her şey bitmişken lige sözel sayısal heyecan, göz göz Göztepe sayesinde geri geldi.
Bu arada başağın yeşil çime gömü ve defin işlerine de pek üzülen yok gibi. Öyle görünüyor. Son düzlükte tekerlenmeyle birlikte maaşlı borazancıları bile anında ağız değiştirdi. Methiyeler sayıp dökenler anında çark etti. Milyonların önünde cereyan eden bu karmaşık oyuna ünlemler çekilmeye başlandı. Yani iyi günün sıradan destekçileri şimdi köstekçi konumunda. Çünkü artık kale düştü. Av avcı mücadelesine aynıyla beyan da hazır; 'Ceplerimiz tamamen boşaldı, krediler bitti' nokta.
Açıkçası başağın resmen kimyası bozuldu. Çünkü uzun zamandır topun yuvarlaklığı unutulmuştu. Anımsandı. Banknot yeşiliyle çim yeşili ittifakı kurulmuştu. Ne amaçla kuruldu, ne için kullanıldı bilinmez değildi; resmen üçfe organizasyonu. Açık düştü.
Ayrıca işin adabına göre hareket edilmeyince, bilinmezler üzerinden yapılan yorumlar da haklı çıktı. Gözler geç de olsa açıldı. Tam beleş enerjiye dayalı lokomotif proje egemen olacaktı ki, tribünlerdeki tezahürat direkt akımı kesti.
Göz göz Göztepe ve İzmir Marşı neticeyi belirledi...
Bu saatten sonra bu işin kaybedeni konsantre bir ayaktakımı, kazananı ise bütün ayaktopu camiası. Olacağı da buydu aslında.
Gözü olanın gözü çıksın. Sırada Kafsinkaf var...
25 Nisan 2019 Perşembe
SÖZÜN BİTTİĞİ YER; FA...
SÖZÜN BİTTİĞİ YER...
Beklenen arka çıkılınca kuzuların sessizliği bir anda bozuldu. Ve kendini bir halt sanan akkuzu bir dolu meledi; 'Elimi salladım değmiş...' Bir anlık psikolojiyle. Çok pişmanım, özür dilerim sızlanmasından, o eli de öptürürüm, elin dert görmesin akkuzulu sıvazlanmasına geçildi. Destekçi deste avukatlar sırada. Ve akpartici nallı kuzu adli kontrol şartı ile serbest...
Şu cennet memleket gitgide sürdürülebilir memleket olmaktan çıkarılıyor. Resmen yaşanabilir olmaktan da. Katlanılması güç olaylar cereyan ediyor dört bir yanda. Vicdanlar yaralanıyor. Kamu vicdanı aklanıyor. Yazık. Çoluk çocuk, küçük büyük demeden yediden yetmişe her türlü şiddet, istismar, taciz, tecavüz, linç girişimi. Katliam. Topu serbest, serbestçe. Bunca yozlaşıya tavır almak ise suç ve ceza. Hak, hukuk, adalet yasak. Kuzu kuzu insanlıktan çıkmak mazur görülen bir kaçık durum. Özel açık oturumlar daha vahim. Akıldışı, akıl ötesi. Ve insanlıkla asla bağdaşmayan lafta vatandaşlık hassasiyeti. Hissiyat.
Bu tersine gidiş yerin dibine batsın. Bu akla ziyan düzen de. Külliyatına kopsun kıyamet...
On yıllarca bildik kör taraftar ve cahil düşmanlık potasında ergiyenler, elbette koşulsuz sadakati saldırı boyutuna indirgerler. Akıl ile yenemediklerini kaba güçle hesaba çekerler. Hiç çekinmezler, utanmazlar. Her fesatlığı ve fenalığı vazife sayarlar. Çünkü ayrıcalık bahşedilmiştir zatı muhteremlere. Öyle inandırılırlar. Küçük beyinlerine her halukarda kayırılacakları nakşedilmiştir. Ve her bahar arefesinde kışkırtıldım deyip kuzu gibi dolmuşa binerler. Her seferinde bir anlık psikoloji ile saldırırlar. Ve birilerine değer elleri, uzuvları, uzantıları gayri iradi.
Düşünmezler, değer miydi hiç? Az buz değil ama hadi yumruk neyse. Yaklaşık bir buçuk saate varan katliama dönüşebilecek o hengame de neyin nesiydi? Atış serbest, o da toplum psikolojisi ile.
Zaten topu alelacele planlı programlı olmayan bir protesto tarzı. İncelikle mesaj verme usulü. Asla ve kata organize değil. Yok...
Makamsal izahatı da sıcağı sıcağına bir anlık psikolojiyle; "değerli arkadaşlar, mesajınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz. Anlaşıldı. Şimdi sükunetle dağılın. Hepinizi kucaklıyorum." İşte kuzulara kontrollü serbestliğin ilk adımı.
Öyle ya hesaplı kitaplı olmayınca bulgu da yoktu. Taş, sopa ve bidonlar da. Hepisi topu sonradan çıktı. Galeyana getirilen kuzuların tek bir hedefe yönlendirilmesi de yok. Güzergah gereği sıkışma. Öncesindeki hazırlıklar da yalandan hazırlıklar. Devlet erkanı orada hazır ve nazır. Can güvenliğinin teminatı hazır kıta.
Herşey tastamam ama fiziksel saldırı ve darp dakikalarca. Olsun varsın acısı geçer gider...
Lakin yetmezmiş gibi; 'Yakın bu evi, içindekilerle...' neyin cakası. Hangi hava bu, hangi ulvi dinin, imanın yaftalanması...
İşte Sözün Bittiği Yer Tam Orası...
Ve bunca çıngıraklı çılgın akkuzu, bunca serbestlik ve adli kontrol zırhı ile kuşandırılır ise tabii ki Kuzuların Sessizliği uzun sürmez. Bozulur. Toplumsal histeri tıpkı bu biçim yaygınlaşır. Hislerine yenilen güruhlar taş da atar, sopa da sallar, ellerini de savurur. Ve mutlaka bir kimseye, bir yerlere, bir şeylere değer, dokunur gayri ihtiyari.
Ama o aralıkta çıtlayan bir kıvılcım, asla söndürülemez. Bir anda devasa yangınlara dönüşebilir. Ve o alev girdabına kim veya kimler düşerse, yanar kül olur...
İşte bu gözü dönmüş kuzucuklar, yaptıklarından muaf tutuldukça tosuncuğa dönüşür. Tosuncuklar cehennem topuna. Onun için bu akkuzu particilere, seçilmişler ve atanmışlar göz göre göre koltuk çıkmamalı. Çıkınca memleketi hukuğu delik, müspet kritiği zor, kritik günlerin beklediği açık seçik belli olur. İnsanı duygular denir geçilir ise eğer iş vahim yerlere gider. Zaten en temel değerler işte böyle felç edilir. Bu karmaşada paralizasyon akılları da kuşatır.
Ve hep birlikte sözün bittiği yere gelinir. Sözün bittiği yerde ise Faşizm başlar...
Beklenen arka çıkılınca kuzuların sessizliği bir anda bozuldu. Ve kendini bir halt sanan akkuzu bir dolu meledi; 'Elimi salladım değmiş...' Bir anlık psikolojiyle. Çok pişmanım, özür dilerim sızlanmasından, o eli de öptürürüm, elin dert görmesin akkuzulu sıvazlanmasına geçildi. Destekçi deste avukatlar sırada. Ve akpartici nallı kuzu adli kontrol şartı ile serbest...
Şu cennet memleket gitgide sürdürülebilir memleket olmaktan çıkarılıyor. Resmen yaşanabilir olmaktan da. Katlanılması güç olaylar cereyan ediyor dört bir yanda. Vicdanlar yaralanıyor. Kamu vicdanı aklanıyor. Yazık. Çoluk çocuk, küçük büyük demeden yediden yetmişe her türlü şiddet, istismar, taciz, tecavüz, linç girişimi. Katliam. Topu serbest, serbestçe. Bunca yozlaşıya tavır almak ise suç ve ceza. Hak, hukuk, adalet yasak. Kuzu kuzu insanlıktan çıkmak mazur görülen bir kaçık durum. Özel açık oturumlar daha vahim. Akıldışı, akıl ötesi. Ve insanlıkla asla bağdaşmayan lafta vatandaşlık hassasiyeti. Hissiyat.
Bu tersine gidiş yerin dibine batsın. Bu akla ziyan düzen de. Külliyatına kopsun kıyamet...
On yıllarca bildik kör taraftar ve cahil düşmanlık potasında ergiyenler, elbette koşulsuz sadakati saldırı boyutuna indirgerler. Akıl ile yenemediklerini kaba güçle hesaba çekerler. Hiç çekinmezler, utanmazlar. Her fesatlığı ve fenalığı vazife sayarlar. Çünkü ayrıcalık bahşedilmiştir zatı muhteremlere. Öyle inandırılırlar. Küçük beyinlerine her halukarda kayırılacakları nakşedilmiştir. Ve her bahar arefesinde kışkırtıldım deyip kuzu gibi dolmuşa binerler. Her seferinde bir anlık psikoloji ile saldırırlar. Ve birilerine değer elleri, uzuvları, uzantıları gayri iradi.
Düşünmezler, değer miydi hiç? Az buz değil ama hadi yumruk neyse. Yaklaşık bir buçuk saate varan katliama dönüşebilecek o hengame de neyin nesiydi? Atış serbest, o da toplum psikolojisi ile.
Zaten topu alelacele planlı programlı olmayan bir protesto tarzı. İncelikle mesaj verme usulü. Asla ve kata organize değil. Yok...
Makamsal izahatı da sıcağı sıcağına bir anlık psikolojiyle; "değerli arkadaşlar, mesajınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz. Anlaşıldı. Şimdi sükunetle dağılın. Hepinizi kucaklıyorum." İşte kuzulara kontrollü serbestliğin ilk adımı.
Öyle ya hesaplı kitaplı olmayınca bulgu da yoktu. Taş, sopa ve bidonlar da. Hepisi topu sonradan çıktı. Galeyana getirilen kuzuların tek bir hedefe yönlendirilmesi de yok. Güzergah gereği sıkışma. Öncesindeki hazırlıklar da yalandan hazırlıklar. Devlet erkanı orada hazır ve nazır. Can güvenliğinin teminatı hazır kıta.
Herşey tastamam ama fiziksel saldırı ve darp dakikalarca. Olsun varsın acısı geçer gider...
Lakin yetmezmiş gibi; 'Yakın bu evi, içindekilerle...' neyin cakası. Hangi hava bu, hangi ulvi dinin, imanın yaftalanması...
İşte Sözün Bittiği Yer Tam Orası...
Ve bunca çıngıraklı çılgın akkuzu, bunca serbestlik ve adli kontrol zırhı ile kuşandırılır ise tabii ki Kuzuların Sessizliği uzun sürmez. Bozulur. Toplumsal histeri tıpkı bu biçim yaygınlaşır. Hislerine yenilen güruhlar taş da atar, sopa da sallar, ellerini de savurur. Ve mutlaka bir kimseye, bir yerlere, bir şeylere değer, dokunur gayri ihtiyari.
Ama o aralıkta çıtlayan bir kıvılcım, asla söndürülemez. Bir anda devasa yangınlara dönüşebilir. Ve o alev girdabına kim veya kimler düşerse, yanar kül olur...
İşte bu gözü dönmüş kuzucuklar, yaptıklarından muaf tutuldukça tosuncuğa dönüşür. Tosuncuklar cehennem topuna. Onun için bu akkuzu particilere, seçilmişler ve atanmışlar göz göre göre koltuk çıkmamalı. Çıkınca memleketi hukuğu delik, müspet kritiği zor, kritik günlerin beklediği açık seçik belli olur. İnsanı duygular denir geçilir ise eğer iş vahim yerlere gider. Zaten en temel değerler işte böyle felç edilir. Bu karmaşada paralizasyon akılları da kuşatır.
Ve hep birlikte sözün bittiği yere gelinir. Sözün bittiği yerde ise Faşizm başlar...
23 Nisan 2019 Salı
ULUSAL EGEMENLİK...
ULUSAL EGEMENLİK...
Çocuklar, "ulusal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." gerçeğiyle büyüdükçe bu talihsiz memleket payidar olacaktır. Ve ilelebet var olacaktır. İlerleyecektir. İşte bu gün o temel gerçeğin tasdiklendiği gündür.
Tam doksan dokuz yıl önce 23 Nisan 1920'de hakimiyetin saraydan alınıp millete devredildiği gün; Kutlu olsun...
Şimdi bir asra bir kala bu gün uydurma bahanelerle, yıkıcılığı besbelli kayda şarta bağlanmak suretiyle egemenlik milletin elinden gasp edilmeye çalışılıyor. Edildiği takdirde bu cennet memleket maalesef payidar değil payimal olacaktır. Tıpkı geçmişteki gibi pusuda bekleşen emperyalistlere bu toprakları pay etme fırsatı doğacaktır. İşte onun için çok önemli bir gündür bugün.
Özellikle çocukların dilinden ana doğruyu öğrenmek adına. Geleceğe öğütlemek adına. Anı örgütlemek adına. Geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi kutsamak adına. Her adımı millet memleket namı hesabına atmak adına. Önemlidir ve değerlidir bu gün.
Bir asır önce tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, vahşi emperyalizmin memleket topraklarını aralarında paylaştığı o ısdıraplı günlerde, ulusal egemenliğin hiçbir mandaya, sınıfa ve zümreye verilmeyecek en kutsal hak olduğu bilinciyle yola çıkanlar savaşı kazanmıştı. Ben kazandım benimdir kibrine ve hırsına hiç kapılmadan idare meclise bırakılmıştı. Milli irade resmen taçlandırılmıştı. Bütün dünyaya en yüce örnek olunmuştu.
Bu örnek Ata sözü ile tasdiklidir; “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir."
Sonrasında bir asrın son çeyreğine hükmedenler yüzünden Ata sözüyle perçinlenen bu dünya güzeli örnek her fırsatta zedelendi.
On yıllarca memlekete sağanak gibi kara cahillik yağdırıldı. Çağdaşlaşmaya erişim rotası değiştirildi. Temel eğitimden itibaren eğitim öğretimin içi boşaltıldı. Bilim hepten yok sayıldı. Demokrasi daima özel çıkarlar doğrultusunda kullanıldı. Genel itirazlara kollukçu kaba güç kullanıldı. Sevgi, saygı, dayanışma tırpanlandı. Edep haya kalmadı. Kapıda komşuda barış hoşgörü tesis edilemedi. Sözde millet iradesi denilerek kutsal emanet iyice ters yüz edildi. Rejim bir anda değiştirildi. Sonuç itibariyle memleketin ve çocukların geleceği resmen tehlikeye atıldı, bahtları karartıldı.
Oysa onların değildi hiç bir şey. Her şey bütün çocuklarındı, tüm çocuklaraydı. Ayrımcılık yapıldı onlara da. Çeyrek asır hep kendi çocuklarını kolladılar, gözettiler.
Oysa Deniz gözlü dev hiç de öyle buyurmamıştı; "Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Mustafa Kemal Atatürk...
Şimdi gün Ata öğüdü tutma günü. Ve bir tarafa ağır gelse de kayıtsız şartsız "hakimiyet milletindir" gerçeğini kabullenme ve bayram yapma günü.
Bu kutlu gün memleket çocuklarına ve bütün dünya çocuklarına kutlu olsun...
Çocuklar, "ulusal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." gerçeğiyle büyüdükçe bu talihsiz memleket payidar olacaktır. Ve ilelebet var olacaktır. İlerleyecektir. İşte bu gün o temel gerçeğin tasdiklendiği gündür.
Tam doksan dokuz yıl önce 23 Nisan 1920'de hakimiyetin saraydan alınıp millete devredildiği gün; Kutlu olsun...
Şimdi bir asra bir kala bu gün uydurma bahanelerle, yıkıcılığı besbelli kayda şarta bağlanmak suretiyle egemenlik milletin elinden gasp edilmeye çalışılıyor. Edildiği takdirde bu cennet memleket maalesef payidar değil payimal olacaktır. Tıpkı geçmişteki gibi pusuda bekleşen emperyalistlere bu toprakları pay etme fırsatı doğacaktır. İşte onun için çok önemli bir gündür bugün.
Özellikle çocukların dilinden ana doğruyu öğrenmek adına. Geleceğe öğütlemek adına. Anı örgütlemek adına. Geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi kutsamak adına. Her adımı millet memleket namı hesabına atmak adına. Önemlidir ve değerlidir bu gün.
Bir asır önce tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, vahşi emperyalizmin memleket topraklarını aralarında paylaştığı o ısdıraplı günlerde, ulusal egemenliğin hiçbir mandaya, sınıfa ve zümreye verilmeyecek en kutsal hak olduğu bilinciyle yola çıkanlar savaşı kazanmıştı. Ben kazandım benimdir kibrine ve hırsına hiç kapılmadan idare meclise bırakılmıştı. Milli irade resmen taçlandırılmıştı. Bütün dünyaya en yüce örnek olunmuştu.
Bu örnek Ata sözü ile tasdiklidir; “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir."
Sonrasında bir asrın son çeyreğine hükmedenler yüzünden Ata sözüyle perçinlenen bu dünya güzeli örnek her fırsatta zedelendi.
On yıllarca memlekete sağanak gibi kara cahillik yağdırıldı. Çağdaşlaşmaya erişim rotası değiştirildi. Temel eğitimden itibaren eğitim öğretimin içi boşaltıldı. Bilim hepten yok sayıldı. Demokrasi daima özel çıkarlar doğrultusunda kullanıldı. Genel itirazlara kollukçu kaba güç kullanıldı. Sevgi, saygı, dayanışma tırpanlandı. Edep haya kalmadı. Kapıda komşuda barış hoşgörü tesis edilemedi. Sözde millet iradesi denilerek kutsal emanet iyice ters yüz edildi. Rejim bir anda değiştirildi. Sonuç itibariyle memleketin ve çocukların geleceği resmen tehlikeye atıldı, bahtları karartıldı.
Oysa onların değildi hiç bir şey. Her şey bütün çocuklarındı, tüm çocuklaraydı. Ayrımcılık yapıldı onlara da. Çeyrek asır hep kendi çocuklarını kolladılar, gözettiler.
Oysa Deniz gözlü dev hiç de öyle buyurmamıştı; "Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Mustafa Kemal Atatürk...
Şimdi gün Ata öğüdü tutma günü. Ve bir tarafa ağır gelse de kayıtsız şartsız "hakimiyet milletindir" gerçeğini kabullenme ve bayram yapma günü.
Bu kutlu gün memleket çocuklarına ve bütün dünya çocuklarına kutlu olsun...
21 Nisan 2019 Pazar
YAZIKLAR OLSUN SİZE...
YAZIKLAR OLSUN SİZE...
Yazıklar olsun size. Yazıklar olsun. Yeni bir başlangıç buluşması günü, derin cehalet ve yükselen faşizm her türlü yoruma kapalı, 'anamuhalefet lideri'ne saldırdı. Saldırma cesareti gösterdi. Lafta canfeda dava kırıkları suç örtme maksatlı hain girişimle vicdanlara yeni bir yara daha açtı. Yazık...
Yazıklar olsun size, bir gün önce "Türkiye Irak sınır hattında devam eden operasyonlardan gelen acı haberle yüreğimiz yandı. Teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan askerlerimize Allah'tan rahmet, acılı ailelerine sabır, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun." diyen toplumsal barışı gözeten bir lidere saldırdığınız için. Yazıklar olsun.
Bu çirkin saldırı asla affedilemez. Affedilmemeli...
Görünen o ki; vakti zamanında çadır mahkemelerde terörist aklayan, malum çözüm paketleri ile ulusal bağımsızlığı zedeleyenlerin palazlandırdığı bir güruh yeni stratejiler peşinde. Kaos ve anarşi zemini hazırlama telaşında...
Öylesine hem suçlu hem güçlü bir şebeke hazımsızlığıyla, suçsuzu hedef gösterenlere, mazluma darp harp çılgınlığıyla saldıranlara toptan yazıklar olsun.
Yapılan açıkça organize bir suçtur. Alçaklık ve korkaklık yansıtan terörist bir eylemdir. Adi bir girişimdir. İnsanlığa ve insani değerlere darbedir. Vahşi şiddet dilinin sokağa yansıtılması durumudur. Gerici ve çağdışı bir anlayışın tezahürüdür.
Kurup, durup, vurup on yılların iktidarını değil muhalefeti sorumlu tutanlar, bu çirkin girişimi gerçekleştiren yozlar, yobazlar tarihe kara bir leke sürmüştür.
Bu faşizan saldırı tarihe sürülmüş kara bir leke olarak kalacaktır. Yazıklar olsun...
Bu saldırıyı gerçekleştirenler her kimse insanlığın yüz karası tiplerdir. Topuna yazıklar olsun.
Her sıkışık dönemde veryansın edilecek adresi şaşıran bu akıl fukaraları 'vatan, bayrak, şehit' edebiyatına sığınarak, bu değerleri sadece kendi tekellerindeymiş zannıyla yine şuursuzlaşmışlardır. Bu şuursuzluk hangi şurubun vandallaştırmasıdır o da tartışılmalıdır.
Bu prokatif hainlik memleketin birlik ve beraberliğine dönük açık bir tehdit olarak algılanmadıkça iş büyür, durum çığırından çıkar, iş başka yerlere gider.
Demek ki; şahsi bekalar milli bekanın önüne geçmiştir. Aklın gerisinde kalmıştır. Nafaka kesilince kışkırtmaya hazır bu yabanları türlü yollarla fişekleyenler, memleketin geleceğini karartmayı göze almış canilerdir. Bu soysuz deneme millete bir gözdağı ve muhalefete ilişkin algı oluşturma operasyonudur. Bu oyuna kim gelirse, kim dahilse, bilerek göz yumduysa, sırt sıvazladı ise hepsine yazıklar olsun. Bu nefret tohumunu yeşertenlere ve bu kahpe saldırının azmettiricilerine yazıklar olsun.
Bu işin foyası eninde sonunda ortaya çıkar. O vakit onları ne tarih ne de yeniden tarih yazanlar asla affetmez.
Açıkça azgınlaşan faşizmin ayak seslerini işittiren bu hain saldırı, kızgın demiri soğutan değil, yakıcı ateşi semirten komplike bir saldırıdır.
Kesinlikle çıkıp bir grup meczubun sabotesi denilemez. Yapılan edilen böyle denilerek hafifletilemez. İvedilikle faillerinin, azmettiricilerinin peşine düşülmelidir. Devletin o gücü vardır. Sadece kınamak yetmez.
Yeni başlangıçları, gizli emir almışçasına sabote etmek maksatlı azgınlaşanların topuna yazıklar olsun...
Yazıklar olsun size. Yazıklar olsun. Yeni bir başlangıç buluşması günü, derin cehalet ve yükselen faşizm her türlü yoruma kapalı, 'anamuhalefet lideri'ne saldırdı. Saldırma cesareti gösterdi. Lafta canfeda dava kırıkları suç örtme maksatlı hain girişimle vicdanlara yeni bir yara daha açtı. Yazık...
Yazıklar olsun size, bir gün önce "Türkiye Irak sınır hattında devam eden operasyonlardan gelen acı haberle yüreğimiz yandı. Teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan askerlerimize Allah'tan rahmet, acılı ailelerine sabır, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun." diyen toplumsal barışı gözeten bir lidere saldırdığınız için. Yazıklar olsun.
Bu çirkin saldırı asla affedilemez. Affedilmemeli...
Görünen o ki; vakti zamanında çadır mahkemelerde terörist aklayan, malum çözüm paketleri ile ulusal bağımsızlığı zedeleyenlerin palazlandırdığı bir güruh yeni stratejiler peşinde. Kaos ve anarşi zemini hazırlama telaşında...
Öylesine hem suçlu hem güçlü bir şebeke hazımsızlığıyla, suçsuzu hedef gösterenlere, mazluma darp harp çılgınlığıyla saldıranlara toptan yazıklar olsun.
Yapılan açıkça organize bir suçtur. Alçaklık ve korkaklık yansıtan terörist bir eylemdir. Adi bir girişimdir. İnsanlığa ve insani değerlere darbedir. Vahşi şiddet dilinin sokağa yansıtılması durumudur. Gerici ve çağdışı bir anlayışın tezahürüdür.
Kurup, durup, vurup on yılların iktidarını değil muhalefeti sorumlu tutanlar, bu çirkin girişimi gerçekleştiren yozlar, yobazlar tarihe kara bir leke sürmüştür.
Bu faşizan saldırı tarihe sürülmüş kara bir leke olarak kalacaktır. Yazıklar olsun...
Bu saldırıyı gerçekleştirenler her kimse insanlığın yüz karası tiplerdir. Topuna yazıklar olsun.
Her sıkışık dönemde veryansın edilecek adresi şaşıran bu akıl fukaraları 'vatan, bayrak, şehit' edebiyatına sığınarak, bu değerleri sadece kendi tekellerindeymiş zannıyla yine şuursuzlaşmışlardır. Bu şuursuzluk hangi şurubun vandallaştırmasıdır o da tartışılmalıdır.
Bu prokatif hainlik memleketin birlik ve beraberliğine dönük açık bir tehdit olarak algılanmadıkça iş büyür, durum çığırından çıkar, iş başka yerlere gider.
Demek ki; şahsi bekalar milli bekanın önüne geçmiştir. Aklın gerisinde kalmıştır. Nafaka kesilince kışkırtmaya hazır bu yabanları türlü yollarla fişekleyenler, memleketin geleceğini karartmayı göze almış canilerdir. Bu soysuz deneme millete bir gözdağı ve muhalefete ilişkin algı oluşturma operasyonudur. Bu oyuna kim gelirse, kim dahilse, bilerek göz yumduysa, sırt sıvazladı ise hepsine yazıklar olsun. Bu nefret tohumunu yeşertenlere ve bu kahpe saldırının azmettiricilerine yazıklar olsun.
Bu işin foyası eninde sonunda ortaya çıkar. O vakit onları ne tarih ne de yeniden tarih yazanlar asla affetmez.
Açıkça azgınlaşan faşizmin ayak seslerini işittiren bu hain saldırı, kızgın demiri soğutan değil, yakıcı ateşi semirten komplike bir saldırıdır.
Kesinlikle çıkıp bir grup meczubun sabotesi denilemez. Yapılan edilen böyle denilerek hafifletilemez. İvedilikle faillerinin, azmettiricilerinin peşine düşülmelidir. Devletin o gücü vardır. Sadece kınamak yetmez.
Yeni başlangıçları, gizli emir almışçasına sabote etmek maksatlı azgınlaşanların topuna yazıklar olsun...
A'DAN Z'YE, Z’DEN A’YA; DE…
Kolay değil yenilemek. A'dan Z'ye bozulmuş bir sistem. Tek
adam merkezli bir model ve yerel uzantıları. Kim bilir bu çağdışılık ne zaman
nasıl düzeltilecek? Bu A'dan Z'ye delta dağılımlı öykünün en başına makara
yeniden nasıl sarılacak? Hangi kahramanlar ucuzlayacak, hangi yiğitler
kahramanlaşacak, hangi formüller doğru sonucu verecek? İşte şimdiki devir o devir.
Devri dilara…
Yalan değil keskin diyalogları bir kenara, bu bir varoluş
sorgulaması, yok oluşa engel olunası bir mücadele dönemi. Kara duvarları döven
yakıştırmalara aldırmadan, en kıymetli hazinelerin kaybına üzülüp, ezilme
pahasına muktedire hiç eğilmeden dik duruş tavrı. A'dan Z'ye zıvanadan çıkmış
bu çıldırık düzene, bu çivisi çıkmış sisteme çılgınca direniş periyodu. Emperyal
hayallerden, gerçek hayata dönüşüm hikâyesi.
Hikayatı katkısız, katıksız, soluksuz kalındığı an
yelkenleri şişiren rüzgârı, söndürülmesi zor ateşi kucaklama hevesi dönemi. Bu uğraşı
anıklığına yatkın potansiyel var mı? Var. O halde A'dan Z'ye sonsuz
zenginleşmeye evrilirken dünya bu çakma ve çarpık sisteme A'dan Z'ye reform
gerek. Kaçınılmaz realite bu.
Bu realizasyonda; on yıllardır safsatası bol argümanlar
eşliğinde mevcut sistem A'dan Z'ye parçalanırken sadece gözlemci olanlar da, sorgulamaksızın
destek verenler de, o yanlış akıl kurbanları da A'dan Z'ye yenilenecek. Arada bir
yenilen olursak asla olmaz konformizmi silinecek. Meçhul rahatlık bitecek. Her bir
şeyin dünya standardında evrensel kuralları olacak.
Uzun yıllardır darda kalanları görmezden gelip, dar
mercekli sistemin içine, tek renkli fotoğrafın içinde poz verenler ise aynaya
bakacak…
Üslubu lisan aynıyla insan; A'dan Z'ye memleketin
üretkenliğine katkı sunan ve çok kültürlü düzeneğine sahip çıkanlar kazanacak. Kazandıracak.
Cakalı, çalkantılı dönemleri bitirecek bilime saygılı demokratik model hayata
geçecek. Bu bozulmuş, bilinçli çökertilmiş sistem A'dan Z'ye reformize edilecek.
Kibirden başı dönenler ıskartaya çıkacak, yeni dünyayı ispata gönüllü devrimciler
gelecek…
Ayrıca asırlar öncesinden bugüne seslenen en üst aklın
kodları da A'dan Z'ye yeniden formatlanacak ve bilgi kazanacak. Bilim kazanacak.
Bilimsel hafıza kazanacak. Ve sistem A'dan Z'ye revize edilecek. Eninde sonunda
o eşsiz model yeniden kurulacak.
Kurgu olduğu aleni, bol soslu tarihi maceralar ve toplumu
dönüştüren entrikalarla, emanete, kutsala el uzatanlar A'dan Z'ye hesap verecek.
Sistemi bozdukça yeniyetmelerle memleket yönetenler, egemen sermaye
temsilcileri ve haksız servet edinenler hesaba çekilecek. Ve yeni bir yaşam
diyalektiği ile buluşacak. Yeni bir yaşam dili gelişecek.
Çeyrek asırdır A'dan Z'ye sirayet eden fascist, kavgacı
düşünce kalıpları, barışçıl düzeye eriştirilecek. Hoşgörü tüm katmanlara
yayılacak. Çağdaş dünyanın en özgür modellerinden esinlenerek demokratikleşilecek.
Bu meşakkatli yolculukta insanlık onuruna yaraşır her yol
denenecek. Denenecek çünkü aksi halde A'dan Z'ye bozulan sistem, bu savruk
model daha çok sahte öykü kahramanları yaratacak. Yıkım daha da hızlanacak.
Onun için A'dan Z'ye değişim, Z’den A’ya Devrim…
19 Nisan 2019 Cuma
BİRİNCİ MAZBATA SAVAŞI...
BİRİNCİ MAZBATA SAVAŞI...
Birinci mazbata savaşı sonuçlandı. Mazbata sahibini buldu. Ancak Yeseka son noktayı koymadı. Eğer mazbatanın iadesine ve İBB seçimlerinin yenilenmesine karar çıkartılırsa ikinci mazbata savaşı gündeme düşebilir...
Anında devri sabık yönünde sağlı sollu bindirmeler başlar. Ve usul yönünden en tepedeki mazbataya kadar sirayet eder itirazlar. İkinci mazbata savaşı başlar.
Aslında metropolleri mevcut iktidarın öyle veya böyle kaybetmesi, beklenen sonun başlangıç işareti. Çok yakında egemen sermaye düğmeye basar. İktidar kendi eşrafından yeni bir siyasi oluşumu doğurur. Yani yeni parti veya partiler. Memleketin siyasi hayatına giren eski yüzler. İşte o yüzden birinci mazbata savaşı sonrası ortamı germeden, belirsizlik sürecinin bitirilmesinde herkes adına, memleket adına fayda var.
Yeseka'nın içeriden dışarıdan etki altına alınmaya çalışılması asla doğru sonuç getirmez. Hukuk çerçevesinde özgür karar vermesi için rahatlatılması şart. Zaten bu kadar ileri gitmenin ve cüretkarlığın sonucu ortada. Memleket batakta. Millet alternatif projelerin ocağına itiliyor.
O nedenle sürece resmi müdahaleler yerine yanlış nerede yapıldı modunda soluklanılırsa özlemle beklenen siyasi denge oluşur. On yılların dengesizliği biter. Ve ikinci mazbata savaşına da gerek kalmaz. Ekonomik ve demokratik buhran birlikte atlatılır.
Lakin dert başka. Tüm sandık savaşlarında son sözün kaybettik, kaderde yokmuş ifadesi olduğu kabullenilse yeter. Gerisi toptan safsata.
Bu zoraki yaşatılan birinci mazbata savaşı ile Cebe makamı da zedelenmiştir. Tek adam modelinin memleket gerçeklerine yanıt vermediği apaçık ortaya çıkmıştır. Gözden geçirilmesi gereken bir sistem olduğu alenen tescillenmiştir. Cebe makamı milleti temsil eden bir makam olmanın ötesinde davrandıkça da bu kanı toplumda iyice yerleşecektir.
Maalesef bu yerel seçimlerde Cebe makamı toplumsal barışın ve tarafsızlığın sigortası olmayan bir role evrilmiştir. Geçimi bir kenara bırakmıştır. Ampulü sönüktür. Ve her kesimi aydınlatmaz bir durağan enerjiye sahiptir. Derin ayrılıklar ve aykırılıkları öne çeken yitik bir kurum haline gelmiştir.
Yeseka odaklı yeni bir mazbata savaşı yaşansa da yaşanmasa da memleketin bekası için, milletin menfaatı için ikinci bir mazbata savaşı zaten gerekiyor. Çünkü on yedi gün süren birinci mazbata savaşının bitmesiyle her şey bitmedi. Yığınla dert var halledilmesi gereken.
Yani Yeseka hangi kararı alırsa alsın tarafsızlığını hepten kaybetmiş bir devlet ve Cebe makamı mevcut ise ikinci mazbata savaşı da kaçınılmazlaşır. Artık korku İmparatorluğu da çökmeye yüz tutmuştur. O tutkuyla çok yakında yerelden genele, metropollerden en ücraya rejim sorgulaması kendiliğinden başlar.
Sözün özü ikinci mazbata savaşı kapıda bekliyor...
Birinci mazbata savaşı sonuçlandı. Mazbata sahibini buldu. Ancak Yeseka son noktayı koymadı. Eğer mazbatanın iadesine ve İBB seçimlerinin yenilenmesine karar çıkartılırsa ikinci mazbata savaşı gündeme düşebilir...
Anında devri sabık yönünde sağlı sollu bindirmeler başlar. Ve usul yönünden en tepedeki mazbataya kadar sirayet eder itirazlar. İkinci mazbata savaşı başlar.
Aslında metropolleri mevcut iktidarın öyle veya böyle kaybetmesi, beklenen sonun başlangıç işareti. Çok yakında egemen sermaye düğmeye basar. İktidar kendi eşrafından yeni bir siyasi oluşumu doğurur. Yani yeni parti veya partiler. Memleketin siyasi hayatına giren eski yüzler. İşte o yüzden birinci mazbata savaşı sonrası ortamı germeden, belirsizlik sürecinin bitirilmesinde herkes adına, memleket adına fayda var.
Yeseka'nın içeriden dışarıdan etki altına alınmaya çalışılması asla doğru sonuç getirmez. Hukuk çerçevesinde özgür karar vermesi için rahatlatılması şart. Zaten bu kadar ileri gitmenin ve cüretkarlığın sonucu ortada. Memleket batakta. Millet alternatif projelerin ocağına itiliyor.
O nedenle sürece resmi müdahaleler yerine yanlış nerede yapıldı modunda soluklanılırsa özlemle beklenen siyasi denge oluşur. On yılların dengesizliği biter. Ve ikinci mazbata savaşına da gerek kalmaz. Ekonomik ve demokratik buhran birlikte atlatılır.
Lakin dert başka. Tüm sandık savaşlarında son sözün kaybettik, kaderde yokmuş ifadesi olduğu kabullenilse yeter. Gerisi toptan safsata.
Bu zoraki yaşatılan birinci mazbata savaşı ile Cebe makamı da zedelenmiştir. Tek adam modelinin memleket gerçeklerine yanıt vermediği apaçık ortaya çıkmıştır. Gözden geçirilmesi gereken bir sistem olduğu alenen tescillenmiştir. Cebe makamı milleti temsil eden bir makam olmanın ötesinde davrandıkça da bu kanı toplumda iyice yerleşecektir.
Maalesef bu yerel seçimlerde Cebe makamı toplumsal barışın ve tarafsızlığın sigortası olmayan bir role evrilmiştir. Geçimi bir kenara bırakmıştır. Ampulü sönüktür. Ve her kesimi aydınlatmaz bir durağan enerjiye sahiptir. Derin ayrılıklar ve aykırılıkları öne çeken yitik bir kurum haline gelmiştir.
Yeseka odaklı yeni bir mazbata savaşı yaşansa da yaşanmasa da memleketin bekası için, milletin menfaatı için ikinci bir mazbata savaşı zaten gerekiyor. Çünkü on yedi gün süren birinci mazbata savaşının bitmesiyle her şey bitmedi. Yığınla dert var halledilmesi gereken.
Yani Yeseka hangi kararı alırsa alsın tarafsızlığını hepten kaybetmiş bir devlet ve Cebe makamı mevcut ise ikinci mazbata savaşı da kaçınılmazlaşır. Artık korku İmparatorluğu da çökmeye yüz tutmuştur. O tutkuyla çok yakında yerelden genele, metropollerden en ücraya rejim sorgulaması kendiliğinden başlar.
Sözün özü ikinci mazbata savaşı kapıda bekliyor...
18 Nisan 2019 Perşembe
MAZA MA MAZA.. BATA...
MAZA MA MAZA.. BATA...
Resmen 'maza ma maza' iken cilim çamura bata çıka bir mazbata savaşı yapıldı. Birinci mazbata savaşı iki buçuk haftanın sonunda bitti. Ve bu zor günler yakın tarihe altın harflerle perçinlendi...
Nihayetinde 'olan oldu, geçen geçti' ve koca metropolün kim tarafından yönetileceği resmen ilan edildi. Bu kez 'Atı alan Üsküdar'ı geçer' mantığı çöktü. Yerli yerine 'maza ma maza' geçti. Yani uzun yılların bataetiğine çare bulundu. İmam...
Ayrıyeten mazbata hakikaten hak edene verildi...
Mühür beş yıllığına 'hak yemem, hakkımı da yedirmem' dürüstlüğünü kamuoyuna deklere eden imagere geçti. Tavrının sadece imaj olmadığını da dünya aleme gösterdi. Rakipleri de bu yüzden gerildikçe gerildi. Geriledi.
Açıkçası tam yirmi beş yıldan sonra tarih yazıldı. İmam önderliğinde güneşli günler görmeye gün doğdu...
Hesap kitap taa en başından belliydi. Kimseler aleni gerçeği görmek istemedi. Yenilgiyi bir türlü hazmedemeyenler, çocukluğunda misket oynayanların iyi bildiği gibi kaybettikçe cızanları oynadılar. Veya vaktiyle mahalle maçları yapanların iyi bildiği gibi yenilenin top benim diyerek oyunu bozanını oynadılar. Yedikleri golleri saymadılar, atamadıklarını ise bir bir saydırdılar.
Elbette bu cızmalar ve kızmalar yakın tarihe kumda oynamak üst başlığında kaydedilecek. Yani mazbata, maza ma maza gerçekleştiği halde yaklaşık üç haftaya yakın geciktirildi. Maraza arandı. Seçim-sayım kurullarında bata çıka farkın kapatılması oyunu oynandı. Yangı bilinçli sürdürüldü. Kazananlar süründürüldü. Sonuç değişmedi.
Belki de onlarca yıldan sonra ilk defa bu birinci mazbata savaşında taraflar bu denli istekli oldular. Bu denli kazanmayı arzuladılar. Mühür ile mazbata layığını buldu ama olağanüstü itiraz da bavullarla yetkili merciye taşındı. Hem de 'hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik...' babında.
O nedenle şimdilik top Yeseka'da. Yeseka yeknesak bir karar vererek türetilmiş kuru iddiaları kabul edecek mi görülecek. Redleyecek mi bakılacak. Birinci mazbata savaşı öncesini de resetleyecek mi anlaşılacak.
Yani her ne kadar birinci mazbata savaşı kazanılmış ise de Yeseka Tek Adam rejimine dayanamayıp recidivist bir role bürünebilir. O zaman da işler bozulur, külahlar değişir.
Hele de asıl hedef 'koca metropolü yönetmek değil Tek Adam rejimini yıkmak ve Demokrasiyi kurmak' olduğu yıldırım gibi ortalığa düştüyse. Belki bu duruma müsaade etmemek gerekir yönünde bir karar çıkartılabilir.
Gerçi maza ma maza, bata çıka durumu ta en başında tarihe not olarak düşüldü. Şimdi bu zabıt objektiflere girebilir. Mazbata düşebilir. On yıllardan sonra bitaraf olanlar işte bu beklenti içinde.
Varı yoğu palavra paçavra ama lehte tezgah kurgusu üzerinden yeseka kıskaçta. Hala gerilim körükleniyor. Demokrasi, hukuk hiçe sayılıyor. Sayım döküm makinasına döndürüldü kurullar. Yani Yeseka'nın varı, bir durum var mı yok mu? tekraren inceleyecek.
Lakin nafile. Maza ma maza; Olan oldu, geçen geçti...
Resmen 'maza ma maza' iken cilim çamura bata çıka bir mazbata savaşı yapıldı. Birinci mazbata savaşı iki buçuk haftanın sonunda bitti. Ve bu zor günler yakın tarihe altın harflerle perçinlendi...
Nihayetinde 'olan oldu, geçen geçti' ve koca metropolün kim tarafından yönetileceği resmen ilan edildi. Bu kez 'Atı alan Üsküdar'ı geçer' mantığı çöktü. Yerli yerine 'maza ma maza' geçti. Yani uzun yılların bataetiğine çare bulundu. İmam...
Ayrıyeten mazbata hakikaten hak edene verildi...
Mühür beş yıllığına 'hak yemem, hakkımı da yedirmem' dürüstlüğünü kamuoyuna deklere eden imagere geçti. Tavrının sadece imaj olmadığını da dünya aleme gösterdi. Rakipleri de bu yüzden gerildikçe gerildi. Geriledi.
Açıkçası tam yirmi beş yıldan sonra tarih yazıldı. İmam önderliğinde güneşli günler görmeye gün doğdu...
Hesap kitap taa en başından belliydi. Kimseler aleni gerçeği görmek istemedi. Yenilgiyi bir türlü hazmedemeyenler, çocukluğunda misket oynayanların iyi bildiği gibi kaybettikçe cızanları oynadılar. Veya vaktiyle mahalle maçları yapanların iyi bildiği gibi yenilenin top benim diyerek oyunu bozanını oynadılar. Yedikleri golleri saymadılar, atamadıklarını ise bir bir saydırdılar.
Elbette bu cızmalar ve kızmalar yakın tarihe kumda oynamak üst başlığında kaydedilecek. Yani mazbata, maza ma maza gerçekleştiği halde yaklaşık üç haftaya yakın geciktirildi. Maraza arandı. Seçim-sayım kurullarında bata çıka farkın kapatılması oyunu oynandı. Yangı bilinçli sürdürüldü. Kazananlar süründürüldü. Sonuç değişmedi.
Belki de onlarca yıldan sonra ilk defa bu birinci mazbata savaşında taraflar bu denli istekli oldular. Bu denli kazanmayı arzuladılar. Mühür ile mazbata layığını buldu ama olağanüstü itiraz da bavullarla yetkili merciye taşındı. Hem de 'hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik...' babında.
O nedenle şimdilik top Yeseka'da. Yeseka yeknesak bir karar vererek türetilmiş kuru iddiaları kabul edecek mi görülecek. Redleyecek mi bakılacak. Birinci mazbata savaşı öncesini de resetleyecek mi anlaşılacak.
Yani her ne kadar birinci mazbata savaşı kazanılmış ise de Yeseka Tek Adam rejimine dayanamayıp recidivist bir role bürünebilir. O zaman da işler bozulur, külahlar değişir.
Hele de asıl hedef 'koca metropolü yönetmek değil Tek Adam rejimini yıkmak ve Demokrasiyi kurmak' olduğu yıldırım gibi ortalığa düştüyse. Belki bu duruma müsaade etmemek gerekir yönünde bir karar çıkartılabilir.
Gerçi maza ma maza, bata çıka durumu ta en başında tarihe not olarak düşüldü. Şimdi bu zabıt objektiflere girebilir. Mazbata düşebilir. On yıllardan sonra bitaraf olanlar işte bu beklenti içinde.
Varı yoğu palavra paçavra ama lehte tezgah kurgusu üzerinden yeseka kıskaçta. Hala gerilim körükleniyor. Demokrasi, hukuk hiçe sayılıyor. Sayım döküm makinasına döndürüldü kurullar. Yani Yeseka'nın varı, bir durum var mı yok mu? tekraren inceleyecek.
Lakin nafile. Maza ma maza; Olan oldu, geçen geçti...
SEÇİMDEN BESLENENLERE SEÇİM...
SEÇİMDEN BESLENENLERE SEÇİM…
Zamanlı zamansız, erken, baskın, yenileme başlığıyla yapılagelen yerel ve genel seçimlerden beslenen bir iktidar başta. Hem de on küsur yıldır hep kazanmaya alıştırılmış. Ama bu kez kaybetti. İşler karıştı...
Şimdi kaybı kazanca çevirecek olası yeni bir seçim kararı isteniyor. Öncesi sonrası besleme ağustos böcekleri ötmeye başlar. Başladılar bile. O yüzden karıncalar karınca kaderince daha çok çalışmalı. Hazırlanmalı. Çünkü yarından itibaren yine seçim sathına girilmiştir…
Zaten on yıllarca algı dozu yüksek yalanlardan beslenildi. Topluma nefret, öfke ve şiddet bulaştırıldı. Toplum kutuplaştırıldı. Böylece her başıbozuk sıkışıklıkta seçimden beslenenlerin önü açıldı. Bu tek hedefli, yanlı zenginleşme mahsulü, mahsurlu sığlık ruhsal ve duyusal özgürlüğü de yedi bitirdi. Tam her şey teker teker budanmışken son yerel seçimler umut doğurdu. İktidar şaplağı yedi.
Açık yenilmeyle beraber hemen unutmalar ve unutturmalar kitabına tapınma başladı. Envai çeşit itiraz varyasyonları. Sebepsiz gereksiz, belgesiz gerekçesiz tekraren sayımlara bel bağlandı. Sonuç en baştan belli olduğu halde kıvranmalarla her yol denendi; rakkam değişmedi.
Şimdi gün seçimden beslenenler için yeni bir seçime karar verdirme günü. Karar verilirse eğer seçime gidilir. Lakin kara tünele girilir.
Üstelik ister istemez uyulur bu uyutmacı seçimden beslenme senaryosuna. Bitmişlik ve belirsizlik bir çırpıda ağır yalanlara bağlanır yine. Gelecek bir yana işin aslı seçimden beslenenler ve beslemelerinin hükümranlığının devamıdır; biline biline.
Ve arsız servet dünyası bir damladan çoğalan insanlığı bu ve benzeri seçimden beslenme hali ve sonu baştan belli seçimlerle bir güzel köleleştirir…
Böylesine pimi çekilmiş piyasa ve sık seçimlerle örselenen memleketin başı elbette beladan kurtulmaz. Yakındır söz şahbazlığı ile yineleme seçim için bir tarih ortaya atılır. Attırılır. Planlanır. Yüksek kurul onaylar. Ve rastgele akıllara boşaltılan safsatalarla saflaşan millet seçimlerden beslenenlerin aymazlığına yeniden destek verir. Beklenen budur.
Ayrıca sağa sola yalpalayan devlet kimsenin umuru olmaz...
On yıllardır aynı hikâye. Aynı protipler. Neticede ince düşünenlere mahrumiyet. Seçimden ve yalandan beslenenler ve beslemelerine sahte masumiyet. Olağanüstü mağduriyet. Adı koyulmuş siyaset.
Büyük sermaye tarafından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için üretilen siyaset biçimi bu. Artan sorunlar kılcal damarları aşırı zorlayınca hemen seçim atağı. Kaybedince bir daha. Denetimlenemeyen oy kaçağı bahanesiyle yine melun çözümsüzlük...
Bıktıran bu seçim kışkırtması tek adamlı koalisyon ortaklığının da iflası aslında. Ama göreni az…
Bu tek elden yönetildiği aşikar kasvetli geciktirmeler Allahtan densiz dengesiz provokasyonlara varmadı. Acayip bir aldatmacaya daha sürüklendi memleket. Yüksek sesle doğruyu seslenme yerine yine seçimden beslenme hevesi hortladı. Yenisi kapıda.
Kurgulanan bu yeni seçimle seçimlerden beslenenler beslemelerini kurtarır. Yanı sıra sırasını bekleyen işbirlikçilerini de kurumsallaştırır.
Zaten yenileme modunda seçime sarılışın ana nedeni bu. Kurumsallık tehlikeye düştüğü içindir. Seçim yoksa hepsi toptan tehlikededir.
Ancak bu kadar seçimlerden ve yalanlardan beslenmenin sonucunda destek nefrete de dönüşebilir. Doğruluk ve doğruya adanmışlık yine prim yapabilir. Yenilmez iktidarın yenilmişliği görüldüğünden millet yine mevcudu hizaya çekebilir. O çekiş ile tek boyuta hapsedilmişliğe yeni bir fasıl açılabilir. Yeni seçimin işareti bu olabilir.
Sözün özü takıntı haline getirilen seçimden beslenme ve aşırı hırslanma bazen detaylarda boğulmayı da çabuklaştırabilir. Yine boşuna ve yalandan seçimlere sığınmacılık kurgulansa da bazen tüm niyetler boşa çıkabilir.
İşte o zaman akıllarda kalacak olan boşa zaman harcandığı gerçeğidir. Siyaset edebiyatıdır. Paranoyak bir tavrın tarihe armağanıdır. Belki de bu seçimden beslenme ve besleme başkalaşım iyice anlaşılır. Kimbilir?
Evet yarından itibaren seçim sathına girilmiştir. Seçimlerden beslenen yeni ağustos böcekleri de pek yakında ötmeye başlar.
Bu yüzden bahara dönmüş toprakların çalışkan karıncaları daha çok çalışmalı, çalışmalıdır…
Zamanlı zamansız, erken, baskın, yenileme başlığıyla yapılagelen yerel ve genel seçimlerden beslenen bir iktidar başta. Hem de on küsur yıldır hep kazanmaya alıştırılmış. Ama bu kez kaybetti. İşler karıştı...
Şimdi kaybı kazanca çevirecek olası yeni bir seçim kararı isteniyor. Öncesi sonrası besleme ağustos böcekleri ötmeye başlar. Başladılar bile. O yüzden karıncalar karınca kaderince daha çok çalışmalı. Hazırlanmalı. Çünkü yarından itibaren yine seçim sathına girilmiştir…
Zaten on yıllarca algı dozu yüksek yalanlardan beslenildi. Topluma nefret, öfke ve şiddet bulaştırıldı. Toplum kutuplaştırıldı. Böylece her başıbozuk sıkışıklıkta seçimden beslenenlerin önü açıldı. Bu tek hedefli, yanlı zenginleşme mahsulü, mahsurlu sığlık ruhsal ve duyusal özgürlüğü de yedi bitirdi. Tam her şey teker teker budanmışken son yerel seçimler umut doğurdu. İktidar şaplağı yedi.
Açık yenilmeyle beraber hemen unutmalar ve unutturmalar kitabına tapınma başladı. Envai çeşit itiraz varyasyonları. Sebepsiz gereksiz, belgesiz gerekçesiz tekraren sayımlara bel bağlandı. Sonuç en baştan belli olduğu halde kıvranmalarla her yol denendi; rakkam değişmedi.
Şimdi gün seçimden beslenenler için yeni bir seçime karar verdirme günü. Karar verilirse eğer seçime gidilir. Lakin kara tünele girilir.
Üstelik ister istemez uyulur bu uyutmacı seçimden beslenme senaryosuna. Bitmişlik ve belirsizlik bir çırpıda ağır yalanlara bağlanır yine. Gelecek bir yana işin aslı seçimden beslenenler ve beslemelerinin hükümranlığının devamıdır; biline biline.
Ve arsız servet dünyası bir damladan çoğalan insanlığı bu ve benzeri seçimden beslenme hali ve sonu baştan belli seçimlerle bir güzel köleleştirir…
Böylesine pimi çekilmiş piyasa ve sık seçimlerle örselenen memleketin başı elbette beladan kurtulmaz. Yakındır söz şahbazlığı ile yineleme seçim için bir tarih ortaya atılır. Attırılır. Planlanır. Yüksek kurul onaylar. Ve rastgele akıllara boşaltılan safsatalarla saflaşan millet seçimlerden beslenenlerin aymazlığına yeniden destek verir. Beklenen budur.
Ayrıca sağa sola yalpalayan devlet kimsenin umuru olmaz...
On yıllardır aynı hikâye. Aynı protipler. Neticede ince düşünenlere mahrumiyet. Seçimden ve yalandan beslenenler ve beslemelerine sahte masumiyet. Olağanüstü mağduriyet. Adı koyulmuş siyaset.
Büyük sermaye tarafından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için üretilen siyaset biçimi bu. Artan sorunlar kılcal damarları aşırı zorlayınca hemen seçim atağı. Kaybedince bir daha. Denetimlenemeyen oy kaçağı bahanesiyle yine melun çözümsüzlük...
Bıktıran bu seçim kışkırtması tek adamlı koalisyon ortaklığının da iflası aslında. Ama göreni az…
Bu tek elden yönetildiği aşikar kasvetli geciktirmeler Allahtan densiz dengesiz provokasyonlara varmadı. Acayip bir aldatmacaya daha sürüklendi memleket. Yüksek sesle doğruyu seslenme yerine yine seçimden beslenme hevesi hortladı. Yenisi kapıda.
Kurgulanan bu yeni seçimle seçimlerden beslenenler beslemelerini kurtarır. Yanı sıra sırasını bekleyen işbirlikçilerini de kurumsallaştırır.
Zaten yenileme modunda seçime sarılışın ana nedeni bu. Kurumsallık tehlikeye düştüğü içindir. Seçim yoksa hepsi toptan tehlikededir.
Ancak bu kadar seçimlerden ve yalanlardan beslenmenin sonucunda destek nefrete de dönüşebilir. Doğruluk ve doğruya adanmışlık yine prim yapabilir. Yenilmez iktidarın yenilmişliği görüldüğünden millet yine mevcudu hizaya çekebilir. O çekiş ile tek boyuta hapsedilmişliğe yeni bir fasıl açılabilir. Yeni seçimin işareti bu olabilir.
Sözün özü takıntı haline getirilen seçimden beslenme ve aşırı hırslanma bazen detaylarda boğulmayı da çabuklaştırabilir. Yine boşuna ve yalandan seçimlere sığınmacılık kurgulansa da bazen tüm niyetler boşa çıkabilir.
İşte o zaman akıllarda kalacak olan boşa zaman harcandığı gerçeğidir. Siyaset edebiyatıdır. Paranoyak bir tavrın tarihe armağanıdır. Belki de bu seçimden beslenme ve besleme başkalaşım iyice anlaşılır. Kimbilir?
Evet yarından itibaren seçim sathına girilmiştir. Seçimlerden beslenen yeni ağustos böcekleri de pek yakında ötmeye başlar.
Bu yüzden bahara dönmüş toprakların çalışkan karıncaları daha çok çalışmalı, çalışmalıdır…
6 Nisan 2019 Cumartesi
GÜN GELECEK…
GÜN GELECEK…
Geçmişimi öyle veya böyle seviyorum. Geleceğimi de. Fakat ödülüm gecikmiş olsun varsın. Ve sen değilmişsin, değil mi? Bilinmez. Artık anladım. Gün gelecek. Geldi…
Ne dostluklar yaşadım ve ne dostluklar daha yaşayacağım ilerde. Nelere gebe bilsem dost gecelerim. Yine vınlayan gürültüsüyle cadde dibi temizleyen belediye aracı geçiyor. Bu belediye kimin? Hep mi? Semt sakinleri ikinci uykusunda. Ben eksik hikâyeler tamamlamaya yatmışım. Sırlar sırım gibi işlemiş beynimi, sığ kıvrımlarında kıskıvrak dolaştırılıyorum. Eksik kalmış olsa da hemencecik hikâyeme dalıyorum. O hüzünle donanmış hikâye benim. Seçim ve geçim mağduru.
Belki sende beni hatırlardın. Aynı gün aynı yolda aynı saat. Öğlen paydosunda işe dönüş anı. Ben sarhoşluğundan yeni ayılmıştın belki korktun, korktun yeniden kolik olmaya, müptelası olduğun zehir içine çöksün istemiyordun ya da. Bir başka hikâye. İlk hamleyi bu kez benden bekledin belki. Bilemezdim ki benim kadar yalnız olduğunu. Arkanı sürmedim. Yalan değil hepten. Ben de korktum.
Farkına vardın varmadın bilemem ama yel gibi uzaklaştın, bir anlık gaflet kayboldun, sır oldun sır. Sor bakalım kendine göz açıp kapayıncaya kaçtığın ben miydim. O gerçekten bensem tamamlanır tablo. Ödülün bendim emin ol. Köşe başını tutsan ve ışmar etsen koşup gelecek kadar sensizdim. Fakat ben de dondum kaldım.
Yeni yıla yeni güne hazırlanırken sokaklar yine aynı yerde yemin ettim. Kendi kendime sormayacağım bir daha o soruyu diye. Ajandama da bir not düştüm, düşenin dostu olmaz. Karar verdim yılda bir kez yazacağım. Dostum düştü ben öldüm.
Bir Rumeli türküsünde geçer adım. Geceleri seven bir yoldaş tutkusudur aldanışım, aldatışım, yıkılışım ve yenilgiler. Yok desem kim inanacak ki, kimi aldatacağım veya. Kuşatılmışım dört bir yandan, kuşkular ciğerimi çürütmüş. Çalınmışım. Al de alayım, at de atayım. Bir Laz türküsü söyler dostumun adını.
En yakın dostum otuzbeşlik bir cam küre. Yüreğimde esen rüzgarı o durduracak. Estirdiğin havayı o soluyacak. Onu da bırakmışım. Durulmak bilmeyen heyecanım yiğitçe yenilecek, hırsım azalacak. Kim bilebilir ki sevdamı çiziktirdiğim kâğıtlar kimlere ait. Ağıt üstüne ağıt. Kırık vedalarla dilime dolaşan düş tiryakiliği, ne zaman bitecek kırpık hayallenişler, hadi bitsin. Ve ben ne zaman kazanacağım
Kaç sabırlı ömür tüketir içi tek taraflı sızlayan gar kaçkınlığı. Yoldan çıkmış zariflik kamelyada dinlenir. Dinlence şölene döner, ne latifelerle süslenir eline dokunuş. Gerdana değen dudağın başı döner. Garson kız tepside sunar tükenmiş ömürleri, seçersin. Tepsiden kendininkini seçersin.
İşte seçim o seçimdir ve gecikmiş de olsa günü gelmiştir…
Geçmişimi öyle veya böyle seviyorum. Geleceğimi de. Fakat ödülüm gecikmiş olsun varsın. Ve sen değilmişsin, değil mi? Bilinmez. Artık anladım. Gün gelecek. Geldi…
Ne dostluklar yaşadım ve ne dostluklar daha yaşayacağım ilerde. Nelere gebe bilsem dost gecelerim. Yine vınlayan gürültüsüyle cadde dibi temizleyen belediye aracı geçiyor. Bu belediye kimin? Hep mi? Semt sakinleri ikinci uykusunda. Ben eksik hikâyeler tamamlamaya yatmışım. Sırlar sırım gibi işlemiş beynimi, sığ kıvrımlarında kıskıvrak dolaştırılıyorum. Eksik kalmış olsa da hemencecik hikâyeme dalıyorum. O hüzünle donanmış hikâye benim. Seçim ve geçim mağduru.
Belki sende beni hatırlardın. Aynı gün aynı yolda aynı saat. Öğlen paydosunda işe dönüş anı. Ben sarhoşluğundan yeni ayılmıştın belki korktun, korktun yeniden kolik olmaya, müptelası olduğun zehir içine çöksün istemiyordun ya da. Bir başka hikâye. İlk hamleyi bu kez benden bekledin belki. Bilemezdim ki benim kadar yalnız olduğunu. Arkanı sürmedim. Yalan değil hepten. Ben de korktum.
Farkına vardın varmadın bilemem ama yel gibi uzaklaştın, bir anlık gaflet kayboldun, sır oldun sır. Sor bakalım kendine göz açıp kapayıncaya kaçtığın ben miydim. O gerçekten bensem tamamlanır tablo. Ödülün bendim emin ol. Köşe başını tutsan ve ışmar etsen koşup gelecek kadar sensizdim. Fakat ben de dondum kaldım.
Yeni yıla yeni güne hazırlanırken sokaklar yine aynı yerde yemin ettim. Kendi kendime sormayacağım bir daha o soruyu diye. Ajandama da bir not düştüm, düşenin dostu olmaz. Karar verdim yılda bir kez yazacağım. Dostum düştü ben öldüm.
Bir Rumeli türküsünde geçer adım. Geceleri seven bir yoldaş tutkusudur aldanışım, aldatışım, yıkılışım ve yenilgiler. Yok desem kim inanacak ki, kimi aldatacağım veya. Kuşatılmışım dört bir yandan, kuşkular ciğerimi çürütmüş. Çalınmışım. Al de alayım, at de atayım. Bir Laz türküsü söyler dostumun adını.
En yakın dostum otuzbeşlik bir cam küre. Yüreğimde esen rüzgarı o durduracak. Estirdiğin havayı o soluyacak. Onu da bırakmışım. Durulmak bilmeyen heyecanım yiğitçe yenilecek, hırsım azalacak. Kim bilebilir ki sevdamı çiziktirdiğim kâğıtlar kimlere ait. Ağıt üstüne ağıt. Kırık vedalarla dilime dolaşan düş tiryakiliği, ne zaman bitecek kırpık hayallenişler, hadi bitsin. Ve ben ne zaman kazanacağım
Kaç sabırlı ömür tüketir içi tek taraflı sızlayan gar kaçkınlığı. Yoldan çıkmış zariflik kamelyada dinlenir. Dinlence şölene döner, ne latifelerle süslenir eline dokunuş. Gerdana değen dudağın başı döner. Garson kız tepside sunar tükenmiş ömürleri, seçersin. Tepsiden kendininkini seçersin.
İşte seçim o seçimdir ve gecikmiş de olsa günü gelmiştir…
MART SONU SEÇİM
ÖMRÜ
GÜZEŞTE...
İlkbahar
sıcağı yüreği sardığında geçmişte bir yerlere takılır akıl. Kavanoz dipli,
yürek sızlatan anıları gerisin geri sarar. Sözde ilerlenir. Özde çiçekler
solar, güller solar, Fidanlar solar. İşte o hayat öğrenilen günlere, ta oralara
gider izmli izler. Ölmeye ramak kala ömür, antika dolabın küçük çekmecelerine
yıllardır biriktirdiklerini güzelce sıralar. Ömrü güzeşte...
Sonlara
doğru karasal iklimden kaçıp ılıman iklimde ömrü az akciğerli kırmızı bir balık
gibi yaşanır kalan günler. Kaç mevsim geçerse geçer, daha derinlere çeker
enerjisi bitikliği. Bitik bedeni tetikler. Yani koca dağları deniz yutar. İnce
kıyım ortayaş delikanlıyı albümlere ilişik fotoğraflar eşliğinde güneşe
akınlar. Güneşletir. Isıtır. Ama ömrü güzeşte bir kış evi gibi soğuktur. Zar
zor solutur.
Güzelce
geçer ömürden sayfalar. Öyle sanılır veya. Ayıp oşmasın babında. Yırtılır
evren. Gökkuşağı renkleri vurur ahenkli ve göz kamaştırıcı şekilde Yunusu.
Yurtsuzluk yorgun isyanları durdurur. Durultur. Gizler dökülür yaldızlı demir
aksamlı kapılardan. Akan sular göllere, Göller denize, denizler okyanuslara,
okyanuslar yaşlı kıtalara bağlanır. Ve ömür elverirse evrenselliğe bağlanılır.
İnadına.
Ömrün
özü büyünür yaşlanılır. Ama uslanılmaz. Usanılır. Damarlarda yoğunlaşır öz su,
ateş kırmızı. Ve yorgun yolcu kıvamında atlas yelkenli geminin yolu gözlenir.
Israrla. Matemli çağrılar diyarına göç zamanı yakınlaştığında. İlhamla.
Sonsuzluğa dik duruşun da bir sonu vardır elbet. Gün olur şen şakrak gidilir.
Güz vakti olanı bir başka sevilir. Bu seviyle yitik kuşak çocukluğu da gençliği
de yiter tarihe karışır. İsimlerden isim er veya geç şansı yaver gitmeyenler
hanesine not düşülür.
Sonun
başlangıcında güneş kıvılcımlı ölümsüzlük gözlerden akana hapsolur. Sonra deniz
gözlü, karazıpkalı zıpkın gibi hare söner. Hale siner. Hal ve gidişin tamamı
anlar, anılar kitabına kaydedilir. Ömür kitabına. Hele ay kızıla çalınca tam
kıyamet havasıdır. Kıyam faslıdır. Arka fonda aykırılık senfonisi çalar,
manifestosu ise peşinden yazılır. Yeni hayat yürek dağlayan ateş dağları ışıtır
diye başlar. Zirvedeki buluşmalar geciktikçe de ateş değdiği yeri dondurur.
Toprak üşür. Su buzlanır. Köprülerin altından akar ayışığı, kızıla çaldığında
kader.
Herdem
keder çıkmazında kader fetbazlığından kaçılır. Dem vurur. Erdemli durulur.
Servet, aka karaya belenmiş gölgelerin oyuncağıdır artık. Ve varlığına armağan
voltalar vakti gelip çatar. Ama yaş geçkin, enerji tükenmiştir. Ama kutlu yas
geçmemiştir. Gayri ihtiyari fişlenilir. Karlı dağlara yükselir yürek acıları.
Çağlar açılır kapanır. Hep aynı maraton. O yüzden akıl gudubet günler girdabına
savrulur. Mucize beklenir boş boşuna. Ucunda ölüm olsa bile nar barikat tanınmaz
hala.
Ömür
boyu her ilkbahar aynı duygular takılır oltaya. En güzel yalanlara inanılır, en
güzel şiirler söylenir, en güzel çocuk büyütülür, en güzel kesik kesik
ağlanılır, en güzel sevgiliden ayrılma vaktine de bir güzel bir adım daha
yaklaşılır. Aslı keremi yaşanan an bile aslında ömrü güzeştedir.
Karadeniz'de
başlar ömür döngüsü. Ömür törpüsü. Aksuların denize döküldüğü yerde. Bulutları
ateş topu, çimenleri kekik çiği, akan suları kaynar kazan olan yerde.
Kalplerdeki sırlar kabristanıdır orası. Ser kapısı. İşte orada.
Olurki
olur kesindir, vakti zamanı gelir defne yaprağına defnedilir anılar. Anlar.
Canlar. Yani zamanla latife yapılmaz. Şakası olmaz. Canlar canından Can
yüklenmişliğin değeri ile hep öğrenilir. Sevgi dilinde, sevgi telinde yaşanır.
Enikonu film biter.
Ömrün
özü bir avuç saygı için koca bir ömür verilir. Altın boynuzun kıpkızıl sularına
serpilir umut tozları. Kızaran mavi atlasa çarpar hasret. Ne suretlerle
birleşir hayaller şaşılır. Ve buz mavisi gökte ebemkuşağı açar. Ve yaşlı
dünyada yaşamışlık süngüsü çekilir. Bu yaslı ve yaşlı şehirde ömrün son demidir
harcanan.
Haliyle
harç biter ama ömür herkese tek bir şey öğretir; Geçmişini bilmeyen geleceğini
de bilemez. Öğrenmenin yaşı olmaz.
Çarmıha
yakın çok önemlidir, Ömrü güzeşte...
Yıllarca
söze keşke yanılsaydık diye başlayan yazılar yazıldı. Siyasi haritalara renkler
atıldı. Bu kez keşkesi barisi yok. Yani istisnasız isbatsız bir seçime gidiyor
memleket. İmbalans bir seçim ama inceden imbat hissedilmeye başlandı. Ve Yolun
Sonu daha şimdiden üç aşağı beş yukarı belli. Yolun sonu göründü...
Yolun
sonu göründü ise elbette bir nedeni var. Durduk yerde olmaz. Nedeni tamamen
iktidarın sınırsız güç kullanımı ve sınır tanımaz söylemleri. Yani iktidarın
kendi ittifak tabanına yönelik propaganda girişimleri. Öyle ki gelinen aşama
kendi kendini infilak ettirecek düzeyde. Göndermeler haddi aşan biçimde katı ve
sert. Böyle veya daha vahim devam edilen saldırgan tutum karşı cephede resmen
infıal uyandıracak düzeye erişti. Kutuplar keskinleşti, kemikleşti.
Sona
yakın, son durum ve kararlı duruşlar gösteriyor ki; bu nedenle iktidar
ittifakının aleyhinde bir yörünge oluştu. Yani iktidar tarafından doğru görülen
bu çeşit yüksek gerilim siyaseti sanki muhalefeti değil iktidarı çarpacak.
Çarpacak
çünkü bu ayarsız yüklenmeler son düzlükte seçmeni ister istemez Ana muhalefete
doğru itiyor. Muhalefeti iyice motive ediyor. Pirince giderken bulgurdan olmak
misali. Bir yerden sonra ne denilse ne yapılsa ters teper.
Bu
zıtların birliği motivasyonu özellikle Büyükşehirlerde başkanı belirleyecek
yeterli güce sahip kitlelerde daha güçlü. Hal böyle olunca propaganda süreci
başladığından bu yana yok sayılanlar ve her fırsatta azarlananlar bu gerginlik
diline sandıkta kendi dilince bir yanıt verecek gibi.
Gerçekten
böyle demek yanlış olmaz. Büyükşehir statüsünde olan illerde iktidarın blöfü
ilk kez görülecek. Bu sefer bilöfler sanki tutmayacak. Çünkü öf dedirten
günlere gelindi. Önceden ayarlı seçim simülasyonu sanki bu kez sandıkta
bozulacak.
Yani
sonucu ne olursa olsun siyasetle üst düzey uğraşanlara ders niteliğinde bir
yerel seçim yaşanacak. İktidarın kasım kasım kasılma siyasetinden, Hasım
yaratma siyasetine geçişinin bir nedeni var ise işte o da açığa çıkacak.
Sözün
özü o sebep her neyse asıl sebep yolun sonu göründüğü için olabilir...
Zaten
ittifakların istikametini tam belirleyemediği bir yerel seçim atmosferi var. O
yüzden seçmen özel ve siyasi prensiplerini bu kez bir yana bırakabilir. Karşı
tavır takınabilir. Bir kez olsun uzun vadeli düşünmeyebilir. Kısa vadede hesabı
kesebilir.
Hesaba
bir dipnot; Dört kişilik bir aile için açlık sınırı ikibin, yoksulluk sınırı
altıbin beşyüz lira...
İşte
hepten dip yapan ekonomi, bu ve benzer rakamlar artık önemseniyor gibi. Geçmiş
seçimlerde sandığa gitmeyen muhalif blok kararsızları da artık seçimle yakından
ilgili. Yani artık muhalefet konsolide. Vaziyet iktidar ittifakında ikircikli.
Bu
da memleket genelinde iktidar lehine oluşmuş iki puanlık dengeyi tersine
döndürecek nicelikte...
Ayrıca
bugüne dek ekonomik gelişmeleri hiç hesaba katmayan toptancı seçmen güruhu
vardı. Ancak aşırı fiyat artışları, liranın acayip değer yitirmesi herkesi
kendine getirdi. Hele liranın değerinin bir türlü korunmaması ile bu fiyat
artışlarını ilişkilendiren seçmen açıkça iktidarla yol ayrımına girebilir.
Umarız yanılmayız.
Daha
bir çok neden var ama sırf bu çerçeveden bakıldığında bile hiç çekinmeden yolun
sonu göründü demek icap ediyor...
Diğer
yandan icabında bu yerel seçimler, geneli de önceleyebilir...
İSTANBUL
MUHALEFETİN...
İnce
hesaplamalardan çıkan sonuca göre muhalefet İstanbul'u kazandı gibi. Elbette
seçim kağıt üzerinde kazanılmaz. İş sandıkta biter. Ancak bu demek değil ki
seçimin istatistiki veriler doğrultusunda nereye varacağı hesaplanmayacak.
Hesaplar tutmayacak. Hesaplar doğru yapıldığında gerçekten İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı'nı muhalefetin kazanacağı bir tablo ortaya çıkıyor...
Yaklaşan
31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul seçmen sayısı on milyonun az üstünde.
Geçmiş seçimlere bakıldığında katılım ise yüzde doksanlar civarında. Buna göre
'dokuz milyon yüz bin' seçmen sandığa gidecek gibi görünüyor. Yine geçmiş
seçimlere bakıldığında geçersiz oy oranı hayli yüksek. Bu seçimde de minimum üç
yüz bin civarında geçersiz oy olacağı varsayıldığında 'sekiz milyon dokuz yüz
bin' geçerli oy olacak. Ve bu geçerli oyların 'yüzde üç küsurluk' oranı
ittifaklar dışındaki diğer partilere gittiği varsayıldığında 'sekiz milyon altı
yüz küsur bin' seçmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını belirleyecek...
Bu
belirleyici oylardan iktidar partisi ekonomik çöküş dolayısıyla 'yüzde bir
buçuk ila iki buçuk' arasında oy kaybettiği düşünüldüğünde hiç umulmadık
ilçelerden umulmadık oy kayıpları da yaşayabilir. Her ne kadar ilçelerin
ittifaklara dağılışında bariz bir fark olmadığı gözükse de toplam oyda iktidar
partisi bir önceki seçimin farkını eritmiş pozisyona da düşebilir.
Diğer
yandan millet ittifakının küçük ortağı bir önceki seçimda aldığı 'yüzde sekiz'
dolayındaki oylarına sahip çıkar ve seçime girmediği ilçelerde ittifaka
desteğini tam verirse bu farz edilen fark kapatılabilir.
İşte
bu gerçekleşirse iktidar partisi ittifakı 'onyedi' ilçede, muhalefet ittifakı
ise 'onaltı' ilçede seçimi kazanmaya yakın. Ayrıca 'altı' ilçe de ortada
görünüyor. Bu ilçelerde iktidar partisinin veya muhalefetin kazanabileceği veya
kaybedebileceği gidip gelen bir seçim söz konusu...
İstanbul
yerel seçimlerde 'otuz ikibin ikiyüz küsur' sandıkta oy kullanacak. Her iki
ittifak da sandıklarda 'dört milyon' oyun üzerine çıkacak izlenimi veriyor. Yaklaşık
üç yüz bin civarında da diğer partilere oy çıkabilir. Diğerlerin oylarını
artırması muhalefetin lehine bir sonuç doğurabilir. Azalması ise iktidarın
lehine. Ancak bu irade değişkenliği seçimin sonucunu değiştirecek nicelikte de
değil gibi. Eğer diğer oyların tamamına yakını ittifakların birine gitmiş olsa
dahi sonuç değişmeyecek algısı yüksek.
Yani
ilçeler bazında oy değişkenlikleri hesaplanarak yapılan bir aritmetik ortalama
oranları küçük bir yanılma payı ile kimin kazanacağını gösteriyor. Elbette
sandıktan çıkmadıkdan sonra verilen ve öngörülen rakamlar havada kalabilir.
Ayrıca
Hazirandan bu yana iktidarın iyice zorlandığı ekonomik çözümsüzlük gerçeği de
var. Her ne kadar yerel seçimler başka pencereden önemsenmesi gereken
seçimlerse de gerek iktidar gerek muhalefet seçimleri iki kutuplu seçim
boyutuna getirdi. Hal böyle olunca da iktidar lehine doğması muhtemel bir
kazanım gün geçtikçe tersine evrildi.
Rakamların
dilinden anlaşılan odur ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini
iktidarın kurduğu ittifak kaybedecek gibi görünüyor. Azami 'üç yüz bin' farkla
muhalefetin kurduğu ittifak seçimi almaya yakın. Oransal açıdan
değerlendirildiğinde ise iktidar ittifakı 'yüzde kırkyedi virgül elli yedi'
muhalefet ittifakı ise 'yüzde kırkdokuz virgül sıfır yedi' civarında
seyrediyor. Bu tablonun seçime son bir hafta kala değişmesi için başta
Cumhurbaşkanı olmak üzere üstün çaba harcanıyor. Bu çaba şu an görünen farkı
eritebilirse seçim iktidar ittifakına dönebilir. O yüzden seçimi muhalefet
kazandı demek güç.
Güç
ama rakamlar büyük olasılıkla 'İmamoğlu İstanbul yarışını önde tamamlayacak'
izlenimi veriyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)