28 Mart 2016 Pazartesi

ROMANTİZM ÖLDÜĞÜNDE…

ROMANTİZM ÖLDÜĞÜNDE…

Güneşli bir ormana dalınca kartal pençeli avcı bakışlı anılar, umut vurulur ve o vurulmayla romantizm de vurulur ve ölür…

Öyle bir yolculuktur ki başa gelen romantizmin izinde bir sıcak esintiden, sert bir portreden, resimden, tablodan alıntılarla büyür. Bütün dönem yolculukları kelime kelime büyür romantik bir romans olur. O romansta yolcu da anılar girdabında çapraza tutulur ve ölür. Oysa her zaman heyecan, direnç, coşku ve özgürlük tutkusudur tertiplenmiş tütsülerle dağılan.

Her daim yürekleri yakar ve gözleri kör eder aşksız meşksiz hapsolunan acı gerçekler. Acıdır ama an gelir klasik bir devrim anlayışı ve bir devrimci sanatçılıktır yörüngesine girilen. Yinede uydulaşmak üzerine kurgulanamaz benzer tüm yolculuklar ve yakınlaşmalar. Ve pembe köşkün ve sarayın saraylılarının sözde soylu soyluların gözde boyluların insanlıktan soyunmasıdır kırpılan ormanlara yayılan. Soylu soplu sayılsalar da sopalar çıkarılır aba altından ve korkmayanlar sıraya girer. İşte o vakit romantizmin öldüğü veya doğduğu andır güneşli ormandan süzülen.

Romantizmin gerildiği anlarda asla koruyucu ve kollayıcı aranmaz. Doğrudan doğruya içten yükselen sese yönelir kalbi delik romanslar. Ve zamanla bireysel yorumlamalardan toplumsal duyarlığa yönelir romantizm. Yani ölüsü bile yeter avcılara, yolculara.

İşte böyledir böyle bir şeydir romantizm, tikleri ve taktikleri ise başka bir derya…

Yağlı ilmek gravürleşmeleri, inadına gâvurlaşmalar masumları az biraz etkilese de devrim tutkusu estetikten nasiplenmiş bir romantizmle değerlenir. Romantizmin sonsuzluğa eşdeğer uyumu artınca ağır zırhlı ordular bile kifayet etmez şık romantizm dönemselliğine. Dik duruş önlenemez o saatten sonra. Tüm sanatsallık bütün içtenliğiyle devrimci portreler ve devrimci duruşlarla kardeşleşir. Ve durum romantik biçimde aktarılır tarih kâğıtlarına.

Büyük bir hayranlık söz konusudur doğaya ve en doğalından sarsılır romantizm, ölmese de ölmekten beter…

Romantizmin attığı temeller tam sağlam olduğundan en derin fırça darbelerine bile direnir. Dev bilekler yalın bir portreye birbirine yakın renkleri ahenkle dağıtır. Fırtınalı bir gökyüzünde masmavi deniz kompozisyonları belirir. Yıldızlar ve dönem yolcuları dramatik biçimde biraz korkuyla karışık izin verirler romantizme. Hayatın elasına belasına bulaşmak da vardır ve hayatta çekinilmez gelgitlerden. Çünkü abartılı söylencelere aldanmakla başlar yıkım ve yıkan saldırılar. Yakar yıkar ve ne trajediler yaşanır ardı ardınca. Çünkü şövalyeliğe özenti de özünü kaybettirmiştir.

İşte böyle bir şeydir şehir romantizminden ve romantiklerinden uzaklaşmak. Uzaklaştıkça da hazineyi hiç hazmedemeyenlere teslim etmek…

Nice narin maceralar öyküleşir ileri geri, o gezici sözcüklerle ve anlaşılır yaslı şehir romantizmini kaybetmiştir. Romantizm vurulmuş şehir ölmüştür. Oluşan vurgunda inanılması zor bet bir görselliğe kayar tüm romanslar. Olağandışı görülen ne kadar yaşanmış olay varsa da romantizmini kaybetmiştir. En romantik sanılanlar da romanlaşamaz ve sallaşır. Rakamsız ve rakımsız boyutta salı taşıyanlar ise salda yatanların ta kendisidir aslında.

Sanatsaldır özgürlüğün özündeki o en zarif anlatıcılık. Ama zarfların üzeri bile okunmaz mektuplar da hiç. O en egzotik çağrışımlarla beliren roman, tiz merkezli tüm güneşe akınlara ormandan esen sıcak esintiler olarak kalır. Tarz arz meselesine kapılmıştır o kızgınlık ve kızıllıkta.

Romantizmden amaç ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel çözümlemelerle çözülmüşlüğe ters orantılı dirençtir aslında. Ve romantizm barındıran her haykırış izmlerce yasaklanırsa da yasaklansın hiç fark etmez. Çünkü yenilikçilik adıyla özdeşleştirilse de siyasal devinimle özneleştirilir romantizm.

Romantizmden yolu geçenler bilir. Bir kızıl saçlı genç kadın uyanır romansın içinde. Gece yarısı şehri çevreleyen surları dolaşır, yargısız ışıklar saçarak. Denizin kararan mavi suları sarhoşlayınca yavaştan suflelenir silik bedenler. O üflenişle tenhalarda hiç sorulmayan bilsen ne haldeyimler telaşlanır. Maviye hasret renksizlikte çeli çocuğu, çifti çubuğu bir kenara bırakmalar da zorbalaşır. Ve romantizmle tüttürülen barış çubuklarını gri bir hortum tam yarı belinden yakalar, en uzaklara taşır, kırar. O kırılganlıkta romantizm de nasibine düşeni alır, kırılır ve ölür.

Daha ne olsun, mavi mavi, masmavi ışır kuşbakışıyla ufka tapınan tüm romanslar. Tüm sevmeler ile sevilmeler. Tembel ama tertemiz aşklar. Teneke diyarına kadar uzanır mavilik. O deniz mavimsi perde de sondaj vurulmuş akıl karmaşalarına kapılır romantizm. Sonra hayat limitsiz tamirsiz, tarifsiz talihsiz isimlere niyetlenir. İyiniyetler körelmiştir ve romantizm yedi tepelenir, yedi tepe de ölür.

Eylemsiz tembelimsi bir mavilikte derin, narin bir adam romansın içine uyanan o kızıl saçlı kadını ve kararan denizi okur kalın ciltli kitaplardan. Okur. Yazamaz. Ve sorar sadece bir soru denizkızları gerçek mi sahiden. Ve bir balıkçı motorunun öksüren sesi yırtar deniz mavimsi perdeyi ve ritim akılları kucaklar. Romantizm biter.

Ölgün yüzlü romantizm kararan deniz biteviye silik adalara tırmandıkça, kızgın güneşli ormanlara sulandıkça yüreklenir. Sanki daima sol yanı uyuşur akıl duvarının ve çöker. Çöker romantizm. İlk ve son olma dengesizliğine savrulur romantizm ve tüm romanslar utanmazca densizleşir .

Denebilir ki romantizm ölmüş ve o en harika romanslar yetim kalmış ve de o en eşsiz romantikler doğudan batan güneşle batmıştır…

Hiç yorum yok: