15 Ocak 2016 Cuma

ALTIN BAŞAKLI MEMLEKET…

ALTIN BAŞAKLI MEMLEKET…

Anadolu’ya dolu dolu bir ağıttır altında ve üstünde yaşayanların varlığı. Ve geleceğe kanıttır tüm ağıtlar.

Anadolu’dur bir baştan diğer başa altın başaklı ovalara yayılan…

Mahşerin dört atlısı Dünyanın yediden sonraki harikalarını ve Anadolu’nun bitmez tükenmez dertlerini bilemez. Bilse de iplemez. Onların derdi başkadır. Onlara göre varsa yoksa Fırat kıyıları hala Babil’dir. Asma bahçeli manzaraları da sebildir. Ne ilktir ne de son, her dem kavgalar şehrinedir tüm tapınmalar. Tapılanlar ve tapulananlar anlar kıyametin koptuğunu ama bir hayli geçtir. Dicle kıyıları Musul’a akarken, acılarla usul usul Karşıyaka’da Ninova’ya erişilir. Ama vay ki vaydır sözden cayanlar ve cayılanlar ölü canlardır ve canlanır.

Ve altın başaklı ovalar yayılır doğudan batıya Anadolu’ya…

Nemrut’un ateşinden içtim ve geldim ile başlar koca memleket sevdası. Korkmaz yanmaktan bir daha, bu altın başaklı ovalar. Ama her defasında yine tutuşur ala çayırlar bir hiç uğruna. Feryatlardadır ebabiller, bilenler bilmeyenler. Bilenler bilmeyenlere anlatır ve memleket manzaraları numaralanır, mumlanır ve nurlanır. Asmayalım da besleyelim milere dek uzanır Babil kıyılarındaki ihanet rüzgârı. Millete gelinceye dek öyle veya böyle dörtnala havalanır esaret. Sadece bir kısrak boyu aydınlatır güneş. Ve mızrak gölgesinde saflaşılır bedavaya, bir kutu marmelata. Ve memleket gafilce avlanır.

Ve altın başaklı ovalar yayılır kuzeyden güneye Anadolu’ya, içi dolar…

İçi seni dışı beni misali yandıkça memleket seslenilir, ey eli yavaş Azrail yetiş. Mahşerin kaç atlısı varsa emrinde, yetiş yetmiş. Ne beklersin nerelerde gizlenirsin. Yavşaklıklar dörtnala ovalarda, oralarda. Ferhat dağları deldiğinde inersin memleket memleket ama işe yaramazsın artık. Melekeler kart kurtçu bulaşığı sözlerde saklıdır ve kara kutularda kuytularda buluşulur. 

Bir zamanların bulunmaz Hint kumaşları bodrumlarda neden sonra bulunur. Ancak birilerine nedendir bilinmez hiç ders olmaz bu son. Feryat dağları aşıp gökyüzüne asıldığında tüm cesur insanlar bile karşılıklı oturup hakkıyla konuşamaz, fesat karıştırılır ölüm ihalelerine. Öyle münasebetler, münasebetsizlikler ve cibiliyetsizlikler vardır ki bereketli topraklar üzerine yayılmış ovalar utanır. Anadolu darlanır. Oralarda birileri çıkar münasebetsizce isabet kaydeder ve isler ve sisler arasında kayıplardan utanılır. Ama her ne hikmet ise uslanılmaz.

Ve altın başaklı ovalar yayılır her yönden Anadolu’ya küheylanlar dolar…

Susmak ateşle oynamaktır ağıttan ağıtlara dağılırken buhran. Hiç istenmedik şeylerdir güven yok olunca ovalara yayılan. Ve geleceğe yanıttır tüm kurgulananlar.

Günün birinde böyle bir yazı yazılacağını söyleseler derin derin düşünür yok der, üstelik ürperirdi zaman. Korkuyla karışık celallenirdi anılar. Ama olanlar oldu, hendekler doldu. Anadolu’ya deli dolu sevdalıkla yaş elliye dayanınca kırklardan sayılmak da hiç işe yaramaz. Altın başaklı memleket altın başaklı varaklara kalır. Altın yaldızlı ovalara yayılan ise rüyada görülse dahi inanılmayacaklar cinsindendir artık.

İnanılmayacaklar ardı sıra türediğinde ve her türden yankısızlık anı defterlerinde mürekkep lekelerine dönüştüğünde karmaşıklaşır akıl. Ama renk ayni renk kan kırmızıdır hep. Bir kürek mahkûmu edasıyla tarihi bir yolculuğa çıktığında beynin hünerleri dört bir yanı hüzün basar yas yakar. Pusula şaşırtan ne hilebazlıklar görür de akıl anlamaz. Anlamazlıktan gelir.

İşte istenmeyen kararlar vermek zorundalığıdır Anadolu’yu deli dolu eden. Kıyamete sevk eden. Oysa kıyamete kadar sürecektir dirilişin işvesi ve nazı. Keşkesi asımı nazımı yoktur habire havanda dövülüşün. Zerresinde saklıdır ve ne ilktir ne de son. Kavganın örsünde habire çekiçlenen ayni hayatlardır.

O zamirsiz çekimsiz günlerde şehla bir bakışla yağar gökyüzü. Şemsiyenin kenarlarından damlar yılgın kentler, kasabalar, köyler, hepten Anadolu. Çobanların kavalındaki ezgilerde üflenir en dingin dinginlik. Dinince gözyaşları şemsiyeler delinir ve ıslanır memleket. Islandıkça yaslanır arkasına lakin her şey eskisinden beterdir artık. Sehpada bitecektir, tarihle sabit tüm eşlikler, eşkiyalıklar ama sabrın da bir sonu vardır.

Anadolu bozkırlarına uzanan, altın başaklı ovalara yayılan işte o sabır, sabrın sonu selamettir felaketidir…

Ve altın başaklı ovalar yayılır kuzeyden güneye, doğudan batıya her yönden Anadolu’ya, küheylanlar dolar, kühistanlılar dolar saraylara…

Saraylardan içeri…

İç avlulara…

İç o…

Oralarda oralardan ocağa ateş düşende doğrulur doğruluk, doğurulur iç isyan ve müebbet. Ve düşüncelere çil çil dağılır altın başaklı memleket. Tüm dünya, yedi düvel bir olsa yıkılmadı ki, yıkılmaz şu altın başaklı memleket. Hangi illet fani, hangi millet faraza oyunu bozsa da bozulmaz mozaik, bozulmaz ahenk. Bozuk çalmakla da hizaya gelmez millet.

Ve ucunda ölüm olsa bile Anadolu’ya ova ova yayılır, altın başaklı memleket…

Hiç yorum yok: