20 Ocak 2016 Çarşamba

GAZETECİ İÇERİDE DIŞARIDA FARKETMEZ…

GAZETECİ İÇERİDE DIŞARIDA FARKETMEZ…

Gazetecilikte kemale erenler, erdemli olanlar gazetecilik gazeteciliktir yereli ulusalı olmaz der. Doğrudur. Son yıllarda tamamen yanlış olan tek bir doğru vardır o da; gerçekten yerelden genele bu işe emek verenlerin, gazeteciliği kendilerine meslek edinenlerin işinin bir hayli zorlaşmasıdır. Öylesine bir zorlaştırma ki güncellenen gazeteciliğin muhalif yönünün ortadan kaldırılması, kısıtlanması ve engellenmesi için kontrol ve sansür resmen tekelleşti.

Öyle bir dünyadır ki yaşanan dostun düşman, düşmanın yaren, sahtenin gerçek, yalanın doğru benimsetildiği bir süreçten geçiliyor. Sıkı sıkı sarılınan değerlerden o veya bu nedenlerle uzaklaşıldıkça yozlaşı toplumun en kılcal damarlarına dek uzuyor. Canla başla savunulan ve gülün hatırına dikenine katlanılan tüm yüce değerler aslında sadece birilerinin veya toptan bizim olmayan nesnel reaksiyonlardır. Bu tepkileşim iletişim ve bilişimi etkiledikçe yer yerinden oynamaya başlar. Zelezelenin merkez üssü neresi olursa olsun çıkan enerji yakından hissedilir. Sinerji böyle bir şeydir işte.

Devlet kontrolündeki yasal kurallar istenirse her zemin ve koşulda belli biçimlerde ve ileri demokrasi beklentilerinin hepten dışında düşüncenin ifadesini her biçimde acımasızca cezalandırabilir. Hele hele muhalefetin iyice cılızlaştığı ortamda özellikle gazetecilerin hakkaniyet ölçülerini aşan dozda tırpanlanmasına kim dur diyebilir ki? Hiç kimse.

Elem bu kadar yakın ise gazeteci içeride dışarıda hiç fark etmez baskı baskıdır. Çekilecek çile elzemdir. Sembolsü makamlar veya sanal uzay hiç de mekansız değildir. Çünkü tümüne mekân sadece insanın beynidir. Manzara çok boyutludur. Ve işleyen ışıldayan beyin tüm evreni kapsar. Beyin dışındaki dünya ise uzaydaki bilinen veya bilinmeyen bir yerdir, her yerdir. Sonsuzluktur. İşte oraya da ilimle bilimle ulaşılır. Onun içindir gazetecilere reva görülen baskıların tümü ve tek nedeni.

Gereğince yazılabilse nice hayatlar vardır roman olur. Gül’ün adı, Can’ın soyadında kopan fırtınaların sonunda köksüzlerin öksüzleşeceği gün gibi aşikârdır. Köktenciliği bir yana iten kapı kulu askerliği de bir yere kadar. Ancak bir değişmez gerçek var ki, onların, tümden eğilip bükülmez bir azınlığın içte ve dışarıda paylaşım ve kullanım politikalarının bir parçası olmayacağıdır. Onlar büyük sermayenin aparatları ve vahşi kapitalizmin apoletlendirdikleri olarak tarihe asla geçmeyeceklerdir.

Bilinen o dur ki, kitle iletişimi ve araçlarını elde tutmak çok büyük sermayeler gerektiren bir kurumsallaşmadır. Üretim araçlarını değil de tüketim araçlarını elde edenin hükümranlığında bir dünya şekillendiriliyor. Bu giderek faşizan bir devletleşmedir. Oligarşik yapılanmasını kuran büyük sermaye ise ayni veya farklı medya tiplerine ve medya türlerine sahip olarak türevleşebilir. Türdeşleriyle birleşerek vahşi tekelleşmeye yönelebilir. İşte iktidarda kalmanın, her sallantıyı hasarsız atlatmanın en birincil yoludur bu tekelleşmiş basını yaratmak ve tekil gazetecileri tekin değil diye avlamak.

Üstelik amaçlar durduk yerde ayrışınca bin bir araçla dahi örtüşmeyince birilerinin hiçte yapmadıkları, hayatta tenezzül etmeyecekleri yaptı, etti olur ve makul sayılır. Zayıf kişiliklerin jurnala ve makul şüpheciliğe özendirilmesiyle adam karalamak kolaylaştırılınca da işin içinden çıkılamaz. İstenen belki de odur ama zamanla iş öyle bir hal alır ki gündem takip edilmekte zorlaşır da zorlaşır.
Yaptı, yapıyor, yapabilir veya yapılabilir olur çerçevesinde bir atımda her şey değişebilir değiştirilebilir. Bu çağ gerisi yapışkanlığın tarihsel ölçüsü aslında sadece geçmiş ve şimdi uyuşmazlığı ve uyumsuzluktur.

Bu uyumsuzluk bağlamında itirazlar bş gösterince gazeteciler üzerinde sosyal denetim elbette olacaktır, olmalıdır. Ancak önemli olan bu denetimi hangi egemen gücün, kime ve ne maksatla yaptığıdır. Yapılanın durduk yerde kimlere ne çıkarlar sağladığıdır. Veya kimlerden hiç uğruna neleri alıp götürdüğüdür. Yani kontrolün varlığı yokluğu değildir asıl mesele. Yapanın yanına kar kaldığı bir zulmettir harmanlanan. Tartışılması ve reddedilmesi gereken işte budur, kontrolün doğasının resmen bozulduğudur. Bu bozukluktan öte asıl can yakan devlet eliyle medya ve gazeteci özgürlüğüne indirilen darbelerdir.

Bu açmazda ve çıkmazda sürece ilişkin mantıklı değerlemelerle yolunu şaşıran egemen kültüre karşı gazeteciler de kendi normlarını bir an önce oluşturmalıdır. Oluşturacaklardır da. Çünkü karşıt kültürler de kendi kültürünü üretip mücadeleyi yükseltirler.

Yılmadan usanmadan mücadeleye devam ise gazeteciliğin diyalektiği gereğidir.

Hiç yorum yok: