9 Ekim 2015 Cuma

BATAN GEMİNİN MALLARI…

Ortalama yaşam kaç yılsa ancak o kadardır en uzun süre kurulabilen yakınlıklar. Yani çok kısa. Bir de ortalamaları saptıran öyle eğreti yakınlaşmalar vardır ki kısa ömürlü olur her şeye rağmen. Ayrıca bin zahmet binbir marifet kusursuz olarak lanse edildikçe, taklitçi ve ağır kusurlu olarak lanse edenleri de çoğalır. Ve bu çokluk ile yokluk çizgisinde kendiliğinden uzak yakın evreli, kayıtsız şartsız kölelik başlar. Böylece en sıkışık zamanlarda efendisi ile kölesi ayni geminin yolcularıyız, batan gemiyi en son kaptanlar terk eder yalanlarından nasiplenir. Gel gör ki hiç de söylendiği gibi değildir film.

Oysa ortalama yaşamda kaç kere duyulduğu hiç önemsenmemiş, kaç kez sarfedildiği hiç hesaplanmamış bir cümledir benzer tüm yakınlaşmalara ayna tutan; Batan geminin malları…

Battı balık yan gider ama batan geminin bir yanı cennet, bir yanı cehennemdir. Hem yanılmışlar hem serinlemişlerin ellerinde kalan ise selametle son nefeslerini veremeyiş korkusudur. Akıllarında bir an evvel çekip gitmek arzusu yatarken hem de. Yatan geminin güvertesinde birbirine benzeyen yığınla insan bereketi yatar. Ve kızgın deniz ortasında en derin felaketlere demirlemişlik, demirlenmişlik kaygısı da. Aslında her şey sahteymiş, acayip kandırıldık ile biter tüm maddi manevi matrahlı maceralar. İşin mecrası değişince hiçbir saf, saf tutmaz ve saflar tamamlanmaz sonra.

Zaten ortalama yaşamda kaç kere okunduğu şüpheli, eksik okunduğu besbelli başucu kitabında anlatılır hazin sonlar. Kıssalanır bu güne ve geleceğe ayna tutacak benzer batan gemiler ve denize deryaya dibine dibine batışlar.

Sona yakın fırtınanın gözü kararınca bütün ayıklanmışlar, yağan yağmurlardan arınmış sözcükler seçerek, ayıp sayıp demeden ağlarlar kayıp batığa. Batak çoğaldıkça da nedensiz amaçsız batan geminin mallarına talep gittikçe azalır. Eksik iletişimler gözlerde eyvah kıvılcımları çaktırır. İtirazlar arttıkça koca dünyanın üzerinde döndüğü sanılan boynuzlar kırılır. Un ufak olur pembe hayaller. Şifreler çözüldükçe düzeltilmeli bu hatalar naraları arasında gemi yan yatar. Yan gelip yatanlar son bir gayret dümene geçse de artık nafiledir ve gemi batar. O andan itibaren kitaplara geçen ise batan geminin mallarıdır.

Gemi batar, birbirlerine yaren, yakın, bitişik duranlardan bazıları hasbel kader kurtulurlar. Lakin düzgün ve dostdoğru olmaktır batan geminin mallarından sayılmamanın derecesi. Hiçbir boşluğa yer yoktur bu çetrefilli hikâyelerde, malum özel ve tüzeller boş bulunduğu an boşluğa düşüş başlar. Ve yüreklere yeni yeni yapay yollar açar tüm batıklar. Davudi sesli bızdıkların canlı oratoryoları salaş mekânlarda ayak üstü harcanırken uzun dar ve nemli koridorlardan çıkış kapısına erişmek bayağı zor bir iştir. Ağır aksak dolaşmalardan geriye kalan ise ipe dolanmaktır sadece. Ve melekler kalplere huzur veren pencerelerin her birinin önünde nöbet tutar. Merhamet ve şevkatle dokunurlar ruhlara ve denizin yolu açılır. Okyanuslar yarılır paslı ve yaslı gecelere.

Ortalama mürettebat kaç kişi olursa olsun asıl mesele işte bu yolculuğun sonunda batan geminin mallarından muamelesi görmemektir. Muamele güdüsüyle tayfalıktaki esrar ve tafradaki aşırı ısrar görünür görünmez fırtınaları tetikler. Ve dışarıda kar, kapı içi har şaklar kızaran burunlara. Bu şaşırtıcı takdirleniş yıllar süresince karavana atıştır. Ve tam ayaklanacakken deniz, geminin batışıdır yalçın kayalıklara vuran. Ve dev dalgaları bir daha bir daha tetikler bu rotadan sapış. Şahitliği makbul sayılmayacak kaşlı gözlü kulaklılardan en uzağa durmaktır tek çare. Sığ girintilere yuvarlananlara Halikarnas balıkçısının sırlı kelimeleri de yol göstermez. Elbette bir sırrı vardır tüm akımların ancak kazılan tüneller sıralandıkça sırım gibi işlenmişlik de fayda etmez ve batar gemi.

Yani tiryakilik garipsendikçe burna, ciğerlere çekilen renksiz hava küçük bir inat uğruna dahi mavileşir. Reklamlar da işe yaramaz artık ve sılaya uzar tüm akıl taşı hikâyeleri. Akıl taşı yuvarlandıkça da hangara uğramadan ölünmez, limana uğramadan batılmaz. Artık her işitildiğinde bıktırsa da gönlü hoş eden, aklı hoş tutan olağanüstü başarı masallarıyla geçer hayatlar. Geçer geçmesine de hayatın bir noktasından sonra yalancı şahitlikler de kabul görmez.

Ve bir acayip mahcubiyet takılı kalır ilgililerin simalarına. Ve semada beliren vişneçürüğü başaklar sahipsiz kalmış yükseltileri yüksünmeden dipsiz mavi karanlığa hapseder. Ve orak vurduğunda çelik grisini içi daralır mürettebatın. Ve gemi arkasında çekicin dövdüğü sesler bırakarak batar. Ve Allah şahit hiçbir nasihat, ne de ıslahat mavi karanlıkta batan geminin mallarını heyecanla sattıramaz.

Zaten kanaat etmeyi içselleştiremeyenler kâinatın koordinatları gereği asla zenginleyemezler, olura zenginledikçe de azarlar ve azar azar batarlar. Gemi batmasa yan yatsa da onlar battığından batan geminin mallarıdırlar. İşte ondan sonrası bundan kellisi, kelli fellilerin vişne reçeli tadında engine savruluşudur tüm bilinen hikâye.

Mavi kürenin bir yerinde en derinde batan geminin dumanı tüter. Usul ve esas karmaşasında vişneçürüğüdür geminin tabanı. İlkin güneşe doğru bir hamledir duman duman, son çırpınışla. Sonra denizin mavi karanlığına akan bir şelaledir kulakları sağırlaştıran. O sağırlıkta sağ gözden sol göze fayda olmayınca körlük tamamen yayılır ve şelaleler de sellenir. Batışın belgesidir işte o dalgalanmalar ve gemi dayanamaz batar.

Batma batırma pahasına berrak denizde ahlakı kaybedenler, vicdan dengesiyle oynayanlar ve akıl sağlığını zedeleyenler asla mürettebattan sayılmazlar. Gemi batsın veya çıksın onlar batan geminin mallarıdır ve satan satar alan alır. Kime ne…

Hiç yorum yok: