2 Mayıs 2015 Cumartesi

TEHCİR VEYA SOYKIRIM VEYA YÜZ YILLIK ERMENİ SORUNU…

TEHCİR VEYA SOYKIRIM VEYA YÜZ YILLIK ERMENİ SORUNU…

Aslında acı gerçek yüzyıldır tehcirle ilgili sorulan veya sorulması gereken tüm sorulara verilecek tek cevapta gizlidir; soykırım…

Soykırım, kabul edilsin veya edilmesin, eğer öyle veya böyle Anadolu’da bir kırım yaşandı veya yaşatıldıysa soyu sopu bir yana resmen bir insanlık suçudur işlenen, insanlık dramıdır yaşanan…

Ve arşivler külliyen açılır, tanıkları kaldıysa eğer, danışılır. Kanıtlar varsa açığa çıkarılır. Kasıtlar kesit kesit incelenir. Bu yüzyıllık iddia kaçıncı duraktır irdelenir. Bu soykırım iddiası akla ve fikre saplanan, yüreklere abanan kaçıncı kırbaç darbesidir sayılır. Veya memleketi sallayan bu kaçıncı yalan rüzgârıdır görülür, ibreti alem mesele çözülür. Yani Ermenilerin Doğu Anadolu çarpışmaları ve metazori tehcir sırasında milyon civarında kayıp verdiği tarihsel gerçeği soykırıma bağlanır veya bağlanmaz ama artık bu meselenin de çözülmesi gerekir.

Kimsenin bu yürek acıtan yüz yıllık tarihi gerçekliği inkâr etme, gizleme, yok sayma hakkı da yoktur. Adına soykırım denilmese de olayların örgüsü ve gelişimi maalesef yüzyıl önceki bu yaşanmışlığı başka kalıplara sığdıramaz. Hiçbir şart ve durum bu yaşananlara bahane olamaz, olmamalı da.

Ancak bu yüzyıllık Ermeni soykırımı iddiası Osmanlı’nın Dünya Savaşı, her telden ayaklanmalar, her türden isyanlar, her renkten hürriyet talebi ve millileşme adımları sürecine zorlanan, çöküş döneminde ve en zayıf imparatorluk günlerine denk düşer veya düşürülür. Başka bir deyişle tarih aleyhine ve tersine işletilirken bu soykırıma yakalanmıştır Osmanlı.

Ermeni klanlarının her 24 Nisan gününü katliam yıldönümü olarak anmalarının ardında yatanın neler olduğunu ve neyi ifade ettiğini, şu garip ülkede hangi Türkiyeli, Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Rum, Müslüman, Hıristiyan açıkça biliyor acaba. Zamanında aç karnı kim doldurduysa ona tapılır dönemi piramitlere açıldığından bu soykırımla örtüşen yaşanmışlıkların tanrısı da yoktur, dini imanı. Çıplak tanıklıkların uydurma dönemlere ve dönmelere direnemeyişi piramidi tersine döndürdüğünde ise palavralar atılır beş paraya. Ve atılan palavralar gün olur tehcirin her iki yüzünde de özünü kaybeder ve gerçeğe aykırılıklar kurallaştırılır.

O halde en bariz iddialara aldırmamak, kayıp giden, yiten, portrelerin ardından sadece bakmak yerine tarihten yaprakları tek tek sorgulamak ve ince ayrıntılara kafa yormak gerekir. Soykırımın yüzyıl önceki tehcire tescillenmişliği, tercihler sorgulanarak ispatlanamayacağı gibi,  kıyımlar dayanaksız savlarla da izah edilemez.

Bu yüzyıllık Ermeni soykırım iddialarında, ispat ve izahın hangi delillere ve emarelere dayandırıldığı da çok önem arz eder. Osmanlı, 1 Kasım 1914 yılında Almanya ile ittifak edip Birinci Dünya Savaşı’na girince bu durum tebaalarca kaçırılamayacak bir fırsat olarak algılandı. Başta Ermeniler yüzyıllardan sonra ivedilikle hedef büyüttüler. Ermeni ayaklanmaları ve isyan faaliyetlerinin Osmanlı’nın tehcir kararına karşı meşru müdafaa olarak tanıtımının ne derece doğruları yansıttığı veya hiç yansıtmadığı da çok önemlidir. Ortada daha bir tehcir dayatması bulunmadığı halde 1915 yılında Tiflis’teki Ermeni Kongresi’nde Taşnak temsilcilerinin silahlanma, ayaklanma, hazırlanma ve isyan çıkarma üzerine tavır ortaya koymaları neyin nesi bir niyettir, sonuçtur, sonuçlarının iyi okunması gerek. Yanlış okumalar çoğaldıkça isyanlar tehcirin değil, tehcir isyanların sonucudur ikilemi doğar ve bu olgu tarafların daha çok başını ağrıtır.

Boğazlara düğümlenen bu kıyım, İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale boğazına demirlemişken, Osmanlı Galiçya’dan Doğu Anadolu’ya, Kuzeyden Güneye dört bir yanda cephelere dağılmışken, dört koldan iç ve dış saldırılar ve yıkıcı tehlikeler büyüdükçe büyürken, neden Ermenilere tehcir uygulandığının çok ciddi araştırılması gerekir. Belli kışkırtmalarla olduğu söylenen bir Müslüman kıyımı ne maksatla devam ettirilmiş açıkça bellidir. Bin yıllara yayılmış süre birlikte yaşamış insanların, bir anda birbirlerini acımasızca kırma, boğazlama noktasına gelişi ve kıyımlara mani olunmayışı saygı çerçevesinde değerlendirilmedikçe bu mesele de çözümlenemez.

Zamanıyla Ermeni mebusların ve patriğin dahi gelişmelere dur diyemeyişi ve bir şeyler yapamayışları da başka bir acı gerçektir. Durum ağırlaştıkça Osmanlı hükümeti ilk iş olarak 24 nisan 1915’te Ermeni komutanları kapatmıştır. Komitacı olduğu varsayılanlardan 235 kişiyi de devlet aleyhine faaliyetler yapmak suçundan tutuklamıştır. İşte uzun yıllardır katliam günü diye anılan gün aslında o gündür.  Veya hakikaten o gün müdür ayıklanması, kayıtlanması gerekir.

Buraya kadar tarihi dönem itibariyle ve devlet hiyerarşisi gereği normal karşılanabilir türden yaptırımlardır şeklinde bir görüş hâkim olabilir. Ancak 27 Mayıs 1915 tarihi kırılma noktasıdır. Bu tarihte Tehcir Kanunu’nun çıkarılması ve Ermenilerin güneydeki topraklara sürülmesi yüz yıldır sürdürülen soykırım iddialarının başlangıcıdır. Tehcir cezai bir işlem olarak mı, yoksa gizli başka bir nedenle mi uygulanmıştır çıkıp birilerinin açık yüreklice yanıtlaması zamanıdır, vakit gelmiş de geçmektedir. Zaman gelmiş de, geçip gitmektedir.

Tarihçiler her neden ise bu konuda üzerlerine düşen görevleri hakkınca yerine getirmemişlerdir. Hal böyle olunca soykırım kapsamında dünyanın merakını uyandıran, kime kimlere ne fayda sağlayacağı da alenen belli olan Ermeni Meselesi her zayıf iktidar dönemlerinde gündemde geniş yer tutar.

Halen olduğu gibi yüz yıl önce sıcak savaş ortamında karşılıklı kin, intikam ve düşmanlık yoğunluğunda tehcir edenler ve tehcir edilenler vahşice kapıştırılmışlardır. Tehcirde çoluk çocuklu kafilelere saldırılar olmadığını, Ermenilerin zarar görmediğini, insanlık dışı davranışlara maruz kalmadıklarını, ölmediklerini, sakat kalmadıkların kim söyleyebilir ve savunabilir. Hiç kimse asla ve katiyyen. Olmuştur, acılar yaşanmıştır, kıyım gerçekleşmiştir ancak sistemli midir, değil midir bir başka muammadır. Bu ve benzer soruların yanıtı tek pencereden bakılarak verilemez. Kimsenin kutsalına sövülmeden kafta ve dağın arkasında yaşanmışlıkları görmeye ve anlamaya çalışmak gerekir.

Anadolu’nun belki de birbirine en çok benzeşen halklarından birine reva görülen bu zoraki göç ettirilişin yüz yıldır dünya ölçeğinde ağır tahribatlar açtığı ortadadır. Uğranılan acılar ve çekilen sıkıntılar ayan beyandır, gerçektir ve ortaktır. Yüzyıllık tehcirin önü, arkası ve bu günü ile ilgili ayrıntıların tamamı ele alınmalı, sorulan ve sorulacak bütün sorular bir bir yanıtlanmalıdır. Yanıtlanması şarttır. Yani dönem en geniş biçimde sorgulanmalıdır.
 
Bu Ermeni meselesi ne yirminci yüzyılın ilk soykırımı iddiasında bulunmakla ne de Türkiye Cumhuriyeti bu olaydan sorumlu tutulamaz, Osmanlı dönemiydi şeklinde davranmakla çözülemez.

Resmen arşivler külliyen açılır, tanıkları kaldıysa eğer, danışılır. Kanıtlar varsa açığa çıkarılır. Kasıtlar kesit kesit incelenir. Bu yüzyıllık iddia kaçıncı duraktır irdelenir. Bu soykırım iddiası akla ve fikre saplanan, yüreklere abanan kaçıncı kırbaç darbesidir sayılır. Veya memleketi sallayan bu kaçıncı yalan rüzgârıdır görülür, derlenir ve ibreti âlem mesele çözülür.

Yani Ermenilerin Doğu Anadolu çarpışmaları ve metazori tehcir sırasında milyon civarında kayıp verdiği tarihsel gerçeği tarih düzleminde soykırıma bağlanır veya bağlanmaz ama yok tehcirdi yok soykırımdı, artık şu Ermeni meselesinin de çözülmesi gerekiyor…

Hiç yorum yok: