10 Mayıs 2015 Pazar

12 EYLÜL FİLİMCİSİ…

Seksen 12 Eylül’ü gördüm yaşadım, yaşadım gördüm ve en ince ayrıntılarına kadar biliyorum. Ölenlerin arkasından konuşulmaz denir ama yaşım emekliliğe yakın, ölüme de, konuşurum. Düşünüyorum da Evren faşisti yedi gençliğimizi, Evren cuntası çaldı şu garip ülkenin otuz beş senesini…

Ve film başlar…

Zaptiyeler girmiş koluna yolcunun, devir 12 Eylül ve sonrası. Yolcular onsuz, isimler sonsuz. Her dörtyol ağzında kavşak başı Evren ve yavşak Evrenciler bekler. Ölüm püskürtür kariyeler, cariyeler ve zabitler. Yutulmuş yıllarca diller, yalanlar gırla, diller söylemez o günleri. O filmler filmleri saklar gerçekten. Denizim garip kalmasın yarınlarda, er geç buluşulur yeni doğanlarda. Öldürülenler yaşar ve dahi yaşayacaklardır gönüllerde. Kara gözlü ölüm meleği gecikse de an gelir, faşistler de ölür. Ve gömülürler, işte cennete girdiğimiz gündür bu gün. O gün bu gündür.

İşte o zaman bu zaman. Bir haliç düşü yaşarken kalemler, üstümüze üstümüze çökmüştü yıllarca faşizm. O kaosta, faşizan karmaşada kimsemiz yoktu dost eli uzatan. Sokak çocuklarıydık en eğitimlimizden en cahilimize. Militanlaşmıştık genç yaşlı çaresiz. Sırtta bir mintan, ayakta bir levis veya balıkçı yaka kazak ve parka. Sokaklar çiğ çiğ yutuyordu solakları, salaklar yutacaktı hepimizi. Ne senaryo ne filmmiş. Yakın çekimlerin kamera arkaları ortaya çıktıkça anlaşıldı her şey. Yine de sabah pusundan akşam alacasına büyüklerden daha büyük gizli büyüklük taslamalarımız üşüteceğine içimizi yakardı. Ne cesaretmiş bizimkisi.

Çıplak sandalyelere oturma sürecine yakın yakaları buz tutturan kurşunlardan sıyrılıp, eşikten içeri akardı delirtici boran. Horana durmak, ateş kucağımıza düşünce durdu, kesildi aniden fırtına. Sarı pis bir ampul yandı tam tepede, damladı tavan. Alev gibiydi kızıl saçlı sevdalar, yaktı, yaktıkça yaktı. Ve bir anda Evren ve tapınakçı havarileri üzerimize çullanıverdiler, Allah yarattı demeden. Parmak izi ve dil izi kusursuz ve benzersizdir ama her şey birbirine karıştırıldı, birbirine benzetildi. Kemik sayımları bile sahteydi.

On ikiden zıpkınlandı hayat, önüm arkam sağım solum sobelendi. Hepimiz çocuktuk sokakları aşındıran. Şimdi sırf Evren’e inat sekseni görmeden ölmeyeyim istiyorum ve diliyorum. Gökten duyulsun bu sesim, son arzum budur. Nur saçları karanlığa dolanan yıllardan sonra, yağmurlarda ıslanan gök gürültüsüydü çocukluğumuz ve gençliğimiz ve hiç hissetmeden yaşlandık. Temiz ve havadar bir ortamda, sıkışık bir odada büyüdüm. Çocuktum ve gulyabaniden korkardım. Acı yaşam emeklerdi kıyı köşe yanı başımızda. Ve Evren’i gördüm bir daha hiçbir şeyden korkmaz oldum Allahına kadar.

12 Eylül Seksen’i gördüm yaşadım, yaşadım gördüm ve en ince ayrıntılarına kadar da biliyorum. Ölenlerin arkasından konuşulmaz denir ama yaşım emekliliğe yakın, ölüme de yakın. Konuşurum elbet. Düşünüyorum da Evren faşisti yedi gençliğimizi, Evren cuntası çaldı şu garip ülkenin otuz beş senesini. Kim ne derse desin…

Pis ve havasız bir odada ölen genciz ama ölmekten korkmayan, inadına sekseni görmek isteyen erleriz. Yaşamak istiyorum seksene kadar. Yer gök duysun bu isyanı. Önüm arkam, sağım solum sobelendi ama hiç saklanmadım. Saklanmadım asla, duvarlara toslamak pahasına da olsa.

Çarptılar çolpanları, kaç ocak söndüyse söndü, Evren hiç tınmadı. Asap bozan günlerde günlerce aktı kan kankırmızı. Gönder gitsin sürgünlere, göndere çek gitsin gençleri, Evren hiç acımadı. Laflar var boğaza takılan, evlat acısı gibi koyan vakalar Evren’in içi hiç yanmadı. Kaç ocak yıkıldıysa yıkıldı, artık ne sönsün ne de yıkılsın istendi ama Evren sağlam atmıştı temeli, hava ayni hava. Havanda su dövmek işte o günlerden kalma, o asap bozan yıllardan.

Seksen on iki Eylül; Çam ağaçları gölgesinde yılanbaşlı homolar ve mostralıklar mozolesi. Aç açıklığı, açlığı yatıştıran kulluk ve kapılanmalara resmigeçit töreni. Töreler yok sayıldı, gelenekler tersyüz edildi. Evren’e taparlardı, başka tanrılar yoktu sanki günaha tapındılar. Piramidin içinde bir küçük kutucuk apoletli badem, teslim aldılar ahaliyi. Piranhaydılar resmen kemirdiler güzelim yaşamları. Çıyan başlı yumuşaklar, yumuşakçalar müzesinin heykelleri, üzdüler ki ne üzdüler memleketi, memleket insanını beter ettiler.

En değerli hazinesi haddini bilmektir insanın. Ve sel artığı bir odun parçasında gizlidir ateşlenen hayat. Çektim fotoğrafını seksen on iki Eylülün ve bastım arabına. O günlerde Evren’in arabasına binenler bu gün çoktan indiler, yoklar. Evren’de yok artık hele şükür, bican oldular, hiç oldular toptan. Meğer çıbanbaşlı canilere de uğrarmış kara melek. Ve Çam kozalakları bile yanar o çağ yangınında.

Zaten tek tek ağaçlar ve ormanlar yanınca dinine yandığımın cehaleti birden hortladı. Ve Tanrı domuzu yarattı. Domuzlar domuzluk eden koca koca adamları. Ve koca domuzlar yayıldı ovalara, damlar yıkıldı, adam gibi adamlara kıyıldı. Zarar ziyan kaldı gariplere.

Allah’ın hakkı üçtür; ‘Üç dolma mermi hepsi hepisi kalan. Göz hapsindeyim on yıllardır. Gömleğimde çalınmış, çömleğim de. İpten alınmış geleceğim yorgun. Yolsuz kalmışız kime ne, darağacında asılmışız kime ne. Aklı evvelliğiyle hareketlenenleri düşman ilan ettim. Evren faşisti dönemini ve dönmelerini de. Allah’a havale ettim çok yaşadı, o yaşadıkça gönlüm daraldı. Duydum ki ölmüş Evren. Öldü de gitti gaddar, gönlüm ferahladı. Mermi çekirdeğinde üç hayat ve nice nice kıyılan hayatlar. O narin hayatlara vahşice kıyanlar kına yaktılar bir yerlerine, şimdi oralarına pamuk tıkanacak. Ellerimde üç âlem, ibreti âlem cümle âlem duysun ki, and olsun ki ona kinim geçmez. Hesaplaşma mahşere kaldı artık. Vasiyetimdir üç dolma mermiyle gömüleceğim…”

Zaptiyeler tutmuş kolundan yolcunun. Tutsun varsın 12 Eylül ve devamında gariplere evreni dar eden Evren faşistine ve değiştirilemeyen yasal uygulamalarına bedduacıyım. Yolcular yolsuz, isimler sonsuz. Her kavşakta yavşak ölüm ve soylu gözüken soysuzlar. Ölmeyeceğini sandı faşist paşa, 12 Eylül filimcisi paşa paşa öldü.

Film başlar ve film biter…

Hiç yorum yok: