İSTANBUL VE KENTSEL DÖNÜŞÜM LABORATUVARI…
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu…
Yedi tepeli bir kentin her tepesine her kuytusuna görgüsüzlük ve yüzsüzlüğün daniskası konserve kutusu ucubeler kondurulunca bir acayip oldu kent. İstanbul mahalleleri ve sokakları kartonlara tablolaşınca sihirli projelerde, planlı ziyafetler de kifayetsizleşir. Artar dilek ve temenniler. Zaten yalan yanlış felsefeler ve kantarsız uygulamalar din iman derecesine eriştirildiğinde olacağı da budur.
Kendileriyle haşır neşir olanları korumak, yanlamak, arkalamak üzerine geliştirilmiş bu yönetsel ağ karmaşası ve dağınıklığı bir gün olur düzenlenemez ise İstanbul’un İstanbulluğu da kalmaz yarınlara. Karanlık bir ifade ile icraata yeltenişin ve taraflı duruşun İstanbulluluğu da Anadolu’da beş para etmez sonra. Başka İstanbul yok.
Yeni İstanbul için iğreti projeler tasarımlanarak, ormanlar yok edilerek, su yolları tırpanlanarak, topluma villalık kanal ayarı çekilerek ve dahi kentsel dönüşüm denilerek sürdürülüyor hizmet yarışı. Kent bizzat hükümet eliyle küresel dünyaya, uluslar arası büyük sermayeye hizmet edecek şekilde dizayn ediliyor. Kente bu yeni konumu acımasızca yükleniyor. Sözde büyüme kapsamında yaşlı kent ve kentin yaralı insanları vahşi kapitalizmin kucağına itiliyor resmen.
Yeni İstanbul planında Kentsel dönüşüm işleme konulurken apaçık bir sürülme, mülksüzleştirme istismar ve olası mağduriyet tehlikeleri toplumun sırtına yükleniyor. İstanbul’a ve İstanbulluya bu seçkinci ve despotik bindirmelerin yanı sıra ayrıca politik bir yeniden seçmeci denge veya dengesizlik planlaması da yapılıyor. Hal böyle olunca hükümet ve hükümete yakın belediyeler ile onlardan nemalananlar ve faydalananlar yasa ve kural tanımaksızın kentin dar geniş yollarında at koşturuyor.
Zaten sağduyu çağrılarına kendileri bile uymayanlar sağdan soldan hüzün sonrası duygusallıklarla günü kurtaranlara, geleceklerini kurtarmak adına yeni kent ve kent içinde kentler inşası yoluyla akçalı bolluğa pencereler aralanıyor. Gidişat arada zafiyet gösterince oluşan derin çatlaklar, kasnak kırılmaları ve kayış atmalar sonucu çıkan cılız isyanlar harç, para, pul, ikrah kapatılıyor.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu, hız kesmeden sürüyor dönüşüm…
İstanbul’un bu gününü düşünmeden küreselleşmenin emrinde ve büyük sermayenin yararına yapılan betonsal yatırımlarla ekonomik teslimiyetçi bir kent yaratılıyor merkezden dışarı yayılan. Ekonomi, çevre, yeşil, doğa, hazine malı, tarih emaneti hiç düşünülmeden ne varsa kapitalizmin emrine sunuluyor. İstanbul’da büyük alışveriş merkezleri yaygınlaştırılıyor, civarda yeni yerleşim alanları oluşturuluyor, bu çarpık yenileniş ise kentin gelişmesini ve dönüşmesini tersine çeviriyor. Öyle veya böyle her yapılan aslında imaj yenileme, mevcudu koruma ve söylem geliştirme malzemesi. Ayrıca kantarın topuzunu kaçırmış boyutta çemberin içindekilere bol kepçeden aktarımlar.
Böyle olunca işliyor elbette çark ve İstanbul’u yenilemek ciddi dur diyen de çıkmadığından kolaylaşıyor. İstanbul yenilecekmiş kimsenin umurunda değil, görünen odur ki yenilendikçe hezimete zemin hazırlanıyor. İzlenen imar politikalarının ve uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin tek gerçeği ise iktidar erkini devam ettirecek ikramlar için kaynak sağlanması ve rantın bölüşülmesi. Zaten tüm dünyada özellikle Orta Avrupa’da böyle işletiliyor bu kentsel dönüşüm mekanizması. Ama oralardaki elde edilen kazanımların nasıl paylaşıldığına bakmak ve dersler çıkarmak gerek.
Yetmiyor İstanbul yerli yabancı ayırmadan, hemen herkese uyruk aranmadan, kuyruk ve buyruk doğrultusunda kiralandıkça kiralanıyor, satıldıkça satılıyor. Kent resmen kentin gerçek sahiplerine karşı özelleştiriliyor ve yabancılaştırılıyor. Parası olanlar, parası olmayıp para babası bulan taşeronlar, akıl bozan komisyon rakkamlarıyla kara para aklayan acemi çaylaklar paylaşıyor mevcudu ve mevcuda eklemlenen rantı. Sanki batan geminin malları veya savaş ganimeti İstanbul’un binlerce yıllık değerleri. Bu ağır aksak anlayış hızla birilerinin zenginliğine zenginlik katarken, bu haksız paylaşım çoğunluğa yoksulluk olarak dönüyor ayni hızla. Bu paralılık bir cenaha rüyada bile göremeyecekleri şan şöhret, hibe ve hediye olurken, bir kesime ise derinleşen bir uçuruma düşmeden evvel eline tutuşturulan ve çoluk, çocuk akraba talukat kesinlikle ödenecek yüklü fatura oluyor. Yani kentin içi boşaltılarak dışı da cilalanarak İstanbul’un geleceği karartılıyor ve de pazarlanıyor.
Suyu tersine akıtan benzer uygulama ve eşitsizliklerle İstanbul’un yeniden kurulması merkezde kalmış ve sıkışmış ilçelerden başlıyor. En barizi ise hükümranlığın yıkılmayacak denli sağlam görüldüğü merkezlerden pompalanıyor. Hayal dünyası, kentsel dönüşümle değişecek hayat rüyası baş tacı ediliyor. Ve kentsel dönüşüm programları laboratuar statüsünde sayılmış oralardan ülkeye lanse ediliyor. Başta alan almış satan satmış, alan razı satan razı bir durum yaratılıyor. Böyle kentsel dönüşüm olmaz, toprak sahipleri ileride mağdur olur diyenlere ise veryansın ediyor kandırılmış mal sahipleri, iktidar yanlıları ve borazancıları.
Sonrası apar topar tomarla ele geçirilen hisselerin bir yatırım ortaklığına devri, kaçak başlanılan başlatılan bir proje, ruhsatsız bir yapılaşma, eksik metrekareli hak teslimleri, metrekare farkı ödeme mecburiyeti ve hak sahiplerinin meçhul bir tapulaşma ile karşı karşıya kalışı. Emsal artışından kazanılan binlerce metrekare inşaat alanının kime yar olacağı belirsiz ve başka bir muamma. Emsal artırma ve dairelere birer ikişer kış odası kurnazlığı bile teknik üniversitelere bitirme tezi konusu olur. Ve kentsel dönüşüm üzerine yazılacak yüzlerce makale nedeni.
Ama Allah’ın sopası yok, ilk oralarda, merkeze en yakın labarutuvarda patlıyor kabak, çatlıyor toprak, dökülüyor yaprak. Allah’tan lafla yürümüyor inşaatlar, atılmıyor katlar, her şeyin ödenecek bir bedeli var. Laboratuarda vaatler yerine getirilemiyor, verilen sözler tutulmuyor sanki. Merkezde kaynama bu minvalde. Ve ahali o en uyumlu ahali takke düşüp kel görününce havalandı. Bire bir, metre kareye metre kare atmasyonları ve promosyonlar, dairelerin net brüt olayına takılınca, üste milyonlar ödeme mecburiyetine endekslenince toprak sahipleri isyanda. Gitti gider canım daireler, paralar pullar. İmajda, metrajda yerlerde sürünüyor ve bu saatten sonra halkın yapacağı nedir ancak kallavi hukukçular bilir. Belki de hiçbir şeydir bundan sonrası için yapılacaklar. Onca uyarıya karşın imzalar atılmış atı alan da denizi geçmiştir. Daha işin en başında oluşmuş mağdurların feryadına, kentsel dönüşümün rantını paylaşacakların aç alıcı pozunda ‘satın bize’ kurtulun havası da manidardır. Takası tımbırtısı ile kentsel dönüşüm martavallarının geldiği nokta budur. İşte kentsel dönüşüm laboratuarları merkezi İstanbul’da örnekleriyle sabit acı veren son durum.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve ülkeyi vurdu ve hız kesmeden sürdürülüyor kentsel dönüşüm. Ama şiirler kanatlanınca tepeden tırnağa şairane bir arınma başlar ve bu çok örselenmiş kent yeniden eskisi gibi güzelleşir, İstanbul’laşır…
Çözüm ortak beklentilerin uyumunda saklıdır, çözüm umut ve çekilen acılarda gizlidir. Felaketi öne çıkarıp insanların ümitlerini yok ederek tırnak içinde her kentsel dönüşümü çare öngörmek ve göstermek etik kurallardan kopuşu da hızlandırır. Bu hızlı yaşam kısır döngüsü, dönülmez hataları da beraberinde getirir. Gün gelir kim tetiklerse tetikler ve canlar İstanbul’unda milyonlar, o bilinmez görülmez sanılan milyonlarca şeyi görür, okulu mektebi olmaksızın anında öğrenir, öğrendikçe de ‘bu iktidar vallahi güzel’ demez bir daha. Ve ‘siz geleceksiniz de ne yapacaksınız diye diye’ ehveni şeri getirir bütün yönetimlere.
O vakit, gökkuşağı renkleri taşınır demir, çimento ve kum aksamlı akşamlara ve çiçekler açar betonlar, gül gibi kokar İstanbul’un asfalt yolları. Göz kamaştırıcı bir ahenkle, renk ve tonlamalarla elyaf elyaf kızarır İstanbul’un çatıları. Ve İstanbul’da kentsel dönüşümün kapkara bulutları kalkar gökyüzünden. Ama Esenlerlinin gözyaşları dökülür İstanbul’daki tüm yol tabelalarına.
O tabelalarda “İstanbul’un merkezi Esenler’e gider” yazar lakin Esenler artık Esenler’lilerin değildir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder