29 Ekim 2014 Çarşamba

‘KÖMÜRCÜ’ KALIRLAR VE KENDİLERİ GİBİLERE DAĞITILAN ‘KÖMÜR’ OLURLAR

KÖMÜRLÜKLER YIKILSA DA ‘KÖMÜRCÜ’ KALIRLAR VE KENDİLERİ GİBİLERE DAĞITILAN ‘KÖMÜR’ OLURLAR SUDAN SEBEPLERLE…

Toprağın altı ocağın içi, yanmış, sönmüş, patlamış, parçalanmış canlarla dolu, yer üstü ise içi, yüreği yanmış, kırık gönüllerle. Nasıl yaşarsan öyle ölürsün misali, ateşe, suya sele kapılır, toprak olur gidersin, bir lokma bir hırka uğruna, ocaklar dolusu…

İnsan mevkii ne olursa olsun, gördükçe akıllanır ama akıllandıkça bakar da görmez maalesef. Haritada bile yeri olmayan kazma vurulan yerlerde yaşayanlara, yaşananlara, yaşanmazlara tümden duyarsızlaşır his, heves ve nefis tutsağı olanlar.

Bu sonradan görmeler ve görgüsüzlükten olmalar çoğaldıkça sade hayatlara tabiler, kömürlükler yıkılsa da kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar, hemde sudan sebeplerle.

Bu gün değil yarın, yarın değil bugün ikilemi ile ertelenen ve geciktirilen önlemler sakatlık, yarım kalma ve en kötüsü ölüm kuşu olarak yağar maden çukurlarına. Madeni para biçiminde sayılsa değmez gündeliğe yiter, biter ömürler. Vesveseler arttıkça rasyonel düşünce her adımda, her derinlikte tekler, tekler dünyalar, çöker dünyalıklar. Her maden çatlağı gelip çattığında gündem hemen değişir, bir anda madencilik adı namına her şey hayat memat meselesi sayılır. Fakat kısa zamanda unutulur, unutturulur yıkım. Yüreklere abandıkça karanlık, abandıkça abanan korku ve yaşanan karabasan sadece madenci ve madenci çoluk çocuğuna kalır. Oysa sık aralıklarla yaşanan kara kömürsü karabasanlar her ihtimali yakınlaştırır ve tüm algıları bozar ilk dakikadan itibaren.

Yaslar ilan etmekle başlar, ilerisi gerisini hale yola koymakla geçer ilk saatler ve ilk günler. Sonrası koca bir hiç, hiçlik. Sade hayatlar süren tüm madenciler, kömürlükler yıkılsa da kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar sudan Selden sebeplerle…

Son perdede madenci için çaresiz ve perişan olmak ve böyle kalmak ve her daim sahipsiz arkasız yarım yamalak yaşamak o ilk vurgun sonrasında iyice belirginleşir. Ödenecek denen ve sözü verilen maaşlar aylar geçer ödenmez. Nafakasını isteyenlere memurlar meydanlarda cop vurur. Daha copun değdiği yerdeki kılcal iç kanama ve kızarıklıkları geçmeden, yüreklere başka bir yerdeki madenci kayıpları pranga vurur. Böyledir işte ayaklardaki paslı zincir çözülmedikçe ve kırılmadıkça prangalar o kara çamurlu çizmeleri ayaktan çıkarmak da mümkün değildir, çıkarılsa da asla işe yaramaz.

Akpak,  esen memleket deyip aklına esenleri yapanların ihmalleri yepyeni ana, baba mahrumiyetleri yaşatır ekmeğini yerin altından çıkaranlara ve ekmeğini yerin altında yemeye mahkum edilmişlere. Çekirdeklerine iliklerine kadar çürümek, çürütülmektir zincirleme devam eden sömürünün madenciye bırakılmış kar payı. Yersiz celevatlar ve âdemoğluna reva görülen hayatları değiştirmeyenler ve sağır sultanın duyduğu güvenliksiz maden dışı içi iş ortamları düzeltmeyenler, her ağızda mimledikleri din kardeşleri madencilere bu bir nevi cinayete, tırnak içinde faili meçhul cinayetlere kurban gitmeleri hazırlar.

İç dünyada nice inkılaplar devrimler olurken dış dünya hala köhne muhtariyetle yönetilince daha çok hutbeli hutbesiz, al bayraklı bayraksız vedalar görür bu alem, el alem. Hayatın gerçeklerini erteledikçe kaybetmek işte budur. Keşkeleri yaşayarak sona yaklaşmak, sınıra ulaşmak ama son güne çıkamamaktır başa gelen, başa geçen. Bu durumda hayat kısa masalına ve işin fıtratına bağlanır devlet destekli derdest edilen bu mesele. Yani zikirle, şükürle, çarpık ama çarpan fikirle bağlanmış yollar ve dehlizler. Ve yıkılan hayatlar da birbirine bağlanır tünellerde.

Tatbikatı eksik bilgi, pratiği eksik nazariye, yapılabilirliği yetersiz, iyileştirilmez imkansızlık, yetkin olmayan istek ve motivasyon, tecrübeyle sabit taşkınlıklar ve su istimaller, her şeyi izole etmek üzerine planlanmış ölçüsüz ve ölçüsü asla tutmaz muhabbetler ile küllenir, su basılır, sellenir her madensel mesele ve yaraya tuz basılır yeniden.

Tek dertleri sadece hayatlarını sürdürmek olan tüm madenciler, kömürlükler yıkılsa da yine kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar, hem de selden, sudan sebeplerle…

Sürekli tekrarlanan bu kara kömür esintileriyle akıl bozulması yaşanır, akıl tutulması yasalaşır ama yürek yarası her devasında yine dağlanır. Ağlanır, sızlanır hikâyeden. En dayanılmaz, geçmez, olmaz acılar ve şıp diye biten aşklar, sevdalar ve sevgiler gözyaşlarıyla yaratana bağlanır. Suçu başka yerlerde aramaya, suçu başkalarına yıkmaya hiç gerek yoktur aslında her şey, tüm gerçekler ayan beyan ortadayken.

Zaten amirin, emirin en kötüsü halkını kötülüğe sevk edenlerdir. Kötü ve taklit yaşantılar zalime ve zorbalığa yakınlaşmayı, akrabalığı artırır. Dostça, iyi, güzel ve aklı başında yönlendirmeler ise ahmakla, alıkla dostluğu önler ve engeller. Kim dost kim düşman birbirine karışınca, milletin yer altında ve yer üstünde ayağına dolanır, illet ve musibetler. Bak, ara yüz elli beşi hallolur tüm meseleler demekle de olmaz, iyiden iyiye irdelemek gerek hayatın realitesini, okumak lazım kara kaplı kitabını.

“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri.”  İyi okuyup anlamak gerek bir tutam huzur ve mutluluk için, insanca yaşamak için ve sabretmek. Ama sabır taşı da çatlamak üzere, artık sığınılacak limanlar da azalıyor, kömür madeni el yakıyor, can alıyor, yürek yakıyor.

Madenin içi yanmış, su basmış, gaz patlamış içeride kömürleşmiş bedenler, donmuş damarlar, dışarıda duygusal heyelan. Altında kalmış madenci kara kömür düşlerinin. Duygu selinde boğulmuş insanlık, kömürcü aklanmış, kömür kanlanmış. Erezyona uğramış hayatlar canlar yandıkça ısınmış zevat. Öyle bir isyan ki yaşanan yaşadığına lanet okunur türden. Ve anahtarı dil olunca insanlara kilit, asma kilit filan da dayanmaz.

Sade hayatlar sürdüren tüm madenciler, tek anahtarlarının dilleri olduğunu anlayınca kömürlükler yıkılsa da yine kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar, hem de sudan sebeplerle, ama kalanlara kilit milit, asma kilit dayanmaz…

Her vesileyle gerginliği artıranlar, peşpergellere merkez olanlar daire çizdirenler, yer yuvarlağında son fırsatlarını kullandıkları bilinciyle limitli limitsiz tavırla ak pakız diyerek ortalığı kömür tozuna, barut kokusuna bularlar. Bulaşıcı hastalık gibi sarar aklı hırs, kabarır savaşçı gönüller. Limitleri aşan kayıtsızlıkla gerekenleri yapıldığından dem vurularak yapılmaması gerekenler unutturulur. Onca azaba, gazaba karşın birileri yüzlerine bulaşan kömür isinden aklanma paklanma derdine düşerler her maden faciasında.

Süzme dertler ince derde koyar insanı, insan olanı. Bu akla kara meselesidir. Kömür karasının açtığı yarayı bunlar öyle kolay kolay iyileştiremez ve merhamet göstermeyene de merhamet edilmez. Kereste keresteciler orman yağmalamayı bırakmaz, madenciler kara elmas uğruna yer küreyi didikler dururlar, onların da yakalarını ölüm bırakmaz.

Tek gayeleri sadece sade hayatlar sürdürmek olan tüm madenciler, ölüm meleğinin nefesi enselerinde, patronların pençesi yakalarında dalarlar loş galerilere. Kömürlükler yıkılsa da onlar yine kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar, hem de havadan sudan, selden sebeplerle… 

27 Ekim 2014 Pazartesi

KİTLE İLETİŞİMİ VE İLİNTİLER…

KİTLE İLETİŞİMİ VE İLİNTİLER…

Kitle iletişim araçlarına sahip olanlar veya üzerinde söz sahibi bulunanlar toplumu gizli maksatlarla bilgilendirmelerde yanıltabilir, yönlendirilebilir, aldatabilir veya şartlandırabilirler...

İşlerine gelmeyen, dişlerine dişlilerine uymayan her olay ve her konuda ise Kaptan Kusto’yu mezarından kaldıracak uyduruk belgesellere saplanırlar ya da eskiden kalma kakma saplı ibrikleri ekranda donuklaştırırlar.

Ve minyatür işlemali bakır ibrikler, ibriklerin göbeğinde sarı kelebekler, benek bezek, kanat kanat ve ibrikten dökülen koruyucu melekler araya girerek televizyonun tarihi boyunca karikatürlük malzeme olur...

Çocukluk algılarından süzülüp gelen bilgilerin yanı sıra yıllarca verilen çarpık eğitimin ve farklı çevre mahalle etkileşimlerinin öğretileri doğrultusunda tırnak içinde gelişir ve güzelleşir o özel boyalı dünyalar. Dünya yükü doğru bilgilenme çabalamasının sonucunda ise tümden o renkli kutulara teslim olunur. Her neden ise esaret günden güne yıldan yıla sürer ve artar. Hangi yarışma benim, hangi dizi senin, hangi maç kimin, hangi siyasi sağın solun ortanın devam eder temaşa. Sonuç tarihin iki binlik ilk çağlarından bu yana bir arpa boyu yol yolsuzluğu.

Her yeni anlayış, yapı ve düzen bilumum ekranlardan bin bir türlü metotlar kullanılarak zerk edilir. İyidir kötüdür vesair, aç bilaç bakan gözlere kalır reyting tahlilleri. Arz edilen ürünler silsilesi çoğaldıkça anlamsızlaşır ama paralanır pullanır sahte dünyalar. Çeşit çeşit ar-gesi yapılmış gerisingeri üretimlerle eksik yaratımlar içindir her şey, saltanat sürsün içindir. Ekran sever yine aç tok izler ve över çok açık bir kara gerçeklik taşımasına karşın tüm numaraları, kırk numara kırkayakları. Ve inanır inandırılır gözden öze, özelce.

Hep kazanmaya ve kazlamaya dönüktür ekranın yüzü…

Kitle iletişim araçlarının her nevine sahip olanlar veya üzerinde söz hakkı bulunanlar hak etse de hak etmese de daima kazanır, toplum ise gizli maksatların pençesine düşer ve ila nihaye daima kaybeder. Doğru ve dürüst bir genel yargının kazanımı yerine, yerinden doğrulmadan, yan yatarak kazananlara genel geçer piyasada faydacı zihniyet ilkesizliği pastalanır, cilalanır.

Ve adam yetiştirme yerine, adama yetiştirme ilintisi iletişim ağlarının tümüne egemen olur. Millet, memleket bekası ve memleket kalkınması kalıp sözleriyle, tek doğru karşılığı bulunmayan yanardöner bir aldatı aracına dönüşür sihir alemi.

Üzerine minyatürler işlenmiş ibrikler ve de sürahiler göbeklerinde kırmızı kelebekler, benek denek, sanal banal araya karışır. Ve ibriklerden sürahilerden dökülüverir yeşil koruyucu melekler. İşlerine gelmeyen her konuda ve her konumda ucuz, uyduruk ve kuduruk belgesellere saplanırlar ya da çakma saplı ibrikleri ekranda dolaştırırlar.

İsteğe ve talebe göre arzuhalci mantığıyla kotarılmış total bilgiler görüntülü ve sesli karadan, uydudan, kablodan, sanal, yanal ve masal yollarla sağlamlaştırılarak ortalığa yayıldıkça, uygulanan siyasal modelin doğruluğunu düşünmeler ve onaylar da tartışma götürür. Ulusal, bölgesel ve yerel çapta sürdürülen ve pazara sürülen görsel ve işitsel argümanlar alabildiğine durağan bir demokrasi çarpıtması yaşatır ve aç ve taze beyinler geleceğe dönük bir demokratik yanılgı yaşarlar.

Öyle ki; sözde çığır açan, lafta sınır aşan ve de haddini aşan konseptler televizyonlu on sekiz milyon haneye girer, çıkar, girer. Bile bile ladestir akıl ve hatıra kıyımından sızan. Frekans frekans yayılır siyasal frikikler ve sosyo-ekonomik ofsayta düşmeler. Ama bakan gözler görmez, gören gözler bakmaz olmuştur can-cin-con kutusuna, top her sıkışmada taca atılır.

Hep reklama rakkama dönüktür ekranın yüzü…

Yüz güldürmez platformların ve bin beş yüz kuruluşun kurumlandırılmasıyla kurulmalar kurumlanmalar, hiç hak edilmeyen sosyo-siyasal ve ekonomik medyasal bilgi kirliliğine yol açar. Antenler uydulaşıp yuvarlaklaşınca bir şeyler yumuşar ve tek bir anten ile çalar saatler ve saat başı ajanslar.

Ve bakır ibriklerden, uydurma kaydırma belgesellere kayar keskin muhalifliğin muhafazakarca terbiyelendirilmesi. İhlaller ve cezalandırmalar büyük ihtimalle faşist ihtilallerin yerini tutar eylülde meylülde, enlemde boylamda, eylemde tekdirde on iki dakikalığına. Takdir tekbir ise ağlara takılanlara kalır.

Aldatı dünyasına aldanmalar ve göz bantları reklam bandlarına dönüşür, olduk olmadık yerde ve egemen emperyal ellerde. Millet çoluk çocuk yok denilen illet bir zihin kurmacasına taptırılır. Eskidendi farz ettirilen ve sırası geldiğince feyz alınan verilen devlet tekeli sarmalına savrulur tüm esnalar yesmanlar, esmeler gürlemeler. Bu salınış ve savruluş teknolojik gelişmeler ile de desteklenince üst kurul filan da küçüklere ve büyüklere hikâye olur. Üstten aşağıya, tepeden tırnağa gücü yetenin üyesi bol derin olanın borusu öter. Bağımsızlık otoritesi, belgeli otoritelik nasıl bir olguysa artık yine iktidarın dediği olur, tam yerinde rest gelir, tam yerine belgeseller koyulur. Denetimlerin görsel ve işitsel boyutu ise racon kesmelerle, esrimelerle, besmelelerle kesinleşir ve müzminleşir.

Bu müzmün müzaferede keskin muhaliflik de hepten dinden imandan, meselden meshepten çıkar, günahları vebali olanların ve günah keçilerinin boynuna...

Kitle iletişim araçlarına sahip olanların ve üzerinde söz sahibi olanların, işbaz şahbaz emperyalların hep tip, her tip, tipitip gizli maksadına açıktır ekranların yüzü. İster parasına, ister gazozuna ister ise paparaya oynanır galibi mağlubü baştan belli, keli felli, beyli paşalı, eli maşalı maçlar…

Yüz görümlüğü peçe hak getire, habire kamusal hizmet habire tamusal hezimet. Kamu yayıncılığı denilip, durulup özerkliği her kıskaçta, belli kıstasta özelleştirmek demokratik açıdan asla savunulamayacak negatif bir durumdur. Bu sınır içi, sınır dışı eğreti durumda İnternet üzerinden doğrudan denetimi zor bağımsız iddialı kurumsallaşmalar da olmasa, direkt direktifsiz çıkışlarda yapılmasa ses seda çıkmayacak, şu;

Kitle iletişim araçlarına sahip olanlar veya üzerinde söz sahibi bulunanların toplumu izli ve gizli maksatlarla bilgilendirmelerle yanıltma, yönlendirme, aldatma veya şartlandırmalarına.
 
İletişimsel ilintilere bakıldığında uşağı kuşağı, yavşağı kavşağı bol reklam kuşağı, yeni yeniyetme reklam kuşaklarını doğurdukça kim kazanır, kim kaybeder belli; uyutulan ve uyuşturulan halk…
 

24 Ekim 2014 Cuma

‘KENTSEL DÖNÜŞÜM’E DEVAM, HIZLA DEVAM, HIZ ARTIRARAK DEVAM…

 ‘KENTSEL DÖNÜŞÜM’E DEVAM, HIZLA DEVAM, HIZ ARTIRARAK DEVAM…

Kentsel dönüşüm şu Esenler sathında şatafatla başlatıldı. Aradan sayılı günler geçti, seçimler kazanıldı ve hız kesti aniden kentsel dönüşüm. Mağdurların kiraları bile ödenmiyormuş. Sanki frene basıldı, geri vitese attı birileri, ama neden…

Anlatıldı, yazıldı, paneller düzenlendi, kitaplar harmanlandı tüm kentsel-rantsal saptamaları iktidar ağzında karşıtlık damgasına kurban edildi. Arşı karşı bir yana sonra. Sonra tüm kaygılar el birliğiyle geçiştirildi. Ve sonra heyecan geçti. Esenler başta kentsel dönüşüm yurt çapında duraklama dönemine girdi. Kentsel dönüşümün yerelde genelde özünde el, cep, yürek yakan köz olduğu ve ruhunda sürülmeler göçler taşıdığı görüldü. Başta unutuldu, unutturuldu ama. Aması her fırsatta maddi manevi kazançlardan dem vuruldu.

Velakin bu işin asıl mağdurlarının halkın garip kesimleri olduğu görmezden gelindi. Ve ara sonuç, kesin mizan, mevcut iktidar yerelden genele aldığı oyları bu yorgun ve yoksul kesimlerden alıyor, alıyor da alıyordu. Ya kentsel dönüşümler sonrası…

Perspektifi zayıf ve permutasyonu kopuklar, ezik ve kopuk bir yaşam sürerler. Sürekli sürülürler sürüler halinde. Ve bilimin aydınlatıcı yansımasına inatla direnirler, pergel açmazlar. Bu nedenle değişim zaman alır, mekan gider ve kentsel dönüşüm hayal olur üç beş yıla. Tokinin mokinin ve benzer müştemilatın dünyalık, takunyalık evleri sayılmazsa kentsel dönüşümden tüm muhteviyata ve zevata el çektirilir.

Sürgün vurunca dört bir yandaki süren kentsel dönüşümleri, dönüşümünde hızı kesildi, can çekişiyor. Her mahalleye sunulacak kentsel değişim yerinde dönüşüm sözleri unutturuluyor sanki. Kolayca, devlet destekli başlatılacağı söylenen ve aslı deprem odaklı rantsal paylaşım atılımı olan projeler rafa kalktı gibi. Şimdilik ertelendi, ötelendi sanki. Esenler’de beş altı mahalde başlatılacağı güncellenen kentsel dönüşüm neden ayni süratle devam etmiyor, ettirilmiyor. Sormak lazım dönüşüm heveslilerine neden.

Kentsel dönüşüm şu Esenler semalarında şatafatla başlatıldı aradan iki yıl geçti, seçimler kazanıldı ve hız kesti aniden. Artık daireler elde mi kaldı acaba, başka acayiplikler mi var. Sanki frene basıldı, geri vitese attı birileri nedense…

Alem yanılsa, allem kulem yanıltılsa da, yanılgı dar küçük balkonlarda plaj kumu doldurulmuş plastikten sahte kiremit görüntülü saksılarda yeşermeyen hayatlara hasretliktir aslında. İnsanlık albenisi bol sımsıcak düşler, altın tozu gibi sarsa da düşleri, ışıl ışıl yapışsa da düşüncelere, insan da yine de denizin mavisine sürgünlük başlar. Yeşilin alına moruna ise hayranlık artar. Kentlileşmek adına bir özlemdir dönüşüm ve ilkin fakirlikten beslenenleri vurur alnının çatından. Sonra bugün veya yarın belki yarından da yakın herşeyi. Vurur geçer maazallah.

Kentsel dönüşüm üzerine yapılan tüm çağrıların gelir garantili olması da tutmayınca, tutturulamayınca hesaplar, hiç umulmadık anda ters teper anketlerin ibresi. Velev ki zenginlik olsun depmece o vakit te sandıklar züğürtler. Çünkü hayattan kopuklar, muvazenesi kayıklar kayıp ve besleme bir hayat sürerler. Bu besleme düzeninde ülkenin en fakirleri en zenginlere koşarlar, en zenginler, zenginletilenler ise çağdaşına değer verene meyillenir ve mehillenir.

Kentsel dönüşüm şu Esenler sularında şatafatla başlatıldı, ülkenin dört bir yanına tez elden ulaşımı sağlandı, aradan iki yıl geçti, seçimler kazanıldı ve hız kesti aniden KD. Artık genel seçim sonrasına mı bırakıldı acaba. Sanki frene basıldı, geri vitese atıldı KD. Velakin ortalık süt liman…

Böyledir işte bu kentsel dönüşümün kopuş destanı, kentsel dönüşümden kopuş destanı. Başta fırtınalar koparılır, ortada fikirler zıtlaştırılır, sonunda destanın gerçek olmadığı anlaşılır. İşin aritmetiği ver kazan, bire bir al, al ver kurtul, bire bir, birebir denilerek, çocukların birdirbir oyununa dönüştürülünce altta kalan zayıflar nefes bile alamaz, canları çıkar. Al sana kentsel dönüşüm realitesi, sosyal yönü böyle. Peki, siyasal açıdan kime yarar bu aritmetiğin işlerliği, hızı ve dozunun mükemmel ayarlanması veya kime yaramıştır dünya ölçeği örneklerde, elbette sağ kalanlara değil açık kapalı sollayanlara.  İşte yarar zarar hesabı da budur kentsel dönüşüm pratiğinin. Teorisi pratiği bir yana pergelin sabit ayağı bir yere iğnelenir sonra dön baba dön daireler çizilir, olduğu yere sabitlenen dairelerin sayısı çoğaldıkça iktidarın gücü de hafif hafif azalır.

İmkansız verilmeye çalışıldıkça ve de öyle vaya böyle verildikçe, beliren yeni imkanlar en imkansızı bile imkanlar. Ve sonra.

Ve sonra ikinci dönem başlar. Sürülenler sürülmüştür. Sürgünler bambaşka yerlerde filiz verir. Ama kentsel dönüşümle evi, barkı, mahalleleri yıkılmışlar ve yıkılacaklar ve de yıkılmakta olanlar sürgün artığı bir kentlileşme süreci yaşarlar. Kentlilik öyle bir duygudur ki yaşayanına haz, yaşatmayanına hasar verir. Bu kerteden sonra fakir mahallelinin izini sürmek de bir hayli zorlaşır. İzi bulunsa da balans ayarı değişmiştir ve kaleye almaz o eski balatları ve nafaka balyalarını. Çünkü kentsel dönüşümün dev aynasında değişik ve bambaşka kentli tipler boy gösterir. Mağdurlar oluşur en geniş çapta ama yarıçapına da mağrurlar yerleşir. Kentsel dönüşümün ölü cereyanı çarpar belki, belli bir cenahı. Yani gelsin oylar gitsin koliler devri kendiliğinden kapanır kent ortasında.

Esenler’de şu yedi tepeli denilen ve yedisi de tepelenen kentin tam ortası ya ondan mıdır nedir, kentsel dönüşüm ortada kaldı.

Ondan mıdır nedir, bu kentsel dönüşüm şu Esenler sathı mahalinde şatafatla başlatıldı. Aradan sayılı günler, bir iki yıl geçti, bir de seçimler kazanıldı ve hız kesti aniden. Mağdurların kiraları bile ödenmiyormuş, daireler elde kalmış, genel seçim sonrasına bırakılmış söylentileri bir yana, sanki frene basıldı. Son sürat seyrediyoruz denilirken,  sanki geri vitese attı birileri, kentsel dönüşüm durdu, ama neden, niçin…

Bu kentsel dönüşümün hayal perdesinde tamuya ibiş memiş aramaya hiç gerek yok. Özelinde, kamusunda soru şu Esenler’de, Esenler’in kentsel dönüşüm cenneti olma hülyası Esenlerlinin cennette oturma sevdası neden hız kesti. Niçin frene basıldı. Bundan sonra nasıl şekillendirilecek şu şehrin çehresi. Hala paftası puftası kentsel dönüşüme uygun mahallerde tek çaplı, yarı çaplı ruhsatlara neden cevaz veriliyor. Bu inşalar hakkıyla icra edilecek kentsel dönüşümün doğasına ceza kesmek değil midir devlet eliyle.

Öngörüsüzlük de, görgüsüzlük de bir yere kadar, hız, haz, caz derken gerçekler bir anda görülür. Kentsel dönüşümün karanlığa yolculuğun hazırlanmış dönem koşullarına en ağır bir darbe olduğu görülünce dur suru üflenir. Üflendi sanki. Tüm etkin ve yetkinler, sağı çağı dağı, sağda solda boşa cakalanmak olan yetkeliler zamanında yapışılan kentsel dönüşüm cevvaline şimdi kopuk kopuk çağrılarda bulunuyor artık. Sabun köpüğü hayalleri satmak zordu, kolaydı belki ama iş tapuya, kapuya, kapı anahtarına dayanınca, halk hapu yutunca duruldu durum.

Durumu yorumu yok, kentsel dönüşüm kent içi göçlere en iyi zemini hazırlıyor. Demografik yapı oradan buraya, buradan öteye savruluyor, sürgün gidiyor. Maddi ve manevi açıdan doygunluk ise yeni açlıkları doğuruyor. Ve hayattan kopuk sürdürülen yaşamlar, o güvenilen oy depoları çoluk çocuk kendilerini gerçeğin ta kalbinde buluyorlar. Bulunca da daha daha iyisini bulmaya, arzulamaya yelteniyorlar.

İşte yel böyle vurunca, yeltenmelerin yörüngesi kayar ve baş ağrıları başlar. Hayat çok tuhaf bir döngüdür. Dönüşüm değişim derken mahaller toz yığını yıkılırken, birden öylece kala kalır iktidarlar. Kentsel dönüşümler iktidarın iktidarsızlaşma nedenidir apaçık. Hırsla kentsel dönüşüm ipine tutunanlar kısa zamanda ipi bırakmak zorunda hissederler kendilerini. Ekran, akran dolaşılıp, kentsel kendisel dönüşüm martavallara atanlar, masalın kendilerini vurduğunu vuracağını görünce geç de olsa kendilerine gelirler.

Dünya da özellikle Orta Avrupa’da kentsel dönüşümün tarihsel sürecine bakıldığında görülür her şey, fazla söze gerek yok her dem.

Frene basılmalıdır, basılmalıydı, basıldı da. Çünkü bu üfleme süsleme kentsel dönüşüm ürünleri bir iki el değiştirdikçe oyun moyun rengi de değişir. En değişmez görülürken, en değerler değersizleşir. Koyun bir alın birebir ahkamları, kentsel dönüşüm icraatları, değişimin her alana yayılışını hızlandırır. Kentsel dönüşüm her anlamda biraz da siyasal iktidarların kendi bindiği dalı kesmesidir kısa vadede. Uzun vadede ise vaatlerin altında ezilmek ve hesap verilmeye zorlanmaktır, hele hele koz başkalarına geçtiğinde.

Ey Esenler avalı, avamı, mavalı yok bu işin, kentsel dönüşüme devam, hızla devam, hız artırarak devam…

22 Ekim 2014 Çarşamba

MERDİVENLER KENDİLİĞİNDEN DİLE GELİR…

MERDİVENLER KENDİLİĞİNDEN DİLE GELİR…

Göğe yükselen kıvrımlı, virajlı ve çok basamaklı yoldan çıkıp, kırkından sonra edinilmiş tüm serveti tavan arasında unutup, bırakıp inmekte var. Hayatta üşmek de düşmek de var. Yükseliş tam bir ağırbaşlılık gerektirir, iniş de ayni vakurluğu çağrıştırır. Ama her ilerleyiş ve miraca duruş, dosdoğruya ve Tanrı ya yükselişi ifade etmediğinden onursal zedelenme çağına çığır açılır göğe.

Çığlıklar ve çağırmalar duyulmadığından basamakların çıkıldığı sanılır lakin yerin yedi kat dibi olduğu söylene gelir ve oraya batıldığı, batılacağı hiç hissedilmez. İyilerin kortejinde yer tutmak ideoloji gereğidir. İdeolojisizliktir dünya mallarına tamahkarlık ve tamaha gönül koymaların asıl nedeni. Hiç hissedilmez merdivenlerin tersine yürüdüğü, yürütüldüğü.

Evreler dil ve din terazisinde tartıldığında ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Gözler cilalanarak tur üstüne tur bindirmek ve hakkı zikrettikçe O’ndan uzaklaşmak verilen tavsiyelerin tavına göz karartmaktır. Sonra karartma gecelerine bel bağlanır. En sonra kalp ve basma kalıp durumlarında hak ve halk arasına sıkışılır. İşte o vakit haz dolu yılların sonu da gelmiş demektir. Ve dahi çok yakındır yaz.

Yaşarken ölmek de bu dünyanın temel kurallarından biridir. Müjdeler kâinatı belirlerken, en yakınlarını dahi basamak yaparak yükselmişlerin geçmiş günahlarının bağışlanacağını beklemek tüm ilahi mesajlara ihanettir. Yine mağdur ve gene mazlum edebiyatıyla yapılan savunmalardan hayır beklemek ise resmen hak ihlalidir. Ortalığı sık aralıklarla gerip durup yine en güzel kalmak, yine mağrur ve gene mahzun olmak yeni krizler yaratmaktan başka bir şey değildir. Tüm bu yancı tavırlar teğet geçmek üzerine kurumlandığından ışıklar yağarken dört bir yanda ışıktan mahrum kalmaktır dört bir yanda. Merdivenlerin tersine yürüdüğü, yürütüldüğü hiç hissedilmez, çünkü ampul patlaktır.

Devreler dil ve din terazisinde tartıldığında ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Devrimlerin tunçtan kapısı kapanmış ise bu devire ilerde açılmaz bir daha demek kandırmacanın kaldırım mühendisliğidir. Ya tunçtan kapılar açılırsa ve yer yarılıp yedi kat düzlenirse, nevri dönenlerin devri biterse. Bronzlaşan suratlara tükürmeye de değmez. Bayram havasında bir muhatapsızlıkla muhatabatlar yaratarak egemenliğin süreceğini sanmak sağ ama sağırlıktır. Ve o sağırlıkta yarınlar ve yarışlar da yalanlaşır. Her sınır her barikat aşıldığında ayni halden asılışlar, yakılışlar, görünen ve görünmeyen tonlarıyla yeniden hortlar. Yükselişler nakış kalemiyle takdirlense dahi, kıssadan yükselti hissi verilse bile düşüş düşüştür ve başlamıştır. Ve düşüşlere üşüşür kargalar. En hızlı biçimde gerçekleşen düşmeler ise en ağır ve ses getirenidir ve anında biter saltanat.

Kararan rüzgârlarla, güftesiz bestelere savrulmak hiç mi hiç işe yaramaz. Çalınan hala o eski çalıntı şarkılar olunca şarkilik hissiyatı kabarır. Yine eksik notalı Bizans şarkıları yeni oyunlarda fon müziği olur. Hoyrat hoyrat akşamüstü efsaneleri ile beraber gün biter kara geceye kalır dünyalıklar. Gecesi başka gündüzü başka aldanış ve aldatışlar ve kara karanlık perde perde örter her yeri, etrafı, arafı. İşte o zaman tüm varlığıyla tekrardan kanatlanır bütün gizlenen duygular özgürlüğe. Merdivenlerin zevkine tersine düzüne yürütüldüğü hiç hissedilmeyince düzen bozulur.
 
Çevreler dil ve din terazisinde tartıldığında da ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Ayna içinde aynalara, kulluk aynalarına benden güzeli var mola diye sorup durup, gerinip her hal ve durumda şirk etlenmek etiketlenmek değil de nedir. Bunca moladan sonra talepkarlık ve ısrarcılık da bir yere kadar. Her çığlık özünde bir renksel çılgınlık barındırır. Ve morumsu aydınlıkta buğulu gölgeler gamlı türküler söyler ve yakarlar. Mahşer günü dahi uyanılmayacak, uyanmakta en zorlanılacak uykulardan dahi gün olur uyanılır. Şu dünya alemi ne uyanışlara, ne geri dönüşlere gebedir. Yarım bırakılmış işler ve aşklar bahçesinde sırıl sıklam yürümekle, beraber ıslanmakla hiç de hallolmaz bazen meseleler. Küçük kısa bir ıslık duyulduğunda en ücrada bir yerlerde beraber ıslanmalar birlikte ıslıklanmalara dönüşür.

Ey unutuşun kara kitabı, kara kutusu bırak geceleri, kaç geçelere. Bırak beter karanlığı daha da ağırlaşan sıska dallara. Taşır en taşkınlığı fidanlar. Ezber bozması beklenilenler kara taşlarda uyur kara karıncalar gibi. Sırtlarında taşırlar ışığı. Güneş deniz ufkunda yere indiğinde duvarlara çalar hayal çalanların resimleri. Ve aynalarda sararan siluetler. Toptan göbeğinden çatlar ak saraylarda aynalar, simler, simalar, isimler. İşte o çatlamayla tuz buz olmuş yaşamlar yakut gözlü bir hazanı yaşama bıkkınlığıyla fakat gür, yine ‘tek yol devrim’ diye haykırırlar. Merdivenlerin tersine yürüdüğü, zevkine yürütüldüğü hiç hissedilmezken bir anda görülür, çünkü patlak ampul değiştirilmiştir.

Tevrimler dil ve din terazisinde tartıldığında ise ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

20 Ekim 2014 Pazartesi

UNUTKANLIĞIN SIRLARIYLA AVUNMAK…

UNUTKANLIĞIN SIRLARIYLA AVUNMAK…

Kaç kez aynı palavralarla uyutulduk, sonra palavrozları gerçek sandık, uyutulduğumuzu unuttuk ve unutkanlığın sırlarında kendimi avuttuk. Nasıl olsa en sonra her şeyi unutacağız ve hiç uyanmadan tekrar uyuyacağız…

Zaten asli vazifeler unutulunca, geçmişin temel kurumları ağır ağır değiştirilince, iş onları ne pahasına olur ise olsun muhafazaya çalışanların asaletinin yok edilmesine taşınır.

O taşkınlıkta hatalı davranışları bilmeden, görmeden, duymadan, bilgeleşmek Marmara’da adaların açıklarına vuracağı söylenen deprem dalgalarına benzer. İnceden hissedilir ama saniyede yakar, yıkar ve ocaklar söndürür. Günün ve güncelerin hakkı en baba hallice ve hakkınca verilmedikçe şiddetle gammazcılığa itibar edilir. İşte asıl itibar kaybı o an işlemeye başlar.

İşleyişin bu nevinde nevri dönerek çok uzunca bir süre zorluklarla baş etmeyi öğrenmek de bir anda çevre faktörlerinden etkilenir. Etki paniğe dönüşünce sağlıklı düşünmek de zorlaşır. Kökünden biçilmiş ifadelerle dar pencerelerde tutkular bekleşir. Üstü çizilmiş kısa cümlelerin ayrıntılarında gizlidir aslında hakikat. Buruşturulup çöpe atılan ve yitip giden hayatlar çok bilgi uğruna kanıt arama yamacına gömülürler. Yetenek öğüten soygunlar ve soyguncular da unutulur ve vakur ve ağırbaşlı görünmeseler de tabelalarında o yazar. İnanılmaz bilmiyorum demeler bile aşırı çekince koymalara dönüşür ve çekimserlik tavır yapmacıklığını peydahlar.

Kaç kez atılan aynı palavraları unuttuk, sonra yine ayni palavrozlarlarla uyutulduk. Kaç kez uyutulduğumuzu unuttuk ve unutkanlığın sınırlarında dolaşarak kendimi avuttuk. Nasıl olsa en sonra her şeyi unutacağız ve hiç uyanmadan tekrar uyuyacağız…

Gelenekçiliğin en sıkı ve tutkulu savunucuları bile her değişimle bir güzel değişirler. Ve en koyu muhaliflerin yoluna ısrarlı bir duruş sergilerler o değişkenler. Aslında sergilenen geçen yüzyılın sonlarında yıkılışın, o eski dini inançların kuvvet kaybının bu çağa taşınması ve hesaplaşmasıdır. Ortadan kalkmışlığın yeniden diriltilmesidir, çarmıha gerilen. En yaygın ifadeyle zamanın yaratıcı ve yıpratıcı özelliği biçimlendirir tüm unutmaları. Değişikliğine çalışılacak her konuda asırlık işleri kurcalamak her zaman tutar. Zaten tüm inançlar unutkanlığı geliştirir ve de ayni zamanda inançları öldürür.

Ülkenin bütün sorunları üst üste biriktikçe, birikintileri bütün insanların birbirlerine sevgi ve saygı duyabilmesi çerçevesinde ele almak da zorlaşır. Daha çabuk ve daha kolay çözülür olmaktan çıkar mevzuular. Sorunlar Karunları kanunlaştırıyorsa ve Karunları daha da karunlaştırıyorsa her konu başka başka suretlerde zaman ve mekan ayarınca yalnızca şuurlara emanet kalır. Boyun damarları yırtılırcasına doğruları haykırışlar ise hiçbir işe yaramaz. Yaramıyorsa ki devir o devirdir kifayetsizlere gün doğar.

Keyfiyetten asli vazifeler unutulunca hayat akar gider ama tuz da kokar. Koşuşturmacalar artar çoğalır lakin kaçan fırsatların peşine asla yetişilemez. Oysa kâinatın aşırı duyarlığı bir nidalık da olsa keskinliktir en kesisi bol çeşnisinden. Himmet eksikliği ve duygu esrikliği kabartınca zihinleri unutmalar cennetini işbazlık ve fatbazlıklar doldurur. Çatışarak devam eden unutturmalar geçmişin fethedici kurumlarını feth ettirir. Fettanlaştırmak teşekkürlere şayan sayıldıkça unutmalar da işe yarar. Neticede gökleri çökertecek bir zifiri karanlık tavaf eder zihin âlemini.

Kaç kez aynı palavraları unutmak, sonra yine ayni palavrozlarlarla uyutulduğuna utanmaktır sır. Kaç kez uyutulduğunu da unutturur ve zihinler unutkanlığın sihiriyle aldatılarak avutulur. Nasıl olsa en sonrasında her şeyi unutulacak ve hiç uyanmadan tekrar uyunacaktır…
 
Dönüş bilinci ve dönüş bileti kavramları hiçe sayıldıkça aslına asaletine inkârcılık prim yapar. Bu gecikme primleri unutkanlıklar ile ifade edilince de tadılan her şerbet kâsesi damaklarda acı ve kekremsi bir tat bırakır. İnsan olmanın erdemi, demi ve tanısı tınısı ol emrinde gizlidir aslında. Ama hazır ola tam karşıdır buyruk, kula kulluğa ise tamamen kapalıdır kapılar. O boş verilen hakikatler ve tüm mukaddes emanetler dönüş bileti içindir. Özünde hangi açılımı barındırırsa barındırsın hikâyeden övüş için değildir.

Emanetlere hıyanetlik bu kadar açık, asaleten ve vekaleten yürütülebiliyorsa tüm vazifeler ve vazife zaafları da unutkanlığa sevk edilir, şevkle. Unutuşa atfedilen küçültülemeyecek denli tüm büyüklükler şirinleştirilir. Ve hiçleşir tüm pislikler. Hâkimiyet hakkındır tatavasıyla haklar hırsızlığında suç öyle veya böyle gasp edenlerin değil gasp edilenlerin olur. Bu sığınmacı alışkanlıkların tümünü tersine çevirmek, önce terslemek sonra da toplumsal unutkanlığa havale etmekle sağlanır.

Hâlbuki en vefalı alışkanlıkların bile ciddiyeti bozulduğunda asli vazifeleri kendi lehine döndürecek vaizler ve vaizlikler de caiz olmaz. O andan itibaren unutuşun, unutuşların kitabında nice unutmalar altın harflerle yazar. Hangi dini düsturdur aklı beyinlerden atmak. Atanları, batanları, ahkâm kesenleri kimsenin asli vazifesi olmadan muhafazaya çalışmak ise günahtır. Kaydedilenleri kayıtsız saymak ve kayda değer bulmamak ise başka bir muamma.

Onca kayıtsızlığın kaydını tutar, kayıtçılar. Şartsızlığın şurtsuzluğun şuursuzluğuyla ağa yakalanmak ve yersiz yurtsuz sığınak ve barınak aramak unutkanlığa mazeret, unutturmalara malzemedir. Hiç bahanesi olmayan bu mazeret aramalar ve bunaldıkça suyu bulandırmalar ise temizleyemez hiçbir lekeyi. Temizlendiğini sayıp, kanıp sicil sorgulatmak ise unutmayla özdeş öz kıyımdır aslında.

Kaç kez aynı palavralarla palazlanıldığını unuttuk, sonra yine ayni palavrozlarlarla kaç kez sırra kadem basıldığını gördük ama uslanmadık. Bu usanmışlıkta kaç kez uyutulduğunu da unuttururlar ve zihinleri unutkanlığın o muhteşem sihriyle aldatarak avuturlar.

Nasıl olsa en sonrasında her şey unutulacak ve hiç ayılmadan tekrar uyunacaktır…

14 Ekim 2014 Salı

AÇILAN VE SAÇILAN KISMIYLA BAKILDIĞINDA…

AÇILAN VE SAÇILAN KISMIYLA BAKILDIĞINDA…

Harflerin değersiz kâğıtla dansından doğan ve değerleşen bir ahenktir açılan ve saçılan, atlanan ve saklanan kısmıyla da olsa belgeler, belgelendirmeler ve bilgilendirmeler…

Her can alıcı konuda basına açılan ve saçılan kısmıyla bakıldığında rüzgârı arkasına alan uçar gider girizgâhı netleştirilir. Sonra pişkinlikle top taca atılır. Ancak kadro kimlerden teşkil ederse etsin, teknik direktör ayni kalınca hezimet de kaçınılmazlaşır. Baskın basanındır sözü yıllardır akıllıca kullanıldığından ve uygulandığından ortada müthiş ve mucizevi bir başkalaşma ve başkanlaşma var sanılıyor. Veya böyle bir sanı ve kanı yaratılıyor. Oysa eski tas eski hamam. Acı gerçekler bu başkanlaşmayı bir şekilde yakasından yakaladığında anca her şey anlaşılır ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur.

Açıkça kazanmak ve mutlak kaybetmek kısmıyla bakıldığında ahenk bozulur. Evet kazanmak güzel ama her sözde yengi başka başka ve can alıcı yenilgileri ve tabloları yaratır. Veya yaratacaktır. Nihayetinde ayıp ve kayıp bir şeyler dönüyor, dönderiliyor memlekette. Her fırsatı değerlendiren ve sadece kendi kendine kendini eğlendiren bu eğilimler çıkmazında hangi müjde beklenilirse beklensin emir büyük yerden gelince başkan duvarına toslar akla ihtiyaç duymayan başkanlaşmalar. İdeale yaklaşmanın yolu, ideleri türlü çeşit taktikler ile zafer sevincine endekslemek ileride kaçınılmazlaşan sonuçlara gebeliktir. O gebelik içiyle dışıyla tüm ahisel yetenekleri en doğurganlık anında çökertir. O vakitten sonra aşırı sorumluluk almalar dahi güllerin solmasını engelleyemez. Yani hangi cepheden değerlendirilirse değerlendirilsin tuzağa düşülmüş demektir. Başlar önde eve dönüş başlamış demektir. Neler olacağını da görmek için iyice yaşlanmak beklenmeyecektir. Öyle veya böyle bu başkanlaşma sevdasının sonunu ömrü olan görür.

Açık seçik bataklığa düşmeye karşı duruş kısmıyla bakıldığında düşlere yansır bataklık canavarları. Canı var etmeye çabalayan azınlığın düşünceleri için kim ne düşünür, ne der belli ama kesinlikle ve çoğunlukla o düşünülenler gerçeğin ta kendisi meselenin özüdür. Aklı, gözü ve bedeni kuvvetli olmakla orantılı bir dördüncü kuvvet yanılmazlığıdır bu yankı.

Başlı başına başa açılan dertler kısmıyla bakıldığında ise yakın tarih saptamaları bir yana, binlerce yıllık fakat eskimeyen tarihsel öğütlere gereğince uymamakla orantılıdır her şey, her şeyleşme. Kıstaslara uymayan liderlerin başa çıkamayacağı, asla başkanlaşamayacağı ve ilelebet var olamayacağı bir kısır durumdur başa gelen. Kaçırdıklarına üzülen ama yaptığı kötülüklere hala pişmanlık hissetmeyen bir başkalaşmadır şu başkanlaşma sevdası.  Ve bu açık kaçık iç dinamizmi ile dinamitler patlar ve çok yakında çığ altında kalınır. Bu çağda, şu çöl mevsiminde kum çığlarına bel bağlamak kar taneleri gibi etrafa savrulan yargılarla uğraşabilmek demektir. Uğruna katlanmaya değse bari bu teskerecilik.

Dağına taşına açılan ve saçılan dertler kısmıyla bakıldığında ise önyargıların ortadan kaldırılamadığı, kaldırılamayacağı bir ara dönemden geçiyor tüm kazanımlar. Bağımsızlık destanına esenlik dolu yarınlar adına bir dönüp bakmayanlar, yaptıklarına bir değerlemeyi ve sağlamayı çok görenler, kimseyi takmayanlar şunu bilmeli ki çok az zaman sonra başkanlaşma da işe yaramayacaktır.

Kötü ahlaklıların pençesine düşmek, iyi olunsa da insanı kötü zan altında bırakır kısmıyla bakıldığında da abartı dozu yüksek her ilgi ve bilgi şüphe taşır. Aslında yükseklerde uçanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildirler. Kıymette olabilirler, kıymetli görülebilirler ancak kısmette ne varsa onları yaşarlar yalnızca. İşte o yalnızlaşma başladığında başa nice dertler açılır baştan ayağa. Güneşin en parlaklığını söndürecek kısmetlilik de bir yere kadar. Serde, yerde ve gökte sunulmuş o kıymetlilik bir anda sekterlenir ve söner.

Aklı başındalıktan dolayı baş ağrıması kısmıyla bakıldığında ise kıskançlık çektiği için kederlenenlerden ve kaderlenenlerden değiliz. Değiliz ve başımız ağrısa da ağrıya katlanırız. Hırslara tutsakların, kalplerinde imanı eskimiş ve yenileyemeyenlerin ilerlemek adına yaptıkları ve ahkâm kesmeleri ağrıtır ağrısız başları. İlerlemek bir nebze de olsa olgunlaşmaktır, arka ve ön bahçelerde. Ancak arzuladıklarına, emellerine tez elden ulaşanların eşyanın tabiatı gereği karakterleri de zaafa uğrar. Birilerinin dürtmesi ve yönlendirmesi ile de bozulur ıralar. Ve aklını başına denk al deyimi kısmıyla bakılır dönen dolaplara.

Açılıp saçılarak gereksiz konuşmaktan kendilerini kurtaramayanlar kısmıyla bakıldığında ise defter sayfaları başa açılan dertler ile dolar, taşar. Yarın o dertleri, dertlerden muzdaripleri ve dertlenenleri kalın ciltli kitaplar yazar. O yazılar ve yazanlar ve yazarlar kısmıyla bakıldığında ise hepsi de asıl suçlu ilan edileceklerdir. Yerli yersiz davranmaktan kendini kurtaranlar ve zabıttan kendini kurtaramayacak olanlar kısmıyla bakıldığında ise özgürlük güvencesi yıkılmıştır.

Bu yıkıma hangi noktadan hangi yelpazeden, hangi pencereden bakılırsa bakılsın, bakıldığında susmayı bilenler kendi kurtuluşlarını sağlar, susmayanlar ise solsalar da toplumsal kurtuluşu hazırlar…

O USTANIN KÖY EVİ…

O USTANIN  KÖY EVİ…

Her anlatılışta sonsuzluğu haykıran ve bitmeyen masalımızı yaratan o gözünü sevdiğim yapraklarla gizlenmiş köy evidir. O ustanın usturuplu desenlere kucak açmış, maziye kökten bağımlılık duygusu veren o gözünü sevdiğim bağ evidir. O ustanın köy evi…

O ustanın evi mısırı patlatan közünü sevdiğim yapraklara sinmiş ahşap bir evdir. Artık inşa edenleri tarih olan, toprak olan. Tahtalarına kazınmış yakın tarih cilveli cilasıdır. Kaç gelin almıştır, kaç kızı gelin vermiştir. Kaç göçü bir arada misafir etmiştir, kaç yasak savmıştır. İki oda, bir sofa ve bir aşenede titrer hala o hayatlar…

Aşenenin yalımlı ateşinde çorba kazanları kaynarken, kaç çocuk mide gurultuları eşliğinde sofraya selam durmuştur. Sofanın pencerelerinde asılı aksu’nun şırıldayan manzarasının ardında saklıdır tüm bu rakamlar. Ve umut daima bir ümit dolaşır tavan arası kayınlardan kestane dikmelerine kadar.

Acaba kaç zaman önceydi, hatıralara üşüşen eğreti sarsılmalar ve içten kasılmalar. Üzengisi boşanmış bir kısrak gibi gittikçe yakalanamayacak, taşınamayacak biçimde ağırlaşınca mazi üzülür insan. Çünkü korkudan topal eşeğin semerine yapışan cılız çocuk anılarında ağıtlaşır usta ve o ustanın evi. O evin silueti patlar her gece köy ortasına. Hayaleti sılaya vurur, yağmur damlaları sarhoşu çinkolu çatısıyla. Ve köhneleşen zaman çotanakların çatına tüneyince, kaşları çatılır o usta evinin.

O usta evinin çatmalarında altı cemekli motifler ve Arapça dualar serpilmiş. Besmelelerin ortasında Allah ve Muhammed hat levhaları. Kara kalemle çiziktirilmiş ve epeyce benzemiş ata portresi başköşede. Bir oda dolusu aşk manzumeleri, karındaşların denizlik imzaları ve özlü sözler. Bir değişmez ve kaybolmaz  mühür vurulmuş ki tahta sıcağına mürekkebi hala ıslak.

Köz düştükçe öze, gözlerden sakınılan o ustanın evi artık saklanmaz. Yüreklerde eksik kalmış kara sevdalar, akıllarda tam kıvamına gelmiş sözler. Sarfa nazar anında Çepni çekiği gözlü veletler öze, söze, göze gülümser.  Sahanlık rafında kutsal kitabın şifresi göğe asılı. Efendisiz efendilerden öte bir yiğit duruşu sergiliyor ağlaşan ve ağlaştıkça açılan ve ağırlaşan köysel senfoni. Ve o ustanın evinde ayni sazlar ve sonsuzluk senfonisi. Keskin bir aydınlanma bağlamında merhamet kıvılcımları kıvrılıyor ocak başına. Duvarda istem içi, sitem dışı kelime kelime veda hutbesi ve diğer yanda çözümlemeler ve çözülmeler. Her öğleden sonra kendiliğinden duran saatler geçmişe köprü ayağı. Geleceğe ise dal köprüler asılmış. Hangi mevsim, hangi an, hangi gün olursa olsun analar ve komutanlar güllerle bezeli ot döşeklerde uyur, o ustanın köy evinde.

Mısırı patlatan köz söndüğünde ise anılara serpilmiş ve dar patikalara yol vermiş tarzıyla o ustanın köy evinde mutluluğun son perdesi sahnelenir. Doğa doğal dekordur, gönüllerdeki masalsı yangın rekor seviyededir. Sabun ve lavanta kokulu tahtalarına kazınmış tüm bu satırlar.

Her şey tek tek karılmıştır ve yer yarılmıştır, özenle seçilince kelimeler tek tabanca varılır sahte cennete. Bal ormanından yolu geçenler bilir, okuyanı çok, anlayanı yok modundadır silik adres. Ve bir kayboluşu ve varoluşu resmeder ilham perisi tavanlara. Kaç gün ve kaç geceden sonra şelek yükü yorgunluk yağarken bedene akıl melekeleri meleklere bile sırtını çevirir. Ve bir yaşına tam bin yaşına ulaşılır o taşkınlıkta. Yazılar zırlayınca delik tahtalı duvarlarda çekim fiilleri çekilmez ve okunur sadece.

“ Bir fidan diktin bir yürğe, fidanlar diktin yüreklere. Ama meyvelerini hep başkaları yiyecek. Küçük kıyametler peşi sıra koparken evliya düzünde, paşa çimeninde ve değirmen çayırında yine çocuklar seyirtecek. İçteki çocuklar öldükçe onlar yaşayacak ve dışarıdaki bebekler kaşla göz arası büyüyecek. Ve üst üste başarılardan, kazanımlardan sonra kayıplar da yaşanacak ve o ustanın sakinleri ve sakineleri sabır taşı çatlatacaklar.  Bir fidan dikmeye yetmese de ömürler, gerektiğince güç olmasa da bileklerde bilenecek yine de girebi. fidanları kesmemek için ama odunlaşanlar için. Ve öyküsever gönüllerde bir avuç toprakta boy verecek yemişlerini daima başkasının yediği fidanlar…”

O ustanın köy evi sen başka bir yarsın başka bir diyarsın. Kurda kuşa yem olmadan düpedüz, gece ve gündüz ve güneş ve ay ile yıldızlarda yaşayacaksın denizcesine. Ve sözlerde var olacaksın sözleşmişçesine ve de gönüllerde.

Şu arı diliyle şekillenen şu dört günlük dünyada büyümek, büyülenmek her devrin değişmez modası olunca o ağaçların yetiştirilmesini sevecek geride kalanlar. Geleceğe umutları kalanlar yetişeni yetiştireninden ötürü sevecek ve yeni fideler, fidanlar dikecek akıp giden toprağa. Yaşı ilerleyenler önce doyamadıklarını, sonra ağaçları, ocakları ve ormanı sevecek nihayetinde. Ondan ötesi ölümsüz hasat zamanıdır, tüm faniler için.

İşler kesatlaşınca, zihinler hasetleşince aslında farkındalıklar da sonlanır. Safa sürülen aykırılıklar, aykırı düşmeler saflaşır ve insafsızlığın hükmüne son verir. Ancak o ustanın köy evinde sen bir ceviz ağacı, ben bir söğüt, siz bir orman, biz bir bal ormanıyızdır, onlar ise öğütlere tetikçi. Her akşam ufuk kızarınca üstü yeşile boyanan bir renk cümbüşüdür o ustanın köy evi. Aklı, haklı veya haksız anıların sıcağına çeken ve yol bölgesine kurulan sirk çadırları gibidir her zamansız çekip gitmeler. Hem gökte hem yerde yetkili olana ve tutmayan fidanlara ağlamakla iç içedir vekâlet yaşamlar. İşte o toprağa tutunan fidanlar yaşatır dünyayı. Yeşermeyen tohumlar ise meyvesini görmemişlikten yiyenleri değil ama Allah razı olsun, bereket versin demeyenler suçlar. Onlarında dünyalık görevleri odur.

Bu işin özü o ustanın evinde kayıtlıdır. Kıyamete kadar emek çiçeği ve söz ve şiir ve kitaplardır ustasının gözü kulağı. Şahit olunan dünyayı yaratan ve yaşatan ise gözünü sevdiğim yapraklara kazınmış gizliliğin gizidir, izidir. Ve yapraklar ardına saklanan o ustanın köy evi de yüce bir lisan ile o gözün gör dediğidir.

Dünyan bileğimdeki nabızda atar usta, kara dosyalar ise yedi kat çekmecelerdeki büyük bir zarfta saklıdır ve üzerinde nama nam katar cinsten adım yazılıdır. O ustanın köy evinin emanetçisi…


13 Ekim 2014 Pazartesi

ÇÖL FIRTINASI ŞAŞKINLIĞI…

ÇÖL FIRTINASI ŞAŞKINLIĞI…

Hayatta minnetlikler çoğaldıkça, akıl ve duygular minyatürleşir, özgürlükleri yel alır, kurtuluş sel olur, ihanetler yol olur gider ve peşi sıra fırtınalar vurur…

Her çılgın fırtına sonrası bir çöl durgunluğu ve suskunluğu yaşanır, ortalık kumlanır ve sonra yine eski ateşler harlanır. Bu ateş deryasında siyasetin sesinden zesine ateş yiyenler alev kusarlar çünkü her boğulacaklarında sarıldıkları can simitleri odur. Özdeyişi, bendeyişi bir yana, meselenin özü kesintisiz götürüş proje ve programlarında saklıdır aslında. Yalnızca öncelikler değişir, özellikleri benzeşir ve gizli formülü bile olmayan denklemler dizgeleşir. Bu şarki şekillenişin şematiği kayınca da din iman, kitap mezhep adına yapılanlardan Allah muhafaza…

Tanrı’nın seçilmişlerinden olduğu savları ile arenaya sürülenlerin fırtına öncesi ve sonrasındaki tavırları görüldükten sonra bir şeylerin projelendirildiği gibi yolunda yordamında gitmediği açıkça belirginleşiyor. Ömürlerini acemi neşterler gibi sadece kendilerine yol açma, kesip biçmeyle heba etmişlerin artık beni bizi anlayınız şansı kalmayacak biçimde azalmalıdır. Ama azmışlık vurmuş bir kere ardamarına, artıyor azalmıyor.

Bu artık değer kaçkınlarının arkalarında takip edilesi bir iz bırakmadan kayıp gidecekleri, ufacık bir tereddüde yol vermeyecek biçimde kaçıp gidecekleri günler iyice yakınlaştı deniliyor. Çok kısa zamanda belki kayda geçer bu gerçeklik ama ar damarı çatlamış bir kere süre ıraksıyor. Yanında en sevdikleri ile okyanusu izleyip, birlikte okyanus izleme vaadinde bulunanların birliklerinin bozulduğu, denizi geçip ak derelerde boğuldukları görüldü. Bu galiz görüntü şimdi yerel yaşama dönük mecburiyetlerin karşıtlığını ivmeliyor.

Hareketliliğin haraç mezat harcandığı bu çöl susuzluğunda, çal soysuzluğunda, çil huysuzluğunda ve kum fırtınasında çifte kavrulmuşluk bin yaz gününe değse de, milletin illetimsi yine ayni şeyler diyerek geçiştirme meraksızlığı akla zarardır ve en günahtır.

Bu gün birilerini besleyenler yarınlarda o beslemelerin açığı ve açlığı olur. Bu gün gözleri kapalı, bazı gözleri kapalıları besleyenler, yarınların açları, açgözlüleridir tarih sahnesinin. O halde her fırtına sonrası durulmayı beklemek yerine, çöl durgunluğunu vahaya çevirtme planlarını kaşımaktan bile uzaklaşıp evvelallah hesabını sorarız sarmalına girmek iktidar ayıbıdır, iktidar kaybıdır. Bu öyle büyülü ve örgülü bir canlanma ve canlandırma getirmez ama günü kurtarır. Her zamanki gibi söyle, saldır, suçla, suçlarından kurtul veya kurtulduğunu farzet. Yıllardır ertelenmiş, ötelenmiş, örselenmiş, hangi değer ve eğerler var ise onları incelemeden, irdelemeden engellemeci bir tavırla ince ayar çekmek bir sonraki fırtınalarda aşırı zarar görecek olmanın da açık emaresidir.

Artık bu görme engelli tavrını, görme engellilere görme engelli sayılan ama gönülden, gönül gözü ve akıl gözü ile görenleri görerek değiştirme vakti gelmiş de geçip gidiyor. Bu kara körlük daha nereye kadar. Bu manasız benmerkezci, baş teskereci mantık devlet adamı saygınlığını da zedeliyor. Her yapılan siyaset diplomasinin ince ruhuna aşırı zarar verecek boyuta indirgeniyor. Bu içerik gerçeği tüm yönleriyle algılayanları ve görenleri direnç ve direniş yoluna itiyor.

İlerleyiş, yenileniş, gelişim ve değişimde hiçbir gizli formüle ihtiyaç olmaksızın dikkatleri kendi üzerinde tutmak, dikteleri kendi nüvesine çekmek yetmez. Bu tanrısal bağlanışın seçkinliği artık kökten halledilmelidir, yoksa daha çok fırtınalara yakalanılır. Ayak izleri sürerek esenliğe kavuşulacağına inanmak ummanda kaybolmayı hızlandırılır. Dili sürçen, aklı sürtenlerin son yaşananlarla ilgili çınar edebiyatından dem vurmaları, komplo kulpuna sarılmalarıyla geçer gider sıcak günler. Hayatta var bunlar ama hassasiyetle kurullar toplamadan sözde yeni idealiyle herkesi topa tutmak ve acı ortası toylar kurmak hiçte yerel ve yaygın geleneğe uymaz.

İşin ağırı, her geçen ve gelecek fırtına sonrası kuru çölde, kum denizinde, kan ummanında hangi âmâna sarılacağını şaşırmaktır. Ve bu ağıra giden şaşkınlık asla gelenekten sayılmamalı…

10 Ekim 2014 Cuma

IŞİT İŞİTİLİNCE BAŞTA EN BAŞTAKİLER…

IŞİT İŞİTİLİNCE BAŞTA EN BAŞTAKİLER…

Aklıyla hareket etmeyenler her ciddi bunalımda ve akımda akın akın kötülüğü bağırırlar ve en kötüyü çağırırlar.

Başta Işiti gerektiğince işitmemekle başlayan süreç, ne kadar iyi yönetildiği iddia edilse de bu Ortadoğu karanlığı ve sarmalında ülkenin başına daha çok işler açar.

Işit işitilince iş işten geçer…

Akıl kaçkınlığı ilerledikçe akıl ne renk diye tahtaya vurdurur. Ruhlar asla satılık değildir diye devam eder ama ederini etmezini zikreder tinsizler. Oluşan ritim bozukluğu sen kaçasın diye sorgular bu meselede çoğalan itirazları. Her ritmik ilerleyiş her benzer makalede çeşit çeşit hünerlilik bulunsa da en okunması zor paragrafı kategoriler akıl kaçkınları. Bu stilize edilmişlik diyarında bir gece ve her gece akıl alaborasıdır yaşanan ve yaşatılan. Ve isyanın kara sularına girildiğinde ise sağa sola gazlamalar ve bombardımanlar başlar.

Işit işitilince başta başa başka işler açılır…

Yazgı bir yana yazı ilerlediğinde ve okunduğunda biraz daha kaçaklığı simgeler tüm kelimeler. Yüreğin buğusu toprağa düştüğünde ve haberci dumanların izi genizlere dolduğunda en akıllı usluluklar bile azar azar, azar. Dümene geçer dümenden de olsa en paylaşılamaz duygular. Mantığa inat erksel hüküm icraatlarına karşı duruş sokaklaşır ve caddelerde direnişin kıvılcımı çakılır yeniden.

Işit işitilince başta en baştakilerin keyfi kaçar…

Aslında tüm kargaşalar kimsin sen, ne zamandan beri varsın, neyi takiptesin, neyin peşindesin, peşindesiniz, peşin kaça olur sorularıyla bunalımlar artıklığına malzeme olmaktır. Gamzelerinden hüzün içilen hayat şehir ışıklarını paramparça edince karanlığa gömülür her şey. Ve kaçaklar ve kaçamaklara gün doğar. İşte o zaman gerçekten kederlenilmelidir.

Işit işitilince başta en baştakiler sözde sözden şaşar…

Ve hayat durmaksızın çark edince kuzeyden güneye, doğudan batıya kendi halindeyken kendi kendine tüm akıl depoları birden boşalır. Her konuda boşa geçen günlere, yıllara hayıflanmak ve huylanmak kaçaklığın kaça mal olacağını da iyice belirginleştirir. Orada bir yerlerde koca levhalarda bu şehir bize haram, makinelere yol ver kaptan ibaresi ibretlik bir armada olarak kazınınca akıl kaçkınlığı ve kaçaklık üzerine somut düşünceler artarak yoğunlaşır.

Işit işitilince başta en baştakiler özde sözde gözden düşer…

Bütün yepyenilikler ve en ilerilikler aslında hiçbir yenileniş olmadan yokluğa sürüklenmek ve sürüklemektir ahvali. Ahval ve şeraiti düşünmeden durumdan vazife çıkaranlar o sürek avında kim kaçak kim kaçağı tutacak anlamsızlığında akıl kaçkınlığına iyice yakalanırlar. O dakikadan sonra nedenselliği sorgulamak, yeni çareler aramak ve aranmak da nafiledir. İşin özü yenilenmek değil üç beş kuruş, üç beş yıl daha uğruna yenilmedir, yenilmelerdir. Başka çare kalmayınca da büsbütün şaha kalkan savaş atlarının nallarındaki mıhları saymaktır.

Işit işitilince başta en baştakiler ile en sondakilerin çatışması başlar…

Akıl akar durur bu şehirler ve bölgeler karmaşasında ve kaçar durur yasaklar ve yasaklanmalar, o haller. Bilinse ki kaç şehir, kaç ülke yanardöner ağlar bu hallere, ateş düştüğü yeri yakar misali. Düşünülse ki kaç şehre, kaç millete takılır akıllar ve nakaratlar ve nasıl sonlanır bu yanık ezgiler ve kaç insan bir gecede bir kalemde bulaşıverir bu yazgıya. İşte gereğince düşünüldüğünde tüm bu ahkâm kesmeler anında kesilir.

Işit işitilince başta en baştakiler, sonra en sondakiler ve kuyrukçularının kuru tutuşur…

Yaşandıkça yaşantının her evresi nasıl sayılmazlaştırılır ve en tenha yüreklere kaç şehir kaçkınlığı sığdırılır görüldü. Simsiyah dalgalar savruldukça sağa sola en temel değerler dahi anlamsızlaşır. Bu algı yalpalamasında, bu olgu karmaşasında notasız rotasız yarar göğü saçlardaki ak köpükler ve yüreklerdeki al kütükler. Birilerinin çıkar savaşında köpük köpük imkânsızlıktır aslında her yeni doğanı mekânsızlaştıran ve vatansızlaştıran. Ayrıca akıl küpünü kapaklamamışlara da akıl bocalaması hissettiren. Tüm sonuçsuz terkipler, takipler ve taktikler ilmek ilmek beyinciklerin ince kıvrımlarında dolaştırılınca beyinsizler nöbet tutar büyük sermeyenin küçük kapılarında. Nöbet nöbet yaşanan kavgalara alkış tutmalar o en içten sarsılışla altından kumlara gömülür.  O tüm tutuk, yatık tutkular gömülüverince de umutlar deniz renkli doğar.

Işit işitilince tüm gerçekler başta en baştakiler, sonra en sondakiler ve kuyrukçularının kuruna batar…

Ve son tümceler tümlenir yazıta. Gözyaşlarında orta doğu mehtabı, kirpiklerinde yasak şehirler, gözbebeklerinde memleket serabı ve ardı sıra kaçaklık savmalar. Bu günden yarına savlananlar her ne olur ise olsun avlananlar, acı gerçek budur ve yaşanmışlıklarla sabittir, kadınlar ve çocuklar olur. Bu ve benzer sorgulamaları yapmadan akıllıyım diye dolaşmalar ise sadece kordon boyu salınması ve aile boyu kodamanlaşmasıdır. Tüm bu kıyımlar kimin ak kimin kara olduğunu da çok yakında gösterir. Kimin ak kimin kara olduğunu anlatmak için akla karayı seçenler, bu akıl kaçkınlığı ve kaçaklığına açık davetiyelere kapılarını kapatanlardır. Kılı kırk yararak anlatmaya ne havet.

Ve Işit işitilince başta en baştakiler, sonra en sondakiler ve kuyrukçularının kuru, kurnası delinir…