12 Mart 2022 Cumartesi

şubat-22

 SICAK SAVAŞ MESELESİ...

 

 

 

Yeryüzünü kuşatan faşizan zalimleşi, bilindik milliyetçi hatta mikromilliyetçi metodlarla emperyal mesafeleri kısaltır. Dar çerçeveye hapsolan tipik, natomik politikalar ve çetrefilli davetlerle sınırlar topla tüfekle aşılır. Ebedi aşklar korunamaz hale gelir. Bu arada savaş sebebi sayılan klasik bahaneler, tutarsız çözülmeleri de günceller. Ve birkaç kuşak geriye taşınan şifli şifreli heyecandır. Her şey teybin bandını gerisingeri sarar ve sıcak savaş başlar. Gündemi sıcak savaş  meselesi tutar...

 

 

 

Bir anda kısıtlı anlam arayışları boş dava arayışına evrilir. Sosyal arama motorları barışa çalışır ama zamanındaki tepkisizlik yüzünden topyekun savaşma azgınlığına yakınlaşılır. Çünkü soğuk savaş günlerinin rotası belli keskin tarafları, nato nota paralelinde bir anda sıcak savaşa gömülür...

 

 

 

Yeni emperyalizme delalet, faşizan sıfatların hakim modern dünyanın küçük el aleti olmasıyla uzakların iç kavgası herşeyin önüne geçer. Paracı politikalar bazen işe yaramaz, kara paranın yeryüzüne yansıması sadece şiddetin ivmesini artırır. Utku babında uğursuzluğa uyulur veya uyunur ve neticede barışa hiç rağbet edilmez. Oysa İlahi Adalet eninde sonunda savaş baltasını çalar. Sonsuzluğun tekeli sonunda işler, işi azıtanları çarpar. Bir yargıdır veya yazgıdır ama başlangıçta montrö olmayaydı sahte aydınlığının sonu

 

fişeklenen, açıkça şerre bulaşmaktır. O zaman sıcak savaş mağdurunu oynayarak mutlu insanlar vardı şeklinde resmi geçit de yapılamaz. Ve hayatın diyalektiği yıllar yılı kınanan ve yok edilmeye çalışılan tek güvenceye güvenmeyi şartlar. Yani eller yollar, yol yordam değişir, geçici ve ezici moda tutsaklığı tarih önünde esrik biçimde yozlaşır, bir an gelir en başa dönülür. Ve öyleyiz, böyleyiz hattında, kararan menzile elde kandil ulaşılır...

 

 

 

Ve haliyle vaktiyle haramiler safına girenler, emperyal tezgâhlarda faşizan dokuyla dokunanlar mutlaka layığını bulur. Yani bir bir kaybedilir siperler, cepheler çatlar ve kısa süreli bir sıcak savaş meselesi olarak biri daha kaydedilir âleme.  Zaten kör topal giden eşitsiz  hayatın, pırıltılı kartpostallara giren yüzüdür her savaş, her sıcak savaş...

 

 

 

Yani yüzsüzlüğün bu kadarı da olur mu diyerek hayıflanılan kara kışı yaşamaktır sarı yapraklara dökülen. Değişen dünyaları, salt öbür dünyayı yaşamak yolunda harcamaktır akla koyulan. Mesele faşizan kamplara dağılan, bilinçaltındaki yeraltı dehlizlerine ve mezar taşlarına kazınan meseledir. Meselenin halli ise akla zarar alev alev yananların iki arada bir derede donuklaşması ve sıcak savaşa dönük hamle hiç değildir. Çünkü soğuk sonrası sıcak savaştan geriye, suya yazılı ve taşa kazılı kısa cümlecikler kalır. Yolculuk gerisingeri uzatıldıkça uzatılır, hatalı defolu hayatlar ve hayasızlıklar mikroskop altında incelenir ve her son yeni başlangıçları doğurur.

 

 

 

Her doğana sırnaşan kusurlu ve kudurgan heveslerin tümü trajedilere yansır. Yakıcı yıkıcı, geçmiş gitmiş sanılan günler tezelden geri gelir. Yapmacık ve acımasız faşizan zalimleşi ve sıcak savaş meselesi utanmadan baş köşeye oturur... 

 

 

 

Bu eses mesele hafifsenirse, esas elde bulunan veya bulunmayan veya zor elde edilmiş ve dahi elden çıkarılmış tüm birikimler bir anda zulme tapınan zalimleşenleri de oburca yer. Bu meseleden kısmen akıllarda kalacak olan genellikle birkaç kuşak öteye zar zor ulaşmasıdır. Veya gırtlağa kadar pisliğe bulaşma...

 

 

 

Bu yeryüzünü bunaltan eses sıcak savaş meselesi, saklanan esas meseleler yüzden daha çok konuşulur…

 

zaman: Şubat 24, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

21 Şubat 2022 Pazartesi

DÜŞ YAKASI...

 DÜŞ YAKASI...

 

 

 

Düşle gerçeği öpüştüren, ılımışık bir geceyi çektim üzerime. Sıkı sıkıya örtündüm. Tüm demir aksam kapılar sanrılar diyarına açıldı sanki. Ürperdim. Yaşanmazıma serpilmiş şaşırtıcı anları, harap mekanları bir bir dolaştım  Mihmandarım giriş çıkış tünellerini gayet iyi bilen canım abim. Her anı en öteye, nihai noktaya vardıran kutsal yolculuk tasarımıydı tümüyle. Düş yakasında bilinçdışı öğretilerin gizemini cansiperane arayış hazzıyla kayboluş. Hazineyi tam bulacakken yoruldum, yorulduk...

 

 

 

Maddesel evrenin paralelinde kazasız belasız kavuşmanın ve öngörülen bir gayeye ulaşmanın heyecanıyla kısa bir mola verdik. Rüya dışı gerçekliğe geçiş barınağında, sistematik ritüel manzumeler eşliğinde özlem giderdik sırsıcak. Haznede mermi sanrısal imgeleri irdeledik birlikte. Haliyle zorlaşan yaşamsal koşullarını, rastlantısal değişmeleri ve mutlak değişmezlikleri çözümlemeyi unutmadık. Konu sonsuz evrenin insanı avucunun içine hapsetmesine geldi dayandı. Dahası varsa da flu ve karışık...

 

 

 

Canım abim huzursuzdu biraz, vakti azdı kanımca. Kanımızın kaynadığı günlerin üzerinden şöyle bir geçtik kısaca. Tam gitmeye yakın ya da benim dönmeme az kala, parkasının zulasından bir mektup çıkardı. Hem yok oluş, hem de var oluş veya yeni bir başlangıç anıydı üzerimize yıldızlardan yağan. Ruhu özgürleştiren veya ölümü terbiye eden bir tavırla mektubu uzattı. Bilgiç gözlerinde gerisingeri dünya ve kurulan eşsiz bağlantının unutulması belirtisi yandı söndü. Başkaca neler saklıydı aklında göremedim. İki seçeneği de bir kenara attım ve mektuba uzandım. Çünkü açıkça hissediyordum, sonsuzluğun sonu Tanrılar diyarı ve mektup oradan...

 

 

 

Kutlu emanet, sarı samandan sanırım üç yapraktı. Üstünkörü bakar bakmaz inci taneli yazıyı hemen tanıdım. Mektup babamdan. Demek kendisi yadımıza düşememiş, adımıza mektup döşenmişti...

 

 

 

Hal hatır sorgusundan sonra içinde mutlaka bilgeliğe varış, sonsuzu keşif yolculuğunun incelikli mesajları sıralanmış olabilirdi. Mitolojik değerlerin sınırlarını genişleten bir kazanım da sunabilirdi gizli şifrelerle. Felsefik imaları çözen bir imaj da katabilirdi, canıma kanıma. Hatta sonsuzluğa ulaşma sorumluluğunu bir kez daha yükleyebilirdi aklıma. Ancak okuyamadım. Şimdi ne kadar hayıflansam da canım oğlumdan sonrasını getiremedim. Düşle gerçeğin örtüştüğü ılımışık gece birden karardı. Kapkara çöktü üzerime. Uyandım...

 

 

 

Dünyalığımın en kıymetlilerini Tanrı katında bıraktım. Biçare akıl boyutunda temsili bir varoluşa yüzsürdüm. Soluksuz kaldım bir an, tekrardan ruh ile beden buluştu kafamda. Kafamı kurcalayan çok boyutlu yaşam varlığı noktasından neden aceleyle koptuğum, koparıldığım oldu. Oysa bir salise daha tanınsaydı şahsıma yeterdi. Canım acayip sıkıldı. Belki de vakit olsa ruhsal pratik, benzersiz fonksiyonel bir ürünle taçlandıracaktı aklımı. Ancak güvenilir ellere emanet, babamın adrese teslim mektubunu okuyamadım...

 

 

 

Bu düşle gerçek arası mucizevi alameti esinlenilen ve desteklenecek bir işaret olarak görmüyorum elbette. Biliyorum ki, salt bedensel ve zihinsel bir seyahat özlemi. Öze dönüş tılsımı sadece. Saklı zaman diliminin kişiliklere ve kıymetlilerime dönüşmesi ve fırsat bulup aklımı sallaması. Belleğimi kuşatan şimdinin, bir güzel yarına aktarımı. Hepsi o kadar. O kadar ama keşke mektubu okuyabilseydim hissi yüreğimi hala feci yakıyor. Aklımı derinden yaralıyor. Ah bir okuyabilseydim...

 

 

 

Şimdi dünya iyisi kıymetlilerimden gelmesi zor bir başka mektuba mecbur kılındım. Varsın olsun bu gözükaralık aklımla öpüştükçe, er veya geç bir başka pusula gelir beni bulur. Sabırla beklerim. Pus, pusu aldırmadan o mektup elime bir geçer, pir geçer. Sonsuzluğa işaret çağrılar, körkaranlığın kalkmasıyla seçilmişlik babında aklıma dolar. Her biri illaki ya rehberim olur veya sonum gelir...

 

 

 

Hoş gelişler ola. Ola ki düşle gerçeğin öpüştüğü ılımışık bir gece, hiç korkmadan göçer giderim. Son yolculuk düş yakasına...

 

zaman: Şubat 21, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

19 Şubat 2022 Cumartesi

FES BAŞA, SERPUŞ NAŞA...

 FES BAŞA, SERPUŞ NAŞA...

 

 

 

Fes, kenarsız kırmızı renkli bir Scots serpuşu. Çıkış menşei, varış eşiği biraz karışık bu ibikli fez, yerli ve milli farz edilip, vaktiyle kenar, civar tez elden patates kafalara oturtuldu. Belkide tarihteki ilk şapka reformu. Er kişilere fermanen kılık deformu. İki buçuk asır direnişten sonra formasyon. Anglosakson Kraliçe marifetiyle fes başa, serpuş naşa...

 

 

 

Fesli illet ilkin Kalyoncu neferatı nezdinde, selamlık resmi hatıratına ahaliye ulaştırıldı. Devamında  çıtadan çıkrıklar susunca, çatık kaşlı çıkıntılara, sosyal hayat desenli fes giydirmeler süse bulandı. Bu kara lale, süs bulamacında ihanete dönüşen asriliklerle, içten dıştan hileli himaye usulünde beş paraya harcanış, doğal yaşama ve mevcut hayata kasta dönük fikirsel ve eylemsel fenalık başladı. Farkındalıklar fes başa marifetiyle tırpanlandı. Festal menfaatlenmeye yönlendirmeler normalden sayıldı. Esef verici fes giydirme tazyikiyle, eksik operasyonlarla düpedüz düzen, alenen birlik, dirlik, bozuldu. Bozuk düzen fesatlığı parlatıldı. Ümmet, himmet, kısmet mistizmi, başa fes koyma ve akla çorap örme taktikleriyle çeşitlendi. Ve vira gurur kırılması. Fes başa, kuzgun leşe kurgusu...

 

 

 

Derinleşen devlet zayıflığı ve dahası devletlu ayıbı ayyuka çıktı. Madden medeni cesaret çuvallaması, manen rastgele dibe yuvarlanma. Herşey silindirik fese bağlandı. Sikkesine bir feslik, bir gemi dolusu kırmızılı dokumayla reçine kokulu çağlar fişlendi. Fışkıran sinsi fiiller, sefillik ve sessizlik genleşti. Feshaneden çıkma fes başa, devlet yaya, kuzgun leşe...

 

 

 

Festen, fistan derken fenalıklar, fettanlıklar, kasten kastlar, suya aksedenler, kadersi aldanışlar, fıtrati aldatmalar veya içbedestende gönül kabartmalar fiiliyata yayıldı. Bununla da kalınmadı, kenarda köşede kırmızı püsküllü sarhoşluk, serde boşluk, heryerde başıboşluk, baştan ayağa başıbozukluk boğazlara dizildi. Hilkat hali hal değil, hilkat garibesi gudubetlik,

 

gevelenip yutuldu. Fes mes ayağında manevi değer, milli edep diye yutturulmaya çalışılanlar mimlendi. Mimler resmen diz çöküşün timsali. Demir çivili sendelemeler neticesi yeni babında eski alemi tekraren yaşatma sevdası. Kurulu ademe ıslak şıpırtı. İmzası çatlak, mührü çıplak lakırdılarla başa bela püsküllü serpuş, fes mes tiryakiliği. Fes başa, mes ayağa, yüze peçe, yüzsüzlük kösele pençe. Peşinden hayret kabarması, nispet kotarması, kispet yırtılması. Kuş uçar kervan geçmez yerlere de frenk üzümü...

 

 

 

Üzümleri karartan, yüzleri kızartan sahte şahlanışlara kanan, masumiyeti tam göbeğinden çatlatan, bastırılmış içgüdüleri ayartan girişgenlik

 

boş kafalarda püsküllü fes. Fesat sarı patates yığınlara, ıssız deniz batağı, kısır çöl ümitsizliği, boğazlarda düğümlenen sahra, her safhada yakıcı nefes. Enfes bir kandırmaca, feci bir aldatmaca, fes başa, akıl rafa...

 

 

 

Kamuyu kahreden kahküllü çığırtkanlık. Kenarsız köşesiz Scots usulü kırmızı yağdanlık. Sağır Sultan fermanıyla, lafta Tanrı emriyle, ana britanik Kraliçe marifetiyle tamuya fesli mihmandarlık. Anemik dükalık, vahşi gölgelik, sinsi siperlik. Fez başa, tez boşa, sadakatsızlık. Sadaka, sadakat arsızlığı, melanet sazlığı. Vira kafeslenme, fes başa, serpuş puşta…

 

 

 

Resimlenen resmen banal sömürgeleşme süreci. Sanal çözülmüşlük, multi kanal çürümüşlük. Bir adım sonrası yepyeni bir başlangıç. Başta gelenek ve görenek kitabının bozulmasına itiraz. Kadim kitabın tersten okunmasına isyan. Yerli milli, yerel yöresel, coğrafi bölgesel haritalarda hain oynamalara çılgın tepki. Mistik havaya fesat bulaştıranlara besbelli akıbet. Ayan beyan, çıyan musibetine kötek...

 

 

 

Estek köstek, bir yere kadar. Gün gelir fes düşer, mutlaka kel görünür. Fes başa, serpuş naşa, toptan tarih mezarlığına...

 

zaman: Şubat 19, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

16 Şubat 2022 Çarşamba

ŞEDDELİ YAZI...

 ŞEDDELİ YAZI...

 

 

 

Şerait şakülü beter kaydığından beri, dört bir yan, çarşı pazar, hane han, yangın yeri. Etraf çepeçevre alev, katıksız ateş çemberi. Piyasaların pik dip arası devinen ortamında palazlanan, salt yaşamak adına alazlanan bir nevi sıcak savaş. Sanki yaşanan ‘Savaş ve Barış/Harp ve Sulh’ atmosferinde mimodram. Şahı şada, şiddetli melodram...

 

 

 

Melanetkarane çarkıfelek çıkmazında uluorta yaşam mücadelesine karşın, melankolik havalı, haddini aşan, hududu geçen, kendini bilmez haddalara, haliyle hadiye faslı. Zaman makinesi hurdalığında karakter bozuğu haytalarla, hayli ağır küstahlaşmalarla derin hesaplaşma, haddeden geçirileceklere had a bad time. Hasretle yolu gözlenen ise haslet temelinde geçecek güzel günler farkı…

 

 

 

Şimdiden ‘İhanet Üzümleri’ni ayıklayacak temiz ellere, 'Suç ve Ceza'landırıcılara dipnot; 'Harname' doğru okunmalı ve şeddeli okutulmalı…

 

 

 

Ok yaydan çıkmış bir kere. Çatkapı okkalı yıldırmalar girdabında millet. Ahali resmen geçim ve muallak seçim arasına sıkışmış. En ağırından zilnice fiyakalı etiket ayarlamalarıyla geçiştiriliyor kara günler. İlla ki, içeriden ve dışarıdan emperyal düşmanlık, vahşi sömürü salgını cabası. Tam da yakıcı yıkıcı bir atmosfer ve hala kamplaşma arzı.  Arsızlık kol geziyor siperleri. Ama karakargalar hala uslanmazca, ketenpereye getirip kurdelalet hevesinde...

 

 

 

Oysa hayat grostonluk hidrolik pres azametinde, zehir zakkum gibi arzı endam ediyor. Eza cefayla ve temel varoluş prensipleriyle alay eden ve de yolunda akan suyu yolundan çıkaran, akışı tersine döndüren bir paslı düzenek. Ve bu düzmece halsizlik hala primlendiriliyor. Öyle ki enerji mecburiyeti bile bilinç kaybı yaşatacak seviyede acımasız ama bedellere bedel...

 

 

 

Bila bedel etrafı resmen ayıp kayıp bilmeyen şeddeli him, şerbetli himar şiddeti kuşatmış. Hayatın karası, iç karartan, zihni ve şehri ikiye bölen busbulanık bir nehir durağanlığında, arsız duygu aralığında kabarıyor. Kara taşın üzerinde kara kurbağa avı ise şambabalarına şeddeli şamata...

 

 

 

Şemasında evveli, emeli belirsizlerin, iktidar koltuğunu evindeki misafir odası takımına konuşlandıranların, gökten zembille inmişlik bencilliği zirvede. Aslen ziyadesiyle kan kaybının yegane sebebi bu. Bunca ağır krizin vekaleten, tip politikacılar ve tipitip politikalar yüzünden olduğu ise sümenaltı edilen gerçek...

 

 

 

Gerçekdışı tutumlarla emek sıfırlanması neticesinde, alın teri ve katmerlenen acılar arasına hapsedilmişler, demokratik halk dayanışmasının çok uzağında. Gittikçe sermayesini eriten bir 'demokratik intikam partisi' üyelerine evrilmişlik söz konusu. Şimdiden onlara ileri şehremini havarisi pozunda, havadan sudan dem vurulur. Havasız hücre gözdağıyla gem vurulur. Hücceten vurgun yemiş şerbetçiler ve içten dışa tüm kara vicdanlılar yüzünden, bazıları yine atı alan denizi geçer havasına kurulur. Sonrası bildik temaşa ve geçmişler olsun temennisi...

 

 

 

Evvelsiz temelsiz korvus koraks cavlağı, en ücralara, en mahreme, en kutsala habire cirit atıyor. Gök kuzgun, gök kızgın. Kafadan kopan kızılca kıyamet, başa gelen tam felaket…

 

 

 

İyiniyet babında, hayatı doğru okumayıp facia derecesinde şeddad şeameti şahlandıranlara şeddeli dipnot; ‘Savaş ve Barış/Harp ve Sulh’ yeniden okunmalı ve okutulmalı. Bir kere ok yaydan çıkmış ise ve okumak okutmak da yok ise eğer, pik dip arası bocalayan pilli piyasaların sarı sıcağında, onurlu yaşam için dik duruş hepten zorlaşır.

 

 

 

Hatta zor bela, şeddeli yazılar harlamak bile yekten imkansızlaşır...

 

zaman: Şubat 16, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

15 Şubat 2022 Salı

GELECEĞİ İKLİM KRİZİ BELİRLEYECEK...

GELECEĞİ İKLİM KRİZİ BELİRLEYECEK...

 

 

 

Yeryüzünü yerle bir edecek yığınla tehlike söz konusu. Yaşlı dünya için kod kırmızı, dört bir yanda tehlike çanları çalıyor. Özellikle pek önemsenmeyen iklim krizi en baştaki tehlike. Üzerinde ciddiyetle durulmalı. Eğrisi doğrusu geleceği doğrudan iklim krizi belirleyecek...

 

 

 

İklim krizi, küresel boyutta en yayılmacı tehlikelerden biri. Zaman içinde ekonomik krizlerle birleşen iklim krizi yaşamı daha da çekilmez hale getirecek. Yani kendi dışında gelişen çeşitli krizlerle boğuşan ancak yaşamı dengeleyemeyenler acayip çarpılacak. Görülen o ki çok yakın gelecekte asla değişmez denilen tercihler bal gibi değişecek. Toprağı yok eden betona gecikilmiş olsa da savaş açılacak.

 

 

 

Eninde sonunda dünyaya milyarlarca zararı dokunan betondan yavaş yavaş uzaklaşılacak. Çünkü uzaklaşılmadıkça, alternatifler geliştirilmedikçe geleceği resmen beton batıracak...

 

 

 

Geleceğin dünyasını alternatif bağlamında çevre dostu konutlar, yeşil evler, akıllı konseptler, prefabrik projeler ve modüler yerleşkeler kurtaracak. Yani sürdürülebilir ve güçlendirilebilir materyaller içeren yeni ve geleneksel kentler yaşama renk katacak. Tek renklilikten kurtaracak. Toprağı işlenir kılacak. Özellikle enerji kullanımı ve su seviyesinde girilecek darboğazları bu hamleler düzlüğe çekecek. O yüzden bu günden geleceğe ciddi programlar dahilinde iklim krizini yenmeye yönelik atılımlar gerekli...

 

 

 

Demek ki yeryüzünü cehenneme çeviren ancak on yıllardır izlenen baştan yanlış inşaata dayalı ekonomi aldatmacasından kurtulmak gerekiyor. Reel sektör optimum düzeyde inşaa edilmedikçe sorunların gittikçe artacağı da acı gerçek. Bu gerçekliğe karşın reel sektörü kenara iten, ekonomik programların tamamının betona dayandırılmasından vaz geçilmeli. Geçilmedikçe iklim krizinin önü de alınamayacak. Böylece kökten yanlışlar, yanıltıcı güncel rakamlar ve radikal tutumlar yüzünden, mevcut teknoloji desteğini yok sayan tüketilir enerji dayatmaları insanlığa çok pahalıya patlayacak.

 

 

 

Belki iklim krizi tüm bu tercihlerin değişmesi ve yeni eğilimlerin hayata geçmesi için büyük fırsat. Hatta iklim kriziyle topyekun mücadele zorunlu. Zaten aksi halde betona endeksli tüm yatırımlar gezegeni büyük bir çöplüğe döndürecek. Yeryüzünü devasa kum çölüne çevirecek...

 

 

 

Diğer yandan pek bilinmese de dünya enerjisinin üçte biri evlerde tüketiliyor. Doğaya ve çevreye zarar veren, saygıyı yok eden bir anlayış egemen. Asla enerji tasarrufu sağlamayan bu beton konforu, iklim krizini tetiklediğinden ne yazık ki geleceği beton batıracak...

 

 

 

O yüzden geleceği iklim krizinin belirleyeceğine inançla, geleceğin betona gömülmesine dur denilmesi bu günün en geçerli realitesi...

 

zaman: Şubat 15, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

12 Şubat 2022 Cumartesi

SONSUZLUK KAPISI SINIRINDA…

 SONSUZLUK KAPISI SINIRINDA…

 

 

 

Gün geçtikçe yaşama tutunmayı zorlayacak sınıra yanaşan ya da sınırda yaşarken ölmekten beter olan herkesin yüreği sızlar. Sinsice yaklaşan yalımlı ateşin alına kırmızısına içi cız eder. Kuruşa duruş bozdurmayan temel ilkelerin yanmasıyla kurgu bozulunca aşkın duygusallığa onmaz acı eklenir. Açı daralır ışık zerresine yazılı hakikat, tüm vasfını yitirir. Varsıl eğilimli yoğunlaşmalar bile gittikçe erir. Sonra sonsuzluk kapısının eşiğine yoksulluk dolar...

 

 

 

Doludizgin günlerde sonsuzluğa saygıya ters, güpegündüz engellemeler ve gecekarası sindirmeler pik yapar. Bu sınır tanımaz halleri tarih mutlaka cezalandırır faslı bile ceberrut saltanatı sürenlerin kararlılığını bozmaz. Karacehalet eseri hiç gereksiz bozgunlar ilkin tarih babayı üzer. Ve altın kalemler, altın yaldızlı uçlarla altın yapraklara sonsuzluk kapısının sınırında kaydını düşer...

 

  

 

Diğer yandan düşük yıldızlı kara bulutlar, heryere herkese bulaşıcı toplu zaafiyeti fişekleyince, dünya yarılsa tutulamaz delifişekler kutlu zafer yolunda tek vücut olur. Korkusuz, arlı ve kararlı kortejler caddelere dağılır. İsyan cephe önü ve gerisine yayılır. Direniş dirlenir, direnç birlenir. İşte o yüzden her daim dirayetli kalıp görmek lazım, duymak lazım, yaşamak lazım herkesi yüreklendiren o hep bir ağızdan tek yürek haykırışları. Üç maymunu oynayan kalp oyunculara söylemek lazım. Sonra çok ama çok gecikilmiş olur...

 

 

 

Sonsuzluk kapısında ne kadar iyi niyetli olunsa da ne yazık ki her köşe başı binbir tehlike. Terki direniş baskısı nice vecizlerle bereketli topraklara saçılmış. Yinede fidana durur hayat. Ekin tarlaları sararır baştanbaşa. Elbette bir hikmeti vardır özgürlüğü tek amaç edinmenin. Herşeye rağmen eksik kırık hayata bağlanmanın. Öyle ki güneşi tutulmuş, ışık tortusu cama vurmuş ve aksuları bulanmış atmosferi yeniden güzel eylemektir tek yol. Bu uğurda eylemliliktir yürekteki ateşi söndüren.

 

Ucu bucağı yok alemde tarih çeşmesinden içilen bir avuç soğuk sudur ölüm. Yiğitlik, içmektir en yakına düşen ölümden sonsuzluğu...

 

 

 

Sonsuzluk kapısının sınırında sözbir, sözün bittiği yerde kutlu dava. Dava bazen düşer ama kızıla boyalı göğü kuşatan çift çift kırlangıçlar sürer davayı. Kanatlarında umut. İnsanlık onuru kavgası yıllar önceden örgütlü. Örgüler çözülür yeryüzü dillenir, nazlı al çiçeklerin buğusu yerle göğü ufka yakın birleştirir. Ve kurak toprağın bağrından fışkırır hasat. Hasılı kol kola yürüyüşlerin sırsıcağında ayni nida yükselir; tek ses, tek yürek, sonsuzluk kapısı...

 

 

 

Eğer sona doğru yavan yüreklerdeki lamba sönmüşse ve küstah karanlık, zeytin karalığında çökmüşse yağ gibi kayar zemin, su gibi akar zaman. Hat boyuna yayılır koca yüreklerdeki ateş seli. Ve sonsuzluk kapısını deler geçer nurlu son. İşte o an sonsuzluk kapısını yakan ateşin alına kızılına yürek dayanmaz. Cümle alem o renge yanar. Çileden başka mülkü kalmayanlar ateş ocağa düştüğünde, ölümden beter günlerin karşısına dikilir. Ve her yakın ölümüyle direniş daha da güçlenir.

 

 

 

Önsözü bulunmayan her el yazması kitabın sayfalarını o zamansız ölümler, acı tatlı anılar, devasa yaratılar doldurur. Son paragrafı hüzne boyalı gözlerden süzülenler ve kucak dolusu alevdir...

 

 

 

Kitapsızlara kitap, sonsuzluk kapısı sınırında yanmak...

 

zaman: Şubat 12, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

8 Şubat 2022 Salı

FİLHAL İSTİKLAL, FİLHAKİKA İSTİKBAL…

 FİLHAL İSTİKLAL, FİLHAKİKA İSTİKBAL…

 

 

 

İmlenen fikir, illaki ilanihaye istiklal. İstiklal ve istikbal uğruna, haksız taarruzlarla koşulsuz şartsız mücadele şartı. İnleyen fakirler, müstesna günler ve yergök kapkara, resmen fikri zaruret. Fikri fasid fiiliyatı aklanırcasına ortalık toz duman. Külliyen vaziyet berbat, vasiyet müphem...

 

 

 

Mevzu müzakereyle itiraz edilemez türden sert. Düzey kaybı, alınmalar, tutulmalar, gözaltılar vesair. Filhakika, askıda baskı. Efkarı umumiye efkarlı. Ziftin peki ziyadesiyle değişik ve derişik hava. Bu havada kısır esnetmelerle bir müddet daha aşı tutar. İlelebet doyurmaz. Kusurlu kategorik çatkı, kariyersiz teveccüh mutlak çöker. Mesuliyet şuuru önüne çıkanı ezer. Şüpheci şuuraltını eler. Ve bir mühim vaka daha müspet neticelenir...

 

 

 

Neredeyse zarafet, nezaket hayal, şatafat dış mihraklı iç operasyonlarla, iç karartan dış destekli itirazsız masal ambiansı. Maaile boş ısrar, yavan tepki. Tesellisi taş duvarlarda şarapnel izi, kalemde mailaci mürekkep.  Mai atlas kâğıt gibi yırtılır, fes düşer ve fikri muzmer görülür...

 

 

 

Filhal istiklal filhakika istikbal bu uğurlu yolculukta muhalefet mimlenir, balmumla mıhlanır. Hartama barakalar ziyadesiyle müşkül. Tavlı tabakalar avlanır, tencerelerde taş haşlanır, tabaklar boş kalır. Katlanılan baştan ayağa münasebetsiz haller...

 

 

 

İllaki vaziyeti keyfiyete sudan sebepler bulunur ama  sis içinde hiç yıkılmaz görülen iktidar illaki tepe üstü, palaspandıras düz aşağı gider. Ve yıkılır illaki...

 

 

 

Yıkımlarda yat borusuyla yatılır, kalk borusu çalmadan kalkılır. Uyunur ve uyanılır bir daha zor uyunur. Asra uysa da uyunmaz. Peşpeşe pembe rüya görülmez. Beklenen dava bellidir, filhakika istiklal, filhal istikbal...

 

 

 

İlanı iflas, kıytırık hezeyan, ifritlik galeyana makamsal ayar taht kaybettirir. Her çılgın eda göze batar, alaycı eda can sıkar. Akla takılır içtimai meseleler ve seçim mesaisi. Şahsi ve hususi maruz kalınan yürek burkar. Filhal mukadderat, filhakika mukaddesat, resmen kerevetine masal. Hükümler hülleli, hükümet hünerci. Oysa hüsnü akibet, hüsnü adapla muktedir...

 

 

 

İllaki itibarı iade, nefsi müdafaa. Mütemadiyen baştan sona mankafa itlaf ve tipik suni müdahalelerle mücadele. Savaşçı ruhu ayaklandıran yegane düş yekpare İstiklal. Düsturu 'ya istiklal ya ölüm...

 

 

 

Ardısıra sırınan faşist darbeler artığı istibdat rejimlerinin nihai tüketim vakti aşıldığında arza yolculuk. Yurtsever kurtarıcılar seferberliği. O yüzden filhakika pürtelaş, filhal iç savaş senaryosu. O bildik senaryolar da tutmaz.

 

 

 

Tutmaz çünkü karbeyazlık, çağı çıplağı karartır. Kırmızı astragan kalpaklılar önderliğinde yaşanan ve  yaşayan devrimlerin takibine şartlanılır. Tek yol filhakika istiklal. Filhal müdüriyete kadar emrivakileri devrimci yoldan geri adım attıramaz. El darlanmış eloğlu gaddar, piyasa alaturka, gırla tevatür. Kentli jenerasyonlar, köhne jeneratör karanlığında forsa. Filhal gemi karaya oturmuş, filhakika Deniz bitmiş. Buna mukabil muhalefet aleminin alametifarikası filhakika  istiklal aşkı, filhal yüce adalet...

 

 

 

Adli vaka farzedilse de fukara mektebinde talebelikle istiflenir isyan. Kör duvarlara, aklın duvarına, zihnin çeperine, denizin mendireğine istiklal  yazılır, istikbal uğruna ölüm...

 

 

 

İlanihaye umum ile alakalıdır istiklal ve istikbal.  Kerevete kurulan basiretsizler yutkunur, nutku tutulur. Asla umut değildir artık. Filhakika, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığı hazır kıta ve müteyakkız. Mütemadiyen milletin kafası karıştırıldığından bunca bekleyiş. Filhal nümayiş zamanı, herhal ve halukarda simlenen yolculuk...

 

 

 

İmlenen filhakika şems. Şemsinur filhal hareli bir kıvılcım bekliyor. Herhal ilanihaye istikbal ve  'İstiklal uğruna Yarab' imrenilen ne güneşler doğuyor. Doğacak ve 'Güneşin zaptı yakın...'

 

zaman: Şubat 08, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

7 Şubat 2022 Pazartesi

UZUN YALNIZLIK...

 UZUN YALNIZLIK...

 

 

 

Eksik zekâ ve erdem çıkmazı furyasının acı gerçeği sırf efendilere hizmet. Tecelli eden tekdüze yaşam ve sıradanlaşma. Sonuç hezimet ve uzun yalnızlık...

 

 

 

Oysa zekâ, düşünme ve akıl yürütme kaabiliyeti. Zeki olmak ise nesnel gerçekleri görme, algılama ve yargılama hâkimiyeti. Ne yazık ki hala kaabiliyet ve hâkimiyetten uzaklaşılmış bir safta, lafta dünya liderliği savunuluyor…

 

 

 

Dirayetli tavır çerçevesinde, yaşamdan pozitif sonuçlar çıkarabileceklere uzak kalınıyor. Çünkü onlar objektif bakış açısıyla, görülen ama anlaşılamayan noktaları bir bir çözebilirler. Zihni amaca uygun kullanarak toplumsal belleği oluştururlar. Sosyal hafızaları asla yanılmaz ve unutmaz…

 

 

 

Dünyayı yönetemezler belki ama yönettiren onlardır. Çünkü zihin gücü, yönetim gücünün tersine işler. İşte o yüzden zekiler, asla yönetenlerin işine gelmez. Ve tek odaklı siyaset, zekâ derecesine uygun algısal metodlara sarılır. İdrak düzeyi düşürüldükçe de idari işler kolaylaşır...

 

 

 

Bu kolaycı anlayışla derin malumat ve ayrıntılı haber beklentisi de azalır. Hatta zekâ yaşı ile alay edercesine oyunlarla, efendilere katı itaat katlanır…

 

 

 

O yüzden devamlı yenilenen zekâ oyunlarıyla zihinler meşgul edilerek, eksik zekâ ve erdem çıkmazındakileri rahatlatacak zemin hazırlanır. Zihni sinir yöntemler icraya koyulur. Şaşkınlık derecesine vardıran hünerli yorumlara saplanılır. Zekâ katsayısını katlayan cinliklerle, sıklıkla fakirlere zenginlik vaad edilir. Burada tek önemsenen, çoğunluk zihin neyi istiyor ve toplumsal zekâ hangi düzeyde iyi saptamak ve çıtayı doğru belirlemektir. Sonrası mental fırtına ve zekâ ile alay…

 

 

 

Alayının zekâsını doğrudan bilme ve sürekli yanıltmayla alakalı yönetsel dalga balonu elbet gün olur patlar. Kendilerini farklı gösterme taktiği düşer. Sonrası negatif psikoloji, özün yorulması ama hamurun yoğurulması...

 

 

 

Zeka yorgun, zekiler savruk ise yaşanan savunulması zor, uzun yalnızlık...

 

zaman: Şubat 07, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

6 Şubat 2022 Pazar

YÜZLEŞME VAKTİ...

 YÜZLEŞME VAKTİ...

 

 

 

Vaktiyle bir gece vakti, kör karanlığın hizmetlisi bir beşibiryerde canım coğrafyayı zaptetti. Anında anadan üryan bırakıldı insanlık onuru. Yoğun işkencelerle geleceği kestirme gözü de körlendi. Cam kırıkları üstünde yürüyen anamalcı papazlar ve ateş yutan paydaşları yüzünden toptan adam sendeci olundu. Çetin çatışmaların göbek adı unutuldu. Korku imparatorluğu belası, güncellenen pentagon tasarımlı, emperyal güdümlü demokrasiye ses çıkartılamadı. Onyıllarca sürdü utanç. Ve kısa sürede uustalığa devşirilen utku tıkanmışların elinde yüzyıllar heba oldu. Velakin vakit tamam şimdi yüzleşme vakti...

 

 

 

Yüz yıldır ilmi filme, sözü saza, aşkı bağlara, aklı dağlara emanet etmenin, geniş kapsamlı senaryoyu tek perdeye bağlamanın götürüsüne, geç de olsa uyanıldı. Denge dahilerinin dayattığı pazar filesi boş, zihni hoş, uysalımsı kent profili yaratısının fosforu döküldü. Üstelik tel tel dökülen siyaset edep, haya olgunlaşmasını es geçince, kırkambara kilitlenmiş isyancı yürekler devasa evrenin minnacık noktaya hapsedilmişliğine kazan kaldıracak konuma sürüklendi...

 

 

 

İşte o küçücük noktadan sızacak derin ve narin patlamayla belki bambaşka evrenler doğmayacak. Ama Samanyolunun sonsuzluğuna kalıcı izler bırakanlar son noktayı koyacak. O nokta başka bir cümleye, cümlesi başka bir yazıya, bambaşka bir yazgıya zemin oluşturacak...

 

 

 

Ve bin senede bir arpa boyu yol almışlığın tılsımını, kılıçların gölgesinde edinilmiş tüm varlığını, ışıklı uçurumlarda kaybedenler hesap verme zorunda kalacak. Çünkü göğe yapışık masallara kanma devri kader boyutunda bile kapanmakta. Kapalı kapılar ardındakilere güvenen fesatlık ağına düşmüşler ve kararmış yürekler bu kez ideoloji pınarını kurutamayacak. Ve vaktiyle bir beşibiryerdeye peşkeş çekilen coğrafya tuzaklardan bir bir sıyrılacak...

 

 

 

Bu sıtkı sıyrılmışları fazla izaha hacet yok. Yalan dolanla yığınları faka bastıran ve fakitleştiren, eril dişil harflerle en ücraya yayılan bu teslimiyet atmosferi mutlaka sağaltılacak. Beş kuruşa karanlık, beş para etmez sahte aydınlık solacak...

 

 

 

Ve son aşamada beşibiryerdeyi ve de aslından beter devamını savunanlar dört bir yana savrulacak...

 

zaman: Şubat 06, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

4 Şubat 2022 Cuma

POPÜLASYON, KAPİTÜLASYON, ORYANTASYON...

 POPÜLASYON, KAPİTÜLASYON, ORYANTASYON...

 

 

 

Popülasyonu hiçe sayan parselasyon ve ileri aşaması plantasyon, sıkı oryantasyona tabi tutulmuşlarca güncellenir. Gizli gündem ise parsayı toplamaktır. Bu toptancı zihniyet işbirlikçi gerçek ve tüzel kimlikler eliyle şekillenir. Bu zihnidarlar ortamı evirir çevirir, bir an önce kapitülasyonlara kapıları aralar...

 

 

 

Arada kalanlar ise bu devirde kapitülasyon mu olurmuş deyip geçerler. Tarih, yakın tarih ve bugünler acı gerçeği anımsatsa da nafile. Asla ayrıcalıklı zatlara ve zümrelere hatta kıytırık devletlere tanınan sosyal ve ekonomik kapitülasyonlara bakılmaz. Sonuç vahşi kapitalist vahşetidir...

 

 

 

Usulen ah vah edilir ama özellikle geniş araziler üzerindeki cazibeli oynamalara, parçalı parselasyona uğratılan bölgelere, neredeyse plantasyona dönüşen kutlu coğrafyaya dönük mirasyedi savurganlığına gözler yumulur. Diğer yandan lafta kalan iyimserlik çerçevesinde el değiştiren yeryüzü yeraltı kaynaklarına ucuz işgücü tedariki planlanır. Plantasyona destek sağlayacaklar hazır ve nazır edilir. Kapitüle olmanın şartları bir bir yerine getirilir ve ecnebileşme sınırdan içeri sızar...

 

 

 

Kapitülasyonlar önce ticari parselasyonda kendini hissettirir. İktisadi açıdan egemen sermaye giderek ağırlık kazanır. Dış destek güdümlü ters etkileşim ve etkili oryantasyon ulusal egemenliği yıpratır. Yerli ve milli prosedürde imtiyaz çılgınlığı oluşur. Kanla kazanılmış itibar toptan zedelenir.

 

 

 

Böylece parselasyon ve plantasyon çıkarcılarına, emperyal köleci mantıkla hareket eden egemen güçlere ziyadesiyle fırsat doğar. Sahte sığınmacılara bile acayip haklar tanınır. Kapsamlı kapitülasyonlar, muaflık temelinde yıkım programını azdırır. Bu insanlık ötesi parselasyonlar ve kapitülasyonlar vatana millete reva görülen, öylece öngörülen kurgu plantasyon içindir. O yüzden yerli ve milli perişanken, karanlık planlar dahilinde sırf ecnebi rahatlığı düşünülür. Bu sömürücü tayfanın tümü adli, idari hak ve ayrıcalıklarla donatılır. Bu kan donduran imtiyaz cennetinde, pentagonvari projeksiyon gözleri kör eder...

 

 

 

Can pahasına çizilen sınırlar içinde sınırsız güçlenme, kadim coğrafyayı kuşatma, kutsal değerleri zayıflatma, kapitalist hakimiyet, açıkça mevcudu parçalama taktiğidir...

 

 

 

Bu sinsi taktik gereği bereketli coğrafyanın kentleri, bölgeleri, alanları, arazileri plantasyon seviyesinde kuşatma altında. Kuşatılanlar kapital tanrısına tapınma, kapitülasyona adanma, bariz otomasyon, hızlı adaptasyon çerçevesinde sinsice paylaşılıyor, paylaştırılıyor...

 

 

 

Propatria aşkına protesto...

 

PLANTASYON, ADAPTASYON VE YÜKSEK TANSİYON...

 

 

 

Sırf ajitasyon, plansız, programsız idare, karşılığı yetersiz platformlaşma, sonuç kendi toprağında kölelik, paslı pranga. Sonun sonu eşitsiz yaşamlar ve plantasyon. Yaşam örgüsü kanıksanan kısır döngü. Son viraj plantasyon, adaptasyon ve yüksek tansiyon…

 

 

 

Şahdamarından beslenen emperyalizme kukla destek, mülkiyet kavramına kiliseci heybet. Geniş araziler tapusal oynaklığın pençesinde, sonuç büyük yıkıma işaret. Dayatılan süreç pastoral dünyanın bittiği nokta...

 

 

 

Her bir noktada sekterlenen tarım, yeniden inkişafı zor devlet ve lafta kurtarıcılık masalı. Reva görülen Ata toprağında kiracılık. Tarla, bağ, bahçe köleliğine yakılan yeşil ışık. Katmerlenen bereketli toprakların bir takım uydurma projelerle elden çıkışı, resmen vatan değiştirmesi. Kusurlu paslaşmalarla kutsal coğrafyaya çökme çapulu. Pragmatik yaklaşımlarla memleket havasını ve memleket bekasını yok etme, plantasyon devrine hizmet aşkı...

 

 

 

Plantansyon, hassas biçimde işletilen kirli çarkın, köle kütüklü tarım toplumlarını güncelleme eğilimi. Lafta plan, program, projeksiyon. Ara faslı çağdaş dünyadan geri kalma versiyonu. Paletlenen plantasyon promosyonu. Ve işin özü kötünün kötüsüne maruz kalma...

 

 

 

Kurumlanan köleci düzenek, iş gücü memnuniyeti ve düşük maliyet. Dehşetengiz bir deneyime sürüklenme ve mahrumiyet. Sanki hiç yaşanmamışa tekrardan teslimiyet...

 

 

 

Plantasyon, yüz yıl dönümünde angloklancı bir dünyada, dinci ve etnisite marifetiyle, eski dünya alışkanlıklarını fütursuzca ve aymazlıkla hayata geçirmenin kod adı. Her şeyi, milleti memleketi, koca coğrafyayı emperyal güçlerin denetimine sokacak  komplike istasyon. Ekstra hadise, tarihi yanılma, yerli ve milli oyalama taktikleriyle sınırsız tahakküm. Tahammülü zor esaret...

 

 

 

Plan plan filme çekilen bu plantasyonun, pervasızca programlanan adaptasyonun sonu yüksek tansiyon. Sonrası akla saplanan tek ide, sonsuza dek tam bağımsızlık. Sonun sonu illa ki proleterya demokrasisi…

 

zaman: Şubat 04, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

30 Ocak 2022 Pazar

ZİHNİN MERKEZİNE YOLCULUK...

 ZİHNİN MERKEZİNE YOLCULUK...

 

 

 

Hayat kıyasıya sürerken, katlanılan nice yol ve yolculuk arasında en zoru, zihnin merkezine yolculuktur. Çünkü zihnin merkezinde yolcuyu olduran mucizevi şahlanışlar veya yolu donduran mücaveze şaşkınlıklar yatar. Zihnin merkezindeki mücadeleye zemin bazen buruşuk bir ruhun özgüvensizliğiyle boyun bükme veya ruhu özgürlüğe adanmışlıkla büyüyen başkaldırıdır.

 

 

 

İşte anca böylelikle meydan okunur hayata. Kanca atılan demir zırhlı düşünceler, tozu dumana katar ve gayretkeşliği tetikler. Ha gayret çelik grisi parlayan son bir nidadır. Nitekim zihne saplanan; yaşamaya izin verildiği sürece yaşanır plakasıdır. Bu gizli saklı bir süreçtir. Bu iki bilinmeyenli zor denklemin aleni yanıtı ise geçmişi sonsuzluğa uzatan istasyon, utanmazlık serüvenini anonim metne bağlayan acı son oluşudur...

 

 

 

Kutlu idealleri terk ettiren, hayat denilen sihirli oyunu bozan ve zihni yoran bu yolculukta karşılaşılan düş kırıklıklarıdır. Bu düşbozan kırılgan çizgiye hapsoluş sinirli yaklaşımların işaret fişeğini çakar. En radikal sertliği içeren, isyankar dürtüler zihni kaplar. Zihni yalım besler ve alevlenen utku bambaşka tutkuları tetikler. Pratiksel hoşgörü, programlı betimlenen teori ve planlanlanan yüksek ilkeler bir anda silkelenir. Sinirli hal ve harlı gücenmişlik, geciken adaleti simgeler. En nihayetinde pek akıllıca bulunmasa da asla ayıplanamaz bir doğrultuda nihai hedefe varılır. Bizatihi varılan nokta üzerinde hiç düşünülmeyen, dokusal ve dokunsal deneyim ürünüdür...

 

 

 

Zihnin merkezine yolculuk işte böylesine ürkütücüdür. Çünkü orada tarifi zor, itirafı güç çözülmelerle yüzleşilir. Hele ki, ayrıntılarda boğulan işgüzarlar, eften püften sebeplerle haddini aştığında kaçınılmaz son gongu vurur. Çalar saat gibi işler zihin, erdem zedelenmesi ve zehirlenen zihin işvelenmesine karşı koyuşu kodlar. Çıkış yolundaki açmazlar, arzın kökenlerine dek uzanan ayrıma tabi tutulur. Tabii ki evrensel huzuru kaçıran yavansı yabancılaşma ve ocak söndüren yoz yobaz yabanlık, zihnin sonsuzluğunda o bilindik son yolculuğun yegane nedenidir. Tersi kanıtlanamadığı sürece sonu belli o süreç kendi kulvarında ve kıvamında ilerler...

 

 

 

İlla ki, zihnin merkezine yolculuk, kurgunun tadını bozanlarla, geri dönüşsüz yollara sapanlarla, yüzsüz yüksekorta tiplerle yüzleşme serbestisidir. Zihin izin tanısın veya tanımasın, bu epey tanıdık pik ve dip aymazlarıyla, izsel ve zihinsel savaş kaderin cilvesi anına dek sürer. Zinhar zemin kayar ve tahtalı köyde toplu mezar...

 

 

 

Zihnin merkezine yol açmak ve zihinsel huzura yolculanmak, Tanrının bir lütfudur veya korsatanların hayattan çaldığı anların dayanılmaz ağırlığıdır. Meselenin özü anları kurutanları, anıları kusurlayanları, kustuğu kötülüklerle zihinde derin izler bırakanları ve bu minvalde kör anlayış ruhbanlarını ceza babında mükafatlandırma eylemidir. Yokluğa ve yoksulluğa direnci pekiştiren bu genel doğrudur. Elbet bir gün mutlaka eden cezasını bulur tezine sığınma yerine, zulme zulmete ve zifir zihniyete zararziyanın hesabını sorma niyetidir zihinsel yolculuk...

 

 

 

Kalender meşreplere inat karakter çapı metelik etmeyenlerin, zihin çeperi alemde zerre olmayanların, toplumsal terbiye standardını bir anlık ıskalaması bile ıslak hava mahkumiyetini ısmarlamadır. Medeni boyutta boğulanlara makul yafta ömür boyu azap çekme cezasıdır. Çetele boyna asılır. Hıyaneti emanet bu etiketlenme zihnin merkezini her ziyarette, hayal bile edilemez hakimiyeti umudu

 

perçinler. Es verilmedikçe esrarengiz biçimde bir sonraki esareti kıran aşamayı askıya çeker. Bu askı süreci adaletli duruşla, en çekilmezi çeken yorgun zihnin çatlamış skalasını klaslaştırır...

 

 

 

Bu kahırlı klasmanda zihni devamlı uyaran ise insan kisvesinde hayvan postuna yerleşme lainliği veya insanlık indinde yeri olmayan hayvan postuna bürünme gafletidir. İnsanı zıvanadan çıkaran ve kutsal isyanın pimini çektiren işte bu küllük kurnazlığıdır, katıksız küstahlıktır.

 

 

 

Küsuratları hariç zihni ağır mesuliyete sevk eden, zihnin sakinlik merkezini geren işte bu kendine davranılması beklentisi dışına taşanlardır. Yolyordam bilmeyip hayat yolculuğunu zihin ötesi garabete taşıyanlardır. Tabansız taşkınlıklarla ilahi dengeyi yıkanlardır. Hal böyle olunca, haliyle zincirlerini kopartan zihin asla kontrol edilemez tavlı ve tavırlı çatışmayı önceler. Elbette bu kendini mal sahibi, mülk sahibi gören ayarsızlar, kendini bilmez seviye ve seciye düşkünleri önce zihnin merkezinde bir yerlerde, sonra sığındıklarını sandıkları şehirlerin merkezi veya ücra yerlerinde hayat pahasına, ağır yolcu ile karşılaşırlar...

 

 

 

İşte tüm zihin fukaralarının gördüklerini göreceklerini tamamlayacak olan, asla unutamayacakları o son karşılaşma ve sonsuzluğun zifiri karanlık merkezine o son yolculuktur...

 

zaman: Ocak 30, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

28 Ocak 2022 Cuma

SORU, NEDEN YAZI? YANITI, KIRKLAR KAPISI...

SORU, NEDEN YAZI? YANITI, KIRKLAR KAPISI...

 

 

 

Neden yazı? sorusuna yanıt için, halden anlamazlara kırk dereden su getirmek gerekir bazen. Oysa ardısıra hiç usanmadan yazmak, hayata dair anlam arayışıdır. Doğru olan, yazanı anlamaya çalışmak yerine, kılı kırk yararak yazılanı anlamaktır. Çünkü kırklar kapısını aralamak, gereğinden çok iyi anlaşmakla, dostdoğru anlamakla orantılıdır. Altın oran dostluk veya hiçliktir. Yazı, özü sözü bir bütün eyleyip kırık hayatlara dokunmaktır. Kutlu tarihin hafızasını işletmektir...

 

 

 

Yazmak sanattır, sanat hayat, yazı hayatın ta kendisi. Çoğu kere yazı ile yazanı durduk yerde hapislik olur ve tarih sıfırlanır. Sözlerin kaydıyla oluşan uygarlık silbaştan şekillenir. İşte her resmin bir harf, her harfin bir sembol, her sembolün bir anlatı olduğu günden bu güne, mahreme perde böyle aralanır. Mateme dönüşen yalnızlıklar, kırklara dayanır...

 

 

 

"Dayanmaz gönüller, dayanılan kapı kırk pareye dağılınca. Kurşun gibi ağır hava da, boynu bükük kırmızı gelin çiçekleri birer kor tanesine dönüşünce. Korku dağları beklerken cana can üflenir. Kor yürekleri en üşüten cinsten. Civar soğuk, cümle kapıda ayaz, kürküne bürünülen ebruli felsefe kuşatılmış. Yine de gölgesine uzanılan demir kanatlı özgürlük nabızlarda atar. Doldurmalık çile ilaçtır, tarih boyu acımsı, yasak savıcı yasalar enkaz. Yasaklardan bunalmış titreyen dillerde isyanlar. İster istemez yürek dayanmaz olanlara..."

 

 

 

Bakır ibriklerden dökülen büklüm büklüm güneştir yazı. Yazıyla dayanılır yazgıya, saf ve temiz. Söz söz üstüne ışık yelpazesi. Tarihin en ateşli sorgularında daima yazı ve yazgı yargılanır. Oysa taşa, deriye, palmiyelere, papirüslere işlenmiş, karşı yakanın altın ışıklarıyla şahlanan, şaha yankılanan, yüzyıllar binyıllar öncesinin sırrıdır yazı. Yazgı ise gönül sarayına, geçici dünya süsü...

 

 

 

Yerden göğe başka dünyalar dolsun ciğere diyerek, sürekli dik uçlarda, pik burçlarda, dip çukurlarda soluklanılır. Ancak hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. Öyleki ölüm gününe dek, hayata dair ne varsa bu yüzden istiflenir. Tek gaye tarihe not düşmek adınadır, inatla hararetle...

 

 

 

'Hanelere pırıl pırıl bir güneş doğar, güne uçuşur güller. Berrak havayı göremeden kirlenen kibirli yarışlara koruyucu duvarlar. Sıkı örülmüş kıyamet yolculuğunda kıymete değer kırklar. Zamanı ahirde kıyamete yakın boşa afra tafra. Herşeye rağmen kıyam. Kıyıma isyan Atadan beri...'

 

 

 

Bir varoluş sancısıdır yazı. Öyküsever gençler yazıyla kıyasıya öykü kahramanına dönüşür. Yabancılaşan hayat çarpar yüzlere.  Sonuç Donkişot simgeleşmesi. Eylem kuşuna dönüşme. Hasbahçe balosunun olmazsa olmazları tarihin belleğinde. Kim kalıcı kim gidici, ileride görülür. Ve bir daha Cumhuriyet çalınır kulaklara. Acıyla viyaklayan dudaklarda hayatın rengi. Gözlere fazla gelir tek bir sıcak damla yaş. Ay şehrine çöken nursuz geceler, asla cumhuriyeti çalıp götüremezler. Geride ne ağız dolusu gülüşler kalır, ne de yüreklere ılık bir temas. Ve artık resmigeçitler izlenmez. Bando doğum günlerinde bile ölüm marşı çalar...'

 

 

 

Çalakalem yazılar tarihin hafızasını zayıflatır. O yüzden hafızayı güçlendirmek için ilk emir gereği, okumak gerekir. Okumak ve yazmak...

 

 

 

İşte yerli yersiz yinelenen, neden yazı? sorusunun tek ve net yanıtı; Yazı, kırklarla sonsuzluk kapısına varıştır...

 

zaman: Ocak 28, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

26 Ocak 2022 Çarşamba

GÖÇ VAKTİ YALNIZLAŞMASI...

 GÖÇ VAKTİ YALNIZLAŞMASI...

 

 

 

Yalnızlaştıkça insanlar, birileri zenginleşir. Ve yalım çakar, deniz kabarır, göç başlar...

 

 

 

Kıyametlik göçlerde öç alır deniz. Eşi benzeri, ucu bucağı yoktur, narlı, nurlu, harlı ummanın. En umulmadık anda, densizliği dengesizliği yakalar, tuzla yıkar. Deniz yarı sıcak yarı soğuktur. Altı cehennem üstü cennettir. Dili ateştir, dibi buzdağlarıdır. Deniz hem yüz yıkan, hem doyasıya dayan tadındadır. Suyu eski bir su kuyusundan, dibi sızdıran kovayla çekilen su kadar tatlıdır. Başlı başına hayat. Ve istem, arzu ve meyillenmek üzerine kurgulu saltanat yan yatar, karanlık suya batar...

 

 

 

Deniz karpuz çatlatandır. Üstelik çam ormanları, sığ koylara saldırmıştır. Üstelik binlerce yıldır, dillerde hep ayni dırdır. Traverten kayalıklarda arsız hırlaşmalar. Ve çarpıklığın öksüz çocukları cennet ve cehennem çukurunda. Adalarda saklıdır değme hayatlar. Kuşbakışı eşsiz mağaralar. Yüzlerce basamakla inilir antik çukurlara. Haliyle en kutsalın yüzüne dokunmaktır göç. Herşeyle yüzleşmek göçünce orada gerçekleşir...

 

 

 

Ummanın ortası soluk sahnede anadan üryan seyirlikler. Zeus ve yarıtanrıça kızların kumrularla dansı iç bayıltır. Başlar döner ve mozaikten bir keklik çatlar. Meleklere katılmamış melikler, gagası dolu dalgalarla yarışanları izler. Dize gelmek, Adam kayalardaki kabartmalara işlenmiştir. İşlik evinde yan yana dizili çerçevelerde ise adam olamamışların sureti. Kıyı köşe nazar ayetleri. İç kabartan yalnızlık içinde, dert ziyafetine davetlilik bitince göç faslı...  

 

 

 

Fasıla vermeden tıka basa ziftlenmenin mükafatıdır ölüm çiçeği. Köküne umman deniz. Başkaca yeraltı dereleri, aksular. Erezyona uğramış çökük tavanlı evler. Zaten kim tanrı kim tanrıça, Damlalı mağarada cisimlenir. Göçlerle tanımlanan sessiz tarihin, renkli filmi üç boyutlu izlenir. Ve geç de olsa göç yolunda akıllanılır...

 

 

 

Çöl kıyısı suni göl rüyasında göçsel devrimin ilk hazzı yaşanır. Fikirsel açlık had safhada sızlanır. Robotik ayrıntılar tütsü kokulu saraylarda, geniş boş ve loş odalarda rezil geceleri üşütür. Üşür ölüm. Ve sessiz süzülüşlü ürpertiler cahil damarlarına zerkedilir. Zaman mekan ayıracında ise mumyalanmış hayatlar. Havai tuzaklar...

 

 

 

Düğün şenliğiyle, düğüm sona yakın bir bir çözülür. Dünden göçe durulur. Ve o acı gülüş dolar beyinlere. Diriliş kumsallarda kutlanır. Kumdan kalelerde ölmeye yatmak vakti, kapıda cennet, akıllarda cehennem ve suya hasretlik. Sonra, sonrası yok bir damla suda boğulmak...

 

 

 

Su gibi akar rötarlı göç. Tek mirası kırklar konağında moladır. Doğup büyünen ve uğruna ölünecek şehir ise koca bir mezar. Başı çınarlı yasemin kokulu lalezar.  Konforlu kodeste en hassas terazi. Kaç zaman bekleneceğini hakkıyla tartar. Gelecek ise büyük muammadır, bilinmez...

 

 

 

Geçmiş zaman kipi seyrü seferlerde gölgelere uzanılır. Ağrıyan başlar pamuk göğüslere. Upuzun hayat iki nokta arası, cümlenin ardına koyulan üç noktadır. Umu eşi benzeri ucu bucağı yok ummana, uslanmaz denize göçe yeltenmektir. Ve göçlerden öç alır yazgısızlık...

 

 

 

Zenginleştikçe birileri, ziyadesiyle bu gün gibi yalnızlaşılır...

 

zaman: Ocak 26, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

25 Ocak 2022 Salı

ENERJİ VE TASARRUFTA DIŞA BAĞIMLILIK…

ENERJİ VE TASARRUFTA DIŞA BAĞIMLILIK…

 

 

 

Enerjide israfın önüne geçme zorunluluğu gerçekten varken, çok mevsimler geldi geçti, tasarruf kara kışa rast geldi. Nedenleri flu, duyuru, ilan ve reklamı eksik ama enerjide şimdilik üç beş günlük bir kesinti var. Varlık darlık çıkmazında, varyemez havasında kış ortası bu kısıtlamalar, kimbilir yeni yılla birlikte vurgun üstüne vurgun yiyenlerin bastırılmış o tam bağımsızlıkçı açlığını da ortaya çıkarıverir...

 

 

 

Bu çıkarsama belki dışa bağımlı enerjinin de, sanayiinin de açıkça sorgulanmasını getirir. Ortalık buz kesmiş üşürken ve iç dış satım için üretemezken  bağımsızlık özlemi beliriverir gönüllerde. Yeter ki gönüller bir olsun...

 

 

 

Dünya ölçeğinde enerji ihtiyacı ve kullanımı uygarlaşmanın ve gelişmenin göstergesi. Ancak enerji kullanımı diğer yandan dışa bağımlılığı da önlenemez biçimde körüklüyor. İşin kötü yanı eğer, yeterli enerji kaynakları var ise siyasi ve ekonomik bağımsızlıktan söz edilebilir. Yani enerji her bir ülkenin yumuşak karnı ve can damarı. Enerji yoksa can çıkar, el darlanır. Enerji çoksa ve sahip çıkılamıyorsa ölmekten beter edilir. Zaten yapılmaya çalışılan tüm bölgesel dizaynlar, üretim araçlarının el değiştirmesi korkusu biteli beri, enerji kaynaklarının el değiştirmesi üzerine planlanıyor. Plan dahilinde

 

büyük sermayenin liderleri ya enerji zenginleri veya enerji gaspını iyi yapanlar. Hatta bunlar başkalarının iç meselelerini halletme yolunda demokrasi havarisi kesilirler. Halkları diktatörlerden kurtarma cambazlığıyla daha radikal diktaların kucağına iterler. Sonrası karakışta sönen ocaklar...

 

 

 

Enerji yoksulu olmak ve enerjide göbekten dışa bağımlı hale gelmek, petrol ve doğalgazı ithalatın lokomotifi yapar. Hele ki uygulanan enerji politikalarının yetersizliği, yüzde yetmişlere varan dışa bağımlılığı dayatır. Bu orantısız bağımlılık, bir zamanlar enerjisinin yarıdan fazlasını kendisi karşılayan konumdan, on yıllar içinde sadece dörtte birini karşılar seviyeye getirenlerin ayıbıdır. En acısı ise enerji üretiminde bile tam bağımlı hale gelmektir. Yani enerji üretilir ama üretim araç gereç ve ekipmanları dışarıdan tedarik edilir. Santraller kurulur ama yakıtı dışarıdan temin edilir. Doğalgaz bambaşka bir muamma. Her enerji hamlesi resmen dışarıya bağımlılığı pekiştirir. Öyle ki diğer emperyalist enstrümanlar güncelliğini yitirir. Ez cümle enerji emperyalizmi artık ülkelerin kaderini belirleyen ve tayin eden başlıca unsur olur.

 

 

 

Hal böyleyken dur durak yok, dışa bağımlılığa dur diyen yoktur. Yine de nüfusun yarısı enerji yoksulluğu içinde yaşar. Ekonominin dip yapmasıyla pik yapan fakirliğin yanı sıra enerji fakirliği hortlar. Artı kış ortası ne kadar  süreceği belirsiz kısıtlamalar ve kesintiler başlar. Nasıl ödeneceği bilinmeyen kallavi faturalar cabası...

 

 

 

Orta yaş aklıyla sabittir, enerji tasarrufu denilince ilk akla gelen elektrik ve ampuldür. Boşa yanan ampullerin söndürülmesidir tasarrufun başlangıç noktası. Oysa ‘gelişmiş toplumlarda elektrik en vazgeçilmez temel insan hakkıdır. Ve gelişmiş toplumlarda elektrik ucuz, sürekli, kaliteli, herkesin kolayca ulaşabileceği koşullarda ve güvenilir biçimde sağlanması gereken bir kamu hizmeti’ olarak adlandırılır. Ayrıca ‘enerji’ özelleştirme kavramı içine alınmaz ve kamu tekelinde tutulmaya özen gösterilir.

 

 

 

Öz olarak  odalarında, evlerinde, meclislerinde

 

saraylarında,  boş duylara takılacak ampulleri bile üretemeyen bir sona sürüklenilir. Ampulde bile dışa bağımlılık. Ampul üreten tek fabrika kalır o da montajcı otomotiv sektörüne hitap eder. Alt tarafı bir ampul deyip geçilemez. Çünkü elektrik enerjisi tasarrufunda ampulün rolü çok önemlidir. Akkor lambalardan Led ampule yolculuk derinlemesine izlendiğinde, ampulün önemi iyice ortaya çıkar. Uzmanlar; sadece ampul değişikliğine uyarak aydınlanmanın, dünyadaki enerji tüketimini yüzde kırk oranında azalttığını söylüyor. Tam iki yüz milyar euro civarında bir kazanç. Bu kazanç eskiyen her ampulün değiştirilmesinden geçiyor. Ancak ampul sektörü de dışa bağımlı ve ithalatçı olunca, israfı önlemek için tasarrufu da satın almak zorunda kalınıyor...

 

 

 

Kısıntı, kesinti derken ceryan çarpmasının bir şekli de bu olsa gerek; enerjide ve tasarrufta dışa bağımlılık…

 

zaman: Ocak 25, 2022 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

24 Ocak 2022 Pazartesi

SANATÇIYA ÖVGÜ, SÖVGÜ GİRDABI...

SANATÇIYA ÖVGÜ, SÖVGÜ GİRDABI...

 

 

 

On yıllardır programlı saçılımlarla ulusal değerleri yok sayma işinde iş, geldi çattı sanatçılara dayandı. Hatta bir zamanlar övgüye değer bulunanlar bile, muhalifliğin mimini gösterince sövgü bazlı değersizleştir ve kurtul operasyonuna uğradı. Anlaşılan daha birçoğu bu güncellemeden nasibini alacak. Devlette ilk adım atıldı...

 

 

 

Bugünden sonra sanki bir şekilde sanatsal özgürlük sınırlandırılarak mevcuda muhaliflik yok edilecek. Sövgü girdabı sanatın belirleyicisi olacak. Olmazsa tarihle sabit; sanat, sanatçı dertop edilip tektipleştirilecek, derdest edilip bir yerlerde konuşlandırılacak. Sanatsal özgürlük alabildiğine hırpalanacak, sakın ha sakın günleri kapıyı çalacak. Böylece ister istemez dillere susturucu takılacak, ölümcül marjinalleşme havası ağır basacak. Oysa sanat öldüğünde, özgürlük hiç bir alanda baki kalmaz. Ayrıca ödülü mödülü yok bu karanlık girdabın, sadece övgü yerine sövgülerle boş kıta sahanlığına yuvarlanma var...

 

 

 

Anlaşılan o ki kültür ve sanat ifadesi resmen ifadesizleştirilecek. Halka direkt sanat yoluyla ulaşmanın, halka sanat ulaştırmanın önüne devlet eliyle aşılması zor barikatlar kurulacak. Bu açıkça sanattan beslenmeyin demek...

 

 

 

Demek ki bundan böyle mecazi miğferleri delen her aksi düşünce, aşırı delici ve sakıncalı farz edilip tırpanlanacak. Ve topuzun topu sırayla sırası gelene değiverecek. Haliyle sanatın aşkla ölümü ve sanatçının aşkla direnişi arasına sıkışacak sanat ve tüm sanatçılar. Şu bu derken de hemen herkes…

 

 

 

O halde on yıllardır her aşamada belli kafaların ayıklanmasını sessizce izlemek ve çözümü salt birilerinin emr-i hazinesine bırakmak bir an evvel bırakılmalı. Hele sövgüye hoşgörü kesinlikle. Çünkü

 

bu edilgenlik yakın gelecekte, dost meclislerinde gülümseyerek mırıldanılacak bir mesele olmaktan çıkacak...

 

 

 

Şimdilik parsayı toplama peşindeki çiğ süt emmişler, takvim yapraklarından şu süprüntü günler koparıldığında hepten yalnızlaşacaklar. O vakit belki tekrar özgür sanat fikrine saplanabilirler. Ancak nafile. Bugünkü kısır döngüde sanata darbeyi ve sanatsal çözülmeleri hazla, ensesi kalın huzurla övenler, paça tutuşunca ne kadar dövünseler de hesap tutmayacak. O gün gelip çattığında sanat aşkıyla yanıp tutuşmak, ahlanıp vahlanmak para etmeyecek...

 

 

 

Adap edep makamında sanata övgü yerine sövgü sınırsızlaşınca, birileri bir şekilde sanata sınır koyulduğunu zannedebilir. Ama asıl sınır, sanatçıların yüreğinde ve beynindedir. O sınır sonsuzluktur...

 

 

 

O sınır, asla hasbel kader yönetenlerin uhdesinde değil

Hiç yorum yok: