SICAK SAVAŞ MESELESİ...
Yeryüzünü kuşatan faşizan zalimleşi, bilindik milliyetçi
hatta mikromilliyetçi metodlarla emperyal mesafeleri kısaltır. Dar çerçeveye
hapsolan tipik, natomik politikalar ve çetrefilli davetlerle sınırlar topla
tüfekle aşılır. Ebedi aşklar korunamaz hale gelir. Bu arada savaş sebebi
sayılan klasik bahaneler, tutarsız çözülmeleri de günceller. Ve birkaç kuşak
geriye taşınan şifli şifreli heyecandır. Her şey teybin bandını gerisingeri
sarar ve sıcak savaş başlar. Gündemi sıcak savaş meselesi tutar...
Bir anda kısıtlı anlam arayışları boş dava arayışına
evrilir. Sosyal arama motorları barışa çalışır ama zamanındaki tepkisizlik
yüzünden topyekun savaşma azgınlığına yakınlaşılır. Çünkü soğuk savaş
günlerinin rotası belli keskin tarafları, nato nota paralelinde bir anda sıcak
savaşa gömülür...
Yeni emperyalizme delalet, faşizan sıfatların hakim modern
dünyanın küçük el aleti olmasıyla uzakların iç kavgası herşeyin önüne geçer.
Paracı politikalar bazen işe yaramaz, kara paranın yeryüzüne yansıması sadece
şiddetin ivmesini artırır. Utku babında uğursuzluğa uyulur veya uyunur ve
neticede barışa hiç rağbet edilmez. Oysa İlahi Adalet eninde sonunda savaş
baltasını çalar. Sonsuzluğun tekeli sonunda işler, işi azıtanları çarpar. Bir
yargıdır veya yazgıdır ama başlangıçta montrö olmayaydı sahte aydınlığının sonu
fişeklenen, açıkça şerre bulaşmaktır. O zaman sıcak savaş
mağdurunu oynayarak mutlu insanlar vardı şeklinde resmi geçit de yapılamaz. Ve
hayatın diyalektiği yıllar yılı kınanan ve yok edilmeye çalışılan tek güvenceye
güvenmeyi şartlar. Yani eller yollar, yol yordam değişir, geçici ve ezici moda
tutsaklığı tarih önünde esrik biçimde yozlaşır, bir an gelir en başa dönülür.
Ve öyleyiz, böyleyiz hattında, kararan menzile elde kandil ulaşılır...
Ve haliyle vaktiyle haramiler safına girenler, emperyal
tezgâhlarda faşizan dokuyla dokunanlar mutlaka layığını bulur. Yani bir bir
kaybedilir siperler, cepheler çatlar ve kısa süreli bir sıcak savaş meselesi
olarak biri daha kaydedilir âleme. Zaten
kör topal giden eşitsiz hayatın,
pırıltılı kartpostallara giren yüzüdür her savaş, her sıcak savaş...
Yani yüzsüzlüğün bu kadarı da olur mu diyerek hayıflanılan
kara kışı yaşamaktır sarı yapraklara dökülen. Değişen dünyaları, salt öbür
dünyayı yaşamak yolunda harcamaktır akla koyulan. Mesele faşizan kamplara
dağılan, bilinçaltındaki yeraltı dehlizlerine ve mezar taşlarına kazınan
meseledir. Meselenin halli ise akla zarar alev alev yananların iki arada bir
derede donuklaşması ve sıcak savaşa dönük hamle hiç değildir. Çünkü soğuk
sonrası sıcak savaştan geriye, suya yazılı ve taşa kazılı kısa cümlecikler
kalır. Yolculuk gerisingeri uzatıldıkça uzatılır, hatalı defolu hayatlar ve
hayasızlıklar mikroskop altında incelenir ve her son yeni başlangıçları
doğurur.
Her doğana sırnaşan kusurlu ve kudurgan heveslerin tümü
trajedilere yansır. Yakıcı yıkıcı, geçmiş gitmiş sanılan günler tezelden geri
gelir. Yapmacık ve acımasız faşizan zalimleşi ve sıcak savaş meselesi utanmadan
baş köşeye oturur...
Bu eses mesele hafifsenirse, esas elde bulunan veya
bulunmayan veya zor elde edilmiş ve dahi elden çıkarılmış tüm birikimler bir
anda zulme tapınan zalimleşenleri de oburca yer. Bu meseleden kısmen akıllarda
kalacak olan genellikle birkaç kuşak öteye zar zor ulaşmasıdır. Veya gırtlağa
kadar pisliğe bulaşma...
Bu yeryüzünü bunaltan eses sıcak savaş meselesi, saklanan
esas meseleler yüzden daha çok konuşulur…
zaman: Şubat 24, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
21 Şubat 2022 Pazartesi
DÜŞ YAKASI...
DÜŞ YAKASI...
Düşle gerçeği öpüştüren, ılımışık bir geceyi çektim üzerime.
Sıkı sıkıya örtündüm. Tüm demir aksam kapılar sanrılar diyarına açıldı sanki.
Ürperdim. Yaşanmazıma serpilmiş şaşırtıcı anları, harap mekanları bir bir
dolaştım Mihmandarım giriş çıkış
tünellerini gayet iyi bilen canım abim. Her anı en öteye, nihai noktaya
vardıran kutsal yolculuk tasarımıydı tümüyle. Düş yakasında bilinçdışı öğretilerin
gizemini cansiperane arayış hazzıyla kayboluş. Hazineyi tam bulacakken
yoruldum, yorulduk...
Maddesel evrenin paralelinde kazasız belasız kavuşmanın ve
öngörülen bir gayeye ulaşmanın heyecanıyla kısa bir mola verdik. Rüya dışı
gerçekliğe geçiş barınağında, sistematik ritüel manzumeler eşliğinde özlem
giderdik sırsıcak. Haznede mermi sanrısal imgeleri irdeledik birlikte. Haliyle
zorlaşan yaşamsal koşullarını, rastlantısal değişmeleri ve mutlak
değişmezlikleri çözümlemeyi unutmadık. Konu sonsuz evrenin insanı avucunun
içine hapsetmesine geldi dayandı. Dahası varsa da flu ve karışık...
Canım abim huzursuzdu biraz, vakti azdı kanımca. Kanımızın
kaynadığı günlerin üzerinden şöyle bir geçtik kısaca. Tam gitmeye yakın ya da
benim dönmeme az kala, parkasının zulasından bir mektup çıkardı. Hem yok oluş,
hem de var oluş veya yeni bir başlangıç anıydı üzerimize yıldızlardan yağan.
Ruhu özgürleştiren veya ölümü terbiye eden bir tavırla mektubu uzattı. Bilgiç
gözlerinde gerisingeri dünya ve kurulan eşsiz bağlantının unutulması belirtisi
yandı söndü. Başkaca neler saklıydı aklında göremedim. İki seçeneği de bir
kenara attım ve mektuba uzandım. Çünkü açıkça hissediyordum, sonsuzluğun sonu
Tanrılar diyarı ve mektup oradan...
Kutlu emanet, sarı samandan sanırım üç yapraktı. Üstünkörü
bakar bakmaz inci taneli yazıyı hemen tanıdım. Mektup babamdan. Demek kendisi
yadımıza düşememiş, adımıza mektup döşenmişti...
Hal hatır sorgusundan sonra içinde mutlaka bilgeliğe varış,
sonsuzu keşif yolculuğunun incelikli mesajları sıralanmış olabilirdi. Mitolojik
değerlerin sınırlarını genişleten bir kazanım da sunabilirdi gizli şifrelerle.
Felsefik imaları çözen bir imaj da katabilirdi, canıma kanıma. Hatta sonsuzluğa
ulaşma sorumluluğunu bir kez daha yükleyebilirdi aklıma. Ancak okuyamadım.
Şimdi ne kadar hayıflansam da canım oğlumdan sonrasını getiremedim. Düşle
gerçeğin örtüştüğü ılımışık gece birden karardı. Kapkara çöktü üzerime.
Uyandım...
Dünyalığımın en kıymetlilerini Tanrı katında bıraktım.
Biçare akıl boyutunda temsili bir varoluşa yüzsürdüm. Soluksuz kaldım bir an,
tekrardan ruh ile beden buluştu kafamda. Kafamı kurcalayan çok boyutlu yaşam
varlığı noktasından neden aceleyle koptuğum, koparıldığım oldu. Oysa bir salise
daha tanınsaydı şahsıma yeterdi. Canım acayip sıkıldı. Belki de vakit olsa
ruhsal pratik, benzersiz fonksiyonel bir ürünle taçlandıracaktı aklımı. Ancak
güvenilir ellere emanet, babamın adrese teslim mektubunu okuyamadım...
Bu düşle gerçek arası mucizevi alameti esinlenilen ve
desteklenecek bir işaret olarak görmüyorum elbette. Biliyorum ki, salt bedensel
ve zihinsel bir seyahat özlemi. Öze dönüş tılsımı sadece. Saklı zaman diliminin
kişiliklere ve kıymetlilerime dönüşmesi ve fırsat bulup aklımı sallaması. Belleğimi
kuşatan şimdinin, bir güzel yarına aktarımı. Hepsi o kadar. O kadar ama keşke
mektubu okuyabilseydim hissi yüreğimi hala feci yakıyor. Aklımı derinden
yaralıyor. Ah bir okuyabilseydim...
Şimdi dünya iyisi kıymetlilerimden gelmesi zor bir başka
mektuba mecbur kılındım. Varsın olsun bu gözükaralık aklımla öpüştükçe, er veya
geç bir başka pusula gelir beni bulur. Sabırla beklerim. Pus, pusu aldırmadan o
mektup elime bir geçer, pir geçer. Sonsuzluğa işaret çağrılar, körkaranlığın
kalkmasıyla seçilmişlik babında aklıma dolar. Her biri illaki ya rehberim olur
veya sonum gelir...
Hoş gelişler ola. Ola ki düşle gerçeğin öpüştüğü ılımışık
bir gece, hiç korkmadan göçer giderim. Son yolculuk düş yakasına...
zaman: Şubat 21, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
19 Şubat 2022 Cumartesi
FES BAŞA, SERPUŞ NAŞA...
FES BAŞA, SERPUŞ
NAŞA...
Fes, kenarsız kırmızı renkli bir Scots serpuşu. Çıkış
menşei, varış eşiği biraz karışık bu ibikli fez, yerli ve milli farz edilip,
vaktiyle kenar, civar tez elden patates kafalara oturtuldu. Belkide tarihteki
ilk şapka reformu. Er kişilere fermanen kılık deformu. İki buçuk asır
direnişten sonra formasyon. Anglosakson Kraliçe marifetiyle fes başa, serpuş
naşa...
Fesli illet ilkin Kalyoncu neferatı nezdinde, selamlık resmi
hatıratına ahaliye ulaştırıldı. Devamında
çıtadan çıkrıklar susunca, çatık kaşlı çıkıntılara, sosyal hayat desenli
fes giydirmeler süse bulandı. Bu kara lale, süs bulamacında ihanete dönüşen
asriliklerle, içten dıştan hileli himaye usulünde beş paraya harcanış, doğal
yaşama ve mevcut hayata kasta dönük fikirsel ve eylemsel fenalık başladı.
Farkındalıklar fes başa marifetiyle tırpanlandı. Festal menfaatlenmeye
yönlendirmeler normalden sayıldı. Esef verici fes giydirme tazyikiyle, eksik
operasyonlarla düpedüz düzen, alenen birlik, dirlik, bozuldu. Bozuk düzen
fesatlığı parlatıldı. Ümmet, himmet, kısmet mistizmi, başa fes koyma ve akla
çorap örme taktikleriyle çeşitlendi. Ve vira gurur kırılması. Fes başa, kuzgun
leşe kurgusu...
Derinleşen devlet zayıflığı ve dahası devletlu ayıbı ayyuka
çıktı. Madden medeni cesaret çuvallaması, manen rastgele dibe yuvarlanma.
Herşey silindirik fese bağlandı. Sikkesine bir feslik, bir gemi dolusu
kırmızılı dokumayla reçine kokulu çağlar fişlendi. Fışkıran sinsi fiiller,
sefillik ve sessizlik genleşti. Feshaneden çıkma fes başa, devlet yaya, kuzgun
leşe...
Festen, fistan derken fenalıklar, fettanlıklar, kasten
kastlar, suya aksedenler, kadersi aldanışlar, fıtrati aldatmalar veya
içbedestende gönül kabartmalar fiiliyata yayıldı. Bununla da kalınmadı, kenarda
köşede kırmızı püsküllü sarhoşluk, serde boşluk, heryerde başıboşluk, baştan
ayağa başıbozukluk boğazlara dizildi. Hilkat hali hal değil, hilkat garibesi
gudubetlik,
gevelenip yutuldu. Fes mes ayağında manevi değer, milli edep
diye yutturulmaya çalışılanlar mimlendi. Mimler resmen diz çöküşün timsali.
Demir çivili sendelemeler neticesi yeni babında eski alemi tekraren yaşatma
sevdası. Kurulu ademe ıslak şıpırtı. İmzası çatlak, mührü çıplak lakırdılarla
başa bela püsküllü serpuş, fes mes tiryakiliği. Fes başa, mes ayağa, yüze peçe,
yüzsüzlük kösele pençe. Peşinden hayret kabarması, nispet kotarması, kispet
yırtılması. Kuş uçar kervan geçmez yerlere de frenk üzümü...
Üzümleri karartan, yüzleri kızartan sahte şahlanışlara
kanan, masumiyeti tam göbeğinden çatlatan, bastırılmış içgüdüleri ayartan
girişgenlik
boş kafalarda püsküllü fes. Fesat sarı patates yığınlara,
ıssız deniz batağı, kısır çöl ümitsizliği, boğazlarda düğümlenen sahra, her
safhada yakıcı nefes. Enfes bir kandırmaca, feci bir aldatmaca, fes başa, akıl
rafa...
Kamuyu kahreden kahküllü çığırtkanlık. Kenarsız köşesiz
Scots usulü kırmızı yağdanlık. Sağır Sultan fermanıyla, lafta Tanrı emriyle,
ana britanik Kraliçe marifetiyle tamuya fesli mihmandarlık. Anemik dükalık,
vahşi gölgelik, sinsi siperlik. Fez başa, tez boşa, sadakatsızlık. Sadaka,
sadakat arsızlığı, melanet sazlığı. Vira kafeslenme, fes başa, serpuş puşta…
Resimlenen resmen banal sömürgeleşme süreci. Sanal
çözülmüşlük, multi kanal çürümüşlük. Bir adım sonrası yepyeni bir başlangıç.
Başta gelenek ve görenek kitabının bozulmasına itiraz. Kadim kitabın tersten
okunmasına isyan. Yerli milli, yerel yöresel, coğrafi bölgesel haritalarda hain
oynamalara çılgın tepki. Mistik havaya fesat bulaştıranlara besbelli akıbet.
Ayan beyan, çıyan musibetine kötek...
Estek köstek, bir yere kadar. Gün gelir fes düşer, mutlaka
kel görünür. Fes başa, serpuş naşa, toptan tarih mezarlığına...
zaman: Şubat 19, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
16 Şubat 2022 Çarşamba
ŞEDDELİ YAZI...
ŞEDDELİ YAZI...
Şerait şakülü beter kaydığından beri, dört bir yan, çarşı
pazar, hane han, yangın yeri. Etraf çepeçevre alev, katıksız ateş çemberi.
Piyasaların pik dip arası devinen ortamında palazlanan, salt yaşamak adına
alazlanan bir nevi sıcak savaş. Sanki yaşanan ‘Savaş ve Barış/Harp ve Sulh’
atmosferinde mimodram. Şahı şada, şiddetli melodram...
Melanetkarane çarkıfelek çıkmazında uluorta yaşam
mücadelesine karşın, melankolik havalı, haddini aşan, hududu geçen, kendini
bilmez haddalara, haliyle hadiye faslı. Zaman makinesi hurdalığında karakter
bozuğu haytalarla, hayli ağır küstahlaşmalarla derin hesaplaşma, haddeden
geçirileceklere had a bad time. Hasretle yolu gözlenen ise haslet temelinde
geçecek güzel günler farkı…
Şimdiden ‘İhanet Üzümleri’ni ayıklayacak temiz ellere, 'Suç
ve Ceza'landırıcılara dipnot; 'Harname' doğru okunmalı ve şeddeli okutulmalı…
Ok yaydan çıkmış bir kere. Çatkapı okkalı yıldırmalar
girdabında millet. Ahali resmen geçim ve muallak seçim arasına sıkışmış. En
ağırından zilnice fiyakalı etiket ayarlamalarıyla geçiştiriliyor kara günler.
İlla ki, içeriden ve dışarıdan emperyal düşmanlık, vahşi sömürü salgını cabası.
Tam da yakıcı yıkıcı bir atmosfer ve hala kamplaşma arzı. Arsızlık kol geziyor siperleri. Ama
karakargalar hala uslanmazca, ketenpereye getirip kurdelalet hevesinde...
Oysa hayat grostonluk hidrolik pres azametinde, zehir zakkum
gibi arzı endam ediyor. Eza cefayla ve temel varoluş prensipleriyle alay eden
ve de yolunda akan suyu yolundan çıkaran, akışı tersine döndüren bir paslı
düzenek. Ve bu düzmece halsizlik hala primlendiriliyor. Öyle ki enerji
mecburiyeti bile bilinç kaybı yaşatacak seviyede acımasız ama bedellere
bedel...
Bila bedel etrafı resmen ayıp kayıp bilmeyen şeddeli him,
şerbetli himar şiddeti kuşatmış. Hayatın karası, iç karartan, zihni ve şehri
ikiye bölen busbulanık bir nehir durağanlığında, arsız duygu aralığında
kabarıyor. Kara taşın üzerinde kara kurbağa avı ise şambabalarına şeddeli
şamata...
Şemasında evveli, emeli belirsizlerin, iktidar koltuğunu
evindeki misafir odası takımına konuşlandıranların, gökten zembille inmişlik
bencilliği zirvede. Aslen ziyadesiyle kan kaybının yegane sebebi bu. Bunca ağır
krizin vekaleten, tip politikacılar ve tipitip politikalar yüzünden olduğu ise
sümenaltı edilen gerçek...
Gerçekdışı tutumlarla emek sıfırlanması neticesinde, alın
teri ve katmerlenen acılar arasına hapsedilmişler, demokratik halk
dayanışmasının çok uzağında. Gittikçe sermayesini eriten bir 'demokratik intikam
partisi' üyelerine evrilmişlik söz konusu. Şimdiden onlara ileri şehremini
havarisi pozunda, havadan sudan dem vurulur. Havasız hücre gözdağıyla gem
vurulur. Hücceten vurgun yemiş şerbetçiler ve içten dışa tüm kara vicdanlılar
yüzünden, bazıları yine atı alan denizi geçer havasına kurulur. Sonrası bildik
temaşa ve geçmişler olsun temennisi...
Evvelsiz temelsiz korvus koraks cavlağı, en ücralara, en
mahreme, en kutsala habire cirit atıyor. Gök kuzgun, gök kızgın. Kafadan kopan
kızılca kıyamet, başa gelen tam felaket…
İyiniyet babında, hayatı doğru okumayıp facia derecesinde
şeddad şeameti şahlandıranlara şeddeli dipnot; ‘Savaş ve Barış/Harp ve Sulh’
yeniden okunmalı ve okutulmalı. Bir kere ok yaydan çıkmış ise ve okumak okutmak
da yok ise eğer, pik dip arası bocalayan pilli piyasaların sarı sıcağında,
onurlu yaşam için dik duruş hepten zorlaşır.
Hatta zor bela, şeddeli yazılar harlamak bile yekten
imkansızlaşır...
zaman: Şubat 16, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
15 Şubat 2022 Salı
GELECEĞİ İKLİM KRİZİ BELİRLEYECEK...
GELECEĞİ İKLİM KRİZİ BELİRLEYECEK...
Yeryüzünü yerle bir edecek yığınla tehlike söz konusu. Yaşlı
dünya için kod kırmızı, dört bir yanda tehlike çanları çalıyor. Özellikle pek
önemsenmeyen iklim krizi en baştaki tehlike. Üzerinde ciddiyetle durulmalı.
Eğrisi doğrusu geleceği doğrudan iklim krizi belirleyecek...
İklim krizi, küresel boyutta en yayılmacı tehlikelerden
biri. Zaman içinde ekonomik krizlerle birleşen iklim krizi yaşamı daha da
çekilmez hale getirecek. Yani kendi dışında gelişen çeşitli krizlerle boğuşan
ancak yaşamı dengeleyemeyenler acayip çarpılacak. Görülen o ki çok yakın
gelecekte asla değişmez denilen tercihler bal gibi değişecek. Toprağı yok eden
betona gecikilmiş olsa da savaş açılacak.
Eninde sonunda dünyaya milyarlarca zararı dokunan betondan
yavaş yavaş uzaklaşılacak. Çünkü uzaklaşılmadıkça, alternatifler
geliştirilmedikçe geleceği resmen beton batıracak...
Geleceğin dünyasını alternatif bağlamında çevre dostu
konutlar, yeşil evler, akıllı konseptler, prefabrik projeler ve modüler
yerleşkeler kurtaracak. Yani sürdürülebilir ve güçlendirilebilir materyaller
içeren yeni ve geleneksel kentler yaşama renk katacak. Tek renklilikten
kurtaracak. Toprağı işlenir kılacak. Özellikle enerji kullanımı ve su
seviyesinde girilecek darboğazları bu hamleler düzlüğe çekecek. O yüzden bu
günden geleceğe ciddi programlar dahilinde iklim krizini yenmeye yönelik
atılımlar gerekli...
Demek ki yeryüzünü cehenneme çeviren ancak on yıllardır
izlenen baştan yanlış inşaata dayalı ekonomi aldatmacasından kurtulmak
gerekiyor. Reel sektör optimum düzeyde inşaa edilmedikçe sorunların gittikçe
artacağı da acı gerçek. Bu gerçekliğe karşın reel sektörü kenara iten, ekonomik
programların tamamının betona dayandırılmasından vaz geçilmeli. Geçilmedikçe
iklim krizinin önü de alınamayacak. Böylece kökten yanlışlar, yanıltıcı güncel
rakamlar ve radikal tutumlar yüzünden, mevcut teknoloji desteğini yok sayan
tüketilir enerji dayatmaları insanlığa çok pahalıya patlayacak.
Belki iklim krizi tüm bu tercihlerin değişmesi ve yeni
eğilimlerin hayata geçmesi için büyük fırsat. Hatta iklim kriziyle topyekun
mücadele zorunlu. Zaten aksi halde betona endeksli tüm yatırımlar gezegeni
büyük bir çöplüğe döndürecek. Yeryüzünü devasa kum çölüne çevirecek...
Diğer yandan pek bilinmese de dünya enerjisinin üçte biri
evlerde tüketiliyor. Doğaya ve çevreye zarar veren, saygıyı yok eden bir
anlayış egemen. Asla enerji tasarrufu sağlamayan bu beton konforu, iklim
krizini tetiklediğinden ne yazık ki geleceği beton batıracak...
O yüzden geleceği iklim krizinin belirleyeceğine inançla,
geleceğin betona gömülmesine dur denilmesi bu günün en geçerli realitesi...
zaman: Şubat 15, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
12 Şubat 2022 Cumartesi
SONSUZLUK KAPISI SINIRINDA…
SONSUZLUK KAPISI
SINIRINDA…
Gün geçtikçe yaşama tutunmayı zorlayacak sınıra yanaşan ya
da sınırda yaşarken ölmekten beter olan herkesin yüreği sızlar. Sinsice
yaklaşan yalımlı ateşin alına kırmızısına içi cız eder. Kuruşa duruş
bozdurmayan temel ilkelerin yanmasıyla kurgu bozulunca aşkın duygusallığa onmaz
acı eklenir. Açı daralır ışık zerresine yazılı hakikat, tüm vasfını yitirir.
Varsıl eğilimli yoğunlaşmalar bile gittikçe erir. Sonra sonsuzluk kapısının
eşiğine yoksulluk dolar...
Doludizgin günlerde sonsuzluğa saygıya ters, güpegündüz
engellemeler ve gecekarası sindirmeler pik yapar. Bu sınır tanımaz halleri
tarih mutlaka cezalandırır faslı bile ceberrut saltanatı sürenlerin
kararlılığını bozmaz. Karacehalet eseri hiç gereksiz bozgunlar ilkin tarih
babayı üzer. Ve altın kalemler, altın yaldızlı uçlarla altın yapraklara
sonsuzluk kapısının sınırında kaydını düşer...
Diğer yandan düşük yıldızlı kara bulutlar, heryere herkese
bulaşıcı toplu zaafiyeti fişekleyince, dünya yarılsa tutulamaz delifişekler
kutlu zafer yolunda tek vücut olur. Korkusuz, arlı ve kararlı kortejler
caddelere dağılır. İsyan cephe önü ve gerisine yayılır. Direniş dirlenir,
direnç birlenir. İşte o yüzden her daim dirayetli kalıp görmek lazım, duymak
lazım, yaşamak lazım herkesi yüreklendiren o hep bir ağızdan tek yürek
haykırışları. Üç maymunu oynayan kalp oyunculara söylemek lazım. Sonra çok ama
çok gecikilmiş olur...
Sonsuzluk kapısında ne kadar iyi niyetli olunsa da ne yazık
ki her köşe başı binbir tehlike. Terki direniş baskısı nice vecizlerle bereketli
topraklara saçılmış. Yinede fidana durur hayat. Ekin tarlaları sararır
baştanbaşa. Elbette bir hikmeti vardır özgürlüğü tek amaç edinmenin. Herşeye
rağmen eksik kırık hayata bağlanmanın. Öyle ki güneşi tutulmuş, ışık tortusu
cama vurmuş ve aksuları bulanmış atmosferi yeniden güzel eylemektir tek yol. Bu
uğurda eylemliliktir yürekteki ateşi söndüren.
Ucu bucağı yok alemde tarih çeşmesinden içilen bir avuç
soğuk sudur ölüm. Yiğitlik, içmektir en yakına düşen ölümden sonsuzluğu...
Sonsuzluk kapısının sınırında sözbir, sözün bittiği yerde
kutlu dava. Dava bazen düşer ama kızıla boyalı göğü kuşatan çift çift
kırlangıçlar sürer davayı. Kanatlarında umut. İnsanlık onuru kavgası yıllar
önceden örgütlü. Örgüler çözülür yeryüzü dillenir, nazlı al çiçeklerin buğusu
yerle göğü ufka yakın birleştirir. Ve kurak toprağın bağrından fışkırır hasat.
Hasılı kol kola yürüyüşlerin sırsıcağında ayni nida yükselir; tek ses, tek
yürek, sonsuzluk kapısı...
Eğer sona doğru yavan yüreklerdeki lamba sönmüşse ve küstah
karanlık, zeytin karalığında çökmüşse yağ gibi kayar zemin, su gibi akar zaman.
Hat boyuna yayılır koca yüreklerdeki ateş seli. Ve sonsuzluk kapısını deler
geçer nurlu son. İşte o an sonsuzluk kapısını yakan ateşin alına kızılına yürek
dayanmaz. Cümle alem o renge yanar. Çileden başka mülkü kalmayanlar ateş ocağa
düştüğünde, ölümden beter günlerin karşısına dikilir. Ve her yakın ölümüyle
direniş daha da güçlenir.
Önsözü bulunmayan her el yazması kitabın sayfalarını o
zamansız ölümler, acı tatlı anılar, devasa yaratılar doldurur. Son paragrafı
hüzne boyalı gözlerden süzülenler ve kucak dolusu alevdir...
Kitapsızlara kitap, sonsuzluk kapısı sınırında yanmak...
zaman: Şubat 12, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
8 Şubat 2022 Salı
FİLHAL İSTİKLAL, FİLHAKİKA İSTİKBAL…
FİLHAL İSTİKLAL,
FİLHAKİKA İSTİKBAL…
İmlenen fikir, illaki ilanihaye istiklal. İstiklal ve
istikbal uğruna, haksız taarruzlarla koşulsuz şartsız mücadele şartı. İnleyen
fakirler, müstesna günler ve yergök kapkara, resmen fikri zaruret. Fikri fasid
fiiliyatı aklanırcasına ortalık toz duman. Külliyen vaziyet berbat, vasiyet
müphem...
Mevzu müzakereyle itiraz edilemez türden sert. Düzey kaybı,
alınmalar, tutulmalar, gözaltılar vesair. Filhakika, askıda baskı. Efkarı
umumiye efkarlı. Ziftin peki ziyadesiyle değişik ve derişik hava. Bu havada
kısır esnetmelerle bir müddet daha aşı tutar. İlelebet doyurmaz. Kusurlu
kategorik çatkı, kariyersiz teveccüh mutlak çöker. Mesuliyet şuuru önüne çıkanı
ezer. Şüpheci şuuraltını eler. Ve bir mühim vaka daha müspet neticelenir...
Neredeyse zarafet, nezaket hayal, şatafat dış mihraklı iç
operasyonlarla, iç karartan dış destekli itirazsız masal ambiansı. Maaile boş
ısrar, yavan tepki. Tesellisi taş duvarlarda şarapnel izi, kalemde mailaci
mürekkep. Mai atlas kâğıt gibi yırtılır,
fes düşer ve fikri muzmer görülür...
Filhal istiklal filhakika istikbal bu uğurlu yolculukta
muhalefet mimlenir, balmumla mıhlanır. Hartama barakalar ziyadesiyle müşkül.
Tavlı tabakalar avlanır, tencerelerde taş haşlanır, tabaklar boş kalır.
Katlanılan baştan ayağa münasebetsiz haller...
İllaki vaziyeti keyfiyete sudan sebepler bulunur ama sis içinde hiç yıkılmaz görülen iktidar
illaki tepe üstü, palaspandıras düz aşağı gider. Ve yıkılır illaki...
Yıkımlarda yat borusuyla yatılır, kalk borusu çalmadan
kalkılır. Uyunur ve uyanılır bir daha zor uyunur. Asra uysa da uyunmaz. Peşpeşe
pembe rüya görülmez. Beklenen dava bellidir, filhakika istiklal, filhal
istikbal...
İlanı iflas, kıytırık hezeyan, ifritlik galeyana makamsal
ayar taht kaybettirir. Her çılgın eda göze batar, alaycı eda can sıkar. Akla
takılır içtimai meseleler ve seçim mesaisi. Şahsi ve hususi maruz kalınan yürek
burkar. Filhal mukadderat, filhakika mukaddesat, resmen kerevetine masal.
Hükümler hülleli, hükümet hünerci. Oysa hüsnü akibet, hüsnü adapla muktedir...
İllaki itibarı iade, nefsi müdafaa. Mütemadiyen baştan sona
mankafa itlaf ve tipik suni müdahalelerle mücadele. Savaşçı ruhu ayaklandıran
yegane düş yekpare İstiklal. Düsturu 'ya istiklal ya ölüm...
Ardısıra sırınan faşist darbeler artığı istibdat
rejimlerinin nihai tüketim vakti aşıldığında arza yolculuk. Yurtsever
kurtarıcılar seferberliği. O yüzden filhakika pürtelaş, filhal iç savaş
senaryosu. O bildik senaryolar da tutmaz.
Tutmaz çünkü karbeyazlık, çağı çıplağı karartır. Kırmızı
astragan kalpaklılar önderliğinde yaşanan ve
yaşayan devrimlerin takibine şartlanılır. Tek yol filhakika istiklal.
Filhal müdüriyete kadar emrivakileri devrimci yoldan geri adım attıramaz. El
darlanmış eloğlu gaddar, piyasa alaturka, gırla tevatür. Kentli jenerasyonlar,
köhne jeneratör karanlığında forsa. Filhal gemi karaya oturmuş, filhakika Deniz
bitmiş. Buna mukabil muhalefet aleminin alametifarikası filhakika istiklal aşkı, filhal yüce adalet...
Adli vaka farzedilse de fukara mektebinde talebelikle
istiflenir isyan. Kör duvarlara, aklın duvarına, zihnin çeperine, denizin
mendireğine istiklal yazılır, istikbal
uğruna ölüm...
İlanihaye umum ile alakalıdır istiklal ve istikbal. Kerevete kurulan basiretsizler yutkunur,
nutku tutulur. Asla umut değildir artık. Filhakika, kapitalizm ve emperyalizm
karşıtlığı hazır kıta ve müteyakkız. Mütemadiyen milletin kafası
karıştırıldığından bunca bekleyiş. Filhal nümayiş zamanı, herhal ve halukarda
simlenen yolculuk...
İmlenen filhakika şems. Şemsinur filhal hareli bir kıvılcım
bekliyor. Herhal ilanihaye istikbal ve
'İstiklal uğruna Yarab' imrenilen ne güneşler doğuyor. Doğacak ve
'Güneşin zaptı yakın...'
zaman: Şubat 08, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
7 Şubat 2022 Pazartesi
UZUN YALNIZLIK...
UZUN YALNIZLIK...
Eksik zekâ ve erdem çıkmazı furyasının acı gerçeği sırf
efendilere hizmet. Tecelli eden tekdüze yaşam ve sıradanlaşma. Sonuç hezimet ve
uzun yalnızlık...
Oysa zekâ, düşünme ve akıl yürütme kaabiliyeti. Zeki olmak
ise nesnel gerçekleri görme, algılama ve yargılama hâkimiyeti. Ne yazık ki hala
kaabiliyet ve hâkimiyetten uzaklaşılmış bir safta, lafta dünya liderliği
savunuluyor…
Dirayetli tavır çerçevesinde, yaşamdan pozitif sonuçlar
çıkarabileceklere uzak kalınıyor. Çünkü onlar objektif bakış açısıyla, görülen
ama anlaşılamayan noktaları bir bir çözebilirler. Zihni amaca uygun kullanarak
toplumsal belleği oluştururlar. Sosyal hafızaları asla yanılmaz ve unutmaz…
Dünyayı yönetemezler belki ama yönettiren onlardır. Çünkü
zihin gücü, yönetim gücünün tersine işler. İşte o yüzden zekiler, asla
yönetenlerin işine gelmez. Ve tek odaklı siyaset, zekâ derecesine uygun algısal
metodlara sarılır. İdrak düzeyi düşürüldükçe de idari işler kolaylaşır...
Bu kolaycı anlayışla derin malumat ve ayrıntılı haber
beklentisi de azalır. Hatta zekâ yaşı ile alay edercesine oyunlarla, efendilere
katı itaat katlanır…
O yüzden devamlı yenilenen zekâ oyunlarıyla zihinler meşgul
edilerek, eksik zekâ ve erdem çıkmazındakileri rahatlatacak zemin hazırlanır.
Zihni sinir yöntemler icraya koyulur. Şaşkınlık derecesine vardıran hünerli
yorumlara saplanılır. Zekâ katsayısını katlayan cinliklerle, sıklıkla fakirlere
zenginlik vaad edilir. Burada tek önemsenen, çoğunluk zihin neyi istiyor ve
toplumsal zekâ hangi düzeyde iyi saptamak ve çıtayı doğru belirlemektir.
Sonrası mental fırtına ve zekâ ile alay…
Alayının zekâsını doğrudan bilme ve sürekli yanıltmayla
alakalı yönetsel dalga balonu elbet gün olur patlar. Kendilerini farklı
gösterme taktiği düşer. Sonrası negatif psikoloji, özün yorulması ama hamurun
yoğurulması...
Zeka yorgun, zekiler savruk ise yaşanan savunulması zor,
uzun yalnızlık...
zaman: Şubat 07, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
6 Şubat 2022 Pazar
YÜZLEŞME VAKTİ...
YÜZLEŞME VAKTİ...
Vaktiyle bir gece vakti, kör karanlığın hizmetlisi bir
beşibiryerde canım coğrafyayı zaptetti. Anında anadan üryan bırakıldı insanlık
onuru. Yoğun işkencelerle geleceği kestirme gözü de körlendi. Cam kırıkları
üstünde yürüyen anamalcı papazlar ve ateş yutan paydaşları yüzünden toptan adam
sendeci olundu. Çetin çatışmaların göbek adı unutuldu. Korku imparatorluğu
belası, güncellenen pentagon tasarımlı, emperyal güdümlü demokrasiye ses
çıkartılamadı. Onyıllarca sürdü utanç. Ve kısa sürede uustalığa devşirilen utku
tıkanmışların elinde yüzyıllar heba oldu. Velakin vakit tamam şimdi yüzleşme
vakti...
Yüz yıldır ilmi filme, sözü saza, aşkı bağlara, aklı dağlara
emanet etmenin, geniş kapsamlı senaryoyu tek perdeye bağlamanın götürüsüne, geç
de olsa uyanıldı. Denge dahilerinin dayattığı pazar filesi boş, zihni hoş,
uysalımsı kent profili yaratısının fosforu döküldü. Üstelik tel tel dökülen
siyaset edep, haya olgunlaşmasını es geçince, kırkambara kilitlenmiş isyancı
yürekler devasa evrenin minnacık noktaya hapsedilmişliğine kazan kaldıracak
konuma sürüklendi...
İşte o küçücük noktadan sızacak derin ve narin patlamayla
belki bambaşka evrenler doğmayacak. Ama Samanyolunun sonsuzluğuna kalıcı izler
bırakanlar son noktayı koyacak. O nokta başka bir cümleye, cümlesi başka bir
yazıya, bambaşka bir yazgıya zemin oluşturacak...
Ve bin senede bir arpa boyu yol almışlığın tılsımını,
kılıçların gölgesinde edinilmiş tüm varlığını, ışıklı uçurumlarda kaybedenler
hesap verme zorunda kalacak. Çünkü göğe yapışık masallara kanma devri kader
boyutunda bile kapanmakta. Kapalı kapılar ardındakilere güvenen fesatlık ağına
düşmüşler ve kararmış yürekler bu kez ideoloji pınarını kurutamayacak. Ve
vaktiyle bir beşibiryerdeye peşkeş çekilen coğrafya tuzaklardan bir bir
sıyrılacak...
Bu sıtkı sıyrılmışları fazla izaha hacet yok. Yalan dolanla
yığınları faka bastıran ve fakitleştiren, eril dişil harflerle en ücraya
yayılan bu teslimiyet atmosferi mutlaka sağaltılacak. Beş kuruşa karanlık, beş
para etmez sahte aydınlık solacak...
Ve son aşamada beşibiryerdeyi ve de aslından beter devamını
savunanlar dört bir yana savrulacak...
zaman: Şubat 06, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
4 Şubat 2022 Cuma
POPÜLASYON, KAPİTÜLASYON, ORYANTASYON...
POPÜLASYON,
KAPİTÜLASYON, ORYANTASYON...
Popülasyonu hiçe sayan parselasyon ve ileri aşaması
plantasyon, sıkı oryantasyona tabi tutulmuşlarca güncellenir. Gizli gündem ise
parsayı toplamaktır. Bu toptancı zihniyet işbirlikçi gerçek ve tüzel kimlikler
eliyle şekillenir. Bu zihnidarlar ortamı evirir çevirir, bir an önce
kapitülasyonlara kapıları aralar...
Arada kalanlar ise bu devirde kapitülasyon mu olurmuş deyip
geçerler. Tarih, yakın tarih ve bugünler acı gerçeği anımsatsa da nafile. Asla
ayrıcalıklı zatlara ve zümrelere hatta kıytırık devletlere tanınan sosyal ve
ekonomik kapitülasyonlara bakılmaz. Sonuç vahşi kapitalist vahşetidir...
Usulen ah vah edilir ama özellikle geniş araziler üzerindeki
cazibeli oynamalara, parçalı parselasyona uğratılan bölgelere, neredeyse
plantasyona dönüşen kutlu coğrafyaya dönük mirasyedi savurganlığına gözler
yumulur. Diğer yandan lafta kalan iyimserlik çerçevesinde el değiştiren yeryüzü
yeraltı kaynaklarına ucuz işgücü tedariki planlanır. Plantasyona destek
sağlayacaklar hazır ve nazır edilir. Kapitüle olmanın şartları bir bir yerine
getirilir ve ecnebileşme sınırdan içeri sızar...
Kapitülasyonlar önce ticari parselasyonda kendini
hissettirir. İktisadi açıdan egemen sermaye giderek ağırlık kazanır. Dış destek
güdümlü ters etkileşim ve etkili oryantasyon ulusal egemenliği yıpratır. Yerli
ve milli prosedürde imtiyaz çılgınlığı oluşur. Kanla kazanılmış itibar toptan
zedelenir.
Böylece parselasyon ve plantasyon çıkarcılarına, emperyal
köleci mantıkla hareket eden egemen güçlere ziyadesiyle fırsat doğar. Sahte
sığınmacılara bile acayip haklar tanınır. Kapsamlı kapitülasyonlar, muaflık
temelinde yıkım programını azdırır. Bu insanlık ötesi parselasyonlar ve
kapitülasyonlar vatana millete reva görülen, öylece öngörülen kurgu plantasyon
içindir. O yüzden yerli ve milli perişanken, karanlık planlar dahilinde sırf
ecnebi rahatlığı düşünülür. Bu sömürücü tayfanın tümü adli, idari hak ve
ayrıcalıklarla donatılır. Bu kan donduran imtiyaz cennetinde, pentagonvari
projeksiyon gözleri kör eder...
Can pahasına çizilen sınırlar içinde sınırsız güçlenme,
kadim coğrafyayı kuşatma, kutsal değerleri zayıflatma, kapitalist hakimiyet,
açıkça mevcudu parçalama taktiğidir...
Bu sinsi taktik gereği bereketli coğrafyanın kentleri,
bölgeleri, alanları, arazileri plantasyon seviyesinde kuşatma altında.
Kuşatılanlar kapital tanrısına tapınma, kapitülasyona adanma, bariz otomasyon,
hızlı adaptasyon çerçevesinde sinsice paylaşılıyor, paylaştırılıyor...
Propatria aşkına protesto...
PLANTASYON, ADAPTASYON VE YÜKSEK TANSİYON...
Sırf ajitasyon, plansız, programsız idare, karşılığı
yetersiz platformlaşma, sonuç kendi toprağında kölelik, paslı pranga. Sonun
sonu eşitsiz yaşamlar ve plantasyon. Yaşam örgüsü kanıksanan kısır döngü. Son
viraj plantasyon, adaptasyon ve yüksek tansiyon…
Şahdamarından beslenen emperyalizme kukla destek, mülkiyet
kavramına kiliseci heybet. Geniş araziler tapusal oynaklığın pençesinde, sonuç
büyük yıkıma işaret. Dayatılan süreç pastoral dünyanın bittiği nokta...
Her bir noktada sekterlenen tarım, yeniden inkişafı zor
devlet ve lafta kurtarıcılık masalı. Reva görülen Ata toprağında kiracılık.
Tarla, bağ, bahçe köleliğine yakılan yeşil ışık. Katmerlenen bereketli
toprakların bir takım uydurma projelerle elden çıkışı, resmen vatan
değiştirmesi. Kusurlu paslaşmalarla kutsal coğrafyaya çökme çapulu. Pragmatik
yaklaşımlarla memleket havasını ve memleket bekasını yok etme, plantasyon
devrine hizmet aşkı...
Plantansyon, hassas biçimde işletilen kirli çarkın, köle
kütüklü tarım toplumlarını güncelleme eğilimi. Lafta plan, program,
projeksiyon. Ara faslı çağdaş dünyadan geri kalma versiyonu. Paletlenen
plantasyon promosyonu. Ve işin özü kötünün kötüsüne maruz kalma...
Kurumlanan köleci düzenek, iş gücü memnuniyeti ve düşük
maliyet. Dehşetengiz bir deneyime sürüklenme ve mahrumiyet. Sanki hiç
yaşanmamışa tekrardan teslimiyet...
Plantasyon, yüz yıl dönümünde angloklancı bir dünyada, dinci
ve etnisite marifetiyle, eski dünya alışkanlıklarını fütursuzca ve aymazlıkla
hayata geçirmenin kod adı. Her şeyi, milleti memleketi, koca coğrafyayı
emperyal güçlerin denetimine sokacak
komplike istasyon. Ekstra hadise, tarihi yanılma, yerli ve milli oyalama
taktikleriyle sınırsız tahakküm. Tahammülü zor esaret...
Plan plan filme çekilen bu plantasyonun, pervasızca
programlanan adaptasyonun sonu yüksek tansiyon. Sonrası akla saplanan tek ide,
sonsuza dek tam bağımsızlık. Sonun sonu illa ki proleterya demokrasisi…
zaman: Şubat 04, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
30 Ocak 2022 Pazar
ZİHNİN MERKEZİNE YOLCULUK...
ZİHNİN MERKEZİNE
YOLCULUK...
Hayat kıyasıya sürerken, katlanılan nice yol ve yolculuk
arasında en zoru, zihnin merkezine yolculuktur. Çünkü zihnin merkezinde yolcuyu
olduran mucizevi şahlanışlar veya yolu donduran mücaveze şaşkınlıklar yatar.
Zihnin merkezindeki mücadeleye zemin bazen buruşuk bir ruhun özgüvensizliğiyle
boyun bükme veya ruhu özgürlüğe adanmışlıkla büyüyen başkaldırıdır.
İşte anca böylelikle meydan okunur hayata. Kanca atılan
demir zırhlı düşünceler, tozu dumana katar ve gayretkeşliği tetikler. Ha gayret
çelik grisi parlayan son bir nidadır. Nitekim zihne saplanan; yaşamaya izin
verildiği sürece yaşanır plakasıdır. Bu gizli saklı bir süreçtir. Bu iki
bilinmeyenli zor denklemin aleni yanıtı ise geçmişi sonsuzluğa uzatan istasyon,
utanmazlık serüvenini anonim metne bağlayan acı son oluşudur...
Kutlu idealleri terk ettiren, hayat denilen sihirli oyunu
bozan ve zihni yoran bu yolculukta karşılaşılan düş kırıklıklarıdır. Bu
düşbozan kırılgan çizgiye hapsoluş sinirli yaklaşımların işaret fişeğini çakar.
En radikal sertliği içeren, isyankar dürtüler zihni kaplar. Zihni yalım besler
ve alevlenen utku bambaşka tutkuları tetikler. Pratiksel hoşgörü, programlı
betimlenen teori ve planlanlanan yüksek ilkeler bir anda silkelenir. Sinirli
hal ve harlı gücenmişlik, geciken adaleti simgeler. En nihayetinde pek akıllıca
bulunmasa da asla ayıplanamaz bir doğrultuda nihai hedefe varılır. Bizatihi
varılan nokta üzerinde hiç düşünülmeyen, dokusal ve dokunsal deneyim
ürünüdür...
Zihnin merkezine yolculuk işte böylesine ürkütücüdür. Çünkü
orada tarifi zor, itirafı güç çözülmelerle yüzleşilir. Hele ki, ayrıntılarda
boğulan işgüzarlar, eften püften sebeplerle haddini aştığında kaçınılmaz son
gongu vurur. Çalar saat gibi işler zihin, erdem zedelenmesi ve zehirlenen zihin
işvelenmesine karşı koyuşu kodlar. Çıkış yolundaki açmazlar, arzın kökenlerine
dek uzanan ayrıma tabi tutulur. Tabii ki evrensel huzuru kaçıran yavansı
yabancılaşma ve ocak söndüren yoz yobaz yabanlık, zihnin sonsuzluğunda o
bilindik son yolculuğun yegane nedenidir. Tersi kanıtlanamadığı sürece sonu
belli o süreç kendi kulvarında ve kıvamında ilerler...
İlla ki, zihnin merkezine yolculuk, kurgunun tadını
bozanlarla, geri dönüşsüz yollara sapanlarla, yüzsüz yüksekorta tiplerle
yüzleşme serbestisidir. Zihin izin tanısın veya tanımasın, bu epey tanıdık pik
ve dip aymazlarıyla, izsel ve zihinsel savaş kaderin cilvesi anına dek sürer.
Zinhar zemin kayar ve tahtalı köyde toplu mezar...
Zihnin merkezine yol açmak ve zihinsel huzura yolculanmak,
Tanrının bir lütfudur veya korsatanların hayattan çaldığı anların dayanılmaz
ağırlığıdır. Meselenin özü anları kurutanları, anıları kusurlayanları, kustuğu
kötülüklerle zihinde derin izler bırakanları ve bu minvalde kör anlayış
ruhbanlarını ceza babında mükafatlandırma eylemidir. Yokluğa ve yoksulluğa
direnci pekiştiren bu genel doğrudur. Elbet bir gün mutlaka eden cezasını bulur
tezine sığınma yerine, zulme zulmete ve zifir zihniyete zararziyanın hesabını
sorma niyetidir zihinsel yolculuk...
Kalender meşreplere inat karakter çapı metelik etmeyenlerin,
zihin çeperi alemde zerre olmayanların, toplumsal terbiye standardını bir anlık
ıskalaması bile ıslak hava mahkumiyetini ısmarlamadır. Medeni boyutta
boğulanlara makul yafta ömür boyu azap çekme cezasıdır. Çetele boyna asılır.
Hıyaneti emanet bu etiketlenme zihnin merkezini her ziyarette, hayal bile
edilemez hakimiyeti umudu
perçinler. Es verilmedikçe esrarengiz biçimde bir sonraki
esareti kıran aşamayı askıya çeker. Bu askı süreci adaletli duruşla, en
çekilmezi çeken yorgun zihnin çatlamış skalasını klaslaştırır...
Bu kahırlı klasmanda zihni devamlı uyaran ise insan
kisvesinde hayvan postuna yerleşme lainliği veya insanlık indinde yeri olmayan
hayvan postuna bürünme gafletidir. İnsanı zıvanadan çıkaran ve kutsal isyanın
pimini çektiren işte bu küllük kurnazlığıdır, katıksız küstahlıktır.
Küsuratları hariç zihni ağır mesuliyete sevk eden, zihnin
sakinlik merkezini geren işte bu kendine davranılması beklentisi dışına
taşanlardır. Yolyordam bilmeyip hayat yolculuğunu zihin ötesi garabete
taşıyanlardır. Tabansız taşkınlıklarla ilahi dengeyi yıkanlardır. Hal böyle
olunca, haliyle zincirlerini kopartan zihin asla kontrol edilemez tavlı ve
tavırlı çatışmayı önceler. Elbette bu kendini mal sahibi, mülk sahibi gören
ayarsızlar, kendini bilmez seviye ve seciye düşkünleri önce zihnin merkezinde
bir yerlerde, sonra sığındıklarını sandıkları şehirlerin merkezi veya ücra
yerlerinde hayat pahasına, ağır yolcu ile karşılaşırlar...
İşte tüm zihin fukaralarının gördüklerini göreceklerini
tamamlayacak olan, asla unutamayacakları o son karşılaşma ve sonsuzluğun zifiri
karanlık merkezine o son yolculuktur...
zaman: Ocak 30, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
28 Ocak 2022 Cuma
SORU, NEDEN YAZI? YANITI, KIRKLAR KAPISI...
SORU, NEDEN YAZI? YANITI, KIRKLAR KAPISI...
Neden yazı? sorusuna yanıt için, halden anlamazlara kırk
dereden su getirmek gerekir bazen. Oysa ardısıra hiç usanmadan yazmak, hayata
dair anlam arayışıdır. Doğru olan, yazanı anlamaya çalışmak yerine, kılı kırk
yararak yazılanı anlamaktır. Çünkü kırklar kapısını aralamak, gereğinden çok
iyi anlaşmakla, dostdoğru anlamakla orantılıdır. Altın oran dostluk veya
hiçliktir. Yazı, özü sözü bir bütün eyleyip kırık hayatlara dokunmaktır. Kutlu
tarihin hafızasını işletmektir...
Yazmak sanattır, sanat hayat, yazı hayatın ta kendisi. Çoğu
kere yazı ile yazanı durduk yerde hapislik olur ve tarih sıfırlanır. Sözlerin
kaydıyla oluşan uygarlık silbaştan şekillenir. İşte her resmin bir harf, her
harfin bir sembol, her sembolün bir anlatı olduğu günden bu güne, mahreme perde
böyle aralanır. Mateme dönüşen yalnızlıklar, kırklara dayanır...
"Dayanmaz gönüller, dayanılan kapı kırk pareye
dağılınca. Kurşun gibi ağır hava da, boynu bükük kırmızı gelin çiçekleri birer
kor tanesine dönüşünce. Korku dağları beklerken cana can üflenir. Kor yürekleri
en üşüten cinsten. Civar soğuk, cümle kapıda ayaz, kürküne bürünülen ebruli
felsefe kuşatılmış. Yine de gölgesine uzanılan demir kanatlı özgürlük
nabızlarda atar. Doldurmalık çile ilaçtır, tarih boyu acımsı, yasak savıcı
yasalar enkaz. Yasaklardan bunalmış titreyen dillerde isyanlar. İster istemez
yürek dayanmaz olanlara..."
Bakır ibriklerden dökülen büklüm büklüm güneştir yazı.
Yazıyla dayanılır yazgıya, saf ve temiz. Söz söz üstüne ışık yelpazesi. Tarihin
en ateşli sorgularında daima yazı ve yazgı yargılanır. Oysa taşa, deriye,
palmiyelere, papirüslere işlenmiş, karşı yakanın altın ışıklarıyla şahlanan,
şaha yankılanan, yüzyıllar binyıllar öncesinin sırrıdır yazı. Yazgı ise gönül
sarayına, geçici dünya süsü...
Yerden göğe başka dünyalar dolsun ciğere diyerek, sürekli
dik uçlarda, pik burçlarda, dip çukurlarda soluklanılır. Ancak hiçbir şey
eskisi gibi kalmaz. Öyleki ölüm gününe dek, hayata dair ne varsa bu yüzden
istiflenir. Tek gaye tarihe not düşmek adınadır, inatla hararetle...
'Hanelere pırıl pırıl bir güneş doğar, güne uçuşur güller.
Berrak havayı göremeden kirlenen kibirli yarışlara koruyucu duvarlar. Sıkı
örülmüş kıyamet yolculuğunda kıymete değer kırklar. Zamanı ahirde kıyamete
yakın boşa afra tafra. Herşeye rağmen kıyam. Kıyıma isyan Atadan beri...'
Bir varoluş sancısıdır yazı. Öyküsever gençler yazıyla
kıyasıya öykü kahramanına dönüşür. Yabancılaşan hayat çarpar yüzlere. Sonuç Donkişot simgeleşmesi. Eylem kuşuna
dönüşme. Hasbahçe balosunun olmazsa olmazları tarihin belleğinde. Kim kalıcı
kim gidici, ileride görülür. Ve bir daha Cumhuriyet çalınır kulaklara. Acıyla
viyaklayan dudaklarda hayatın rengi. Gözlere fazla gelir tek bir sıcak damla
yaş. Ay şehrine çöken nursuz geceler, asla cumhuriyeti çalıp götüremezler.
Geride ne ağız dolusu gülüşler kalır, ne de yüreklere ılık bir temas. Ve artık
resmigeçitler izlenmez. Bando doğum günlerinde bile ölüm marşı çalar...'
Çalakalem yazılar tarihin hafızasını zayıflatır. O yüzden
hafızayı güçlendirmek için ilk emir gereği, okumak gerekir. Okumak ve yazmak...
İşte yerli yersiz yinelenen, neden yazı? sorusunun tek ve
net yanıtı; Yazı, kırklarla sonsuzluk kapısına varıştır...
zaman: Ocak 28, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
26 Ocak 2022 Çarşamba
GÖÇ VAKTİ YALNIZLAŞMASI...
GÖÇ VAKTİ
YALNIZLAŞMASI...
Yalnızlaştıkça insanlar, birileri zenginleşir. Ve yalım
çakar, deniz kabarır, göç başlar...
Kıyametlik göçlerde öç alır deniz. Eşi benzeri, ucu bucağı
yoktur, narlı, nurlu, harlı ummanın. En umulmadık anda, densizliği dengesizliği
yakalar, tuzla yıkar. Deniz yarı sıcak yarı soğuktur. Altı cehennem üstü
cennettir. Dili ateştir, dibi buzdağlarıdır. Deniz hem yüz yıkan, hem doyasıya
dayan tadındadır. Suyu eski bir su kuyusundan, dibi sızdıran kovayla çekilen su
kadar tatlıdır. Başlı başına hayat. Ve istem, arzu ve meyillenmek üzerine
kurgulu saltanat yan yatar, karanlık suya batar...
Deniz karpuz çatlatandır. Üstelik çam ormanları, sığ koylara
saldırmıştır. Üstelik binlerce yıldır, dillerde hep ayni dırdır. Traverten
kayalıklarda arsız hırlaşmalar. Ve çarpıklığın öksüz çocukları cennet ve
cehennem çukurunda. Adalarda saklıdır değme hayatlar. Kuşbakışı eşsiz
mağaralar. Yüzlerce basamakla inilir antik çukurlara. Haliyle en kutsalın
yüzüne dokunmaktır göç. Herşeyle yüzleşmek göçünce orada gerçekleşir...
Ummanın ortası soluk sahnede anadan üryan seyirlikler. Zeus
ve yarıtanrıça kızların kumrularla dansı iç bayıltır. Başlar döner ve mozaikten
bir keklik çatlar. Meleklere katılmamış melikler, gagası dolu dalgalarla
yarışanları izler. Dize gelmek, Adam kayalardaki kabartmalara işlenmiştir.
İşlik evinde yan yana dizili çerçevelerde ise adam olamamışların sureti. Kıyı
köşe nazar ayetleri. İç kabartan yalnızlık içinde, dert ziyafetine davetlilik
bitince göç faslı...
Fasıla vermeden tıka basa ziftlenmenin mükafatıdır ölüm
çiçeği. Köküne umman deniz. Başkaca yeraltı dereleri, aksular. Erezyona uğramış
çökük tavanlı evler. Zaten kim tanrı kim tanrıça, Damlalı mağarada cisimlenir.
Göçlerle tanımlanan sessiz tarihin, renkli filmi üç boyutlu izlenir. Ve geç de
olsa göç yolunda akıllanılır...
Çöl kıyısı suni göl rüyasında göçsel devrimin ilk hazzı
yaşanır. Fikirsel açlık had safhada sızlanır. Robotik ayrıntılar tütsü kokulu
saraylarda, geniş boş ve loş odalarda rezil geceleri üşütür. Üşür ölüm. Ve
sessiz süzülüşlü ürpertiler cahil damarlarına zerkedilir. Zaman mekan
ayıracında ise mumyalanmış hayatlar. Havai tuzaklar...
Düğün şenliğiyle, düğüm sona yakın bir bir çözülür. Dünden
göçe durulur. Ve o acı gülüş dolar beyinlere. Diriliş kumsallarda kutlanır.
Kumdan kalelerde ölmeye yatmak vakti, kapıda cennet, akıllarda cehennem ve suya
hasretlik. Sonra, sonrası yok bir damla suda boğulmak...
Su gibi akar rötarlı göç. Tek mirası kırklar konağında
moladır. Doğup büyünen ve uğruna ölünecek şehir ise koca bir mezar. Başı
çınarlı yasemin kokulu lalezar. Konforlu
kodeste en hassas terazi. Kaç zaman bekleneceğini hakkıyla tartar. Gelecek ise
büyük muammadır, bilinmez...
Geçmiş zaman kipi seyrü seferlerde gölgelere uzanılır.
Ağrıyan başlar pamuk göğüslere. Upuzun hayat iki nokta arası, cümlenin ardına
koyulan üç noktadır. Umu eşi benzeri ucu bucağı yok ummana, uslanmaz denize
göçe yeltenmektir. Ve göçlerden öç alır yazgısızlık...
Zenginleştikçe birileri, ziyadesiyle bu gün gibi
yalnızlaşılır...
zaman: Ocak 26, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
25 Ocak 2022 Salı
ENERJİ VE TASARRUFTA DIŞA BAĞIMLILIK…
ENERJİ VE TASARRUFTA DIŞA BAĞIMLILIK…
Enerjide israfın önüne geçme zorunluluğu gerçekten varken,
çok mevsimler geldi geçti, tasarruf kara kışa rast geldi. Nedenleri flu,
duyuru, ilan ve reklamı eksik ama enerjide şimdilik üç beş günlük bir kesinti
var. Varlık darlık çıkmazında, varyemez havasında kış ortası bu kısıtlamalar,
kimbilir yeni yılla birlikte vurgun üstüne vurgun yiyenlerin bastırılmış o tam
bağımsızlıkçı açlığını da ortaya çıkarıverir...
Bu çıkarsama belki dışa bağımlı enerjinin de, sanayiinin de
açıkça sorgulanmasını getirir. Ortalık buz kesmiş üşürken ve iç dış satım için
üretemezken bağımsızlık özlemi
beliriverir gönüllerde. Yeter ki gönüller bir olsun...
Dünya ölçeğinde enerji ihtiyacı ve kullanımı uygarlaşmanın
ve gelişmenin göstergesi. Ancak enerji kullanımı diğer yandan dışa bağımlılığı
da önlenemez biçimde körüklüyor. İşin kötü yanı eğer, yeterli enerji kaynakları
var ise siyasi ve ekonomik bağımsızlıktan söz edilebilir. Yani enerji her bir
ülkenin yumuşak karnı ve can damarı. Enerji yoksa can çıkar, el darlanır. Enerji
çoksa ve sahip çıkılamıyorsa ölmekten beter edilir. Zaten yapılmaya çalışılan
tüm bölgesel dizaynlar, üretim araçlarının el değiştirmesi korkusu biteli beri,
enerji kaynaklarının el değiştirmesi üzerine planlanıyor. Plan dahilinde
büyük sermayenin liderleri ya enerji zenginleri veya enerji
gaspını iyi yapanlar. Hatta bunlar başkalarının iç meselelerini halletme
yolunda demokrasi havarisi kesilirler. Halkları diktatörlerden kurtarma
cambazlığıyla daha radikal diktaların kucağına iterler. Sonrası karakışta sönen
ocaklar...
Enerji yoksulu olmak ve enerjide göbekten dışa bağımlı hale
gelmek, petrol ve doğalgazı ithalatın lokomotifi yapar. Hele ki uygulanan
enerji politikalarının yetersizliği, yüzde yetmişlere varan dışa bağımlılığı
dayatır. Bu orantısız bağımlılık, bir zamanlar enerjisinin yarıdan fazlasını
kendisi karşılayan konumdan, on yıllar içinde sadece dörtte birini karşılar
seviyeye getirenlerin ayıbıdır. En acısı ise enerji üretiminde bile tam bağımlı
hale gelmektir. Yani enerji üretilir ama üretim araç gereç ve ekipmanları
dışarıdan tedarik edilir. Santraller kurulur ama yakıtı dışarıdan temin edilir.
Doğalgaz bambaşka bir muamma. Her enerji hamlesi resmen dışarıya bağımlılığı
pekiştirir. Öyle ki diğer emperyalist enstrümanlar güncelliğini yitirir. Ez
cümle enerji emperyalizmi artık ülkelerin kaderini belirleyen ve tayin eden
başlıca unsur olur.
Hal böyleyken dur durak yok, dışa bağımlılığa dur diyen
yoktur. Yine de nüfusun yarısı enerji yoksulluğu içinde yaşar. Ekonominin dip
yapmasıyla pik yapan fakirliğin yanı sıra enerji fakirliği hortlar. Artı kış
ortası ne kadar süreceği belirsiz
kısıtlamalar ve kesintiler başlar. Nasıl ödeneceği bilinmeyen kallavi faturalar
cabası...
Orta yaş aklıyla sabittir, enerji tasarrufu denilince ilk
akla gelen elektrik ve ampuldür. Boşa yanan ampullerin söndürülmesidir
tasarrufun başlangıç noktası. Oysa ‘gelişmiş toplumlarda elektrik en
vazgeçilmez temel insan hakkıdır. Ve gelişmiş toplumlarda elektrik ucuz,
sürekli, kaliteli, herkesin kolayca ulaşabileceği koşullarda ve güvenilir
biçimde sağlanması gereken bir kamu hizmeti’ olarak adlandırılır. Ayrıca
‘enerji’ özelleştirme kavramı içine alınmaz ve kamu tekelinde tutulmaya özen
gösterilir.
Öz olarak odalarında,
evlerinde, meclislerinde
saraylarında, boş
duylara takılacak ampulleri bile üretemeyen bir sona sürüklenilir. Ampulde bile
dışa bağımlılık. Ampul üreten tek fabrika kalır o da montajcı otomotiv
sektörüne hitap eder. Alt tarafı bir ampul deyip geçilemez. Çünkü elektrik
enerjisi tasarrufunda ampulün rolü çok önemlidir. Akkor lambalardan Led ampule
yolculuk derinlemesine izlendiğinde, ampulün önemi iyice ortaya çıkar.
Uzmanlar; sadece ampul değişikliğine uyarak aydınlanmanın, dünyadaki enerji
tüketimini yüzde kırk oranında azalttığını söylüyor. Tam iki yüz milyar euro
civarında bir kazanç. Bu kazanç eskiyen her ampulün değiştirilmesinden geçiyor.
Ancak ampul sektörü de dışa bağımlı ve ithalatçı olunca, israfı önlemek için
tasarrufu da satın almak zorunda kalınıyor...
Kısıntı, kesinti derken ceryan çarpmasının bir şekli de bu
olsa gerek; enerjide ve tasarrufta dışa bağımlılık…
zaman: Ocak 25, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
24 Ocak 2022 Pazartesi
SANATÇIYA ÖVGÜ, SÖVGÜ GİRDABI...
SANATÇIYA ÖVGÜ, SÖVGÜ GİRDABI...
On yıllardır programlı saçılımlarla ulusal değerleri yok
sayma işinde iş, geldi çattı sanatçılara dayandı. Hatta bir zamanlar övgüye
değer bulunanlar bile, muhalifliğin mimini gösterince sövgü bazlı
değersizleştir ve kurtul operasyonuna uğradı. Anlaşılan daha birçoğu bu
güncellemeden nasibini alacak. Devlette ilk adım atıldı...
Bugünden sonra sanki bir şekilde sanatsal özgürlük
sınırlandırılarak mevcuda muhaliflik yok edilecek. Sövgü girdabı sanatın
belirleyicisi olacak. Olmazsa tarihle sabit; sanat, sanatçı dertop edilip
tektipleştirilecek, derdest edilip bir yerlerde konuşlandırılacak. Sanatsal
özgürlük alabildiğine hırpalanacak, sakın ha sakın günleri kapıyı çalacak.
Böylece ister istemez dillere susturucu takılacak, ölümcül marjinalleşme havası
ağır basacak. Oysa sanat öldüğünde, özgürlük hiç bir alanda baki kalmaz. Ayrıca
ödülü mödülü yok bu karanlık girdabın, sadece övgü yerine sövgülerle boş kıta
sahanlığına yuvarlanma var...
Anlaşılan o ki kültür ve sanat ifadesi resmen
ifadesizleştirilecek. Halka direkt sanat yoluyla ulaşmanın, halka sanat
ulaştırmanın önüne devlet eliyle aşılması zor barikatlar kurulacak. Bu açıkça
sanattan beslenmeyin demek...
Demek ki bundan böyle mecazi miğferleri delen her aksi
düşünce, aşırı delici ve sakıncalı farz edilip tırpanlanacak. Ve topuzun topu
sırayla sırası gelene değiverecek. Haliyle sanatın aşkla ölümü ve sanatçının
aşkla direnişi arasına sıkışacak sanat ve tüm sanatçılar. Şu bu derken de hemen
herkes…
O halde on yıllardır her aşamada belli kafaların
ayıklanmasını sessizce izlemek ve çözümü salt birilerinin emr-i hazinesine
bırakmak bir an evvel bırakılmalı. Hele sövgüye hoşgörü kesinlikle. Çünkü
bu edilgenlik yakın gelecekte, dost meclislerinde
gülümseyerek mırıldanılacak bir mesele olmaktan çıkacak...
Şimdilik parsayı toplama peşindeki çiğ süt emmişler, takvim
yapraklarından şu süprüntü günler koparıldığında hepten yalnızlaşacaklar. O
vakit belki tekrar özgür sanat fikrine saplanabilirler. Ancak nafile. Bugünkü
kısır döngüde sanata darbeyi ve sanatsal çözülmeleri hazla, ensesi kalın
huzurla övenler, paça tutuşunca ne kadar dövünseler de hesap tutmayacak. O gün
gelip çattığında sanat aşkıyla yanıp tutuşmak, ahlanıp vahlanmak para etmeyecek...
Adap edep makamında sanata övgü yerine sövgü
sınırsızlaşınca, birileri bir şekilde sanata sınır koyulduğunu zannedebilir.
Ama asıl sınır, sanatçıların yüreğinde ve beynindedir. O sınır sonsuzluktur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder