12 Mart 2022 Cumartesi

ağustos-21

 

30 AĞUSTOS, ZAFER VE MUSTAFA KEMAL…

 

Böyle savaşamayız ordu yok denilerek mandacılığa sığınanlara karşın düzenli orduyu sabırla kuran, Mustafa Kemal. Vatan için Mehmetleri kutlu zafere inandıran, her bir mehmedi altın sırma ile işleyen ve şehitliğe gönüllü eden Mustafa Kemal. Parasız pulsuz savaş olmaz, çok para gerekir diyerek kıvırmaya çalışanlara, para bulunur deyip bulan Mustafa Kemal. Karşımızda bin bir çeşit düşman var, içlerinden birine yamanalım diyenleri sertçe reddeden Mustafa Kemal.  Yedi düvele karşı milletiyle yekvücut, tek başına karşı duran ve topunu savaş meydanlarına gömen, emperyalizmin maşasını Ege'ye döken Mustafa  Kemal...

 

 

 

Bir Kutlu Zafer 30 Ağustos, bir kutlu önder Mustafa Kemal…

 

 

 

Mustafa Kemal, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk, “ 30 Ağustos'ta yürüdü uçurumun başına kadar. Eğildi durdu. Bıraksalar Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…”

 

 

 

Yerli yersiz asla atıp tutmadı, asla boş laflara kanmadı, hiç yılmadı ve Hak doğrudan hiç ayrılmadı. Zalimlerden zerre korkmadı. Dünyanın görüp göreceği en büyük siper savaşlarından, süngü savaşlarına, son taarruza dek hiç uyumadı. Hiç uyutmadı. Uyıyan devi uyandırdı. Ve Mustafa Kemal sayesinde bir millet doğdu, bir devlet küllerinden varoldu, bir Cumhuriyet ki takdire şayan kuruldu...

 

 

 

Hali kalmamış, hançeresi ağır yaralı, çarığı çaputu delik, lokması kuru ekmek, içkisi üzüm hoşafı, giysisi perperişan, çulu yamalık, elde kalan en öldürücü silahı süngüsü Mehmetçiğin, o kurtuluşa tam inançlı ordunun, en önündeydi Gazi Mustafa Kemal. Etrafında komuta kademesinden neferine koca bir memleket. Malum halden asla yakınmayan yakın silah arkadaşları. Tümüne kutsal isyanın taçlandırılacağı ilk gün alacasında vazgeçilemez kutsallar üzerine yeminler ettiren Gazi Mustafa Kemal. Yeminden asla dönülmeden 26 Ağustos’un ayazında tam bağımsızlık için mehmetçiği hücuma geçiren Mustafa Kemal. Yedi düveli Karşıyaka'dan denize dökmek için taarruzu başlatan, milleti Büyük Zafere ulaştıran Mustafa Kemal. Bir ulu tarihi serüven yazan, tarihin akışını değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk…

 

 

 

Bir Büyük Zaferin kazanılması için, tarihin en ödünsüz taarruzunun öncüsü, muharebeyi bizzat yöneterek kutlu ilerleyişin önderi ve başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa...

 

 

 

Dünyaya sadece anti-emperyalist nutuklar çekerek olmayacağını, salt boş lafla kapitalizmin alt edilemeyeceğini gösteren Mustafa Kemal. Yüz yıl sonra bile Cumhuriyetin nimetlerinden bolca faydalanıp, Büyük Zaferin gizli kapaklı inkâr edilemeyeceğini, mazlum dünyanın sembolü ve kutlu değeri olarak saygınlığını dosta düşmana kabul ettiren Mustafa Kemal...

 

 

 

Kutsal dirilişi hiçe sayanları, gelmişinden geçmişinden ders çıkarmayanları, aslını neslini unutanları, Büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını sanını anmaktan imtina edenleri, koskoca Kuvayı Milliye Destanı’nı, Ulusal Kurtuluş hamlesini, ulvi mücadeleyi, 30 Ağustos Büyük Taarruzunu, 30 Ağustos ile başlayan kutlu Zafere yürüyüşü, Sevr’in parçalanmasını Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan ayrı düşünenleri ”gaflet, dalalet ve ihanet” ile yaftalayan Mustafa Kemal Atatürk…

 

 

 

Tam bağımsızlık savaşçısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ölesiye minnettarlık şu sözlerde gizli; “ 30 Ağustos'ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik. 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürüyordu…” İşte bu kutlu yürüyüşün mihmandarı, Kerim’in Emir eri Gazi Mustafa Kemal Paşa…

 

                                                 Memleketi düşman işgalinden, ümmeti dinsiz kalmaktan, minareyi ezansızlıktan, ahaliyi kölelikten kurtaran ve bağımsız bir ülke kuran lider Mustafa Kemal Atatürk...

 

 

 

Dünya tarihinin en silik, en cılız, en ucuz kahramanlık gösterisinde bulunmuşları cımbızla seçen milletler ve illetlikler varken, koca yeryüzünün kahramanlık abidesi hala Gazi Mustafa Atatürk...

 

 

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos, Büyük Taarruz ve Kutlu Zafer başımız üstüne. Saygıyla minnetle…

 

zaman: Ağustos 30, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

28 Ağustos 2021 Cumartesi

SÖZKONUSU VATAN...

 SÖZKONUSU VATAN...

 

 

 

Söz konusu vatan ise zafer, bağımsızlık inancı güçlü ve cesaretli insanların harcıdır. Öyle veya böyle asla eğilip bükülmeyenlerin, kutsal emaneti ne pahasına olursa olsun koruyanların harcıdır zafer. Bulaşıcı hastalık derecesinde gerçekleri olduğundan farklı gösterenlerin ve emanete hıyanetçilerin harcı değildir zafer...

 

 

 

Eğer zafer devamında bağımsızlık, tam bağımsızlık önermiyor ve örgütlemiyorsa zaten zafer değildir. Milletçe her daim bağımsız yaşamış, bağımsızlığı varoluşunun ve daima var olmanın yegane koşulu kabul etmiş, kesinlikle esareti kabullenmeyenlerin harcıdır zafer. Ve hak hukuk çerçevesinde, "Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır..." zafer.

 

 

 

Yaşamı ödül, ölümü hak, haksız kesilmiş fermanı ceza görmeyen asaletli insanlarının ereğidir bağımsızlık. Kutlu zafere ulaşmayı hedefleyenler, bağımsızlık uğruna her şart ve koşulda gereğini yapar. Bağımsızlık yolundan sapmaz...

 

 

 

Bir millet ki, her dönem hür yaşamışlığın bilinciyle, ilelebet varolacak hürriyet aşkıyla zafere ulaşmıştır. İllete ve zillete bulaşmamış zihniyetin tarihe armağanıdır büyük zafer. Bağımsızlık, tam bağımsızlık devrimcilere layık en büyük aşktır. Devlerin, büyük kurtarıcıların aşkıdır milleti ayakta tutan. "Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım." Adam gibi adam olmak budur...

 

 

 

Köhne mandacılık ve kuryesel bağımlılık tuzağına düşmeyenlerin kazancıdır adamlık. Adamın dibi olmak, Ademin piki olmak kökten barış gerektirir. Bol derin kapışmaların ürünüdür barış. Öyle ki "Biz Barış istiyoruz dediğimiz zaman, tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir..." Tabii ki, anlayışı kıtlar herdem bağımsızlığa çomak sokarlar. Yetinmezler haince işgale yeltenirler. Mutlaka bu arsız sokulmanın karşılığını da en sert biçimde alırlar. Ve hızla Kurtuluş Mücadelesi başlar.

 

Uşaklık etmemek içindir tüm mücadele. Çünkü " Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan asla kurtulamaz."

 

 

 

Uşaklığı içselleştirerek eksen kayması yaşayanlar kutlu zaferle kazanılan bağımsızlığın başlıca düşmanıdır. Başka düşmana hiç gerek kalmaz. Bağımsızlık açıkça benlik meselesidir. "Milli benliğini bilmeyen Milletler, başka milletlerin avıdır..." Bağımsızlığı korumak ve esaretten korunmak çok ağır yüktür. "Ülkesinin yüksek istiklâlini korumasını bilen Milletler, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır..."

 

 

 

Kırtuluş ve kutlu zaferi sudan sebeplere ve sıradan bahanelere bağlayanların elinde bağımsızlık elden uçar gider. Ama "Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar..." Hatta devletler bile yıkılır. Ucuz ve uçuk tercihlerle mahkumiyet artar. Ar namus paramparça olur. Sistem batar. Hemen yenisi kurulur. Yine de bağımsızlığa özgüdür tüm kayıtlar. "Milli sınırlar içinde vatan bütündür, bölünemez..."

 

 

 

Gerçek dünya dik durma dünyasıdır, direnme dünyasıdır. Dünyadaki  yegane gerçeklik bağımsızlık kavgasıdır ve kutsaldır. Her kutlu isyan, baştan haklı kurtuluş mücadelesidir. Her kutlu mücadele mutlaka büyük zaferle perçinlenir. Bu vizyonsuzların, kaderci kolaycılık rotasındakilerin anlayamayacağı bir konudur. Dinsel, tinsel ve tensel kapışma mensupları bilemezler, anlayamazlar bağımsızlığın değerini. Oysa salt vatan aşkınadır tam bağımsızlık mücadelesi, bağımsızlık savaşları ve büyük zaferler... 

 

 

 

Temel gaye ise "Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır..." Ta kutlu zafere kadar. Ölene dek...

 

zaman: Ağustos 28, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

27 Ağustos 2021 Cuma

BEYİN SALATASI...

 BEYİN SALATASI...

 

 

 

Beyin yüksek enerji kullanan insansı bir değerdir. Kolay değil yüz milyar hücrelik bir enerjidir beyne harcanan. Konu beyin olunca bu enerjiden tasarruf yaparak geleceğe asla heveslenilemez.

 

Çünkü ilk ve son arasına sıkışan tüm işlerin halli beyine düşer. Ve mutsuz azınlık işleri beyinle, lafta mutlu çoğunluk ise hayatı beyinsiz idare eder. Bu resmen beyni yemektir, alt beyni yakmaktır. Ayrıca hayat denizinde alaboralık dalgaya yakalanıldığında, salt beyin salatası yemekle de olmaz...

 

 

 

Özellikle uyum, duyum ve bilinç merkezi çöker ve dimağ dağılırsa açıkça beyin öldü demektir. Beyin ölümü gerçekleştiğinde ise önce kafatası boşalır, ne yazık ki beyin sapı elde kalır. Ve beyne batıl hakim olur. Zamanla ihanetçi ceberrutlara inat emaneten cerebrun devreye girer.

 

 

 

İleri geri yavan hamlelerle beyni çalışmayan hayvan konumuna devrilme neticesinde açığa çıkan enerji, insanlığı yok edecek boyutta bir enerjidir. Bu  bulaşık enerji, sırnaşık yetişkinlere yakışmayacak metotları kullandırır. Ve kula kulluk beyni ile zulüm başlar...

 

 

 

Beynin öncül amacı önce kendini hemde sürekli değiştirmektir. Sonra insan olma gayesine bilabedel hizmettir. Bu hizmet kapsamında tüm ereklere erişim, yürek gerektirir ve de yüksek enerji tüketimini beraberinde getirir. Hele, hele ki düşünmek, enerji sarfını katladıkça katlar, hatta bedeni yorgun düşürür. Ama zihni de zinde tutar...

 

 

 

Beyin  odaklı gerçekliğe karşın insanlık her devirde, hiç nedensiz değersizleşme pahasına devir düşürüp beyinsizliği yeğler. Sahici ve kalıcı değerleri görmezden gelerek aksak heves, güdük bağlantılarla ürkütücü rollere bürünür. Ve beyin ulaşım kütlesi küçülür, kitlesel sömürü büyür...

 

 

 

Bu arada büyülü buyurganlıkla buharlaşan küçük beyinlerin etkileşimi, çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Ardışık potada  asla ehlileşemeyen, evcilleşemeyen beyinsizler, yabansılar büyük yıkımların baş yarıcısı olur. Bunlar mantıksal hatalardan beslenerek, beyin ve beden açlığı gidermeye kurgulanmış tiplerdir. Her türlü tabansızlıkla hayatta kalmayı meziyet sayarlar. Mah mahzen, mahreme dokunurlar.

 

 

 

İnce dokuya zararlı bu aksak, savruk ve sıradan kula zulüm beyniyle, kula kulluk devam ettirilir. Beyin kullanamayanların ağır kusur mertebesinde kapaklandığı bu mankafa zihniyet, hiç enerji gerektirmez. O yüzden aslı astarını düşünmeden akıl satan satancıl beyinler büyüktür ama koftur ve doğruya çalışmazlar. Angelist beyin ise hiç kullanılmadığından cüceleştikçe cüceleşir. Topu bedene ağır yüktür. Ayrıca akşamdan sabaha kurulan can pazarında, günboyu cambaz cımbızıyla beden ve beyin cimnastiği sadece hafiflik kazandırır.

 

 

 

Kazası kaderi bir yana harfiyen tıknaz, hakeza kambur ve tahıl besi zavallısı zangoç halidir akla kepenk kapattıran. Akla zarar kopuk tavırla tüm problemlerin üstesinden gelinebileceği hayalidir beyini yaralayan.  Ancak akıl kurcalandıkça her defasında kambur üstüne kanbur eklenir. Embesil körlükle yırtık sökük iyice açılır. Sözün en açığı çürük kumaş dikiş tutmaz. Ve dünya aleme, iki cihanda acayip borçlanılır...

 

 

 

Aşırı borca takılan mankafa zihniyet erketeye yatıp, beyinden enerji sakınanları pusuya düşürür. On yıllarca defineymişçesine sakındıklarını, hazineymişçesine sakladıklarını mankafa zihniyete sunanlar ise düşünmeye enerjileri kalmadığından, yeryüzünden kısa sürede silinip giderler.

 

 

 

Hattızatında herşey atom zerresinde, kütlesel armoni gizleyen tek bir damlacıkta gizlidir. Her muallak şey varsa eğer mutlaka beyinle çözülür. Mutlaka ulaşmak için seksen milyar hücre birden cansiperane çalışır. Çok büyük enerji harcanır. Yani maliyeti epey yüksektir kutlu kalmanın ve mutlak değere ulaşmanın. Mankafa tapınmasıyla beliren, günden  güne değersizleşmenin ise ederi hiç, harcanan enerjisi de yok babında çok düşüktür...

 

 

 

Beyin, düşkün dünyasını beyinsiz idare edenlere yek hücrelik sinerji aktarır.  Ya da tek hücrelik kurşun kapsüle dünyaları sığdırır. Usa sömürüden ve hainlikten başka bir şey takılmaz. İşte bey işi, beyin işi, beynin işi budur. Çünkü beyin ölmeden beden ölmez.

 

 

 

Beyin varlığını doğrudan hisseden insan, insan denen klasik makina, insan doğup mikrop ölmeye, virüs benzeri salgınlarla yaşamaya mani olur. Doğanın yasaları ve doğal tanımlamaları dışına taşmamayı beyin sağlar. Aşkın kirlenmeyi  beyin temizler. Beyine her temizlik aşamasında çok daha yüksek enerji gerekir. Çünkü beyin ağır maliyetli insani bir değerdir. Kutsal değerdir. Kusur affetmez.

 

Değer değmez demeden, giderini de değerini de kendi belirler...

 

Beyin salatası yemekle akıllanılmaz...

 

DOĞAL MANZARA, MARAZA MANZARA...

 

Kuzeyde, batıda ve güneyde peşisıra patlayan doğal afetler, doğal manzarayı tersyüz etti. Ateş, toprak ve su ile gelen ve doğal halden sayılan afetler, hiç affetmeden facia boyutuna pik yaptı. El yel, ateş alev, su sel, taş toprak sarmalında, daha napak pozisyonunda, doğanın sabrının tükendiği ayan beyan görüldü. Devlet dip yaptı. Dert ortak, dert büyük, dert taşınamaz yük. Dörtgöz bakılan ama görülmeyen ise resmen ibretlik afet, resmen doğal adet...

 

 

 

Hep aynı maraza manzara. Elbet maddi manevi zarar yine sineye çekilir. Hemde çekilecek dert mi demeden gönülden çekilir. Nihayetinde ateş söner, toprak kayar, sular çekilir ama geriye is karası ağaçlar, kavrulmuş kızıl toprak, kıyamet gibi kirli çamur, pis batak yalan dünya kalır...

 

 

 

Kahırlanı derecesinde katledilen ise eşsiz doğa manzarası, dere yatakları, al yeşil bükler, nefti ormanlar meskenler ve  mekânlardır. Yüzlerce yıllık tarihtir. Katlanılan kör talihtir...

 

 

 

Her afet anında idareten sabret gülüm mekanizması ve işbirlikçi ahali güzellemesi işler. Doğanın gazabını bilmezcesine azıtanlar, çirkin ve ürkünç tablodan nemalanma hevesiyle asla yiten giden canlara ve külliyen zarara aldırmazlar. Ahalinin ateş, su ve toprak ile imtihanı sürerken, havadan sudan bahanelerle, herşey hemen doğal afet potasında eritilir. Yaşanan ve yaşatılan eğrisi doğrusuyla adetten tutsaklığıdır. Adettendir faslıdır...

 

 

 

Doğanın varlığının tesciliyle birlikte idari ihmal, iradi gevşeklik, travmatik trajik sonu hazırlar. Toptan kaybediş nükseder. On yıllardır kuzeyden güneye, doğudan batıya, yeraltı ve yerüstünde had safhada ateş su, yel sel, taş toprak afetleriyle alın teri heba olur. Kaygan ve kaypak siyasi yelpaze birbirlerine vur kaç taktiğiyle zaman geçirir. Kopya karakterler, etkisiz yetkisiz kurumlar, hayal ötesi örnek vakaları, hep doğal afete denkler. Göz göre göre başa gelen doğal afetler, doğal adetten görülür, malum zihniyet kabilinden sükunetle kabul edilir. Acılar sıradanlaştırılır. Haliyle insani hassasiyet politik çıkarlara harcanır...

 

 

 

Asabiyet ve asaletin, milli ve yerli değerlerin unufak olması neticesinde misli misline ağırlaşan her afet peşine, mistik fesatlık ve gırla fırsatçılık prim yapar. Yani kaderperverlikle katlanılan facialarda, felaket simsarları ılıman havayı tarumar eden telefata rağmen örtülü himayelerle felaket tüccarlığına resmen pik yaptırır. Bu körbela sellenişe, tehditkâr ve keyfekeder harcanışa sebep olanların kefareti de iki cihanda çok ağır olur…

 

 

 

Yıllar yılı pes dedirten aynı terane. Doğal adetten sayılan doğal afet fiyaskosu. Pes doğrusu…

 

 

 

Dünya malına tapınmayla doğanın günbegün katledilişi  saklandıkça, tabiat anaya saygısızlık arttıkça, doğa kendini daima anımsatır. Korur. Doğayı yok farz edip, doğanın kanunlarını hiçe sayanlar, kati kuralları çiğneyenler, çepeçevre kuşatma temsilcileri, getirisi götürüsü bariz su, ateş, toprak bazlı batışı hızlandırır. Piramitsel hiyerarşi, ölüm dirim kıvamında maliyeti yüksek marifetini her fonda sergiler. Ve gök yere çatlar, su akarını bulur, ateş dünyaları sarar, suni sırça fanus hikâyeleri de tuzla buz olur.

 

 

 

Dünya ahret hesapsızlığında, altüst edilen ve kirletilen Doğanın ödül ve ceza rutini bellidir. Doğanın etini ve ruhunu temizleme süreci ise her andır. Ansızın, en umulmadık, beklenmedik bir zaman diliminde doğal afet patlar. Adetten görülen ara formüller de zevatı kurtarmaya yetmez. Hayatın dengi dengesi şaşınca, emanete ihanetin  arsızları da havasız kalır. Nesnel ve toplumsal duyarsızlaşma doğaya düşmanlık mertebesine ulaşınca, kutsal emanete ihanetçiler doğanın tokadıyla sendeler. Ve kaçınılmaz son...

 

 

 

Sonra kader edebiyatı, ebedi edepsizlik. Oysa ‘Edep aklın tercümanıdır. Herkes edebi kadar akıllı, Aklı kadar şerefli, şerefi kadar değerlidir…’

 

 

 

Maraza manzara çıkmazında son dem, edep yahu...

 

zaman: Ağustos 23, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

17 Ağustos 2021 Salı

YÜRÜME VAKTİ...

 YÜRÜME VAKTİ...

 

 

 

Bozulan düzenden bıkıp artık sonsuz evrene yürüme vakti. Vakit en karakterlice, en korkusuz yeni düzene dümen kırma vakti. Yerin göğün Efendisi'ni bir kuş misali adanın bağrında, denizin koynunda bekleme vakti. Çok yorulmanın mükafatı çoluk çocuk dinlenme vakti...

 

 

 

Vakit gözler arkada kalmadan gitme ve  mutlak değişmezliğe dokunma vakti. Elde kalan hazine mutlu olma ve kutlu kalma vakti. Yüz yıla denklenen kutsal emanete inançla her şeye hoşçakal diyebilme vakti.

 

 

 

Vakit yıkılan egemenliği yeniden kurma ve bir daha hayata hiç ihanet etmeme vakti. Temiz pak yürek ve ak alına kara çalmadan çabalamak vakti. Hele hele dengi dengeyi hiç şaşmadan. Ve kaçınılmaz sona sevdayla. Çünkü her vakit sonsuz evreni kurgulayan Kainatın Efendisi gözlüyor, derin mavi karanlığı. Dağlara Denizlere nur yağarken, soluk yıldızlar ışıtıyor adayı. O yüzden ebedi hayat yolcularına has hiç aldırmadan eyvallah deme vakti...

 

 

 

Asıl olan azametli ve cömertçe paylaşılan anaerkil üslubla dünyaya meydan okuma vaktine hürmet. Hülasa uzun yolu dürüst düsturlarla yürüme vakti. Asla hiçliğe tutsak olmadan, doğaya özgü özgürlüğü yaşatma ve ada deniz benlikte hissetme vakti. Yer kabuğuna sığmayacak isyanları unutmadan, akıl küpünü evrensel ölçekte diri tutarak, tarihi basit ama doğru hedefli maceralarla kuşatma vakti. Sonsuz evrenden alacakları ise bir bir tahsil etmeye yüreklenme vakti.

 

 

 

Bu gidişin zamanı israf edecek, ısmarlama ikramcılığa tapınacak boş yeri yok. Ta ki ölümsüzlük şerbetinin dudağa çalınacak son yudumuna dek yok. Yok hayatın kuralı kaidesi neyse, külliyen yerine getirmeden göçüp gitmek. Çünkü sonsuzda ölümsüzlüğü garantilemenin vakti, kalan vakit...

 

 

 

Vakit her sözün altın anahtarı yaslı masumiyet ve şanlı sadakat kıstasına uyma vakti. Kalan ömürde aykırı tercihlerin keşkesi de yok. Çünkü bu durak son durak. Beklenen ve üzerinde hararetle durulacak olan tek gerçek ise tek renkte gökkuşağı ahengi. Maharet dünyaya bırakılacak miras ve geleneğin izinde sonsuzluğa yelken açmak. İşte vakit o vakit...

 

 

 

Vakit kara kapıdan çıkıp, iki dünyayı da kazandıran kapıları aşındırma vakti. Vakit ona buna sahte hayat devam ederken küflü, süslü, soslu belirsiz sona hiç anlamsız çırpınışlarla sürüklenmeme vakti. En sonrası ise veda. Asla kötü kadere kapılmadan ona buna suç yüklemeden. Vakit kendi kaderini kendin yazarak, kara toprağı tırnakla kazıyarak yürüme vakti. Sonra, sonrası sonsuz evrendeki kutlu sofraya davet...

 

 

 

Şimdisi ise dostdoğru kalanların göçmen kuşlar misali ayni adada buluşması. Daha vakit varken bir vakte dek bilcümle bir yerlerde adam gibi Tanrı misafirliği.

 

 

 

Vakit yürüme vakti...

 

zaman: Ağustos 17, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

10 Ağustos 2021 Salı

ÇATKAPI

 ÇATKAPI

 

 

 

Çatkapı aklı çarpan, akla hayale sığmaz fütursuzlukla azan, azdırılan yangınlar asli işini bitirdi ve azaldı. Yakın uzak yalazların yalın kılıç yayıldığı, kör yangının yerden göğe karardığı yerlerde kızılca kıyamet koptu. Su ve merhamet yerine, sanki illetine millete ve memlekete siyaset üstü siyaset basıldı. Oysa  adım adım yangınlarla gelen, son nefeste bile anımsanacak, son nefesler verilirken bile besbeter zorlanılacak, baş üstü çakılmışlık. Kısır döngü. Kızıl kül azameti. Sözün bittiği yer...

 

 

 

Söz meclisten dışarı hali, duyduk duymadık kalmayacak denli bariz, sırf hedef saptırma gayreti uğruna coğradya yandı, tarih yandı. Yangınlar iç yakarken vakayı küçülten yaverlerin, yılların emeğine boşveren yüzsüzlerin en münasibine boşalttı hayat boşaltacağını. Tabiyatıyla anlayanlara. Boşu dolusu ar damarı bir kez çatlayınca, hayat bir daha dikiş tutmaz. Arınmak ise zor bela, asla aklanılmaz...

 

 

 

Akla kara karışınca çatkapı yangın kemerli kapıdan şatafatla girilir, diğer bin kapısından şaftı kayarak çıkılır. Bu yüzden hiç umulmadık anda umursamaz biçimde kasıtlı döngel şablonculuğuna saplanılır, sonuçta acı sürprizlere katlanılır. Oysa mesele pas geçmektir körkızıl karanlığı. Bertaraf etmektir kadife kaftanları kül eden dibi delik yangınları. Tüm yangınları  toptan önlemektir mesele...

 

 

 

Mesela elde avuçta tek hayat hakkı varken, üstelik gelecekten çok maraza maziye bağlanan ömür çok kısayken, yangınlardan ders çıkarmak gerekir. Yangınlardan çıkarılacak dersle, elden geldiğince ve hakkınca direnmektir hayat. Yüzleşilen alevli hengamı, harlanan hengameyi bir daha yaşamamaktır mesele. Kızıl dumanların kara isini eline yüzüne, yüzüne gözüne bulaştırmadan ahenkle yaşamaktır mesele...

 

 

 

Zaten gün olup herşey boşunaymış dedirtecek denli kanıtlar geride bırakılınca, hayatın hangi boş amaca bağlandığı da açığa düşer. Sonu çatkapı nereye bağlanırsa bağlansın, hangi israfa istiflenildiyse istiflenilsin, sonsuza dek sürmez hoppa saltanat. Hop çatkapı yangınlar herşey anar biter, kül olur...

 

 

 

Diğer yandan kızıl kıvılcımlarla kıvamına gelince avam, zevat kımıldayacak alan bulamaz. Heryeri çatkapı kızıl alevler sarar, mevcudu yer içer, yalar yutar. Haliyle yangın cenderesi, hayatın ceremesi. Sonucu ederi bedeli belli, kati düşüşler ve düşkünlük...

 

 

 

Ne yazık ki hayat ne olduğunu unutanlar, yüzsüzlük sarmalındaki mallar yüzünden ve de çatkapı kadrana sokulanlar yüzünden berbat olur. Bu berberiler neyi hak ederler besbellidir, sadece zamanı belirsizdir. Zaten herşey çatkapı dünya. Çatkapı virüs salgını, çatkapı sel afatı, çatkapı yangın azgınlığı. Azınlık raporunda yazılanlar şimdilik bunlar, azgınlığın sonu da pek yakında kara kaplıya yazılır...

 

 

 

Her kim olursa olsun hayat damarıyla kurulan bağa ilişkindir hayat. Hayatın sonu, dünyanın sonudur. Ömrün sonuna dek kuru gürültü sürdürülen kösnül partnerlik sonun başlangıcıdır. Hele ki ihanet en baştan her şeyin sonu...

 

 

 

Hayat, o yüzden vakti zamanı gelince birikmiş her şeyi çatkapı yakar. Çatkapı yangınlarla tüm isyanını ihalesiz kusar. Hiçler bir hiç olarak yaşamaktan vazgeçsinler diyedir herşey. Yine de ardı arkası ehlaksızca edite, edi büdü hikayesi. Küle dönüştürülen hayatlar...

 

 

 

Millet hep çatkapı kendisine reva görülen acımasızlıkları, özellikle acınası yangın simsarlığını ve altın anahtarı elinde tutanları eninde sonunda altın kabzayla düzleyecek. Ahval evvel ahirde, ahval ve şeraiti bozan, kutsal ahdi yırtan ve yakan, kızılcık şerbedlerini arkasını dönüp içen pigmeleri mutlaka dipleyecek...

 

 

 

Çatkapı yangınlar, hayatın kançanağı rengini, hayatın kaç bucak olduğunu ve hayatın asla bu salınımı affetmeyeceği gerçeğini gösterdi. Dünyanın tek gerçeği, pun punduna gelince, hayatın yenilmez yutulmazları yüzsüzler yüzünden yanar. Aşı tutmayınca cahile ilah lahzası, yarım iman tahtası, ilana bahaneler. Çatkapı dünden yarına hayatın kaidesini yakan, kaypak hikayelerle çaprazlandırılan muamma...

 

 

 

Çatkapı dünyalar yandı. Mazi aynı mazi, mazi geleceğin belirleyicisi. Beter sonun müjdecisi. Böğün canlı ders, yarın can çökerten pişmanlıklar. Küle dönmelerin yerini doldurmayacak yüzsüzlük. Kahirde kirlilik. İnceldiği yerden kopsun kızılca kıyamet.

 

 

 

Çatkapı yanmalarda millet...

ALEVLERİN EFENDİSİYLE YÜZLEŞMEK...

Doğal hayatın tersine, çokbilmiş birileri Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi ormanlara pay ve paydacılık akışkanlığıyla musallat olunca sıralı ağaçlar, sınırsız alev kusar. Ve acilen alınmayan veya geciken önlemler yüzünden bir anda alevlerin efendisiyle yüzleşilir. Emanete hıyanetin kirli bağına bağlananlar veya politikanın örümcek ağına takılanlar, paçası tutuşunca sorgusuz sualsiz alevlerin efendisine tapınmayı günceller. Ancak her ne kadar tapınsalar da iş işten geçer…

Zaten işin özü özeti, bu dur duraksız yangınlar ve durduk yerde toplu yanmak hali, hangi günahın tescilli markasıdır besbelli. Kurunun yanında yaş hesabıyla, önü kesilemeyen yangınlarda, günahların en babasına yolculuktan çekinmeyenler muhakkak kızgın kızıl alevlerden ucuz yollu payelenir. Aleleri ele geçiren alevler pik yapar, lale devri efendileri dip ve anlaşılır ki, gizli veya açık alevlerin efendisiyle asla oyun olmaz...

Yalandan tedbir ve yavan bahanelerle alevlerin efendisini azdıranlar, erken veya zamanında kurulacak sandıktan bir şekilde çıksalar da iki cihanda azap çekmeye adaylaşırlar. Çünkü darasız terazili ticaret, adapsız siyaset saklanan sinsi ortaklıktır. Madden manen murdar işe körü körüne ortaklaşanlar, kıyıma kıyı köşe bulaşanlar, sakardan sakınmazlar hatta bile bile kötü gidişata yol verenler de dahildir bu büyük günaha. Topu ortaktır alevlerle gelen ortaklığa…

Ortada hiç makul sebep yokken, dünyanın doğal halindeliğini hovardaca bozan tüm zamanların en silikleri, bedavadan sivrilmişleri, alevlerin efendisinin ifrazatından sıkışınca, hele de iflasın vakti zamanı erişince gölgesine sığınacak ağaç da sancak da bulamazlar. Sinseler, siperlenseler, silkelenseler de muhakkak hayatlarının bir dönemine damgasını vurmuş olan alevlerin efendisini karşılarında bulurlar. Kul hakkı için karabasan yaşarlar. Alevlerin efendileri tarafından gömülmeseler de birilerince mutlaka çelik mezara gömülürler. Nihayetinde köyde kentte, yolda izde, dağda ormanda ili, dili, ilgiyi ve bilgiyi kimlerin öğrettiği veya tümden kimlerin kirlettiği açıkça bilinen, kayıtlara geçendir. O nedenle geçmiş olsun makamına sığınmak yetmez...

Yediden yetmişe kolay sınav yoktur hayatta. Sanılmasın ki alevlerin efendileriyle yüzleşemeyenler bir gün, ürettikleri haksızlığın, güttükleri bilinçsizliğin, biteviye haklı çıkmaya çalışmanın, yalanı yalanlarla ispata girişmenin hesabını vermeyecekler. Hepsi de mutlaka vakti zamanı vurduğunda hesaba çekilecekler. Alevlerin efendisini şimdiden gazaba yönelten alaz da yalaz da alaka da vaka da budur. Dikkat, sakın ha rejimi...

İşte o yüzden alevlerin efendisi köyleri, kentleri, bölgeleri kuşatırken yalan yanlış, eften püften yaylım ateşiyle faciayı geçiştirmek boştur. Külden zülden kurtulmak güçtür. Kurtuluş hayali icat değil, hayati icraat gerektirir. Kabarmanın, kibirlenmenin, kirlenmenin, kurumlanmanın, çöreklenmenin ve memleketi onmaz süreçlere hapsetmenin, suçu çok ağırdır. Her şeyi dün virüslerin efendisine, bugün alevlerin efendisine atfederek, fevri çıkışlar ve mecburi çatışmalar sergileyerek ganimet devşirmenin, hele de yangınları mucizevi olaylara bağlamanın bilinç körlüğüyle elbet saltanat biter. Dört kollu salı taşımaya sade efendiler kalır...

Sadd vaad merkezli bir dizi fettan efendi peşine düşülerek yapılan gölge siyaset, iktidar hırsıyla pekiştirilen ve klişe haline getirilen umursamazlığı kullanarak gerisinde kalıcı hasarlar bırakır. Hatta göz yumulan bu kiliseci anlayış en ücraya bile kin ulaştırır, kindarlık bulaştırır. Haliyle devrik hükümdar pozunda ahkâm kesmelere bel bağlanır. Parametrelerin açıkça yol göstermesine, uyarı manasında bireysel tepkilere ve toplumsal tavırlara hiç bakılmaz. Yenileşmeye yüz verilmez.  Bu yüzsüzlüğün sonucunda yerel, genel, bölgesel yangınlarda alevlerin efendisiyle yüzleşilir. Yangın şamarı vurunca yüzsüz politik parya ve paralel siyasetin müdavimlerini gölgelikler de siperlikler de korumaz. Hatta gölge siyasetin eseri ağır kusurlu kumpaslar hiç işe yaramaz. Kumpanyaya para pul yetmez, alevlerin efendisi paparayı yemez...

Sonuç itibariyle siyaseten Tanrının yeryüzündeki gölgesi sayılanlar dahil, blok halinde, küresel ölçekte dayatılan karma da marka da anında yanar kül olur. Küresel güç simsarları işbirlikçileri vasıtasıyla alınan, verilen, salınan kararlarla, hiç de demokratik olmayan yöntemlerle yıllarca telafisi olmayan çatlaklar oluşturur. Od, odun deryasında patlaklar oluşur. Alevlerin efendisiyle çarpışmak yerine, her musibette olduğu gibi çark etmeyi yeğleyen skandal oluşum, yine bundan sonrası volkan, benden sonrası tufan yalanlarına sarılır. Yalan yanlışlarla kısmen tepkiler bastırılır. Ama ağaçlar ayakta ölür, asla yıkılmaz...

Resmen öldürücü ucube rejim bağımlılığı, siyaseten boş tapınma salt büyük günahın piyonlarını çoğaltır. Hoş, acı gerçek geç de olsa anlaşılır ama anlı şanlı imajı verilen kusurlu kurgunun bargahları bu kez, zifiri karanlıktan beslenen gölgelerin efendisine sığınır.  

Doğal hayatın zıddına yuvalanan ve yuvarlanan bu sığınık sıradanlıkta asla külle kürle sıvanamaz görüntü, çaresiz alevlerin efendisiyle yüzleşen milletin ve memleketin hazıra orman dayanmaz babında, gölgelerin efendisinden kurtulmaya hazır olduğudur…

 

YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ...

 

Binbir nedenle mutasyona uğratılarak genişletilen yangın cephesi, insanlık adına, millet memleket adına kaçınılmaz sonu, sonun yaklaştığını kızıl elevlerle tescilledi. Maddi manevi muğlak işlere bulaşmalar ve permutasyonla yayılan yangın, ziftli zehri damarlara zerketti. Ve önlenemeyen ve de tedbiri geciktirilen her türlü faciada olduğu gibi, herkes kendi kaderini kendi yazar ve bizzat yaşar aczi belirginleşti. Hem de mutlaka can yakıcı bir bedelin olabileceğini hissettirerek...

 

 

 

Her şeyi göze alarak yüzdürülen hayat gemisi, yangın sonrası hangi limana uğrarsa uğrasın, hangi haller denizinde yüzerse yüzsün, kızıl külleri beraberinde götürecek artık. Elbette geçmiş geçmişte kalır ama deniz bittiğinden, kızıl alevin izlerini yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltacak hayat. Öyle ki yüzlükten yüz hayat yaşansa, aynı yüzsüzlük bir daha yaşanmasın diye...

 

 

 

Arsızlığı yeğleyip,  ıssızlığa öykünerek ısmarlama hayat yaşayanlar, yangın dozunu artırdıkça ıskartaya çıktı. Hele her doğru saptamaya hiddetlenenler, bir müddet kıymet kaybına uğrarlar ama yanlışları kıyamete dek güncellenir. Hayatın cilvesidir, cinliboğazdan ıslıklarla geçerken yangınlara yakalanmak. Kül gübür zamanlarda aykırılığın ayıracını kitabın tam ortasına koymaktan çekinmeyenler gök yere vurduğunda, kızıl alevler göğü ıslattığında, üşümüş halden sıyrılır. Yanmak yerine, ölümcül vurgunlardan hiç sakınmadan körkara siyasetin hamasilerine, yeter yetmez atanlarına atarlanmak, hayatın cilasıdır...

 

 

 

Cilalı yaklaşımlar yüzünden  varı yoğu yananlar, alevlerden nutku tutulanlar, tumturaklı suni yaklaşımları asla unutmaz. Zaten derdo nakaratıyla, kişilik sınırlarını ihlaller başlayınca, emanete ihanet eğilimi azınca azar azar sona yaklaşılır. Yangın pik yapar, Allahsızlık dip yapar. Pik dip keşmekeşinde iman tahtası da yanar ve din gereğidir bahsiyle emanete hıyanete uzanılır. Sonrası yandı gülüm kağıt helva...

 

 

 

Oysa yürekleri dağlayan derin anlam bellidir. Bir ortaçağ ezasının çağa izdüşümü, kızgın alevler ve mecburi tema. Tema temel değerleri eriten temaşada, sapkın temasa artık yeter faslıdır. Tamam haykırışıdır. Sonrası yolculara yol ayrımı ve yangınlarla dara düşen düzeneğin işleyip  işleyeceği de bu kadar kanaatidir. Buraya kadar iznidir. Öncelikli işleri sadece adam mimlemek olanların, işletsel bilinciyle ahval ve şerait tam da bu olur önermesidir. 

 

 

 

Yangından mal kaçırma dünyasını, gözüne mil çekilmişçesine görmeyenler

 

son günlerde sağa sola savrulan yangınla inceden çözüldü gibi. Çünkü çözümsüzlük kıskacında millet ve memleket. Bu hengamede binbir nedenle mutasyona uğrayan virüs de hepten unutuldu...

 

 

 

Yangınlar çok can yaktı ama korona hattında değişen hiç bir şey yok. Bu gidişle o da daha çok can yakacak gibi. Yangın cephesi genişledikçe genişliyor. Memleket binbir nedenle yangın yeri...

 

zaman: Ağustos 07, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

5 Ağustos 2021 Perşembe

CENNET VATANI CEHENNEM YAPAN, YANGIN...

CENNET VATANI CEHENNEM YAPAN, YANGIN...

 

 

 

Bin yılların emaneti cennet vatanken, bir haftada neredeyse emanete hıyanet derecesinde cehenneme dönüştürülen bir memleketi yaşıyor aziz millet. Memleketin en yetkili ağzının aynıyla beyanıdır, Memleketin "Şu ana kadar 5.5 milyar ağaç diken bir iktidarı" var savı. Ve küllerinden doğarak kendi yazdığı tarihinin aksine durum aynen budur;

 

bir memleket  yanıyor, bir millet uyanmıyor...

 

 

 

Baştan savmacı bir mantıkla, yangın odaklı hesap sanki bir yerlere kaydırılıyor. Bu yangınlar vız gelir tırıs gider üst hesabına. Sakın dil sürçmesi olmasın, 5,5 milyon olmasın dikilen ağaçlar şüphesi ise başka bir alt hesap. Yinede keşke santrale uğramayaydı oburca ormanları yutan kızgın alevler...

 

 

 

Söylenenlere göre bir uğradı ki ne uğradı, hemde göz göre göre. Söylene biline. Acı gerçek görmezden gelindi ve sonunda Kemerköy Termik Santrali kızıl alevlere teslim oldu. Patlamaya başladı. Onbinlerce ton stok kömürün yanacak olması tehlikesi ise başka bir facia. Zaten fünlerdir facia başka bir faciayı tetikliyor. Sanki içten içe göz yumuluyor bunca açık ve de hazin tabloya...

 

 

 

Başka hesapların döndüğüne dair şüpheler ayyuka çıkmış, ince hesapların varlığından dem vurulmaya başlamış bir kara tablo yaşanan. Alı karası tutmayan bir hesap çizelgesi ağızdan kaçan. Çiz üstünü bir hesapla, bir dönüme en fazla 100 küsur ağaç dikilebileceği farzedilse 37 milyon dönüm alana ağaç dikilmesi sözkonusu. Memleketin en büyük şehri kadar bir alanda ağaçlandırma çalışması demek bu dikim. Mental mevta iktidar, doğrulayan sağlaması olmayan bir hesap bunalımında sanki.

 

Diğer yandan mevcut iktidar, tam tamına yaklaşık 19 yıldır iktidarda. Buraya kadar tamam mı? Tamam...

 

 

 

Tamam da bu iktidar yuvarlak hesapla yaklaşık 7.000 gündür başta. Baştan sona hiç ara vermeksizin sadece ağaç dikilse, günde yine yuvarlak hesapla 800.000 ağaç demek bu toplu dikim iddiası. Saatte ise hep yuvarlak rakamla: 33.500 civarında ağaç dikimi. Dakikada ise 550 ağaç dikilmesine karşılık gelir bu ticari aritmetik. Dikim otomotiğe bağlansa dahi tutmaz bu hesap. Tamam mı? Tamam. Sonuç iktidarın feriştahı olsa bu kadar zamanda bu kadar alana 5,5 milyar kadar ağacı dikemez vesselam...

 

 

 

Bir haftada muhtelif yerlerde şaşırtıcı biçimde önü alınamayan yangınlarda ise şimdiye dek 547.000 dekar alan yanmış durumda. Daha devam ettiği, bir türlü önlenemediği hesabıyla, yangınlar çok artı dekar ormanı daha haritadan silebilir. Şimdilik kızılküle dönüşen alan yuvarlak hesapla tam 82 bin futbol stadyumuna denk.  Tamam da bu alanın yeniden ağaçlandırılması ne kadar zaman sürer, kaç yılda ormana durur tamam olur başka hesap. İpi kuşağı denkler bu hesapla zaten ilgilenmez. Kalanı ise yarı yolda yol şaşırır. Çünkü cennet vatan memlekette sıralı yangınlar gösterdi ki, kutsal emanet sanki sayı saymayı da hesap yapmayı da bilmez cehennem zebanilerine emanet...

 

 

 

Kızılküle açık kanıt ise bu işlere bakan olması gereken ama uzak kalan bakan beyanıyla ortada. Sanki dış mihrakların oyunu bir hesapsızlığın varlığı var ortada; “Türkiye, İHA'ları orman yangınlarını önlemede kullanan öncü ülkelerden biri. Geçenlerde Kanada'dan bir ekip geldi, yangınla ilgili yaptıklarımızı gördü, bizim size söyleyeceğimiz hiçbir şey yok, her şeyi çok güzel yapıyorsunuz dediler”. Barsın olsun ama yuvarlak hesapla tam bir kandırmaca tavır. Kandık ve yandık, sebep sonuç ilişkisi kapıda...

 

 

 

Elbette yanmak da var hayatta; "Sen yanmasan, ben yanmasam..." hesabıyla. Ama yetti gari, yana yakıla  tükendik, artık tamam. Cennet vatanı cehennem yapan yangınlara müsamaha gösterenler her kimler ise resmen dış mihrakların maşası.

 

 

 

Maşaların topuna maşallah, tamamına tamam ki ne tamam...

 

zaman: Ağustos 05, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

3 Ağustos 2021 Salı

KIZILKÜL KANIT

 KIZILKÜL KANIT

 

 

 

Adalet var mı? Yok ama külü var lazım olursa. Kızılca kıyametin kızılkülü. Peki ne yapılabilir kızılkül ile hiç. Kızılkül kısa zamanda dünyanın yandığını kanıtlar sadece. Yangın yerine dönen adaletsiz dünyanın kanıtıdır kızılkül...

 

 

 

Kızılötesi varoluş gerçeğine paralel tuz da kokunca, yangının kolay kolay söndürülemeyeceği, söndürülse de yüreklerin soğumayacağı muhakkak. Sanki bu yangın sıra dağları aşar denizlere de bulaşır. Ve sakince salınan su da yanar. Bu yüzden mutfaktaki yangından ciğeri kavrulan, yoksulluktan yorulan halk, doğal zenginliği ormanlar tutuşunca, yangın afeti evine barkına da sirayet edince eylemci dayanışmayı hayata geçirir. Yani yangın ya söndürülecek ya söndürülecek ya da kızılkül yanmışlığa kanıt olacak. Olmak ya da olmamak meselesi de tarih olacak...

 

 

 

Kızgınlık ötesi bir yokoluş, yok ediş gerçeğidir, kızılküle döndüren kızıl alevler. Elbette ateş olmayan yerden duman yükselmez. Bir kıvılcım yeter fe artar koca dünyaya. Dün; "36 milyon liraya yangın söndürücü uçak almayıp, bugün 203 milyon liraya yangın söndürücü uçak kiralayan zihniyet" neyin kafasını yaşıyorsa yaşama darbe vurur. Ve kızılküle dönen ormanlar, mevcut adaletsizliğin kanıtı olur...

 

 

 

Bunca aldırmazlık, bariz basiretsizlik, toptan beceriksizlik ve yakıcı öngörüsüzlük ise sanki kızgın alevleri körükleyen muammadır. İlikleri kurutan iklime uygun  iktidar profili ise halkın yandığının resmidir...

 

 

 

Resmiyette orman yanar, toprak ölür, iman tahtası çürür, insanlık da ölür. Ölüm sathına girilince gündoğmuş batmış nafiledir. Ve kızılküle dönüşen ormanlar saklanan özü eleverir; "Toki ev yapacak, evi yanmayanlarda keşke bizimki de yansaydı diyecekler." Nokta...

 

 

 

Ormanlarla birlikte adaletin de yandığının kanıtı, ayrıca yürekleri dağlayan işte bu ve benzer açık seçik beyanlardır. Kızılküle ne hacet...

 

zaman: Ağustos 03, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

2 Ağustos 2021 Pazartesi

FACİYAN

 FACİYAN

 

Aniden kızıl alevden bir duvar sardı dört bir yanı. Tekmili birden Milletin memleketin ciğerleri yangına teslim. tek elden dağların yeşili, denizlerin mavisi  tesperdi. Siperde ağzı açılan lafı güzaf peşinde; "Ciğerimiz yanıyor" Oysa yaşanan yüz litrelik bahaneyle gelen açık facia. Ölümle cezalandırılan su atar uçakların hangara hapsiyle faciyan.  Sözün bittiği an. Feci fire, faciyan duvarında ise o bilindik son söz; "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda ;

 

beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak." Acaba? En acısı alt başlıkta; "Saltanata güvenip, salt gözyaşlarıyla bu çağda bu yangın kolay kolay sönmez."

 

 

 

Faciyan önüne geleni duvara yaslamış kızıl alev topu gittikçe yayılıyor, etkin müdahele sıfır. Dayatılan, insanlı ve yeyerli su rezerv kapasiteli hava taşıt envanteri sıfır. Ama lafta havadan karadan mücadele sürdürülüyor. Bu her zamanki yalamdan sürüme bakan bakana.Temiz pak ormanlar aradan çıkarılıyor, tüm canlılar can derdine düşmüş. keskin acı feryadı duyan yok.  Uçak muçak hak getire, bir kaç helikopter. Kuşbakışı hep ayni manzara, haliyle gereksiz münazara; “Aslında orman teşkilatı yerleşim yerlerinin korunması, çıkan yangınların söndürülmesi ve müdahalesi ilk olarak belediyelerdedir. Ormanların yanmasına müsaade etmek zorunda kalındı. Tabi yangın böylece daha da büyüyerek yeni yerleşim yerlerine sıçradı.” İleride sürekli anılacak asrın yangınından, kavruk zıplamasını kurtaran çekirge gibi sıçramak bu olsa gerek. Bir, iki, üç hep ayni terane...

 

 

 

Diğer yandan her kötülük elbette Cehape zihniyeti yüzünden. Yangının söndürülemeyişinin, kontrol altına alınamayıp, süratle azdırılışının tek müsebbibi her vakaya farklı bakan bu zihniyet. Hatta bu zihniyetin gaytan bıyıklı bir vekili kızıl alev duvarına şunu karalıyor; "Toplam arazilerimizin yani ülke yüzölçümüzün % 30'unun orman olmasına karşın sadece 3 tane, onlarda kiralık olan söndürme uçağı filomuz varsa bu  çok düşündürücüdür. En düşündürücü olan da bir kişinin 13 tane uçağı olmasına rağmen bu uçak filosundan sadece 1 tanesinin satılmasıyla 7-8 tane yangın söndürme uçağı alınabiliyorsa bu hepimizin düşünmesi gereken bir durumdur. Çay atarak değil, çayları atan zihniyetten kurtularak bu iş çözülür." Çözülür çözülmez bir yana çayırlar, ormanlar cayır cayır yanıyor. Beldelere kentlere sıçramış kızıl alevler. Devlet erkanı erken veya geç hiç sektirmeden hala çayda çıra peşinde. Resmen yak, izle, seyret perişanlığına müsamaha...

 

 

 

Faciyan tüm canlı türevlerini perperişan eylemiş, facia sadece bakanlar sayesinde hala eylemini sürdürüyor. Ancak feci olay sürüncemede bırakılmayıp anında zaptırapt altına alınıyor; " Turizm sahası dışında kalan orman arazileri, kamu yararı kapsamında turizm yatırımcılarına açılacak..." Dağda taşta, yanık yanmadık elde ne varsa turizm çerçevesiyle peşpeşe yandaşlara...

 

 

 

Ege ve Akdeniz kontrol altına alınamayan yangınlarla başbaşa kalmış, tekbirli fetvalı sonuç alma girişimleri gündemde. Günceli özetleyen kucağında yangından kurtardığı kuzusu, bir kız çocuğunun üzerinde çok tartışılası sorusu; "abov bu yangını kibrit ile mi, çakmağınan mı çıkarttınız?" Çıkmayan candan umut kesilmezmiş hesabıyla kendi haline bırakılmış millet, kısıtlı imkanlarıyla alevlerle boğuşuyor. Yetmez ama evet. İtibardan zerre fire vermeyenler ise fire çıkmazında. Ne hikmetse hep dış mihraklar yüzünden facia üstüne facia masalı; deprem, sel, yel pandemi, yangın. Aradan sıyrılan kontrolsüz göç. Güç işlere bakan bakana. Sonuç sıfır elde var sıfır. Neyse ki; "Çaylar şirketten."

 

 

 

Son olarak Nazımlanan ise; "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim..." Ancak faciyan kızıl alev duvarlarını ördükçe örer ve bu hızla ilerlerse geride ne ağaç ne de orman kalacak. Haliyle hasretliğe devam…

Hiç yorum yok: