30 AĞUSTOS, ZAFER VE MUSTAFA KEMAL…
Böyle savaşamayız ordu yok denilerek mandacılığa sığınanlara
karşın düzenli orduyu sabırla kuran, Mustafa Kemal. Vatan için Mehmetleri kutlu
zafere inandıran, her bir mehmedi altın sırma ile işleyen ve şehitliğe gönüllü
eden Mustafa Kemal. Parasız pulsuz savaş olmaz, çok para gerekir diyerek
kıvırmaya çalışanlara, para bulunur deyip bulan Mustafa Kemal. Karşımızda bin
bir çeşit düşman var, içlerinden birine yamanalım diyenleri sertçe reddeden
Mustafa Kemal. Yedi düvele karşı
milletiyle yekvücut, tek başına karşı duran ve topunu savaş meydanlarına gömen,
emperyalizmin maşasını Ege'ye döken Mustafa
Kemal...
Bir Kutlu Zafer 30 Ağustos, bir kutlu önder Mustafa Kemal…
Mustafa Kemal, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk, “ 30 Ağustos'ta
yürüdü uçurumun başına kadar. Eğildi durdu. Bıraksalar Kocatepe’den Afyon
Ovası’na atlayacaktı…”
Yerli yersiz asla atıp tutmadı, asla boş laflara kanmadı,
hiç yılmadı ve Hak doğrudan hiç ayrılmadı. Zalimlerden zerre korkmadı. Dünyanın
görüp göreceği en büyük siper savaşlarından, süngü savaşlarına, son taarruza
dek hiç uyumadı. Hiç uyutmadı. Uyıyan devi uyandırdı. Ve Mustafa Kemal
sayesinde bir millet doğdu, bir devlet küllerinden varoldu, bir Cumhuriyet ki
takdire şayan kuruldu...
Hali kalmamış, hançeresi ağır yaralı, çarığı çaputu delik,
lokması kuru ekmek, içkisi üzüm hoşafı, giysisi perperişan, çulu yamalık, elde
kalan en öldürücü silahı süngüsü Mehmetçiğin, o kurtuluşa tam inançlı ordunun,
en önündeydi Gazi Mustafa Kemal. Etrafında komuta kademesinden neferine koca
bir memleket. Malum halden asla yakınmayan yakın silah arkadaşları. Tümüne
kutsal isyanın taçlandırılacağı ilk gün alacasında vazgeçilemez kutsallar
üzerine yeminler ettiren Gazi Mustafa Kemal. Yeminden asla dönülmeden 26
Ağustos’un ayazında tam bağımsızlık için mehmetçiği hücuma geçiren Mustafa
Kemal. Yedi düveli Karşıyaka'dan denize dökmek için taarruzu başlatan, milleti
Büyük Zafere ulaştıran Mustafa Kemal. Bir ulu tarihi serüven yazan, tarihin
akışını değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Bir Büyük Zaferin kazanılması için, tarihin en ödünsüz
taarruzunun öncüsü, muharebeyi bizzat yöneterek kutlu ilerleyişin önderi ve
başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa...
Dünyaya sadece anti-emperyalist nutuklar çekerek
olmayacağını, salt boş lafla kapitalizmin alt edilemeyeceğini gösteren Mustafa
Kemal. Yüz yıl sonra bile Cumhuriyetin nimetlerinden bolca faydalanıp, Büyük
Zaferin gizli kapaklı inkâr edilemeyeceğini, mazlum dünyanın sembolü ve kutlu
değeri olarak saygınlığını dosta düşmana kabul ettiren Mustafa Kemal...
Kutsal dirilişi hiçe sayanları, gelmişinden geçmişinden ders
çıkarmayanları, aslını neslini unutanları, Büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün adını sanını anmaktan imtina edenleri, koskoca Kuvayı Milliye
Destanı’nı, Ulusal Kurtuluş hamlesini, ulvi mücadeleyi, 30 Ağustos Büyük
Taarruzunu, 30 Ağustos ile başlayan kutlu Zafere yürüyüşü, Sevr’in
parçalanmasını Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan ayrı düşünenleri ”gaflet, dalalet ve
ihanet” ile yaftalayan Mustafa Kemal Atatürk…
Tam bağımsızlık savaşçısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e
ölesiye minnettarlık şu sözlerde gizli; “ 30 Ağustos'ta yaptığımız savaş
sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik. 31 Ağustos günü ordularımız
İzmir'e doğru yürüyordu…” İşte bu kutlu yürüyüşün mihmandarı, Kerim’in Emir eri
Gazi Mustafa Kemal Paşa…
Memleketi düşman işgalinden, ümmeti dinsiz kalmaktan, minareyi
ezansızlıktan, ahaliyi kölelikten kurtaran ve bağımsız bir ülke kuran lider
Mustafa Kemal Atatürk...
Dünya tarihinin en silik, en cılız, en ucuz kahramanlık
gösterisinde bulunmuşları cımbızla seçen milletler ve illetlikler varken, koca
yeryüzünün kahramanlık abidesi hala Gazi Mustafa Atatürk...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos, Büyük Taarruz ve Kutlu
Zafer başımız üstüne. Saygıyla minnetle…
zaman: Ağustos 30, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
28 Ağustos 2021 Cumartesi
SÖZKONUSU VATAN...
SÖZKONUSU VATAN...
Söz konusu vatan ise zafer, bağımsızlık inancı güçlü ve
cesaretli insanların harcıdır. Öyle veya böyle asla eğilip bükülmeyenlerin,
kutsal emaneti ne pahasına olursa olsun koruyanların harcıdır zafer. Bulaşıcı
hastalık derecesinde gerçekleri olduğundan farklı gösterenlerin ve emanete
hıyanetçilerin harcı değildir zafer...
Eğer zafer devamında bağımsızlık, tam bağımsızlık önermiyor
ve örgütlemiyorsa zaten zafer değildir. Milletçe her daim bağımsız yaşamış,
bağımsızlığı varoluşunun ve daima var olmanın yegane koşulu kabul etmiş,
kesinlikle esareti kabullenmeyenlerin harcıdır zafer. Ve hak hukuk
çerçevesinde, "Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen toplumların
hakkıdır..." zafer.
Yaşamı ödül, ölümü hak, haksız kesilmiş fermanı ceza
görmeyen asaletli insanlarının ereğidir bağımsızlık. Kutlu zafere ulaşmayı
hedefleyenler, bağımsızlık uğruna her şart ve koşulda gereğini yapar.
Bağımsızlık yolundan sapmaz...
Bir millet ki, her dönem hür yaşamışlığın bilinciyle,
ilelebet varolacak hürriyet aşkıyla zafere ulaşmıştır. İllete ve zillete
bulaşmamış zihniyetin tarihe armağanıdır büyük zafer. Bağımsızlık, tam
bağımsızlık devrimcilere layık en büyük aşktır. Devlerin, büyük kurtarıcıların
aşkıdır milleti ayakta tutan. "Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en
değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım." Adam gibi adam
olmak budur...
Köhne mandacılık ve kuryesel bağımlılık tuzağına
düşmeyenlerin kazancıdır adamlık. Adamın dibi olmak, Ademin piki olmak kökten
barış gerektirir. Bol derin kapışmaların ürünüdür barış. Öyle ki "Biz
Barış istiyoruz dediğimiz zaman, tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması
gerekir..." Tabii ki, anlayışı kıtlar herdem bağımsızlığa çomak sokarlar.
Yetinmezler haince işgale yeltenirler. Mutlaka bu arsız sokulmanın karşılığını
da en sert biçimde alırlar. Ve hızla Kurtuluş Mücadelesi başlar.
Uşaklık etmemek içindir tüm mücadele. Çünkü "
Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan asla
kurtulamaz."
Uşaklığı içselleştirerek eksen kayması yaşayanlar kutlu zaferle
kazanılan bağımsızlığın başlıca düşmanıdır. Başka düşmana hiç gerek kalmaz.
Bağımsızlık açıkça benlik meselesidir. "Milli benliğini bilmeyen
Milletler, başka milletlerin avıdır..." Bağımsızlığı korumak ve esaretten
korunmak çok ağır yüktür. "Ülkesinin yüksek istiklâlini korumasını bilen
Milletler, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır..."
Kırtuluş ve kutlu zaferi sudan sebeplere ve sıradan
bahanelere bağlayanların elinde bağımsızlık elden uçar gider. Ama
"Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya
mahkumdurlar..." Hatta devletler bile yıkılır. Ucuz ve uçuk tercihlerle
mahkumiyet artar. Ar namus paramparça olur. Sistem batar. Hemen yenisi kurulur.
Yine de bağımsızlığa özgüdür tüm kayıtlar. "Milli sınırlar içinde vatan
bütündür, bölünemez..."
Gerçek dünya dik durma dünyasıdır, direnme dünyasıdır.
Dünyadaki yegane gerçeklik bağımsızlık
kavgasıdır ve kutsaldır. Her kutlu isyan, baştan haklı kurtuluş mücadelesidir.
Her kutlu mücadele mutlaka büyük zaferle perçinlenir. Bu vizyonsuzların,
kaderci kolaycılık rotasındakilerin anlayamayacağı bir konudur. Dinsel, tinsel
ve tensel kapışma mensupları bilemezler, anlayamazlar bağımsızlığın değerini.
Oysa salt vatan aşkınadır tam bağımsızlık mücadelesi, bağımsızlık savaşları ve
büyük zaferler...
Temel gaye ise "Söz konusu vatansa, gerisi
teferruattır..." Ta kutlu zafere kadar. Ölene dek...
zaman: Ağustos 28, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
27 Ağustos 2021 Cuma
BEYİN SALATASI...
BEYİN SALATASI...
Beyin yüksek enerji kullanan insansı bir değerdir. Kolay
değil yüz milyar hücrelik bir enerjidir beyne harcanan. Konu beyin olunca bu
enerjiden tasarruf yaparak geleceğe asla heveslenilemez.
Çünkü ilk ve son arasına sıkışan tüm işlerin halli beyine
düşer. Ve mutsuz azınlık işleri beyinle, lafta mutlu çoğunluk ise hayatı
beyinsiz idare eder. Bu resmen beyni yemektir, alt beyni yakmaktır. Ayrıca
hayat denizinde alaboralık dalgaya yakalanıldığında, salt beyin salatası
yemekle de olmaz...
Özellikle uyum, duyum ve bilinç merkezi çöker ve dimağ
dağılırsa açıkça beyin öldü demektir. Beyin ölümü gerçekleştiğinde ise önce
kafatası boşalır, ne yazık ki beyin sapı elde kalır. Ve beyne batıl hakim olur.
Zamanla ihanetçi ceberrutlara inat emaneten cerebrun devreye girer.
İleri geri yavan hamlelerle beyni çalışmayan hayvan konumuna
devrilme neticesinde açığa çıkan enerji, insanlığı yok edecek boyutta bir
enerjidir. Bu bulaşık enerji, sırnaşık
yetişkinlere yakışmayacak metotları kullandırır. Ve kula kulluk beyni ile zulüm
başlar...
Beynin öncül amacı önce kendini hemde sürekli
değiştirmektir. Sonra insan olma gayesine bilabedel hizmettir. Bu hizmet
kapsamında tüm ereklere erişim, yürek gerektirir ve de yüksek enerji tüketimini
beraberinde getirir. Hele, hele ki düşünmek, enerji sarfını katladıkça katlar,
hatta bedeni yorgun düşürür. Ama zihni de zinde tutar...
Beyin odaklı
gerçekliğe karşın insanlık her devirde, hiç nedensiz değersizleşme pahasına
devir düşürüp beyinsizliği yeğler. Sahici ve kalıcı değerleri görmezden gelerek
aksak heves, güdük bağlantılarla ürkütücü rollere bürünür. Ve beyin ulaşım
kütlesi küçülür, kitlesel sömürü büyür...
Bu arada büyülü buyurganlıkla buharlaşan küçük beyinlerin
etkileşimi, çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Ardışık potada asla ehlileşemeyen, evcilleşemeyen
beyinsizler, yabansılar büyük yıkımların baş yarıcısı olur. Bunlar mantıksal
hatalardan beslenerek, beyin ve beden açlığı gidermeye kurgulanmış tiplerdir.
Her türlü tabansızlıkla hayatta kalmayı meziyet sayarlar. Mah mahzen, mahreme
dokunurlar.
İnce dokuya zararlı bu aksak, savruk ve sıradan kula zulüm
beyniyle, kula kulluk devam ettirilir. Beyin kullanamayanların ağır kusur
mertebesinde kapaklandığı bu mankafa zihniyet, hiç enerji gerektirmez. O yüzden
aslı astarını düşünmeden akıl satan satancıl beyinler büyüktür ama koftur ve
doğruya çalışmazlar. Angelist beyin ise hiç kullanılmadığından cüceleştikçe
cüceleşir. Topu bedene ağır yüktür. Ayrıca akşamdan sabaha kurulan can
pazarında, günboyu cambaz cımbızıyla beden ve beyin cimnastiği sadece hafiflik
kazandırır.
Kazası kaderi bir yana harfiyen tıknaz, hakeza kambur ve
tahıl besi zavallısı zangoç halidir akla kepenk kapattıran. Akla zarar kopuk
tavırla tüm problemlerin üstesinden gelinebileceği hayalidir beyini
yaralayan. Ancak akıl kurcalandıkça her
defasında kambur üstüne kanbur eklenir. Embesil körlükle yırtık sökük iyice
açılır. Sözün en açığı çürük kumaş dikiş tutmaz. Ve dünya aleme, iki cihanda
acayip borçlanılır...
Aşırı borca takılan mankafa zihniyet erketeye yatıp,
beyinden enerji sakınanları pusuya düşürür. On yıllarca defineymişçesine
sakındıklarını, hazineymişçesine sakladıklarını mankafa zihniyete sunanlar ise
düşünmeye enerjileri kalmadığından, yeryüzünden kısa sürede silinip giderler.
Hattızatında herşey atom zerresinde, kütlesel armoni
gizleyen tek bir damlacıkta gizlidir. Her muallak şey varsa eğer mutlaka
beyinle çözülür. Mutlaka ulaşmak için seksen milyar hücre birden cansiperane
çalışır. Çok büyük enerji harcanır. Yani maliyeti epey yüksektir kutlu kalmanın
ve mutlak değere ulaşmanın. Mankafa tapınmasıyla beliren, günden güne değersizleşmenin ise ederi hiç, harcanan
enerjisi de yok babında çok düşüktür...
Beyin, düşkün dünyasını beyinsiz idare edenlere yek hücrelik
sinerji aktarır. Ya da tek hücrelik
kurşun kapsüle dünyaları sığdırır. Usa sömürüden ve hainlikten başka bir şey
takılmaz. İşte bey işi, beyin işi, beynin işi budur. Çünkü beyin ölmeden beden
ölmez.
Beyin varlığını doğrudan hisseden insan, insan denen klasik
makina, insan doğup mikrop ölmeye, virüs benzeri salgınlarla yaşamaya mani
olur. Doğanın yasaları ve doğal tanımlamaları dışına taşmamayı beyin sağlar.
Aşkın kirlenmeyi beyin temizler. Beyine
her temizlik aşamasında çok daha yüksek enerji gerekir. Çünkü beyin ağır
maliyetli insani bir değerdir. Kutsal değerdir. Kusur affetmez.
Değer değmez demeden, giderini de değerini de kendi
belirler...
Beyin salatası yemekle akıllanılmaz...
DOĞAL MANZARA, MARAZA MANZARA...
Kuzeyde, batıda ve güneyde peşisıra patlayan doğal afetler,
doğal manzarayı tersyüz etti. Ateş, toprak ve su ile gelen ve doğal halden
sayılan afetler, hiç affetmeden facia boyutuna pik yaptı. El yel, ateş alev, su
sel, taş toprak sarmalında, daha napak pozisyonunda, doğanın sabrının tükendiği
ayan beyan görüldü. Devlet dip yaptı. Dert ortak, dert büyük, dert taşınamaz
yük. Dörtgöz bakılan ama görülmeyen ise resmen ibretlik afet, resmen doğal
adet...
Hep aynı maraza manzara. Elbet maddi manevi zarar yine
sineye çekilir. Hemde çekilecek dert mi demeden gönülden çekilir. Nihayetinde
ateş söner, toprak kayar, sular çekilir ama geriye is karası ağaçlar, kavrulmuş
kızıl toprak, kıyamet gibi kirli çamur, pis batak yalan dünya kalır...
Kahırlanı derecesinde katledilen ise eşsiz doğa manzarası,
dere yatakları, al yeşil bükler, nefti ormanlar meskenler ve mekânlardır. Yüzlerce yıllık tarihtir.
Katlanılan kör talihtir...
Her afet anında idareten sabret gülüm mekanizması ve
işbirlikçi ahali güzellemesi işler. Doğanın gazabını bilmezcesine azıtanlar,
çirkin ve ürkünç tablodan nemalanma hevesiyle asla yiten giden canlara ve
külliyen zarara aldırmazlar. Ahalinin ateş, su ve toprak ile imtihanı sürerken,
havadan sudan bahanelerle, herşey hemen doğal afet potasında eritilir. Yaşanan
ve yaşatılan eğrisi doğrusuyla adetten tutsaklığıdır. Adettendir faslıdır...
Doğanın varlığının tesciliyle birlikte idari ihmal, iradi
gevşeklik, travmatik trajik sonu hazırlar. Toptan kaybediş nükseder. On
yıllardır kuzeyden güneye, doğudan batıya, yeraltı ve yerüstünde had safhada
ateş su, yel sel, taş toprak afetleriyle alın teri heba olur. Kaygan ve kaypak
siyasi yelpaze birbirlerine vur kaç taktiğiyle zaman geçirir. Kopya
karakterler, etkisiz yetkisiz kurumlar, hayal ötesi örnek vakaları, hep doğal
afete denkler. Göz göre göre başa gelen doğal afetler, doğal adetten görülür,
malum zihniyet kabilinden sükunetle kabul edilir. Acılar sıradanlaştırılır.
Haliyle insani hassasiyet politik çıkarlara harcanır...
Asabiyet ve asaletin, milli ve yerli değerlerin unufak
olması neticesinde misli misline ağırlaşan her afet peşine, mistik fesatlık ve
gırla fırsatçılık prim yapar. Yani kaderperverlikle katlanılan facialarda,
felaket simsarları ılıman havayı tarumar eden telefata rağmen örtülü
himayelerle felaket tüccarlığına resmen pik yaptırır. Bu körbela sellenişe,
tehditkâr ve keyfekeder harcanışa sebep olanların kefareti de iki cihanda çok
ağır olur…
Yıllar yılı pes dedirten aynı terane. Doğal adetten sayılan
doğal afet fiyaskosu. Pes doğrusu…
Dünya malına tapınmayla doğanın günbegün katledilişi saklandıkça, tabiat anaya saygısızlık
arttıkça, doğa kendini daima anımsatır. Korur. Doğayı yok farz edip, doğanın
kanunlarını hiçe sayanlar, kati kuralları çiğneyenler, çepeçevre kuşatma
temsilcileri, getirisi götürüsü bariz su, ateş, toprak bazlı batışı
hızlandırır. Piramitsel hiyerarşi, ölüm dirim kıvamında maliyeti yüksek
marifetini her fonda sergiler. Ve gök yere çatlar, su akarını bulur, ateş
dünyaları sarar, suni sırça fanus hikâyeleri de tuzla buz olur.
Dünya ahret hesapsızlığında, altüst edilen ve kirletilen
Doğanın ödül ve ceza rutini bellidir. Doğanın etini ve ruhunu temizleme süreci
ise her andır. Ansızın, en umulmadık, beklenmedik bir zaman diliminde doğal
afet patlar. Adetten görülen ara formüller de zevatı kurtarmaya yetmez. Hayatın
dengi dengesi şaşınca, emanete ihanetin
arsızları da havasız kalır. Nesnel ve toplumsal duyarsızlaşma doğaya
düşmanlık mertebesine ulaşınca, kutsal emanete ihanetçiler doğanın tokadıyla
sendeler. Ve kaçınılmaz son...
Sonra kader edebiyatı, ebedi edepsizlik. Oysa ‘Edep aklın
tercümanıdır. Herkes edebi kadar akıllı, Aklı kadar şerefli, şerefi kadar
değerlidir…’
Maraza manzara çıkmazında son dem, edep yahu...
zaman: Ağustos 23, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
17 Ağustos 2021 Salı
YÜRÜME VAKTİ...
YÜRÜME VAKTİ...
Bozulan düzenden bıkıp artık sonsuz evrene yürüme vakti.
Vakit en karakterlice, en korkusuz yeni düzene dümen kırma vakti. Yerin göğün
Efendisi'ni bir kuş misali adanın bağrında, denizin koynunda bekleme vakti. Çok
yorulmanın mükafatı çoluk çocuk dinlenme vakti...
Vakit gözler arkada kalmadan gitme ve mutlak değişmezliğe dokunma vakti. Elde kalan
hazine mutlu olma ve kutlu kalma vakti. Yüz yıla denklenen kutsal emanete
inançla her şeye hoşçakal diyebilme vakti.
Vakit yıkılan egemenliği yeniden kurma ve bir daha hayata
hiç ihanet etmeme vakti. Temiz pak yürek ve ak alına kara çalmadan çabalamak
vakti. Hele hele dengi dengeyi hiç şaşmadan. Ve kaçınılmaz sona sevdayla. Çünkü
her vakit sonsuz evreni kurgulayan Kainatın Efendisi gözlüyor, derin mavi
karanlığı. Dağlara Denizlere nur yağarken, soluk yıldızlar ışıtıyor adayı. O
yüzden ebedi hayat yolcularına has hiç aldırmadan eyvallah deme vakti...
Asıl olan azametli ve cömertçe paylaşılan anaerkil üslubla
dünyaya meydan okuma vaktine hürmet. Hülasa uzun yolu dürüst düsturlarla yürüme
vakti. Asla hiçliğe tutsak olmadan, doğaya özgü özgürlüğü yaşatma ve ada deniz
benlikte hissetme vakti. Yer kabuğuna sığmayacak isyanları unutmadan, akıl
küpünü evrensel ölçekte diri tutarak, tarihi basit ama doğru hedefli
maceralarla kuşatma vakti. Sonsuz evrenden alacakları ise bir bir tahsil etmeye
yüreklenme vakti.
Bu gidişin zamanı israf edecek, ısmarlama ikramcılığa
tapınacak boş yeri yok. Ta ki ölümsüzlük şerbetinin dudağa çalınacak son
yudumuna dek yok. Yok hayatın kuralı kaidesi neyse, külliyen yerine getirmeden
göçüp gitmek. Çünkü sonsuzda ölümsüzlüğü garantilemenin vakti, kalan vakit...
Vakit her sözün altın anahtarı yaslı masumiyet ve şanlı
sadakat kıstasına uyma vakti. Kalan ömürde aykırı tercihlerin keşkesi de yok.
Çünkü bu durak son durak. Beklenen ve üzerinde hararetle durulacak olan tek
gerçek ise tek renkte gökkuşağı ahengi. Maharet dünyaya bırakılacak miras ve
geleneğin izinde sonsuzluğa yelken açmak. İşte vakit o vakit...
Vakit kara kapıdan çıkıp, iki dünyayı da kazandıran kapıları
aşındırma vakti. Vakit ona buna sahte hayat devam ederken küflü, süslü, soslu
belirsiz sona hiç anlamsız çırpınışlarla sürüklenmeme vakti. En sonrası ise
veda. Asla kötü kadere kapılmadan ona buna suç yüklemeden. Vakit kendi kaderini
kendin yazarak, kara toprağı tırnakla kazıyarak yürüme vakti. Sonra, sonrası
sonsuz evrendeki kutlu sofraya davet...
Şimdisi ise dostdoğru kalanların göçmen kuşlar misali ayni
adada buluşması. Daha vakit varken bir vakte dek bilcümle bir yerlerde adam
gibi Tanrı misafirliği.
Vakit yürüme vakti...
zaman: Ağustos 17, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
10 Ağustos 2021 Salı
ÇATKAPI
ÇATKAPI
Çatkapı aklı çarpan, akla hayale sığmaz fütursuzlukla azan, azdırılan
yangınlar asli işini bitirdi ve azaldı. Yakın uzak yalazların yalın kılıç
yayıldığı, kör yangının yerden göğe karardığı yerlerde kızılca kıyamet koptu.
Su ve merhamet yerine, sanki illetine millete ve memlekete siyaset üstü siyaset
basıldı. Oysa adım adım yangınlarla
gelen, son nefeste bile anımsanacak, son nefesler verilirken bile besbeter
zorlanılacak, baş üstü çakılmışlık. Kısır döngü. Kızıl kül azameti. Sözün
bittiği yer...
Söz meclisten dışarı hali, duyduk duymadık kalmayacak denli
bariz, sırf hedef saptırma gayreti uğruna coğradya yandı, tarih yandı.
Yangınlar iç yakarken vakayı küçülten yaverlerin, yılların emeğine boşveren
yüzsüzlerin en münasibine boşalttı hayat boşaltacağını. Tabiyatıyla
anlayanlara. Boşu dolusu ar damarı bir kez çatlayınca, hayat bir daha dikiş
tutmaz. Arınmak ise zor bela, asla aklanılmaz...
Akla kara karışınca çatkapı yangın kemerli kapıdan şatafatla
girilir, diğer bin kapısından şaftı kayarak çıkılır. Bu yüzden hiç umulmadık
anda umursamaz biçimde kasıtlı döngel şablonculuğuna saplanılır, sonuçta acı
sürprizlere katlanılır. Oysa mesele pas geçmektir körkızıl karanlığı. Bertaraf
etmektir kadife kaftanları kül eden dibi delik yangınları. Tüm yangınları toptan önlemektir mesele...
Mesela elde avuçta tek hayat hakkı varken, üstelik
gelecekten çok maraza maziye bağlanan ömür çok kısayken, yangınlardan ders
çıkarmak gerekir. Yangınlardan çıkarılacak dersle, elden geldiğince ve hakkınca
direnmektir hayat. Yüzleşilen alevli hengamı, harlanan hengameyi bir daha yaşamamaktır
mesele. Kızıl dumanların kara isini eline yüzüne, yüzüne gözüne bulaştırmadan
ahenkle yaşamaktır mesele...
Zaten gün olup herşey boşunaymış dedirtecek denli kanıtlar
geride bırakılınca, hayatın hangi boş amaca bağlandığı da açığa düşer. Sonu
çatkapı nereye bağlanırsa bağlansın, hangi israfa istiflenildiyse
istiflenilsin, sonsuza dek sürmez hoppa saltanat. Hop çatkapı yangınlar herşey
anar biter, kül olur...
Diğer yandan kızıl kıvılcımlarla kıvamına gelince avam,
zevat kımıldayacak alan bulamaz. Heryeri çatkapı kızıl alevler sarar, mevcudu
yer içer, yalar yutar. Haliyle yangın cenderesi, hayatın ceremesi. Sonucu ederi
bedeli belli, kati düşüşler ve düşkünlük...
Ne yazık ki hayat ne olduğunu unutanlar, yüzsüzlük
sarmalındaki mallar yüzünden ve de çatkapı kadrana sokulanlar yüzünden berbat
olur. Bu berberiler neyi hak ederler besbellidir, sadece zamanı belirsizdir.
Zaten herşey çatkapı dünya. Çatkapı virüs salgını, çatkapı sel afatı, çatkapı
yangın azgınlığı. Azınlık raporunda yazılanlar şimdilik bunlar, azgınlığın sonu
da pek yakında kara kaplıya yazılır...
Her kim olursa olsun hayat damarıyla kurulan bağa ilişkindir
hayat. Hayatın sonu, dünyanın sonudur. Ömrün sonuna dek kuru gürültü sürdürülen
kösnül partnerlik sonun başlangıcıdır. Hele ki ihanet en baştan her şeyin
sonu...
Hayat, o yüzden vakti zamanı gelince birikmiş her şeyi
çatkapı yakar. Çatkapı yangınlarla tüm isyanını ihalesiz kusar. Hiçler bir hiç
olarak yaşamaktan vazgeçsinler diyedir herşey. Yine de ardı arkası ehlaksızca
edite, edi büdü hikayesi. Küle dönüştürülen hayatlar...
Millet hep çatkapı kendisine reva görülen acımasızlıkları,
özellikle acınası yangın simsarlığını ve altın anahtarı elinde tutanları eninde
sonunda altın kabzayla düzleyecek. Ahval evvel ahirde, ahval ve şeraiti bozan,
kutsal ahdi yırtan ve yakan, kızılcık şerbedlerini arkasını dönüp içen
pigmeleri mutlaka dipleyecek...
Çatkapı yangınlar, hayatın kançanağı rengini, hayatın kaç
bucak olduğunu ve hayatın asla bu salınımı affetmeyeceği gerçeğini gösterdi.
Dünyanın tek gerçeği, pun punduna gelince, hayatın yenilmez yutulmazları
yüzsüzler yüzünden yanar. Aşı tutmayınca cahile ilah lahzası, yarım iman
tahtası, ilana bahaneler. Çatkapı dünden yarına hayatın kaidesini yakan, kaypak
hikayelerle çaprazlandırılan muamma...
Çatkapı dünyalar yandı. Mazi aynı mazi, mazi geleceğin
belirleyicisi. Beter sonun müjdecisi. Böğün canlı ders, yarın can çökerten
pişmanlıklar. Küle dönmelerin yerini doldurmayacak yüzsüzlük. Kahirde kirlilik.
İnceldiği yerden kopsun kızılca kıyamet.
Çatkapı yanmalarda millet...
ALEVLERİN EFENDİSİYLE YÜZLEŞMEK...
Doğal hayatın tersine, çokbilmiş birileri Tanrı'nın
yeryüzündeki gölgesi ormanlara pay ve paydacılık akışkanlığıyla musallat olunca
sıralı ağaçlar, sınırsız alev kusar. Ve acilen alınmayan veya geciken önlemler
yüzünden bir anda alevlerin efendisiyle yüzleşilir. Emanete hıyanetin kirli bağına
bağlananlar veya politikanın örümcek ağına takılanlar, paçası tutuşunca sorgusuz
sualsiz alevlerin efendisine tapınmayı günceller. Ancak her ne kadar tapınsalar
da iş işten geçer…
Zaten işin özü özeti, bu dur duraksız yangınlar ve durduk
yerde toplu yanmak hali, hangi günahın tescilli markasıdır besbelli. Kurunun
yanında yaş hesabıyla, önü kesilemeyen yangınlarda, günahların en babasına yolculuktan
çekinmeyenler muhakkak kızgın kızıl alevlerden ucuz yollu payelenir. Aleleri
ele geçiren alevler pik yapar, lale devri efendileri dip ve anlaşılır ki, gizli
veya açık alevlerin efendisiyle asla oyun olmaz...
Yalandan tedbir ve yavan bahanelerle alevlerin efendisini
azdıranlar, erken veya zamanında kurulacak sandıktan bir şekilde çıksalar da
iki cihanda azap çekmeye adaylaşırlar. Çünkü darasız terazili ticaret, adapsız siyaset
saklanan sinsi ortaklıktır. Madden manen murdar işe körü körüne ortaklaşanlar, kıyıma
kıyı köşe bulaşanlar, sakardan sakınmazlar hatta bile bile kötü gidişata yol
verenler de dahildir bu büyük günaha. Topu ortaktır alevlerle gelen ortaklığa…
Ortada hiç makul sebep yokken, dünyanın doğal halindeliğini hovardaca
bozan tüm zamanların en silikleri, bedavadan sivrilmişleri, alevlerin
efendisinin ifrazatından sıkışınca, hele de iflasın vakti zamanı erişince gölgesine
sığınacak ağaç da sancak da bulamazlar. Sinseler, siperlenseler, silkelenseler
de muhakkak hayatlarının bir dönemine damgasını vurmuş olan alevlerin
efendisini karşılarında bulurlar. Kul hakkı için karabasan yaşarlar. Alevlerin
efendileri tarafından gömülmeseler de birilerince mutlaka çelik mezara gömülürler.
Nihayetinde köyde kentte, yolda izde, dağda ormanda ili, dili, ilgiyi ve
bilgiyi kimlerin öğrettiği veya tümden kimlerin kirlettiği açıkça bilinen, kayıtlara
geçendir. O nedenle geçmiş olsun makamına sığınmak yetmez...
Yediden yetmişe kolay sınav yoktur hayatta. Sanılmasın ki alevlerin
efendileriyle yüzleşemeyenler bir gün, ürettikleri haksızlığın, güttükleri bilinçsizliğin,
biteviye haklı çıkmaya çalışmanın, yalanı yalanlarla ispata girişmenin hesabını
vermeyecekler. Hepsi de mutlaka vakti zamanı vurduğunda hesaba çekilecekler. Alevlerin
efendisini şimdiden gazaba yönelten alaz da yalaz da alaka da vaka da budur.
Dikkat, sakın ha rejimi...
İşte o yüzden alevlerin efendisi köyleri, kentleri,
bölgeleri kuşatırken yalan yanlış, eften püften yaylım ateşiyle faciayı
geçiştirmek boştur. Külden zülden kurtulmak güçtür. Kurtuluş hayali icat değil,
hayati icraat gerektirir. Kabarmanın, kibirlenmenin, kirlenmenin,
kurumlanmanın, çöreklenmenin ve memleketi onmaz süreçlere hapsetmenin, suçu çok
ağırdır. Her şeyi dün virüslerin efendisine, bugün alevlerin efendisine atfederek,
fevri çıkışlar ve mecburi çatışmalar sergileyerek ganimet devşirmenin, hele de yangınları
mucizevi olaylara bağlamanın bilinç körlüğüyle elbet saltanat biter. Dört kollu
salı taşımaya sade efendiler kalır...
Sadd vaad merkezli bir dizi fettan efendi peşine düşülerek
yapılan gölge siyaset, iktidar hırsıyla pekiştirilen ve klişe haline getirilen
umursamazlığı kullanarak gerisinde kalıcı hasarlar bırakır. Hatta göz yumulan bu
kiliseci anlayış en ücraya bile kin ulaştırır, kindarlık bulaştırır. Haliyle devrik
hükümdar pozunda ahkâm kesmelere bel bağlanır. Parametrelerin açıkça yol
göstermesine, uyarı manasında bireysel tepkilere ve toplumsal tavırlara hiç
bakılmaz. Yenileşmeye yüz verilmez. Bu
yüzsüzlüğün sonucunda yerel, genel, bölgesel yangınlarda alevlerin efendisiyle
yüzleşilir. Yangın şamarı vurunca yüzsüz politik parya ve paralel siyasetin
müdavimlerini gölgelikler de siperlikler de korumaz. Hatta gölge siyasetin
eseri ağır kusurlu kumpaslar hiç işe yaramaz. Kumpanyaya para pul yetmez, alevlerin
efendisi paparayı yemez...
Sonuç itibariyle siyaseten Tanrının yeryüzündeki gölgesi
sayılanlar dahil, blok halinde, küresel ölçekte dayatılan karma da marka da anında
yanar kül olur. Küresel güç simsarları işbirlikçileri vasıtasıyla alınan,
verilen, salınan kararlarla, hiç de demokratik olmayan yöntemlerle yıllarca telafisi
olmayan çatlaklar oluşturur. Od, odun deryasında patlaklar oluşur. Alevlerin
efendisiyle çarpışmak yerine, her musibette olduğu gibi çark etmeyi yeğleyen
skandal oluşum, yine bundan sonrası volkan, benden sonrası tufan yalanlarına
sarılır. Yalan yanlışlarla kısmen tepkiler bastırılır. Ama ağaçlar ayakta ölür,
asla yıkılmaz...
Resmen öldürücü ucube rejim bağımlılığı, siyaseten boş tapınma
salt büyük günahın piyonlarını çoğaltır. Hoş, acı gerçek geç de olsa anlaşılır
ama anlı şanlı imajı verilen kusurlu kurgunun bargahları bu kez, zifiri
karanlıktan beslenen gölgelerin efendisine sığınır.
Doğal hayatın zıddına yuvalanan ve yuvarlanan bu sığınık
sıradanlıkta asla külle kürle sıvanamaz görüntü, çaresiz alevlerin efendisiyle
yüzleşen milletin ve memleketin hazıra orman dayanmaz babında, gölgelerin
efendisinden kurtulmaya hazır olduğudur…
YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ...
Binbir nedenle mutasyona uğratılarak genişletilen yangın
cephesi, insanlık adına, millet memleket adına kaçınılmaz sonu, sonun
yaklaştığını kızıl elevlerle tescilledi. Maddi manevi muğlak işlere bulaşmalar
ve permutasyonla yayılan yangın, ziftli zehri damarlara zerketti. Ve
önlenemeyen ve de tedbiri geciktirilen her türlü faciada olduğu gibi, herkes
kendi kaderini kendi yazar ve bizzat yaşar aczi belirginleşti. Hem de mutlaka
can yakıcı bir bedelin olabileceğini hissettirerek...
Her şeyi göze alarak yüzdürülen hayat gemisi, yangın sonrası
hangi limana uğrarsa uğrasın, hangi haller denizinde yüzerse yüzsün, kızıl
külleri beraberinde götürecek artık. Elbette geçmiş geçmişte kalır ama deniz
bittiğinden, kızıl alevin izlerini yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltacak hayat.
Öyle ki yüzlükten yüz hayat yaşansa, aynı yüzsüzlük bir daha yaşanmasın diye...
Arsızlığı yeğleyip,
ıssızlığa öykünerek ısmarlama hayat yaşayanlar, yangın dozunu artırdıkça
ıskartaya çıktı. Hele her doğru saptamaya hiddetlenenler, bir müddet kıymet
kaybına uğrarlar ama yanlışları kıyamete dek güncellenir. Hayatın cilvesidir,
cinliboğazdan ıslıklarla geçerken yangınlara yakalanmak. Kül gübür zamanlarda
aykırılığın ayıracını kitabın tam ortasına koymaktan çekinmeyenler gök yere
vurduğunda, kızıl alevler göğü ıslattığında, üşümüş halden sıyrılır. Yanmak
yerine, ölümcül vurgunlardan hiç sakınmadan körkara siyasetin hamasilerine,
yeter yetmez atanlarına atarlanmak, hayatın cilasıdır...
Cilalı yaklaşımlar yüzünden
varı yoğu yananlar, alevlerden nutku tutulanlar, tumturaklı suni
yaklaşımları asla unutmaz. Zaten derdo nakaratıyla, kişilik sınırlarını
ihlaller başlayınca, emanete ihanet eğilimi azınca azar azar sona yaklaşılır.
Yangın pik yapar, Allahsızlık dip yapar. Pik dip keşmekeşinde iman tahtası da
yanar ve din gereğidir bahsiyle emanete hıyanete uzanılır. Sonrası yandı gülüm
kağıt helva...
Oysa yürekleri dağlayan derin anlam bellidir. Bir ortaçağ
ezasının çağa izdüşümü, kızgın alevler ve mecburi tema. Tema temel değerleri
eriten temaşada, sapkın temasa artık yeter faslıdır. Tamam haykırışıdır.
Sonrası yolculara yol ayrımı ve yangınlarla dara düşen düzeneğin işleyip işleyeceği de bu kadar kanaatidir. Buraya
kadar iznidir. Öncelikli işleri sadece adam mimlemek olanların, işletsel
bilinciyle ahval ve şerait tam da bu olur önermesidir.
Yangından mal kaçırma dünyasını, gözüne mil çekilmişçesine
görmeyenler
son günlerde sağa sola savrulan yangınla inceden çözüldü
gibi. Çünkü çözümsüzlük kıskacında millet ve memleket. Bu hengamede binbir
nedenle mutasyona uğrayan virüs de hepten unutuldu...
Yangınlar çok can yaktı ama korona hattında değişen hiç bir
şey yok. Bu gidişle o da daha çok can yakacak gibi. Yangın cephesi genişledikçe
genişliyor. Memleket binbir nedenle yangın yeri...
zaman: Ağustos 07, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
5 Ağustos 2021 Perşembe
CENNET VATANI CEHENNEM YAPAN, YANGIN...
CENNET VATANI CEHENNEM YAPAN, YANGIN...
Bin yılların emaneti cennet vatanken, bir haftada neredeyse
emanete hıyanet derecesinde cehenneme dönüştürülen bir memleketi yaşıyor aziz
millet. Memleketin en yetkili ağzının aynıyla beyanıdır, Memleketin "Şu
ana kadar 5.5 milyar ağaç diken bir iktidarı" var savı. Ve küllerinden
doğarak kendi yazdığı tarihinin aksine durum aynen budur;
bir memleket yanıyor,
bir millet uyanmıyor...
Baştan savmacı bir mantıkla, yangın odaklı hesap sanki bir
yerlere kaydırılıyor. Bu yangınlar vız gelir tırıs gider üst hesabına. Sakın
dil sürçmesi olmasın, 5,5 milyon olmasın dikilen ağaçlar şüphesi ise başka bir
alt hesap. Yinede keşke santrale uğramayaydı oburca ormanları yutan kızgın
alevler...
Söylenenlere göre bir uğradı ki ne uğradı, hemde göz göre
göre. Söylene biline. Acı gerçek görmezden gelindi ve sonunda Kemerköy Termik
Santrali kızıl alevlere teslim oldu. Patlamaya başladı. Onbinlerce ton stok
kömürün yanacak olması tehlikesi ise başka bir facia. Zaten fünlerdir facia
başka bir faciayı tetikliyor. Sanki içten içe göz yumuluyor bunca açık ve de
hazin tabloya...
Başka hesapların döndüğüne dair şüpheler ayyuka çıkmış, ince
hesapların varlığından dem vurulmaya başlamış bir kara tablo yaşanan. Alı
karası tutmayan bir hesap çizelgesi ağızdan kaçan. Çiz üstünü bir hesapla, bir
dönüme en fazla 100 küsur ağaç dikilebileceği farzedilse 37 milyon dönüm alana
ağaç dikilmesi sözkonusu. Memleketin en büyük şehri kadar bir alanda
ağaçlandırma çalışması demek bu dikim. Mental mevta iktidar, doğrulayan
sağlaması olmayan bir hesap bunalımında sanki.
Diğer yandan mevcut iktidar, tam tamına yaklaşık 19 yıldır
iktidarda. Buraya kadar tamam mı? Tamam...
Tamam da bu iktidar yuvarlak hesapla yaklaşık 7.000 gündür
başta. Baştan sona hiç ara vermeksizin sadece ağaç dikilse, günde yine yuvarlak
hesapla 800.000 ağaç demek bu toplu dikim iddiası. Saatte ise hep yuvarlak
rakamla: 33.500 civarında ağaç dikimi. Dakikada ise 550 ağaç dikilmesine
karşılık gelir bu ticari aritmetik. Dikim otomotiğe bağlansa dahi tutmaz bu
hesap. Tamam mı? Tamam. Sonuç iktidarın feriştahı olsa bu kadar zamanda bu
kadar alana 5,5 milyar kadar ağacı dikemez vesselam...
Bir haftada muhtelif yerlerde şaşırtıcı biçimde önü
alınamayan yangınlarda ise şimdiye dek 547.000 dekar alan yanmış durumda. Daha
devam ettiği, bir türlü önlenemediği hesabıyla, yangınlar çok artı dekar ormanı
daha haritadan silebilir. Şimdilik kızılküle dönüşen alan yuvarlak hesapla tam
82 bin futbol stadyumuna denk. Tamam da
bu alanın yeniden ağaçlandırılması ne kadar zaman sürer, kaç yılda ormana durur
tamam olur başka hesap. İpi kuşağı denkler bu hesapla zaten ilgilenmez. Kalanı
ise yarı yolda yol şaşırır. Çünkü cennet vatan memlekette sıralı yangınlar
gösterdi ki, kutsal emanet sanki sayı saymayı da hesap yapmayı da bilmez
cehennem zebanilerine emanet...
Kızılküle açık kanıt ise bu işlere bakan olması gereken ama
uzak kalan bakan beyanıyla ortada. Sanki dış mihrakların oyunu bir
hesapsızlığın varlığı var ortada; “Türkiye, İHA'ları orman yangınlarını
önlemede kullanan öncü ülkelerden biri. Geçenlerde Kanada'dan bir ekip geldi,
yangınla ilgili yaptıklarımızı gördü, bizim size söyleyeceğimiz hiçbir şey yok,
her şeyi çok güzel yapıyorsunuz dediler”. Barsın olsun ama yuvarlak hesapla tam
bir kandırmaca tavır. Kandık ve yandık, sebep sonuç ilişkisi kapıda...
Elbette yanmak da var hayatta; "Sen yanmasan, ben
yanmasam..." hesabıyla. Ama yetti gari, yana yakıla tükendik, artık tamam. Cennet vatanı cehennem
yapan yangınlara müsamaha gösterenler her kimler ise resmen dış mihrakların
maşası.
Maşaların topuna maşallah, tamamına tamam ki ne tamam...
zaman: Ağustos 05, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
3 Ağustos 2021 Salı
KIZILKÜL KANIT
KIZILKÜL KANIT
Adalet var mı? Yok ama külü var lazım olursa. Kızılca
kıyametin kızılkülü. Peki ne yapılabilir kızılkül ile hiç. Kızılkül kısa
zamanda dünyanın yandığını kanıtlar sadece. Yangın yerine dönen adaletsiz
dünyanın kanıtıdır kızılkül...
Kızılötesi varoluş gerçeğine paralel tuz da kokunca,
yangının kolay kolay söndürülemeyeceği, söndürülse de yüreklerin soğumayacağı
muhakkak. Sanki bu yangın sıra dağları aşar denizlere de bulaşır. Ve sakince
salınan su da yanar. Bu yüzden mutfaktaki yangından ciğeri kavrulan,
yoksulluktan yorulan halk, doğal zenginliği ormanlar tutuşunca, yangın afeti
evine barkına da sirayet edince eylemci dayanışmayı hayata geçirir. Yani yangın
ya söndürülecek ya söndürülecek ya da kızılkül yanmışlığa kanıt olacak. Olmak
ya da olmamak meselesi de tarih olacak...
Kızgınlık ötesi bir yokoluş, yok ediş gerçeğidir, kızılküle
döndüren kızıl alevler. Elbette ateş olmayan yerden duman yükselmez. Bir
kıvılcım yeter fe artar koca dünyaya. Dün; "36 milyon liraya yangın
söndürücü uçak almayıp, bugün 203 milyon liraya yangın söndürücü uçak kiralayan
zihniyet" neyin kafasını yaşıyorsa yaşama darbe vurur. Ve kızılküle dönen ormanlar,
mevcut adaletsizliğin kanıtı olur...
Bunca aldırmazlık, bariz basiretsizlik, toptan beceriksizlik
ve yakıcı öngörüsüzlük ise sanki kızgın alevleri körükleyen muammadır. İlikleri
kurutan iklime uygun iktidar profili ise
halkın yandığının resmidir...
Resmiyette orman yanar, toprak ölür, iman tahtası çürür,
insanlık da ölür. Ölüm sathına girilince gündoğmuş batmış nafiledir. Ve
kızılküle dönüşen ormanlar saklanan özü eleverir; "Toki ev yapacak, evi
yanmayanlarda keşke bizimki de yansaydı diyecekler." Nokta...
Ormanlarla birlikte adaletin de yandığının kanıtı, ayrıca
yürekleri dağlayan işte bu ve benzer açık seçik beyanlardır. Kızılküle ne
hacet...
zaman: Ağustos 03, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
2 Ağustos 2021 Pazartesi
FACİYAN
FACİYAN
Aniden kızıl alevden bir duvar sardı dört bir yanı. Tekmili
birden Milletin memleketin ciğerleri yangına teslim. tek elden dağların yeşili,
denizlerin mavisi tesperdi. Siperde ağzı
açılan lafı güzaf peşinde; "Ciğerimiz yanıyor" Oysa yaşanan yüz
litrelik bahaneyle gelen açık facia. Ölümle cezalandırılan su atar uçakların
hangara hapsiyle faciyan. Sözün bittiği
an. Feci fire, faciyan duvarında ise o bilindik son söz; "Son ırmak
kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda ;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu
anlayacak." Acaba? En acısı alt başlıkta; "Saltanata güvenip, salt
gözyaşlarıyla bu çağda bu yangın kolay kolay sönmez."
Faciyan önüne geleni duvara yaslamış kızıl alev topu
gittikçe yayılıyor, etkin müdahele sıfır. Dayatılan, insanlı ve yeyerli su
rezerv kapasiteli hava taşıt envanteri sıfır. Ama lafta havadan karadan
mücadele sürdürülüyor. Bu her zamanki yalamdan sürüme bakan bakana.Temiz pak
ormanlar aradan çıkarılıyor, tüm canlılar can derdine düşmüş. keskin acı
feryadı duyan yok. Uçak muçak hak
getire, bir kaç helikopter. Kuşbakışı hep ayni manzara, haliyle gereksiz
münazara; “Aslında orman teşkilatı yerleşim yerlerinin korunması, çıkan yangınların
söndürülmesi ve müdahalesi ilk olarak belediyelerdedir. Ormanların yanmasına
müsaade etmek zorunda kalındı. Tabi yangın böylece daha da büyüyerek yeni
yerleşim yerlerine sıçradı.” İleride sürekli anılacak asrın yangınından, kavruk
zıplamasını kurtaran çekirge gibi sıçramak bu olsa gerek. Bir, iki, üç hep ayni
terane...
Diğer yandan her kötülük elbette Cehape zihniyeti yüzünden.
Yangının söndürülemeyişinin, kontrol altına alınamayıp, süratle azdırılışının
tek müsebbibi her vakaya farklı bakan bu zihniyet. Hatta bu zihniyetin gaytan
bıyıklı bir vekili kızıl alev duvarına şunu karalıyor; "Toplam
arazilerimizin yani ülke yüzölçümüzün % 30'unun orman olmasına karşın sadece 3
tane, onlarda kiralık olan söndürme uçağı filomuz varsa bu çok düşündürücüdür. En düşündürücü olan da
bir kişinin 13 tane uçağı olmasına rağmen bu uçak filosundan sadece 1 tanesinin
satılmasıyla 7-8 tane yangın söndürme uçağı alınabiliyorsa bu hepimizin
düşünmesi gereken bir durumdur. Çay atarak değil, çayları atan zihniyetten kurtularak
bu iş çözülür." Çözülür çözülmez bir yana çayırlar, ormanlar cayır cayır
yanıyor. Beldelere kentlere sıçramış kızıl alevler. Devlet erkanı erken veya
geç hiç sektirmeden hala çayda çıra peşinde. Resmen yak, izle, seyret
perişanlığına müsamaha...
Faciyan tüm canlı türevlerini perperişan eylemiş, facia
sadece bakanlar sayesinde hala eylemini sürdürüyor. Ancak feci olay sürüncemede
bırakılmayıp anında zaptırapt altına alınıyor; " Turizm sahası dışında
kalan orman arazileri, kamu yararı kapsamında turizm yatırımcılarına
açılacak..." Dağda taşta, yanık yanmadık elde ne varsa turizm çerçevesiyle
peşpeşe yandaşlara...
Ege ve Akdeniz kontrol altına alınamayan yangınlarla başbaşa
kalmış, tekbirli fetvalı sonuç alma girişimleri gündemde. Günceli özetleyen
kucağında yangından kurtardığı kuzusu, bir kız çocuğunun üzerinde çok
tartışılası sorusu; "abov bu yangını kibrit ile mi, çakmağınan mı
çıkarttınız?" Çıkmayan candan umut kesilmezmiş hesabıyla kendi haline
bırakılmış millet, kısıtlı imkanlarıyla alevlerle boğuşuyor. Yetmez ama evet.
İtibardan zerre fire vermeyenler ise fire çıkmazında. Ne hikmetse hep dış
mihraklar yüzünden facia üstüne facia masalı; deprem, sel, yel pandemi, yangın.
Aradan sıyrılan kontrolsüz göç. Güç işlere bakan bakana. Sonuç sıfır elde var
sıfır. Neyse ki; "Çaylar şirketten."
Son olarak Nazımlanan ise; "Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim..." Ancak faciyan
kızıl alev duvarlarını ördükçe örer ve bu hızla ilerlerse geride ne ağaç ne de
orman kalacak. Haliyle hasretliğe devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder