12 Mart 2022 Cumartesi

EKİM-21

 

"EFENDİLER YARIN CUMHURİYETİ..."

 

 

 

Ulusal Kurtuluş Savaşı,

 

emperyalizme kafa tutuşuyla insanlık tarihinde bir ilktir. Sonrası Cumhuriyet ile taçlandırılan ilkeli ve onurlu var oluştur...

 

 

 

Varsayımların çok ötesinde kanın oluk oluk aktığı, yer gök kırmızı cephelerde,  tayın yerine çarığını ve ağaç kabuklarını kemiren yiğitlerin, Büyük Ata'nın önderliğinde, süngü ucu yürekle canlar pahasına kazandığıdır istiklal. Bu ülke, bu devlet, bu Cumhuriyet...

 

 

 

Mazlum ulusların devrimcilerine ilham kaynağıdır, Kutsal İsyan. Kusursuz işleyen, "Türkler haritadan silinmelidir..." kurgusuna en sert karşı duruştur, tam bağımsızlık savaşı. Tek cümleyle cümlesine, yedi düvele atılan okkalı tokattır İstiklal Harbi. Kısa zamanda ümmetten millete evrilen yolculuktur Cumhuriyet...

 

 

 

Cumhuriyetle küllerinden Doğan bir memleket, asla yıkılmaz bir devlet ve yılmaz bir millet. Tümü Büyük Kurtarıcı Ata'nın tek cümlesinde gizlidir; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz..."

 

 

 

Keskin iradeli ulu önder, ölümsüz Ata'nın öncülüğünde çelikleşen

 

"ya istiklal ya ölüm" iradesidir kurucu hamle. On yılda yokluk, yoksulluk ve cahillik bataklığını kurutan kutlu diriliştir Cumhuriyet...

 

 

 

Son on yıllarda bu vasıfları zaafa uğratılsa da uygarlık hedefinden asla uzaklaştırılamayan sağlam bir kurgudur cumhuriyet. İçten dıştan kemirgen  açkurtlara, mankurtlara direnen, devrimci yolundan asla saptırılamayan bir kutsal emanettir cumhuriyet...

 

 

 

On yıllardır emanete hıyanet son sürat, gizli niyet tek bir cümle 'Efendiler yarın Cumhuriyeti yok edeceğiz'...

 

 

 

Yaşanan zihnizifirlerin 'Efendiler yarın Cumhuriyeti çok ararız' diyenlere düşman kesildiği karanlık bir atmosfer. Kaçıncı cumhuriyetçi, hangi saltanatçı oldukları bilinmezler yüzünden bonkörce harcanan ve çalınan bir gelecek var. Topyekun Cumhuriyetin geçmişten geleceğe kutlu yürüyüşüne mani olma yarışı var...

 

 

 

Yıllar yılı sürdürülen bir türlü istiklali içlerine sindiremeyen siliklerin, istikbali feda etme pahasına dayatılan istibdata tapınma yarışı var. İlelebet emanet edileni kör inatla illet hissedenlerin, kayıtsız şartsız Cumhuriyet düşmanlığına saf tutma yarışı var. Bu varyutar kalkışma, Büyük Ata'nın korkusuzluğuyla atılan ve yeri göğü inleten tek bir haykırışla biter; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti kurtaracağız"...

 

 

 

Efendiler yarın Cumhuriyet için çok geç olabilir, bu günden...

 

zaman: Ekim 29, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

27 Ekim 2021 Çarşamba

ANADOLU BEŞİĞİ...

 ANADOLU BEŞİĞİ...

 

 

 

Anadolu uygarlıklar beşiğidir. Bin yıllarca kültür ve uygarlık hikayelerini ve kahramanlarını doğurmuştur. Evvelden ezele eşsiz ve klasik nice kapışmaların kanlı toprağıdır Anadolu. Çok kez yakılıp yıkılmış, yine küllerinden doğmuştur. Tarihsel kronolojisi özgünlüğünü her devirde korumuştur. Ve son yüzyılda yüksek medeniyet aşkı çerçevesinde dünyaya hakimiyetin anaç rolünü üstlenmiştir...

 

 

 

Anadolu, yakın geçmişin dizayn oyunlarını bir bir bozmuş, ihanete gerekli  yanıtı hiç geciktirmeden vermiş, üzerinde yaşayanlara ulus olma ve yepyeni bir devlet kurma yolunu açmıştır. Anadolu gerçeğini dünyaya öğreten son büyük dahi 'ilk ve son Cumhuriyet'in kurucusu, bin yılların birikimi temel taşı yılmadan tam yerine oturtmuştur. Canla başla kurulan Cumhuriyeti o yüzden perakendeci anlayıştan beslenen kimlikler asla yıkamaz. Anadoluya özel ne formüle edilirse edilsin yüksek hassasiyet duvarına çarpar, tuzla buz olur. Kurucu mantığa ters her türlü operasyon, yurtiçi ve yurtdışı destekli bariz bizans oyunları bin yılların kazanımı cesaretle mutlaka püskürtülür. Çünkü Anadolu başka bir renktir, rengarenktir, kan kırmızı hariç tek renge asla boyanamaz. Hıyanetçi gündelik tercihler bu köklü segmenti kesinlikle bozamaz. Çünkü temel kriterler metazori de olsa değişmez...

 

 

 

Anadolu çağdışı bloklanmayla, çapsız preslenmeyle hiçbir kalıba sığmaz. Efsaneler denizindeki, sipariş sondajlı tüm tasarımları en dibe gömer. Anında emperyal karşıtı öncüleri filizlendirir. Bereketli topraklar evrensel normlardaki varoluşu, milat öncesindeki tohumla buluşturur. Ve Anadolu daima ayakta kalır...

 

 

 

Kalıtsal değerlerle dünden ileriye pekişen Cumhuriyet bilinci bu yüzden Anadolu'da yok edilemez. Hatta Anadolu'nun yarattığı örnek alınası Cumhuriyet diğer coğrafyaları da kapsar. Cebren ve hileyle piklenenler boş yere heveslenirler çünkü beşibiryerde faşizminin deviremediği medeniyet beşiğini, medeniyet düşmanları hiç deviremez.

 

 

 

Devir değişir devran döner ama Anadolu düşmedikçe Cumhuriyet devrimleri sürer. Cumhuriyet yaşar...

 

zaman: Ekim 27, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

25 Ekim 2021 Pazartesi

PARA VE KUR PANAYIRI

 PARA VE KUR PANAYIRI

 

 

 

Para ve kur panayırında, para yokluğunun azap, varlığının ince hesap olduğunu çoktan unutmuş ve aleni bolluk içinde yüzenlerle, ekonomik cenderede diri diri derisi yüzülenlerin kurlaşmasıdır dçvizle gelen. Batıldan dem vurup gizli kapaklı, aşkı memnu buluşmasıdır hayatın içine dolan. Batı resmen rahatlıktan bunalmış haldeyken, züğürt tesellisi babında, kuru gürültü yakıştırmalarla ekonomik olarak güçlü ama ahlaken güçlü değiller hikayesinin gündemlenmesidir. Hatta oralarda temel gıda ürünlerinin dahi temini çok zormuş ve kuyruktalarmış masalı uydurulmasıdır. Huzur içinde yaşamak için para o kadar da önemli değilmiş asparagası atılmasıdır. Paralı veya parasız ruh dengesini, kalp temizliğini ve aklın direncini körelten para politikası dejenerasyonu tam da bu olsa gerek...

 

 

 

Oysa sosyal hayat ve ekonomi dünyasında para ve ahlak birbirini doğru orantılı etkileyen iki temel kavram. Yalan dolan, talan çalan günden güne artarsa, çanak yalamak, tembellik ve hıyanet içinde yaşamak çok para edinmeye endekslenirse ahlaksızlığın resmen prim yaptığı gözden kaçırılır. Beter hallerle uğraşılmasın diye, baldız hikayesine varana dek daha nice ahlaki bozukluk utanmazca fetvalandırılır. Fetbazlıkla yönetilen parapsikoloji, ekonomi dünyasına da egemen olur. Para ve ekonomi, paraekonomi düzleminde ahlaksız formlarda şekillendirilir...

 

 

 

Öyle ki, kur seviyesi ayarlamaları ve parite oynaklığına para dayanmaz. Bu kur kurgusunun gizli bir planlama dahilinde veya gayet programsız, bilerek veya isteyerek yaratıldığı şüphesi akılları kurcalar. Çünkü vatan salt doğulan yer değil, aynı zamanda doyulan yerdir. Ancak doymak bir yana geniş yığınlar, iğneden ipliğe periyodik zamlarla açlık seviyesinin altında yaşamaya mahkum ediliyorsa ortada büyük bir yanlış var demektir. Korkunç boyutlara ulaşan enflasyondan bunalan kesimler nereye kadar dayanır, vatan millet sağolsun aşkını ne zamana kadar güder asıl soru budur...

 

 

 

Dip yapmış para ve ekonomi çıkmazında, tüm ekonomik yaklaşımların tersine inatla, hala kur artarsa ihracat artar, ihracat artınca cari açık azalır, cari açık azalınca döviz bollaşır, döviz bollaşşınca kur düşer, kur düşünce enflasyon düşer, enflasyon düşünce faiz düşer bilim dışı varsayımlara bel bağlamak nasıl bir işletmeciliktir anlamak mümkün değil. Oysa bocalayan ekonomilerde faiz indirimi, hem uzun vadeli faizleri hem de döviz kurlarını hızla artırır. Esasen enflasyonun sebebi faiz değil, enflasyonun sonucu faizdir. Bu ters realiteye aldırmazlık ise reel sektörü tedirgin eder, en sağlam kurumları tepetaklak eden durumları oluşturur...

 

 

 

Zaten bilinenin aksine faiz indirimi sadece mevduat faiziyle sınırlıdır, kredi faizi aynı kalmıştır. Yani sadece paranın getirisi düşmüş, parayı pula dönüştüren, milleti daha da fakirleştiren bir duruma kapılar aralanmıştır. İşin diğer boyutu, döviz durdurulamaz biçimde yükselmiş ve borçlanma maliyeti artmıştır. Özellikle faiz indirimiyle birlikte ülkenin risk primi de anında gri şokla sınıfta kalındığını güncelleniştir.  Gösterge budur ve hemen ilk fırsatta faiz yine arttırılacaktır.

 

 

 

Bu dönem mutlaka elde avuçtaki mala mülke, paraya dövize, altına ziynete, mevcuda mevduata, sıkı sıkıya mukayyet olma dönemidir. Piyasada faizin ve enflasyonun düşeceği temennisiyle sosyal ve finansal istikrarın tesis edilemeyeceği açıkça ortadadır. O yüzden yeni bir ekonomi idaresine acil gereksinim vardır...

 

 

 

Bu da ancak en kısa sürede yapılacak bir seçim ve rejim değişikliği ile gerçekleştirilebilir. Aksi halde para ve ekonomi panayırına çöken kara bulutlardan göz gözü görmez...

 

zaman: Ekim 25, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

22 Ekim 2021 Cuma

KARA KAPLI, CANA SAPLI...

 KARA KAPLI, CANA SAPLI...

 

 

 

Kara kaplı, yaşam boyu kimini bilgiyle sınar, kimine hak ettiği sonu sunar ve asla hiç gecikmeden her şeyi hal yoluna koyar. Yani en baba muamma bile gün olur devran döner kesinlikle çözülür. Kimbilir anlam ve mana belki de kimsesizlerin kimine dek uzar. Uzun uzadıya süren karanlığa hizmet meselesinde de kindar kimlik veya dindar kimliksizlik üzerinde uzlaşılır...

 

 

 

Malum kara kaplıdan sapanlar, sahte mutluluklara kapılanlar, banal ortamı cennet sananlar, işlerine öyle geldiğinden her şeyi çok kolay unutur. Böylece oraya buraya sürüklenmeler, ürkütücü şartlarda sürünmeler bile ülküden sayılabilir. Hatta saygın kişilik kaybı bazen sağlık olsun babında geçiştirilebilir. Kim bilir sırf sağ kalmaya dönük, sönük hamleler doğrudan seçimsiz numaracılıktan beslenebilir. Ancak her şart ve koşulda sarf edilen bu kırk numara kırk ayak numaracılık asla uzun süre tutmaz. Her sabık tutku katiyyen yeni bir kimlik kazandırmaz. Mevcut eskir ve sadece oy uğruna, boy ve soy kaybını pekiştiren oyunlar oynandığı açıkça ortaya çıkar. Koltuktaki dosyada başka çıkar yol kalmadığından, kimsesizler diyarına yolculuk da başlar...

 

 

 

Yaşam yolculuğu kimbilir belki de kapalı gişe bir oyunda basit figüranlıktan ibarettir. Yani yalandan ibadet ehli görünmek, kibri ve ihaneti asla saklayamaz. Kim kime yaşamın kıyısında kalanlar, sürücü mahallinde gaflet uykusuna yatanlar bile bir gün mutlaka uyanır. Ve resmen kimlik bunalımına iten örgü ilmek ilmek çözülür. Kim yüzünden ve değer miydi? sorgulamasıyla hiçlik tamamen tanınır. Bir hiç uğruna yüce değerlerin nasıl çiğnendiği bir güzel tescillenir. Ve böylece yaşam testlerinden alnıaçık çıkmak iyice zorlaşır. Yani eksen kayması yaşayanların kara kaplıdan minnet ve himmet beklemesi büyük hayalcilik olur.

 

 

 

Akla hayale sığmayan şekilde kimliksizliği kimlik edinmeler, kimbilir hangi mendeburu sahiplenmeler ve zincirleme sorumsuzluğun mükafatı kara kaplıda bariz biçimde yer alır. Yaşam boyu, boynunda kim olduğunu unutan yaftasıyla dolaşmak, kimbilir kim okur, kim yazar belli olmaz endişesiyle donanmak belki de en büyük cezadır. Keza kim son uyarı işaretini aldığı halde bilebile işi şirretliğe döküyorsa, bu döküntülerin gözünün yaşına hiç kimse bakmaz. Onlarla doğaüstü ilgi ve alaka kesinlikle kesilir ve beklenen acayip gümbürtü kopar. Tabiyatıyla tüm kendini bilmezler, kim olduğuna bakılmaksızın mutlaka hak ettiğini bulur.

 

 

 

Hele de onca nasihata rağmen kim olduğunu umursamayanların, sahte benlik taslayanların, kimlik alışverişinde çamura yatanların çok daha fazla canı yanar. Bu kimliksiz iman veya kimlikli imansızlık arenasında gerçek mutluluk ise kim kimdir ve kim kime nedir vurdum duymazlığına, verdiği zarar ziyana aldırmadan kime ne hoyratlığına vakti zamanı gelince haddini bildirmektir. Kimbilir ilahi sürgünün sürgüsü ve ezrailin süngüsünden az evvel olsa bile. Dahası artık kimin kim olduğunun pek önemi kalmadığından, hangi kim bu seyrü sefere razıdır orası da belli olur. Zaten kim olduğunu çoktan unutmuşlar, kara kaplıdan tek kelime anlamazlar, Doğanın dirençli ve tertemiz yüzündeki parlaklığa asla dayanamazlar. Dayanılmaz son sonlanır ve kim kime ihanet etmiş veya kim hala kutsal emanete hıyanet içinde bir bir ortaya serilir.

 

 

 

Kara kaplı, cana ve kana saplı tek bir gerçeği sergiler, doğanın dokunduğu her şey asla kim olduğunu unutmaz. Karakter bozumunda kara kaplı da olmayan unutkanlığa sığınılır. Ancak kim kimin tezgahına gelir ve kim kimin girdabına takılır girizgahından hemen sonra  en doğru olan işaret edilir. Ez cümle yılanın kuyruğu kesilmez başı ezilir.

 

 

 

Elbette nihayetinde eden bulur ve kimbilir kendi zaafları yüzünden Denize düşen bu sayede sarılacak yılan dahi bulamaz...

 

zaman: Ekim 22, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

16 Ekim 2021 Cumartesi

TAŞLARIN EFENDİLERİ

 TAŞLARIN EFENDİLERİ

 

 

 

"Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının,

 

Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı yegahın..."

 

 

 

Taşların sırrına erenler, dip dalgalı her bozuk ekonominin altın başta olmak üzere, tüm döviz türlerine pik yaptırdığını çok iyi bildiklerinden kötü taklit saltanata asla prim vermezler. Sırra erişemeyenler ise biteviye yere göğe sığdıramadığına tapınırlar. İktidar ağzıyla hep maraza çıkarma hali, tam mehteran vaziyeti, her çıkmazda tezgah spekülasyon masalları...

 

 

 

Değerli taşların  sırrına erenler için altın, yarınların sigortası, yastık altısı, hayat garantisi, taşların efendisidir. Kıymetli taşlar ve mücevher dünyasının en vazgeçilmezidir. Acı deneyimlere karşın sonsuz gerçeğin sırrına bir türlü ulaşamayanlar için ise mücevher taşları küçük dünyaların sultanıdır...

 

 

 

Sultanların sultanı mucizevi taş 'inci'dir. Bir kere inci canlı üretimdir. Dört beş bin yıllık kültür denizinin asalet mirasıdır. Yapayı da yapıldığından en boludur belki ama yinede mücevher dünyasının en değerli taşıdır. Doğalı pek nadirdir çünkü çevre kirliliği, aşırı av ve zehri bol sanayileşme doğal inci neslini tüketmek üzeredir. Nesli gittikçe tükenen sultanlardan biri de 'tanzanit'tir. Tanzanit Kilimanjaro'nun eteklerinde uyur. Bu zoisit mineral çeşidinin rezervlerinin on yıllar içinde tükeneceğine dair izlenim yaygındır. Sultanlardan bir diğeri 'Yakut' ise tam üç bin yaşındadır. Taşların efendisi altının burma bileziği gibi, mücevherin sultanı incinin Burma'lısı en canlı ve parlak olanıdır. Burmalı yakut morumsudur. Deyim odur ki; güvercin kanı gibi parlak kırmızıdır...

 

 

 

Mücevher aleminin en alımlı sultanı 'yeşim'dir. Yeşim imperyaldir, saf yeşile çalar. Yeşil gözlerin en uyumlu partneridir. Maya ve Maori kültürlerinin kutsalıdır. Sıradışı, sağlam, dayanıklı ve en değerlidir. Derler ki; Altın çok değerlidir, Yeşime ise değer biçilmez...

 

 

 

Sultanların Ural dağlarındaki temsilcisi 'aleksandrit'tir. Bukalemun özelliğine sahip sıklıkla renk değiştiren bu inci türü, gün ışığında tavuskuşu mavisi, bol ışıkta mora yakın renkte yansır. Yalnız sultanilerden 'Paraiba' ise Brazilyalıdır. Dünyaya canlı, doğurgan ve dolgun mavi yeşil bakar. Rocky sıra dağlarında ise 'amolit' saklanır. On milyonlarca yıllık deniz yumuşakçalarından da parlaktır. Yanardönerdir,

 

Gökkuşağının tüm renklerini alabilir ve yansıtabilir. Himayalar'da ise 'Kashmir Safiri' yatar. Bu safiyanenin de rezervi tükenmek üzeredir, daha şimdiden koleksiyonluk ve müzelik değerdir.Sultanların en akla zararı ham mineral olan 'Zümrüt'tür. Zümrüt Vah Vah Dağları'nın kırmızı çiçeğidir. Kızıl Berildir.

 

Sanbenito Nehri'nin safiri ise resmi taş ilan edilendir. Mavidir ama gökkuşağı renklerini ateş rengi yansıtır...

 

 

 

Sultanlık sultasının endeğerli taşları, en mükemmel mücevherleri bunlardır. Elbette daha niceleri vardır. Ancak illere, ellere, dillere, bellere en yakışan, değerli taşların efendisi altın ile mücevherlerin sultanlarıdır.

 

 

 

Değerli taşlar ve mücevherler dünyasını dip dalgası vurduğunda, pik yapan döviz kristalize bir kesit sunar, allanıp pullanma dünyasına. Böylece ortada ne yapay efendiler, ne suni sultanlar kalır. Sadece sultani yegah makamında eski bir şarkıdır akıllarda kalan...

 

 

 

"...Tende nemli yumuşaklığı denizden gelen ahın,

 

Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının.

 

 

 

Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı yegahın,

 

Sultan-ı yegahın."

 

zaman: Ekim 16, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

12 Ekim 2021 Salı

ÇELİK GRİSİ HİÇLİK

 ÇELİK GRİSİ HİÇLİK

 

 

 

Ağır çelik zırhlar kuşanılsa da görünmezliğe ve dokunulmazlığa bürünülse de, çelik grisi gemi gelir görür, bulur ve götürür. Hatta en kudretliyken dahi bir anda çelik zırhlar delinir. Yani kaçış yoktur hiçliğe yolcu arayan, rotası meçhule  ayarlı gemiden...

 

 

 

Malum mesele bağışlayan, bağışlamayan, bağışlayamayanlar meselesidir. Asla bağışlanmaz hiç ama hiç bağışlanamazlar vakti zamanı geldiğinde süzgeçten hakettikleri ölçüde süzülür...

 

 

 

Söz ve yeminle “ Önce bir ateş topu yuvarlanır denizlerden. Delirtici havada boş hayranlıklar tekerlenir tıka basa alanlara. Dev posterler asılır  kör duvarlara. Ve geçici heveslerden çok geç vazgçişe tenekeden madalyalar takılır. Tabiyatıyla geleceğe sağırlaştırıcı bir tokat şaklatır boşa harcanan zaman. Beyaz elbiseli devler zamanlı zamansız zihinlerde cirit atar. Akıldan geçenler süzgeçten süzülene dek koyu dipsizlikte yatar. Yinede denizmavisi kelebekler heyecanla, tazecik bahar kokuları taşır evrene. Cesaret evrenselleşir. Hatırşinas haleler dolaşır akıl duvarında ve has sevdalıklar kalmaz. Yeni sevdalar ise boynumu vuracaksanız vurun iletisidir ilahi kudrete. Köşe kapmaca koşuşturmacılığı  bittiğinde ise iğne deliğinden geçer zaman. Ve  panzehirsiz  zehir havaya suya, taşa toprağa karıştığında sonsuz sayıda ateş topu yağar denizlere…

 

 

 

Yelkenliler ve mavnalar zevk zehrinden uyuşmuş balıkları takip eder. Denizin devleri uyandığında malum yıkım başlar. Abartılı doyulan mevkilerden acil düşüşler peşisıra artar. Zamaneler de zenneler de dayanamaz ve kaçamazlar bu gizemli girdaptan. Gayet açık girindikleri çelik zırhın ağırlığıdır zevatı dibe çeken. Ve bu arafta devşirme filler zamanı durduran sıfır gongunu çalar...

 

 

 

Gonkla birlikte süzgeçten harp gemileri, zırhlı kruvazörler, gambotlar, muhripler süzülür. Sürgündeki denizler ateş rengidir, karanlık ise başka bir kara. Bir tek denizaltılardır, denizleri sakinleştiren. Ancak sıfır anı üflendiğinde deniz de yanar ve yakar. Yerde, gökte ve denizlerin derinliklerinde sönmesi zor bir ateştir çağlayan...

 

 

 

Ardına ateşten bir cümle asılır göğe, ‘gizli günahlar yapana, açıktan işlenen günahlar herkese zarar verir. O halde engel olmak gerekir. Ama olunmaz…’

 

 

 

O yüzden fırsat varken denizin sözle buluştuğu diyarları yaşamak, dimdirek yalnızlığı içmek ve koca bir çınar olmayı yeğlemek, köklenip sürgün vermek, filizlenilen bereketli topraklara tapmak gerekir. Özlemlerin tümünü özlemek, özledikçe özgürlüğü sevmek gerekir. Kırmızı gelinciklerle tavlanmış baharları, gelen yazını giden kışını bilmek gerekir. Yaprak kımıldamayan akşamlarda, dost masalarına çöreklenen masal devlerini hiç değilse yermek gerekir. Hele hele iblisleri mutlaka yenmek gerekir.

 

 

 

Yoksa son limana araç işlemez, sandallara güç yetmez, mendireğe akıl ermez, yolculara kar çamur yol vermez. Yani lebideryaya bir bulaşıp pir yerleşir ihanet. Dillere vurmuş zenginlik süzgeçte biriken tortuya aldırmadan

 

ıssız cami avlularını dolaşır. Oysa süzgeçten süzülmeden önce ölümsüzlüğün ışığında bir lokma bir hırka yanmaktır mesele...

 

 

 

Mesela “ Binlerce ateş topu kıyıdan köşeden yağmur gibi yağar ama değersizleştiremez kutlu dengeyi. Binlerce ateş topundan ve binlerce harpten daha fazla zararı dokunur yalan dünyaya, süzgeçten hakkınca süzülmemişlerin. Delinmez çelik zırhlar, çifte su  verilmiş  kılıçlar, ok ve mızrak yaraları, mayın, top ve gülle yanıkları, avuç ayası kadar verilmemiş toprak hangi denge unsurudur çok geç anlaşılır. Değişik dinler ve dillerde, dualar ve yakarışlarla geçer kısa zaman. Ve esenliğe hasret ıslak  gözlerden süzülür. Ve ölüme yatılır, rotası meçhule ayarlanmış çelik grisi gemide…”

 

 

 

Kara melekten kaçacağını zanneden çelik zırh kuşanmış ve dokunulmazlık zarfına bel bağlamış zatları, lafta görünmezliğe bürünmüş sahte kudret fanilerini kara delikler gelir, görür, bulur ve yutar.

 

 

 

Bağışlayan bilir, rotası meçhule  ayarlı gemidekilerin bağışlanacaklarını veya hiç ama hiç bağışlanmayacaklarını. Yani asıl mesele çelik grisi hiçlik meselesidir...

HAYATI ÖĞRENMEK VE OKUMAK

 

Hayatın birincil şartı kıyasıya öğrenmektir. Hayatı öğrenmek; doğuştan ölüme, ömür süresince her gün yeni bir şey öğrenmekle olur. Öğrendikçe hayat renklenir ve güzelleşir. Öğrenmenin temel ögesi ise okumaktır. Yani yol ve yöntem öğreten en doğru enstrüman kitaplardır. Yetişmenin, gelişmenin ana kaynağıdır kitaplar. Onlardan esinlenmedir, kör karanlıklardan çıkmanın işaret fişeği. Zaman yoğun şekilde akarken, zamana okumayı ve öğrenmeyi katmaktır insan olmanın asıl meselesi…

 

Hayat yolunda yoğrulurken, doğru yorum ve yeniliklerin tamamı özgür düşüncenin eseridir. Özgür düşünce, bilmek ve bildiği ile yetinilmedikçe kazanılır. Her şeyi bilirim diye bir olgu yoktur hayatta. Yani ustalaşmanın, uzmanlaşmanın sonu yoktur. İşte bunca yoklukta, güvenilir sezgi ve güçlü yeti kazandırır okumak. Okumak hayatı öğrenmeyi de kolaylaştırır. Yani ne kadar çok şey bilinirse, bilgi ölçüsünde ilerlenir. Aksi durum gerilemeyi ve gericiliği dayatır…

 

Hayatı öğreneyim derken hayatın içinde boğulmaktansa, önce kitaplara boğulmak, hayatı okuma bilinci edinmek, en doğru yatırımdır. Çünkü hayatın acı gerçekleriyle baş edebilme donanımı sağlamadan hayata atılmak, çoğunlukla hüsran getirir. O yüzden mevcut birikimlerden sürekli, hiç büyüklenmeden yararlanmak gerekir. Meseleleri çözüme kavuşturmak anca öyle kolaylaşır…

 

Kolay geçmeyeceği açık ve net kısa ömrü, bilgi peşinde koşarak doldurmak gerekir, hangi yaşta olunursa olsun öğrenmeyi öğrenciliği terk etmemek gerekir. Bunun artısı getirisi hiç değilse vitrin mankeni olmaktan kurtulmaktır. Konu mankeni olmadan üstlenilen işleri ve emanet edilen değerleri hakkı ile korumak ve tuttuğu işi başarmaktır. Elektronik makinaların ve sahiplerinin egemen olduğu dünyaya yeni hayatlar adına korkusuzca direnmektir. Asalak ve sömürgen dünyaya kim ne derse desin yüreklice karşı koymaktır. Maddi çıkarcılığın ve ahlaki yozlaşmanın esiri olmuşlara haddini bildirmektir…

 

Dünyaya bomboş bir zihinle adım atılır. Adımlar hızlandıkça dünya değişir, zihin dolar, ömür akıl ve irade sezgisi çerçevesinde devam ettirilir. Hedefler ve değerler doğrultusunda hayat şekillenir. Hayat denen bu kısa yolculukta beyindeki 5 milyar hücre, bilgiye ve öğrenmeye açtır, devamlı doyurmak gerekir. Dünya hayatının girdaplarına asla kapılmamak, hayatı öğrenmek, hayatı doğru dürüst okumak için kitapların dostluğuna güvenmek gerekir. Elbette her şey bilinemez, bazen deneme-yanılma yoluyla da öğrenilir ama imkansızı alt etmenin yolu okumaktır. Oku hedefe vardıran kitaplardan vaz geçmemektir mesele. Yoksa basit ve sıradan olmak çok kolaydır, hatta her şeyi bilirim ve de yaşarım savurganlığıyla bir anda hayatlar değişir. Uzun yılların emek harcanmış tortusu, bir anda kurtlar sofrasına yem olur.  Yani arsız saldırganlığın sonu, yok olup gitmek, kızıl alevlerde eriyip bitmektir. Bilakis boşa geçen bir hayattır bir adım sonrası da...

 

Hayatın birincil gayesi, her kararlı adımda kazanılan bilinçle, sonsuza dek kutlu davaya hizmet ve deniz mavisine uzanıldığında, sonsuzluğa tutunmaktır. Yaşamları ölümsüzleştiren, yakıcı tutkuyla mevcut enerjiyi yerinde ve zamanında kullanma yeteneğidir. Hayatı doğru okuyanı yıkılmaz kılan da bazen uygun zamanı hiç beklemeden hiçliğe pik yaptıranları, en dibe postalamaktır. Bu uğurda öze cesaret katan, sözde değil özde davranış ve geleceği öngörme, karşılaşılacakları kestirebilme farklılığını bir kez olsun sınamaktır. Çünkü öğrenmenin yaşı başı yoktur…

 

Öğrenmek önceden sonsuza kabuğun kırılmasıdır, pusulası okumaktır, parolası kitaplardır. Kitaplardan gökyüzünün maviliğini öğrenmektir, maviyi kuşatan Güneş ışığını içmektir yangın. Sönmeyen yangını kutsamaktır. Yıllar yılı sürecek krizleri aşmanın yolu, yolunda gitmeyişi ve belirsizliği giderecek en etkili çözüm, hayatı yeniden okumaktır. Sil baştan hayat kurmak veya hayatın içinde çareler aramak ve doğruyu bulmaktır. Hayatın sırrı, öyle laf üretmek ve rüyaya yatmakla çözülemez. Hayatın içine öğrenme tutkusunu beleyip, kitapları sırdaş eyleyip eyleme tutuşmaktır kesin çözüm. Yok oluşa her gün bir adım daha yaklaşıldığı düşünülerek var olmaktır amaç. Çünkü hayattan tek kare, hayatın tüm gayesini Gazze kuyusuna gömer…  

 

Kara toprağa gömülmeden az evvel dahi olsa hayatın ölümcül gailesi mutlaka, öğrenmekle, öğrenmek için okumakla, kitapları sevmekle aşılır. Hayatın birincil şartı oku’dan itibaren neredeyse tümüne ihanet edenlere ise şimdilik bekleyin-görün makalesi yazılır...

 

ZAMANE RUHU...

 

 

 

Ne yazık ki dünyaya egemen olan durum tuz kokar ve zaman hızla biter durumu. Bu duruma koşut yarını hiç düşünmeden bugünü yaşamak biteviye, resmi elden modalaştırılıyor. Demodeliği aşikar modda açık gizli, akıl dünyasının kodlarıyla oynanıyor. Yani yeni model babında, eski yeni tarihi tüm koordinatlar gizlice çarpıtılıyor. Çağdışı mantığa aşinalıkla, tarihin kadranına hiç de doğru bakılmıyor. Medeniyete katkı sunan uzun yolculuklar ve göz alıcı tarihi süreçler ise tamamen yok sayılıyor.  Böylece zamanın ruhu, zamanla daralıyor, dahası özgürlükler daraltılıyor...

 

 

 

Resmen dağılmaya özgü aldatıcı tasvirlerle süslenmiş ve asla estetik kaygısı olmayan atıflarla, salt algısal yanıltmaya dönük sahte tarihsel tasarımlarla bütün kuşaklar cezbedilmeye çalışılıyor. Yani yarınlar bu günden bedavaya harcanıyor. Sonsuz olanakların tarumar edilişi sığda, sağda, solda anlamsız detaylarda boğulmalar ve ucuz hikâyelerin getirisi bozulmalarla görmezden geliniyor...

 

 

 

Durum apaçık iken tüm bu içinden çıkılmaz haller aslında dünün eseri. Resmen koleksiyonvari sahneler, göz boyamacalar ve yürek kabartmalar ise bu güne özgü estirimler. İşte bu yüzden yarınlar insanlığa ve uygarlığa yön vermekten uzak biçimlenecek gibi...

 

 

 

Kestirimler bu yönde çünkü tarifi ve dayanılması olanaksız durum, taraflı bakış açısına göre geniş katmanlara yediriliyor. Süleymanın mührü sayılan mühür, zamanı kullanma sanatını alenen ziyan ediyor. Bu yüzden zamanın ruhuyla resmen alay eden kör karanlık zor kalkacak gibi. Sanki sırf bu nedenle hala hanedanlık hayranlığı aşılanıyor. Harem aşırı merak uyandırdığından hanende melekler aranıyor. Arada karada arsızlığa pik yaptırılıyor...

 

 

 

Dillere destan öyküler arsızca karikaturize edilerek sınırlar, kıtalar ve zenginlikler imparatoryal düzeneğin emrine sunuluyor. Bu arada can yakan yönetsel tekniklerden faydalanılarak, toplumlar tarihi miraslarından koparılıyor. Zamanın ruhuna ters oranda, lafta muhteşem medeniyetler ısrarla aynileştiriliyor. Tarihi eritip kalıplara dökerek, mümkünsüzü mücevherleştirmenin mümkün olmadığı bilindiği halde tekrar tekrar tarihe kurgusal anlamlar yükleniyor. Böylece herşey kökten halledilecek sanılıyor. Oysa modern zamana eskici hamleler veya eskiyen zamana modern dokunuşlar hiç bir yenilik kazandırmaz. Sadece zaman kaybedilir. Ve tüm bu yabanıl gayret sadece vakti zamanı geldiğinde yaşayan tarihten, kökten kazınmayı getirir...

 

 

 

Zaman artan hızla akıp giderken, bazen en büyük uygarlık simgesi değerler bile dönem ruhunu yansıtmaz. Çünkü ya zamanın ruhu kaybedilmiş veya akıl durmuştur. Kayba yönelen akıl ise zamanla, zaman ve mekân üstü özgürlük felsefelerine kayar. Tarihi ve geleceği tuz buz eden durum işte budur.

 

 

 

Dünyaya faşizanca hükmeden duruma koşut, değişen koşullara ayak uyduramayan insanlık resmen tarihsel ayrım ve ayrışma sürecini yaşar.

 

 

 

Öyle bir yaşar ki, dünden usanmış, bugünden vazgeçmiş, yarınlarda zamanın ruhunu arar…

 

zaman: Ekim 08, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

4 Ekim 2021 Pazartesi

KUYU KAİDESİ...

 KUYU KAİDESİ...

 

 

 

Bazen hısım, kıyım, kırım şeytan üçgeninde, kutlu uyumu bozacak ama asla gelenek terk edilmeyecek  hassas günler yaşar insan. Maddi manevi yürek acıtan yörünge kayması yaşar memleket. Ve millet hay huy değiştirir. Can sıçratma sarmalında, karatoprak didiklenir, derin kuyular kazılır. Yalan dünyanın dibine doğru kesit boyutları iyice daralır. Pikleme vurgusu, döngü burgusu, dünyalık kurgusu hiçbir işe yaramaz. Eninde sonunda kutsal emanete ihanetçiler yerin dibine kapaklanır...

 

 

 

Karakter çıkmazında kuyu kazmayı vazife sayanlar ise çemberi sırasıyla çıkrığa sarar. Çember dışındakiler için kara buğdaydan kuymak, kaymak tadında bal şeker kıvamındadır. Harcanışa eşitlenmeyle  birlikte açıklar saçılır, açlık yayılır, hatta ekimde deniz kabarır yine de kavimler uyur...

 

 

 

Uyurgezer yolculuk uzun olduğundan ve dağları korku sardığından herkesin kazdığı kuyu aslında kendinedir. Huzursuzluk akıllara daldıkça da getto ile ölçülen ağır ve beter günler kuyumlanır. Ve mahir, cevahir yürek taşıyan gevherler zümrüdüankayı ateşin gözüne, yeryüzünü ıslak kuyulara sallar. Kuyuya düşme sırasına göre yeryüzü sıcağı kalleşçe, kar kuyulu tesisleri de kavurur. Tek elden, bir ağızdan hasarlı haykırışlar doğanı yaralar. Ve yaralayanlar kuyu çeperini yaşamaya mahkum edilirler.

 

 

 

Devir belki kazma  kürek kazılan dipsiz kuyularda gizlenen köryılanların devridir. Köz gibi yakan günler, yanıtsız sorular ve körkara kuyuların esrarı acaip can sıkar. Kızılalev, canları anında yutar ve eritir. Kayıt kuyut hakkınca tutulamadığından sığ kuyulara fit olunur...

 

 

 

Yolculuğun hayli ilerlemiş aşamasında ifrit olmak da vardır bazen. Eşelenen eşsiz manzaraya takılmak da vardır. Kuyular aleminde keyim, keyfim, kuyum yokluğuna ek, ezelden uyum sorunu da vardır. O yüzden uyarına gelse de gelmese de başucuna çam istenir...

 

 

 

İşin aslı cam kırılır, can yanar, çam bahanedir. Tek gerçek vardır, herkesin kuyusu kendinedir...

 

zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...

ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...

 

 

 

Hiç geçmesin istenendir Deniz ile geçen ömür ama geçer. Cız etse de yürek, zaman hiç durmaz su gibi akar. Bir çırpıda biter hikaye. Asıl hikâye, cıscıbıl bembeyaz bir kumaşa sarılmaktır ve hep ilkler  anımsanır. Sonuçta üzerine hayat perdesi üflenen nefes çekiliverir. Deniz canda, Deniz akılda, Deniz yürekte,

 

sessiz sedasız sahneden çekilmeyi bilmektir mesele...

 

 

 

Mesele hiç çekinmeden ölüme yürümektir. Yiğitlik gönül rahatlığıyla bilinmeze gidebilmektir. Maharet. masmavi gökte parlayan gökkuşağıyla, lapa lapa sonsuza çağlamaktır...

 

 

 

Doğrusu Denize doğulan gündür, kömür gözlü ömür perisiyle tanışma anı. Devamında yalınkılıç ufka seğirten hırçın dalgalarla umutlanmaktır. Ecel şamarını çarpana dek. Çarpılana dek sultanlıktır ömür. O nedenle son nefese dek durulmaz yürekle yüreklenilir. Duyulur duyulmaz bir fısıltının anımsattıklarıyla sus telkinine karşı ayaklanılır. Zaten son ayak sonsuzluktur. Gerisi koca bir yalan makamıdır...

 

 

 

Makamı sahici olan sadece denizdir. Denizdir, buz tutan gözlerdeki kavurucu güzellik. Dahası kör bıçak gibi göğse saplanan gökkuşağıdır Deniz. Göksel sakinleştiricinin öğütlediği kıvamda ayrımsız ve katıksız histir. Hislenmeye tek sebep, tohum serpilen mevsimde ekim üçlemesinde bir avuç doğandır.  Denize düşen şavkı ise iyi ki doğdun kızıl toprak ve güneş tenli yaprak tekerlemesidir. Dünya bir yana, derya bir yana iyi ki doğdun Deniz güncellemesidir…

 

 

 

Değilmi ki doğum ile ölüm arasında geçer gider anılar. O yüzden göksel anlaşmaların Denizin derinliğine yansımasına yürek dayanmaz. Zor soluklanılan tılsımlı gün batımlarında, bir batında doğan dalgalarla bütünleşmeye de can dayanmaz. Çünkü en hakiki hazine, gökkubbe tam yıkılacakken ansızın beliren denizdir. Ve yalazlı bir siluet gibi kristal kubbeye asılan gökkuşağıdır hakikatın ilk belirtisi. Ve hiçten gelinir hiçe dönülür repliğinin içselleştirilmesidir her insanı erken yaşta büyüten...

 

 

 

Büyüteçsiz büyündükçe tutkuyla türküler söylenir. Söz meclisten dışarı zalime söylenerek, sitemlerle de yaşlanılır. Hemde ardında giz değil, sonsuza kalıcı iz bırakarak. Aksi halde ılıman bir serinlik tutar yakadan ve bir yakadan, Karşıyakaya koca bir ömür hayal olur. Beş paralık sistem çöker çökmez hüzün dağılır ve ayakta bir tek Deniz kalır. Kaldı ki bilinmeze yolculuk kapıyı çaldığında önce düşler kararır, sonra cihan güneşi denize düşer. Yani yol tükenir, yolcu epey yorgundur ve hararetle ömür perisinin yolu gözlenir...

 

 

 

Yeryüzünde güneşin tutulduğu gün, Denizin doğduğu gündür. Günlerin getirdiği yolculuk nereye ise yol orayadır. Ansızın gök gürülder, yer yarılır ve başı sonu bilinmeyen notalara basılır. Yüreğe dokunan ise nice şarkılardan evla şarkıdır, kıssadan hisse Deniz şarkısısır. Söylenir, dinlenir, eşlik edilir ve sıra dışı sözler sonsuza dek havada asılı kalır...

 

 

 

Giderayak elası ve edasıyla, cefası ve sedasıyla, yangısı ve yankısıyla, aşkı sevdasıyla rengarenk kuşanılan sadece denizdir. Varlık nedeni yokluk sebebi sırf denizdir. Onca yılın beklentisi de denize ulaşmaktır. Okyanuslardan vazgeçip salt Denize koşullanmaktır.

 

 

 

Deniz içindir tüm uğraş ve çaba. Deniz, kor demir kör duvar çıkmazında yürekten bağlanılan tek renktir öyle bir renk ki tek başına rengârenktir, gökkuşağıdır...

 

 

 

Gökkuşağım, ömrün Deniz olsun...

 

zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

1 Ekim 2021 Cuma

Hiç yorum yok: