"EFENDİLER YARIN CUMHURİYETİ..."
Ulusal Kurtuluş Savaşı,
emperyalizme kafa tutuşuyla insanlık tarihinde bir
ilktir. Sonrası Cumhuriyet ile taçlandırılan ilkeli ve onurlu var oluştur...
Varsayımların çok ötesinde kanın oluk oluk aktığı, yer
gök kırmızı cephelerde, tayın yerine
çarığını ve ağaç kabuklarını kemiren yiğitlerin, Büyük Ata'nın önderliğinde,
süngü ucu yürekle canlar pahasına kazandığıdır istiklal. Bu ülke, bu devlet, bu
Cumhuriyet...
Mazlum ulusların devrimcilerine ilham kaynağıdır,
Kutsal İsyan. Kusursuz işleyen, "Türkler haritadan silinmelidir..."
kurgusuna en sert karşı duruştur, tam bağımsızlık savaşı. Tek cümleyle
cümlesine, yedi düvele atılan okkalı tokattır İstiklal Harbi. Kısa zamanda
ümmetten millete evrilen yolculuktur Cumhuriyet...
Cumhuriyetle küllerinden Doğan bir memleket, asla
yıkılmaz bir devlet ve yılmaz bir millet. Tümü Büyük Kurtarıcı Ata'nın tek
cümlesinde gizlidir; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz..."
Keskin iradeli ulu önder, ölümsüz Ata'nın öncülüğünde
çelikleşen
"ya istiklal ya ölüm" iradesidir kurucu
hamle. On yılda yokluk, yoksulluk ve cahillik bataklığını kurutan kutlu
diriliştir Cumhuriyet...
Son on yıllarda bu vasıfları zaafa uğratılsa da
uygarlık hedefinden asla uzaklaştırılamayan sağlam bir kurgudur cumhuriyet.
İçten dıştan kemirgen açkurtlara,
mankurtlara direnen, devrimci yolundan asla saptırılamayan bir kutsal emanettir
cumhuriyet...
On yıllardır emanete hıyanet son sürat, gizli niyet
tek bir cümle 'Efendiler yarın Cumhuriyeti yok edeceğiz'...
Yaşanan zihnizifirlerin 'Efendiler yarın Cumhuriyeti
çok ararız' diyenlere düşman kesildiği karanlık bir atmosfer. Kaçıncı
cumhuriyetçi, hangi saltanatçı oldukları bilinmezler yüzünden bonkörce harcanan
ve çalınan bir gelecek var. Topyekun Cumhuriyetin geçmişten geleceğe kutlu
yürüyüşüne mani olma yarışı var...
Yıllar yılı sürdürülen bir türlü istiklali içlerine
sindiremeyen siliklerin, istikbali feda etme pahasına dayatılan istibdata
tapınma yarışı var. İlelebet emanet edileni kör inatla illet hissedenlerin,
kayıtsız şartsız Cumhuriyet düşmanlığına saf tutma yarışı var. Bu varyutar
kalkışma, Büyük Ata'nın korkusuzluğuyla atılan ve yeri göğü inleten tek bir haykırışla
biter; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti kurtaracağız"...
Efendiler yarın Cumhuriyet için çok geç olabilir, bu
günden...
zaman: Ekim 29, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
27 Ekim 2021 Çarşamba
ANADOLU BEŞİĞİ...
ANADOLU
BEŞİĞİ...
Anadolu uygarlıklar beşiğidir. Bin yıllarca kültür ve
uygarlık hikayelerini ve kahramanlarını doğurmuştur. Evvelden ezele eşsiz ve
klasik nice kapışmaların kanlı toprağıdır Anadolu. Çok kez yakılıp yıkılmış,
yine küllerinden doğmuştur. Tarihsel kronolojisi özgünlüğünü her devirde
korumuştur. Ve son yüzyılda yüksek medeniyet aşkı çerçevesinde dünyaya
hakimiyetin anaç rolünü üstlenmiştir...
Anadolu, yakın geçmişin dizayn oyunlarını bir bir bozmuş,
ihanete gerekli yanıtı hiç geciktirmeden
vermiş, üzerinde yaşayanlara ulus olma ve yepyeni bir devlet kurma yolunu
açmıştır. Anadolu gerçeğini dünyaya öğreten son büyük dahi 'ilk ve son
Cumhuriyet'in kurucusu, bin yılların birikimi temel taşı yılmadan tam yerine
oturtmuştur. Canla başla kurulan Cumhuriyeti o yüzden perakendeci anlayıştan
beslenen kimlikler asla yıkamaz. Anadoluya özel ne formüle edilirse edilsin
yüksek hassasiyet duvarına çarpar, tuzla buz olur. Kurucu mantığa ters her
türlü operasyon, yurtiçi ve yurtdışı destekli bariz bizans oyunları bin
yılların kazanımı cesaretle mutlaka püskürtülür. Çünkü Anadolu başka bir
renktir, rengarenktir, kan kırmızı hariç tek renge asla boyanamaz. Hıyanetçi
gündelik tercihler bu köklü segmenti kesinlikle bozamaz. Çünkü temel kriterler
metazori de olsa değişmez...
Anadolu çağdışı bloklanmayla, çapsız preslenmeyle
hiçbir kalıba sığmaz. Efsaneler denizindeki, sipariş sondajlı tüm tasarımları
en dibe gömer. Anında emperyal karşıtı öncüleri filizlendirir. Bereketli
topraklar evrensel normlardaki varoluşu, milat öncesindeki tohumla buluşturur.
Ve Anadolu daima ayakta kalır...
Kalıtsal değerlerle dünden ileriye pekişen Cumhuriyet
bilinci bu yüzden Anadolu'da yok edilemez. Hatta Anadolu'nun yarattığı örnek
alınası Cumhuriyet diğer coğrafyaları da kapsar. Cebren ve hileyle piklenenler
boş yere heveslenirler çünkü beşibiryerde faşizminin deviremediği medeniyet
beşiğini, medeniyet düşmanları hiç deviremez.
Devir değişir devran döner ama Anadolu düşmedikçe Cumhuriyet
devrimleri sürer. Cumhuriyet yaşar...
zaman: Ekim 27, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
25 Ekim 2021 Pazartesi
PARA VE KUR PANAYIRI
PARA VE KUR
PANAYIRI
Para ve kur panayırında, para yokluğunun azap,
varlığının ince hesap olduğunu çoktan unutmuş ve aleni bolluk içinde
yüzenlerle, ekonomik cenderede diri diri derisi yüzülenlerin kurlaşmasıdır
dçvizle gelen. Batıldan dem vurup gizli kapaklı, aşkı memnu buluşmasıdır
hayatın içine dolan. Batı resmen rahatlıktan bunalmış haldeyken, züğürt
tesellisi babında, kuru gürültü yakıştırmalarla ekonomik olarak güçlü ama
ahlaken güçlü değiller hikayesinin gündemlenmesidir. Hatta oralarda temel gıda
ürünlerinin dahi temini çok zormuş ve kuyruktalarmış masalı uydurulmasıdır.
Huzur içinde yaşamak için para o kadar da önemli değilmiş asparagası
atılmasıdır. Paralı veya parasız ruh dengesini, kalp temizliğini ve aklın
direncini körelten para politikası dejenerasyonu tam da bu olsa gerek...
Oysa sosyal hayat ve ekonomi dünyasında para ve ahlak
birbirini doğru orantılı etkileyen iki temel kavram. Yalan dolan, talan çalan
günden güne artarsa, çanak yalamak, tembellik ve hıyanet içinde yaşamak çok
para edinmeye endekslenirse ahlaksızlığın resmen prim yaptığı gözden kaçırılır.
Beter hallerle uğraşılmasın diye, baldız hikayesine varana dek daha nice ahlaki
bozukluk utanmazca fetvalandırılır. Fetbazlıkla yönetilen parapsikoloji,
ekonomi dünyasına da egemen olur. Para ve ekonomi, paraekonomi düzleminde
ahlaksız formlarda şekillendirilir...
Öyle ki, kur seviyesi ayarlamaları ve parite
oynaklığına para dayanmaz. Bu kur kurgusunun gizli bir planlama dahilinde veya
gayet programsız, bilerek veya isteyerek yaratıldığı şüphesi akılları kurcalar.
Çünkü vatan salt doğulan yer değil, aynı zamanda doyulan yerdir. Ancak doymak
bir yana geniş yığınlar, iğneden ipliğe periyodik zamlarla açlık seviyesinin
altında yaşamaya mahkum ediliyorsa ortada büyük bir yanlış var demektir.
Korkunç boyutlara ulaşan enflasyondan bunalan kesimler nereye kadar dayanır,
vatan millet sağolsun aşkını ne zamana kadar güder asıl soru budur...
Dip yapmış para ve ekonomi çıkmazında, tüm ekonomik
yaklaşımların tersine inatla, hala kur artarsa ihracat artar, ihracat artınca
cari açık azalır, cari açık azalınca döviz bollaşır, döviz bollaşşınca kur
düşer, kur düşünce enflasyon düşer, enflasyon düşünce faiz düşer bilim dışı
varsayımlara bel bağlamak nasıl bir işletmeciliktir anlamak mümkün değil. Oysa
bocalayan ekonomilerde faiz indirimi, hem uzun vadeli faizleri hem de döviz
kurlarını hızla artırır. Esasen enflasyonun sebebi faiz değil, enflasyonun
sonucu faizdir. Bu ters realiteye aldırmazlık ise reel sektörü tedirgin eder,
en sağlam kurumları tepetaklak eden durumları oluşturur...
Zaten bilinenin aksine faiz indirimi sadece mevduat
faiziyle sınırlıdır, kredi faizi aynı kalmıştır. Yani sadece paranın getirisi
düşmüş, parayı pula dönüştüren, milleti daha da fakirleştiren bir duruma
kapılar aralanmıştır. İşin diğer boyutu, döviz durdurulamaz biçimde yükselmiş
ve borçlanma maliyeti artmıştır. Özellikle faiz indirimiyle birlikte ülkenin
risk primi de anında gri şokla sınıfta kalındığını güncelleniştir. Gösterge budur ve hemen ilk fırsatta faiz
yine arttırılacaktır.
Bu dönem mutlaka elde avuçtaki mala mülke, paraya
dövize, altına ziynete, mevcuda mevduata, sıkı sıkıya mukayyet olma dönemidir.
Piyasada faizin ve enflasyonun düşeceği temennisiyle sosyal ve finansal
istikrarın tesis edilemeyeceği açıkça ortadadır. O yüzden yeni bir ekonomi
idaresine acil gereksinim vardır...
Bu da ancak en kısa sürede yapılacak bir seçim ve
rejim değişikliği ile gerçekleştirilebilir. Aksi halde para ve ekonomi
panayırına çöken kara bulutlardan göz gözü görmez...
zaman: Ekim 25, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
22 Ekim 2021 Cuma
KARA KAPLI, CANA SAPLI...
KARA KAPLI,
CANA SAPLI...
Kara kaplı, yaşam boyu kimini bilgiyle sınar, kimine hak
ettiği sonu sunar ve asla hiç gecikmeden her şeyi hal yoluna koyar. Yani en
baba muamma bile gün olur devran döner kesinlikle çözülür. Kimbilir anlam ve
mana belki de kimsesizlerin kimine dek uzar. Uzun uzadıya süren karanlığa
hizmet meselesinde de kindar kimlik veya dindar kimliksizlik üzerinde
uzlaşılır...
Malum kara kaplıdan sapanlar, sahte mutluluklara
kapılanlar, banal ortamı cennet sananlar, işlerine öyle geldiğinden her şeyi
çok kolay unutur. Böylece oraya buraya sürüklenmeler, ürkütücü şartlarda
sürünmeler bile ülküden sayılabilir. Hatta saygın kişilik kaybı bazen sağlık
olsun babında geçiştirilebilir. Kim bilir sırf sağ kalmaya dönük, sönük
hamleler doğrudan seçimsiz numaracılıktan beslenebilir. Ancak her şart ve
koşulda sarf edilen bu kırk numara kırk ayak numaracılık asla uzun süre tutmaz.
Her sabık tutku katiyyen yeni bir kimlik kazandırmaz. Mevcut eskir ve sadece oy
uğruna, boy ve soy kaybını pekiştiren oyunlar oynandığı açıkça ortaya çıkar.
Koltuktaki dosyada başka çıkar yol kalmadığından, kimsesizler diyarına yolculuk
da başlar...
Yaşam yolculuğu kimbilir belki de kapalı gişe bir
oyunda basit figüranlıktan ibarettir. Yani yalandan ibadet ehli görünmek, kibri
ve ihaneti asla saklayamaz. Kim kime yaşamın kıyısında kalanlar, sürücü mahallinde
gaflet uykusuna yatanlar bile bir gün mutlaka uyanır. Ve resmen kimlik
bunalımına iten örgü ilmek ilmek çözülür. Kim yüzünden ve değer miydi?
sorgulamasıyla hiçlik tamamen tanınır. Bir hiç uğruna yüce değerlerin nasıl
çiğnendiği bir güzel tescillenir. Ve böylece yaşam testlerinden alnıaçık çıkmak
iyice zorlaşır. Yani eksen kayması yaşayanların kara kaplıdan minnet ve himmet
beklemesi büyük hayalcilik olur.
Akla hayale sığmayan şekilde kimliksizliği kimlik
edinmeler, kimbilir hangi mendeburu sahiplenmeler ve zincirleme sorumsuzluğun
mükafatı kara kaplıda bariz biçimde yer alır. Yaşam boyu, boynunda kim olduğunu
unutan yaftasıyla dolaşmak, kimbilir kim okur, kim yazar belli olmaz
endişesiyle donanmak belki de en büyük cezadır. Keza kim son uyarı işaretini
aldığı halde bilebile işi şirretliğe döküyorsa, bu döküntülerin gözünün yaşına
hiç kimse bakmaz. Onlarla doğaüstü ilgi ve alaka kesinlikle kesilir ve beklenen
acayip gümbürtü kopar. Tabiyatıyla tüm kendini bilmezler, kim olduğuna
bakılmaksızın mutlaka hak ettiğini bulur.
Hele de onca nasihata rağmen kim olduğunu
umursamayanların, sahte benlik taslayanların, kimlik alışverişinde çamura
yatanların çok daha fazla canı yanar. Bu kimliksiz iman veya kimlikli
imansızlık arenasında gerçek mutluluk ise kim kimdir ve kim kime nedir vurdum
duymazlığına, verdiği zarar ziyana aldırmadan kime ne hoyratlığına vakti zamanı
gelince haddini bildirmektir. Kimbilir ilahi sürgünün sürgüsü ve ezrailin
süngüsünden az evvel olsa bile. Dahası artık kimin kim olduğunun pek önemi
kalmadığından, hangi kim bu seyrü sefere razıdır orası da belli olur. Zaten kim
olduğunu çoktan unutmuşlar, kara kaplıdan tek kelime anlamazlar, Doğanın
dirençli ve tertemiz yüzündeki parlaklığa asla dayanamazlar. Dayanılmaz son
sonlanır ve kim kime ihanet etmiş veya kim hala kutsal emanete hıyanet içinde
bir bir ortaya serilir.
Kara kaplı, cana ve kana saplı tek bir gerçeği
sergiler, doğanın dokunduğu her şey asla kim olduğunu unutmaz. Karakter
bozumunda kara kaplı da olmayan unutkanlığa sığınılır. Ancak kim kimin
tezgahına gelir ve kim kimin girdabına takılır girizgahından hemen sonra en doğru olan işaret edilir. Ez cümle yılanın
kuyruğu kesilmez başı ezilir.
Elbette nihayetinde eden bulur ve kimbilir kendi
zaafları yüzünden Denize düşen bu sayede sarılacak yılan dahi bulamaz...
zaman: Ekim 22, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
16 Ekim 2021 Cumartesi
TAŞLARIN EFENDİLERİ
TAŞLARIN
EFENDİLERİ
"Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının,
Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı
yegahın..."
Taşların sırrına erenler, dip dalgalı her bozuk
ekonominin altın başta olmak üzere, tüm döviz türlerine pik yaptırdığını çok
iyi bildiklerinden kötü taklit saltanata asla prim vermezler. Sırra
erişemeyenler ise biteviye yere göğe sığdıramadığına tapınırlar. İktidar
ağzıyla hep maraza çıkarma hali, tam mehteran vaziyeti, her çıkmazda tezgah
spekülasyon masalları...
Değerli taşların
sırrına erenler için altın, yarınların sigortası, yastık altısı, hayat
garantisi, taşların efendisidir. Kıymetli taşlar ve mücevher dünyasının en
vazgeçilmezidir. Acı deneyimlere karşın sonsuz gerçeğin sırrına bir türlü
ulaşamayanlar için ise mücevher taşları küçük dünyaların sultanıdır...
Sultanların sultanı mucizevi taş 'inci'dir. Bir kere
inci canlı üretimdir. Dört beş bin yıllık kültür denizinin asalet mirasıdır.
Yapayı da yapıldığından en boludur belki ama yinede mücevher dünyasının en
değerli taşıdır. Doğalı pek nadirdir çünkü çevre kirliliği, aşırı av ve zehri
bol sanayileşme doğal inci neslini tüketmek üzeredir. Nesli gittikçe tükenen
sultanlardan biri de 'tanzanit'tir. Tanzanit Kilimanjaro'nun eteklerinde uyur.
Bu zoisit mineral çeşidinin rezervlerinin on yıllar içinde tükeneceğine dair
izlenim yaygındır. Sultanlardan bir diğeri 'Yakut' ise tam üç bin yaşındadır.
Taşların efendisi altının burma bileziği gibi, mücevherin sultanı incinin
Burma'lısı en canlı ve parlak olanıdır. Burmalı yakut morumsudur. Deyim odur
ki; güvercin kanı gibi parlak kırmızıdır...
Mücevher aleminin en alımlı sultanı 'yeşim'dir. Yeşim
imperyaldir, saf yeşile çalar. Yeşil gözlerin en uyumlu partneridir. Maya ve
Maori kültürlerinin kutsalıdır. Sıradışı, sağlam, dayanıklı ve en değerlidir.
Derler ki; Altın çok değerlidir, Yeşime ise değer biçilmez...
Sultanların Ural dağlarındaki temsilcisi
'aleksandrit'tir. Bukalemun özelliğine sahip sıklıkla renk değiştiren bu inci
türü, gün ışığında tavuskuşu mavisi, bol ışıkta mora yakın renkte yansır.
Yalnız sultanilerden 'Paraiba' ise Brazilyalıdır. Dünyaya canlı, doğurgan ve
dolgun mavi yeşil bakar. Rocky sıra dağlarında ise 'amolit' saklanır. On
milyonlarca yıllık deniz yumuşakçalarından da parlaktır. Yanardönerdir,
Gökkuşağının tüm renklerini alabilir ve yansıtabilir.
Himayalar'da ise 'Kashmir Safiri' yatar. Bu safiyanenin de rezervi tükenmek
üzeredir, daha şimdiden koleksiyonluk ve müzelik değerdir.Sultanların en akla
zararı ham mineral olan 'Zümrüt'tür. Zümrüt Vah Vah Dağları'nın kırmızı
çiçeğidir. Kızıl Berildir.
Sanbenito Nehri'nin safiri ise resmi taş ilan
edilendir. Mavidir ama gökkuşağı renklerini ateş rengi yansıtır...
Sultanlık sultasının endeğerli taşları, en mükemmel
mücevherleri bunlardır. Elbette daha niceleri vardır. Ancak illere, ellere, dillere,
bellere en yakışan, değerli taşların efendisi altın ile mücevherlerin
sultanlarıdır.
Değerli taşlar ve mücevherler dünyasını dip dalgası
vurduğunda, pik yapan döviz kristalize bir kesit sunar, allanıp pullanma
dünyasına. Böylece ortada ne yapay efendiler, ne suni sultanlar kalır. Sadece
sultani yegah makamında eski bir şarkıdır akıllarda kalan...
"...Tende nemli yumuşaklığı denizden gelen ahın,
Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının.
Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı yegahın,
Sultan-ı yegahın."
zaman: Ekim 16, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
12 Ekim 2021 Salı
ÇELİK GRİSİ HİÇLİK
ÇELİK GRİSİ
HİÇLİK
Ağır çelik zırhlar kuşanılsa da görünmezliğe ve
dokunulmazlığa bürünülse de, çelik grisi gemi gelir görür, bulur ve götürür.
Hatta en kudretliyken dahi bir anda çelik zırhlar delinir. Yani kaçış yoktur
hiçliğe yolcu arayan, rotası meçhule
ayarlı gemiden...
Malum mesele bağışlayan, bağışlamayan,
bağışlayamayanlar meselesidir. Asla bağışlanmaz hiç ama hiç bağışlanamazlar
vakti zamanı geldiğinde süzgeçten hakettikleri ölçüde süzülür...
Söz ve yeminle “ Önce bir ateş topu yuvarlanır
denizlerden. Delirtici havada boş hayranlıklar tekerlenir tıka basa alanlara.
Dev posterler asılır kör duvarlara. Ve
geçici heveslerden çok geç vazgçişe tenekeden madalyalar takılır. Tabiyatıyla
geleceğe sağırlaştırıcı bir tokat şaklatır boşa harcanan zaman. Beyaz elbiseli
devler zamanlı zamansız zihinlerde cirit atar. Akıldan geçenler süzgeçten
süzülene dek koyu dipsizlikte yatar. Yinede denizmavisi kelebekler heyecanla,
tazecik bahar kokuları taşır evrene. Cesaret evrenselleşir. Hatırşinas haleler
dolaşır akıl duvarında ve has sevdalıklar kalmaz. Yeni sevdalar ise boynumu
vuracaksanız vurun iletisidir ilahi kudrete. Köşe kapmaca koşuşturmacılığı bittiğinde ise iğne deliğinden geçer zaman.
Ve panzehirsiz zehir havaya suya, taşa toprağa karıştığında
sonsuz sayıda ateş topu yağar denizlere…
Yelkenliler ve mavnalar zevk zehrinden uyuşmuş
balıkları takip eder. Denizin devleri uyandığında malum yıkım başlar. Abartılı
doyulan mevkilerden acil düşüşler peşisıra artar. Zamaneler de zenneler de
dayanamaz ve kaçamazlar bu gizemli girdaptan. Gayet açık girindikleri çelik
zırhın ağırlığıdır zevatı dibe çeken. Ve bu arafta devşirme filler zamanı
durduran sıfır gongunu çalar...
Gonkla birlikte süzgeçten harp gemileri, zırhlı
kruvazörler, gambotlar, muhripler süzülür. Sürgündeki denizler ateş rengidir,
karanlık ise başka bir kara. Bir tek denizaltılardır, denizleri sakinleştiren.
Ancak sıfır anı üflendiğinde deniz de yanar ve yakar. Yerde, gökte ve
denizlerin derinliklerinde sönmesi zor bir ateştir çağlayan...
Ardına ateşten bir cümle asılır göğe, ‘gizli günahlar
yapana, açıktan işlenen günahlar herkese zarar verir. O halde engel olmak
gerekir. Ama olunmaz…’
O yüzden fırsat varken denizin sözle buluştuğu
diyarları yaşamak, dimdirek yalnızlığı içmek ve koca bir çınar olmayı yeğlemek,
köklenip sürgün vermek, filizlenilen bereketli topraklara tapmak gerekir.
Özlemlerin tümünü özlemek, özledikçe özgürlüğü sevmek gerekir. Kırmızı
gelinciklerle tavlanmış baharları, gelen yazını giden kışını bilmek gerekir.
Yaprak kımıldamayan akşamlarda, dost masalarına çöreklenen masal devlerini hiç
değilse yermek gerekir. Hele hele iblisleri mutlaka yenmek gerekir.
Yoksa son limana araç işlemez, sandallara güç yetmez,
mendireğe akıl ermez, yolculara kar çamur yol vermez. Yani lebideryaya bir
bulaşıp pir yerleşir ihanet. Dillere vurmuş zenginlik süzgeçte biriken tortuya
aldırmadan
ıssız cami avlularını dolaşır. Oysa süzgeçten
süzülmeden önce ölümsüzlüğün ışığında bir lokma bir hırka yanmaktır mesele...
Mesela “ Binlerce ateş topu kıyıdan köşeden yağmur
gibi yağar ama değersizleştiremez kutlu dengeyi. Binlerce ateş topundan ve
binlerce harpten daha fazla zararı dokunur yalan dünyaya, süzgeçten hakkınca
süzülmemişlerin. Delinmez çelik zırhlar, çifte su verilmiş
kılıçlar, ok ve mızrak yaraları, mayın, top ve gülle yanıkları, avuç
ayası kadar verilmemiş toprak hangi denge unsurudur çok geç anlaşılır. Değişik dinler
ve dillerde, dualar ve yakarışlarla geçer kısa zaman. Ve esenliğe hasret
ıslak gözlerden süzülür. Ve ölüme
yatılır, rotası meçhule ayarlanmış çelik grisi gemide…”
Kara melekten kaçacağını zanneden çelik zırh kuşanmış
ve dokunulmazlık zarfına bel bağlamış zatları, lafta görünmezliğe bürünmüş
sahte kudret fanilerini kara delikler gelir, görür, bulur ve yutar.
Bağışlayan bilir, rotası meçhule ayarlı gemidekilerin bağışlanacaklarını veya
hiç ama hiç bağışlanmayacaklarını. Yani asıl mesele çelik grisi hiçlik
meselesidir...
HAYATI ÖĞRENMEK VE OKUMAK
Hayatın birincil şartı kıyasıya öğrenmektir. Hayatı
öğrenmek; doğuştan ölüme, ömür süresince her gün yeni bir şey öğrenmekle olur. Öğrendikçe
hayat renklenir ve güzelleşir. Öğrenmenin temel ögesi ise okumaktır. Yani yol ve
yöntem öğreten en doğru enstrüman kitaplardır. Yetişmenin, gelişmenin ana
kaynağıdır kitaplar. Onlardan esinlenmedir, kör karanlıklardan çıkmanın işaret
fişeği. Zaman yoğun şekilde akarken, zamana okumayı ve öğrenmeyi katmaktır
insan olmanın asıl meselesi…
Hayat yolunda yoğrulurken, doğru yorum ve yeniliklerin
tamamı özgür düşüncenin eseridir. Özgür düşünce, bilmek ve bildiği ile yetinilmedikçe
kazanılır. Her şeyi bilirim diye bir olgu yoktur hayatta. Yani ustalaşmanın, uzmanlaşmanın
sonu yoktur. İşte bunca yoklukta, güvenilir sezgi ve güçlü yeti kazandırır okumak.
Okumak hayatı öğrenmeyi de kolaylaştırır. Yani ne kadar çok şey bilinirse,
bilgi ölçüsünde ilerlenir. Aksi durum gerilemeyi ve gericiliği dayatır…
Hayatı öğreneyim derken hayatın içinde boğulmaktansa,
önce kitaplara boğulmak, hayatı okuma bilinci edinmek, en doğru yatırımdır. Çünkü
hayatın acı gerçekleriyle baş edebilme donanımı sağlamadan hayata atılmak, çoğunlukla
hüsran getirir. O yüzden mevcut birikimlerden sürekli, hiç büyüklenmeden yararlanmak
gerekir. Meseleleri çözüme kavuşturmak anca öyle kolaylaşır…
Kolay geçmeyeceği açık ve net kısa ömrü, bilgi peşinde
koşarak doldurmak gerekir, hangi yaşta olunursa olsun öğrenmeyi öğrenciliği terk
etmemek gerekir. Bunun artısı getirisi hiç değilse vitrin mankeni olmaktan
kurtulmaktır. Konu mankeni olmadan üstlenilen işleri ve emanet edilen değerleri
hakkı ile korumak ve tuttuğu işi başarmaktır. Elektronik makinaların ve
sahiplerinin egemen olduğu dünyaya yeni hayatlar adına korkusuzca direnmektir. Asalak
ve sömürgen dünyaya kim ne derse desin yüreklice karşı koymaktır. Maddi
çıkarcılığın ve ahlaki yozlaşmanın esiri olmuşlara haddini bildirmektir…
Dünyaya bomboş bir zihinle adım atılır. Adımlar
hızlandıkça dünya değişir, zihin dolar, ömür akıl ve irade sezgisi çerçevesinde
devam ettirilir. Hedefler ve değerler doğrultusunda hayat şekillenir. Hayat
denen bu kısa yolculukta beyindeki 5 milyar hücre, bilgiye ve öğrenmeye açtır,
devamlı doyurmak gerekir. Dünya hayatının girdaplarına asla kapılmamak, hayatı
öğrenmek, hayatı doğru dürüst okumak için kitapların dostluğuna güvenmek
gerekir. Elbette her şey bilinemez, bazen deneme-yanılma yoluyla da öğrenilir
ama imkansızı alt etmenin yolu okumaktır. Oku hedefe vardıran kitaplardan vaz
geçmemektir mesele. Yoksa basit ve sıradan olmak çok kolaydır, hatta her şeyi
bilirim ve de yaşarım savurganlığıyla bir anda hayatlar değişir. Uzun yılların
emek harcanmış tortusu, bir anda kurtlar sofrasına yem olur. Yani arsız saldırganlığın sonu, yok olup
gitmek, kızıl alevlerde eriyip bitmektir. Bilakis boşa geçen bir hayattır bir
adım sonrası da...
Hayatın birincil gayesi, her kararlı adımda kazanılan bilinçle,
sonsuza dek kutlu davaya hizmet ve deniz mavisine uzanıldığında, sonsuzluğa
tutunmaktır. Yaşamları ölümsüzleştiren, yakıcı tutkuyla mevcut enerjiyi yerinde
ve zamanında kullanma yeteneğidir. Hayatı doğru okuyanı yıkılmaz kılan da bazen
uygun zamanı hiç beklemeden hiçliğe pik yaptıranları, en dibe postalamaktır. Bu
uğurda öze cesaret katan, sözde değil özde davranış ve geleceği öngörme,
karşılaşılacakları kestirebilme farklılığını bir kez olsun sınamaktır. Çünkü öğrenmenin
yaşı başı yoktur…
Öğrenmek önceden sonsuza kabuğun kırılmasıdır,
pusulası okumaktır, parolası kitaplardır. Kitaplardan gökyüzünün maviliğini
öğrenmektir, maviyi kuşatan Güneş ışığını içmektir yangın. Sönmeyen yangını
kutsamaktır. Yıllar yılı sürecek krizleri aşmanın yolu, yolunda gitmeyişi ve belirsizliği
giderecek en etkili çözüm, hayatı yeniden okumaktır. Sil baştan hayat kurmak veya
hayatın içinde çareler aramak ve doğruyu bulmaktır. Hayatın sırrı, öyle laf üretmek
ve rüyaya yatmakla çözülemez. Hayatın içine öğrenme tutkusunu beleyip,
kitapları sırdaş eyleyip eyleme tutuşmaktır kesin çözüm. Yok oluşa her gün bir
adım daha yaklaşıldığı düşünülerek var olmaktır amaç. Çünkü hayattan tek kare,
hayatın tüm gayesini Gazze kuyusuna gömer…
Kara toprağa gömülmeden az evvel dahi olsa hayatın
ölümcül gailesi mutlaka, öğrenmekle, öğrenmek için okumakla, kitapları sevmekle
aşılır. Hayatın birincil şartı oku’dan itibaren neredeyse tümüne ihanet
edenlere ise şimdilik bekleyin-görün makalesi yazılır...
ZAMANE RUHU...
Ne yazık ki dünyaya egemen olan durum tuz kokar ve zaman
hızla biter durumu. Bu duruma koşut yarını hiç düşünmeden bugünü yaşamak
biteviye, resmi elden modalaştırılıyor. Demodeliği aşikar modda açık gizli,
akıl dünyasının kodlarıyla oynanıyor. Yani yeni model babında, eski yeni tarihi
tüm koordinatlar gizlice çarpıtılıyor. Çağdışı mantığa aşinalıkla, tarihin
kadranına hiç de doğru bakılmıyor. Medeniyete katkı sunan uzun yolculuklar ve
göz alıcı tarihi süreçler ise tamamen yok sayılıyor. Böylece zamanın ruhu, zamanla daralıyor,
dahası özgürlükler daraltılıyor...
Resmen dağılmaya özgü aldatıcı tasvirlerle süslenmiş ve asla
estetik kaygısı olmayan atıflarla, salt algısal yanıltmaya dönük sahte tarihsel
tasarımlarla bütün kuşaklar cezbedilmeye çalışılıyor. Yani yarınlar bu günden
bedavaya harcanıyor. Sonsuz olanakların tarumar edilişi sığda, sağda, solda
anlamsız detaylarda boğulmalar ve ucuz hikâyelerin getirisi bozulmalarla
görmezden geliniyor...
Durum apaçık iken tüm bu içinden çıkılmaz haller aslında
dünün eseri. Resmen koleksiyonvari sahneler, göz boyamacalar ve yürek
kabartmalar ise bu güne özgü estirimler. İşte bu yüzden yarınlar insanlığa ve
uygarlığa yön vermekten uzak biçimlenecek gibi...
Kestirimler bu yönde çünkü tarifi ve dayanılması olanaksız
durum, taraflı bakış açısına göre geniş katmanlara yediriliyor. Süleymanın
mührü sayılan mühür, zamanı kullanma sanatını alenen ziyan ediyor. Bu yüzden
zamanın ruhuyla resmen alay eden kör karanlık zor kalkacak gibi. Sanki sırf bu
nedenle hala hanedanlık hayranlığı aşılanıyor. Harem aşırı merak
uyandırdığından hanende melekler aranıyor. Arada karada arsızlığa pik
yaptırılıyor...
Dillere destan öyküler arsızca karikaturize edilerek sınırlar,
kıtalar ve zenginlikler imparatoryal düzeneğin emrine sunuluyor. Bu arada can
yakan yönetsel tekniklerden faydalanılarak, toplumlar tarihi miraslarından
koparılıyor. Zamanın ruhuna ters oranda, lafta muhteşem medeniyetler ısrarla
aynileştiriliyor. Tarihi eritip kalıplara dökerek, mümkünsüzü
mücevherleştirmenin mümkün olmadığı bilindiği halde tekrar tekrar tarihe
kurgusal anlamlar yükleniyor. Böylece herşey kökten halledilecek sanılıyor.
Oysa modern zamana eskici hamleler veya eskiyen zamana modern dokunuşlar hiç
bir yenilik kazandırmaz. Sadece zaman kaybedilir. Ve tüm bu yabanıl gayret
sadece vakti zamanı geldiğinde yaşayan tarihten, kökten kazınmayı getirir...
Zaman artan hızla akıp giderken, bazen en büyük uygarlık
simgesi değerler bile dönem ruhunu yansıtmaz. Çünkü ya zamanın ruhu kaybedilmiş
veya akıl durmuştur. Kayba yönelen akıl ise zamanla, zaman ve mekân üstü
özgürlük felsefelerine kayar. Tarihi ve geleceği tuz buz eden durum işte budur.
Dünyaya faşizanca hükmeden duruma koşut, değişen koşullara
ayak uyduramayan insanlık resmen tarihsel ayrım ve ayrışma sürecini yaşar.
Öyle bir yaşar ki, dünden usanmış, bugünden vazgeçmiş,
yarınlarda zamanın ruhunu arar…
zaman: Ekim 08, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
4 Ekim 2021 Pazartesi
KUYU KAİDESİ...
KUYU KAİDESİ...
Bazen hısım, kıyım, kırım şeytan üçgeninde, kutlu uyumu
bozacak ama asla gelenek terk edilmeyecek
hassas günler yaşar insan. Maddi manevi yürek acıtan yörünge kayması
yaşar memleket. Ve millet hay huy değiştirir. Can sıçratma sarmalında,
karatoprak didiklenir, derin kuyular kazılır. Yalan dünyanın dibine doğru kesit
boyutları iyice daralır. Pikleme vurgusu, döngü burgusu, dünyalık kurgusu hiçbir
işe yaramaz. Eninde sonunda kutsal emanete ihanetçiler yerin dibine
kapaklanır...
Karakter çıkmazında kuyu kazmayı vazife sayanlar ise çemberi
sırasıyla çıkrığa sarar. Çember dışındakiler için kara buğdaydan kuymak, kaymak
tadında bal şeker kıvamındadır. Harcanışa eşitlenmeyle birlikte açıklar saçılır, açlık yayılır,
hatta ekimde deniz kabarır yine de kavimler uyur...
Uyurgezer yolculuk uzun olduğundan ve dağları korku
sardığından herkesin kazdığı kuyu aslında kendinedir. Huzursuzluk akıllara daldıkça
da getto ile ölçülen ağır ve beter günler kuyumlanır. Ve mahir, cevahir yürek
taşıyan gevherler zümrüdüankayı ateşin gözüne, yeryüzünü ıslak kuyulara sallar.
Kuyuya düşme sırasına göre yeryüzü sıcağı kalleşçe, kar kuyulu tesisleri de
kavurur. Tek elden, bir ağızdan hasarlı haykırışlar doğanı yaralar. Ve
yaralayanlar kuyu çeperini yaşamaya mahkum edilirler.
Devir belki kazma
kürek kazılan dipsiz kuyularda gizlenen köryılanların devridir. Köz gibi
yakan günler, yanıtsız sorular ve körkara kuyuların esrarı acaip can sıkar.
Kızılalev, canları anında yutar ve eritir. Kayıt kuyut hakkınca
tutulamadığından sığ kuyulara fit olunur...
Yolculuğun hayli ilerlemiş aşamasında ifrit olmak da vardır
bazen. Eşelenen eşsiz manzaraya takılmak da vardır. Kuyular aleminde keyim,
keyfim, kuyum yokluğuna ek, ezelden uyum sorunu da vardır. O yüzden uyarına
gelse de gelmese de başucuna çam istenir...
İşin aslı cam kırılır, can yanar, çam bahanedir. Tek gerçek
vardır, herkesin kuyusu kendinedir...
zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...
ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...
Hiç geçmesin istenendir Deniz ile geçen ömür ama geçer. Cız
etse de yürek, zaman hiç durmaz su gibi akar. Bir çırpıda biter hikaye. Asıl
hikâye, cıscıbıl bembeyaz bir kumaşa sarılmaktır ve hep ilkler anımsanır. Sonuçta üzerine hayat perdesi
üflenen nefes çekiliverir. Deniz canda, Deniz akılda, Deniz yürekte,
sessiz sedasız sahneden çekilmeyi bilmektir mesele...
Mesele hiç çekinmeden ölüme yürümektir. Yiğitlik gönül
rahatlığıyla bilinmeze gidebilmektir. Maharet. masmavi gökte parlayan
gökkuşağıyla, lapa lapa sonsuza çağlamaktır...
Doğrusu Denize doğulan gündür, kömür gözlü ömür perisiyle
tanışma anı. Devamında yalınkılıç ufka seğirten hırçın dalgalarla
umutlanmaktır. Ecel şamarını çarpana dek. Çarpılana dek sultanlıktır ömür. O
nedenle son nefese dek durulmaz yürekle yüreklenilir. Duyulur duyulmaz bir
fısıltının anımsattıklarıyla sus telkinine karşı ayaklanılır. Zaten son ayak
sonsuzluktur. Gerisi koca bir yalan makamıdır...
Makamı sahici olan sadece denizdir. Denizdir, buz tutan
gözlerdeki kavurucu güzellik. Dahası kör bıçak gibi göğse saplanan gökkuşağıdır
Deniz. Göksel sakinleştiricinin öğütlediği kıvamda ayrımsız ve katıksız histir.
Hislenmeye tek sebep, tohum serpilen mevsimde ekim üçlemesinde bir avuç
doğandır. Denize düşen şavkı ise iyi ki
doğdun kızıl toprak ve güneş tenli yaprak tekerlemesidir. Dünya bir yana, derya
bir yana iyi ki doğdun Deniz güncellemesidir…
Değilmi ki doğum ile ölüm arasında geçer gider anılar. O
yüzden göksel anlaşmaların Denizin derinliğine yansımasına yürek dayanmaz. Zor
soluklanılan tılsımlı gün batımlarında, bir batında doğan dalgalarla
bütünleşmeye de can dayanmaz. Çünkü en hakiki hazine, gökkubbe tam yıkılacakken
ansızın beliren denizdir. Ve yalazlı bir siluet gibi kristal kubbeye asılan
gökkuşağıdır hakikatın ilk belirtisi. Ve hiçten gelinir hiçe dönülür repliğinin
içselleştirilmesidir her insanı erken yaşta büyüten...
Büyüteçsiz büyündükçe tutkuyla türküler söylenir. Söz
meclisten dışarı zalime söylenerek, sitemlerle de yaşlanılır. Hemde ardında giz
değil, sonsuza kalıcı iz bırakarak. Aksi halde ılıman bir serinlik tutar
yakadan ve bir yakadan, Karşıyakaya koca bir ömür hayal olur. Beş paralık
sistem çöker çökmez hüzün dağılır ve ayakta bir tek Deniz kalır. Kaldı ki
bilinmeze yolculuk kapıyı çaldığında önce düşler kararır, sonra cihan güneşi
denize düşer. Yani yol tükenir, yolcu epey yorgundur ve hararetle ömür
perisinin yolu gözlenir...
Yeryüzünde güneşin tutulduğu gün, Denizin doğduğu gündür.
Günlerin getirdiği yolculuk nereye ise yol orayadır. Ansızın gök gürülder, yer
yarılır ve başı sonu bilinmeyen notalara basılır. Yüreğe dokunan ise nice
şarkılardan evla şarkıdır, kıssadan hisse Deniz şarkısısır. Söylenir, dinlenir,
eşlik edilir ve sıra dışı sözler sonsuza dek havada asılı kalır...
Giderayak elası ve edasıyla, cefası ve sedasıyla, yangısı ve
yankısıyla, aşkı sevdasıyla rengarenk kuşanılan sadece denizdir. Varlık nedeni
yokluk sebebi sırf denizdir. Onca yılın beklentisi de denize ulaşmaktır.
Okyanuslardan vazgeçip salt Denize koşullanmaktır.
Deniz içindir tüm uğraş ve çaba. Deniz, kor demir kör duvar
çıkmazında yürekten bağlanılan tek renktir öyle bir renk ki tek başına
rengârenktir, gökkuşağıdır...
Gökkuşağım, ömrün Deniz olsun...
zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
1 Ekim 2021 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder