HAYATA DEVAM ŞARTI..
Herkese her şeye karşın hayata helalinden devam şart. Günden
güne ağırlaşan hayat nedeniyle tahammül sınırları zorlansada, göz göre göre
orman kanunları güncellense de hayata helalinden devam şart. Şartlı şurtlu
devam şart çünkü meydan boş kalmasın. Zor kazanılan saygınlık bir kalemde
yitirilmesin. Aklı, bilinçaltını kuşatan basit tutkular etkilemesin. Bireysel
düzeyde ve toplumsal ölçekte hayati dizayn bozulmasın. Bilim dışı çıkarımlarla
aidiyet hissi zedelenmesin. Evrensel pratik yerine dogmacı statik biçimlenmesin.
Çapraşık süreçler çağlamasın. En nihayetinde kale ne içerden ne dışardan
fethedilmesin.
İşte sırf bu nedenlerle biteviye, hayata helalinden devam
şart...
Hayata helalinden devam için gittikçe dayanma gücünü
zorlayan koltukçu, korumacı, kovuşturmacı ve aşırı yasakçı zihniyete karşı
duruş şart. Yanlışlara, yalanlara ve yanılgılara karşı çıkmak da şart.
Kolaylıkla vazgeçilemez idenin karakteristik özelliklerini savunmak da. Onun
için en sol perdeden son perdeye helalinden mücadeleye devam şart. Yılmadan
usanmadan, rasyonel düzeyde ve en helalinden...
Helal olsun dedirtecek biçimde, şartlı kompleksleri ve ucuz
kompliman sıradanlığını bir kenara koyarak hayata devam şart. Hayat madem zayıf
ile güçlü kapışması cesur bir duruş da şart. Yani gericileşen atmosfere inat,
hiç gerilmeden önyargısız, arı ve
arınmış halde hayata devam şart. Şart şurtu tek cümle, insancıl bir ide ve eda
ile helalinden hayat...
Hayata küsmeden, tek merkezli ters akıntının tekerlendiğini
görmezden gelmeden, arsızca kemikleşen tarafların oyununa gelmeden, onlarla
aynı pay ve paydada asla buluşmadan
hayata devam şart. Yeryüzü açık hapishane, gökyüzü herkesindir inancıyla en
helalinden...
Hayal alemine dalarak, düz mantıkla yüz karartacak fikri
sabite kitlenmeden, eğri büğrüye eklemlenmeden hayata devam şart. Tescilli
hezimete uğramamak için otoriter yapıyı sistemleştirenleri silkelemek şart.
Despotizmden beslenen mevcut kof model heveslilerini de helalinden.i gömmek...
Hayat zorlaştıkça tarihsel kökü çürük, klişe kalıplarla
dayatılmaya çalışılan manzara ve portre cambazlığına ve imaj cilası
simsarlığına direnmek şart. Bu uğurda sözü olan korkmadan söyleyecek ve bu
günden yarına hiç çekinmeden üst seviyede hayatla mücadele devam ettirilecek.
En can alıcı şart bu. İki mirasyedi havasında oyunun kurallarını tersine
çevirenlerle, ihanet boyutunda çark edenlerle mutlaka en helalinden
hesaplaşılacak. İşte o hesap gününden zerrece korkmamak da şart...
Şartın şartı herkese, her şeye karşın hayata helalinden
devam. Tek şart helalolsun derecesinde helalinden hayata devam. Aslı hu nesli
hu hayata devam şartı tek kelime, helalinden...
zaman: Ekim 01, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
29 Eylül 2021 Çarşamba
ÖLÜM KALIM SAVAŞI
ÖLÜM KALIM SAVAŞI
Hayat bazen zor geçen kirli paslı günleri, ölüm kalım
savaşına endeksler. İşte o zaman görünen iki yüzü de keskinleşir yaslı şehrin.
İster istemez siper kurulur, çanlar çaldıkça bozuk pusula parlatılır. Çünkü kor
ateşe yakışan, ateşsiz silah ustalığıdır. Gerçeği küsküleyecek belgeler, kurtarılmış bölgeler
ve kutsanan gölgeler ise çıplak kının içinde belde tutulur. Haliyle can tatlı,
can pahallıdır. Can pazarında canan aşkına bıçak sırtı yaşanan hayat ise salt
ölüm kalım savaşıdır...
Soğuk savaş sonrası etrafa yayılan bir damlacık umut varsa
eğer kontrollü öfke nöbetleriyle gelişen, can bedenden çıkmayana dek unutulamaz
asli meseleyi, toptan halletme faslına özlemdir. Dağların öteki yüzüne dağılan
beter korku ise şehrin loş sokaklarına saklanmış kara boşluklardır. Boşlukları
mutlaka ılımışık doldurur. Hele haince zülfiyare dokunanlara ise resmen töre
işler. Hatta öyle bir işler ki; kıta, ülke, bölge, şehir, ilke asla tanımaz.
Kaşla göz arası törenle ikiyi birler, biri dörde parçalar, hayatın gerçeklerine
kılı kıpırdamayanlarla beraber zül cenahına Cenabı Hak'kın kanunlarını
anımsatır. Zaten satır arasına koyulan korkak ve silik saklambaç oyuncularına
denklenebilecek hayat, kuytuda karaltıda körebeye yakalanmayla neticelenir...
Yani sımsıcak ten, soğuk çeliğin keskin yüzüyle öpüşünce, suç ve ceza kapsamına giren ne
varsa dört bir yana sıçrar. Tavında dövülmüş kor demir, kabuk bağlamış tüm yaraları
yeniden dağlar. Ve şehirde tek bir yaprak kıpırtısız kalana dek ölüm kalım
savaşı sürer ta ki can bedende soğumayana kadar. Sonuçta her gizem mutlaka
çözülür ve kılıçtan keskin köprüde konukluk başlar. Bu sırat seyahati Kılıçlar
Şahına ve ağır kalkanları yırtan Yatağan hamlesine selamı gerektirir. Elde
olsun olmasın, el, bel, dil, din, iman çıkmazında bin yılların alın teri ve
emeği tek hamleyle çalınınca, ömrün kalanı elbette toptan hakediş formatıdır.
Bu formasyon bedduası bol dua gerektirir...
Hayat arenasında arsızlaşan akla hayale sığmaz ihanetçi
hüner, ele avuca gelmez tuhaf komplocu tavır her koşulda aradan sıyrılmayı
sağlasa da sadece toptan yok oluşu simgeler. Ve yol yordam tanımaz vakalar
ardında kılcal izler bırakarak, nereye dokunursa oradan ölüm fışkırtır. Ve kara
damgalı, ıslak imzalı yazgı kendiliğinden ama keskin cesaretle yazılır...
Ne yazık ölüm kalım savaşı bazen santimle canlı hayatın
önüne geçer. Ve sanı kanı ile katmerlenen kirli paslı günler, günü geldiğinde
bir güzel temizlenir...
Hayat işte tek gayesi temiz günler umuduyla yaşamak ve
yaşlanmak...
zaman: Eylül 29, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
26 Eylül 2021 Pazar
HİLESİZ HURDASIZ HAYAT FELSEFESİ
HİLESİZ HURDASIZ
HAYAT FELSEFESİ
Hilesiz hurdasız yaşamayı hayat felsefesi sayanların işi
iyice zor. Çünkü yurtta ve dünyada atmosfer çok karışık. Millet bedavacılık
uğruna bir dava peşine takılmış gidiyor. Oysa ileride dramatize edileceği bariz
kara günler kapıda. Yine de üst düzey aldırmazlık cazibe merkezi. Güdümlü robot
medya ise hal ve gidiş, tarihte görülmemiş oranda berbatken hala fantastik
çizgide çırpınıyor. Gidişat ne muhteşem kıvamında, bilimsel kavramları tersyüz
ediyor, sosyolojik çalkantıya mani olabilecek malzeme kolluyor. Manidar ama
mahşeri manşet cambazlığı devrede. Mevcudu yedirme telaşıyla pes edilesi
yancılık, hile hurdayla pespaye yayıncılık zirvede...
Estirilen rüzgar ise karşıtları tam kışkırtma artı yarım
yamalak ajitasyonla buzul çağı takımına amigoluk çağrısı. Mantıksal gerekçesiz
uydurulan peri masalı ambalajında geri plan masalı. Topyekun saltanat
heveslilerine hap gibi yutturulan sallamalardan, fren tutmaz kürsü
atmosferinden marjinal faydacılık. Faraza sırtını yeşil banknot balyalara dayama seferberliği
ilanı. Resmen akıl tutulması günleri...
Bıkmadan usanmadan her gün yinelenen gündem ise milletin
makûs talihi ve beka kaderciliği. Gelinen nokta hesabıyla dünyaca gülünç
görülen ulubüyük, necip millet atmasyonu. Havadan sudan temaşa, havanda su
dövme yalancılığı. Muhteşem denilen durum dip yapmış, memleket kurtarılamayacak
denli kötü şartlara gebe, duyarsızlık had safhada. Bu yırtık yama tutmaz
diyebilenler ise kısık sesler korosu. Yurttan sesler böyle olunca iktidarı
muhalefeti hilesiz hurdasız yaşama derdindekileri unutmuş gibi. Zaten dert çok, yıllar yılı evrim yok, devrim yok,
umutlar bir bir tükenmiş, türevlenen daima aynı tas aynı hamam. Havadan
iktidar ve hava civa muhalefette sırf bu
boğuk havadan. Sonuçta Bir Millet Uyanıyor şahikasından bir millet uyuyor,
uyudukça batıyor döşeğine devrilmiş memleket. Melekeler forsalanmış herkes
uydu, herkes suskun...
Dalgalı denizde periskop bir aşağı bir yukarı kayıtta ama
izlenilen macera aynı mecrada, görülen manzara aynı perişan manzara. Açık seçik
havalanma, herşeyi hiçe saymanın getirdikleriyle övünme ve öykünme...
Kara öykü bu ya atmosfer zam selleri ve gam yelleriyle
toptan küresel piyasalara tabi. Uygulanan hala bul papazı al parayı tarzı
ekonomik probaganda. Palavralara yarı buçuk millet kalpten razı. Diğer yarısı
saray rejimi ve rant ekonomisinin dayattıklarına metezori katlanmakla başbaşa.
Daha bunlar iyi günler, millet daha neler görecek neler kapsamında gerçekçi
senaryo üretenler ise bir fırsat yaratılıp ümüğü sıkılanlar hanesine kayıtlı...
İşte bu kayıt dışı piklenen sıkıcı atmosferde, hayat
felsefeleri gereği hilesiz hurdasız yaşamaktan ödün vermeyenlerin hali harap.
Ödeyecekleri bedel ise epeyce ağır. Günden güne daha da ağırlaşıyor...
Mevcut durum olacak gibi değil ama olduruluyor. Hayat
felsefesi olmayanların, olacak o kadar sürahisi hileyle hurdayla
dolduruluyor...
zaman: Eylül 26, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
25 Eylül 2021 Cumartesi
İZLİ, GİZLİ SEMBOL ASRI...
İZLİ, GİZLİ SEMBOL
ASRI...
Son çeyrekte bin yıllık maddi manevi değerleri yozlaştıran
enstrümanlar bir bir yer altından çıkarıldı. Hatta çıkarılmaya koşut geniş
coğrafyalara monarşik otorite bazlı merkeziyetçilik iyice yayıldı. Böylece
oruncu zorlayıcı tersine gelişim mayalandı. Efsanevi hikayelere dayandırılan
parlak tapınak temsilciliği
ilahlaştırıldı. Çağın yeni düzeni izli, gizli semboller ve derin
sırlarla yüklendi. İzmlerin izi tarihten silindi. Lokal yükümlülük güne
kurtarmaya yönelik hale getirildi. Oran kanunu bozuldu ve işler hepten sarpa
sardı...
Bu çarpık yeni düzende illa ki zanaat mitolojisi prim yapar
hale getirildi. Çıraklar, kalfalar, ustalar ve işçiler düzeneğine uygun,
duvarcı teması üzerine inşa edilen bir despotik sistem geliştirildi.
Labirentimsi geleneğe özgü anlayışla, başına çekiç, şakağına çekül, diğer
şakağına tesviye aleti simgeselliği her fırsatta mimlendi, tasfiye edildi...
Bu minval üzere modern dünya yönetimleri dahi inanç
birikimine ait alegorilerle dizayn edildi. Haliyle körkörüne adanmışlık gizli
güçlere alet oldu. Modası geçmiş ritüeller uğruna tarihi kanıtlar tahrif
edildi. Ve üstadlık makamının onursal derecelendirmeyle, tarihin kilidini
açabileceği varsayıldı. Bu varsayım otoriteyi perçinleyen, asra zıt yeniden
gecekondusal bir sürece evrilmeye neden oldu. Zamanla kurgusal şüpheler,
kurumlu sefahat düşkünlüğü ve kutsal değerlere saygısızlık gittikçe arttı.
Öyle ki öncül her düşünce, yeni bir düşünce değildir
bağlamında alınıp, çağa inat eğreti model tescillendi. Saltanat sultalandı. Lahitler
arası vizyonla yükselmeler, müsvette yüceltilmeler özellikle yerel sunumlarla
genele ulaştı...
Bu dehliz kurgusunda değme düşünürlerin idelerini ve
hayallerini yeni dünyaya algılatmak da zorlaştı. Resmen göç simsarlığı
etkinleştirildi. Kamu tanrıcı bir formasyona tabi oldu. Tamu kıtalaştı.
Gizliden gizliye, izli izmli çelişmelerin eksik parçalarını bütünlemeye dönük
yeminli murakıplık, lafta ileri demokrasiye hizmetçilik yaygınlaştı. Bu
anlayışla yeni dünya düzeninin tohumları ekildi. Olduğu kadarıyla meçhul
filozofluk, iyi hatiplik şartı yüksek mertebe görevler için yeterli donanım
adledildi. Sarfedilen her sözün kanun sayılma ve emrivaki kanun yapma dönemine
geçildi. Geçiş dönemi psikolojik baskı, sosyolojik yağma ve kelebek etkisiyle
yürütüldü. Sonuçta devasa bir yetki ile yetkilendirme ve politik itibarlandırma
modeli sınırsız güce erişti. Bu haksız itibarlanma zamanla temel prensipleri de
yok eden yönetme zeminini oluşturdu.
Algı yönetimi her an izli masumiyet, her an izmli mazlumiyet
ve gizli aleniyet çerçevesinde hatırlı teslimiyeti ayyuka çıkardı. Yine de bu
gizliden gizli izli, izmsiz semboller ve sırlarla yüklü, lokal yükümlülük
düzeni açılan kredileri hepten tüketti. Gaf ve laf enflasyonuyla seçilmiş
azınlığın ekonomik ve politik otoritesi sıfırlanınca da sona yaklaşıldı...
Görünen o ki gelen çeyrek asır tekrardan yer altına çekilme
asrı...
zaman: Eylül 25, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
24 Eylül 2021 Cuma
GÖÇ, DENİZ MAVİSİ YOLCULUĞU...
GÖÇ, DENİZ MAVİSİ YOLCULUĞU...
Özgürlüğe susamışlığa yakışan rengi arama eylemidir göç.
Gökkuşağı altında en aykırı serüvenleri yaşamışlığın deneyimiyle yeniden yaşam
dizaynıdır. Ne bir vedalaşma ne sıradan uzaklaşma ne de kader külahının altına
sinmedir. Gayet açık güneşe düşen gölgelere ateş gülleri savuran kuvvetli bir
sille girişimidir. İlave olarak illiyeti Denizaşırı güncellemedir. Güngüne
denklenen gayretle bir deniz mavisi yolculuğudur göç...
Her göç aslında göçük altında kalmamak için kutsal
kazanımlar biriktirme yetkinliği, sorumsuzca sollanan gerçeği ispata açık
çağrıdır. Çapsızca özele uzanan
köryılanın başını ezmek için güç toplama tavrıdır. Boyu, toyu ve
soyluluğu sonlandıran arsız taşkınlığın taş duvar ölçüsüyle hizaya
çekilmesidir. Çatkapı çarpıklığı çatlatacak öç duygusunu, deniz mavisi göç ile
olay mahallinden uzaklaştırmaktır. Ayrıca
her göçün insanlık ölçeğinde kutlu yolculuk ve utku boyutunda en kutsal
olduğunu cümle aleme ilandır...
Malum manzara kuzeydoğuda bir yerde marazaya evrilince,
mevcudu yerle bir edecek
deniz mavisi yolculuğa aşırı şartlanmadır göç. Can suyunun
kurumasıyla, serde göçerlik, tünelin ucunda ışığa ulaşmak için kaçınılmaz bir
yaz mavisi dayanışmasıdır göç. Işığı usturuplu planlayıp, hesabı asla mahşere
kalmayacak karanlık bir durumu ziyadesiyle kati karara bağlamaktır göç. Asla
geçmişe sünger çekmek değildir deniz mavisi yolculuk, süngersi akıl
çıkmazındakilere ve zemin çakılmasına dalanlara ebedi davayı her fırsatta anımsatmadır.
Ezeli davayı silbaştan başlatacak, cibiliyetsizlerin ceddine rahmet okutacak,
sırası geldiğinde de kılı kırık yaracak kutsal isyandır göç. Göçer giderler
arenasında kutsal mirasa ihaneti affetmeyip arı kovanına çomak sokmaktır göç.
Geç kalmadan sınır ötesi yolculuk hatta zaman ötesi mekanlara bilabedel tek
yönlü bilet kestirmektir. Kör karanlıkta alabora olmamaktır tek mesele. Mesela
hiçbir göçün keşkesi olmaz, özünü kaybetmişlere de hiçbir göç, hiç bir deniz
mavisi yolculuğu rahatlık sunmaz. Her tutsak adımda rastgele sunak sunar ve
dahi tuzak kurar...
Kurumlu kurumsuz evrensel rastlantı saltanatına isyan
derinleşince göç kendiliğinden başlar. Deniz mavisi göç saklı dünyaların ve
arayışı sürdürülen büyük hesap gününün de keşfidir. Kesintisiz keşif sürdükçe
de o bilindik muamma ve aşkın dürüstlük deniz mavisi göçe hız verir...
Sona yakın hız dört dörtlük kıvama erişince, bir başka deniz
mavisi yolculuğu göç başlar...
zaman: Eylül 24, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
22 Eylül 2021 Çarşamba
KUŞADASI ŞARKI SÖYLÜYOR...
Kuşadası hudutları
dışında, gittikçe özgüveni silkeleyen sinsi ve karamsar düşler dağılıyor
derya deniz. Kuşadası dahilinde denizden içeri zeytinliklerin
betonlaştırılmasıyla iyice yalnızlaşan kumsallar ağlıyor. Durgun denizi
sarmalayan altın sarısı kumlar güneşi kana kana içerken, tutarlı tutarsız
tercihlerin prangalandığı, savruk dalgaların marjinal kimliksizliği
tırmandırdığı bir fanusu yaşıyor kent. Üstelik pandemi ölçeğinde komple
kuytulara sinmiş ıtırlı koku ve imparatoryal korku telaşıyla. Kahır
karatoprağın en serinliğine kirli tırnaklarını saplamış ama nemli köklerden,
ılıman meltemlerle salınan titrek yapraklara dek, börtü böceğinden asla doğaya
nankörlük etmeyen canlılarına, envaiçeşit familyalarına dek denizde karada
en komplike, en doğal orkestrayla,
tumturaklı güftesi olan
şarkılar söylüyor Kuşadası...
Kainatın sınırlarını zorlayan ritmle herkesin bildiği ve
mırıldanabileceği, o en sahici, en sihirli, en duru, su gibi berrak şarkıları
söylüyor Kuşadası. Hemde kin ve nefretin bilinçleri kör ettiği, cehaletin
kulakları sağır ettiği bir ortamda. Doğru basılan notalar doruklara uzanıyor,
nakaratlar yerle göğü birleştirmiş ufka sarkıyor. Derin mavi dinginliği yaşıyor
ve yaşatıyor. Usuldan şarkı söyleyor Kuşadası. Şarkıların müzikal ahengi, sırça
fanusundan çıkamayanların asla istemeyeceği türden protest ve sıkı. Sanki
milyonlara motivasyon kaynağı. Mavi atlası enstrümantal uyuma ortak eden,
lacivert geceyi şarkılara eşlik ettiren eşsiz doğallığı yaşatıyor Kuşadası.
Öyle ki; uykuya zor direnen Denizin uykularını bile kaçıran mucizevi bir dilde.
Kendi dilinde şarkı söylüyor Kuşadası...
Dil duyusal ve duygusal körlerin tek kuple anlamayacağı
formda. Kulaktan kulağa yayılan, kulağın pasını silen, kalp gözünü açan
sınırsız özgürlüğün ve eyleme dökülen adaletin akla dokunan notalarıyla.
Şarkıyı şarkı eyleyen bir adaptasyonla. Kesinkes ulak ve kurye aramadan.
Olmadık zamanda, uygunsuz yerde akla gelen ve kıt kanaat duyulan bir şarkıyı
değil ama. Ortak yaşamsal güzellikleri, evrensel değerleri yere göğe, toprağın altına üstüne,
denizin dibine, dağların pikine nakşeden şarkıları...
Buzdan kalpleri bile eritecek şarkıları söylüyor Kuşadası.
Kodlanmamış Kuşadası şarkılarını. Salt
kalp gözüyle görenlerin farkına varabileceği kıvamdakileri. Yıllar yılı
ağların, dağların, denizlerin ve zeytinliklerin
hafızasına yer etmiş her ne varsa tüm çıplaklığıyla işte o şarkıları.
Keşke bende duyabilseydim pişmancalığını pekiştiren kısa ve uzun menzilli
şarkıları. İşte o şarkıları söylüyor Kuşadası. Binlerce yıllık coğrafi kurgunun
yamacında, denizin kucağında...
Kuşadası şarkı
söylüyor, adalılar şarkı söylüyor; Si bemol majörden başlanan. Ancak ruha mıhlanan sesler asla kontrolsüz ve
ayarsız değil. Si diyez sıfır arızalı. Çünkü salt muhteşem müzikal ayar peşinde
Kuşadası. Tek amaç var müzik sehpasında ve sol anahtarının nota aralıklarında;
hırpalanan hayata derman, hakedenin katline ferman şarkıları bestelemek ve
söylemek. Zaten şarkılar düzensizliğe isyancı ve istim üzerinde. Magmadan
fezaya her notası dip vurgunu...
Antik bir disiplinle doğal doku ihanetçilerine dokunan
şarkılar söylüyor Kuşadası. O şarkılar ki, her mevsim dünyanın tüm renklerini
giyinen zeytinliklerin, zihinleri uyaran
denizin isyanı ve bitmeyen mücadelesiyle bezeli. Bilgesel ve belgesel
yolculuğun Kuşadası'nda nihayetlenişinin işaret fişeği o şarkılar. Yıkılan
birlik, bozulan dirlik ve altı oyulan kutlu düzene umudu haykıran şarkılar.
Elbette duymasını bilene, eşlik etmesini bilene...
Büyük yaratıcının himayesinde kendi şarkılarını söylüyor Kuşadası. Sakince
kendi halinde, kendi dilinde, silkelenen özgüveni yeniden kazandıran ustalıkla...
Usta 'Kuşadası şarkı söylüyor' bugünden yarınlara...
zaman: Eylül 22, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
21 Eylül 2021 Salı
MAZERET SOSLU HAYAT...
MAZERET SOSLU HAYAT...
Hayat, her zorlanılan meseleye mazeret bulmak, bahane
aramakla sıradanlaştırıldıkça kuryelik tiryakiliği ağır basar. Ve niçin nasıl
düşünülmeden tek amaç hasıl olur, içten pazarlıklı zihniyetle mahiyete girmek.
Ve de kuryelikle pekişen mazeret soslu
hayat pişkince kalabalıklardan içeri salınır.
Bu merkezde belirleyici maharet Truvavari girdapta
gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmaktır. Vicdanı en acıtan ise en ağır hasarı
bırakan tokadı maziye gömmektir. Maziyi temizlemek, gelecekteki kirlenmeyi
silmek yerine hıyanete asortik mazeretler üretmektir. Asparagas
bahanelerle hayatın simetrisini
bozmaktır. Paspas olunası derecede
yerden göğe haksızken, haklı çıkma çabasıdır. Salt günü kurtarmak
maksatlı, alacakaranlığı köpürten, Doğan ışığı karartan, yazgıyı körelten,
körpe fidanları gücendiren mertebeye evrilmektir. Yani makbul sayılan tamamen
yolunu yitirmişliktir...
Bütün banal mızmızlanmalar aslında içten içe acayip bir
kirlenmenin eseridir. Öylesine bir kirlenmedir ki bu sırf mazeret üretme
düşkünlüğüyle temizlenemeyecek seviyededir. Aklanmaya çalışılan resmen
seviyesizlik ve pervasızlıktır. Yıllar yılı yenilen içilen
kaba edilen ayıptır. Çetrefilli oyunlarla kör kuyunun dibine çöreklenmedir.
Çelbeşik akıl hovardalığıdır...
Zaten mazeret soslu hayatın yaralayıcı ve yıkıcı yönü
keskinleşince haraç mezat tezgahı da karışır. Bu yüzden edebi ve edibi
zorlayan her taşı ayrı tekmelemek
gerekir. Yani her kara taşa ayrı muamele
çekmek. Bu arada planlananlar dışında gelişen plastik hayat, akla evrensel
korkuyu da yapıştırır. Yine de çirkin süprüntüleri
cesaretle süpürmek azmi, zaman ve mekan ayıracında en maraza korkağı bile
aslana çevirir. Çünkü bazı mevzuların maruzatı, mazereti, bahanesi olmaz.
Ayrıca etiksel heyelanı ve aşkın hezeyanı tetikleyen mazeret soslu hayat doğru
dürüst idare edilemediğinden ruhsuzca
kayboluş veya fütursuzca kaybediş durumu bizzat gerçekleşir. Bu durumdan vazife
çıkaranlara söylenecek son söz, çapsız kazanımlar mutlaka çaplı kaybedişleri de
günceller sözüdür. O yüzden mazeret tüccarlığına gerek yoktur...
Meziyetmiş gibi hantal tutkuların esiri olmak kesinlikle
mazeret kabul etmez. Çünkü mükkem manzarayı bozan, Denizi karartan her kim ise
lisanı harbi ile harp başlatan da odur. Kepazelik ve pespayelik pimini çeken
de. Bu yüzden hiç çekinmeden meselenin özüne hercai sebepler sıralayanlar,
tecimsel vesikalara bananeci tavır sergileyenler suçtan ve suçlu olmaktan
yakasını kurtaramaz.
Kısa yoldan anlatılacak olursa kısasa kısas kutusu devamlı
akıl karıştırsa da kara çalılıklar çalımla hışırdayınca sinsi pikin ördeği bile
titrer. Bu titreklik kahırlı ve sığıntı bir hayata yakınlaşmadır. İşte bu
atmosferde edeplice edipten uzak durmak, hayat mezatında meze olmamak için ilk
şarttır. İkinci şart mazeret soslu hayata kanmamaktır. Üçüncü şart ise çekirge
bir sıçrar iki sıçrar üç... hikayesidir.
Dört, dört koldan mazeret
soslu hayat savunucularını, bahanelere başvurmadan dört dörtlük
sorgulamaktır...
zaman: Eylül 21, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
Önceki KayıtlarAna Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)
ZAMANE RUHU...
ZAMANE RUHU... Ne yazık ki dünyaya egemen olan durum tuz
kokar ve zaman hızla biter durumu. Bu duruma koşut yarını hiç düşünmeden bugünü
...
YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ...
YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ... Binbir nedenle mutasyona
uğratılarak genişletilen yangın cephesi, insanlık adına, millet memleket adına
kaçınılm...
KILIÇLARIN GÖLGESİNDE, GAZETECİ YAZAR…
KILIÇLARIN
GÖLGESİNDE, GAZETECİ YAZAR… Yaşam gemisi, karma karışık denizde yalpalıyor.
Çünkü günler, dostun düşman, düşmanın dost, sahtenin...
FACİYAN
FACİYAN Aniden kızıl alevden bir duvar sardı dört bir
yanı. Tekmili birden Milletin memleketin ciğerleri yangına teslim. tek elden
dağları...
AYNI
KOVANDA YOLCULUK...
İnsanların
dünya macerası 300 bin yıl, Arıların ise 100 milyon yıl yani yeryüzünde daha
insan yokken arılar milyonlarca yıl vardı. Sonra insan arı misali, aynı kovanda
yolculuk...
Doğada,
eşek arıları, yaban arıları, bal arıları, duvarcı arılar, yalnız arılar, işçi
arılar, toplayıcı arılar, kraliçe arılar, bambus arıları, başıboş arılar, bal
yapmayan arılar envai çeşidi var. Hakeza benzer halde insanın da...
Bu
sosyal böcekler özellikle bal arıları, topluluklar halinde yaşar, topluluğa da
koloni denir. Koloni; ana arı, işçi arılar ve mevsimlik arılardan oluşur. Bir
koloni içerisinde yaklaşık 30.000 civarında bal arısı, hiyerarşik bir düzen
içinde, genetiğine işli işler çerçevesinde bıkmadan usanmadan çalışırlar.
Arılar, salt bal üretmez ayrıca doğal tozlaştırıcı, polen taşıyıcı, yaşam
yayıcıdırlar. Bu doğasal sistematik içinde bal arıları çiçek türlerinin
%80’inin tozlaşmasını ve üremesini sağlar, kalan %20'sini de diğer arılar yaban
arıları, eşek arıları ve kelebekler gerçekleştirir. Yani arıların sadece bal
için kodlanmadıkları, polenler vasıtasıyla 130 bin farklı bitki türünün
üremesini sağladıkları kozmik gerçekliktir. Bal arıları ve yaban arıları
eko-sistemin vazgeçilmez parçasıdırlar. Sözün özü arılar yoksa insan da
yoktur...
Arılar
beslenebilmek için çiçeklerin nektarına, bal özüne gereksinim duyarlar.
Bitkiler ise polenlerini yaymak ve üremek için bir dölleyiciye. Doğanın
mucizevi dengesi de böylece kurulmuş olur...
Doğanın
dengesinin bozulmayışında arılar ve nektar en önemli unsurdur. Nektar, çiçekli
bitkilerin arıları, böcek ve kuşları üstlerine çekmeyi sağlar. Sonrasında
tozlaşma gerçekleşir. Nektarın yapısındaki maddelerin türü ve miktarı bitkiden
bitkiye değişir. Bu durum değişik taşıyıcıları özellikle arıları cezbeder.
Arıların bal yapma veya yapmama durumuna gelince, arılar 1 gram bal üretmek
için çiçekleri yaklaşık 180.000 kez ziyaret ederler. Bir arının ömrü boyunca
topladığı bal miktarı ise sadece bir çay kaşığının 1/12’si kadardır...
Elbette
bu üretim kovansız olmaz. Kovan fabrikadır. Kovan vatandır. Arılar, balı
kovanlardaki peteklere doldurur. Kovanlar ayrıca yiyecek stoklama, larvalarını
büyütme veya barınma ihtiyaçlarını da karşılar...
Petek,
kusursuz takım çalışmasıyla inşa edilen kusursuz altıgenlerdir. Kovanlar
matematiksel bir mucize, mühendislik ve mimarlık harikası algoritmalardır. Arı
grupları, bu altıgen bölmeleri arı bir çalışmayla üretirler. Altıgenler, ortada
birleştiklerinde asla birleşme yerleri anlaşılmaz ve altıgenlerin açılarında en
ufak kayma görülmez. Hatta hücrelerinin duvar kalınlıkları bile eşittir. Bu
muazzam çerçeveler için gerekli balmumunu arılar karınlarının altında yer
alan 4 çift salgı bezinden salgılarlar. Birbirlerine kenetlenerek balmumu için
yeterli sıcaklığa ulaşırlar. Isı sağlandığında balmumu salgılanır. Böylece
binlerce altıgen hücre üretir ve ürettikleri hücreleri birleştirerek petekleri
oluştururlar. İşte arılar, ballarını bu doğa harikası peteklere yığarlar...
Bu
yığma yoğunluk için toplayıcı arılar nektarı çiçeklerden toplar. Balını
midesine depolar. Bu arada bazı enzimler depolanan nektarın yapısındaki
disakkaritleri, özellikle sakkarozu, glikoza ve fruktoza parçalar. Ve toplayıcı
arılar topladıkları nektarı kovandaki işçi arılara verirler. Kovanda bekleyen
işçi arılar toplayıcı arılardan aldıkları nektarı yaklaşık 15-20 dakika boyunca
içip geri çıkararak, geri içip tekrar çıkararak, sakkarozun glikoza ve fruktoza
dönüşmesini sağlarlar. Dönüşünce kovandaki işçi arılar balı peteklere
aktarır...
İşte
100 milyon yıllık bal macerası, doğanın tılsımı, dünyanın var oluş modeli bu.
Hatta insanın 300 bin yıllık dünya kiracılığının devamı da 'aynı kovanda
yolculuk' pratiğine ve arılara başta bal arılarına bağlı. Yani yaşamın sürmesi;
bal arılarına, ansızın ortaya çıkan, oyuk ağaçlarda ve çalılıklarda yuvalanan,
soktuğunda ciddi acı hissettiren yaban arılarına bağlı. Ahırlarda, kuytularda,
ağaçlarda yaşama devam eden, aynı anda ısırıp soktuğundan öldürücü olabilen
Eşşek arılarına bağlı. Köylerde kumlara, yumuşak toprağa ve ağaçlara yuvalanan,
tipi ve görünüşü bal arılarına benzeyen pek saldırgan olmayan Yalnız arılara
bağlı. Evlerin çatlaklarına, harca, sıvaya kümelenen saldırgan tür olmayan
Duvarcı arılara bağlı. Bal Arıları ile karıştırılan çiçeklerin üzerindeki
nektarı sistemli uğraşı sonrası bala çeviren
Bombus
arılarına bağlı. Ve de her çeşit başıboş bal arılarına bağlı...
Bu
bağlamda arasöz; Dünya ve dünya yaşamı, beyinleri pirinç tanesinden küçük
arılara endeksli. Çoğunlukla soktuğunda iğnesi kırılan, zehir torbası ve
ifrazat bezi yırtılarak ölen ve öldürebilen arılara muhtaç. İnsanlık 'aynı
kovanda yolculuk' bilincinden saptıkça veya sapıttıkça, kim kimi yaşatır, kim
kimi yok eder, nasıl bir yeni dünya şekillenir büyük muamma...
Arısöz,
doğanın düzenini dizayn eden arılara aldırmayıp, yalan dünyaya aldanıp 'aynı
kovanda yolculuk' gerçeğine ihanet edenler, cennetten kovuldukları gibi
dünyadan da kovulurlar. Eğer evrende dünya kalırsa...
zaman: Eylül
19, 2021 Hiç yorum
yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
18 Eylül 2021 Cumartesi
TRAKONİA ÇARPANI
VE FANİ DÜNYA...
TRAKONİA
ÇARPANI VE FANİ DÜNYA...
Trakonia,
bilinen ismiyle 'çarpan balığı' bu balık 'Trachinus Dracu' familyasındandır.
Özellikle dikenleri yüksek dozda drakotoksin zehri barındırır. Yani ampirik
dünyaların en zehirli belalarındandır trakonia. Davetli davetsiz, her türlü
çapraz yaklaşım ve çapsız yakınlaşmalarla en yakınından başlayarak zehirler ve
çarpar. Resmen neye niyet kime kısmet ölüm meleğidir...
Çoğunlukla
karanlık derinlikte, bazen puslu yüzeysel sığlıkta ama her vakit çamur çorak,
paslı kumluk zemine kendini gömerek ve daima gözleri dışarıda yaşar. Normalde
pek tehditkar görünmese de, acayip derecede tehlikelidir. Kıssadan hisse
kıyı köşe kışkırtılmaya hazırdır. Kapıdan dışarı kışkırtıldığında ise
gizlendiği kumdan, kilden, ininden çıkıp saldırır. Karşısına çıkana kafasındaki
dikenleriyle vurmaya çalışır. Verdiği darbesel zarar başta hissedilemez ama
zaman ilerledikçe sorun artar. Neredeyse anında ölmeye yatılır...
Tropik
denizlerdeki kadar olmasa da üç tarafı deniz yarım adanın da en zehirli ve en
tehlikeli kancıl balığıdır trakonia...
Tabiyatıyla
trakonia çarpması çok ciddiye alınması gereken, apaçık ölümcül bir
zehirlenmedir. Zehirlenmeyle zahir bölgede ciddi travma başlar. Tedavi biran
evvel yapılmalıdır. Yoksa kısa temas zamanla çok acı verir. Kötü sonuçlar
alınabilir. Ölümden beter hallere düşülebilir...
Trakonia,
gözler faltaşı açılsa da, buğudan güneşten, gizlendiği yerde pek
görülmez. Görülmeyince de sonsuz maviye yolculuk başlar.
Trakonia
sulu yapışkan zeminde en zehirli güçtür. Trakonia ahbaplığı geri dönüşü çok zor
göçtür. Resmen adam göçürtür. Gerçi doğanın ve denizin iç yüzünü
bilmeyenlere trakonia, nerede trak orada bırak tarzında yalanda
ısrarcılıktır. Aslı ise uzun uzadıya sahillere özgü bir balıktır. Kıyı şeridi
kumluk olan tüm sulara ve geçiş bölgesi boğazlara egemendir. Kuzey kıyılarda
coğrafi ve iklimsel nedenlerden dolayı nispeten azdır ve popülasyona açık
tehlikesi yoktur. Ancak diğer denize açılan yönlerde ve ara yönlerde trakonia
elektriklenmesi veya çarpmasına bulaşmamak için azami dikkat
gerekir.
Trakonianın
çevresel koşullara uyum sağlama kabiliyeti yüksektir bu yüzden sahil kesimlerde
hızla çoğalır. Çarpan balık üremesine ilişkin bir doğa yanılması söz konusudur.
Sırf bu yanılsama yüzünden görüldüğü an ivedilikle def edilmelidir.
Bertaraf edilmelidir. Aksi halde bitaraf olmak da yetmez. Ölüm tırpanı
acımasızca işler...
Tırpan
işler çünkü trakonianın denizde, denizden çıktıktan sonra karada, hatta
öldükten sonra bile, zehirli hali sürer. Sürüyle çarpar. Sinirleri felç eden
yapısıyla tehdit unsuru olmasının nedeni, trakonianın bünyesinde, sırf
kendisine ait olduğu düşünülen ve tanımlanamamış bir aminoasit grubu
barındırmasıdır. Bu asitik madde, 'kapsüllerden dolaşıma giren diğer
kimyasalların adeta çok daha etkili olması için girmiş olduğu bünyedeki sinir
sistemini noradrenalin sayesinde bir anlamda bozar ve sinirsel iletileri
neredeyse durdurur.' Sinirsel metobolizma bir kez aksayınca yeryüzünde ve su
kürede nicel patlama yaşatan asilik bile kar etmez. Asil manada denizlerden
karaya, yerküreden fezaya tabiat matlaşır, deri donuklaşır ve içten en dışa,
alttan en üste acayip bir katılaşma başlar. Bu kemikleşme öyle bir
noksanlık veya fazlalık yaşatır ki; çarpılma ve zehirlenme salt trakonia balığı
ile izah edilemeyebilir. Çünkü yılışık yapışık akılla orta yerde
dolananlar, sırtlarında binlerce trakonia su canlısı ve can kıyımı ile
dolaşırlar. Trakonia işte bu dolaşım bozukluğu yaşayan ve burnunun ucunu dahi
göremeyenleri ansızın avlar...
Trakonia
çarpılması ilkin beyinde başlar. Ağır zehirlenmeye bağlı çarpıklık beyinden sonra
kollara, bacaklara ve iç dış organlara bir çırpıda yayılıverir. Neticede aklın
hangi sihirli mekana demirleyeceği belirsizleşir. Doğruyu söylemek gerekir ise
bir noktadan itibaren ölüm illaki evladır...
Evvel
ahir övgü veya sövgü paralelinde geleceğin ve sonsuzluğun zehirlenmesi resmen
trakonia erbaplığıdır. Yarınların çalınması, millet lisanıyla 'çarpan
balığı'nın dozu yüksek drakotoksin zehrinin durduk yerde en ücraya bulaşması
ise ılımışık dünyaların karartılmasıdır.
Zaten
tüm karartma gecelerinde insana özgü erdem hırpalanır. Tekrar tekrar yaşamaya
kurgulanmış elde ne kaldıysa durakotoksinlenir. Haliyle normal gidişat
duraksar. Son durak 'Trachinus Dracu'dur. Bilinen veya bilinmeyen trakania
kıvamındaki ölüm meleğini durduramayanlar haliyle sudan çıkmış balık gibi mavi
sonsuzluğa sığınır.
Trak
tiraje, 'dünya fani, insan mortal fani'...
zaman: Eylül
18, 2021 Hiç yorum
yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
15 Eylül 2021 Çarşamba
TECRÜBE
ŞART...
Tam
da sonbaharı terazisinde tecrübe etmeye yakın, herşey bir anda tersine döner.
Sözde yazgı bu ya ocağa köz düşer, sirk ve şirk cambazlarıyla sinir harbi
başlar. Haliyle tecrübe salt yaşla doğru orantılı gitmez. Artı son yazı tecrübe
etmek yazgıyla ters orantılıdır. Yani herkesin yazgısı kesinlikle kendi elindedir.
Ayrıca nesepsiz bozgunculuğu yazgıya dayandırıp, ömür boyu değer verilenleri
bir anda silkelemek ise açıkça sonsuzluğa ihanettir. Bunlar bir gün mutlaka
silkelenirler veya vakti zamanı geldiğinde usulünce yerin dibine savurulurlar.
Yerinde savlarla ömre değer katmak asla savurganlığa savrulmadan
gerçekleştirilen sıkı tecrübe işidir. Sözün özü hakkınca ömre değer biçmek için
tecrübe şarttır...
Diğer
yandan sırf tecrübesizlik eseri güce tapınmak, sırf hayat herkese adil
davranmadığındandır. Veya hayata hiç adil bakılmadığındandır. Kendini es geçip
sırf bir başkasının gücüne güvenmek ise adaletsizliği pekiştiren yaman
çelişkidir. Sırf dışarlık heyecandır. Resmen us dağılması, üs kaybedilmesidir.
Zaten en üstten en alta us bir kereliğine dağılınca tecrübelilik hiç bir işe
yaramaz. Çünkü acı tecrübe sadece büyük yanlışlar ve katmerli hatalardan
beslenir. İşte o yüzden hayatın içinde doğru ve dürüst kalmayı becermek
güçleşir. Öyle ki bir anda en olmadık işler başa gelir, kör ve sabit bir
noktaya kilitlenme gerçekleşir. Fikrisabite kapılmayla birlikte saygıda kusur
kusurlanır. Ve ilk başta güven çemberi daralır. Dahası ise ağır mahkumiyettir..
Sonrası
hayatın doğasında var olan her doğal hali yok sayıp, hayatı çatkapı acı
tecrübelerle domine etmektir. Bu tavır omurgasız dominantları asla arzu
ettikleri noktaya ulaştırmaz. Çünkü tecrübeyle sabit gerçekliktir, kutsal
değerleri silkeleyenler en uygun zamanda hayattan bizzat kendileri silkelenir.
Bu arada sirk ve şirk cambazlarına hakettikleri sonu halketmek ise çok sabır
gerektiren haldir...
Unutmamak
gerekir ki iyi veya kötü hiçbir film yarıda kalmaz. Hiç bir oyundan yarısında
çıkılmaz. Tahammül dip, sıkıntı pik yapsa da her ucuz gösteri bile sonuna dek
izlenir. Akıl ve bilimle işler yoluna koyulur, fişler çekilir ve finiş
beklenir. Hayatın altın veya rütun tüm ikramlarına rağmen hayat oburlarına
beklenmedik bir anda acı tecrübeyi tattırmak için sıraya girilir. İşin sırrı
zihnin sihrinde gömülü tünellerden ve kara yoz labirentlerden yüzakıyla
çıkmaktır. Çıkış yolu ve çakış yolculuğu için tecrübe şarttır. Hatta yayıldıkça
yayılan yavan yaban pandemiden kurtulmak bile acı tecrübelerledir. O yüzden
yamuk yüzleri ebedi korkuyla tanıştırmak için telafisi zor telafata aldırmadan,
telaffuzu zor teneffüs güncellenir. Yani yanlış posta oturmuş, yalandan
dost postuna bürünmüş hileci düşmana, sırtını dönme sersemliğiyle bir
daha sersemlememek için tecrübe şarttır...
Şartı
şurtu bellidir, bu kapkara karma atmosferde yaptığından ettiğinden, bu
teferruatlı tahribattan bir nebze olsun suçluluk hissetmeyenlere, ömürden çalan
acı tecrübelerle güçlenerek, kızılca kıyametin kopuşunu tecrübe ettirmektir
şart olan. İşin özü vakti zamanı denk düştüğünde kılıçların gölgesinde tecelli
edecek olanı bu şarlatanlara gereğince göstermektir tecrübenin doruk noktası.
Yani tüm sirk cambazları ve şirk madrabazları eninde sonunda mutlaka iyice
saçmalayarak şahmat olurlar. Hacamat olurlar. Ve medeni çerçeveden silkelenme
bir güzel gerçekleşir. İsim cisim siliciler iş başındadır...
Son
olarak bu tecrübe cellatlarına ez cümle, iş işten çoktan geçmiştir...
zaman: Eylül
15, 2021 Hiç yorum
yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
12 Eylül 2021 Pazar
12
EYLÜL... İNSANLIK SUÇU...
Arsızca
topluma anarşi pompalayıp, askeri darbeye zemin hazırladılar. Hayasızca
‘asmayalım da besleyelim mi?’ dediler. Utanmazca, ‘intihar etti’ dediler. Ve
anlamsızca omzu kalabalık ‘beşibiryerde’ye peşkeş çekildi koca ülke. Ve ülkenin
akıllı, onurlu, dürüst, yurtsever insanlarının hayatı karartıldı. Geleceği
kotaracak, yeniden kuracak insanlar genç yaşlı zindanlarda çürütüldü. Bir kuşak
resmen ezildi, sindirildi, yok edildi. Birilerine gün doğdu …
Yolcusu,
solcusu, devrimcisi, ilericisi, demokratı işkenceden geçirildi. Cuntacılar gözü
dönmüş canilerden beter caniydiler, Allahsızlardan beter Allahsızdılar. Yarım
ömür 12 Eylülü yaşamak, yaşanmazı yaşamak tarihe kazındı.
12
Eylül gece yarısı bastıran evren tufanına, 78 kayıp-yitik kuşak genç
yaşta yakalandı ve umut bitti. Papucun ressamı, Marmaris paşası sağcısına,
solcusuna, futbolcusuna zulüm etti…
Ve
yarım kaldı bir şeyler. Darbe hediyesi olarak dayanılması güç bir dönem, bu
günkü iktidarları hazırladı. Hep herşey o melun darbenin eseri. Bir çırpıda
otuz küsur yıl geçti, kapitalizmin ve emperyalizmin menfaatleri adına herşey
mübah sayıldı. Pentagon merkezli ve işbirlikçi destekli kafalar yediden
yetmişe musallat oldular. Putlar kırılacaktı, puta tapılır hale gelindi.
Değersizler putlaştırıldı. Tüm değerler yerle yeksan edildi.
Öyle
böyle geçen 30 küsur yıl içinde etnik ve dinsel ayrımcılığın temeli
sağlamlaştırıldı. Vaktiyle kart-kurt, çaput-bez denilerek bu günler planlandı.
Terör yasallaştırıldı, palazlandırıldı. Terör örgütleri ‘yok ettik` denilerek,
el altından desteklendi. On yüz binlerce haksız gözaltı, savunmasız tutuklama,
sebepsiz faili meçhuller, insanlık onurunu sıfırlayan işkence ve öç alıcı
idamlar. Hala hesabı açık, kapatılamamış bir envanter.
Ve
Sol bir daha belini doğrultamadı. Zamanla Dabbe-Darbe şakşakçıları şaşalı
yaşamlar sürerken, yığınlar otuz yıl süren davalarda harcandı. Ülke açık
seçik yüz yıl geriye götürüldü 12 Eylül ile. 12 Eylül 1980 ve sonrası
sinsi bir virüstür, sıradan bir mikroptur ülkenin gövdesine bulaşan...
Bu
arada “ Yarım ömür 12 Eylül`ü yaşadık..." diyenler asla unutmaz, unutamaz
meymenetsizin yüzünü...
zaman: Eylül
12, 2021 Hiç yorum
yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
5 Eylül 2021 Pazar
4 EYLÜL-9 EYLÜL...
Dört Eylül, dört bir taraftan emperyalistlerin işgaline
uğramış koca imparatorluğun, umutsuzluğa kapılmış biçare ulusun, Mustafa Kemal
önderliğinde küllerinden dirilişinin, yedi düveli İzmir'de denize dökene dek
durmayışının simgesidir...
Cumhuriyet tarihinin mihenk taşıdır 4 Eylül 1919, Sivas
Kongresi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başlangıcı ve kuruluşun sinyalidir.
Asla yıkılamaz bir Cumhuriyetin hüviyeti. Hürriyet ve medeniyetin inşası...
Yeryüzünde nice devletler yok oldu, ne imparatorluklar
yıkıldı, ne sistemler çöktü, ne modeller harcandı, ne düzenler battı, ne
ekonomiler dip yaptı ama temelleri 4 Eylül ve 9 Eylülde atılan Cumhuriyet her
şeye rağmen hala ayakta ve hala güçlü...
On yıllardır dört bir taraftan, içeriden dışarıdan yıkılmaya
çalışıldı ama bir türlü yıkılamadı. Yıkılamadı çünkü asli gücünü gelgeç
heveslerden ve yanlış kişilerden değil, Milletinden alır, vazgeçilmez
ilkelerinden asla ödün vermez bir ruha sahiptir Cumhuriyet...
İşte o ruhla Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bu bereketli
topraklara serpildiği gündür 4 Eylül 1919. Kongrede alınan tarihi kararlar ve
vazgeçilmez ilkeler, kutsallar üzerine yemin artı kutlu inanç tek cümlede
gizlidir; asla "Manda ve Himaye kabul edilemez." Ulusal Kurtuluşun
reçetesi işte bu cümledir...
Emperyalizme karşı şanlı tarih işte bu doğrultuda yazıldı.
Anadolu toprakları düşman çizmesiyle ezilmekten bu sayede kurtarıldı. Hasta
adamdan Laik Demokratik Türkiye bu ilkeyle doğdu. Hemen kongre ertesi
beyannameleştirilen ilkelerin hayata geçmesiyle, memleketin kaderini
değiştirmek için inanç ve azimle sürdürülen kutlu direnişin, kutsal isyanın ilk
adımıdır 4 Eylül 1919. Son adım ise 9 Eylül 1923`te dört yıllık kurtuluş
mücadelesinden sonra İzmir Karşıyaka’dır.
Sonrasında ise dünyada eşi benzeri, tek bir örneği
bulunmayan bambaşka bir mücadele başlar; " Kul iken yurttaş, ümmet iken
ulus olunmasını sağlayan, yüce meclisinde oturmaya sandalyesi dahi bulunmaz
iken bir yandan yıkılan İmparatorluğun mirası borçları ve savaş tazminatlarını
ödeyen, demir çelikten, Sümerbank’a, şekerden, çimentoya, demir yollarından
limanlara kadar temel kurumları bir bir kuran" geniş perspektifli
mücadele.
Yüzyılın yıkılamaz devrimini başlatan ve yaşatan
tarihlerdir; 4 Eylül ve 9 Eylül...
Yıllar yılı kaynatılan saltanat aşkı ve kindarlığa, hilafet
hevesiyle gareze, palazlandırılan küllenmemiş sömürgeci tiryakiliğine karşın
büyük devrimler gerçekleştirmiş bu tarihsel birikim ve öz değerleri asla
yıkılmaz. Ne güç yeter ne akıl. Ayrıca bunların topu sıkıştıklarında topyekun
Cumhuriyete selama durur. İşte belki de salt bu yüzden, yüz yılı devirmiş bir
Cumhuriyet var. Tarihi var edenlerin çizgisinde ve izinde, gelecekte de var
olacak.
Sözün özü Cumhuriyet tarihsel geleneğini koruyarak, tarih
yolculuğuna yakışır biçimde ilelebet var olacak. Hatta faşist dönemler dâhil,
dönüm noktası yaşanan her an 4 Eylül ve 9 Eylül ruhuyla emperyalizme kafa tutulacak. Tıpkı yüzyıl
önceki gibi…
zaman: Eylül 05, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
4 Eylül 2021 Cumartesi
FINDIK DÜNYASI...
FINDIK DÜNYASI...
Fındık dünyasında eylül başı ilk harmanlardan piyasaya
dökülen fındık ikibuçuk yuronun az üstüne gitti gider. Yağmur güneş işi tamam
etmeyi bu tarihe denk düşürenler fiyatı kapar. Bir daha fındık ayni rakam veya
üstünü asla görmez, görürse uzun yıllardır beklenen mucize gerçekleşmiş olur...
Ancak maalesef daha Eylül ortası fındık düşüşe geçer. Borç
harç yüzünden yoğun arza bağlı, fiyat daha da düşer. Fındık dünyasında her yıl
hep ayni hikaye. Ama üretici fiyat
çıkacak diye bekler de bekler...
Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi'nde tam 600 yıllık gelenek
fındık. Çok eski tarihe de dayanabilir mazisi. Her sene yaklaşık 600 bin aile,
yaklaşık 700 küsur bin hektar fındıklıktan, yaklaşık 600-700 bin ton civarında
dünyanın en kaliteli, sanayi fındığını toplar. Eğer yağmur izin verirse, güneş punduna gelirse,
üretici harmanlanan mahsülü bir an evvel
çarşıya indirmeye çabalar. İnmeye görsün
ufak tefek, inişli çıkışlı oynamalarla, emeklerinin karşılığını bulamayacağı
bir fiyat anarşisiyle karşılaşır. Çaresiz
görüntüde santimle en çok fiyat verene mahsülü döker.
Taban fiyata rağmen fiyatı düşüren muhtemel firma
sirkülasyonu ve düşürecek olan dış destekli tüccar spekülasyonu en baştan
bilindiği halde boşboşuna kürek çekilir. Denizin bitmişliği görmezden gelinir.
Gel git derken 'Her sezon öncesi fındık rekoltesi yüksekten
açıklanır. Daha hasat dönemi başlamadan fındık alım fiyatlarına böylece takoz
koyulur. Fındık pazarı rekolte yüksekliğinden
dem vurarak fiyat kırar. Daima üretici aleyhine zemin oluşturulur.
Bu kaygan zeminde fiyat belirsizliği
bilinçli şekilde kesinlikle ortadan kaldırılmaz. Çünkü nihai hedef üreticinin
elindeki fındığı, tek alıcı için en ucuza kapmaktır. Açıklanan taban fiyatların
tutmayacağı açıktır ama laf ola beri gele fındık üreticisine sahte müjdeler
verilir. Randıman esasına göre, kaliteli kabuklu fındığa taban tavan fiyatı
lanse edilir. Ama levant kaliteli kabuklu fındık fiyatı yerlerde sürünür.
Üretici fındığını alenen zararına piyasaya sürer. Taş çatlasa başabaş fiyatına
bir yıllık emek, heba olmaktan kurtarılmaya çalışılır. Ancak nafiledir çünkü
kurulu fındık tekeli fındık dünyasını çoktan cehenneme çevirmiştir. Yetkililer
bu bilindik soygunu görmemek için gözlerini başka taraflara çevirir. Tekelci
ana alıcı ise artık keyfekeder ne fiyat vurursa malı kapar. Üretici makus
kaderiyle başşbaşa kalır...
Bu arada Temeo ve içi dışına çıkarılmış Fiskobirlik hiç ortalarda görünmez. Yalandan
denizde zerre alımlar yaparlar. Hal böyle olunca kabuklu tombul fındık
fiyatı gün güne dip yapar. Kuruş kuruş
azalan fiyat ikibuçuk yüronun da altına çekilir...
Yani denetimsiz serbest piyasaya toz kondurmayan kapitalizm
işbirlikçisi bir güruh, fındık fiyat politikasını bir güzel yönlendirir.
Üretici perperişan edilir. Sonradan peşi sıra hep ayni kısır kritikler yapılır
ve hiç bir şey yapmadan bir yıl daha
geçer gider.
Genel geçer söylem aynıdır, 'Serbest piyasa illetine hiç
değinilmeden, tek alıcı feraro fettanına dokunulmadan fiyattaki düşüş daima
gurbetçilerin fındığını erken satmasına, sorun okullar açılmadan önce
üreticilerin pazara yoğun fındık indirmesine bağlanır. Büyük tonaj alış yapan
firmaların parasal dönüş yapmamaları es geçilir. Dönüşe geçen gurbetçi sonrası
fiyatlar yükselebilir yalanı savrulur...'
Yükselse de yükselmese de süre gelen ekonomik krizde
üreticinin artık bekleyecek hali yoktur. Seneden seneye yoksullaştırılan
üretici tam ihtiyaç günü pazar fiyatı neyse üçe beşe bakmadan fındığını keş
satar ve anında harcar. Zaten fındık
harcı borcu artık ödemez haldedir. Ve bu durum salt tüccarın lehine bir
durumdur...
Umutlarını Eylül sonu ve sonrasına bırakan tuzu kurular ise
yıllardır sözde serbest piyasada fiyat pik yapacak ve mahsülünü satacaklar
hayaliyle avunurlar. Olmaz tabii ki. Bu işte bir büyük yanlış var denir durulur
ama on yıllardır baştan kuyruğuna kimse el atmaz. Millet ve devlet zarar ettikçe eder...
Ne yazık ki fırıldakların fiyakalandırdığı fındık dünyası
budur işte...
zaman: Eylül 04, 2021 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
1 Eylül 2021 Çarşamba
BARIŞ, ADALET VE DEVLET…
BARIŞ, ADALET VE DEVLET…
Devlet on yıllardır, ileride
ağır kusurlu sayılabilecek tutumla seyrediyor, şimdilerde ise zoraki
beğeni topluyor. Ne yazık ki adalet ve barışa tenezzül edilmeyen gerici bir
formatla millet ve memleket geriliyor.
Gericileşiyor. Mesele “ Aynı şeyin aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması
veya olmaması olanaklı değildir.” önermesini haklı çıkarıyor...
Barış için adaletli davranmak, hak ve hukuku herkese eşit
kullandırmak devletin başlıca göreviyken hatta “Devletin temel amaç ve
görevleri, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya çalışmaktır.” Anayasasında birebir kayıtlıyken çoğu
zaman babalar gibi muhteva dışına çıkılıyor. Yani devlet
kuvveti, insanı barış ve adaletin
tecellisi için çalışmaktan vazgeçiriyor. Kanun ve nizam neredeyse “Adalet
mülkün temelidir” şiarıyla hiç işletilemiyor...
Adil olunamayınca da, barış çubuğu tüttürmek gittikçe
zorlaşıyor. Moral değerler sıfırlanıyor. Dirlik düzen bozuluyor. Bir anda barış
yerine paradoks embolisi toplumsallaşıyor. Oysa barış insanlık tarihinin
üzerinde en çok emek harcadığı ve en çok bedel ödediği bir değerdir. Eğer
devlet varsa, devlette adalet varsa
barış da vardır. Yani barış, adalet terazisinin eşit kefelerinde
tartılır. Hiç tartışmasız adalet
kökünden gelmeyenler, bunu bilemezler. Bilim yoksunları asaletin kökenine
inemezler. Anca pik ve dip arasında bocalar dururlar. Bu durumda kısık sesle
dahi barıştan söz edilemez. Doğal denge kurulamaz. Yeryüzü gerçeğidir, barışın önü ve gerisi mutlaka yüksek gerilim ve savaştır. Savaşın ardı
arkası barış sonrası yine savaştır...
Devlet on yıllardır aksi programlar ve doğanın tersi planlar
dahilinde geriletildiğinden özlemle yolu gözlenen barış bir türlü gelmez. Çünkü
şark kurnazları, kurnaları son debi açar, keskin mukavemet mukavva hamuruna
dönüştürülür, müzmin muhalefet de bu yüzden evrimleşemez. Böylece on yıllar
içinde adalet ve barış rafa kaldırılır.
Rafı, marfı, safı, gafı bir yana mevcut düzeneğin barış ve adalet mekanizması
salt sosyetik rezidanslara çalışır. Kalanı kuralsız kaidesiz kırpılmaya,
kırılmaya çalışılır. Böylece devlete ayta vurgusu, meta vurguncusu, kusurlu
haytalık, avantacı kuryelik egemen olur. Ve "Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir" ilkesi zedelenir.
Diğer yandan adalet ve barış istemi, faşizan baskılar ve
faşiat darbelerle budanan, soyka faşistler tezgâhında tırpanlanan vazgeçilmez
tutkudur hala. İnsanlık adına mücadele aşkının manyetosudur. Çünkü hiç manasız,
hiç nedensiz adalet adil işlemeyince, devlet işlemez. Devlet doğru
işletilemeyince de varolan barış dahi zmanla zamanla buharlaşır...
Bu arada hanlar hanına öykünmek de fayda etmez sonra “Aklı
öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın
aldığında adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” İşte o vakit
hancı yolcu biraraya gelse de kalıcı barış adına çok gecikmiş olunur…
Ve mevcut yöntemlerle bir daha barış, adalet ve devlet
üçgeni açı tutmaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder