12 Mart 2022 Cumartesi

SÖZCÜK BÜKEN SÖZÜ…

 

SÖZCÜK BÜKEN SÖZÜ…

Vaktiyle verilmiş sözler ölümlü dünya tapınmalı bozulduğunda, ölçünlü sözcükler değerini yitirir. Ölçüyü kaçıran kuyruklu yalanlar dilden hiçlikle döküldüğünde, kısık ses tonu güveni tüketir. Karanlık tümünü örter. Örtbas için sosyal mühendislik argümanları, ağulu dil ve ritmik fiziksel egzersizler asla işe yaramaz. Yalandan yaradığı farz edilir…

Facia farkındalığı arttıkça temel prensipler preslenir, sınırlı bilgi rastgele yerli yersiz yüceltilir. Seviyesiz yükselen karanlık enerji içten dışa, dıştan içe küçük dünyaları körleştirir. Koskoca dünyayı kuyruklu yıldız misali, kuyruklu yalanlar sallar...

Sıradağlardan sırçalan kambur sarı çıyan, karasal iklim yabanısı, kolonivari sarmalın basit usul organizması, terliksi havada takılır ve terbiyesizce tekler. Tek bildiği doğanın diyalektiğini, evrenin yaşanırlığını bozmaktır. Aklının gerisin gerisi besbelli, ilerisi tam belirsizliktir...

Baştan aşağı belirsizlikte belletici ileti niyetine söz ve sözcük sabit bir noktaya kilitlenir ama kolay taslak ve yapay anlak keşmekeşi yaşandıkça hayal kırıklığı artar. Gittikçe sıcak temaslı faşizan eylemler sertleşir. Ters istikametli çıkmaza sürüklenilir. Sürgün söz ve sözcükle izahı zor ve asla hafife alınamayacak bir incinmedir. Yakalanılan illet, iğreti incitmedir. Dere geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla azmanın, boşa afra tafranın ardı taklaya gelmektir. Şimalişarki kuşatan çavlan, çorakta parlayan yıkımın ilk işaretidir...

İzbar iyiden kötüye değişen alışkanlıkları, mantıklı çıkarımlardan uzaklaşıyı, ateşle sınanmayı, sarıçıyan üzerinden sınırsız ve kusurlu hayata bakış açısını izalar. Sinir lifleriyle oynayan kasıtlı girişimler, ibrişim kuşağın kuşanılmasını hizalar. Hazzı bir yana duvar gibi sağırları her yaygaraya kulak kabartan zebanilere indirgeyen kimyası bozuk ayardır, kuyruklu yalanlara dolanmak.  Haza gök yarılmasından daha beter yanılmadır kuyruklu yıldız altında donanmak. Keza donanımlı güç, kan donduran söz ve sözcükleri kulağın tözüne tözüne tökezletir, öz köze dönüşür, köz pik demiri eritir…

Erdünyasında bilinçle dökülen ve dinlendikçe hazineye dönüşen söz ve sözcüklerde saklıdır keramet. Vaktiyle verilmiş sözden dönenin, ölçülü sözcüklerle alay edenin dirliği, diriliği hazneye mermi sürecek kadar kısadır. Yüzsüzlerin sermayesi şiddete maruz kalış, sinirsel çöküş ve diriliş, akıl gücü seferber edildiğinde başka sefer tanımaz. Elbirliğiyle kalkar enkaz. Eskaza kuyruklu yıldız altında mucize beklemekle olmaz. Hayat memat meselesi zihne dayar namlusunu ve namı değer sözcükleri şakağa ardısıra sıralar.

Önemli olan vaktiyle verilmiş mutlak sözün neden bozulduğuna anlam arayışıdır. Aklın derinliğini dışarı vurmaktır. Vurgun anında aklı evvellerin sözü söz üstüne harcayarak, bildiğini zannettiği ezber çabuk bozulur. Hatlar tıkanır, hatıralar gömülür, boş bedenler bozuk para gibi harcanır.

Sözcük büken, pembe rüyaları kanatanları yaygın kanaatin tersine, düpedüz kanatlandırır. Sözcük denizi paragraflar temize çekilir, sarıçıyan ve parazitler bir bir ayıklanır. Hedeften bir kez olsun sapıldığında kuyruklu yalanlar, kuyruklu yıldızdan döner. Ve asalak yalancıların iflahı kesilir…

Kuma çizilen, suya yazılan, havaya karışan kutlu kitaba aykırı her akıldışı fiiliyat ve hitap bitapları, sözcük büken sözüdür, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine bağlanır…

ARALIK-21

 

MANEVİYAT MADDİYAT, SEFAHAT SEFALET VE UMUDA PAZARLIK YILI...

 

 

 

Neyse ki peşpeşe arsız salgınların vurduğu, çile dert, hile diyet senesi bitti. Sorumsuzluk bezeli ihanetler ve mesnetsiz maiyete sinişlerin tescillendiği koca yıl mealen ne maddiyat ne de maneviyat bıraktı. Hele hele yıl sonu tam bir felakete dönüştü. İnanılmaz biçimde sefahat ve çok boyutlu sefalet, kaderci kör mantıkla resmen pik yaptı. Tam da sona bir kala,

 

pik pike derken dibe vuruş gerçekleşti. Ahval ve şerait asla masumiyet ile açıklanamaz çünkü zerre hak, hukuk, adalet kalmadı. Ne var ki bu kez ciddi arayışlar var ve umuda sıkı pazarlık yılı çoktan başladı bile...

 

 

 

Başlar elbette çünkü baştan ayağa herşey tersyüz edildi. Yıllardır yalan yanlış herbirşey makul karşılandı. Hatta insan fıtratına tamamen ters düşen sığıntılık ve sığ fırıldaklık aşırı prim yaptı. Arka bahçe yılışkanlığıyla sığınılan makamlar hep fakru zaruretten görüldü. Fikirsiz övünülerek, ölümcül çapsızlık ve çağ ötesi görgüsüzlük tahtına oturuldu. Hiç iç hesaplaşma yapmadan, hiç dışa dönük sorgulama beklemeden öylece saraya kapaklanıldı. Böylece sona, sonraya ve sonsuz yağmaya akıl gözü kapatıldı. Eksi derecelerde buyma ve ekşi mayalanma vasıtasıyla, kalpler mühürlendi. Eskiyen tarihden hiç ders çıkarılmayıp tekrardan mümkünsüz sefalete, hükümsüz sefahate balmumlu davetiye çıkarıldı..

 

 

 

Zaten davet icabet sarmalında maneviyat perdeli maiyete güvenilip, pergeli geniş her türlü maddiyat tertipleri planlamak, hakkaniyet sınırlarını aşıp yaşanırı yaşanmaz kılmak ve salt yasakları yaşatmak marifetmiş gibi sunuldukça mutlak mutluluktan sapılır. Sapkınlık arttıkça da sefalet ve felaket felekten sayılır. Hatta zam, zulüm, işkence, faşizm mecburiyetten sanılır...

 

 

 

Oysa bu sayım suyum muhabbeti, seçim geçim muhataplığı, malum sunumlar ve aşkın durumlar, eksik malumatlar ve duyarsız talimatlar hazin çöküşün belirtisi. Emniyet sübabı ise emanete hıyanetin tecimli tecellisi. Ancak zaman gelmişin geçmişin muhasebesine evrildikçe, mizanların ve bilançonun tutmayışı asla görmezden gelinemez. Acınacak hallere düşmelerle pekişen süslü sürüm, kutlu sona bir kala asla kader diye izah edilemez. Sonra izleri, gizleriyle canlanan, kan tesirli teslimiyeti perdeleyen sürgünler ve boşa efelenmeler de zevatı kurtarmaz. Zaman öyle bir donar ki, küpler dolar, akıllar dolar ama ağır kusurlu kur mantığı döner dolaşır kendi özüne kabarır... 

 

 

 

Öze yabancılaştıran kehanetlere kenetlenmişlik ve esrarlı ısrarcılık, melaneti kendinden menkul günleri sıraya dizer. İşte o yüzden sorgusuz sualsiz maiyete sığınmalara fazla güvenmemek gerekir. Maliyetine bakmadan yenilen haltları maharet saymamak lazımdır. Çünkü mutlaka sefaletin de sefahatın da bir bedeli olacaktır. Ayrıyeten maddiyat ve maneviyat dünyasında hesaptan kaçabilmenin, insan fıtratında korkmamanın yeri yoktur...

 

 

 

Yok olmaz denilenler bile olur ve kor ateş gibi saran düz mantık, üst akla ve alt kültürlere nerede nasıl mahiyet kaybettirir hiç belli olmaz. Çünkü maiyet bazen kulcu ve köleci zihniyetin idaresine geçebilir. Çarpıcı iddialar hiç uygunsuz takvime bağlanınca da facia kaçınılmaz olur. Hatta lafta modern modda belletilen, rafta bekletilen mevcut modele tapınmalar bile eninde sonunda ters tepebilir. Çünkü evrensel ölçülerde modernleşmeye açlık, bir hiç uğruna maiyete girmişlerin de derinden duyumsadığı bir içgüdüdür. İçeriden fırtınalar, dışarlık titrek titreyişler ve hiç umulmadık menfi sonuçlara gebelik her zaman ağır basar. Aslolan varoluşun keşfine yönelik incelikli duruşla, mitolojik teolojik yaklaşımlarla kozmosun sınırlarının zorlanmasını engellemektir. Yoksa aşırı maiyet ve softa mahiyet  anında barikatlar kurar. Kurgu az gelir olunca, torba dolar, güneş solar ve tarih kendi kendini paklayan pratiği yazar...

 

 

 

Yazı yazgı ve tinsel dinsel manada tüm tanrısal yükselişler, pik ve dip yapan marjınallerin ellerinde ete kemiğe işler. Bu arada pasif etkinin devamı için sefahatı keyfekeder sürenler, sürekli  oligarşiyi, oligarşik tiranlığı dayatır. Ancak eninde sonunda demokrasiye, en sıkışık anlarda umuda pazarlık noktasına dönülür.

 

 

 

Gelen yıl dönüm noktası. Komple salgınların uluorta salınacağı bir yıl olmaya aday. Ancak yeniyılın marifeti, maiyete meyletmeyenlerin sefaletle boğuşmaktan yılmayacağı bir yıl olacağı. Çünkü mevcudu bu kadar geriye götüreni hiç yaşanmadı, hiç duyulmadı. Sözlü veya  yazılı tarihte bundan beteri olmadı. Olur da hiyerarşiyi hezeyanla kuran, silik insanlık veya yasal taraftarlık olursa uluorta paylaşılan ulufelere asla güvenilmez. Gün doğumuyla ulu efelerin aklı hurafelere bir takılır, bilinçaltına sızan tek merkezli tatbikatlar zorlaşır. Barikatlar yıkılır. Yani yeni sene ya herşeyi selleyecek ya da mevcudun iktidarda kalma süresini uzatmayı denetecek...

 

 

 

O yüzden yeni yıl, umuda sıkı pazarlık yılı...

 

zaman: Aralık 31, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

28 Aralık 2021 Salı

ZOR BELA 'HESAP YILI’…

 ZOR BELA 'HESAP YILI’…

 

 

 

Zor bela geçen bir yıl oldu bu yıl, üç beş gün sonra yeni yıl. Yeni yılda ise hemen yılbaşından sonra yine bıçak sırtı bir hayat, resmen şeytan  üçgeni. Defedilemeyen bol varyantlı koviti belası, daraltan geçim gailesi ve peşine düşülen seçim derdi. Durum açıkça bu ama mevcut iktidar, ezici meclis çoğunluğuna karşın yıllar yılı çözemeyip biriktirdiği sorunların üstesinden gelemeyince, işi muhalefete yıkma çabasında. Politik, ekonomik tüm problemlerin suçu günahı ana muhalefete endekslenmiş, her fırsatta sunumda. Oysa her türlü saçmalamak bile aşırı dikkat gerektirir. Çünkü orta seviye zeka hali bile saçmalığı şaşırtıcı bir doğrulukla algılar ve ona göre tepki verir. Ancak en yeterli ve yetenekli olanlar bile iyi taklitçi kesilince, farklılıklar asla fark edilmez. Nihayetinde incinme  pahasına, yanlışta ustalıkla birleşme ve çağdışı çoğalmalar hiç beklenmedik kötü sonu çabuklaştırır. Gelinen son nokta inisiyatifi baştan yitirmiş genel idare ve kapanda kıpırdanan yerel idareler. Tam bir cendere. Sözde güçlü ittifaklarla bile iki geri bir ileri zar zor yürüyen bir memleket. Umudu hepten yitirmek üzere olan bir millet. Velhasıl sudan bahanelerle es geçilmiş on yılların ceremesinin bir hayli zor ödeneceği, zorun zoru bir ‘Hesap Yılı’ kapılardan içeri…

 

 

 

Yeniyıl kesin hesap yılı ve daha cetvellere işlenmemiş  nice dert, afra tafra sağanağı, doluya dönüşecek tipik zamlarla fatura daha da şişecek gibi. Fahiş faturalardan kaçış da yok, kurtuluş da yok. Çünkü öyle bir memleket ki, neyi var neyi yok dibine dek kullanmış. Millete rağmen hesapsız saltanat pik yapmış. Hesap vermek salt Yaradan’a bağlanmış, hesap sormak sırf Allah’a kalmış. Azar ve katar pozisyonundaki dipsiz, diplomasız, diplomatsız, çağdışı politika diplomasisine sefahatla sefalet arasındakiler hala saf tutuyor. Bu arada doğrunun söylenmesine asla ve kata tahammül yok. Ama sonradan görme varsılların Ata’dan emanet koltuklara kurulup, kurulu zemberek gibi ecdada zehir akıtması var...

 

 

 

Akı karası gecikilmiş olunsa da kesin ‘Hesap Yılı’nın geldiği ve geçtiğinin farkına varıldı. Maaile mahiyettekiler şimdiden malum manevralara giriştiler bile. Vakti zamanı gelince adaletin herkese lazım olacağı da yakında anlaşılır. Ayrıca envaı çeşit çılgın soru beyinleri kemiriyor. Zihinlerde kıymet beğenmez dolar girdabından çıkılıp çıkılamayacağı ve net oranlarla tahmin edilen seçimler tarihe mi karıştı, sorgusu. Diğer yandan tüm ayarlar, tabansız ayarlamalar, tavansız ayar çekmelerle gittikçe büyüyen dip kuşkusu. Piyasalarda pik yapan başıbozukluk ve tedirginlik. O yüzden yılbaşı öncesi en zirveden zırvalarla, akıl karışıklığıyla tek parti zihniyetine vakfedilen tarihi potlarla, zamanla hiçleşen iddialarla, belirginleşen metal veya mental yorgunluk hali. Yılbaşından sonra yoksullaştıran ekonomiyle birlikte milletin ahvali, memleketin durumu gerçekten vahim. On yıllardır memleketi tek başına yöneten zihniyet, yeni yılda tüm meseleleri yine yetmiş seksen yıl öncesine havale eder. Hem de dünya paylaşım savaşları kuşağında olumlu işler gören tek parti yönetimine. Bu da bir nevi hesap vermekten kaçış. Oysa on yıllarca ilericiliği en ilericiliği kimselere, hatta en baba devrimcilere bile bırakmayan iktidar havası basıldı. Ama memleketi iyice gericileştiren, gerileten ve milleti geren bir iktidar olmaktan vaz geçilmedi. Hatta afiyet ve zafiyet arasına hapsolan saray ittifakı, meşhur Aralık seneyi devrinde kurlu, kurumlu akçalı paralı hamlelere girişti. Hesaplar tuttu tutmadı bilinmez ama gizliden faiz şeytanına, bin yılın zehrine mecbur kalınmışlık pozu çok bariz hissedildi...

 

 

 

Belki de yeniyıl bir kesin ‘Hesap Yılı’ olmayacak. Ama devletin yüzüncü yılında on yıllardan sonra demokratik cumhuriyet ve devletçi devlet kazanımlarını savunanlar kazanacak umudu yüksek. Mevcut iktidar şimdiden kendini buna alıştırmaya veya tekrar kazanmak için önlemler geliştirmeye çalışıyor. Böyle bir sonuç tecelli eder mi, ederse ne olur? İşte Beştepe Külliyesi, külliyen seçimleri saray lehine döndürecek muhasebeyi kodluyor. Birilerinin yıkılışı, birilerinin yok oluşu üzerine tezler tescilliyor. Ve sonrası diğer yılın yılbaşı armağanı...

 

 

 

Kim ne derse desin bu yılbaşından itibaren kesinlikle, kesin ‘Hesap Yılları’ başlamıştır. Artık hesapların tetkiki kaç yılda biter bilinmez...

 

 

 

Bilinen zor bela geçen bir yıldan sonra yeni yılın zorun zoru geçeceği besbelli. O yüzden bu 'kesin hesap yılı'na, maddi manevi ciddi hazırlık şart...

 

zaman: Aralık 28, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

21 Aralık 2021 Salı

İLERİ DEMOKRASİ, DİNOKRASİ-MAMOKRASİ ÇIKMAZI...

İLERİ DEMOKRASİ, DİNOKRASİ-MAMOKRASİ ÇIKMAZI...

 

 

 

Evrensel demokrasi yerine ileri demokrasi ambalajında sunulan dinokrasi ve mamokrasi ikamesiyle, on yıllar resmen heba edildi. Öyle ki yıllar yılı dibi delik bomboş küplere depmece dolar döviz istiflendi. Mevcut sistemden bolca istifade edenler sayesinde meçhule gidişat istim üzerinde cansiperane savunuldu. Alnı secdelilik sağlamasıyla da son düzlüğe girildi. Ve ulusal Kurtuluşun yüzüncü yılına ramak kala, tam da mutlu sona, seçimli sayımlı hazırlanılırken vahşinin vahşisi ve anca elli yılda bir vuku bulabilecek bir vakayi aliyye ekonomiyi vurdu. Hele son vurgunlar öyle bir hal aldı ki, sırça köşklerden keyfekeder siyaset eyleyenleri dahi zora koydu. Kitaplı nazar, kitapsız inatla pik yapan eğreti kurlaşma önü kesilemez boyuta evrildi. Bilimsel müdahale geciktirildikçe herkesi bir pürtelaş sardı. Böyle giderse, çıkmazdan çıkılamazsa vazgeçilmeyen dinokrasi-mamokrasi çok yakında sokak demokrasisini bir kez daha doğuracak ...

 

 

 

Benzer tüm sancılı doğumlarda olduğu gibi milletin siyaseten kılıçların gölgesinde kalması için alınabilecek en makul tedbir resmi kolluk gücü mukavemeti. Muhtemel görünen ise orantısız güç ve aşırı şiddet zaten tarihte bariz örnekleri mevcut. Resmen açık faşizm...

 

 

 

Yakın gelecek faşizm içerebilir çünkü ileri demokrasi kaynar dinokrasiyi, dinokrasi mamokrasi yolsuzluğunu, yolsuzluk yoksulluğu besledikçe otokrasi kendiliğinden işlemeye başlar. Hatta dinokrasi, mamokrasi rafa kaldırılacağı yerde daha da radikalleşen ölçüde yaygınlaştırılabilir...

 

 

 

Nedeni aşikar, kıldan ince hesaplı indekslerdeki kursal çarpılma, kurumsal manada dibe çakılma, bozuk saat misali siyaset, hal ve gidişatı beklenenden beter boyuta indirgedi. Bu iniş çıkışlar sanki sokak demokrasisini zorunlu kılıyor. Üstelik düşüş bir kere başlamış ise, sokak durdurulamayabilir. Ancak mevcut iktidar, millet sokağa dökülünce, meydanlar iktidar aleyhine dolup taştıkça cümle alemin gözüne gözüne tedbirsel şiddet dillendiriyor. Zamanlı zamansız dil din ötesi şiddet uygulamaktan da hiç çekinmiyor. İşte asıl endişe maruz kalınabilecek bu faşizan caydırma taktikleri. Gizli maksatlı ve açık mesaj nitelikli taktiklerle bir koldan sokak çözüm gösteriliyor, bir koldan bedeli ağır olur babında gözdağı veriliyor. Yani bir süre daha seçimden uzak kalmak maksatlı açık tehdit ve kapalı talimat süreci...

 

 

 

Bir bakışla sokak demokrasisi hedef, kuşbakışıyla hedef doğrultusunda meydanlara dökülenler hedef tahtası. Sözün özü meydan okuma ve örtbas taktiğiyle yeterince suni gündem yaratılamayınca veya sığınılan bahaneler tutmayınca dinokrasi, mamokrasi birliğinin resmen çöktüğünü kapatma kaygısı ağır basıyor. Ancak Deniz bitti, mama ateş pahası gerçeği de ortada...

 

 

 

Ayrıca ileri demokrasi ucubesiyle, dinokrasi ve mamokrasi tezgahından beslenenlere iş çıksın tavrı da pek bilindik. Mevcut erk yinede alışıldığı gibi hak aramanın tüm yolları bir şekilde tıkansın, Millet nasıl, nerede, ne zaman ve kime derdini anlatacağını iyice şaşırsın peşinde turluyor. Güngüne artan dertlerin ve yükselen hak ve taleplerin hangi yöntemle halledileceği muammasına, muhalefet iktidar kapışması da eklenince, dört gözle beklenen sandık da geri adım atıyor...

 

 

 

Yolun sonu sağlıklı düşünülmeden girilen ileri demokrasi çıkmazından, hala salt kendi çıkarlarını düşünen dinokrasi ve mamokrasi düzeni fetbazlarının çıkaracağını düşünmek ise akıldışı esaret. Bu esrik havada kötü gidişattan memnuniyetsizlik, yokluk, yoksulluk, yoksunluk, geçim, hak, hukuk, adalet, seçim için sokağa inmek suç ve günah sayılınca resmin rengi helalinden değişiyor. Aksine sefa beka, iç dış mihraklar, dış diktalar, iç dikteler, din iman, yeis reis nidalarıyla sokaklara dökülmek ise sevap ve mükafatlandırılan olunca tablo hepten kararıyor. Zaten toplum ikiye çatlamışsa, insani ve toplumsal boyuttaki herşey günah ve sevaba bağlanır düzeyde algılanıyorsa, denli densiz yaklaşımlarla yakın tarih tersine döndürülmüşse elbette bundan başkası başa gelmez. O yüzden üzerinde iyice düşünülmesi gereken, enikonu ayrıntılı tartışılması gereken, dinokrasi ve mamokrasi kantarının bunca politize haliyle, yarınları ve  polisiye tedbirleri ne denli doğru tartacağıdır. İşte o yüzden sokak çatışmaları ve meydan muharebelerine bizzat davetiye çıkaran oyunlara gelmeden, sokak demokrasisi kuralları çerçevesinde mevcut iktidarın olur olmaz, dolar katar ne varsa hiç acımadan satar aymazlığı netleştirilmelidir.

 

 

 

Neti brütü yeni yılda seçim kuvvetle muhtemel. Yeter ki ortalığın sinsi taktik ve kupon protestolarla ateş çemberine çevrilmesine fırsat verilmesin. Yeter ki ileri demokrasi güdümlü dinokrasi, mamokrasi fetbazlarının ilk fırsatta kullanabileceği ohal mohal girdabına girilmesin...

 

 

 

Yeter artık yılına gün sayılırken, gün gibi aşikar olan, gidiyor gitmekte olan gerçeğidir. Elbette evrensel demokrasi uyarınca geliyor gelmekte olan dileğidir...

 

zaman: Aralık 21, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

17 Aralık 2021 Cuma

ASGARİ DÜZEYDE PEDERŞAHİ TOKLUK, PEDERSENVARİ AÇLIK...

ASGARİ DÜZEYDE PEDERŞAHİ TOKLUK, PEDERSENVARİ AÇLIK...

 

 

 

Gün sektirmeyen azami zamlarla cebelleşen gariplerin, asgari düzeyde pederşahi tokluğu ve Pedersenvari açlığı, iki yönlü bir metafor. Bir yanda hayata tutunmak çabasındaki büyük yığınların standart dışı yetersizliği, diğer yanda  özü gözü doymaz yığmacıların aşkın yemsizliği. İşte metafor bu metafor...

 

 

 

Manalı manasız motivasyonel ve midesel açlık, iki ucu boyalı metaforik bir efor. Bir uçta salt yaşamak adına ekmek ile kuru soğana muhtaç azımsanamaz yığınlar, diğer uçta bir eli yağda bir eli balda gözü, gönlü ve karnı doymaz azgın azınlık. Yani aç açık, ölmeyecek kadar azık, kazık hayata direnenlerle, adalet deyip artık değeri paylaşmamak için yırtınanlar. Yakın zamana yayılacak olası uluorta kapışmanın açık adresi, açlık...

 

 

 

Artısı eksisiyle, azamisi asgarisiyle tebasını açlıkla yüzleştirenlere tek kapı, çarpıcı öyküler kapısı. Hatta en canlı kanlı romanlara uyku teması. Paragraf paragraf işlenen konu ise Pedersen açlığı. Kimi zaman insani sınırların ötesine geçen, illaki insanlık onurunu zedeleyen, herşeylere katlanarak, gururlu ve toplumsal idealleri savunarak hayatta kalma kavgası ise sonsöz...

 

 

 

Baştan sona açlık sınırı öyle bir sınırdır ki bazen tatlı hayallere, kara sevdalara bile veda ettirir. Çoğunlukla vade yettiği oranda, açlığın pençesinden kurtulmak için genlere işlenmiş pederşahi göçebelikle tamlanır küçük hikayeler. Ağır romanlar ise azap, gazap ve ölmek pahasınadır...

 

 

 

Adamlık, alın teri dökmeden doymak bir yana, açlığı yatıştırmalık bile kabul etmeyiş, açıkça retçi tavırdır. Bu adamakıllı maneviyat atadan evlada kutsal armağandır. Alçaklık ise alınterine daha kurumadan makul karşılığı resmen vermemek veya vermeyi ertelemektir. Zaten er yada geç, mutlaka faşizmin gölgesi düşer, açlık zincirini kıramayan toplumların üzerine. Öyle ki bazen açlığa direnişle kazanılan prestij, kılıçların gölgesinde preslenerek kaybedilebilir. Yani faşizme geçit vermenin mükafatı tam açlıktır. Hem de varlık içinde darlık ve yokluk. Sonun başlangıcı, uygarlık tarihine ve emanete ihanetle, pastadan en büyük payı kapmaya atılmakla gerçekleşir. Oysa doğru insana özgü olan,

 

dönülmez yolu ufka sürmektir. Asla açlık acıtasyonu yapmadan, hiç tükenmeyecek umutla ve katıksız ekmeğe taparak. İnan, iman ve izanla, bilim ve bilinçle kodlanarak. Mesele açlığı yaratan sistemleri yok etmektir. Düşüncesizce havanda su dövmemek, boşuboşuna sövmemek ve 'havada güzel güzel dönen kuşun, açlıktan yılana saldıracağını hiç düşünmemiştim' dememek için düşünmektir tüm mesele. Hatta hiç düşünülmeyenleri bile düşünmek...

 

 

 

Bilen bilir Pedersen açlığı, Andangen karakteriyle sabit, hayatın içinde kaybolup giden hikayelerin, hikayelerde aç açık kalanların, katiyyen ödün vermeyen tavrına en yalın ağıttır. Pederşahi tokluk ise ağdalı yakınmalara hiç özenmeyen bir başkaldırı ve dik duruş anıtıdır...

 

 

 

Kuşatılmışlık çemberinde ister asgari düzeyde Pederşahi ister azami oranda Pedersenvari olsun veya olmasın açlıkla başbaşalık, insanlığın en büyük sınavıdır. Yani neslin yarınlarını kurtarmak için  yeryüzüne hükmeden metaforik açlığın, mutlaka hemen şimdi babında tarihe gömülmesi gerekir. Bu şartlı savaş en kutlu savaştır...

 

 

 

Onlarca yıl açlık, körlük, doymazlık üçgenine hapsedilmişlik, çok yönlü çaresizlik ve kuşatılmışlık bir gün mutlaka aşılır. Burada tek mesele ağır kusurları  resim resim kusursuzca

 

biriktirmektir. Açlık günleri bittiğinde, anca yıllar yılı biriktirilen o resimler sayesinde, çalmayıp çırpmayıp geleceğini alınteriyle karşılayanlara hakettikleri saygı sunulur...

 

 

 

Asgari düzeyde pederşahi tokluğu ve azami oranda Pedersenvari açlığı iki yönlü metaforlaştıran o irkiltici resimler, resmen şatafata kapılanların ise büyük, en büyük ayıbı ve günahıdır. Öyle bir ayıp ve günah  ki kılıçların gölgesinde geniş yığınlara reva görülen türden olanlar kalınkaplı kitaplara girer...

 

 

 

Gün olur girer çünkü açlık, kılıçtan keskindir...

 

 

 

zaman: Aralık 17, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

16 Aralık 2021 Perşembe

PARTİLER VE PARTİZANLIK…

 PARTİLER VE PARTİZANLIK…

 

 

 

Heyelan dönemlerinde, hezeyanla suni güç yaratma, harcıalem güçlü görünme reel politikanın temel dayanağıdır. Ancak mevcut kurulu partilerle yalpalayan iktidarı ele geçirmek, sıhhatli güç devşirmek zor görüldüğünde, bir yerlerden düğmeye basılır ve anında yeni parti veya partiler kurulur. Sanki kurgu daima uzaktan kumandalı işler. Tamamen güç zehirlenmesi dolayısıyla bozulan işin aslı nedir, bozgunun arkasında neler yatar hiç araştırılmaz. Bu arada dolar kanatlanır uçar. Karton levhalarla desteklenen pik hevesi, tek hamleyle dip yapar. Yine de tek politik amaç mevcut partileri veya yeniyetme partileri, hedefsiz kalmış millete kabul ettirmektir. Hüsnü kabul sinyali alındığında ise hep aynı süreç işleme konulur, mevcut düzenin devamını sağlayacak seçim...

 

 

 

Seçimde güç olmak, alakasız güçlenmek için hangi abartılı ödüllerin, nice tutulamaz sözlerin, mahva sebep ne tavizlerin verildiğinin de hiç önemi yoktur. Milleti oyalayan tek bahis, şiddetle tavsiye edilen güç tarzlarından birine veya bir kaçına yığılma üzerinedir. Bu yağma düzeninde karanlık kapitalin işlevi ise kasıtlı kurumlandırdıkları adına geçici güven yaratmadır. Zaten kurulu sistemde sermaye aktarımlarının, kimin eliyle olacağı, hangi politik gücün sahipliğinde örümcek ağının genişleyeceği pentagonvari programlarla dizayn edilir. Bu büyük sermayeye hükmeden egemen güçlerin en iyi bildiğidir. Karakapitalizm gereğini yapar ve dileğini ne pahasına olursa olsun gerçekleştirir.

 

 

 

Karakapital, sembolik sermaye, sembolik partiler veya hüllelik partilerle, ekonomik ve politik her ciddi tıkanmada yeni dönem başlayacak masalı raftan indirilir. Türlü ambalajlarla yutturulan eski ve yeni politik tipler hemen donatılır. Bunlar umulmadık biçimde kamuoyu oluşturma, yaratılan medya algısı, referans güncellemeleri, itibar kazandırmanın yanısıra istikrar ve istatistik aktarımlarla üzerinde uzlaşılan etki yetki sahipliğine ve politik bilgeliğe kadar konumlandırılır.

 

Hatta bazen geleceği karartanlar dahi yarınları kurtaracak havaya, kurtarıcı pozisyonuna sokulur...

 

 

 

Acı ama gerçek bu oyunbozanlar yine yeniden mağdur kesimleri arkasına katarak, egemen güçlerin ekmeğine yağ süren hizmete devam eder. Hâkim güçlerin zıddına, ezilen yığınların lehine politika üretecek, politika yapacak parti veya partilerin ise muhakkak önü kesilir. Yani çokuluslu sermayenin, uluslarası şirketlerin özel ve genel çıkarları için sürekli ayni süreç işletilir, sürekli ayni senaryo dayatılır…

 

 

 

Dahası on yıllarca peşi sıra kurulan partiler, devlet kurumu farz edilse de, bizzat devletin içinde global sermayenin aracısı işlevini görür. O yüzden kısa ömürlüdürler ama arkalarında sürdürülemez ekonomi ve politik yıkım bırakırlar. Evrensel güce hizmet doğrultusunda, lafta farklı imaj sunan eski veya yeni partileri inşa edenler, politik şemayı en baştan belirlediklerinden, küresel güçler aygıtına aykırı partileri veya politik örgütlenmeleri bir kalemde silerler. Emperyal egemenliklerini sürdürme gayesiyle baş kaldıranı sessiz sedasız sindirirler...

 

 

 

Ekonomik ve politik batışla perçinlenen mevcut durumlar resmen bu yüzdendir. Salt politik gelecek uğruna günü ve durumu kurtarmaya dönük eski model ve usullerle, tutucu siyaset anlayışında ısrar bu yüzdendir. Gittikçe azalan popülariteyi güncellemek ve tekrardan güçlenmek için her şey mubah tarzı parti anlayışı bu yüzdendir. Tavizsiz partizanlık, bol tavizli politika bu yüzdendir. Yani millet yararına güç yaratmak için kurulduğu söylenen özellikle icracı tüm partiler ne yazık ki, egemen güce boyun eğmek ve reformist akımların önünü kesmek dışında iş görmezler. Her onbeş yirmi yılda bir karşılaşılan acı tablonun nedeni açıkça budur. Daha kötüye gidişi tescilleyen her türlü işarete karşın tek parolaya kanmak...

 

 

 

Parola, puslanan ekonomik havayı dağıtmak, paslanan çarkı değiştirmek, kirlenen siyaseti arıtmak için mücadele yerine, katı partizanlık ve sınırlı güce tapınma olunca heyelan kaçınılmaz olur...

 

 

 

Kaçacak yer kalmayınca da, toptan hezeyan halinde olur böyle şeyler şımarıklığı...

 

zaman: Aralık 16, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

12 Aralık 2021 Pazar

ZUM VİRÜSÜ, ZAM ATAĞI...

 ZUM VİRÜSÜ, ZAM ATAĞI...

 

 

 

Zum virüsü, son zam ataklarıyla direkt hayatın içine girdi. Yakın plan çekimle son günlerde sanki tonlarca kapasiteli hidrolik pres altındaymışçasına geniş yığınların ezildiği zumlanıyor. Görünen net, millet acayip yoksullaşıyor. Zorbihal akarında akan can suyu tersyüz, can boğazda ve zamlarla birlikte katlanan kötü enerji hayatı vurmuş, devlet babadan hala şefkat yok. Sinerji sıfır, empati hiç, zam zum virüs aleminde zumlanan ise hep  karunsal kayırmacılık...

 

 

 

Kamusal alandaki kayıkçı kavgalarıyla piklenen zam zum virüsü, diptekilere toptan bilinç kaybı yaşatıyor. Hala ebedi umursamazlık ve muamma edebiyatı. Bu arada busbulanık atmosferde, karşılıklı kamplarda bile hafiften yaşanan ortak endişe, yarınlar endişesi. Millet resmen aş, aşı derdinde. Memleket manzarası ise hala oburca insan yeme ihtiraslı. Yani durum vahim. Merakla zumlanan, çıldırık zamlarla ateşin yakına düşüp düşmeyeceği. Malum zam zum virüsü cin gibi, cins ve cismani. Sayım kıyım listesi de epey kabarık. Kedi kaplana dönüşmüş misali bu karmaşada, millet ortaya karmakarışık geçim derdinde. Yollar dikenli...

 

 

 

Dirayetten düşmüş devlet baba bu abartılı zamlama haline bir türlü çözüm zumlayamıyor. Dolardan doymazdan sebep ocaklara akkor düşmüş. Dinayetler, yankiler, kankiler, arapiler erketede. Üç kuruşa ballıbörek temsil ikram hevesinde. Tatlı hayat millet için durmuş, kısmi azınlık zamlarla azan zum virüsü vurgunlarını hiç sıkılmadan arsızca devam ettiriyor. Devlet baba, bu virüs çıkmazında sonu belli şaşmaz yöntemle, şaşkın deneysel tekrarlarla tükenmişlik sendromuna zemin hazırlıyor...

 

 

 

Öyle ki hiç düzelme yok hala depresyon dili, ruhsal durum travması, dinsel çarpıtma, miskin mucit içgüdüsü güncellemesi. Resmen kör karanlığa ortaçağ dayatılıyor...

 

 

 

Öyle bir kör karanlık ki, karataşın üzerinde kapkara akıllılara zum hali. Ultra zamlarla iş mucizelere kalmış. Hep çapraz parçalanma. Aynı hatta boş kafa doldurma edebiyatı, her telden para tutkusu ve çeşnili çapsızlık. Beyin altı hırslarla hükmetmenin ve kuyruksuz kükremelerin sonucu resmen dize getiriliş. Velhasıl vasıfsızlaşma ve vefasızlık. Haliyle hileli detaylarda boğuluyor koca millet...

 

 

 

Otomatik objektif özele dair zum peşinde. İktidar erki geneli etkileyen politik hegemonya ve politik tahakküm kurgusuyla hayata zamklanan zamları gözardı etme telaşında. Ve tepeden ayağa kısır tavırla yıpranıklık. Yaprak kımıldamıyor, resmen kanıyor memleket, millet kan kaybından neredeyse kara toprak..

 

 

 

Zumlanan, umu perişanı bir millet. Kanlanan zam zum virüsüne karşı koyamayan bir devlet. Bilindik soru ise şu, nerde bu devlet, nerede bu millet?

 

zaman: Aralık 12, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

11 Aralık 2021 Cumartesi

BURALARDA GÜNLERDİR...

 BURALARDA GÜNLERDİR...

 

 

 

Buralarda günlerdir kindar bir yağmur,

 

sol yanımda bir ömürlük özlem,

 

düşüncelerimde demlenen dem

 

demir soğuğuna hemen ölsem...

 

Sıkı dur buralarda karıştı herşey,

 

nasıl bocalıyorum bir bilsen.

 

Yağıyor üstümüze üstümüze ardıç kuşları

 

kanatlarında bir garip ateş

 

dahası günahı kallavi büyük yalan

 

Tamını tayfasını yıkan tufan

 

tayını tafrası yüzleri yakan nem.

 

Rüzgarın nefesini kesen ise eksik iman...

 

İmanıma dinime günlerdir buraları vurmuş bir deli yağmur,

 

yorumsuz yağma düzeni

 

yılışık yığma medeniyetsizliği.

 

Merkezden uzağa pek bir azgınlık

 

neyler napar yarın İnsanlık

 

Vallahi kimsenin umrunda değil.

 

Buralarda günlerdir yoğunlaşan yarın korkusu...

 

zaman: Aralık 11, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

6 Aralık 2021 Pazartesi

KÜRESEL DENEMELER…

 KÜRESEL DENEMELER…

 

 

 

Dünyanın dört bir tarafında küresel ve işbirlikçi yerel güçler, ulus devletleri bir bir yok ediyor. Önce küresel ekonomik bombardımanlarla, asalak yaptırımlarla yıkıcı kurumlaşmalar programlandırıyor. Dünyanın tanıklığında, dünya temizliği, açıktan açığa çöküş kapsamında göstermelik kapışmalar, kemikleşen kamplaşmalar, resmen karşı devrim provaları, meşru hale getiriliyor…

 

 

 

Dayatılan getirisi hiç, egemen sermaye denetiminde haraç mezat satışlar. Silahlı güce dayalı sistemsizlik. Tekelci mafya ekonomisi, emperyal tefeci kıskacı. Dünya bu tür kurumlanmalar ve kukla modellerle dopdolu. Postmodernizmin açılımı bu, bizzat sömürü. Bunun için küresel sermaye, dünya siyasetini ve siyasi iktidarları bir güzel dizayn ediyor. Edemediklerini soktuğu ekonomik cenderede bunaltıyor. Bunalım yaygınlaşınca bilimsel düşünce ve yöntemlerden de kopuluyor. Ondan sonrası yarını olmayan bugün....

 

 

 

Bu arada fırtına yön değiştirir, mevcut düzen değişir endişesiyle, direnişi yükseltecek dinamikler bir bir tırpanlanıyor. Tırpan, modernizmi ve değişimi pratikleştirecek kurumsal yapılara da vuruluyor. Çağdaş ölçütlü düşünceler ve dinamikler yok sayılıyor. Tek amaç dikensiz gül bahçesi yaratmak. Bu yönde otoriteyi benimseyen ve benimseten kurgu iktidarlar, gerici modernizm çıtasını yükseltiyor. Fantastik sıradanlaşmaya aldırmadan, küresel sermaye ile bütünleşmeye pik yaptırılıyor. Sonuç yok olma tehlikesiyle baş başa kalış...

 

 

 

Umulmadık son açıkça bilindiği halde bu derinliksiz, sığ ilişkilerde ısrar, esrarını korusa da, kirli ilişkiler yumağı yaşanan döneme, karanlık siyasi tercihlere damgasını vuruyor. İtiraz edilemez çapta çapsızlık, savruk gelişmeleri ve tehlikeli yakınlaşmaları peşinden ağır bunalımları getiriyor. Yani küresel sermaye ütopyasına, bilimsel ve akılcı yorumlar yapılmadığından tuzağa düşülüyor. Kutsallık derecesinde mevcuda tapınma, iç hesaplaşmayı geciktiriyor. Ve karşı devrim projesi hizmetlileri, küresel gücün faydasına ulus devletin kökünü kazıyacak role soyunuyor. Sonuç kapitülasyoncu kapital kepazeliği. Tüm bu küresel atraksiyonlara karşı durulmadıkça, direnilmedikçe ulus devlet projeleri rafa kaldırılıyor. Mevcut ulusdevletler de toprağa...

 

 

 

Ve öncesi sonrasıyla dünyanın dört bir tarafında küresel ve işbirlikçi yerel güçler eliyle tam sömürgeleşme ve alabildiğine sömürü…

 

 

 

Bu dengesiz ve yıkıcı küresel  denemeler nereye kadar gider, ne zaman biter işte tüm mesele bu...

 

zaman: Aralık 06, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

4 Aralık 2021 Cumartesi

ENFLASYON VE GELİYOR GELMEKTE OLAN...

ENFLASYON VE GELİYOR GELMEKTE OLAN...

 

 

 

On yıllarca vuran her kriz ve peşine gelen her bocalama sürecinde, istikrarın güzellikleri yaşanıyor ama istikrarı bozmaya çalışanlar var denildi. Paça kurtarıldı. Krizlere meydan okuyan bir iktidar var, sürekli ve sınır tanımayan destekçileri var ama mevcut sistemi bozmaya çalışan iç dış mihraklar var denildi. Maça devam edildi. Yalan dolan denilenlere inanıldıkça inanıldı, devamlı seçme ve seçilme rahatlığı yaşandı. Lafta ileri demokrasi dayatması, kutsi tekbaşınalığa rağmen hal ve gidiş her seferinde sarpa sardı. Savruklukla yüzyıllık güzergahtan ve kurucu hedeflerden kopuldu ve nihayet iktisaden dibe vuruş, siyaseten kalakalış netleşti. Sanki bu kez deniz gerçekten bitti ve geliyor gelmekte olan...

 

 

 

Gelinen noktada neti brütü bir yana artık yüz liraya satın alınan değerler yaklaşık yüzelli küsur lira. Veya yüz liraya alınanlardan ancak kırkküsur liralık satın alınabiliyor. Başka bir deyişle gelir yüzde elli küsur erimiş, giderler ise artı yüzde elliküsur delirmiş. Yani enflasyon en flaş seviyede flamasını açmış zam estiriyor. Fiyatlardaki bunca dengesizliğin ve makul seviyeleri zorlayan bu kadar artışın vebali günahı kimlerindir besbelli ama hala dış güçlerindir diye avunanlar var. On yıllardır memleketi idare edenleri külliyen günahsız gören zatlar var. Tüikin enflasyon sepetine alakasız sokulan ürünlerle gizlenen ve rakamlarla oynamalar sonucu çıkan tabloya sürüaklıyla sevindirik olanlar var.

 

 

 

Sabaha çıkmanın ayazında sanki dibe vurmuşluk bir anda bitecek, sihirli bir dokunuşla ekonomi pik yapacak ve iyiye gidecek her şey. Yeniden bozulan dengeleri kuracak, piyasaları rahatlatacak diye hala mevcut erke güvenenler var. Oysa mevcud yüzünden tabandan tavana hissedilen enflasyon şimdilik yüzde elli küsurlarda seyrediyor. Millet şimdilik bir güzel seyrediyor ama sanki on yıllardan sonra özlemle beklenen olacak gibi çünkü geliyor gelmekte olan...

 

 

 

Onyıllardır lafta şahlanan ekonomi, milyonların mutfağındaki yangını sürekli körükledi. Yeni yılda daha beter neler olacak daha ne körlükler ve kötülükler yaşanacak tamamen belirsiz. Resmen yıkım yaşatanlar, iflasa denk bu tarihi durumun sorumluluğunu taşıyanlar hala lafta şahlanışı şerbetleme peşinde. Zaten mevcut siyasal iktidarın tek derdi veya en iyi becerdiği şey seçim kazanmak. Kazanacağını gördüğü ana dek hile dolap sandıktan kaçmak. Ama bu kez bir türlü durmuyor enflasyon, hazine naylon ve sanki verilen molanın son çeyreği. Sanki çetin yolları aşıp, geliyor gelmekte olan...

 

 

 

Sarayı ve parayı bir kenara bırakmayan uslanmazlar, gidişatı suskun ve asabi izliyor. Mevcut iktidar karşıtlığını gereksiz görüyor, kınıyor ve hala haline şükrediyor. Durum vaziyet bu merkezde feci iken tavır tavırsızlık olunca hesap kurnazlıklarına hiç gerek yok aslında. Reel enflasyon dosdoğru açıklanmış olsa bile olmayan istikrar keyfi bahanesiyle mevcuda pek karşı çıkan olmaz gibi. Yalancı bahara tapan dinconlar istimlenen isyanı belki kaale almazlar ama diğer yandan tefe tüfe masallarıyla sırttaki küfe ağırlaştıkça, günden güne file hafifledikçe ciddiyetin farkına varılır. Çünkü fahiş rakamların allanıp pullanmasıyla gerçeklerin üzeri örtülemez sadece zaman kazanılır. Zamanla ekonomiden akademik düzeyde olmasa da anlayan, yazılan meşhur ekonomi kitabını okumaya hiç gerek duymayan milletin aklında flaşlar çakar. Hatta 'güzel idare ediliyoruz, sıkıntı yok...' rüzgarları dünyadaki en kötü üç beş ekonomiden biri olmuşluğu da saklayamaz. Ve lebaleb meydanları silkeler tek bir slogan, uzun yolculuğa verilen kısa mola bitti, geliyor gelmekte olan...

 

 

 

Şahlanışı güncelleyen şaibeli enflasyon oranları, şaibe yaratan veriler, emperyal stokçuları da bu şaibeye dahil eder. En flaş deyimle enflasyon, çeşitli varyasyonlarla devamlı düşük gösterilerek izanı izahı olmayan oranlara ulaşır. Asıl flaşı yıl sonu ve yeni yılda yaşanacaklar olur. On yıllardan sonra mutlu veya mutsuz varılacak her sona helalinden tek cümle yazılır; uçurumun kıyısından dönüldü, buna da şükür.

 

 

 

Şükür ki sona yakın, sonsuzluğa uzayan uzun yolculuğa verilen kısa moladan sonra, geliyor gelmekte olan...

AKILLI KENTLERİN UZAĞINDA

 AKILLI KENTLERİN UZAĞINDA

 

 

 

Akıllı kentlerin inşa edildiği dünyanın tersine, akıllı kentlerin çok uzağında on yıllarca akıldışı yönetilmiş ve çarpık inşa edilmiş koca koca kentlerde doğaldır ki, akılları binlerce kuşku kurcalar. Yine doğaldır ki, kentler ve kentliler; Uygarlığın kaynağıdır ancak uygarlığı yok etmek üzere olan da onlardır...

 

 

 

Gelişen dünyanın tersine, uygar kent yönetimi ve yöntemleri es geçildiğinden barınmadan altyapıya, eğitimden trafiğe, sağlıktan kültüre, issizlikten yoksulluğa sorunlar biriktirir kentler. Bu artan sorunlarla birlikte, çevre sorunlarının da arttığı kentlerde, sıkıntıların ve açmazların halledilmesine yönelik çözüm ise hep iş işten geçtikten sonradır. Kötü alışkanlıkların devamıyla kentlerdeki çarpıklığın artması ve bir türlü kentlileşememe ise acı gerçeklik...

 

 

 

Sonuçta merkezden ücraya, genelden yerele, asla kimsenin umurunda olmayan, defaatle özel çıkarlar için faydalanılan biçare kentliler ve sorunlar yumağı kentler. Akıllı kentler dünyasının tersine hala ruhsatsız, plansız, projesiz ve denetimsiz binalarda ısrar. Böylece çarpık binaların oluşturduğu mahalleler, gettolar, metrolar. Ve makro dincilik ve mikro milliyetçilik bünyesine hapsolan kentliler...

 

 

 

Aklı bir yana koymuşçasına evrensel sorun iç dış göçe dayalı çarpık kentleşmeyi yok etmeden, kentlileri kentlerde göçmen statüsündekilerle birlikte yaşamaya metezori dayatma. Kentlilerden kısılıp her neden ise bakılma zorunluluğu olan bu geçici  konuklara bol kepçe mal ve hizmet paylaşımı. Yani aklıevvel yaklaşımlarla içine düşülen bölgesel travmanın dayattığı sorunu kentlerin ve kentlerin sırtına yükleme kolaycılığı...

 

 

 

Dağılan akılla kentlere yığılmanın sadece kalkınmakta veya batmakta olan ülkelere has bir olgu olduğu gerçeğine rağmen boşa böbürlenme. Oysa nüfusu yirmi milyona dayanan kentlerin çoğu üçüncü dünya ülkelerinin kentleri. Gelişmiş ülkelerde, büyük kentler nüfus kaybına uğrarken, geri bıraktırılmış ülkelerin kentlerinde aşırı büyüme. Aşkın abartılı kent yaşamıyla dip yapan akla zarar durumun kaçınılmaz getirisi ise çözümsüzlük.

 

 

 

İşte bu kaotik kentler çıkmazında, asgari seviyede yaşamaya zorlanan kentliler.  Günden güne geleceği karartılan kentler, kentliler ve kentleri yönetmeyi görev edinenleri bekleyen çok zor günler. Ve bunalan kentliler on yıllar sonra akıllı davranabilecek mi  beklentisi...

 

 

 

Akıllı kentlerin inşa edildiği dünyada, kentleşme ve kentlileşme üzerine durum tespiti yapılmaksızın, yalnızca siyasi kaygılarla yerleşim kolaylığı sağlanmış kentlerde, yıllarca yok sayılmış, görmezden gelinmiş halledilemez sorunlar. Ortak akıl üretilmeksizin, kent bilimci gözüyle yaklaşılmadan kısır tedbirler. Ve kentin sorunlarına çözüm dahi önerilemeyişi. Yıllar yılı yapılan, çözüm diye dayatılan yeni çözümsüzlükleri doğuran hallere umut bağlama...

 

 

 

Hele kentleri içinden çıkılmaz sorunlara boğan, kentlilerin gözünü boyayan, eski kadrolarla sağlıklı, güvenilir, adil ve sürdürülebilir bir yönetsel mekanizma kurulamayacağını görmezden gelmeler.

 

 

 

Kentsel rantların ekonomiyi, ekonominin politikayı belirlediği bilindiği halde, nihayetinde dengeli gelişme, gerçekçi büyüme ve hakça paylaşım olanaklarını tırpanlamalar.  Koca koca kentlerin yasadışı kent olmasına göz yummalar. Yasadışı kentleşmeye yıllar yılı seyirci kalan uzak yakın ilgililer...

 

 

 

Akıllı kentlerin inşa edildiği dünyanın tersine yönetimlere kentlilerin içinden yönetsel yetkinliğe sahip akılları, akılcı dönüşüm ve çağdaş yenilenmeyi sağlayacakları, uygar kent yönetimi ve yöntemlerine adaptasyonda zorlanmayacakları, korkusuzca yetki ve sorumluluk yüklenecekleri getirmeyip, yok saymalar...

 

 

 

İşte akıllı kentlerin inşa edildiği dünyanın tersine, akıllı kentlerin çok uzağında kentlerde akılları bu ve benzeri binlerce kuşku kurcalar…

 

zaman: Aralık 02, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

30 Kasım 2021 Salı

EKONOMİYE AÇIK AYAR

 EKONOMİYE AÇIK AYAR

 

 

 

Para odaklı yaşam yıllar yılı sinsice piklendi, piyasalar salt taklit eksenli sürdürüldü ve yalpalayan ekonomi dibe vurduruldu. Zar zor idame ettirilen yaşam bir anda hepten dayanılmaz hale geldi. Ekonomi rayında, serbest piyasa denetimimizde yalanları açığa düştü. Periyodik döviz artışlarıyla dengeler allak bullak oldu. USA parası rekorlar kırarak günden güne değer kazandıkça Tahtakale’de dahi lira tahtalı köye uğurlandı. Ekonomiye bu hesapsız kitapsız açık ayar ne yazık ki geniş kitlelerce hala gereğince önemsenmiyor, facia görmezden ve bilinmezden geliniyor...

 

 

 

Şüphesiz, şüpheyi terk etmek adam olan adama yakışmaz.  Bu aldatmacada gittikçe kötüleşen senaryolar bir bir gerçekleşecek ve neticede topyekun uğranılan zarar çok canlar yakacak gibi. Bu yüzden para odaklı emperyal dayatmada, paranın satın alma gücünün dakikalar içinde bile azaldığını söylememek ve gerekl önlemleri almamak ağır suç ve büyük günah. Açıkça ülke ekonomisine ihanet. Hatta paranın değerini düşürerek,

 

çöken ekonomiye hala açık ayar çekilmeya çalışılması ise en çekilmez durum. Açıkça sonun başlangıcı...

 

 

 

Adı simgesi ne olursa olsun bir paranın satın alma değeri “para biriminin satın alacağı mal, hizmet ve döviz niteliğiyle ölçülür”. Bu ölçüyle dünden bu güne, bugünde yarına belli tutara ayni değerler ve döviz edinilemiyorsa ekonomi tıkırında değil demektir. Çünkü paranın satın alma değeri en önemli ekonomik göstergedir. Eğer paranın satın alma değeri sürekli azalıyorsa, paraya yeni bir değer kazandırabilmek için ulusal para değeri yabancı para değerinden düşürülüyorsa yani devamlı kur ayarlamasına gidiliyorsa ve hala dış güçler masalı anlatılıyorsa, gelinen nokta yıllarca ülkeyi içten içe sömüren ve sömürttüren idari erkin sorumluluğu olarak görülmüyorsa iktisadi ve siyasi çöküş birlikte yaşanıyor demektir.

 

 

 

Ayrıca yıllar yılı duyarsızca güdümlenen gizli enflasyon ve devalüasyonun ekonomiye dip yaptıracağını saklayarak çöküşü kurmaca konjoktürel nedenlere bağlamaya kalkışmanın durumu kurtarmadığı artık açığa çıktı. Çünkü eğer para değeri devamlı düşüyorsa, fiyatlar yükseliyorsa ekonomi bilimine göre pekala pik yapan enflasyondan söz edilebilir. Zaten enflasyon varsa devalüasyon da vardır.

 

Bu yıkıcı atmosferde gizli enflasyon, gizli hiper enflasyon, gizli işsizlik, gizli savaş, gizli zenginleşme resmen güncellendi. Dış ekonomilere kapıların kapatıldığı ekonomik yeterlilik günleri resmen tarih oldu. Yenidünya düzensizliğinde küresel ekonomi masalından herkes nasibini aldı. Küresel kürecik düşüp yuvarlandı ve az gelişmişliğin, gelişmekte olmanın kucağında patladı. Egemen güçlerin, açıktan sömüreceği emperyalleşeceği yer altı yerüstü zenginlikler peşine düşmüşlerin de hevesi parladı.

 

 

 

Ekonomik veridir, devletin inanılmaz para ihtiyacından dolayı para değeri düşer. Kısa süreli para gereksinimi yüzünden para değerini düşürme yoluyla tüketimin kısılması yoluna gidilir. Günü kurtarmak için serbest piyasadaki döviz devlet eliyle çekilir veya piyasaya sürülür ve kurlar istenen seviyede dengede tutulmaya çalışılır. Bu kez olmadı. Bankalar devreye giremedi, krediler kesildi. Üstelik faizler de yükseltilmeyince ülke ekonomisinin nerede olduğu ve nereye konumlandığı açıkça görüldü.

 

 

 

Bu gidiş ve yöntemle fiyatlar artar, maaş ve ücretler düşer, üretim azalır, işsizlik devasa artar. İçinden çıkılması daha zor bir ekonomik kaosa sürüklenilir. Kemer sıkma filan da işi çözmez. Bedene göre kalp olmayacağına göre ülkeyi ve milleti akla gelmeyecek, dilin söylemekten azap duyacağı ciddi tehlikeler bekler. Enflasyonu torbaya doldurulan eşyalara endeksleyip az gösterenler, Liranın Usa parası karşısında gizliden gizliye devalüe edilmesine,

 

ayarsızca ivmelenen kurlar üzerinden, döviz ve altın üzerinden son vurgunlar yapılmasına göz yumanlar yüzünden kriz tırmandıkça tırmanır. Sonunda kriz halkın üzerine yıkılınca, Sen yanmasan ben yanmasam hesabı da işlemez. Kurtuluşun faturası da yine geniş halk yığınlarına kesilir.

 

 

 

Yıllar yılı olduğu gibi ekonomiye gizli veya açık ayar doğrultusunda yutulması zor acı reçeteler nasılsa yutulur, hep başkaları harcar hesabı millet öder hesabı bu kez tutmayacak gibi...

KASIM-21

 

İKİ YANLIŞ BİR DOĞRU...

 

 

 

Hayatta iki yanlış bir doğru etmez...

 

 

 

An gelir doğru bilinenlerin yanlış, gerçek farzedilenlerin hayal mahsulü olduğu anlaşılınca an ve an herşey değer kaybeder. Gerçekler geç öğrenilse de, öğrenilir ve kısır öğretilere karşı çıkılır. Hele tarihte eşi benzeri görülmemiş sefalet, kapıları çalınca uyduruk teoriler alt üst olur. Şatafata endekslenen ne varsa dip yapar. Kahrolur akıl, yabancılaşır göz ve dil lal kesilir...

 

 

 

Hayatın içine kitap yazanlar ve çok bilmişler kapitale dokunan felsefelere ütopik der, bilimselliğe zorunlu roller yükler. Bir adım ileri iki adım geri, gerilemeyi marifet sayar. Tezlerini tasfiyecilik üzerine kuranlar gün gelir, doğrular ve gerçekler su yüzüne çıkınca ilahi tüyolar ve hizipler arasına sıkışırlar...

 

 

 

Resmen probagandist tavırla eğitilen, öğretilen ve üretilen bu seçme türemişler, sermayenin küresel egemenliğine boyun eğerler zaten eğilimlidirler. Bunlar din odaklı taktiklerden de bir güzel beslenirler. Ve böylece ulusal meseleler sömürgecilerin insiyatifinde, din üzerinden izaha ve icraya çalışılır. Bu  girişimcilik körlenince gerçek ile masal arasında gidip gelen cenah, iki yanlış bir doğru eder hocalığına soyunur. Teori ve pratik nemelazımcılığa ve politik ilkelliğe kurban edilir. Bereketli topraklara kefen biçilir...

 

 

 

Günden güne benzer yanlışlar arttıkça dört yanlış bir doğruyu götürür. Ve aşılamaz krizlerin eşiğine gelinir. Kaos ortamında yalan yanlışlarla oyalananlar, usturupsuz oylumlananlar binbir çeşit düzeltiyi daima reddeder. Hazırcı tavır takınarak, nazırcı kayıtsızlıkla acayip derecede günlük öfkelere ve hakaretlere sığınırlar.

 

Aklı sıra saltanat sürmeyi sağlamlaştırırlar...

 

 

 

Oysa sağda solda umut tükenmez bataryadır. Kökten batışa yakın öğrenilen ve öğretilenlerin yanlış, dayatılan gerçeklerin hikaye olduğu anlaşılınca rasyonel akıl çözülür, göz görür, dil haykırır; hayatta iki yanlış bir doğru etmez...

 

 

 

Doğru tektir. Tek yol...

 

zaman: Kasım 25, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

24 Kasım 2021 Çarşamba

İHMAL, İŞGAL, İHTİLAL...

 İHMAL, İŞGAL, İHTİLAL...

 

 

 

Kurtuluş kıvılcımının çakılışından yüz küsur yıl sonra ekonomi darmaduman. Ağır ihmaller, lafta ekonomik abluka, abartılı işgal söylemi ve kuru inada endeksli döviz kurları çıldırmış durumda. Durdurak bilmiyor. Sözde pik yapan ekonomi dip aşamasında. Hikaye yüzyıllık, tıpatıp aynısı, benzer...

 

 

 

Yüz küsur yıl evvel dünyayı intizama yönelen muazzam devletler, darboğaza giren Osmanlı'ya zırnık borç vermedi. Ve 06 Ekim 1875'te koca imparatorluk resmen mali iflasını ilan etti. Bu ilanla içeride ve dışarıda acayip karışıklıklar arttı. Özellikle Balkanlar cadı kazanına döndü. Dört bir tarafta cephe üstüne cephe açıldı. Peşine 1 Eylül 1876'da kızıl sultan tahta kuruldu. Üç dört ay sonra meşrutiyet ilan edildi. Ve alaturka demokrasi başladı...

 

 

 

Osmanlı resmen iflas edince 1881 Muharrem Kararnamesi ile Duyunu Umumiye kuruldu. Yani Genel Borçlar İdaresi...

 

 

 

Aslında kurulan, Osmanlı devlet tahvillerini ele geçirmişleri temsil edenlerden kurulu bir idare meclisi. Modern bürokrasiyi de doğuran beş binden fazla çalışanıyla, kan emici bu sistem...

 

 

 

Öyle ki, vilayetlerin vergilerini, tuz ve tütün tekellerini doğrudan yöneten bir model. Benzer gelir kaynaklarıyla hareket alanı genişleyen, yönetimi eline geçiren veya yönetmesi için izin verilen idare. Masraflar düşüldükten sonra kalan ne varsa Osmanlı'nın borçlarına ayıran bir kurum. Toplananı vadesi gelen borçlara ve faizine aktaran yani Osmanlı Devleti gelirlerinin üçte birini ikisini yabancılar lehine yöneten bir yapı. Yani yarı sömürge bir imparatorluk adımı. Devletin diğer gelirlerine de göz koyan, devletin parçalanmasına dönük ekonomik bir girişim...

 

 

 

İş buraya gelmeden hemen önce ise Rus harbi. Öyleki Ruslar hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmadan 1878 şubatında Yeşilköy'e dayandı. Padişah anlaşma yapmak zorunda kaldı...

 

 

 

Anlaşma 3 Mart günü Ayastefanos'ta imzalandı. Toprak ver kurtul mantığıyla yıkımı başlatan ilk adım da böylece atıldı. Özerk Bulgar Devleti, Sırbistan-Karadağ ve Romanya'ya bağımsızlık verildi. Ruslara ise Batum, Kars, Ardahan, Doğubeyazıt bırakıldı. Aynı yılın Haziranın da iddia doğruysa Bosna Hersek, Avusturya'ya verildi. Kıbrıs'ın İngiltere tarafından işgaline göz yumuldu...

 

 

 

Bir yandan toprak ver kurtul siyaseti, diğer yandan kuşku ve zulüm çağı böylece açıldı. Karanlık açılım tam 30 yıl sürdü. Osmanlı hepten batmaya ve batırılmaya dönük manevralarla iyice köşeye sıkıştırıldı. Hepten borçla yaşayan bir devlet konumuna getirildi. Artan borçlarını ödeyemez duruma gelince de alacaklı banka ve bankerlerin zararını kapatmak için Duyunu Umumiye kuruldu...

 

 

 

Bu kuruluşta umuma yetmedi elbette ve hantal devlet muazzam devletler tarafından bölündü, parçalandı. Haliyle işgal edildi, ta ki Anadolu İhtilali dur diyene kadar...

 

 

 

Ağırdan ağır ihmaller, lafta kalan ekonomik abluka, abartılı işgal söylemleri ve kuru inada endeksli ekonomik yıkım, her tarihi yıkımda olduğu gibi ihtilal doğurur...

 

 

 

Ve bir türlü yıkılmayan Cumhuriyeti yeniden intizama yönelen muazzam emperyal devletlerin, yüzyıllık sinsi beklentileri onca yerli işbirlikçi desteğine rağmen yine boşa gider.

 

 

 

Tarih tekerrür eder...

 

zaman: Kasım 24, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

23 Kasım 2021 Salı

ÖĞRETMEN...

 ÖĞRETMEN...

 

 

 

Hayata karışmak ilköğretmenle, bilgi üretmek öğrenmekle başlar. Öğrenmek öğretmenlerle. Ve ömür boyu sürer bu zorlu yolculuk...

 

 

 

Ağır ve sağır yolcuların tarihin dehlizlerinde kaybolmayışı, kör talihin derinliklerinde boğulmayışı bizzat öğretmenlerin eseridir. Dönem dönem iktidar odaklı biçimlenen eğitim sistemine, çağa ve bilime aykırı müfredata, zararlı yan etkileri inanılmaz kitaplara, açık veya örtülü idari baskılara rağmen Öğretmen öğrettikçe öğretir. Hemde hiç çekinmeden, hiyerarşiye aldırmadan, korkmadan

 

kutsal görevini icra eder...

 

 

 

Herkes gibi öğretmenlerin de öğretmeni öğretmenlerdir. Bu doğrultuda bilgi felsefesi uyarınca ana amaç farklı akansulardan beslenip, deniz olacak öğrencileri dosdoğru yetiştirmektir. Öğretmenler bundan başka amaç tanımaz. Öğretmekten başka amaç gütmez. Yalan yanlış saf tutmaz. Çünkü Öğretmen salt öğretme borçlusudur. Öğrenenler de sırf öğretmenlerine borçludur...

 

 

 

Kainat yolculuğu nedense bambaşka değerler ölçeğinde, alacak verecek dengesine kurulumlu gösterilir. Oysa dünya daima öğrenmek ve öğretmek üzerine kurguludur. Bu gerçeklik temelinde öğretmenler narin hayatları oya gibi işler. Bilgi ve deneyimlerini doğru ve doğrucu yansıtır. Yalnızca hayat boyu bocalamayan, öğrendiklerini unutmayan, öğrenme azmini bırakmayan çelik dirayetli bir neslin doğmasına çaba sarfeder.

 

 

 

İşte o yüzden öğretmen sadece ders veren, öğrenciler yetiştiren bir mekanizma değildir. Mekanik ve statik bir işlevselliği yoktur öğrenme ve öğretme zemininin. Öğretmen araştırma odaklı yol ve yöntemler izleyen, sokratik metod uygulayan öncülerdir...

 

 

 

Öğretmen, kor bataklıkta beyaz zambaklar filizlendirendir. Gevher olup, cevherleri işleyendir.

 

Öğretmen herçeşit ihlalin ve ihanetin nedeninin bilgisizlik olduğunu bilerek, bilimin ışığında yılmadan öğretendir. Öğretmenler zifiri karanlıkta söylem geliştiren ve kavramların içini dolduran kahramanlardır...

 

 

 

İşte karanlığa ışık yakan, o mangal yürekli ve özverili öğretmenler asla unutulmaz...

 

 

 

Unutulmaz Öğretmenlere sevgi ve saygıyla...

 

zaman: Kasım 23, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

20 Kasım 2021 Cumartesi

KOD; CİNALİ AT, ÇÖPADAM TUT…

 KOD; CİNALİ AT, ÇÖPADAM TUT…

 

 

 

Yaşlı kainata asılı dünyanın dört bir köşesinde çocuk, genç, yetişkin hepsine ait nice hakkın üzerine inceden çizgi çekilerek yenen nice hak söz konusu...

 

 

 

Konu kaşla göz  arası bu hak yeme cinliği. Haksızlık cinali denilen bir meşhur zatı, ilk yerli çizgi kahramanı akla getiriyor. Filmin icrası, mecrası sonradan çakılıyor. Öyle ki cin, min, hin, hile hurdayla alakası yok görünse de, kuşaktan kuşağa okumayı kolayca öğreten seri çizgi algısı varsa da, topu başıboş ve muamma. Okumayı çabuk söktürdüğü farzedilen bu on hikâye on kitaplık

 

ilk yerli ve milli çizgi dizi, elli yıldan sonra gün ışığına çıkan hain kalkışmalarla acaip bağlantılar barındırıyor. Ancak cinali ile büyümüş milyonlarca çocuğun hepsi de okunması ve çizmesi pek kolay diye yemiş yutmuş zokayı. Dahası yediden yetmişe tanınan ve rahat çizilebilen bir çizgi karakter olduğundan kabullenilmiş. Beşiğe belenmiş, bebeklikten belletilmiş. Bahanesiz beş düz çizgi ve bir yuvarlakla silüet hemen tamamlanmış. Sınıf sınıf çizgiadam asmaca ise başka bir kirli oyun.

 

 

 

Bir de çöp adam var aynı familyadan çıkan, meğer hepsi birmiş. Cinali at, çöpadam tut. Alı al, moru mor bir dünya. Baş bir yuvarlak, yuvarlaktan  aşağı düz çizgiden gövde. Gövdenin başladığı yerden sağa sola iki çizgi kollar ve uçta eller. Orta çizginin sonunda yine sağa sola iki çizgi bacak. Kırk numara kırkayak, temsili adam. Nihayetinde çaneğrili kaldırımda yürüyen ve yürüten çöp adam. Hazır ve nazır...

 

 

 

Bu kırık çizgi dünyasında söylenen çöpadam, cinalinin babasıdır. Yani cinali resmen çöp çocuktur. Ve bu çizgi çöpçocuk yaklaşık elli yıldır dolaylı veya dolaysız milli eğitim tarihine ilişmiş, illiyeti meçhul simgesel varlıktır...

 

 

 

Kitapların küçük ve kolay kelimeleri, kısa ve kısır cümleleri sublimental içeriği somutlar. Serinin kitapları bir öncekinden zor, bir sonrakinden kolaydır. Cinalinin sözde zoru kolay eyleyişinin mesajı, çöpadamın çocukları kendine bağlayan oyunları ve savaşlara öykünür hali hepsi de akıllıca ve sinsice tasarlanmıştır. Cinalisi çöpadamı hikayelerinde nice sırlar, yalanlar ve beyin arkasına sızan gizli tutkular içerir. Sanatsal kurguyla geçmişin pençesinde ezilen ve çocukluklukta kalan sihirli anılar kullanılır.

 

 

 

Yalpalayan yaslı dünyada hafızalardan silinmeye ramak kala bu çizgisel çöplük çökeltisi cinali ve gizemli çöpadam figürleri dört bir taraftan fışkırıyor. Her biri iletişimde benzer gizli şifreler kullanıyor. Arasta kalanlar şifrelerin şefliğinde küçük çöpadam figürleri çizerek, çizgi kodlarla mesajlaşarak anlaşıyorlar ve derin sırrı çözmek için habire savaşıyorlar. Yani kim tarafından ve niçin çizildikleri anlaşılana dek sürecek bu savaşçı zincir. Hayat işte cini, çöpü nasıl da benzeşiyor günden güne en güncel tiplerle ve tipik olaylarla...

 

 

 

Yaşlı ve yaslı dünyada çocuk, genç, yetişkin, kelli felli hiç fark etmez, bu cinaliliği kim planlamışsa bir süre parsayı toplar. Ama nihayetinde oval masada, boş bir kağıda bir çöpadam çizilir. Çöp adamın üzerine su dökülür, suyun çöp adama ince temasıyla binbir kıvrımlı bir titreme ve hareketlenme başlar...

 

 

 

Çocukluk işte cinalilik hissedilmez sanki çöpadam dans ediyor sanılır, hem kanılır hem hoşlanılır. Bu arada boş muhabbet tezgahında nice haklar iç edilir, nice haklar çer çöp edilir...

 

 

 

En kısa cümleyle cinali at, çöpadam tut, hapı yutan millet...

14 Kasım 2021 Pazar

AYARSIZ DENGE

 AYARSIZ DENGE

 

 

 

Ayarsız atmasyonlar ve duvarsız atraksiyonlarda ölçüsüzlük sadece mevcut kaosu körükler. Etrafa yayılan kelebek etkisine ve toplu goygoyculara aldanılınca da fırtına kopar. Mükkem yerlere konuşlanıp, mükemmel olduğunu sananlar sayesinde başı sonu belli hezeyan nihayetinde paranın ahengini bozar. Önce ekmekler bozulur ve üzümü yerken bağcıya dayılanmalar taraflı tarafsız herkesin canına yeter. Amiyane tabirle delibozuk tavırlar yüzünden bertaraf günleri bir bir sayılmaya başlanır...

 

 

 

Gün gelir iddialı taht oyunlarında kral da, padişah da, palyaçolar da, onların peşine düşenlerde sırtüstü devrilir. Dünyanın parasını sadece nam olsun diye harcayanlar, alemi resmen darphane görenler günden güne artan ve çeşitlenen felaketten kesinlikle sıyrılamaz...

 

 

 

Balya balya banknotlar, parmağı yalamak bahanesiyle bir parmak şıklatmasıyla mekan değiştirirken günden geceye çıkma derdindeki garip gurabayla uğraşan toptancı top cambazları gözden düşer. Leyhte nice konuşanı, öveni ve yazanı göz göre göre hedefe kilitlenmiş krizi asla saklayamaz. Saklı koylardan bir anda sepetlenirler. Çünkü Deniz bitti biter. Hazzın pik anında küme düşülür. Tarih çöplüğünde öylesi böylesi, ne cinler, en hinler ve silme hainler vardır ders çıkarılması gereken. Yok denilirse hala söylenecek söz zaten yok...

 

 

 

Yalnız bin zahmet edinilen prestij de anında uçar gider, güvenilen binbir gece masalları da biter. Hayatın realitesi budur. Öyle illet bir temaşadır bu, dur durak bilmez bir karmaşada bozuk para gibi harcanır, tembih tutmayan, kuş kondu misali havalananlar. Oldu bitti esnasında olduğu yerden atıp tutanlar, ahkam kesenler ve hariçten gazelcilere de hiç acınmaz. Dava düşen de yer yarılır, gök patlar, kaleler fethedilir, saraylar yıkılır ve  sihirli gösteri biter...

 

 

 

Ve tarih bir kez daha en iyi bildiğini okur. Mektubu okuyamayanlar acayip utanır. Utanılsa da, zorla yutulsa da tarih hezimetleri bir güzel yazar. Kaçılamaz asla geçmişten ve her laf açılanda acı gerçekle yüzleşilir. Yakın gelecekte yüzler kızarır veya kösele misali...

 

 

 

Kızmaya hiç gerek yok; uzatmalar oynanırken tüm hayaller, hayal ötesine uçar gider. Dibe çakılma sertçe gerçekleşir. Yani hayatta kalmak hem çok kolay hem de çok zordur. Çalım varsa defans da vardır. Ve zor oyunu bozar...

 

 

 

Boş ekranlara yapışıp, antik sütunlara yanaşıp, inadına  keskin sirke küpüne zarar yaşam tarzı nice bilgiçlik taslanılsa da bir yere kadar gider. Aleme gider, sınır aşıldığında kara düzen kaşla göz arası çizgi dışına atılır...

 

 

 

Ancak dengeyi koruyan, eğerini, değerini bilen, köpüklenen kaosu içmeyen, ayarlı ve duyarlı atraksiyonlarda direnenler fırtınalı denizi yüzer geçer...

 

 

 

Deniz üzerinde yürümek ise çok masraflı bir illüzyondur. Ayrıca denizin dibi illede bu sihre kapılıp boğulanlarla lebaleb doludur...

 

zaman: Kasım 14, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

1 Kasım 2021 Pazartesi

MANZARA YOZMANLARI VE YAZMANLARI

 MANZARA YOZMANLARI VE YAZMANLARI

 

 

 

İnsafı kuruyanlar azdıkça manzara yozlaştı. Manzara yozlaşınca, yoksulluk arttı, yozmanlar yol buldu, yalancı yazmanlar arsızlaştı. Gittikçe insafsızlaşan aşırı yozlukta, gerçeği bilenlere ve umuda yemin içenlere gözleri denizmavisi bir taşbebektir devrim. Umuda kanat çırpan serçecikleri sıcacık göğsünde uyutmaktır devrimcilik. Ve tüm yozlaşmış manzaraları elinin tersiyle silmektir ölümsüzlük...

 

 

 

Ölümlü dünyada uçuşan portreler arasından, rüyalara giren manzaralar eşliğinde eksik hayatlara yön verecek doğru figürü seçmektir mesele. Mesela yatırlar ve satırlar kıskacında bile kör bağımlılık marazına kapılmadan ve insafı kurumuş kötülere  kanmadan acayip yozlaşmış manzaralardan sıyrılmaktır  maharet. Memleket yasak odaklı yasalarla tırpanlanırken, zindan odalarının duvarlarını süsleyen sıradan tablolar ve arabından renklendirilmiş  portrelerle avunmamaktır hayata tutunmak. Boşuna ilenmek yerine ille de hissetmektir her kara delikte bir kırmızı karanfil unutulduğunu...

 

 

 

Asli mesele yozlaşı dünyasında kalemin hasıyla yazmak, yazıyı su gibi akıtmak ve kara duvarları ışıtmaktır. Bu uğurda adamakıllı, akılcı bir yarıştır eylemcilik. Çünkü an gelir yeşerir kavga, kızarır gökyüzü ve dev boyutlara varan yozlaşmanın manasızlığı yozmanlara rağmen aşılır. Eninde sonunda yazılı deliller açığa çıkar, dahilik ve delilik arasında bocalamayla doğru orantılı manzara yozlaşması gözler önüne serilir. Gizli bölmelerde gizlenen din, iman, mezhep sarmalı ve sunni saflaşma reddedilir...

 

 

 

Mermer labirentte rüzgâr ekip fırtına biçerek manzarayı kristalleştirenler, yoz yobaz yarenliklerle akıl ranzalarını boşaltanlar çıkışı asla bulamazlar. Hatta zamanla yaptıklarından utanırlar. Bir avuç devrimcinin vaktiyle altıncı filoyu geldiğine pişman ettiği günden beri sürer bu utanç. Ezik manzara hep ayni kalsa da kuş misalidir devrim, uçar gider maviliklere her mevsim. Devrim kuşunun son bir kez daha tutulamaz kanadından, öpülemez gagasından. Ve at izi it izine karışınca yozlaşı pik yapar. Bir zamanlar beşi bir yerdeye teslim edilen emanet ise tam dibe çakılır. Kutlu emanete hiyanetle taş duvarlara çivilenir yoz manzara. İşte o en feci yozlaşmayı resmeder durur tablo...

 

 

 

Resmen bal korudan aşağıya doğru arap atlarına binmiş süslü süvarilerin püslü destekçileri, delinen altın anahtarlı çelik kapılardan yozlaşmanın ağababasını geçirirler. Bu daraltıda papağan misali salt duyduğunu, yalan yanlış öğretileni ve kabaca belletileni tellendirenler büyü bozulduğunda bir anda tüyerler. Beter manzaralara akseden malum vaziyeti bertaraf etme hastalığına yakalananlar bir nokta, iki nükte, üç nokta peşine nükseden saldırımlarla bir müddet daha ortalıkta salınırlar. Arkasız kalanlar ise gittikçe kötüleşen manzara ve arsızlaşan yozlaşı karşısında bilenirler. Taş baskı koleksiyoncularına karşı koyarlar. Ve öyle bir gün gelir ki manzara yozlaştırıcısı yozmanlar ve arsız yazmanlar altın dolmakalemleri cebinde, hesap verme sırasına geçerler...

 

 

 

Belli kerteden sonra hesaplar tutmaz, krizler peş peşe patlar. Envanter günü şeytan uçurtmasının kuyruğundan, iblisin ağına, alemin ağzına düşülür. Hayata makara ipiyle bağlılar, ipsiz dipsiz kuyularda allanır pullanır. Ve bu kez o yapbozcular yozlaştırırlar manzarayı...

 

 

 

Uçurtmalar takılır akıllara ve tüm aykırı işler, falanca filanca fişler defteri kebire kaydedilir. Asla temizlenemeyecek bir şişinmedir uykuları kaçıran manzarayı umumiye...

 

 

 

Er insaf, insan insanlıktan çıkıp, insaf buhranına sokak kabadayılaşması da eklendiğinde, dört mevsim yedi bölge yoz manzarayla sarsılır. Yedi bölge dört mevsim ayni yoz manzarayla kuşatılır...

 

 

 

Kuşkusuz masmavi bir göğün altında uyuyan, altın saçlı bir kız çocuğudur devrim...

 

 

 

En yozlaşmış manzaraların bencil yozmanları ve en yozlaşmış manzaraların yalancı yazmanlarının insafı kurur, deniz gözlü altın saçlı kız çocuğu uyandığında...

 

Vay onların haline...

EKİM-21

 

"EFENDİLER YARIN CUMHURİYETİ..."

 

 

 

Ulusal Kurtuluş Savaşı,

 

emperyalizme kafa tutuşuyla insanlık tarihinde bir ilktir. Sonrası Cumhuriyet ile taçlandırılan ilkeli ve onurlu var oluştur...

 

 

 

Varsayımların çok ötesinde kanın oluk oluk aktığı, yer gök kırmızı cephelerde,  tayın yerine çarığını ve ağaç kabuklarını kemiren yiğitlerin, Büyük Ata'nın önderliğinde, süngü ucu yürekle canlar pahasına kazandığıdır istiklal. Bu ülke, bu devlet, bu Cumhuriyet...

 

 

 

Mazlum ulusların devrimcilerine ilham kaynağıdır, Kutsal İsyan. Kusursuz işleyen, "Türkler haritadan silinmelidir..." kurgusuna en sert karşı duruştur, tam bağımsızlık savaşı. Tek cümleyle cümlesine, yedi düvele atılan okkalı tokattır İstiklal Harbi. Kısa zamanda ümmetten millete evrilen yolculuktur Cumhuriyet...

 

 

 

Cumhuriyetle küllerinden Doğan bir memleket, asla yıkılmaz bir devlet ve yılmaz bir millet. Tümü Büyük Kurtarıcı Ata'nın tek cümlesinde gizlidir; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz..."

 

 

 

Keskin iradeli ulu önder, ölümsüz Ata'nın öncülüğünde çelikleşen

 

"ya istiklal ya ölüm" iradesidir kurucu hamle. On yılda yokluk, yoksulluk ve cahillik bataklığını kurutan kutlu diriliştir Cumhuriyet...

 

 

 

Son on yıllarda bu vasıfları zaafa uğratılsa da uygarlık hedefinden asla uzaklaştırılamayan sağlam bir kurgudur cumhuriyet. İçten dıştan kemirgen  açkurtlara, mankurtlara direnen, devrimci yolundan asla saptırılamayan bir kutsal emanettir cumhuriyet...

 

 

 

On yıllardır emanete hıyanet son sürat, gizli niyet tek bir cümle 'Efendiler yarın Cumhuriyeti yok edeceğiz'...

 

 

 

Yaşanan zihnizifirlerin 'Efendiler yarın Cumhuriyeti çok ararız' diyenlere düşman kesildiği karanlık bir atmosfer. Kaçıncı cumhuriyetçi, hangi saltanatçı oldukları bilinmezler yüzünden bonkörce harcanan ve çalınan bir gelecek var. Topyekun Cumhuriyetin geçmişten geleceğe kutlu yürüyüşüne mani olma yarışı var...

 

 

 

Yıllar yılı sürdürülen bir türlü istiklali içlerine sindiremeyen siliklerin, istikbali feda etme pahasına dayatılan istibdata tapınma yarışı var. İlelebet emanet edileni kör inatla illet hissedenlerin, kayıtsız şartsız Cumhuriyet düşmanlığına saf tutma yarışı var. Bu varyutar kalkışma, Büyük Ata'nın korkusuzluğuyla atılan ve yeri göğü inleten tek bir haykırışla biter; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti kurtaracağız"...

 

 

 

Efendiler yarın Cumhuriyet için çok geç olabilir, bu günden...

 

zaman: Ekim 29, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

27 Ekim 2021 Çarşamba

ANADOLU BEŞİĞİ...

 ANADOLU BEŞİĞİ...

 

 

 

Anadolu uygarlıklar beşiğidir. Bin yıllarca kültür ve uygarlık hikayelerini ve kahramanlarını doğurmuştur. Evvelden ezele eşsiz ve klasik nice kapışmaların kanlı toprağıdır Anadolu. Çok kez yakılıp yıkılmış, yine küllerinden doğmuştur. Tarihsel kronolojisi özgünlüğünü her devirde korumuştur. Ve son yüzyılda yüksek medeniyet aşkı çerçevesinde dünyaya hakimiyetin anaç rolünü üstlenmiştir...

 

 

 

Anadolu, yakın geçmişin dizayn oyunlarını bir bir bozmuş, ihanete gerekli  yanıtı hiç geciktirmeden vermiş, üzerinde yaşayanlara ulus olma ve yepyeni bir devlet kurma yolunu açmıştır. Anadolu gerçeğini dünyaya öğreten son büyük dahi 'ilk ve son Cumhuriyet'in kurucusu, bin yılların birikimi temel taşı yılmadan tam yerine oturtmuştur. Canla başla kurulan Cumhuriyeti o yüzden perakendeci anlayıştan beslenen kimlikler asla yıkamaz. Anadoluya özel ne formüle edilirse edilsin yüksek hassasiyet duvarına çarpar, tuzla buz olur. Kurucu mantığa ters her türlü operasyon, yurtiçi ve yurtdışı destekli bariz bizans oyunları bin yılların kazanımı cesaretle mutlaka püskürtülür. Çünkü Anadolu başka bir renktir, rengarenktir, kan kırmızı hariç tek renge asla boyanamaz. Hıyanetçi gündelik tercihler bu köklü segmenti kesinlikle bozamaz. Çünkü temel kriterler metazori de olsa değişmez...

 

 

 

Anadolu çağdışı bloklanmayla, çapsız preslenmeyle hiçbir kalıba sığmaz. Efsaneler denizindeki, sipariş sondajlı tüm tasarımları en dibe gömer. Anında emperyal karşıtı öncüleri filizlendirir. Bereketli topraklar evrensel normlardaki varoluşu, milat öncesindeki tohumla buluşturur. Ve Anadolu daima ayakta kalır...

 

 

 

Kalıtsal değerlerle dünden ileriye pekişen Cumhuriyet bilinci bu yüzden Anadolu'da yok edilemez. Hatta Anadolu'nun yarattığı örnek alınası Cumhuriyet diğer coğrafyaları da kapsar. Cebren ve hileyle piklenenler boş yere heveslenirler çünkü beşibiryerde faşizminin deviremediği medeniyet beşiğini, medeniyet düşmanları hiç deviremez.

 

 

 

Devir değişir devran döner ama Anadolu düşmedikçe Cumhuriyet devrimleri sürer. Cumhuriyet yaşar...

 

zaman: Ekim 27, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

25 Ekim 2021 Pazartesi

PARA VE KUR PANAYIRI

 PARA VE KUR PANAYIRI

 

 

 

Para ve kur panayırında, para yokluğunun azap, varlığının ince hesap olduğunu çoktan unutmuş ve aleni bolluk içinde yüzenlerle, ekonomik cenderede diri diri derisi yüzülenlerin kurlaşmasıdır dçvizle gelen. Batıldan dem vurup gizli kapaklı, aşkı memnu buluşmasıdır hayatın içine dolan. Batı resmen rahatlıktan bunalmış haldeyken, züğürt tesellisi babında, kuru gürültü yakıştırmalarla ekonomik olarak güçlü ama ahlaken güçlü değiller hikayesinin gündemlenmesidir. Hatta oralarda temel gıda ürünlerinin dahi temini çok zormuş ve kuyruktalarmış masalı uydurulmasıdır. Huzur içinde yaşamak için para o kadar da önemli değilmiş asparagası atılmasıdır. Paralı veya parasız ruh dengesini, kalp temizliğini ve aklın direncini körelten para politikası dejenerasyonu tam da bu olsa gerek...

 

 

 

Oysa sosyal hayat ve ekonomi dünyasında para ve ahlak birbirini doğru orantılı etkileyen iki temel kavram. Yalan dolan, talan çalan günden güne artarsa, çanak yalamak, tembellik ve hıyanet içinde yaşamak çok para edinmeye endekslenirse ahlaksızlığın resmen prim yaptığı gözden kaçırılır. Beter hallerle uğraşılmasın diye, baldız hikayesine varana dek daha nice ahlaki bozukluk utanmazca fetvalandırılır. Fetbazlıkla yönetilen parapsikoloji, ekonomi dünyasına da egemen olur. Para ve ekonomi, paraekonomi düzleminde ahlaksız formlarda şekillendirilir...

 

 

 

Öyle ki, kur seviyesi ayarlamaları ve parite oynaklığına para dayanmaz. Bu kur kurgusunun gizli bir planlama dahilinde veya gayet programsız, bilerek veya isteyerek yaratıldığı şüphesi akılları kurcalar. Çünkü vatan salt doğulan yer değil, aynı zamanda doyulan yerdir. Ancak doymak bir yana geniş yığınlar, iğneden ipliğe periyodik zamlarla açlık seviyesinin altında yaşamaya mahkum ediliyorsa ortada büyük bir yanlış var demektir. Korkunç boyutlara ulaşan enflasyondan bunalan kesimler nereye kadar dayanır, vatan millet sağolsun aşkını ne zamana kadar güder asıl soru budur...

 

 

 

Dip yapmış para ve ekonomi çıkmazında, tüm ekonomik yaklaşımların tersine inatla, hala kur artarsa ihracat artar, ihracat artınca cari açık azalır, cari açık azalınca döviz bollaşır, döviz bollaşşınca kur düşer, kur düşünce enflasyon düşer, enflasyon düşünce faiz düşer bilim dışı varsayımlara bel bağlamak nasıl bir işletmeciliktir anlamak mümkün değil. Oysa bocalayan ekonomilerde faiz indirimi, hem uzun vadeli faizleri hem de döviz kurlarını hızla artırır. Esasen enflasyonun sebebi faiz değil, enflasyonun sonucu faizdir. Bu ters realiteye aldırmazlık ise reel sektörü tedirgin eder, en sağlam kurumları tepetaklak eden durumları oluşturur...

 

 

 

Zaten bilinenin aksine faiz indirimi sadece mevduat faiziyle sınırlıdır, kredi faizi aynı kalmıştır. Yani sadece paranın getirisi düşmüş, parayı pula dönüştüren, milleti daha da fakirleştiren bir duruma kapılar aralanmıştır. İşin diğer boyutu, döviz durdurulamaz biçimde yükselmiş ve borçlanma maliyeti artmıştır. Özellikle faiz indirimiyle birlikte ülkenin risk primi de anında gri şokla sınıfta kalındığını güncelleniştir.  Gösterge budur ve hemen ilk fırsatta faiz yine arttırılacaktır.

 

 

 

Bu dönem mutlaka elde avuçtaki mala mülke, paraya dövize, altına ziynete, mevcuda mevduata, sıkı sıkıya mukayyet olma dönemidir. Piyasada faizin ve enflasyonun düşeceği temennisiyle sosyal ve finansal istikrarın tesis edilemeyeceği açıkça ortadadır. O yüzden yeni bir ekonomi idaresine acil gereksinim vardır...

 

 

 

Bu da ancak en kısa sürede yapılacak bir seçim ve rejim değişikliği ile gerçekleştirilebilir. Aksi halde para ve ekonomi panayırına çöken kara bulutlardan göz gözü görmez...

 

zaman: Ekim 25, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

22 Ekim 2021 Cuma

KARA KAPLI, CANA SAPLI...

 KARA KAPLI, CANA SAPLI...

 

 

 

Kara kaplı, yaşam boyu kimini bilgiyle sınar, kimine hak ettiği sonu sunar ve asla hiç gecikmeden her şeyi hal yoluna koyar. Yani en baba muamma bile gün olur devran döner kesinlikle çözülür. Kimbilir anlam ve mana belki de kimsesizlerin kimine dek uzar. Uzun uzadıya süren karanlığa hizmet meselesinde de kindar kimlik veya dindar kimliksizlik üzerinde uzlaşılır...

 

 

 

Malum kara kaplıdan sapanlar, sahte mutluluklara kapılanlar, banal ortamı cennet sananlar, işlerine öyle geldiğinden her şeyi çok kolay unutur. Böylece oraya buraya sürüklenmeler, ürkütücü şartlarda sürünmeler bile ülküden sayılabilir. Hatta saygın kişilik kaybı bazen sağlık olsun babında geçiştirilebilir. Kim bilir sırf sağ kalmaya dönük, sönük hamleler doğrudan seçimsiz numaracılıktan beslenebilir. Ancak her şart ve koşulda sarf edilen bu kırk numara kırk ayak numaracılık asla uzun süre tutmaz. Her sabık tutku katiyyen yeni bir kimlik kazandırmaz. Mevcut eskir ve sadece oy uğruna, boy ve soy kaybını pekiştiren oyunlar oynandığı açıkça ortaya çıkar. Koltuktaki dosyada başka çıkar yol kalmadığından, kimsesizler diyarına yolculuk da başlar...

 

 

 

Yaşam yolculuğu kimbilir belki de kapalı gişe bir oyunda basit figüranlıktan ibarettir. Yani yalandan ibadet ehli görünmek, kibri ve ihaneti asla saklayamaz. Kim kime yaşamın kıyısında kalanlar, sürücü mahallinde gaflet uykusuna yatanlar bile bir gün mutlaka uyanır. Ve resmen kimlik bunalımına iten örgü ilmek ilmek çözülür. Kim yüzünden ve değer miydi? sorgulamasıyla hiçlik tamamen tanınır. Bir hiç uğruna yüce değerlerin nasıl çiğnendiği bir güzel tescillenir. Ve böylece yaşam testlerinden alnıaçık çıkmak iyice zorlaşır. Yani eksen kayması yaşayanların kara kaplıdan minnet ve himmet beklemesi büyük hayalcilik olur.

 

 

 

Akla hayale sığmayan şekilde kimliksizliği kimlik edinmeler, kimbilir hangi mendeburu sahiplenmeler ve zincirleme sorumsuzluğun mükafatı kara kaplıda bariz biçimde yer alır. Yaşam boyu, boynunda kim olduğunu unutan yaftasıyla dolaşmak, kimbilir kim okur, kim yazar belli olmaz endişesiyle donanmak belki de en büyük cezadır. Keza kim son uyarı işaretini aldığı halde bilebile işi şirretliğe döküyorsa, bu döküntülerin gözünün yaşına hiç kimse bakmaz. Onlarla doğaüstü ilgi ve alaka kesinlikle kesilir ve beklenen acayip gümbürtü kopar. Tabiyatıyla tüm kendini bilmezler, kim olduğuna bakılmaksızın mutlaka hak ettiğini bulur.

 

 

 

Hele de onca nasihata rağmen kim olduğunu umursamayanların, sahte benlik taslayanların, kimlik alışverişinde çamura yatanların çok daha fazla canı yanar. Bu kimliksiz iman veya kimlikli imansızlık arenasında gerçek mutluluk ise kim kimdir ve kim kime nedir vurdum duymazlığına, verdiği zarar ziyana aldırmadan kime ne hoyratlığına vakti zamanı gelince haddini bildirmektir. Kimbilir ilahi sürgünün sürgüsü ve ezrailin süngüsünden az evvel olsa bile. Dahası artık kimin kim olduğunun pek önemi kalmadığından, hangi kim bu seyrü sefere razıdır orası da belli olur. Zaten kim olduğunu çoktan unutmuşlar, kara kaplıdan tek kelime anlamazlar, Doğanın dirençli ve tertemiz yüzündeki parlaklığa asla dayanamazlar. Dayanılmaz son sonlanır ve kim kime ihanet etmiş veya kim hala kutsal emanete hıyanet içinde bir bir ortaya serilir.

 

 

 

Kara kaplı, cana ve kana saplı tek bir gerçeği sergiler, doğanın dokunduğu her şey asla kim olduğunu unutmaz. Karakter bozumunda kara kaplı da olmayan unutkanlığa sığınılır. Ancak kim kimin tezgahına gelir ve kim kimin girdabına takılır girizgahından hemen sonra  en doğru olan işaret edilir. Ez cümle yılanın kuyruğu kesilmez başı ezilir.

 

 

 

Elbette nihayetinde eden bulur ve kimbilir kendi zaafları yüzünden Denize düşen bu sayede sarılacak yılan dahi bulamaz...

 

zaman: Ekim 22, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

16 Ekim 2021 Cumartesi

TAŞLARIN EFENDİLERİ

 TAŞLARIN EFENDİLERİ

 

 

 

"Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının,

 

Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı yegahın..."

 

 

 

Taşların sırrına erenler, dip dalgalı her bozuk ekonominin altın başta olmak üzere, tüm döviz türlerine pik yaptırdığını çok iyi bildiklerinden kötü taklit saltanata asla prim vermezler. Sırra erişemeyenler ise biteviye yere göğe sığdıramadığına tapınırlar. İktidar ağzıyla hep maraza çıkarma hali, tam mehteran vaziyeti, her çıkmazda tezgah spekülasyon masalları...

 

 

 

Değerli taşların  sırrına erenler için altın, yarınların sigortası, yastık altısı, hayat garantisi, taşların efendisidir. Kıymetli taşlar ve mücevher dünyasının en vazgeçilmezidir. Acı deneyimlere karşın sonsuz gerçeğin sırrına bir türlü ulaşamayanlar için ise mücevher taşları küçük dünyaların sultanıdır...

 

 

 

Sultanların sultanı mucizevi taş 'inci'dir. Bir kere inci canlı üretimdir. Dört beş bin yıllık kültür denizinin asalet mirasıdır. Yapayı da yapıldığından en boludur belki ama yinede mücevher dünyasının en değerli taşıdır. Doğalı pek nadirdir çünkü çevre kirliliği, aşırı av ve zehri bol sanayileşme doğal inci neslini tüketmek üzeredir. Nesli gittikçe tükenen sultanlardan biri de 'tanzanit'tir. Tanzanit Kilimanjaro'nun eteklerinde uyur. Bu zoisit mineral çeşidinin rezervlerinin on yıllar içinde tükeneceğine dair izlenim yaygındır. Sultanlardan bir diğeri 'Yakut' ise tam üç bin yaşındadır. Taşların efendisi altının burma bileziği gibi, mücevherin sultanı incinin Burma'lısı en canlı ve parlak olanıdır. Burmalı yakut morumsudur. Deyim odur ki; güvercin kanı gibi parlak kırmızıdır...

 

 

 

Mücevher aleminin en alımlı sultanı 'yeşim'dir. Yeşim imperyaldir, saf yeşile çalar. Yeşil gözlerin en uyumlu partneridir. Maya ve Maori kültürlerinin kutsalıdır. Sıradışı, sağlam, dayanıklı ve en değerlidir. Derler ki; Altın çok değerlidir, Yeşime ise değer biçilmez...

 

 

 

Sultanların Ural dağlarındaki temsilcisi 'aleksandrit'tir. Bukalemun özelliğine sahip sıklıkla renk değiştiren bu inci türü, gün ışığında tavuskuşu mavisi, bol ışıkta mora yakın renkte yansır. Yalnız sultanilerden 'Paraiba' ise Brazilyalıdır. Dünyaya canlı, doğurgan ve dolgun mavi yeşil bakar. Rocky sıra dağlarında ise 'amolit' saklanır. On milyonlarca yıllık deniz yumuşakçalarından da parlaktır. Yanardönerdir,

 

Gökkuşağının tüm renklerini alabilir ve yansıtabilir. Himayalar'da ise 'Kashmir Safiri' yatar. Bu safiyanenin de rezervi tükenmek üzeredir, daha şimdiden koleksiyonluk ve müzelik değerdir.Sultanların en akla zararı ham mineral olan 'Zümrüt'tür. Zümrüt Vah Vah Dağları'nın kırmızı çiçeğidir. Kızıl Berildir.

 

Sanbenito Nehri'nin safiri ise resmi taş ilan edilendir. Mavidir ama gökkuşağı renklerini ateş rengi yansıtır...

 

 

 

Sultanlık sultasının endeğerli taşları, en mükemmel mücevherleri bunlardır. Elbette daha niceleri vardır. Ancak illere, ellere, dillere, bellere en yakışan, değerli taşların efendisi altın ile mücevherlerin sultanlarıdır.

 

 

 

Değerli taşlar ve mücevherler dünyasını dip dalgası vurduğunda, pik yapan döviz kristalize bir kesit sunar, allanıp pullanma dünyasına. Böylece ortada ne yapay efendiler, ne suni sultanlar kalır. Sadece sultani yegah makamında eski bir şarkıdır akıllarda kalan...

 

 

 

"...Tende nemli yumuşaklığı denizden gelen ahın,

 

Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının.

 

 

 

Başlar ay doğarken saltanat-ı sultan-ı yegahın,

 

Sultan-ı yegahın."

 

zaman: Ekim 16, 2021 Hiç yorum yok: 

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

12 Ekim 2021 Salı

ÇELİK GRİSİ HİÇLİK

 ÇELİK GRİSİ HİÇLİK

 

 

 

Ağır çelik zırhlar kuşanılsa da görünmezliğe ve dokunulmazlığa bürünülse de, çelik grisi gemi gelir görür, bulur ve götürür. Hatta en kudretliyken dahi bir anda çelik zırhlar delinir. Yani kaçış yoktur hiçliğe yolcu arayan, rotası meçhule  ayarlı gemiden...

 

 

 

Malum mesele bağışlayan, bağışlamayan, bağışlayamayanlar meselesidir. Asla bağışlanmaz hiç ama hiç bağışlanamazlar vakti zamanı geldiğinde süzgeçten hakettikleri ölçüde süzülür...

 

 

 

Söz ve yeminle “ Önce bir ateş topu yuvarlanır denizlerden. Delirtici havada boş hayranlıklar tekerlenir tıka basa alanlara. Dev posterler asılır  kör duvarlara. Ve geçici heveslerden çok geç vazgçişe tenekeden madalyalar takılır. Tabiyatıyla geleceğe sağırlaştırıcı bir tokat şaklatır boşa harcanan zaman. Beyaz elbiseli devler zamanlı zamansız zihinlerde cirit atar. Akıldan geçenler süzgeçten süzülene dek koyu dipsizlikte yatar. Yinede denizmavisi kelebekler heyecanla, tazecik bahar kokuları taşır evrene. Cesaret evrenselleşir. Hatırşinas haleler dolaşır akıl duvarında ve has sevdalıklar kalmaz. Yeni sevdalar ise boynumu vuracaksanız vurun iletisidir ilahi kudrete. Köşe kapmaca koşuşturmacılığı  bittiğinde ise iğne deliğinden geçer zaman. Ve  panzehirsiz  zehir havaya suya, taşa toprağa karıştığında sonsuz sayıda ateş topu yağar denizlere…

 

 

 

Yelkenliler ve mavnalar zevk zehrinden uyuşmuş balıkları takip eder. Denizin devleri uyandığında malum yıkım başlar. Abartılı doyulan mevkilerden acil düşüşler peşisıra artar. Zamaneler de zenneler de dayanamaz ve kaçamazlar bu gizemli girdaptan. Gayet açık girindikleri çelik zırhın ağırlığıdır zevatı dibe çeken. Ve bu arafta devşirme filler zamanı durduran sıfır gongunu çalar...

 

 

 

Gonkla birlikte süzgeçten harp gemileri, zırhlı kruvazörler, gambotlar, muhripler süzülür. Sürgündeki denizler ateş rengidir, karanlık ise başka bir kara. Bir tek denizaltılardır, denizleri sakinleştiren. Ancak sıfır anı üflendiğinde deniz de yanar ve yakar. Yerde, gökte ve denizlerin derinliklerinde sönmesi zor bir ateştir çağlayan...

 

 

 

Ardına ateşten bir cümle asılır göğe, ‘gizli günahlar yapana, açıktan işlenen günahlar herkese zarar verir. O halde engel olmak gerekir. Ama olunmaz…’

 

 

 

O yüzden fırsat varken denizin sözle buluştuğu diyarları yaşamak, dimdirek yalnızlığı içmek ve koca bir çınar olmayı yeğlemek, köklenip sürgün vermek, filizlenilen bereketli topraklara tapmak gerekir. Özlemlerin tümünü özlemek, özledikçe özgürlüğü sevmek gerekir. Kırmızı gelinciklerle tavlanmış baharları, gelen yazını giden kışını bilmek gerekir. Yaprak kımıldamayan akşamlarda, dost masalarına çöreklenen masal devlerini hiç değilse yermek gerekir. Hele hele iblisleri mutlaka yenmek gerekir.

 

 

 

Yoksa son limana araç işlemez, sandallara güç yetmez, mendireğe akıl ermez, yolculara kar çamur yol vermez. Yani lebideryaya bir bulaşıp pir yerleşir ihanet. Dillere vurmuş zenginlik süzgeçte biriken tortuya aldırmadan

 

ıssız cami avlularını dolaşır. Oysa süzgeçten süzülmeden önce ölümsüzlüğün ışığında bir lokma bir hırka yanmaktır mesele...

 

 

 

Mesela “ Binlerce ateş topu kıyıdan köşeden yağmur gibi yağar ama değersizleştiremez kutlu dengeyi. Binlerce ateş topundan ve binlerce harpten daha fazla zararı dokunur yalan dünyaya, süzgeçten hakkınca süzülmemişlerin. Delinmez çelik zırhlar, çifte su  verilmiş  kılıçlar, ok ve mızrak yaraları, mayın, top ve gülle yanıkları, avuç ayası kadar verilmemiş toprak hangi denge unsurudur çok geç anlaşılır. Değişik dinler ve dillerde, dualar ve yakarışlarla geçer kısa zaman. Ve esenliğe hasret ıslak  gözlerden süzülür. Ve ölüme yatılır, rotası meçhule ayarlanmış çelik grisi gemide…”

 

 

 

Kara melekten kaçacağını zanneden çelik zırh kuşanmış ve dokunulmazlık zarfına bel bağlamış zatları, lafta görünmezliğe bürünmüş sahte kudret fanilerini kara delikler gelir, görür, bulur ve yutar.

 

 

 

Bağışlayan bilir, rotası meçhule  ayarlı gemidekilerin bağışlanacaklarını veya hiç ama hiç bağışlanmayacaklarını. Yani asıl mesele çelik grisi hiçlik meselesidir...

HAYATI ÖĞRENMEK VE OKUMAK

 

Hayatın birincil şartı kıyasıya öğrenmektir. Hayatı öğrenmek; doğuştan ölüme, ömür süresince her gün yeni bir şey öğrenmekle olur. Öğrendikçe hayat renklenir ve güzelleşir. Öğrenmenin temel ögesi ise okumaktır. Yani yol ve yöntem öğreten en doğru enstrüman kitaplardır. Yetişmenin, gelişmenin ana kaynağıdır kitaplar. Onlardan esinlenmedir, kör karanlıklardan çıkmanın işaret fişeği. Zaman yoğun şekilde akarken, zamana okumayı ve öğrenmeyi katmaktır insan olmanın asıl meselesi…

 

Hayat yolunda yoğrulurken, doğru yorum ve yeniliklerin tamamı özgür düşüncenin eseridir. Özgür düşünce, bilmek ve bildiği ile yetinilmedikçe kazanılır. Her şeyi bilirim diye bir olgu yoktur hayatta. Yani ustalaşmanın, uzmanlaşmanın sonu yoktur. İşte bunca yoklukta, güvenilir sezgi ve güçlü yeti kazandırır okumak. Okumak hayatı öğrenmeyi de kolaylaştırır. Yani ne kadar çok şey bilinirse, bilgi ölçüsünde ilerlenir. Aksi durum gerilemeyi ve gericiliği dayatır…

 

Hayatı öğreneyim derken hayatın içinde boğulmaktansa, önce kitaplara boğulmak, hayatı okuma bilinci edinmek, en doğru yatırımdır. Çünkü hayatın acı gerçekleriyle baş edebilme donanımı sağlamadan hayata atılmak, çoğunlukla hüsran getirir. O yüzden mevcut birikimlerden sürekli, hiç büyüklenmeden yararlanmak gerekir. Meseleleri çözüme kavuşturmak anca öyle kolaylaşır…

 

Kolay geçmeyeceği açık ve net kısa ömrü, bilgi peşinde koşarak doldurmak gerekir, hangi yaşta olunursa olsun öğrenmeyi öğrenciliği terk etmemek gerekir. Bunun artısı getirisi hiç değilse vitrin mankeni olmaktan kurtulmaktır. Konu mankeni olmadan üstlenilen işleri ve emanet edilen değerleri hakkı ile korumak ve tuttuğu işi başarmaktır. Elektronik makinaların ve sahiplerinin egemen olduğu dünyaya yeni hayatlar adına korkusuzca direnmektir. Asalak ve sömürgen dünyaya kim ne derse desin yüreklice karşı koymaktır. Maddi çıkarcılığın ve ahlaki yozlaşmanın esiri olmuşlara haddini bildirmektir…

 

Dünyaya bomboş bir zihinle adım atılır. Adımlar hızlandıkça dünya değişir, zihin dolar, ömür akıl ve irade sezgisi çerçevesinde devam ettirilir. Hedefler ve değerler doğrultusunda hayat şekillenir. Hayat denen bu kısa yolculukta beyindeki 5 milyar hücre, bilgiye ve öğrenmeye açtır, devamlı doyurmak gerekir. Dünya hayatının girdaplarına asla kapılmamak, hayatı öğrenmek, hayatı doğru dürüst okumak için kitapların dostluğuna güvenmek gerekir. Elbette her şey bilinemez, bazen deneme-yanılma yoluyla da öğrenilir ama imkansızı alt etmenin yolu okumaktır. Oku hedefe vardıran kitaplardan vaz geçmemektir mesele. Yoksa basit ve sıradan olmak çok kolaydır, hatta her şeyi bilirim ve de yaşarım savurganlığıyla bir anda hayatlar değişir. Uzun yılların emek harcanmış tortusu, bir anda kurtlar sofrasına yem olur.  Yani arsız saldırganlığın sonu, yok olup gitmek, kızıl alevlerde eriyip bitmektir. Bilakis boşa geçen bir hayattır bir adım sonrası da...

 

Hayatın birincil gayesi, her kararlı adımda kazanılan bilinçle, sonsuza dek kutlu davaya hizmet ve deniz mavisine uzanıldığında, sonsuzluğa tutunmaktır. Yaşamları ölümsüzleştiren, yakıcı tutkuyla mevcut enerjiyi yerinde ve zamanında kullanma yeteneğidir. Hayatı doğru okuyanı yıkılmaz kılan da bazen uygun zamanı hiç beklemeden hiçliğe pik yaptıranları, en dibe postalamaktır. Bu uğurda öze cesaret katan, sözde değil özde davranış ve geleceği öngörme, karşılaşılacakları kestirebilme farklılığını bir kez olsun sınamaktır. Çünkü öğrenmenin yaşı başı yoktur…

 

Öğrenmek önceden sonsuza kabuğun kırılmasıdır, pusulası okumaktır, parolası kitaplardır. Kitaplardan gökyüzünün maviliğini öğrenmektir, maviyi kuşatan Güneş ışığını içmektir yangın. Sönmeyen yangını kutsamaktır. Yıllar yılı sürecek krizleri aşmanın yolu, yolunda gitmeyişi ve belirsizliği giderecek en etkili çözüm, hayatı yeniden okumaktır. Sil baştan hayat kurmak veya hayatın içinde çareler aramak ve doğruyu bulmaktır. Hayatın sırrı, öyle laf üretmek ve rüyaya yatmakla çözülemez. Hayatın içine öğrenme tutkusunu beleyip, kitapları sırdaş eyleyip eyleme tutuşmaktır kesin çözüm. Yok oluşa her gün bir adım daha yaklaşıldığı düşünülerek var olmaktır amaç. Çünkü hayattan tek kare, hayatın tüm gayesini Gazze kuyusuna gömer…  

 

Kara toprağa gömülmeden az evvel dahi olsa hayatın ölümcül gailesi mutlaka, öğrenmekle, öğrenmek için okumakla, kitapları sevmekle aşılır. Hayatın birincil şartı oku’dan itibaren neredeyse tümüne ihanet edenlere ise şimdilik bekleyin-görün makalesi yazılır...

 

ZAMANE RUHU...

 

 

 

Ne yazık ki dünyaya egemen olan durum tuz kokar ve zaman hızla biter durumu. Bu duruma koşut yarını hiç düşünmeden bugünü yaşamak biteviye, resmi elden modalaştırılıyor. Demodeliği aşikar modda açık gizli, akıl dünyasının kodlarıyla oynanıyor. Yani yeni model babında, eski yeni tarihi tüm koordinatlar gizlice çarpıtılıyor. Çağdışı mantığa aşinalıkla, tarihin kadranına hiç de doğru bakılmıyor. Medeniyete katkı sunan uzun yolculuklar ve göz alıcı tarihi süreçler ise tamamen yok sayılıyor.  Böylece zamanın ruhu, zamanla daralıyor, dahası özgürlükler daraltılıyor...

 

 

 

Resmen dağılmaya özgü aldatıcı tasvirlerle süslenmiş ve asla estetik kaygısı olmayan atıflarla, salt algısal yanıltmaya dönük sahte tarihsel tasarımlarla bütün kuşaklar cezbedilmeye çalışılıyor. Yani yarınlar bu günden bedavaya harcanıyor. Sonsuz olanakların tarumar edilişi sığda, sağda, solda anlamsız detaylarda boğulmalar ve ucuz hikâyelerin getirisi bozulmalarla görmezden geliniyor...

 

 

 

Durum apaçık iken tüm bu içinden çıkılmaz haller aslında dünün eseri. Resmen koleksiyonvari sahneler, göz boyamacalar ve yürek kabartmalar ise bu güne özgü estirimler. İşte bu yüzden yarınlar insanlığa ve uygarlığa yön vermekten uzak biçimlenecek gibi...

 

 

 

Kestirimler bu yönde çünkü tarifi ve dayanılması olanaksız durum, taraflı bakış açısına göre geniş katmanlara yediriliyor. Süleymanın mührü sayılan mühür, zamanı kullanma sanatını alenen ziyan ediyor. Bu yüzden zamanın ruhuyla resmen alay eden kör karanlık zor kalkacak gibi. Sanki sırf bu nedenle hala hanedanlık hayranlığı aşılanıyor. Harem aşırı merak uyandırdığından hanende melekler aranıyor. Arada karada arsızlığa pik yaptırılıyor...

 

 

 

Dillere destan öyküler arsızca karikaturize edilerek sınırlar, kıtalar ve zenginlikler imparatoryal düzeneğin emrine sunuluyor. Bu arada can yakan yönetsel tekniklerden faydalanılarak, toplumlar tarihi miraslarından koparılıyor. Zamanın ruhuna ters oranda, lafta muhteşem medeniyetler ısrarla aynileştiriliyor. Tarihi eritip kalıplara dökerek, mümkünsüzü mücevherleştirmenin mümkün olmadığı bilindiği halde tekrar tekrar tarihe kurgusal anlamlar yükleniyor. Böylece herşey kökten halledilecek sanılıyor. Oysa modern zamana eskici hamleler veya eskiyen zamana modern dokunuşlar hiç bir yenilik kazandırmaz. Sadece zaman kaybedilir. Ve tüm bu yabanıl gayret sadece vakti zamanı geldiğinde yaşayan tarihten, kökten kazınmayı getirir...

 

 

 

Zaman artan hızla akıp giderken, bazen en büyük uygarlık simgesi değerler bile dönem ruhunu yansıtmaz. Çünkü ya zamanın ruhu kaybedilmiş veya akıl durmuştur. Kayba yönelen akıl ise zamanla, zaman ve mekân üstü özgürlük felsefelerine kayar. Tarihi ve geleceği tuz buz eden durum işte budur.

 

 

 

Dünyaya faşizanca hükmeden duruma koşut, değişen koşullara ayak uyduramayan insanlık resmen tarihsel ayrım ve ayrışma sürecini yaşar.

 

 

 

Öyle bir yaşar ki, dünden usanmış, bugünden vazgeçmiş, yarınlarda zamanın ruhunu arar…

 

zaman: Ekim 08, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

4 Ekim 2021 Pazartesi

KUYU KAİDESİ...

 KUYU KAİDESİ...

 

 

 

Bazen hısım, kıyım, kırım şeytan üçgeninde, kutlu uyumu bozacak ama asla gelenek terk edilmeyecek  hassas günler yaşar insan. Maddi manevi yürek acıtan yörünge kayması yaşar memleket. Ve millet hay huy değiştirir. Can sıçratma sarmalında, karatoprak didiklenir, derin kuyular kazılır. Yalan dünyanın dibine doğru kesit boyutları iyice daralır. Pikleme vurgusu, döngü burgusu, dünyalık kurgusu hiçbir işe yaramaz. Eninde sonunda kutsal emanete ihanetçiler yerin dibine kapaklanır...

 

 

 

Karakter çıkmazında kuyu kazmayı vazife sayanlar ise çemberi sırasıyla çıkrığa sarar. Çember dışındakiler için kara buğdaydan kuymak, kaymak tadında bal şeker kıvamındadır. Harcanışa eşitlenmeyle  birlikte açıklar saçılır, açlık yayılır, hatta ekimde deniz kabarır yine de kavimler uyur...

 

 

 

Uyurgezer yolculuk uzun olduğundan ve dağları korku sardığından herkesin kazdığı kuyu aslında kendinedir. Huzursuzluk akıllara daldıkça da getto ile ölçülen ağır ve beter günler kuyumlanır. Ve mahir, cevahir yürek taşıyan gevherler zümrüdüankayı ateşin gözüne, yeryüzünü ıslak kuyulara sallar. Kuyuya düşme sırasına göre yeryüzü sıcağı kalleşçe, kar kuyulu tesisleri de kavurur. Tek elden, bir ağızdan hasarlı haykırışlar doğanı yaralar. Ve yaralayanlar kuyu çeperini yaşamaya mahkum edilirler.

 

 

 

Devir belki kazma  kürek kazılan dipsiz kuyularda gizlenen köryılanların devridir. Köz gibi yakan günler, yanıtsız sorular ve körkara kuyuların esrarı acaip can sıkar. Kızılalev, canları anında yutar ve eritir. Kayıt kuyut hakkınca tutulamadığından sığ kuyulara fit olunur...

 

 

 

Yolculuğun hayli ilerlemiş aşamasında ifrit olmak da vardır bazen. Eşelenen eşsiz manzaraya takılmak da vardır. Kuyular aleminde keyim, keyfim, kuyum yokluğuna ek, ezelden uyum sorunu da vardır. O yüzden uyarına gelse de gelmese de başucuna çam istenir...

 

 

 

İşin aslı cam kırılır, can yanar, çam bahanedir. Tek gerçek vardır, herkesin kuyusu kendinedir...

 

zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...

ÖMRÜN DENİZ OLSUN GÖKKUŞAĞIM...

 

 

 

Hiç geçmesin istenendir Deniz ile geçen ömür ama geçer. Cız etse de yürek, zaman hiç durmaz su gibi akar. Bir çırpıda biter hikaye. Asıl hikâye, cıscıbıl bembeyaz bir kumaşa sarılmaktır ve hep ilkler  anımsanır. Sonuçta üzerine hayat perdesi üflenen nefes çekiliverir. Deniz canda, Deniz akılda, Deniz yürekte,

 

sessiz sedasız sahneden çekilmeyi bilmektir mesele...

 

 

 

Mesele hiç çekinmeden ölüme yürümektir. Yiğitlik gönül rahatlığıyla bilinmeze gidebilmektir. Maharet. masmavi gökte parlayan gökkuşağıyla, lapa lapa sonsuza çağlamaktır...

 

 

 

Doğrusu Denize doğulan gündür, kömür gözlü ömür perisiyle tanışma anı. Devamında yalınkılıç ufka seğirten hırçın dalgalarla umutlanmaktır. Ecel şamarını çarpana dek. Çarpılana dek sultanlıktır ömür. O nedenle son nefese dek durulmaz yürekle yüreklenilir. Duyulur duyulmaz bir fısıltının anımsattıklarıyla sus telkinine karşı ayaklanılır. Zaten son ayak sonsuzluktur. Gerisi koca bir yalan makamıdır...

 

 

 

Makamı sahici olan sadece denizdir. Denizdir, buz tutan gözlerdeki kavurucu güzellik. Dahası kör bıçak gibi göğse saplanan gökkuşağıdır Deniz. Göksel sakinleştiricinin öğütlediği kıvamda ayrımsız ve katıksız histir. Hislenmeye tek sebep, tohum serpilen mevsimde ekim üçlemesinde bir avuç doğandır.  Denize düşen şavkı ise iyi ki doğdun kızıl toprak ve güneş tenli yaprak tekerlemesidir. Dünya bir yana, derya bir yana iyi ki doğdun Deniz güncellemesidir…

 

 

 

Değilmi ki doğum ile ölüm arasında geçer gider anılar. O yüzden göksel anlaşmaların Denizin derinliğine yansımasına yürek dayanmaz. Zor soluklanılan tılsımlı gün batımlarında, bir batında doğan dalgalarla bütünleşmeye de can dayanmaz. Çünkü en hakiki hazine, gökkubbe tam yıkılacakken ansızın beliren denizdir. Ve yalazlı bir siluet gibi kristal kubbeye asılan gökkuşağıdır hakikatın ilk belirtisi. Ve hiçten gelinir hiçe dönülür repliğinin içselleştirilmesidir her insanı erken yaşta büyüten...

 

 

 

Büyüteçsiz büyündükçe tutkuyla türküler söylenir. Söz meclisten dışarı zalime söylenerek, sitemlerle de yaşlanılır. Hemde ardında giz değil, sonsuza kalıcı iz bırakarak. Aksi halde ılıman bir serinlik tutar yakadan ve bir yakadan, Karşıyakaya koca bir ömür hayal olur. Beş paralık sistem çöker çökmez hüzün dağılır ve ayakta bir tek Deniz kalır. Kaldı ki bilinmeze yolculuk kapıyı çaldığında önce düşler kararır, sonra cihan güneşi denize düşer. Yani yol tükenir, yolcu epey yorgundur ve hararetle ömür perisinin yolu gözlenir...

 

 

 

Yeryüzünde güneşin tutulduğu gün, Denizin doğduğu gündür. Günlerin getirdiği yolculuk nereye ise yol orayadır. Ansızın gök gürülder, yer yarılır ve başı sonu bilinmeyen notalara basılır. Yüreğe dokunan ise nice şarkılardan evla şarkıdır, kıssadan hisse Deniz şarkısısır. Söylenir, dinlenir, eşlik edilir ve sıra dışı sözler sonsuza dek havada asılı kalır...

 

 

 

Giderayak elası ve edasıyla, cefası ve sedasıyla, yangısı ve yankısıyla, aşkı sevdasıyla rengarenk kuşanılan sadece denizdir. Varlık nedeni yokluk sebebi sırf denizdir. Onca yılın beklentisi de denize ulaşmaktır. Okyanuslardan vazgeçip salt Denize koşullanmaktır.

 

 

 

Deniz içindir tüm uğraş ve çaba. Deniz, kor demir kör duvar çıkmazında yürekten bağlanılan tek renktir öyle bir renk ki tek başına rengârenktir, gökkuşağıdır...

 

 

 

Gökkuşağım, ömrün Deniz olsun...

 

zaman: Ekim 04, 2021 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

1 Ekim 2021 Cuma