HAYATA MANDAL
Uyuşmuş beyin hücrelerinin ayık tutulması ve uyarılması en zor iş. İşi gücü olmayan bu bir türlü kendini uyanık tutmayı beceremeyenlerin bir daha uyanmamacasına topraklanıp küllendiklerinde upuzun uyuma dönemleri başladığında işler tamamen arap saçına döner.
Dönme dolaplarda aşk solar.
Damarlarda kılı kırk yararak dolaşan yaşlılık ve kapıları kapatan kalpteki bilinmezlikler işte o yoğun uyku halinde hayata mandallanır. Madalyasız bir hayattır bacadan boca edilen. Ve pencerelere eski tanıdık bir ses vurur, uyku arası.
Eski laylona mandal…
O manda ve mandacılık boyunduruğu ne kapılar açar akılda birden anlaşılmaz. Ne oyunlar oynar aklı evvellere bilinmez. Zamanla belirir ciddiyet. Geleceği görenler hepten şaşırır. Hayat uyku ve ölüm üzerine yazılanlar ve okunanlar da yetersizleşir. Kalın ciltli kitaplar da. Ciltler parlasa da bin bir boyayla perdahlanıp kalpler kararır. Akıl küpü çatlar.
Oysa yaşam üzerine nice vaadler saklıdır sık yazılarda kelimeler arasında. Paragrafların raflarındaki cümleler içinde. Okundukça şatafatla özdeşleşir yad eller. Ellerin elinde kalır, kapanın yanına kar kalır diye bilinir ve bellenir ama hiç de öyle değildir. Eller boşu boşuna kızarır. Parmak uçlarında cetvel izleri.
Önemli olan özünü hiç kaybetmeden yaşamaktır, geçen günleri anmadan ama unutmadan…
Nasıl olsa geçip gidiyor diyerek düz mantıkla yaşanmazı yaşamak değildir ki, iki uyku arası mahmurlanmak. Aşk işgüzarlığı da pek işe yaramaz kapaklar kapatılınca zaten. Artık son adres kaç katlıysa katlı. Katlanır acı. Üstelik kefen bezinden örtü örtülünce toprağa çam ormanında piknik başlar.
Aslında işi gücü bozulan herkesin veya işi gücü ayarında her kerizin zaman ve boyut, mekan ve soyut üzerine düşünemeyişidir asıl mesele. Tüm mesele budur kuru kafalara sorulan veya anlatılan.
Heyhat diye başlayan tüm manzumeler hayata mandallanmanın ve yaşadığının hakkını verebilmişliğin derin uykusuzluğudur. Veya o derin mavilikten doğprulmak ve uyanmaktır kızıla çalan ufka. Hayatın derinliğinde devinip gülümsememekle de bağlanılmaz hayata. Kurumlanmamak üzerine kurulu bir falez yürüyüşüdür sığınılan liman. Ve sonsuz aşka çaredir tüm mandallanmalar.
Ancak keskin bir yürüyüş suçlusu duruşmasıdır eskide kalan ve sisler arasından çark eden bir tümceye tümlenmedir mahkumluk;
Eski laylonlarınıza laylon madallar…
Ölüm gelip kapıya dayandığında hangi gün olduğunun, hangi azgın duruşa duyurulmuşluğun hiç de önemi kalmaz. Heyhat işte o salise tüm sahtelikler inkar edilir. Ama aşı tutmaz. İhlallerin topu inkâr edilir ama duyulmaz. Ses yitmiş söz bitmiştir.
Uykucu olmayışın veya uykuculuk ısrarı da pek işe yaramaz, layloncular geçip giderken. Lay lomlarla da geçiştirilemez hakikatin kılıcının keskinliği. Öyle bir kıl köprüdür ki o değdi mi tene yakar, anıları doğrar. Sahtelikle iftihar edildikçe iyilik yapsın topunu unutalım akıl dolaşmaları ile dönem it dalaşları tetiklenir. Sadelik ve sakinlik yok olur. Hayat alışkanlıklarla devam eder belki bir süre.
Ancak mantar hayatlar hangi boyuta ışınlanırsa ışınlansın, hayata mandallanmalar ve tümden yanlışa endekslemeler de kurtarmaz zevatı. Zevatı gavatı, zeri zerzevatı çare olmaz, sökük yama tutmaz. O yırtık üzerine yırtık süzmesinde kar beyazı kadar temiz hayatlar da kirlenir ve günah bataklığına gömülür herzeciler. Böyledir işte uyku hapnesiz uykuculuk, hanesiz uykuculuk.
Kirlenen hayat değil insandır aslında. İnsanlar kirlenir ve kirlendikçe kirletir. Ulu çağrı başladığında ise esrik delirmelerin kıpırtısıdır hayata gölgesi vuran. Hayatların ortasına gölgesi düşen. Ama o da çare değildir. İnsan kendi kendine, kendi benliğine en büyük zararı yine kendisi verir. Ve kişiliğini ve de kimliğini kirletir. En sonunda da hepten kaybeder.
Uyuyarak uyanmaya direnerek giderayak aşktan da uzaklaşır. Aşktan da ileri derken ondan da kopulur. Saplanılan illet jilet gibi keser atar atardamarları. Belki birileri toplar ufka dağılan kızıllığı ama hayatın kirlenmesine o toplayıcılık da çare olmaz.
Oysa tohum yeşerdikçe başak verdikçe uyuşmuş beyin hücreleri de yenilenir. O yenileniş ile kılcallardan can damarlarına aşkla ayakta kalmaya direnir beden. İki aşk arasında kalmak nasıl bir şeyse şelale gibi akar uçurumlara nara.
Eskimiş laylonlarınıza renkli laylon mandallar…
Ve o keskin virajda ol denir olur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder