20 Temmuz 2016 Çarşamba

BİR ÖMÜR DARBELERLE YAŞAMAK...

BİR ÖMÜR DARBELERLE YAŞAMAK...

Elli yıldan bu yana faşist darbeler ve askeri darbe girişimleri ile geçti elli yaş üstündekilerin ömrü. Hep sabaha karşı uyanılırdı darbeye, bu kez darbe girişimi akşam sonrası yakaladı memleketi. Ve yirmi iki saatte yaşananlar bir yana, tarihte kaldığına inanılan ve yüreüe gömüldüğü sanılan darbelere ait anımsattıkları bile korkunçtu. Hele hele genç yaşta yakalanılanlar hiç unutulmadı, unutulamaz. İzleri mezara kadar da silinemez.

Darbenin ne demek olduğunu ancak yaşayanlar bilir...

YARIM ÖMÜR 12 EYLÜL'Ü YAŞAMAK...

“ 12 Eylül de o gece yarısı sonrası sabaha karşı bastıran evren tufanına, 78 kayıp-yitik kuşaktan biri olarak genç yaşta yakalandık ve bittik…

Tarih 12 Eylül 1980 idi. Talihsizlik bu ya yarım kaldı bir şeyler içimizde, dünyamızda ve rüyalarımızda. Yazılası ne varsa yazıldı hakkında ucundan bucağından, bize de yaşadıklarımız veya yaşayamadıklarımız kaldı darbe hediyesi...

Dayanması güç bir dönem, hangi duygularla neyi yazalım ki; darbe sonrası ve bu günkü iktidarlar hep o melun darbenin eseri. İçimiz kanıyor hala, yüreğimiz ağlıyor. Hangi birini anlatalım ki hiç uğruna harcanışların.

Bir çırpıda otuz küsur yıl geçmiş 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden. Atatürk 100 yaşına daha yeni girmişti. Sözde ‘Atatürk’ adına, özde kapitalizmin ve emperyalizmin menfaatleri adına düğmeye basıldı. Pentagon merkezli ve işbirlikçi destekli kafalar ülkede her şeye el koydu. Hemen herkese yediden yetmişe musallat oldular pervasızca.

Kırılası putlar kırılacaktı puta tapılır oldu, putlaştırıldı tüm değerler. 17 yaşındaki çocukları bile sahte kemik raporlarıyla astılar, sehpaya göndermediklerini pencerelerden attılar, boşluğa...

Hayasızca ‘Asmayalım da besleyelim mi’ dediler utanmadan, ‘İntihar etti’ dediler arsızca. Omzu kalabalık bir ‘beşibiryerde’ ye peşkeş çekildi koca ülke. Ve ülkenin onurlu, dürüst, yurtsever insanlarının hayatı karartıldı. Geleceği kotaracak, yeniden kuracak devrimci-ilerici gençler zindanlarda çürütüldü, sindirildi, yok edildi…

Yolcusu, solcusu, devrimcisi, ilericisi, demokratı işkenceden geçirildi Allah yarattı denmeden. Gomonisttir, Allahsızdır, mezhepsizdir dediler asıl Allahsızlığı kendileri yaptılar gözü dönmüş caniler gibi.

Şimdi 30 yıl sonra hangi birini hatırlatalım, 12 Eylül’ü görmemişlere ve görmezden gelmişlere...

Kanlı darbeyle etnik ve dinsel ayrımcılığın temeli sağlamlaştırıldı, kart-kurt, çaput-bez denilerek bu günler planlandı. Terör yasallaştırıldı, palazlandırıldı ‘yok ettik` denilerek, el altı desteklendi daha neler neler…

Sokak ressamı Marmaris paşasının takımına kupa bile hediye edildi. Şike o günlerde başladı resmen. O şike abidesi kupa alınlarda kara bir lekedir sağcısına, solcusuna, futbolcusuna…

On yüz binlerce haksız gözaltı, savunmasız tutuklama, sebepsiz faili meçhuller, insanlık onurunu sıfırlayan işkence ve öç alıcı idamlar. Hala hesabı açık, kapatılamamış envanter, insan eti yemiş lanetli bir çiçektir 12 Eylül. Can alan, kan içen, kanla beslenmiş kafadan bacak, etobur bir bitkidir 12 Eylül faşist darbesi.

Ve o günden beri Türk Solu bir daha belini doğrultamadı. O günlerde belini doğrultamayacak biçimde tırpanlandı, doğrandı, yok edildi ülke solu.

Dabbe-Darbe şakşakçıları şaşalı yaşamlar sürerken, daha dün berat edenler, bugün aklanmaya çabalayanlar var otuz yıl süren davalarda. Kimine iktidar tahtı, kiminin kara bahtı oldu bu hain mi hain 12 Eylül.

Ülkeyi yüz yıl geriye götüren faşist bir darbeydi 12 Eylül...

12 Eylül 1980 ve sonrası, yüz yıl geçse de anımsanacak, anımsatılacak ve unutturulmayacak melun bir hastalıktır, kangrendir, virüstür, mikroptur ülkenin gövdesine bulaşan...

Anadolu şark çıbanı gibi ülkenin gül yüzünde durur hala hesaba çekilememiş 12 Eylül ve korku zoruyla yasalaştırılan`faşist darbe anayasası’…

Acımasızca beslemeyip asan vicdansızda bunca yıldan sonra hala utanmadan eser yok. 30 yıldan sonraki yargılamalarda hala ayni şeytan düdüğünü öttürüyor. Marmaris`te hala bu memleketin evlatlarının vergileriyle kuş sütü eksiksiz besleniyor. Kursağında hala dul, yetim, anasız, babasız, evlatsız bıraktıklarının kahır lokması.

Asmayalım da beslemeyelim de Allah’ından bulsun ama Azrail bile tenezzül etmiyor canını almaya. Ötesini artık Allah bilir...

Bu köşeden yazı yazmaya başladığımız, ısınma turları attığımız günden bu güne en zor günü yaşadık yine.  En çok zorlandığımız günde, darlandığımız, dağlandığımız o günü yeniden yaşadık kıyısından köşesinden. Biliyoruz yeterince hakkınca yakalayamadık konuyu can damarından, yazamadık yani yeterince.

Çünkü biz “ Yarım ömür 12 Eylül`ü yaşadık..."

12 EYLÜL TRENİ…

On yıllar geçse de kalplere nice feci kara delikler açtı açar şu melun 12 Eylül. 12 Eylül Resmi faşizmi. Kimler binmedi ki ucundan köşesinden 12 Eylül trenine. Unutulmuş sanılan ama hala yürekleri yanan, yürekler yakan kimler de kimler. Kimler geldi kimler geçti ayni terane. Tarih tekerrürden ibaret, yıllardan sonra tren ayni tren, trend ayni trend, anlamasını ve görmesini bilene…

O uzun kara gecelerde faşizm güneş gibi kavurdu evreni, evrenin evrene yaptığına insanlık onuru bile dayanamadı. O güzelim Eylülün tüm bahar esintilerini oburca yuttu 12 Eylül. Eylül ismini kirletti. Kırık can zerrecikleri dağılıverdi maviliklere.

Ücretli trenler şimdi bedavaya yolcular taşır dinozorlar çağına. Geçmişin o simit gevreği günlerinde mısır patlağı saatlerde sınıflara ayrılmış insanlık artık teneffüste. Kudretin simgeleştirdikleri her neyse buluşur kirlenmiş havayla, temizlik eskidendi cinsinden. Eğer ağır manzaralı yollarda yolculuklar koleksiyonlarda var ise, demiryolda işçi ve yolcu olmak vurur azalan ücretleri, daralan yürekleri. Ve tren her on yıl sonrası, on küsur yılda bir tıynetsizce raydan çıkar veya çıkarılır, işin fıtratı gereği. Her fetret döneminde ak gardenyalar gölgesinde kara gardiyanlar susuz dereler ve engebeli araziler boyunca alfabeyi silbaştan öğretir. Yamaçlardan süzülen rüzgârların etkisiyle telgraf direkleri titrer, dijital mesajlar takibe takılır. Ve donanımlı dağcılar, bağımlı bağcılar ücretli trenlerin yolunu bekler boşu boşuna. Köprülü kavşaklarda yeni yetme yavşaklar ücreti peşin alınmış hizmet babında makiniste ucu karanlık bir yol gösterir. Bir nevi ders niteliğinde tünelin ucundaki ışığın kendi halesinde boğulmasıdır 12 Eylül.

Ve bir güneş çığlığıdır yayılan memlekete, duymak gerek, bilmek gerek, anlamak gerek, işin özü 12 Eylülü yaşamış olmak gerek.

Kim ne derse desin kasa, kese heybe haybeyedir, bir namazlık saltanattır koca ömür. Bıçak yere körlemesine düştüğünde kimi keser, adressiz kör kurşun hangi cüsseyi deler hiç belli olmaz. Sözün kıssası bir yakışıksız devrialemdir 12 Eylül. Ve balmumu kaplı yüzlerden taşan kırmızımsı lekedir yiten yıllar. Yürek sarsan ve bir derinden etkileniştir şu vurdumduymazlar dünyasında çocuk yaşta göndere çekilmek. Saman ve duman kokusudur ıtırlı boş arazilere, altın başak kaplı tarlalara yayılan. Ve barut patladığında beyaz kefen örtülü mükellef bir sofradır bir hiç uğruna ölüm. Ve ömürde bir kez tadılır bir piç uğruna değil de bin hiç uğruna ölümler. Yani asla bitmez 12 Eylül hikâyeleri. Tam bitti denildiğinde dişler bileylenir, diller bereketlenir. Ve gemi her karaya oturduğunda kendini anımsatır kör olasıca melun 12 Eylül. Yani barış yeryüzünde kıvrım kıvrım kıvrılarak kaybolduğunda ayni faşist el güçlenir, güçlendirilir. Düğmeye basılır ve yni beter kıyımlarla yüzleşilir yeniden.

Sanki her 12 Eylülde gökyüzünde bir izli fişek patlar ve izmli bambaşka hayatlar o ziftli trene bindirilir ve şimşekli sağanaklara sürülür.
Aynaların ve heykellerin üzerini toz kaplayan, ciğerlere kurum bağlatan sığınaklarda süründürülmektir 12 Eylül. Ve 12 Eylüle yakalanmış olmak kanı çekilmiş sokakların can damarlarında paniğin dolaşmasını izlemektir korkmadan. Bu öyle bir korkusuzluktur ki her yenide yitip giden nedir sorusunu aramaktır senelerce. Her şey bir yana geride kalan, uslarda iz bırakan sinir ölümü, hücre kaybı ve tıp ayıbıdır sadece. Deniz karası boşlukta ve kusurlu kuytularda yankılanan ise bir tutam gün ışığına hapsolmuşluktur, denilir geçilir yiğitçe.

12 Eylül bol ayıplı, affı zor günahlı, çok kayıplı bir maratondur. Tonlarca ağırlık basan gri çelikten prestir. Renkli renksiz kataloglardan kopan ise bir yığın fırtınanın at koşturduğu bir acayip yenilgidir. Derin ve gizemli bir çılgınlık ve sebepli sebepsiz bir büyülenişi resmi mühürle edepsizce damgalamaktır 12 Eylül. Bezirganlarına hafiften pişmanlık bile duyurtmayan neye olduğu belirsiz çok tanrılı bir tapınmadır.

Sessiz sitemsiz bir suskunluk taşır ölüm. Toplumsal sessizlik ve ilgisizlik ise tuhaf bir fanilik barındırır bünyesinde. İşte insanı kahreden tam burasıdır. Antika görüşler sergilenişinin dikalasıdır 12 Eylül ve mideler bulanır takvim yaprağı gongu vurduğunda. Tarih bile utanır ama kullaşmaya ve putlaşmaya cesaretlenenler asla utanmazlar. Oysa kırk değil seksen kere tövbe gerektirir büyük kabahat.

Ve 12 Eylül her şeye kolayca sahip olmanın, topluma açık her fırsattan paylanmanın dönüm noktası ve tüm beytül mala bedelsiz erişimdir.

12 Eylül huzurlu huzursuz bir kara sessizlik içine süzülmenin, korkunç bir alınyazısına hakkınca direnemeyişin egemen güçlerce topluma ezberlettirilmiş ilk versiyonudur. Kara duvarlarda nefessiz gölgeler bir bir dökülürken, yüreklerden sökülen canlara bir dost selamı veremeyiştir 12 Eylül, Allah’ın selamını dahi.

İlahi bir sevgidir içten içe duyulan ve son dakika ortaya dökülen yasaklı ağlamalar. Tehditkâr bir korku, pespaye bir ortama paçasından tutunduğundan bir daha bacalar tütmez eskisince özgür. Tutuşur gönüller ve tutuklanır akıllardaki son ışıklar da. Son ışıkların da canavarca yutulmasıyla koca memleket kül rengine döner ve küllenir tüm gerçeklikler. Sonradan tık nefes ihtiyarların hastalıklı bedenlerine sığınır zebani kılıklı cellatlar ve acıklı bir hikayenin acınılası yaratıklarına dönüşür tüm ihtişam.

Oysa en acıklı hikâye demiri eriten yangından kendini zar zor kurtaranların tarihi kürenin dört bir tarafına savruluşudur.

Ve bir daha 12 Eylül gibisi görülmesin diye yalvarır yakarır etinden et koparılmış analar. Yalandır her şey nafiledir hayat, yine en faşist darbelere yakalanır ana yüreği. Ömür onlar için bir yudumluk ama en tatlı içecektir. Ömür boyu bir daha içilemeyecek olanı ise melun 12 Eylüldür.

Şu garip günlerde temelleri sağlam atılmamış tarzından cesaretlenen sanki egemenlerce savaşa dönüşmesi istenen ve planlanan bir kara yazgı dolaşıyor memlekette. Kara bir duman halkasına hapsediliyor tüm iyimserlik ve makul düşünceler. Kervan böyle giderse, devir değişmez devran dönmez ise güller açar her kör pencerenin paslı demirlerinde.

Her 12 Eylülde, 12 Eylül treni ayni trend düzülür yola, demirden korkmayan yolcularını toplar…”

15 Temmuz cuntacı darbe girişimi iki yüz küsur can alarak, peşinde bin küsur sakat ve yaralı bırakarak geri tepti, püskürtüldü de yıllar sonra acısı dinmeyecek yoğunlukta ve çoklukta mağdurlar yaratmadı…

Buna da şükür…

Hiç yorum yok: