ANILARDAN
31 Temmuz 2015 Cuma
BU GÜNDEN TEZİ YOK, BARIŞ ŞART…
BU GÜNDEN TEZİ YOK, BARIŞ ŞART…
Uzağı yakın, yakını uzak görmek ile başlar her şey ve kan gövdeyi götürür. Öncesinde sonrasında kendini beğenmeler yoğunlaştıkça, şartı şurtu dillendirerek iyice yalnızlaşılır ve hiç gereksiz yalnızlaşıldıkça vahşi ortaklar çoğalır. Ve iç dış koalisyonlar kurulur barış kökten zedelenir.
Barış zedelenince savaş çığlıkları çınlar üslerden, üstlerden. Ve gökyüzü, yeryüzü savaşlarına gönüllüler sıraya girer. Maviliğin atlas perdesine duygularını sarıp sarıp barış çubuğu tüttüren barışçıl öksürüklüler ise bu kaosta ilk nasiplenenlerdir. İltifatlara iltimaslara boyun eğmeyen ve kendi benliğinde barıştan başka arkadaş bulundurmayanlar aykırılık reçinesine düşürülürler. Savaş hevesi bulaştıkça bulaşır herkese.
O bulanıklıkta genç yaşta ayaküstü sıradan ayaklanmalar da sıra dışı farz edilir. Kaç kere hatırlatılsa da kulaklar her saat başı çınlasa da anlaşılmaz biçimde değişmez hiçbir şey, savaşı kaynatan ateş körüklenir. Mekanik şekilde barış saf dışı edilir ve savaş aritmetiği ve gerçeği bir çırpıda güncellenir.
İşte o yüzden yeryüzü barışları gönüllüsü olmak zorlaşır, anında canlı cansız bombaların ve bombalamaların hedefi haline gelinir..
Bir nebze de olsa uzaklaşılınca barıştan, yarınlardan da uzaklaşılır. Bu günün iç karartan patırtı kütürtüsü karartır gönülleri. Çoluk çocuk düşünülmez hiç varsa yoksa intikam. Hangi tohumdur toprağa ekilen bilinmezden gelinir ve hasat zamanı ürünler asla doğruyu yansıtmaz. İntiharlar savaşı belletir insanlara. Bir alışkanlıktır başlar savaş üzerine diyaloglarda. Çünkü zihne dayanmıştır bir kere inançsızlık ve savaş ve barıştan kopulur evre evre. Zülfikara boyun eğmeler ise yolculuğun sonudur ve savaş içselleşir artık.
Gelişigüzel fikirler de yürek dayanmaz biçimde harlanır ve barışı geciktirir.
İç veya dış kargaşalar önlenmek istenmeyince, çoklu cephelerde çıkacak savaşlara da karşı durulamaz. Kim dost kim düşman birbirine karışır o ahenksizlikte. Ve fırtınalar eşliğinde Nemrutta gün batar, güneş barışa doğmaz bir daha. Kırıklar gereğince kaynamaz, insanlar kardeşler boşu boşuna kırılır orada burada. Hazırlanılır belki ölümden sonraki ölümsüzlüğe ama yüceler yücesi kabul etmez de etmez. Ayrıca o başka bir hikâyedir çarpıtıldıkça çarpıtılan.
Bu çarpıklıkta şans yaver giderse diye fener alaylarındaki gibi kol kolalıkla sabah ezanından başlayarak bet sesle yapılan açıklamalar da barışı getirmez. Bu naralanmalar ve aranmalar savaş borazancılığından öteye gitmez. Kötü sona yaklaşılır barışın yok edilmesi adına verilen çabalarla.
Barışçı görünse de her beyanat içten içe savaşı betimler.
Bilim tatlı sulu bir kuyudur. İnanç doygunluğunda müzakereler yapabilmek ise o kör kuyunun dibi delik kovasıdır. Kovanın içi barışla dolu olsa da maalesef savaş sızar deliklerinden. Kovayı ne kadar doldurursan doldur o kadar ballanır savaşın bilim dışı yüzü. Kovana çomak sokulmuştur bir kere. Uzağı yakın görmek de zorlaştırılınca, yakını uzak görmek kolaylaşır ve barışın yerine savaş tellallığı makul görülür. Ve hiç olmayacakmış sanılan savaşlar gerçekleşir.
Barış, elektrikten patlamış parmak uçlarındaki sızıltıdır aslında. Şok vurunca damla damla akıl yolunu kaplar. Ambulans sirenleri diğer sirenlerle karışıp ışıklarla uzadığında sızlayan yüreklerde de savaşın manyetosu çakar. Martavallar peşi sıra sıralandıkça her yan tek isimle anılır artık. Savaş…
Barış gözlere heyecanı vuran yoluk kırpık, telli kafesli, kelli fesli bir savaşa isyandır. Ve akılcı bir gözlemdir barışa dem vurmak. Darağacından yadigâr bir gözü karalıkla olgunlaşır barış ve barışçıl anılar. Ve temmuz ortasından sonra sabahlarda iç burkan karaltılara dönüşür tüm akıl tutulmaları. Yalandan nafile hüzünlenmelerle geçiştirilir ocaklara düşen ateş. Karanlığa gömülür tüm günler. Kara karaltılar arasında göze çarpan ise barışa inat yine tek kimliktir. Savaşseverlik…
Barışseverlik ise kemik sayımları ile ovalara, dağlara yayılan kara haberleri her fırsatta terslemektir. Gün gelip bedendeki direnç sıvılaşınca, akıldaki barış sıvışınca evrenin karanlık kuytularına savaş egemen olur. Bilinç içten içe körelir, karanlık yayılır ve ölümler mor kaftanına oturur. Ve barış adına her yola çıkana el sallar tertibe inat yolculuk dayatıları. Acı bir deneydir sükunete bomba gibi düşen bütün kandırmacalar. Yani savaş güdülür arap atı hızıyla.
Bir tek isim kanmaz bu yabani kamçılanmaya. Barış…
Orta doğunun kızarık nehirlerinde ölü balıklar, atlas gökte beyaz güvercinler ve barışa endeksli ilahi emirler aynalara yansır. Yansıdıkça nefti yeşillenir zorla dayatılan ve seyrettirilen film içinde filmler. Ve tek göz odalara sığınır canlar. Ortam gerildikçe savaş cansız bir varlık, barış ise canlı bir organizmadır ve dağıldıkça dağılır yeryüzüne. Barış ciddi bir ağırlık kazandırır tüm kimlik bunalımlarına belki ama savaş kapıdadır. Burada burada diye yanıtlanır sayılan tüm unutulmuş isimler.
İsimlerin silinen soy isimleri ise tektir; Barış…
Ve zaman su gibi akar, akar ama akan kan durulmaz. Çiçekler arılara, kelebekler ters esen yellere küser. Ve gözler savaş rejimlerine ve resimlerine açılır. Resimlerde, fotoğraf karelerinde barışın izleri, izlerden ise savaş albümleri seçilir. Ve kutsal görev başlar kendiliğinden. Hilalin görüldüğü tüm yerlerde kayan yıldızlara inançla savaşa karşı barış methedilir. Övgüyle sövgü arasında inanın özü değer akıllara ve omuzlara barış yüklenir. Ve hala yaşın yanında kuru da yanar masalına inanmazlar varsa ve çoğalıyorsa barış hiçte gecikmez.
Gücenen gücensin gecikmeyecek olan tek olgu vardır, Barış…
İdeale yakın yaylım ateşinde alabildiğine güçlenir barış. Çukur gözlerde körlük başladığında patlatılan bombalar, yağdırılan kurşunlar ve atılan füzelerle değil. Onlar savaşı tetikler çapına göre. Yitik armadadır barış, yitikler çoğaldıkça da kendiliğinden şekillenir. Savaş bezirganları kıyamete yakın kazaya başlar ama nafiledir. O vakit kan dolaşımı acayip etkilenir ve savaş yalancıları düz yolda kaybolur.
Tek yol vardır, Yol tektir; Barış…
Durmadan barış şartı şartlamak ve inceden savaşa şartlanmak ise bambaşka bir iş ve kötü gidiştir.
Şartı şurtu bir yana bu günden tezi yok; Barış şart…
Uzağı yakın, yakını uzak görmek ile başlar her şey ve kan gövdeyi götürür. Öncesinde sonrasında kendini beğenmeler yoğunlaştıkça, şartı şurtu dillendirerek iyice yalnızlaşılır ve hiç gereksiz yalnızlaşıldıkça vahşi ortaklar çoğalır. Ve iç dış koalisyonlar kurulur barış kökten zedelenir.
Barış zedelenince savaş çığlıkları çınlar üslerden, üstlerden. Ve gökyüzü, yeryüzü savaşlarına gönüllüler sıraya girer. Maviliğin atlas perdesine duygularını sarıp sarıp barış çubuğu tüttüren barışçıl öksürüklüler ise bu kaosta ilk nasiplenenlerdir. İltifatlara iltimaslara boyun eğmeyen ve kendi benliğinde barıştan başka arkadaş bulundurmayanlar aykırılık reçinesine düşürülürler. Savaş hevesi bulaştıkça bulaşır herkese.
O bulanıklıkta genç yaşta ayaküstü sıradan ayaklanmalar da sıra dışı farz edilir. Kaç kere hatırlatılsa da kulaklar her saat başı çınlasa da anlaşılmaz biçimde değişmez hiçbir şey, savaşı kaynatan ateş körüklenir. Mekanik şekilde barış saf dışı edilir ve savaş aritmetiği ve gerçeği bir çırpıda güncellenir.
İşte o yüzden yeryüzü barışları gönüllüsü olmak zorlaşır, anında canlı cansız bombaların ve bombalamaların hedefi haline gelinir..
Bir nebze de olsa uzaklaşılınca barıştan, yarınlardan da uzaklaşılır. Bu günün iç karartan patırtı kütürtüsü karartır gönülleri. Çoluk çocuk düşünülmez hiç varsa yoksa intikam. Hangi tohumdur toprağa ekilen bilinmezden gelinir ve hasat zamanı ürünler asla doğruyu yansıtmaz. İntiharlar savaşı belletir insanlara. Bir alışkanlıktır başlar savaş üzerine diyaloglarda. Çünkü zihne dayanmıştır bir kere inançsızlık ve savaş ve barıştan kopulur evre evre. Zülfikara boyun eğmeler ise yolculuğun sonudur ve savaş içselleşir artık.
Gelişigüzel fikirler de yürek dayanmaz biçimde harlanır ve barışı geciktirir.
İç veya dış kargaşalar önlenmek istenmeyince, çoklu cephelerde çıkacak savaşlara da karşı durulamaz. Kim dost kim düşman birbirine karışır o ahenksizlikte. Ve fırtınalar eşliğinde Nemrutta gün batar, güneş barışa doğmaz bir daha. Kırıklar gereğince kaynamaz, insanlar kardeşler boşu boşuna kırılır orada burada. Hazırlanılır belki ölümden sonraki ölümsüzlüğe ama yüceler yücesi kabul etmez de etmez. Ayrıca o başka bir hikâyedir çarpıtıldıkça çarpıtılan.
Bu çarpıklıkta şans yaver giderse diye fener alaylarındaki gibi kol kolalıkla sabah ezanından başlayarak bet sesle yapılan açıklamalar da barışı getirmez. Bu naralanmalar ve aranmalar savaş borazancılığından öteye gitmez. Kötü sona yaklaşılır barışın yok edilmesi adına verilen çabalarla.
Barışçı görünse de her beyanat içten içe savaşı betimler.
Bilim tatlı sulu bir kuyudur. İnanç doygunluğunda müzakereler yapabilmek ise o kör kuyunun dibi delik kovasıdır. Kovanın içi barışla dolu olsa da maalesef savaş sızar deliklerinden. Kovayı ne kadar doldurursan doldur o kadar ballanır savaşın bilim dışı yüzü. Kovana çomak sokulmuştur bir kere. Uzağı yakın görmek de zorlaştırılınca, yakını uzak görmek kolaylaşır ve barışın yerine savaş tellallığı makul görülür. Ve hiç olmayacakmış sanılan savaşlar gerçekleşir.
Barış, elektrikten patlamış parmak uçlarındaki sızıltıdır aslında. Şok vurunca damla damla akıl yolunu kaplar. Ambulans sirenleri diğer sirenlerle karışıp ışıklarla uzadığında sızlayan yüreklerde de savaşın manyetosu çakar. Martavallar peşi sıra sıralandıkça her yan tek isimle anılır artık. Savaş…
Barış gözlere heyecanı vuran yoluk kırpık, telli kafesli, kelli fesli bir savaşa isyandır. Ve akılcı bir gözlemdir barışa dem vurmak. Darağacından yadigâr bir gözü karalıkla olgunlaşır barış ve barışçıl anılar. Ve temmuz ortasından sonra sabahlarda iç burkan karaltılara dönüşür tüm akıl tutulmaları. Yalandan nafile hüzünlenmelerle geçiştirilir ocaklara düşen ateş. Karanlığa gömülür tüm günler. Kara karaltılar arasında göze çarpan ise barışa inat yine tek kimliktir. Savaşseverlik…
Barışseverlik ise kemik sayımları ile ovalara, dağlara yayılan kara haberleri her fırsatta terslemektir. Gün gelip bedendeki direnç sıvılaşınca, akıldaki barış sıvışınca evrenin karanlık kuytularına savaş egemen olur. Bilinç içten içe körelir, karanlık yayılır ve ölümler mor kaftanına oturur. Ve barış adına her yola çıkana el sallar tertibe inat yolculuk dayatıları. Acı bir deneydir sükunete bomba gibi düşen bütün kandırmacalar. Yani savaş güdülür arap atı hızıyla.
Bir tek isim kanmaz bu yabani kamçılanmaya. Barış…
Orta doğunun kızarık nehirlerinde ölü balıklar, atlas gökte beyaz güvercinler ve barışa endeksli ilahi emirler aynalara yansır. Yansıdıkça nefti yeşillenir zorla dayatılan ve seyrettirilen film içinde filmler. Ve tek göz odalara sığınır canlar. Ortam gerildikçe savaş cansız bir varlık, barış ise canlı bir organizmadır ve dağıldıkça dağılır yeryüzüne. Barış ciddi bir ağırlık kazandırır tüm kimlik bunalımlarına belki ama savaş kapıdadır. Burada burada diye yanıtlanır sayılan tüm unutulmuş isimler.
İsimlerin silinen soy isimleri ise tektir; Barış…
Ve zaman su gibi akar, akar ama akan kan durulmaz. Çiçekler arılara, kelebekler ters esen yellere küser. Ve gözler savaş rejimlerine ve resimlerine açılır. Resimlerde, fotoğraf karelerinde barışın izleri, izlerden ise savaş albümleri seçilir. Ve kutsal görev başlar kendiliğinden. Hilalin görüldüğü tüm yerlerde kayan yıldızlara inançla savaşa karşı barış methedilir. Övgüyle sövgü arasında inanın özü değer akıllara ve omuzlara barış yüklenir. Ve hala yaşın yanında kuru da yanar masalına inanmazlar varsa ve çoğalıyorsa barış hiçte gecikmez.
Gücenen gücensin gecikmeyecek olan tek olgu vardır, Barış…
İdeale yakın yaylım ateşinde alabildiğine güçlenir barış. Çukur gözlerde körlük başladığında patlatılan bombalar, yağdırılan kurşunlar ve atılan füzelerle değil. Onlar savaşı tetikler çapına göre. Yitik armadadır barış, yitikler çoğaldıkça da kendiliğinden şekillenir. Savaş bezirganları kıyamete yakın kazaya başlar ama nafiledir. O vakit kan dolaşımı acayip etkilenir ve savaş yalancıları düz yolda kaybolur.
Tek yol vardır, Yol tektir; Barış…
Durmadan barış şartı şartlamak ve inceden savaşa şartlanmak ise bambaşka bir iş ve kötü gidiştir.
Şartı şurtu bir yana bu günden tezi yok; Barış şart…
24 Temmuz 2015 Cuma
23 Temmuz 2015 Perşembe
GÖÇ, BARIŞ VE BOMBA…
GÖÇ, BARIŞ VE BOMBA…
Barış aslında insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada asılıdır. Kökünü tanıyan veya tanımayan tarumar ağaçlar ormanına ise kilometrelerce uzaklıkta. O ortalama ıraksamada kısık sesle barıştan söz edilirken, fırsat bulur meydanlara iner canlı bombalar ve birden patlar canlı bombalar, yiter gençler…
Patlayan bombalar kaç can alırsa alsın kolayca alır ve beş paraya barıştan vazgeçilir, savaştan nemalanma günleri başlar. Ve yitik gençler, azılı göçler ve zoraki ayrılıklar yazılır kadere, soy ağaçlarına.
‘Boşa umut taşır faniler. Eski müze yontusu cellatlar kurbanlarını hiç düşünmezler, bombalarlar. Ve meydanlar beşik kemerli kapılarda güpgüzel ama sakat doğurur insanlığı. Tarihin arka yüzünde yaşananlardan dünya utanır…”
Bilinen insanlık tarihi kısa dönemler haricinde sosyolojik, ekonomik ve teknolojik nedenler yüzünden çıkarılan acımasız savaşlarla aksatılmıştır. En eski dönemlerden bu günlere tarihin evrimci, devrimci dönemleri dünyanın barış içerisinde yaşamasına katkı sunmuştur. Haricinde ise savaş ırkları, kan gövdeyi, bombalar uzuvları götürmüştür.
Bugün din merkezli kargaşalar, mezhepçi yerel savaşlar barışı zorluyor. Özellikle de en son dinin mensupluğunda. Zaten büyük dinleri ortaya çıkaran da böylesi kargaşalardır. Yeni bir din gelmeyeceğine göre barış nerede saklandıysa saklansın bulunmalıdır. Her aklı yetenin araması gereken bir olgudur barış. Ve tüm barıştan yanalar dini bir yana bırakıp kimler haindir, kimler dindardır, kimler kindardır bir güzel ayrıştırmalıdır. Asla hümanizmayla bağdaşmayan, içerden dışarı, dışarıdan içeri bir dinsel göç başlamıştır. Sahiplenilemeyen sınırlardan içeri canlısından kimyasalına bombalar sızarken, kalabalık meydanlarda da acımasızca, ansızın pimler çekilirken barış patlar ve yine canlar yanar.
Ortak akıl deniz boyunca, sınır boyunca kimi kovalıyorsa kovalasın ama sere serpe seriliyor sahillere göç. Çılgın bir çığlık olunsa da barışa dair, gece gündüz koskocaman yoksunluk ve kirli savaş haykırır ayak sesleri. Barış adına göç abandıkça dağılan doğaya hiç gelmez barış. Vahşi bir nida dolaşsa da Fırat kıyılarından falezlere fırsat yaratılıp bombalar patlatılır peşi sıra. Çullandıkça çullanılır kendi içinde huzursuzluk taşıyanlara ve savaşın merkez kaç kuvveti genişletilir. Öbek öbek utangaçlıklar, acılar ve ayrılıklar yaratılır her atılan pimi çekilen çok parçalı patlayıcıyla. Ve barış üzerinde tepinilen bir ten olur savaşlara. Soluklaşan torpilli bir atmosferde boğucu bir yalan olur barış. Gerçeklik savaş, çıkarılacak savaşlar üzerine tezlenir.
Yalan, dolan ve talan tüm ağır kötülüklerin giriş kapısı, işlenecek affedilmesi zor günahların ise kilidini açacak altın anahtardır. Geç, seç, güç denilse de, toptan göç edilse de durulmaz ortalık. Her dağınıklıkta toplanan yasak kitapların bolluğunda gizlidir barış. Son acılı deneyimler de unutulur unutturulur ve unutkanlık sonun başlangıcıdır. Soldurmadığın bir çiçek mi kaldı kahpe evren diye diye tahliye vurur duygulara. Tek göz odadan dünyaya savrulmakla başlar sayfalar dolusu isimsize isim eklemeler ve eklenmeler. Esas duruşlarla da esas barış gelmez.
Sahtelik, sahtecilik dizilir boğazlara. Zırha bürünen harbetmeden büründüğünü üzerinden sıyıramaz. Zarfa gelen erinde gecinde harbettirilmeden nameyi zarftan çıkaramaz. Göç, savaş ve bombalamalar ısrara kalkışma yerine ikna şartıyla da önlenebilir. Tüm savaşlara barış tohumu ekmek, barışa emek gerek en büyük uzlaşıdır. Gerisi yalandır. Mazbatası yenilenmiş sığ sözcüklere lügatta yer kalmayınca abeceden başlayarak tüm kötülükler kodlanarak sıralanır. Tesadüfî ve nakdi bir yakınlaşmadır yakalara iliştirilen kartlara mücahitlik. İpek kanatlarda ucundan tutuşunca kozalar yere saçılır ve kazalarda, ayrıntılarda gizlenir hem savaş hem de barış. Her türden nesepsiz savaşta son kozları oynamakla ayrılır yollar veya yallar birleşir. Çöpe atılması gereken insani açıdan olmayacak işler sınıfındadır bombalamalar, hem de en olmayacak yerde, mekanda ve zamanda bombalı intihar saldırıları. Her bombalamayla, her canlı bombayla hangi yollardır kapanan bilenler iyi bilir, planlayanları da iyi bilir ve planlar. Ancak bir türlü ayılmaz ve uyanmaz göçe ve barışa savaşçı mantıkla zorlananlar ve kandırılanlar.
Bu emperyal kandırmaca da göç, barış ve savaş anonsçusu bombalamalar üçgenine ve tarihi yanlışa selam duranların yanıtlayacağı kaç sorudur listelenir ama tamamen yok sayılır. Zaten yanıtı çoktur, yanıtlanması çok zordur, yürek ister. Bu anaç toprakların bin yıllarca anlattığını unutmakla heba edilir barış, yiğit gençler ve yaşanabilir bir dünya. Bu dini kulvara çekilmiş kirlenmiş savaşta, savaştan kaçanların göçü başlar dört bir yana. Ve bu masum görülen göçlerle İslam devleti olma martavallı sıcak savaş ihraç edilir başkalarına.
Bu çirkin dağılışta ve sağlıksız savruluşta öyle ağlamak sızlanmak da yoktur fazladan. Çünkü göç möç değil amaç araç ikilemi ve bilindiği halde bilinmezden gelinen denklemdir çıkılan yolculuk. Aynalarda yansıması çoktur bu pis savaşın ve yası ması, balı malı, dini imanı hiçbir bahanesi yoktur bu zemine çakılmanın. Dünyanın tüm ilahtan sayılanları orta yere toplansa da mesele çözülmez. Şu orta doğuda kan gölünden kar çıkarmaya yeltenen yellozlar sınır tanımaksızın orada burada cirit attıkça barış kana bulanır. O halde orada burada, mermili bombalı, geçli göçlü tüm yaşananlar yıllardır bu en güzel dine yapılan en acımasız haksızlıktan başka bir şey değildir.
Yangın bireysel başlar zamanla da toplumsallaşır. Bir bedeli vardır her atılan yanlış adımın. Yanlışın içine din de katıldıysa üstelik mezhepçilikle de harmanlandıysa çok ağır ödenecek bedeller güncellenmiş olur. Sözde içlenmek, içerlemek ve uyarılara aldırmadan her önüne geleni yolgeçen hanına çevrilen bir coğrafyaya kardeşlerin kimyaları bozulmuş bazında yerleştirmek yeni savaşlara, yeni göçlere ve canlı mekanik bombalamalara davetiye çıkarmaktır harbiden. Ancak resmi veya özel sorumlusu benim diyebilenler çoğaldıkça savaşla bağlar kopar. Zincirler kırılır. İnsan boyu mesafede barış tüter, kaşla göz arası kötü kader değişir.
Her şey adı baştan koyulmamış bayır bucak göçerlikle başlar ve coğrafyanın acı gerçeği tuhaf bir şekilde evrene yayılır. Savaş, demokrasi adına havalananların kökünü bilmezlerin kilometrelerce bin kilometrelerce uzağa yakınlaşmasıdır. Zırha bürünen dine hapsolmuşluklar geleceğe din dışı devrildiğinde mezhepçi ısrarlar da hiçbir işe yaramaz. Barıştan söz etmekle barışçı, silahla katliamla dinci olunmaz. Dine dayalı göçlerle de olgunlaşmaz barış. Savaş göçerir göçler, savaş yetkisi göçerir göçler ve barış saydam zara bürünür.
Geçmişle gelecek arasındaki o yakın ilişki din adına yılgınlaştırıldığında, ilişkiler mezhep çıkmazında gün olur sekterlendiğinde barış insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada öylece durur. O duruş kökünü tanıyan tanımayan tarumar ağaçlar ormanına ise kilometrelerce uzaklıktadır. O en gergin ortamda, ortalama ıraksamada hiç değilse kısık sesle barıştan söz edilirken meydanlara inen canlı bombalar ve birden patlayan bombalar savaşa açılan kapıdır. İşte o sekili duruşta ve sahte dini oluşumda göç ederek barışçı kalmak da epey zorlaşır.
Barış insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada iken, savaş kökünü tanıyan tanımayan tarumar ağaçlar ormanına kilometrelerce uzaklıkta iken, geç, göç, hiç sarmalında canlı bombalar meydanlara iner ve bombalar birden patlar, cehennem yakınlaşır ve yiten gençler barışı göremezler…
Barış aslında insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada asılıdır. Kökünü tanıyan veya tanımayan tarumar ağaçlar ormanına ise kilometrelerce uzaklıkta. O ortalama ıraksamada kısık sesle barıştan söz edilirken, fırsat bulur meydanlara iner canlı bombalar ve birden patlar canlı bombalar, yiter gençler…
Patlayan bombalar kaç can alırsa alsın kolayca alır ve beş paraya barıştan vazgeçilir, savaştan nemalanma günleri başlar. Ve yitik gençler, azılı göçler ve zoraki ayrılıklar yazılır kadere, soy ağaçlarına.
‘Boşa umut taşır faniler. Eski müze yontusu cellatlar kurbanlarını hiç düşünmezler, bombalarlar. Ve meydanlar beşik kemerli kapılarda güpgüzel ama sakat doğurur insanlığı. Tarihin arka yüzünde yaşananlardan dünya utanır…”
Bilinen insanlık tarihi kısa dönemler haricinde sosyolojik, ekonomik ve teknolojik nedenler yüzünden çıkarılan acımasız savaşlarla aksatılmıştır. En eski dönemlerden bu günlere tarihin evrimci, devrimci dönemleri dünyanın barış içerisinde yaşamasına katkı sunmuştur. Haricinde ise savaş ırkları, kan gövdeyi, bombalar uzuvları götürmüştür.
Bugün din merkezli kargaşalar, mezhepçi yerel savaşlar barışı zorluyor. Özellikle de en son dinin mensupluğunda. Zaten büyük dinleri ortaya çıkaran da böylesi kargaşalardır. Yeni bir din gelmeyeceğine göre barış nerede saklandıysa saklansın bulunmalıdır. Her aklı yetenin araması gereken bir olgudur barış. Ve tüm barıştan yanalar dini bir yana bırakıp kimler haindir, kimler dindardır, kimler kindardır bir güzel ayrıştırmalıdır. Asla hümanizmayla bağdaşmayan, içerden dışarı, dışarıdan içeri bir dinsel göç başlamıştır. Sahiplenilemeyen sınırlardan içeri canlısından kimyasalına bombalar sızarken, kalabalık meydanlarda da acımasızca, ansızın pimler çekilirken barış patlar ve yine canlar yanar.
Ortak akıl deniz boyunca, sınır boyunca kimi kovalıyorsa kovalasın ama sere serpe seriliyor sahillere göç. Çılgın bir çığlık olunsa da barışa dair, gece gündüz koskocaman yoksunluk ve kirli savaş haykırır ayak sesleri. Barış adına göç abandıkça dağılan doğaya hiç gelmez barış. Vahşi bir nida dolaşsa da Fırat kıyılarından falezlere fırsat yaratılıp bombalar patlatılır peşi sıra. Çullandıkça çullanılır kendi içinde huzursuzluk taşıyanlara ve savaşın merkez kaç kuvveti genişletilir. Öbek öbek utangaçlıklar, acılar ve ayrılıklar yaratılır her atılan pimi çekilen çok parçalı patlayıcıyla. Ve barış üzerinde tepinilen bir ten olur savaşlara. Soluklaşan torpilli bir atmosferde boğucu bir yalan olur barış. Gerçeklik savaş, çıkarılacak savaşlar üzerine tezlenir.
Yalan, dolan ve talan tüm ağır kötülüklerin giriş kapısı, işlenecek affedilmesi zor günahların ise kilidini açacak altın anahtardır. Geç, seç, güç denilse de, toptan göç edilse de durulmaz ortalık. Her dağınıklıkta toplanan yasak kitapların bolluğunda gizlidir barış. Son acılı deneyimler de unutulur unutturulur ve unutkanlık sonun başlangıcıdır. Soldurmadığın bir çiçek mi kaldı kahpe evren diye diye tahliye vurur duygulara. Tek göz odadan dünyaya savrulmakla başlar sayfalar dolusu isimsize isim eklemeler ve eklenmeler. Esas duruşlarla da esas barış gelmez.
Sahtelik, sahtecilik dizilir boğazlara. Zırha bürünen harbetmeden büründüğünü üzerinden sıyıramaz. Zarfa gelen erinde gecinde harbettirilmeden nameyi zarftan çıkaramaz. Göç, savaş ve bombalamalar ısrara kalkışma yerine ikna şartıyla da önlenebilir. Tüm savaşlara barış tohumu ekmek, barışa emek gerek en büyük uzlaşıdır. Gerisi yalandır. Mazbatası yenilenmiş sığ sözcüklere lügatta yer kalmayınca abeceden başlayarak tüm kötülükler kodlanarak sıralanır. Tesadüfî ve nakdi bir yakınlaşmadır yakalara iliştirilen kartlara mücahitlik. İpek kanatlarda ucundan tutuşunca kozalar yere saçılır ve kazalarda, ayrıntılarda gizlenir hem savaş hem de barış. Her türden nesepsiz savaşta son kozları oynamakla ayrılır yollar veya yallar birleşir. Çöpe atılması gereken insani açıdan olmayacak işler sınıfındadır bombalamalar, hem de en olmayacak yerde, mekanda ve zamanda bombalı intihar saldırıları. Her bombalamayla, her canlı bombayla hangi yollardır kapanan bilenler iyi bilir, planlayanları da iyi bilir ve planlar. Ancak bir türlü ayılmaz ve uyanmaz göçe ve barışa savaşçı mantıkla zorlananlar ve kandırılanlar.
Bu emperyal kandırmaca da göç, barış ve savaş anonsçusu bombalamalar üçgenine ve tarihi yanlışa selam duranların yanıtlayacağı kaç sorudur listelenir ama tamamen yok sayılır. Zaten yanıtı çoktur, yanıtlanması çok zordur, yürek ister. Bu anaç toprakların bin yıllarca anlattığını unutmakla heba edilir barış, yiğit gençler ve yaşanabilir bir dünya. Bu dini kulvara çekilmiş kirlenmiş savaşta, savaştan kaçanların göçü başlar dört bir yana. Ve bu masum görülen göçlerle İslam devleti olma martavallı sıcak savaş ihraç edilir başkalarına.
Bu çirkin dağılışta ve sağlıksız savruluşta öyle ağlamak sızlanmak da yoktur fazladan. Çünkü göç möç değil amaç araç ikilemi ve bilindiği halde bilinmezden gelinen denklemdir çıkılan yolculuk. Aynalarda yansıması çoktur bu pis savaşın ve yası ması, balı malı, dini imanı hiçbir bahanesi yoktur bu zemine çakılmanın. Dünyanın tüm ilahtan sayılanları orta yere toplansa da mesele çözülmez. Şu orta doğuda kan gölünden kar çıkarmaya yeltenen yellozlar sınır tanımaksızın orada burada cirit attıkça barış kana bulanır. O halde orada burada, mermili bombalı, geçli göçlü tüm yaşananlar yıllardır bu en güzel dine yapılan en acımasız haksızlıktan başka bir şey değildir.
Yangın bireysel başlar zamanla da toplumsallaşır. Bir bedeli vardır her atılan yanlış adımın. Yanlışın içine din de katıldıysa üstelik mezhepçilikle de harmanlandıysa çok ağır ödenecek bedeller güncellenmiş olur. Sözde içlenmek, içerlemek ve uyarılara aldırmadan her önüne geleni yolgeçen hanına çevrilen bir coğrafyaya kardeşlerin kimyaları bozulmuş bazında yerleştirmek yeni savaşlara, yeni göçlere ve canlı mekanik bombalamalara davetiye çıkarmaktır harbiden. Ancak resmi veya özel sorumlusu benim diyebilenler çoğaldıkça savaşla bağlar kopar. Zincirler kırılır. İnsan boyu mesafede barış tüter, kaşla göz arası kötü kader değişir.
Her şey adı baştan koyulmamış bayır bucak göçerlikle başlar ve coğrafyanın acı gerçeği tuhaf bir şekilde evrene yayılır. Savaş, demokrasi adına havalananların kökünü bilmezlerin kilometrelerce bin kilometrelerce uzağa yakınlaşmasıdır. Zırha bürünen dine hapsolmuşluklar geleceğe din dışı devrildiğinde mezhepçi ısrarlar da hiçbir işe yaramaz. Barıştan söz etmekle barışçı, silahla katliamla dinci olunmaz. Dine dayalı göçlerle de olgunlaşmaz barış. Savaş göçerir göçler, savaş yetkisi göçerir göçler ve barış saydam zara bürünür.
Geçmişle gelecek arasındaki o yakın ilişki din adına yılgınlaştırıldığında, ilişkiler mezhep çıkmazında gün olur sekterlendiğinde barış insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada öylece durur. O duruş kökünü tanıyan tanımayan tarumar ağaçlar ormanına ise kilometrelerce uzaklıktadır. O en gergin ortamda, ortalama ıraksamada hiç değilse kısık sesle barıştan söz edilirken meydanlara inen canlı bombalar ve birden patlayan bombalar savaşa açılan kapıdır. İşte o sekili duruşta ve sahte dini oluşumda göç ederek barışçı kalmak da epey zorlaşır.
Barış insan boyu mesafede, kaşla göz arası kadar yakın ve bir karış hizada iken, savaş kökünü tanıyan tanımayan tarumar ağaçlar ormanına kilometrelerce uzaklıkta iken, geç, göç, hiç sarmalında canlı bombalar meydanlara iner ve bombalar birden patlar, cehennem yakınlaşır ve yiten gençler barışı göremezler…
20 Temmuz 2015 Pazartesi
AKLA İHANET GÜNLERİ…
AKLA İHANET GÜNLERİ…
Bayram da geçti şimdi akla ihanet günleri kapıda…
Uydurma hakikatin kitabı radyo tiyatrolarında, televizyon oturumlarında yıllardır okunalı beri her şeylere alışıldı. Binbir takla, zor bir hal adam yerine koyulacaklar yakın zamanda nice belaları, baş belalarını gerisingeri kara toprağa serpecekler yine. Yani acayip bir yağmur inecek kuru düşlere ve kapkara ıslatacak toprak anayı bir kez daha.
Zaten bu babadan kalmış yıpranmışlıklara askı vazifesi yapacak ilerdeki günlerde fark ediş ve fark edilişler geciktikçe gecikir. Sabırsız dolaşır genlerde ve yorgun gözlerde umut ve bembeyaz yolculuklar yozlaşır. Yalnız eksik kalmış sayfalarda nedir, nasıl ve niçini yanıtsız bırakan bir şeyler saklıdır. Ve taşlar bu keşmekeşte bir türlü yerli yerine oturmazlar hiç. Keşkelere hapsolur tüm gelecek ve bunca dağılmanın ve dağlanmanın mihenk taşları silikleşir. Öyle ki horlanmanın tek ödülü akla ihanet günleridir.
Zam zulüm bir yana zor bir hayat bekliyor insanları. Hayatın zorluğu değildir belki de çekinilen, zor cümlelerden ve cümlesinden korkmaktır belki de hayatın cilvesi. Dönüş hevesi uykuyu ve de aklı avlayınca da akla ihanetin edalı adetli günleri başlar. Asmalı bahçelerde sarhoşlayanlar ile ayılanlar ayni dibi delik gemiye doluşurlar. Her harmoni onlar içindir artık. Oysa hasatı kaldırmak ve doğanın kanunlarına denk harmanlamak zor zanaaatir.
Kitaplar dolusu, kütüphaneler dolusu hayatlar çağa damgasını vuramaz bazen. Heyhat kendisini damgalatırlar akla ziyan. Kütüphanecilik antik çağlara kadar dayanır. Kitaplar zayi edilememiş hakikatleri sayfalarca akitleştirir. Kütüphane koleksiyonları dünyayı dolaşır ve fetheder. Ve kuşdilinden envai çeşit dillere kadar evrene yayılır akıl kürleri. Hayatın hiçbir döneminde kütüphanelerde nöbet tutmamışlık akla ihanettir.
Şimdilerde ihanet günlerinin genç irisi bekçileri o kütüphanelerin çoğunu zamane kahvehanelerine çevirip yedi yaşını süren bebelerden ne hikmetse daralırlar. Çayı kahveye, kahveyi pizzalı kolaya ekleyip yasak sevgili ile fısıldaşı yolu gözleyen bu sünepeler kütüphane kanepelerine sinerler. Dişil erkek o kapalı çıplaklıkta adi ve adli bir fırsat kovalarlar. Çünkü topluma açık tüm mekanlar, sizin makamlarınızdır serbestliği yakalamıştır haki yakalarından. Yakarlından tutulduğunda ise medet umarlar her defasında olduğu gibi kolluklu neferlerden. Öğreti eğretidir ama inandırılmışlardır bir kere. Böyledir işte uydurulmuş hakikatlere kapılmışlığın ön ve arka dünyası. Hangi bakış açısıdır bunca değersizleştiren sorgulara savrulmak zamanı geldiğinde elbette anlaşılacak. Ama bahçe dikenleri yerli yersiz haklı kılındıkça, haklı haksız kıldıkça kılınırsa sonuç baştan bellidir. Sadece kıllaşılır oralarda buralarda, tenhalarda menhalarda. Bu sebepsiz kıllaşmanın başka getirisi aşka getirişi varsa da şimdilik konu o değil.
Zorlamalar ve horlamalar da bir yere kadar. Bu akla zarar sağlıksız tutuculuk gelecek günler için aslında akla ihanettir.
Akla ihanetçiler çoğaldıkça, ikilemler arttıkça mübarekleşmenin ismi de ağır gelir, cismi de ağır gelir birilerine. Geçiş izni, dönüş dizini çizelgelerde çilerir durur ama çile bitmez nedense. Süreler sona erdikçe, sona gelindikçe kitap ve elyazmalarına dönüşür tüm dilekler. Yazım hissiyle teğetlenen denemeler ise dönemselliğe acil vurgusudur. Acil önlemler alınmadığında ise vurgun yemiş süngerci yalnızlığıdır yaşanacaklar. Ve zamanla onulmaz değişime uğramışlık uyumsuzlaştırır hazirunu ve uykular kaçar. Akla ihanet başladığında ise lokomotif tersine tersine raylaşır. Bu tersine işleyiş hangi işleme hangi işletmeciliktir bir türlü anlaşılmaz.
İller durulur, diller tutulur, damaklar kurur tüm isyanlarda. Sadece makinelerdeki tutukluktur dünyayı karartan ve zamanı da insanı da yaralayan. Hısmın hasmın siluetine çarpan doldurma kovanlar için için yanar, bu ne haksızlıktır şavkıyla ve patlamaz. En orijinal akşamlara sürülür izli mermiler. Ve o sürgünde silik anıları mıhlarlar aklın duvarlarına. Milim sapma, zerre ihanet yoktur hiçbir karesinde. Sadece hüzünle bütünleşmiş rötarlar ve aksamalar vardır ve onlar semaya çivilenirler. Aması olmaz sevdanın, siması yüreğe zincirlenmişler aklı sarar ve mahkumiyetin hakikisi erinde gecinde özgürlüğü kucaklar. İşte böyle bir şeydir akla ihanetin iki cihanda ulaşamayacağı mertebe.
Akıl küresi bir düzleşip bir yuvarlaklaşınca geçiş önceliği izinleri ve her türden teşvikler hiç olur biter, yiter. Hiçlik evladır ama o evrede kim kimi idare eder, hangi kusur yolları darlaştırır veya hangi aklı gerginleştirir birbirine karışır. Uyarılar ve uyarıları söyleyiş biçimleri ağıt kültürüne taş taşır. Doğruyu söyleyenler reddedildikçe de asla işe yaramaz kürecilik. Kültleştirilen, kutsal sayılan yerleri ziyaretlerle de bozulur dengeler ve akla ihanet güncellemesi o sayede dirilir.
O sahte, safta ve softa dizilişte hey gidinin görmezden gelmezliği diye başlar bütün sitemler. Sistem apaçık olan, acılı göstericiler kuşağını gizler ve çok çabuk unutturur. Her haklı direniş uydurma hakikatler kitabında dipnot olarak yer alır sadece. O en azılı günlerde tek başınalığı akla zarar bir alışkanlıkla dosyalara işler zaman. Ve o melun işaretlerle kazınır tabletlere adamlık. Çekirdeği patlamamış bir mermi gibi anılara savrulur ihanet ve etrafa yayılır kötü anılar.
Anılarda saklıdır aslında gelecek. Aklın ihaneti ile patlar makine düzeneği ve makineler. Ve sanık sandalyesine oturtulur o silik yıllar. Aradıkça bulunmaz nimetler fobilerle gelişir. İlgisizlik ve bir nevi bilgisizlik baş tacı edilir. Ne soyka isabetsizliktir hobilerle gelişen ve geliştirilen akıl yitimi. İyi haberlerden korkmak da eklenince akıl ihanetine tam hedef noktaya iner yumruk. Yıldızları gökyüzünden toplamak da işe yaramaz o vakit.
Akla ihanet günlerinde yamru yumru duruşlar fesatça bitirir felsefeyi. Felsefe sıfırlanınca da kelepir fiyatlara akla ihanetin ve gökyüzünü satışın kampanya günleri başlar başlatılır.
Bayram da geçti şimdi seyran kampanaları çalana dek, akla ihanet günleri…
Bayram da geçti şimdi akla ihanet günleri kapıda…
Uydurma hakikatin kitabı radyo tiyatrolarında, televizyon oturumlarında yıllardır okunalı beri her şeylere alışıldı. Binbir takla, zor bir hal adam yerine koyulacaklar yakın zamanda nice belaları, baş belalarını gerisingeri kara toprağa serpecekler yine. Yani acayip bir yağmur inecek kuru düşlere ve kapkara ıslatacak toprak anayı bir kez daha.
Zaten bu babadan kalmış yıpranmışlıklara askı vazifesi yapacak ilerdeki günlerde fark ediş ve fark edilişler geciktikçe gecikir. Sabırsız dolaşır genlerde ve yorgun gözlerde umut ve bembeyaz yolculuklar yozlaşır. Yalnız eksik kalmış sayfalarda nedir, nasıl ve niçini yanıtsız bırakan bir şeyler saklıdır. Ve taşlar bu keşmekeşte bir türlü yerli yerine oturmazlar hiç. Keşkelere hapsolur tüm gelecek ve bunca dağılmanın ve dağlanmanın mihenk taşları silikleşir. Öyle ki horlanmanın tek ödülü akla ihanet günleridir.
Zam zulüm bir yana zor bir hayat bekliyor insanları. Hayatın zorluğu değildir belki de çekinilen, zor cümlelerden ve cümlesinden korkmaktır belki de hayatın cilvesi. Dönüş hevesi uykuyu ve de aklı avlayınca da akla ihanetin edalı adetli günleri başlar. Asmalı bahçelerde sarhoşlayanlar ile ayılanlar ayni dibi delik gemiye doluşurlar. Her harmoni onlar içindir artık. Oysa hasatı kaldırmak ve doğanın kanunlarına denk harmanlamak zor zanaaatir.
Kitaplar dolusu, kütüphaneler dolusu hayatlar çağa damgasını vuramaz bazen. Heyhat kendisini damgalatırlar akla ziyan. Kütüphanecilik antik çağlara kadar dayanır. Kitaplar zayi edilememiş hakikatleri sayfalarca akitleştirir. Kütüphane koleksiyonları dünyayı dolaşır ve fetheder. Ve kuşdilinden envai çeşit dillere kadar evrene yayılır akıl kürleri. Hayatın hiçbir döneminde kütüphanelerde nöbet tutmamışlık akla ihanettir.
Şimdilerde ihanet günlerinin genç irisi bekçileri o kütüphanelerin çoğunu zamane kahvehanelerine çevirip yedi yaşını süren bebelerden ne hikmetse daralırlar. Çayı kahveye, kahveyi pizzalı kolaya ekleyip yasak sevgili ile fısıldaşı yolu gözleyen bu sünepeler kütüphane kanepelerine sinerler. Dişil erkek o kapalı çıplaklıkta adi ve adli bir fırsat kovalarlar. Çünkü topluma açık tüm mekanlar, sizin makamlarınızdır serbestliği yakalamıştır haki yakalarından. Yakarlından tutulduğunda ise medet umarlar her defasında olduğu gibi kolluklu neferlerden. Öğreti eğretidir ama inandırılmışlardır bir kere. Böyledir işte uydurulmuş hakikatlere kapılmışlığın ön ve arka dünyası. Hangi bakış açısıdır bunca değersizleştiren sorgulara savrulmak zamanı geldiğinde elbette anlaşılacak. Ama bahçe dikenleri yerli yersiz haklı kılındıkça, haklı haksız kıldıkça kılınırsa sonuç baştan bellidir. Sadece kıllaşılır oralarda buralarda, tenhalarda menhalarda. Bu sebepsiz kıllaşmanın başka getirisi aşka getirişi varsa da şimdilik konu o değil.
Zorlamalar ve horlamalar da bir yere kadar. Bu akla zarar sağlıksız tutuculuk gelecek günler için aslında akla ihanettir.
Akla ihanetçiler çoğaldıkça, ikilemler arttıkça mübarekleşmenin ismi de ağır gelir, cismi de ağır gelir birilerine. Geçiş izni, dönüş dizini çizelgelerde çilerir durur ama çile bitmez nedense. Süreler sona erdikçe, sona gelindikçe kitap ve elyazmalarına dönüşür tüm dilekler. Yazım hissiyle teğetlenen denemeler ise dönemselliğe acil vurgusudur. Acil önlemler alınmadığında ise vurgun yemiş süngerci yalnızlığıdır yaşanacaklar. Ve zamanla onulmaz değişime uğramışlık uyumsuzlaştırır hazirunu ve uykular kaçar. Akla ihanet başladığında ise lokomotif tersine tersine raylaşır. Bu tersine işleyiş hangi işleme hangi işletmeciliktir bir türlü anlaşılmaz.
İller durulur, diller tutulur, damaklar kurur tüm isyanlarda. Sadece makinelerdeki tutukluktur dünyayı karartan ve zamanı da insanı da yaralayan. Hısmın hasmın siluetine çarpan doldurma kovanlar için için yanar, bu ne haksızlıktır şavkıyla ve patlamaz. En orijinal akşamlara sürülür izli mermiler. Ve o sürgünde silik anıları mıhlarlar aklın duvarlarına. Milim sapma, zerre ihanet yoktur hiçbir karesinde. Sadece hüzünle bütünleşmiş rötarlar ve aksamalar vardır ve onlar semaya çivilenirler. Aması olmaz sevdanın, siması yüreğe zincirlenmişler aklı sarar ve mahkumiyetin hakikisi erinde gecinde özgürlüğü kucaklar. İşte böyle bir şeydir akla ihanetin iki cihanda ulaşamayacağı mertebe.
Akıl küresi bir düzleşip bir yuvarlaklaşınca geçiş önceliği izinleri ve her türden teşvikler hiç olur biter, yiter. Hiçlik evladır ama o evrede kim kimi idare eder, hangi kusur yolları darlaştırır veya hangi aklı gerginleştirir birbirine karışır. Uyarılar ve uyarıları söyleyiş biçimleri ağıt kültürüne taş taşır. Doğruyu söyleyenler reddedildikçe de asla işe yaramaz kürecilik. Kültleştirilen, kutsal sayılan yerleri ziyaretlerle de bozulur dengeler ve akla ihanet güncellemesi o sayede dirilir.
O sahte, safta ve softa dizilişte hey gidinin görmezden gelmezliği diye başlar bütün sitemler. Sistem apaçık olan, acılı göstericiler kuşağını gizler ve çok çabuk unutturur. Her haklı direniş uydurma hakikatler kitabında dipnot olarak yer alır sadece. O en azılı günlerde tek başınalığı akla zarar bir alışkanlıkla dosyalara işler zaman. Ve o melun işaretlerle kazınır tabletlere adamlık. Çekirdeği patlamamış bir mermi gibi anılara savrulur ihanet ve etrafa yayılır kötü anılar.
Anılarda saklıdır aslında gelecek. Aklın ihaneti ile patlar makine düzeneği ve makineler. Ve sanık sandalyesine oturtulur o silik yıllar. Aradıkça bulunmaz nimetler fobilerle gelişir. İlgisizlik ve bir nevi bilgisizlik baş tacı edilir. Ne soyka isabetsizliktir hobilerle gelişen ve geliştirilen akıl yitimi. İyi haberlerden korkmak da eklenince akıl ihanetine tam hedef noktaya iner yumruk. Yıldızları gökyüzünden toplamak da işe yaramaz o vakit.
Akla ihanet günlerinde yamru yumru duruşlar fesatça bitirir felsefeyi. Felsefe sıfırlanınca da kelepir fiyatlara akla ihanetin ve gökyüzünü satışın kampanya günleri başlar başlatılır.
Bayram da geçti şimdi seyran kampanaları çalana dek, akla ihanet günleri…
16 Temmuz 2015 Perşembe
DELİYE HER GÜN BAYRAM…
DELİYE HER GÜN BAYRAM…
Dini bayramlarda dini imanı para olanların bayramı oldu maalesef. Bu bayramda da din, iman, mezhep, soy, sop, sılayı rahim masalları yine borç harç yola döktü dökecek milleti. Dökülenlerin candan ve maldan olması tecelli edecek her bayramda yaşanan facialar gibi. Bu ramazan da yine garipler oruçluydu, tüm yıla yayılan ölçüde. Ve bayram yine onlara muhteşem manzaralar sunmayacak. Ama nedense en çok onlar sevinecek bayram geldi diye.
Belki birilerine pek ala gelebilir ama ne yazık ki son yıllarda gün güne iyice yozlaşan manzaraların içine içine hapsedildi mübarek ramazan.
Ey kapitalizm, din kapitalizmi insafın kurusun…
Algı oynamaları ile şekillendirilen yeni inanç sistematiği alabildiğine yön verdi bezmeldek hayatlara. Ve tarihi mekanlarda, anıt camii avlularında nice uyanık zamane ilahiyatçısı sözde din adına rüzgar estiler, fırtına biçtiler. Din bezirgânlığı tuttu ve bol para bastılar. Maneviyat bir yana maddiyat ağır bastı yine ve masası kadar, hasbıhala topladıkları inanç fakirleri kadar ceplerini bereketlendirdiler, bereket ayı mübarek ramazanda.
Boş inanlar, boş gözlere boş kafalara boşaltıldıkça boşaltıldı. Hurafeler havada uçuştu. Mübarek ayı müjdeleyen ve iyilerin hizmetinde görevli melaikelere bile dolaşacak hava sahası bırakmadılar. El birliği, güç birliği, dil birliği yaparak canlı canlı profesyonelce götürdüler.
Ey yozlaştırılmış inanç manzarası profilleri insafınız kurusun…
Bir yüce dinin sözde âlimlerce baştan çıkarılışına, boştan edilişine kimse dur demedi. Bir babayiğit çıkıp ta hey bu ne cahiliye devrine özgü şehri ramazandır diyemedi. Hal böyle olunca hikâyelerin ve hurafelerin izi sürüldü meydanlarda ve ekranlarda. Resmen çanak tutuldu hiç de dine yakışmayacak, inanılması zor bir görselliğe. Ve din dışı bir temaşaya ve israfa tam yol verildi. Bir aylığına da olsa ülkenin tüm meydanlarına arastalarına her telden tek dinden çadır kamplar kuruldu. Masum insanları etkileyen ve siyasi ranta uyumlulaştırılan günler, geceler programlandı. Bu profesyonel destekli bol paralı pullu programlarda hiç de hak etmeyenlere ağıtlar ve methiyeler düzdürüldü. İpeksi kadife dinsel düşler sahte haz denizlerine gömüldü.
Ey popüler alimler şu yozlaştırılmış abit manzaralarına beş on paraya zalimce çanak tuttunuz, insafınız kurusun…
Dini bayramlarda maalesef dini imanı para olanların bayramı oldu. Dayanışma ve paylaşma ayında gecelerce göğe salınan havai fişeklerin kuru gürültüsü ve anlık yalancı parlaklığına altın madeni bulmuşçasına sevinen bir toplum yaratıldı. Sağlanan iftarlarda niyetli kötü niyetli katılımcılar oruç açtıkça avuçlar sağlayıcılar için semaya açıldı. Ama kimlerin sağaltıldığı unutuldu, unutturuldu. Karartılan geleceklere hiç aldırmadan döndürülen dinci çarka sevinen ve övünen dönem mağdurları hangi bayramı kutlayacak şimdi. Onlara hangi dinin bayramı kar kalacak mahşerde, uyanıldığında belli olur. Son demde dövünmeler de kar etmeyince, ilahi bir sesle olan biteni bilen yok mu denilince harbi tanıklık başlayacak maazallah.
Ey son yıllarda dini islamı mübini figürleştiren arabozucu figuran müminler insafınız kurusun…
Bu ramazan da nurdan kayıtlar yine nardan makaslarca makaslandı. Kesik kırpık safsatalarla canlar incitildi, cinler uyarıldı. Dini vicdan çatışması yaşayanların ilahi buyruklara daha bir gömülmesi işte bu incitilmenin eseri olarak belirdi. Ve bu doğrultuda güçlenen iman tüm çarpık şifrelemeleri ve kodlananları yok sayan bir isyana döküldü sessizce. Meğer gerçeğe garkolmak dakkasında uyanmakla eşdeğermiş realitesi kendiliğinden güncellendi. Ve yoz geleneğine yaz gerçeği kaygısı tüm peşin fikir dağınıklığını bir nebze de olsa düzenledi. Ve yeni inanç kurgulaması ‘bir sönmez ateştir tapılan’ sepetinde ahirlik yerini aldı.
Ey kurum kurum kurumlanan İslam sosyetesi insafınız kurusun…
Sanki birilerine ağır gelecek ama bu şaşırtıcı debdebe, bu iflah olunmazlık maalesef yudum yudum iftarlardan sahurlara kadar içe çekildi, içe sindirildi. Sanki iflas etti eşiklerden içeri, meydanlardan dışarı gülün kokusu. Kalmadı Allah sevgisi, yerine ikamelendi Allah korkusu. Semavi inanışın kırk kanatlı serçelerinin kanadı kırıldı, yabanıl kemirgenlerin ağına düşürüldü. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna barut kokusu, toz duman boyun borcu oruçları bozdu. Resmen mübarek ramazanı şu ‘vay dinine yandığımın’ tekerlemesine ve söyleyenlerine mahcup ettiler. Ve bu yoz manzarada çıktı birileri müthiş âlim kesildi ve bir ay boyunca sahte bilgelik tasladı, parsayı topladılar. Alan satan razı kime ne yaygarasına yandaşlaşanlar para pul cenneti dünyada ama ya öbür dünya. Burada böbürlenmelerle karın doyuranlar, diğer tarafta aç açık kalırsa maazallah, düşünen yok.
Ey ‘yahu insafınız kurusun’ diyenlere kulaklarını tıkaçlayanlar topunuzun insafı kurusun…
Planlı programlı meydan-ekran dinsel aldatmacalarına kimse karşı koymadı. Birileri çıkıp da ilk emir oku emri, okuyun en kutsalı mealinden, yetmez ise tefsirlere bakın, bakın ama kendi yorumunuzu yapın, daha da anlamazsanız anlayana dek araştırın ve gerçeği bulun diyemedi maalesef. Diyemediler sadece duymakla olmaz ki koskoca bir din bu, böyle dindarlık olmaz ki diye. Bu kadir kıymet bilmezlere bakarak sadece koftiden dincilik yerleşir bilinçlere, bu işittiğine imanla ulaşılmaz miraca diyemediler. Varsa yoksa en kolayından namaz edebiyatı, yaz mevsimine denk düşen çok uzun günlere kimin tutacağı besbelli bir tutam oruç serpilmesi ve teravih küllemesi. Alın size dünyalığı kurtaran ibadet silsilesi. O kadarını bile yaptıkları muamma ama muameleden en ala mamalandılar.
Ey ilahi gerçeklikten işine gelmeyenleri sinsice silenler, insafınız kurusun…
Nereye doğru bir evrilmedir bu yapay dinci dayatma ve bu ne aymazlıktır uzadıkça kılcallaşan. Aslında nar gözlü ölüm zabiti kapıyı çaldığında anında anlaşılacak meseledir tüm bu görmezden gelmeler. Bu bilmezden ve görmezden gelme inatları hangi dinde mubahtır, hangi mezhepte günahtır veya sevaptır acaba. Sevaba çarmıh, günaha kale kuran saraylılar eninde sonunda hakikati pek iyi anlar ama vakit geçtir artık ve kızıl ateşin tadı damaklara işlemiştir bir kere. Ve beyaz kefen örtülü sofradan aç açına kalkılır.
Ey işin aslını bilenler görenler ama uydurmacayı din iman mezhep meselesi sayıp saflaşanlar, katılaşanlar hepinizin insafı kurusun…
Ey Şehri Ramazan güle güle git. Gittiğin yere bizden Allah selamı söyle. Ve kelamı ekle selamın peşine, kristalleşti inançlar ve kirlendi üzüm salkımları, karardı üzümler. Karınca kararınca da olsa üzüm üzüme bakar kararır kaderine imansızlıktır gerçek iman. Vade bittiğinde ölmek, ilahi vaat gereği yeniden doğmak dirilmek de varsa eğer torbada akıl almaz delilsiz günahlar ve deliye her gün bayram yüklü sevaplar biriktirmek evladır.
Tüm ilençsiz ve sabırlı dualarla ilahi direnişi ilahi aşka çeviren tüm delilerin, bayramı mübarek olsun… Her günleri bayram olsun…
Dini bayramlarda dini imanı para olanların bayramı oldu maalesef. Bu bayramda da din, iman, mezhep, soy, sop, sılayı rahim masalları yine borç harç yola döktü dökecek milleti. Dökülenlerin candan ve maldan olması tecelli edecek her bayramda yaşanan facialar gibi. Bu ramazan da yine garipler oruçluydu, tüm yıla yayılan ölçüde. Ve bayram yine onlara muhteşem manzaralar sunmayacak. Ama nedense en çok onlar sevinecek bayram geldi diye.
Belki birilerine pek ala gelebilir ama ne yazık ki son yıllarda gün güne iyice yozlaşan manzaraların içine içine hapsedildi mübarek ramazan.
Ey kapitalizm, din kapitalizmi insafın kurusun…
Algı oynamaları ile şekillendirilen yeni inanç sistematiği alabildiğine yön verdi bezmeldek hayatlara. Ve tarihi mekanlarda, anıt camii avlularında nice uyanık zamane ilahiyatçısı sözde din adına rüzgar estiler, fırtına biçtiler. Din bezirgânlığı tuttu ve bol para bastılar. Maneviyat bir yana maddiyat ağır bastı yine ve masası kadar, hasbıhala topladıkları inanç fakirleri kadar ceplerini bereketlendirdiler, bereket ayı mübarek ramazanda.
Boş inanlar, boş gözlere boş kafalara boşaltıldıkça boşaltıldı. Hurafeler havada uçuştu. Mübarek ayı müjdeleyen ve iyilerin hizmetinde görevli melaikelere bile dolaşacak hava sahası bırakmadılar. El birliği, güç birliği, dil birliği yaparak canlı canlı profesyonelce götürdüler.
Ey yozlaştırılmış inanç manzarası profilleri insafınız kurusun…
Bir yüce dinin sözde âlimlerce baştan çıkarılışına, boştan edilişine kimse dur demedi. Bir babayiğit çıkıp ta hey bu ne cahiliye devrine özgü şehri ramazandır diyemedi. Hal böyle olunca hikâyelerin ve hurafelerin izi sürüldü meydanlarda ve ekranlarda. Resmen çanak tutuldu hiç de dine yakışmayacak, inanılması zor bir görselliğe. Ve din dışı bir temaşaya ve israfa tam yol verildi. Bir aylığına da olsa ülkenin tüm meydanlarına arastalarına her telden tek dinden çadır kamplar kuruldu. Masum insanları etkileyen ve siyasi ranta uyumlulaştırılan günler, geceler programlandı. Bu profesyonel destekli bol paralı pullu programlarda hiç de hak etmeyenlere ağıtlar ve methiyeler düzdürüldü. İpeksi kadife dinsel düşler sahte haz denizlerine gömüldü.
Ey popüler alimler şu yozlaştırılmış abit manzaralarına beş on paraya zalimce çanak tuttunuz, insafınız kurusun…
Dini bayramlarda maalesef dini imanı para olanların bayramı oldu. Dayanışma ve paylaşma ayında gecelerce göğe salınan havai fişeklerin kuru gürültüsü ve anlık yalancı parlaklığına altın madeni bulmuşçasına sevinen bir toplum yaratıldı. Sağlanan iftarlarda niyetli kötü niyetli katılımcılar oruç açtıkça avuçlar sağlayıcılar için semaya açıldı. Ama kimlerin sağaltıldığı unutuldu, unutturuldu. Karartılan geleceklere hiç aldırmadan döndürülen dinci çarka sevinen ve övünen dönem mağdurları hangi bayramı kutlayacak şimdi. Onlara hangi dinin bayramı kar kalacak mahşerde, uyanıldığında belli olur. Son demde dövünmeler de kar etmeyince, ilahi bir sesle olan biteni bilen yok mu denilince harbi tanıklık başlayacak maazallah.
Ey son yıllarda dini islamı mübini figürleştiren arabozucu figuran müminler insafınız kurusun…
Bu ramazan da nurdan kayıtlar yine nardan makaslarca makaslandı. Kesik kırpık safsatalarla canlar incitildi, cinler uyarıldı. Dini vicdan çatışması yaşayanların ilahi buyruklara daha bir gömülmesi işte bu incitilmenin eseri olarak belirdi. Ve bu doğrultuda güçlenen iman tüm çarpık şifrelemeleri ve kodlananları yok sayan bir isyana döküldü sessizce. Meğer gerçeğe garkolmak dakkasında uyanmakla eşdeğermiş realitesi kendiliğinden güncellendi. Ve yoz geleneğine yaz gerçeği kaygısı tüm peşin fikir dağınıklığını bir nebze de olsa düzenledi. Ve yeni inanç kurgulaması ‘bir sönmez ateştir tapılan’ sepetinde ahirlik yerini aldı.
Ey kurum kurum kurumlanan İslam sosyetesi insafınız kurusun…
Sanki birilerine ağır gelecek ama bu şaşırtıcı debdebe, bu iflah olunmazlık maalesef yudum yudum iftarlardan sahurlara kadar içe çekildi, içe sindirildi. Sanki iflas etti eşiklerden içeri, meydanlardan dışarı gülün kokusu. Kalmadı Allah sevgisi, yerine ikamelendi Allah korkusu. Semavi inanışın kırk kanatlı serçelerinin kanadı kırıldı, yabanıl kemirgenlerin ağına düşürüldü. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna barut kokusu, toz duman boyun borcu oruçları bozdu. Resmen mübarek ramazanı şu ‘vay dinine yandığımın’ tekerlemesine ve söyleyenlerine mahcup ettiler. Ve bu yoz manzarada çıktı birileri müthiş âlim kesildi ve bir ay boyunca sahte bilgelik tasladı, parsayı topladılar. Alan satan razı kime ne yaygarasına yandaşlaşanlar para pul cenneti dünyada ama ya öbür dünya. Burada böbürlenmelerle karın doyuranlar, diğer tarafta aç açık kalırsa maazallah, düşünen yok.
Ey ‘yahu insafınız kurusun’ diyenlere kulaklarını tıkaçlayanlar topunuzun insafı kurusun…
Planlı programlı meydan-ekran dinsel aldatmacalarına kimse karşı koymadı. Birileri çıkıp da ilk emir oku emri, okuyun en kutsalı mealinden, yetmez ise tefsirlere bakın, bakın ama kendi yorumunuzu yapın, daha da anlamazsanız anlayana dek araştırın ve gerçeği bulun diyemedi maalesef. Diyemediler sadece duymakla olmaz ki koskoca bir din bu, böyle dindarlık olmaz ki diye. Bu kadir kıymet bilmezlere bakarak sadece koftiden dincilik yerleşir bilinçlere, bu işittiğine imanla ulaşılmaz miraca diyemediler. Varsa yoksa en kolayından namaz edebiyatı, yaz mevsimine denk düşen çok uzun günlere kimin tutacağı besbelli bir tutam oruç serpilmesi ve teravih küllemesi. Alın size dünyalığı kurtaran ibadet silsilesi. O kadarını bile yaptıkları muamma ama muameleden en ala mamalandılar.
Ey ilahi gerçeklikten işine gelmeyenleri sinsice silenler, insafınız kurusun…
Nereye doğru bir evrilmedir bu yapay dinci dayatma ve bu ne aymazlıktır uzadıkça kılcallaşan. Aslında nar gözlü ölüm zabiti kapıyı çaldığında anında anlaşılacak meseledir tüm bu görmezden gelmeler. Bu bilmezden ve görmezden gelme inatları hangi dinde mubahtır, hangi mezhepte günahtır veya sevaptır acaba. Sevaba çarmıh, günaha kale kuran saraylılar eninde sonunda hakikati pek iyi anlar ama vakit geçtir artık ve kızıl ateşin tadı damaklara işlemiştir bir kere. Ve beyaz kefen örtülü sofradan aç açına kalkılır.
Ey işin aslını bilenler görenler ama uydurmacayı din iman mezhep meselesi sayıp saflaşanlar, katılaşanlar hepinizin insafı kurusun…
Ey Şehri Ramazan güle güle git. Gittiğin yere bizden Allah selamı söyle. Ve kelamı ekle selamın peşine, kristalleşti inançlar ve kirlendi üzüm salkımları, karardı üzümler. Karınca kararınca da olsa üzüm üzüme bakar kararır kaderine imansızlıktır gerçek iman. Vade bittiğinde ölmek, ilahi vaat gereği yeniden doğmak dirilmek de varsa eğer torbada akıl almaz delilsiz günahlar ve deliye her gün bayram yüklü sevaplar biriktirmek evladır.
Tüm ilençsiz ve sabırlı dualarla ilahi direnişi ilahi aşka çeviren tüm delilerin, bayramı mübarek olsun… Her günleri bayram olsun…
11 Temmuz 2015 Cumartesi
ÖYLE ÖZGÜRLÜĞE, BÖYLE BAĞIMSIZLIK…
Bu ramazan bulanık zihinle de olsa iyice anlaşıldı ki; Tenler, yüzler ve bedenler gücünü kimden alırsa alsın, hakkı nerede bulursa bulsun çılgınca esen, yalandan estirilen sahte içtenlikli havaların kaosa sürüklendiği gün oruçlar bozulur.
Ve o bozgunda üstelik ramadanda insanlık öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisine kısmen hâkimiyet kurar…
Kurar ama korsan ruhlu mevsim kaçkınları özgürlüğe nice hediyeler sunsa da hiç kanmaz canlar. Sadece kaç mevsimdir yaşattıkça yaşatılan bağımsızlıktan doğma korkudan olma imparatoriçenin ağına düşülür. Zaten özgün isimler bulunmaya çalışılıyorsa da karanlık karanlıktır. Çöker ayın ondördü üstüne. O vakit tüm hünerliliğini kuşansa da hikâye, nafiledir tüm hikayeler. çünkü adı meçhulde bir gemi, sanı bilindik bir kayıkçı barınağında yürek kabartan bir anıdır özgürlük.
Canların en özüne dokunur acı hikayeli kapaklanmaların her türlüsü. Sözlü, yazılı, kurşunlu, levhalı yaylım ateşlerle vurulduğumuz mekâna ve makama her yenide doğarız diye yinelense de öyküler gecikir yeni doğanlar. Uğultunun başıbozukluğunda her çeşit insan, her kim ise kimse, üzerine düşenleri fazlasıyla yaptığını sanır ve savlar. Oysa hoşgörü kalıplarını saklayan korsanlaşmaya korseliktir öngörüsüzlük.
Ve o görgüsüzlükte üstelik ramazanda insanlık öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisine kısmen veya tamamen hâkimiyet kurar. Ve umulan o dur ki birileri bu cümleyi anlar…
İnsan sevgi ve saygı perdesini yırttığında o keşmekeşte gizliden gizliye olabilecekleri aslında anında açığa döker. Yani ağlama duvarına da rahatlama duvarına da öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık yaftası yalakalık tuğlaları dizer. Anlamını yitirmiş mutluluk ve eksik memnuniyet kokan bu topraklarda birileri de çıkar insanlık namına sokakların buğusunu sahiplenir. Kapı dışarı aşama aşama aşkınlaşır arkasızlık. Ve dün de böyle geçmişti, bu gün de ayni tarzında bir moral yıkılışına sahne olur gelecek. Oysa bir gün garip yolcuların bile kimseye anlatamayacakları özgürlük hikayeleri olabilir. Ayrıca hırslı itirazlarla ve sıkıntılı ittifaklarca varılacak son da bu günden aşağı yukarı bellidir.
Önemli olan o belli malumatı şimdiden duvar deliklerine rulo yapıp tıkamaktır. Yoksa kale mazgallarında gri slüetler bırakarak kalemleri güzel beldeler üstünde kime ait olduğu bilinmeyen koltuklanmalar yararına oynatmak oryantalizmin dik alasıdır. Eğridir diktir başka mesele ama şahiti kötü zaman sallayıcılığına öykünmek insanlıktan sayılmaz. Baskı ve zulmün görmezden gelindiği, bilmezden görünüldüğü asosyalleşme tüm görüşleri kısırlaştırır. Darağacında sözün tatlıya bağlanabileceğini beklemekte yanlışa boyun eğmektir bir anlamda. İnsanlık indiriminden dahi faydalanamadan adammışçasına ten, yüz ve beden dolaştırmak ise resmen dünyaya zarardır. O halde mavi gözlerdeki suskunluk, keskin sustalı gibi parçalar aklın tüm hücrelerini.
Ve o paralanmada üstelik ramazanda insanlık öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisine kısmen veya tamamen hâkimiyet kurar. Ve umulan o dur ki birileri bu cümleyi anlar. Anlamalıdır da…
Her az saydam gerginlikte hilafet, her yarı şeffaf projeksiyonda saltanat kibrine yuvarlanışöyle özgürlüğe böyle bağımsızlık kuruluğunu kurgular. Mantık dışı beyanlarla bayatlayan sürgün ayaklı kütüphanelere armağandır. Yani akıl tüpü sıkılınca bir kereliğine de olsa öyle veya böyle küplere biner birileri. Ve insanlıktan çıkmalar su yüzüne çıkar.
Akıl kürüne bulanan beyinler bedestenden içeri bet beniz atınca anlar bet bereketin bittiğini. O kirlenmenin iç kapılara dek özgürce yol bulduğu da hissedilince sabır küpü de çatlar. Kırpık yüreklerde radikalizmi yaratan, kaypak gönüllerde militarizmi sağaltan düşler egemenleşir. Ve küçük insan hikayelerine çöreklenir altın çömlekçileri ve saten gömlekçileri.
Ve o çözülme de üstelik ramazanda insanlık öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisine kısmen veya tamamen hâkimiyet kurar. Ve umulan o dur ki birileri bu cümleyi anlar. Anlamalıdır da. Ama maalesef an ve an uzaklaşılır gerçekten…
Tenler, yüzler ve bedenler gerildiğinde tapınmaların evlası aile boyu anlatılır. Sanki biraz geç kalınmıştır ama bir umut diye dinlenir. Bu sahteci tapınmaların yerini isyan aldığında beyinlerde her lobda yanıtlanması mecburi sorular belirir. Belli belirsiz bir hücresel yıkıma doğru gazlar evren. O saatten sonra efili, afili, kefili kalmaz bu toptan yanıltmaların. Var denilse de tek bir yanıtı da olmaz tüm kısıtlamaların ve kısıtlanmaların. Öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık müjdelenir. Bu öyle bir isyanın başlangıcıdır ki bir şeylerin sonudur. Veya sonun başlangıcıdır başka bir alemde.
Her türlüsü insana yabancı veya insanın yabancılaştığı bu varlıksal bütünlük ruhlara işleyen gözlerde hem gece hem gündüzü görmek ve yaşamaktır. Zamanla karanlıkla öyle dost olunur ki derine en derine dalar düşünceler. Bıkmak ve usanmak boyun eğmemekle müjdelenmektir yarınlara. Ama bakmasını bilmek gerek diye bir göktaşı taşır yüzükler. Müjdelerden bir müjde sunmak ise bağımsızlığın sunağına özgürce yatabilmektir. Ve susmamaktır hiç ve asla.
Ve o hürriyet aşkı üstelik ramazanda insanlık öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisine kısmen veya tamamen hâkimiyet kurar. Ve umulan o dur ki birileri bu cümleyi anlar. Anlamalıdır da. Ama maalesef an ve an uzaklaşılır gerçekten. Gerçekten uzaklaşıldıkça da dil varmaz söylemeye…
Hürriyet sevdasıyla her nevi isyan ıslak haykırışlarla alaca karanlığa ve zifiri yalnızlığa bir göz dağı vermektir aslında. İnsanlık onuru derecesine vardırılan bir arınmadır tüm günahlardan. Yağlı urganla yarenliğin bir dışa vurumudur belki de hürriyet tutkusu. Yaşanmışlıklardır perdeye yansıyan ve anında teslim alır yürekleri. Özgürlük ve barış, bağımsızlık ve isyan havasız hücrelere yayıldığında durulur bedenler. Gözetleme odalarında gözyaşı şişelerine doldurulan göz alan bir parıltıdır zifir karanlığın içine içine doğan.
Bu ramazan bulanık zihinle de olsa iyice anlaşıldı ki; Tenler yüzler ve bedenler gücünü kimden alırsa alsın, hakkı nerede bulursa bulsun ölmeyesi değil. O ölümlü tenler, yüzler ve bedenler çılgınca esen, yalandan estirilen sahte içtenlikli havalarda istem dışılığın parolasını bilemezler ve nöbetçilere takılırlar. Bir ayak darbesiyle de yıkılırlar.
Ayakta kalmanın ölçüsü sistem dışılıktır, sistem içinde kalarak. Ve yumuşak sessizliğe sessizce yolculanmaktır özgürce. Ve ayakta kalmak istemenin mükafatı, yalnız en yüce mükafatlandırıcının tekelindedir. Başka hiç kimselerin elinde ve yetkisinde değil. Evelallah kimse, kimseler bozamaz o eşsiz ahengi.
Ve o hürriyet aşkı, o aşktan da üstün aşk üstelik ramazanda insanlığa öyle özgürlüğe böyle bağımsızlık aldı verdisiyle kısmen veya tamamen hâkimiyet kurar. Ve umulan o dur ki birileri bu cümleyi anlar. Aşağıdan yukarı, doğudan batıya bütün cümleleri, cemi cümleleri de anlar, anlamalıdırlar. Ama maalesef an ve an uzaklaşılıyor gerçekten. Gerçekten uzaklaşıldıkça da dil varmaz söylemeye ama ‘öyle özgürlüğe, böyle bağımsızlık’…
7 Temmuz 2015 Salı
ERKEN SEÇİM ÜÇLEMESİ…
ERKEN SEÇİM ÜÇLEMESİ…
Ramazan sonuna doğru belki de bayramdan sonra başlatılacak görevlendirmelerle meclisin kırk beş günde içinden hükümet çıkarması oldukça güç görünüyor. On üç yılda tek başına yönetip, tek başına yaptıklarıyla toplumun üçte ikisini karşısında bulanların yine yeniden koalisyonda olacak olması toplum yararına hiçbir şey ifade etmez…
Genel seçimin çıkardığı tablo yanlış ve yanlı okunarak her şey eski tas eski hamam olacaksa, halklar yine ufalanacaksa, ufalanmak üzere göbek taşına uzanmanın ve boşa terlemenin de hiç gereği yok. Hamamları da seyranları da onların olsun.
Şu fakir Ülkeye yerelde genelde bir kurtuluş meclisi şart..Kurtuluş meclis oluşturmanın yolu ise bir erken genel seçim…
Daha yenisi yeni yapıldı, diğer yenisi yapılsa üç aşağı beş yukarı ayni sonuç çıkar teranelerine aldırmadan bir erken genel seçime gitmek şart oldu. Şu in, hin ve cin millete şu on yıllarda yapılanları, şu on üç yılda her sıkışıklık anında devreye giren absürt iktidar destekçiliğini tüm ayrıntılarıyla anlatmak lazım.
Lazım ki halklar bir daha bu düzmecelere itibar etmesin…
Ramazanda siyaset yapmak ramazanın özüne aykırı ama siyasi trafik iyice sıkıştığından, ileriki günlerde erken genel seçim de gündemi tamamen işgal edeceğinden şimdiden birkaç siyasi saptamayla yetinmek, iftardan sahura gecelere sarkıldığında görülecektir ki, asla siyaset yapmaktan sayılmaz.
Son on üç yılda tabanla tavan arasındaki uçurum yıldan yıla gittikçe derinleştirildi. Ve şu fakir ülke saymakla bitmeyecek sorunlar yumağına dönüştürüldü.
Her yıl başka uygulama, her yıl başka yaptırım, eğitim, sağlık, ekonomi şu gün haliyle karmakarışık. Her alanda halledildi denildikçe dibe batan bir durum söz konusu. Sözde istikrarın var olduğu pompalanmış şu ülke ekonomisinde paran varsa, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar yaşam hakkı. Eğer bireyler küçük ekonomiler çıkmazında ise toplum, çaresizliğe itilmiş insanlar yığını. Yani dini imanı para olmuş hakim hükmedenler sınıfının gözünün milleti gördüğü yok.
İnsani ve toplumsal değerlerin para ölçeğinde önemsendiği yeni ülke planlamasını halka benimsetme kavgası kaybedilmiş gibi, pek tutmadı bu dayatmalar. Ancak halk, ulus, millet kavramlarının içi boşaltılarak devam ediliyor hala bu plana. Kıyı kentlerde pek işlemiyor ama, kırsalda ve gettolarda yaşayanlar ümmetleştiriliyor ve plan yürürlükte.
Basın, medya zaten yandaşlaştırılmış, kısa paslaşmalar suretiyle yapay gündemler yaratılarak incelikle planlanmış yeni rejimi yerleştirme eskisini yok etme gizlilik içinde hala sürdürülüyor. Kısa zamanda korku imparatorluğu inşa edilerek seçimlerde alınan desteğe atıfta bulunuyor. Diğer yandan yandaşlardan kimine ihale verilerek, kimine rant dağıtılarak, kimine göz kirası verilerek payelendiriliyor, muhaliflere ise gözbağı takılarak herkes baş eğmeye zorlanıyor.
Fabrikalar kapanıyor, iflas ettiriliyor, işçileri, arazileri, müştemilatları ile birlikte kelepire satılıyor. Alabildiğine emek sömürüsü almış başını gidiyor, sendikal haklar yok edilmiş, sendikalar yok sayılmış ve sendikalılar görmezden gelinerek dışlanıyor.
Ücretli köle devri taşeronlar taşeronlaştırmalarla süsleniyor, püsleniyor, cilalanıyor.
Yurdun binbir çile, dert, sıkıntı içinde uzun yılların tüm kazanımları, ortak ulusal değerleri, cumhuriyet birikimleri yok pahasına elden çıkarılmış, çıkarıldı, çıkarılıyor. Yetinilmeyerek satışlara toprak, orman, akarsuyu akla gelen gelmeyen birçok değer ekleniyor. Bu temel değerler çokuluslu şirketler aracılığıyla tapu, kimlik ve din değiştiriyor.
Birileri çıkıp her zamanki duyarsızlık ve tapmışlıkla daha neler diyebilir. Denilebilir belki ama yanıtı mübarek ramazan, daha neler var neler ama sırası değil olur…
Sırası veya sırası değil ama görülen odur ki artık şu bahtsız ülkede haksızlığın, hukuksuzluğun, işsizliğin, açlığın, ıssızlığın, uğursuzluğun, ahde vefasızlığın anlamlarını çok iyi bilenlerin öne çıkarılması için, adaylaşabilmesi için bir erken genel seçim olmalıdır.
Olası bir erken genel seçim yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesine dönüştürülemez ise bu kimine göre müspet, çoğunluğa göre menfi tablonun yaratıcıları daha bir güçlenmiş, daha da dirilmiş ve daha palazlanmış olarak geri dönerler.
Bu rahvan geri dönüş yeni bir erken genel seçimde engellenip, başkentte kurtuluş meclisi kurulamaz ise ülkenin yıkılış meclisinin kurulduğuna topyekun tanıklık edilir. İzleyici konumunda kalmamak için, şimdiden direnişçi ve mücadeleci tavrı yükseltmek karşıt devrimcileri her alanda her platformda durduracak Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Çepni, muhacir tüm ulusal güçleri örgütlemek gerekiyor. Devrimci yurtsever ilerici kitlelerin eli, sesi, gücü olmak gerekiyor.
Soldan sosyalizmden milim sapmadan, merkez sol sosyal demokrat çizgide, merkez sağ liberal demokrat çizgide, hatta gerçek dindar ölçekte yelpazede yer tutanların zerre taviz vermeden ülkenin kurtuluşuna katkı sunmayı öncelemeleri gerekir. Bu birlik tavrını tarihsel bir görev olarak görenler ülkeye, ideolojilere ve ilkelere sahip çıkmalıdır. Saygıyı sevgiyi hoşgörüyü önde tutan, akılla fikirle bilimle projeyle siyaset yapılmasını önemseyenler ve bu trendi vazgeçilmez sayanlar zaman kaybetmeden erken seçime karar aldırmalıdır.
Kimsenin arkasına sığınmayan, abi, eş, dost, tanıdık, kardeş, oğul desteğine asla güvenmeyen ve inanmayan gücünü örgütlülüğünden ve toplumdan alan halktan alan bir güç ve enerjiyle yola çıkanlara destek olunacak bir erken genel seçim arzulanmalıdır. Çünkü bu günden yarına aktif siyaset içinde tüm engelleme ve güçlüklere rağmen pasifize edilemeyen, zikzak yapmayan, bildiğinden şaşmayan, hiç kimseye biat etmeyen bir birikimin kazanması ve kazandırılması yönünde erken genel seçim gereklidir.
Merkez demokrat, Sol ve sosyal demokrat değerlerden nasiplenmişlikle her katmanın yararına olacakların, siyasal parti birikimleri ve deneyimlerine güvenenlerin, artık sırası geldiğine inananların değerlendirileceği bir erken genel seçime karşı durulamaz. Karşı durulmamalıdır.
Birileri gibi tepeden inme gelmeyen, toplumun içinden, tabandan, örgütlülükten birileri olarak ülkenin yerel ve genel sorunlarını ve çözüm yollarını iyi bilenlerin, yoksulluğu da varsıllığı da yaşayan ve içselleştirmiş, yolsuzluğa yeltenmeyen ve yolsuzlukları gözlemleyip hesap sorma cesaretini kendinde görebileceklerin yolunun açılacağı bir erken genel seçim bu ülkeye çok yakışır.
Emeğin en yüce değer, insanın en kutsal varlık olduğunu kabul edenlerin, siyasi yaşamda emeğe göre yükselmenin ve niteliğe göre adaylaşmanın gerekli olduğunu söyleyenlerin, niceliği asla vazgeçilmez bir gerçek olarak görmeyenlerin artık görülmesi için erken genel seçim yapılmalıdır.
Eğer bir erken genel seçim yapılır ise olası bir erken genel seçimde; yıllarca aday saptanmasının önseçim ve eğilim yoklamasıyla yapılması gerektiğine inanan ve her aşamada merkezi yoklamayı reddetmiş, merkezi yoklamanın anti demokratik olduğuna inanmış, daima siyasi partilerin iç demokrasisini işletmesi gerekliliğini dillendirmiş, haksızlığın her türlüsüne, haksızlık hangi makam ve mevkiden gelirse gelsin hayatının hiçbir evresinde prim tanımamış ve tanımayacak, güçlünün yanında hiçbir zaman yer almamış, daima ezilenlerin tarafında yer alan, yürek vicdan ve akılla siyaset yapan bir siyasi kimlik olarak veya sıradan bir vatandaş olarak korkmadan vekâlete taliblerdeniz.
Ramazanın bitimine doğru belki de bayramdan sonraki görevlendirmelerle meclisin kırk beş günde içerisinden bir hükümet çıkarması oldukça güç görünüyor. On üç yılda tek başına yönetip, on üç yıl tek başına yaptıklarıyla toplumun üçte ikisini karşısına alanların alicengizlerle yine yeniden koalisyonda olacak olması bu, “ Erken genel seçim üçlemesi”ni gerekli kıldı..
“ Erken genel seçim üçlemesi”nin gerekli kılındığı görüldü ki, son kez bu konuda yazıldı…
Ramazan sonuna doğru belki de bayramdan sonra başlatılacak görevlendirmelerle meclisin kırk beş günde içinden hükümet çıkarması oldukça güç görünüyor. On üç yılda tek başına yönetip, tek başına yaptıklarıyla toplumun üçte ikisini karşısında bulanların yine yeniden koalisyonda olacak olması toplum yararına hiçbir şey ifade etmez…
Genel seçimin çıkardığı tablo yanlış ve yanlı okunarak her şey eski tas eski hamam olacaksa, halklar yine ufalanacaksa, ufalanmak üzere göbek taşına uzanmanın ve boşa terlemenin de hiç gereği yok. Hamamları da seyranları da onların olsun.
Şu fakir Ülkeye yerelde genelde bir kurtuluş meclisi şart..Kurtuluş meclis oluşturmanın yolu ise bir erken genel seçim…
Daha yenisi yeni yapıldı, diğer yenisi yapılsa üç aşağı beş yukarı ayni sonuç çıkar teranelerine aldırmadan bir erken genel seçime gitmek şart oldu. Şu in, hin ve cin millete şu on yıllarda yapılanları, şu on üç yılda her sıkışıklık anında devreye giren absürt iktidar destekçiliğini tüm ayrıntılarıyla anlatmak lazım.
Lazım ki halklar bir daha bu düzmecelere itibar etmesin…
Ramazanda siyaset yapmak ramazanın özüne aykırı ama siyasi trafik iyice sıkıştığından, ileriki günlerde erken genel seçim de gündemi tamamen işgal edeceğinden şimdiden birkaç siyasi saptamayla yetinmek, iftardan sahura gecelere sarkıldığında görülecektir ki, asla siyaset yapmaktan sayılmaz.
Son on üç yılda tabanla tavan arasındaki uçurum yıldan yıla gittikçe derinleştirildi. Ve şu fakir ülke saymakla bitmeyecek sorunlar yumağına dönüştürüldü.
Her yıl başka uygulama, her yıl başka yaptırım, eğitim, sağlık, ekonomi şu gün haliyle karmakarışık. Her alanda halledildi denildikçe dibe batan bir durum söz konusu. Sözde istikrarın var olduğu pompalanmış şu ülke ekonomisinde paran varsa, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar yaşam hakkı. Eğer bireyler küçük ekonomiler çıkmazında ise toplum, çaresizliğe itilmiş insanlar yığını. Yani dini imanı para olmuş hakim hükmedenler sınıfının gözünün milleti gördüğü yok.
İnsani ve toplumsal değerlerin para ölçeğinde önemsendiği yeni ülke planlamasını halka benimsetme kavgası kaybedilmiş gibi, pek tutmadı bu dayatmalar. Ancak halk, ulus, millet kavramlarının içi boşaltılarak devam ediliyor hala bu plana. Kıyı kentlerde pek işlemiyor ama, kırsalda ve gettolarda yaşayanlar ümmetleştiriliyor ve plan yürürlükte.
Basın, medya zaten yandaşlaştırılmış, kısa paslaşmalar suretiyle yapay gündemler yaratılarak incelikle planlanmış yeni rejimi yerleştirme eskisini yok etme gizlilik içinde hala sürdürülüyor. Kısa zamanda korku imparatorluğu inşa edilerek seçimlerde alınan desteğe atıfta bulunuyor. Diğer yandan yandaşlardan kimine ihale verilerek, kimine rant dağıtılarak, kimine göz kirası verilerek payelendiriliyor, muhaliflere ise gözbağı takılarak herkes baş eğmeye zorlanıyor.
Fabrikalar kapanıyor, iflas ettiriliyor, işçileri, arazileri, müştemilatları ile birlikte kelepire satılıyor. Alabildiğine emek sömürüsü almış başını gidiyor, sendikal haklar yok edilmiş, sendikalar yok sayılmış ve sendikalılar görmezden gelinerek dışlanıyor.
Ücretli köle devri taşeronlar taşeronlaştırmalarla süsleniyor, püsleniyor, cilalanıyor.
Yurdun binbir çile, dert, sıkıntı içinde uzun yılların tüm kazanımları, ortak ulusal değerleri, cumhuriyet birikimleri yok pahasına elden çıkarılmış, çıkarıldı, çıkarılıyor. Yetinilmeyerek satışlara toprak, orman, akarsuyu akla gelen gelmeyen birçok değer ekleniyor. Bu temel değerler çokuluslu şirketler aracılığıyla tapu, kimlik ve din değiştiriyor.
Birileri çıkıp her zamanki duyarsızlık ve tapmışlıkla daha neler diyebilir. Denilebilir belki ama yanıtı mübarek ramazan, daha neler var neler ama sırası değil olur…
Sırası veya sırası değil ama görülen odur ki artık şu bahtsız ülkede haksızlığın, hukuksuzluğun, işsizliğin, açlığın, ıssızlığın, uğursuzluğun, ahde vefasızlığın anlamlarını çok iyi bilenlerin öne çıkarılması için, adaylaşabilmesi için bir erken genel seçim olmalıdır.
Olası bir erken genel seçim yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesine dönüştürülemez ise bu kimine göre müspet, çoğunluğa göre menfi tablonun yaratıcıları daha bir güçlenmiş, daha da dirilmiş ve daha palazlanmış olarak geri dönerler.
Bu rahvan geri dönüş yeni bir erken genel seçimde engellenip, başkentte kurtuluş meclisi kurulamaz ise ülkenin yıkılış meclisinin kurulduğuna topyekun tanıklık edilir. İzleyici konumunda kalmamak için, şimdiden direnişçi ve mücadeleci tavrı yükseltmek karşıt devrimcileri her alanda her platformda durduracak Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Çepni, muhacir tüm ulusal güçleri örgütlemek gerekiyor. Devrimci yurtsever ilerici kitlelerin eli, sesi, gücü olmak gerekiyor.
Soldan sosyalizmden milim sapmadan, merkez sol sosyal demokrat çizgide, merkez sağ liberal demokrat çizgide, hatta gerçek dindar ölçekte yelpazede yer tutanların zerre taviz vermeden ülkenin kurtuluşuna katkı sunmayı öncelemeleri gerekir. Bu birlik tavrını tarihsel bir görev olarak görenler ülkeye, ideolojilere ve ilkelere sahip çıkmalıdır. Saygıyı sevgiyi hoşgörüyü önde tutan, akılla fikirle bilimle projeyle siyaset yapılmasını önemseyenler ve bu trendi vazgeçilmez sayanlar zaman kaybetmeden erken seçime karar aldırmalıdır.
Kimsenin arkasına sığınmayan, abi, eş, dost, tanıdık, kardeş, oğul desteğine asla güvenmeyen ve inanmayan gücünü örgütlülüğünden ve toplumdan alan halktan alan bir güç ve enerjiyle yola çıkanlara destek olunacak bir erken genel seçim arzulanmalıdır. Çünkü bu günden yarına aktif siyaset içinde tüm engelleme ve güçlüklere rağmen pasifize edilemeyen, zikzak yapmayan, bildiğinden şaşmayan, hiç kimseye biat etmeyen bir birikimin kazanması ve kazandırılması yönünde erken genel seçim gereklidir.
Merkez demokrat, Sol ve sosyal demokrat değerlerden nasiplenmişlikle her katmanın yararına olacakların, siyasal parti birikimleri ve deneyimlerine güvenenlerin, artık sırası geldiğine inananların değerlendirileceği bir erken genel seçime karşı durulamaz. Karşı durulmamalıdır.
Birileri gibi tepeden inme gelmeyen, toplumun içinden, tabandan, örgütlülükten birileri olarak ülkenin yerel ve genel sorunlarını ve çözüm yollarını iyi bilenlerin, yoksulluğu da varsıllığı da yaşayan ve içselleştirmiş, yolsuzluğa yeltenmeyen ve yolsuzlukları gözlemleyip hesap sorma cesaretini kendinde görebileceklerin yolunun açılacağı bir erken genel seçim bu ülkeye çok yakışır.
Emeğin en yüce değer, insanın en kutsal varlık olduğunu kabul edenlerin, siyasi yaşamda emeğe göre yükselmenin ve niteliğe göre adaylaşmanın gerekli olduğunu söyleyenlerin, niceliği asla vazgeçilmez bir gerçek olarak görmeyenlerin artık görülmesi için erken genel seçim yapılmalıdır.
Eğer bir erken genel seçim yapılır ise olası bir erken genel seçimde; yıllarca aday saptanmasının önseçim ve eğilim yoklamasıyla yapılması gerektiğine inanan ve her aşamada merkezi yoklamayı reddetmiş, merkezi yoklamanın anti demokratik olduğuna inanmış, daima siyasi partilerin iç demokrasisini işletmesi gerekliliğini dillendirmiş, haksızlığın her türlüsüne, haksızlık hangi makam ve mevkiden gelirse gelsin hayatının hiçbir evresinde prim tanımamış ve tanımayacak, güçlünün yanında hiçbir zaman yer almamış, daima ezilenlerin tarafında yer alan, yürek vicdan ve akılla siyaset yapan bir siyasi kimlik olarak veya sıradan bir vatandaş olarak korkmadan vekâlete taliblerdeniz.
Ramazanın bitimine doğru belki de bayramdan sonraki görevlendirmelerle meclisin kırk beş günde içerisinden bir hükümet çıkarması oldukça güç görünüyor. On üç yılda tek başına yönetip, on üç yıl tek başına yaptıklarıyla toplumun üçte ikisini karşısına alanların alicengizlerle yine yeniden koalisyonda olacak olması bu, “ Erken genel seçim üçlemesi”ni gerekli kıldı..
“ Erken genel seçim üçlemesi”nin gerekli kılındığı görüldü ki, son kez bu konuda yazıldı…
6 Temmuz 2015 Pazartesi
HER ZAMAN VE RAMAZAN YİNE SAVAŞ, YİNE KAN…
Ramazan ayını yarıladı İslam âlemi. Bu kutlu alemde her zaman ve ramazanda bile yine savaş, yine kan. Niye?...
Ramazan, ramadan dinlemeden, mübarek mübarekat demeden dünya küresinin dört bir tarafında hala kardeşkanı dökülüyor, hala Müslümanlar gaddarca birbirlerini boğazlıyorlar…
Şu en Müslüman ülkede ise şimdi mevcudiyeti sallantıda bir iktidar on küsur yıl ramazan mukaddesat bakmadan acımasızca ve pervasızca emperyal güçlerin dayattığı projeleri uyguladı. Cihan da ise hiç üstüne vazife olmayan bir acayip işlere soyundu. Sonuçta ülke karmakarışık, ateş denizi ve kan gölüne dönüştürülmüş bir coğrafyanın tam orta yerinde patlamaya hazır bomba gibi siyasilerin ağzından çıkacaklarla biçimlenecek sözde müreffeh geleceğini bekler arar hale getirildi.
Öyle bir memleket oldu ki şu ülke artık panaroması aroma tadında değil. Memleket manzarası gerçeği ve geleceği sakın arama kıskacında…
Bölgedeki savaşlar ve iç savaşlar kızışınca veya dış emperyalistler ve iç işbirlikçilerce yani egemen güçler ve işbirlikçilerince kızıştırılınca tüm sınırları yangın yerine dönmüş veya dönmeye ramak kalmış bir ülke şu fakir ülke. Küresel güçlerle bir paylaşım coğrafyası oluşturma ve kurgulanandan pay kapma hevesiyle, bu büyük oyunda rol almayı siyasi şiar edinmişlik gergefinde dokundu her mesele. Bu talihsiz ortamda yapılan tüm savaşlar din ve mezhep kavgasına, İslam dininin içinde mezhepler savaşına dönüştürüldü bir anda. Ve bir anda sadece güney sınırından yaklaşık üç milyonluk arap veya değil mülteciye sınır kapılarını açmış, tam tamına kucak açmış ve ülke bütçesinin onda birinin onlara harcandığı bir ülke oluverdi, şu garip ülke.
Ne yapalım insanlık gereği, ne var canım gelseler, umarsızlık çaresizlik deyip geçmek elbette kolay ama şu zavallı Müslüman kardeş edebiyatı gündemde olunca canlar sıkılıyor biraz sanki. Yerkürede eşi benzeri görülmemiş bir uyutma veya dayatma gerçekleşiverdi kısa sürede. Sonuç oranlamanın doğrusu belki yirmibeş ama otobüsteki her otuz kişiden biri, okullardaki her otuz öğrencilik sınıfta öğrencilerden biri, parklardaki her otuz dinlenenden biri, hastane acilinde sıradakilerin her otuzundan biri, özel veya devlet hastanesinde doktorların muayene ettiği her otuz hastasından biri, cadde ve sokaklarda her otuz dolaşandan biri, camilerdeki cemaatin otuzda biri, sinemalarda otuz film izleyicisinden biri, avmleri gezen her otuz bireyden biri.. arap veya başka milletten adı konmamış mülteci şu mükrim ülkede…
Ve mikro veya makro düzeyde bakıldığında ülkelerinde hiç de savaş varmış, savaştan kaçmış, evleri barkları yıkılmış yakılmış, eşleri çocukları şehit edilmiş gibi değiller, bir güzel kendi havalarındalar, oldukça rahatlar maalesef. Ve şu koca ülke onların, saz da söz de onlarınmış sakınmasızlığındalar maalesef. Üçü beşi bir araya geldiğinde buradan emperyalizm dayatması pis savaşı başkomutan edasıyla oturdukları yerden idare ediyorlar sanki. Eskilerde savaşma şunu yap bunu yap denirdi. Ortadoğu tandanslı şimdinin duası savaşma kaç, savaşma en yakına, seni savaşa bulaştıranlar her kimse oraya kaç oldu. Bu kaçmış gelmişlerden sakınmak da çoluk çocuk şu garip ülke insanına düşüyor nedense. İncitmemek lazım her ne yaparsa yapsınlar, çünkü onlar Müslüman kardeşler.
Şu mübarek ramazan geldi, yarılandı gidiyor sözde Müslümanlar aç açık hala barış orucu tutuyorlar, iftar ve sahurlarını maalesef savaşla yapıyorlar…
Şu memleket kendinden olanların bile on yıllarca işsizlik, yolsuzluk, baskı ve şiddet uygulamalarıyla insanlık onuru ve yaşam haklarının hiçe sayıldığı bir memleket. Bu ülke aslında hiçe sayılmaların da topluma, ülke halklarına kader olarak dayatıldığı, kader değil diyenlerin zindanlara atıldığı el parasıyla, borçla harçla zengin gösterilen yoksul bir ülke. Ülke halkları, ahali çok kederli ama kederini yüreğinde saklayanların ülkesi şu çileli, çilesi hiç bitmeyecek ülke.
Şimdi sınırların ortadan kalkmasına yeşil ışık yakan tüm sığ yöneticilerin muhtemel onca iç kavgayı hiçe sayarak, ülke dışındaki savaşları ülke günceline taşıyarak hümanist kesilmesini ileri demokrasi ve ileri demokratlık gereği sayanlar çıkabilir. Hayırlısı olsun ama bu gidişle belki ileride, ama çok yakında verilecek oyların onbeşte biri arap veya başka milletten adı konmamış mülteci oyu olacak gibi görünüyor. Elbette hakları da verilir ilk seçimde seçer ve seçilirler de. Bu İleri demokrasi gereğidir diyenler de azımsanmayacak sayıda olabilir. Ama o çıkıntılara sormak gerek, hani hak verilmez ancak alınırdı. Kendi milletinden olanı bin afra tafra uyut, dininden mezhebinden görüneni abat et. Bunun adı da ideal siyaset…
Öyle bir memleket oldu ki şu ülke artık panaroması aroma tadında değil ama;
Allah göstermesin şu fakir, garip ülkede bir savaş çıksa ilk kimler nereye kaçar acaba. Komşulardan biri kapılarını açar mı şu millete. Şu ülke insanı tüm emperyalist güçlerle cansiperane savaşır mı, yoksa ülkemizde savaş vardı kaçtık babında bir yerlere kapılanır mı? Tarihe bakmak lazım. Evet, bakmak lazım, harbiden kutsal isyana ve kutlu direnişe, Ulusal Kurtuluş Harbine…
Bir genel seçim yaşandı. Sanki boşa gitti gider verilen oylar. Bir daha genellemek lazım bu ve benzer meseleleri ve yeniden oylamak lazım.
Bir ramazan ki yarısı bitti, tüm İslam âlemi hala alenen barış orucu tutuyorlar, mübarek ramazanı değil…
Ancak bu yerli yersiz taşımalara ve zamanlı zamansız taşınmalara karşı duranları ileri demokrasi havarisi kesilerek önce sindirme, sonra susturma ve en sonra neredeyse yok etme çabaları hangi hümanizmaya ve hangi dine mezhebe sığar, o da başka bir çelişki. Siyaset arenasını ilk gelindiğinden itibaren yıllarca hesap etmişlik meziyetiyle hepten ve yekten muhalefetsizliğe dönüştürme peşinde yuvarlanmalardan sonra âlemin kurtarıcısı pozisyonuna soyunmalar delikanlılığa sığmaz. Sığmaz tabi. Bu gömlek değişimlerinden, soyunmalardan, deri atmalardan Ülkenin üçte ikisinin beyninin tası atmış, hala tası doldurma peşindelik nereye kadar.
Ülkeyi son düzlükte yönetenler hükümet edenler, iktidar erkinin sahipleri ve bu erki bol kepçeden kullananlar halklarıyla ve devlet kurumlarının çoğuyla hala kavgalı. Çareyi de halkları ötekileştirmekte, resmi veya özel tüm kurumları da tıka basa yandaşlaştırmakta bulan bir kaçış, resmen savaştan kaçış müslümanlığı. Bu tip barış ve demokrasi havarisi bir partizanlık hükümranlığı daha ne kadar sürecek. Kavgayı daima gündeme taşıyarak güncelleyen, kendine karşı duranları ve karşı çıkanları hukuk, yargı ve din siyasallaştırılması ile köşeye sıkıştırmak da kime kadar sürecek. Alt ve üst kimliklerin radikalleştirilmesi ile ülkeyi bölüp parçalayacak yeni oyunlar tezgahlanması ise başka bir konu.
Hala yüzde bilmem kaç destek var, seçmen var, oy var, vallahi tillahi bunlar çalar malar ama doğru iş de yapar denilmek suretiyle kamuoyu yönlendirilse de ülkenin geleceği adına şu mübarek ramazanda tüm iyi niyetle yüksek sesle bir şeyler söylenmelidir;
Ramazan öncesi bir genel seçim yapıldı. Sanki boşa gitti, gidiyor, gider verilen oylar. Bir ramazan ki yarılandı, hala koalisyon orucu tutuyor siyasiler, ramazanı değil. Olumlu bir gelişme hala yok. O halde bir daha genellemek lazım tüm meseleleri ve erken zamanda da oylamak…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)