6 Temmuz 2015 Pazartesi

HER ZAMAN VE RAMAZAN YİNE SAVAŞ, YİNE KAN…



Ramazan ayını yarıladı İslam âlemi. Bu kutlu alemde her zaman ve ramazanda bile yine savaş, yine kan. Niye?...
Şu Müslümanlar dünyası bin beşyüz yıldır hiç mi hiç akıllanmadı. Hala aynı kardeş kavgaları ayni mezhepsel savaş teranesi. Yurtta ve dünyada özellikle Ortadoğu’nun kışkırtılan milletlerinde tüm Müslümanlar hala aç sefil, perişan tam gün barış orucu tutuyorlar. Günlerce barış orucu tutup savaş sofralarında ziyafete oturuyorlar. Uzakasyadan Ortadoğuya, oralardan ta Kuzey Afrikaya, batıya doğuya kuzeye güneye, her yerde kendini İslam görenler, elhamdülillah müslümanım diyenler, bıkmadan usanmadan, utanmadan arlanmadan, akıllanmadan uslanmadan savaşıyorlar. Haram ayları bile bilmezler veya unuttular.

Ramazan, ramadan dinlemeden, mübarek mübarekat demeden dünya küresinin dört bir tarafında hala kardeşkanı dökülüyor, hala Müslümanlar gaddarca birbirlerini boğazlıyorlar…

Şu en Müslüman ülkede ise şimdi mevcudiyeti sallantıda bir iktidar on küsur yıl ramazan mukaddesat bakmadan acımasızca ve pervasızca emperyal güçlerin dayattığı projeleri uyguladı. Cihan da ise hiç üstüne vazife olmayan bir acayip işlere soyundu. Sonuçta ülke karmakarışık, ateş denizi ve kan gölüne dönüştürülmüş bir coğrafyanın tam orta yerinde patlamaya hazır bomba gibi siyasilerin ağzından çıkacaklarla biçimlenecek sözde müreffeh geleceğini bekler arar hale getirildi.

Öyle bir memleket oldu ki şu ülke artık panaroması aroma tadında değil. Memleket manzarası gerçeği ve geleceği sakın arama kıskacında…

Bölgedeki savaşlar ve iç savaşlar kızışınca veya dış emperyalistler ve iç işbirlikçilerce yani egemen güçler ve işbirlikçilerince kızıştırılınca tüm sınırları yangın yerine dönmüş veya dönmeye ramak kalmış bir ülke şu fakir ülke. Küresel güçlerle bir paylaşım coğrafyası oluşturma ve kurgulanandan pay kapma hevesiyle, bu büyük oyunda rol almayı siyasi şiar edinmişlik gergefinde dokundu her mesele. Bu talihsiz ortamda yapılan tüm savaşlar din ve mezhep kavgasına, İslam dininin içinde mezhepler savaşına dönüştürüldü bir anda. Ve bir anda sadece güney sınırından yaklaşık üç milyonluk arap veya değil mülteciye sınır kapılarını açmış, tam tamına kucak açmış ve ülke bütçesinin onda birinin onlara harcandığı bir ülke oluverdi, şu garip ülke.

Ne yapalım insanlık gereği, ne var canım gelseler, umarsızlık çaresizlik deyip geçmek elbette kolay ama şu zavallı Müslüman kardeş edebiyatı gündemde olunca canlar sıkılıyor biraz sanki. Yerkürede eşi benzeri görülmemiş bir uyutma veya dayatma gerçekleşiverdi kısa sürede. Sonuç oranlamanın doğrusu belki yirmibeş ama otobüsteki her otuz kişiden biri, okullardaki her otuz öğrencilik sınıfta öğrencilerden biri, parklardaki her otuz dinlenenden biri, hastane acilinde sıradakilerin her otuzundan biri, özel veya devlet hastanesinde doktorların muayene ettiği her otuz hastasından biri, cadde ve sokaklarda her otuz dolaşandan biri, camilerdeki cemaatin otuzda biri, sinemalarda otuz film izleyicisinden biri, avmleri gezen her otuz bireyden biri.. arap veya başka milletten adı konmamış mülteci şu mükrim ülkede…

Ve mikro veya makro düzeyde bakıldığında ülkelerinde hiç de savaş varmış, savaştan kaçmış, evleri barkları yıkılmış yakılmış, eşleri çocukları şehit edilmiş gibi değiller, bir güzel kendi havalarındalar, oldukça rahatlar maalesef. Ve şu koca ülke onların, saz da söz de onlarınmış sakınmasızlığındalar maalesef. Üçü beşi bir araya geldiğinde buradan emperyalizm dayatması pis savaşı başkomutan edasıyla oturdukları yerden idare ediyorlar sanki. Eskilerde savaşma şunu yap bunu yap denirdi. Ortadoğu tandanslı şimdinin duası savaşma kaç, savaşma en yakına, seni savaşa bulaştıranlar her kimse oraya kaç oldu. Bu kaçmış gelmişlerden sakınmak da çoluk çocuk şu garip ülke insanına düşüyor nedense. İncitmemek lazım her ne yaparsa yapsınlar, çünkü onlar Müslüman kardeşler.

Şu mübarek ramazan geldi, yarılandı gidiyor sözde Müslümanlar aç açık hala barış orucu tutuyorlar, iftar ve sahurlarını maalesef savaşla yapıyorlar…

Şu memleket kendinden olanların bile on yıllarca işsizlik, yolsuzluk, baskı ve şiddet uygulamalarıyla insanlık onuru ve yaşam haklarının hiçe sayıldığı bir memleket. Bu ülke aslında hiçe sayılmaların da topluma, ülke halklarına kader olarak dayatıldığı, kader değil diyenlerin zindanlara atıldığı el parasıyla, borçla harçla zengin gösterilen yoksul bir ülke. Ülke halkları, ahali çok kederli ama kederini yüreğinde saklayanların ülkesi şu çileli, çilesi hiç bitmeyecek ülke.

Şimdi sınırların ortadan kalkmasına yeşil ışık yakan tüm sığ yöneticilerin muhtemel onca iç kavgayı hiçe sayarak, ülke dışındaki savaşları ülke günceline taşıyarak hümanist kesilmesini ileri demokrasi ve ileri demokratlık gereği sayanlar çıkabilir. Hayırlısı olsun ama bu gidişle belki ileride, ama çok yakında verilecek oyların onbeşte biri arap veya başka milletten adı konmamış mülteci oyu olacak gibi görünüyor. Elbette hakları da verilir ilk seçimde seçer ve seçilirler de. Bu İleri demokrasi gereğidir diyenler de azımsanmayacak sayıda olabilir. Ama o çıkıntılara sormak gerek, hani hak verilmez ancak alınırdı. Kendi milletinden olanı bin afra tafra uyut, dininden mezhebinden görüneni abat et. Bunun adı da ideal siyaset…

Öyle bir memleket oldu ki şu ülke artık panaroması aroma tadında değil ama;

Allah göstermesin şu fakir, garip ülkede bir savaş çıksa ilk kimler nereye kaçar acaba. Komşulardan biri kapılarını açar mı şu millete. Şu ülke insanı tüm emperyalist güçlerle cansiperane savaşır mı, yoksa ülkemizde savaş vardı kaçtık babında bir yerlere kapılanır mı? Tarihe bakmak lazım. Evet, bakmak lazım, harbiden kutsal isyana ve kutlu direnişe, Ulusal Kurtuluş Harbine…

Bir genel seçim yaşandı. Sanki boşa gitti gider verilen oylar. Bir daha genellemek lazım bu ve benzer meseleleri ve yeniden oylamak lazım.

Bir ramazan ki yarısı bitti, tüm İslam âlemi hala alenen barış orucu tutuyorlar, mübarek ramazanı değil…

Ancak bu yerli yersiz taşımalara ve zamanlı zamansız taşınmalara karşı duranları ileri demokrasi havarisi kesilerek önce sindirme, sonra susturma ve en sonra neredeyse yok etme çabaları hangi hümanizmaya ve hangi dine mezhebe sığar, o da başka bir çelişki. Siyaset arenasını ilk gelindiğinden itibaren yıllarca hesap etmişlik meziyetiyle hepten ve yekten muhalefetsizliğe dönüştürme peşinde yuvarlanmalardan sonra âlemin kurtarıcısı pozisyonuna soyunmalar delikanlılığa sığmaz. Sığmaz tabi. Bu gömlek değişimlerinden, soyunmalardan, deri atmalardan Ülkenin üçte ikisinin beyninin tası atmış, hala tası doldurma peşindelik nereye kadar.

Ülkeyi son düzlükte yönetenler hükümet edenler, iktidar erkinin sahipleri ve bu erki bol kepçeden kullananlar halklarıyla ve devlet kurumlarının çoğuyla hala kavgalı. Çareyi de halkları ötekileştirmekte, resmi veya özel tüm kurumları da tıka basa yandaşlaştırmakta bulan bir kaçış, resmen savaştan kaçış müslümanlığı. Bu tip barış ve demokrasi havarisi bir partizanlık hükümranlığı daha ne kadar sürecek. Kavgayı daima gündeme taşıyarak güncelleyen, kendine karşı duranları ve karşı çıkanları hukuk, yargı ve din siyasallaştırılması ile köşeye sıkıştırmak da kime kadar sürecek. Alt ve üst kimliklerin radikalleştirilmesi ile ülkeyi bölüp parçalayacak yeni oyunlar tezgahlanması ise başka bir konu.

Hala yüzde bilmem kaç destek var, seçmen var, oy var, vallahi tillahi bunlar çalar malar ama doğru iş de yapar denilmek suretiyle kamuoyu yönlendirilse de ülkenin geleceği adına şu mübarek ramazanda tüm iyi niyetle yüksek sesle bir şeyler söylenmelidir;

Ramazan öncesi bir genel seçim yapıldı. Sanki boşa gitti, gidiyor, gider verilen oylar. Bir ramazan ki yarılandı, hala koalisyon orucu tutuyor siyasiler, ramazanı değil. Olumlu bir gelişme hala yok. O halde bir daha genellemek lazım tüm meseleleri ve erken zamanda da oylamak…

Hiç yorum yok: