DİNAMİZM, SİYASAL KURUMLAŞMA VE İDEAL YÖNETSEL YAPI…
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır. Ve siyasallaşan kurum, üst başlığı devrimci kadroların kurduğu ideal yapılarla yoluna devam eder…
İdeal yönetsel yapılanmaların tersine sadece bireysel sorumluluk taşımak üzerine kurumlanmış yönetimler kurumda demokrasi ve disiplinin yeşermesini sağlayamaz. Aslında bu derinleşmeyi engelleyen bir tutumdur. Bu tutuk tavırlılık esneklik, etkinlik, işbirliği, hoşgörü ve coşkuyu da zamanla yok eder. Bu nedenle kurumda basit ve anlaşılır ideoloji ve ilkelilik özgürleştirilmelidir. Yanlı, savunucu, yıkıcı eleştiri, kayırma himaye alışkanlıklarının prim yaptığı şu günlerde bilinçli, başarıyı arzulayan, nitelikli ve ideolojik kültür sahibi Devimsel dördüncü kuvvet kadroların benimsenmesi hayal olarak görülebilir. Ancak kişilerin değil ilkelerin hayata geçirilmediği tüm alanlarda özellikle siyasal kurumlarda başarı beklemektir asıl hayalcilik.
Dinamik ve topluma yön verecek ve dönüşüme hız kazandıracak tüm sosyal katmanlar ve siyasal kurumlar mevcut hiyerarşik yapılanmaların dışında devimsel dördüncü kuvvete ihtiyaç duyarlar. Aksine bir yönetimsel sürecin işletilmesi koşulları daha da ağırlaştırır ve içinden çıkılamaz sorunlar yumağını büyütür. Gittikçe parçalanarak kendi kurumsal kimliklerini öne çıkaramaz ve savunamaz bir atmosfere girilir. Oysaki her platformda güvenirliliği ve inandırıcılığını yitirmişlik gözlemleniyorsa artık her üç yol da denenmiş olduğundan dördüncü kuvvet dillendirilmelidir. Başta sadece bir öngörü veya saptama olan bu gerçekliğin kısa zamanda kalıtsal bir kanatlaşmaya dönüşebileceği de gözden kaçırılmaması gereken bir unsurdur.
Çünkü bu zorunlu dönüşüm sağlanamaz ise yeniden yapılanma istemleri mevcut kadrolaşmanın alışılagelmiş tavır ve tutumlarıyla hiç gerçekleştirilemez, çıkar yol bulunamaz…
Ötelemeden, dışlamadan, yok saymadan yapılacak ideolojik değerlendirmeler lider kadro, yönetici kadro, lider kadro yönetici kadro, çatışmasına sahne olmadan, bilim dışılığa yer vermeden bir an evvel yapılmalıdır. Birikimlerin hangi yönde kullanılabilir olduğu, önceliği ve gerekliliği açıkça önemsenmedikçe ve belirlenmedikçe kişisel yıpranmaların önü açılır. Mevcut yıpranmışlıklara aldırmadan herkes her yere talip olduğundan işlevselliği kaybediş kurum içinde her kılcal damara sirayet eder ve kitlelere ulaşır. Yılgınlık ve yorgunluk da bu aşamada ağırlığını iyice hissettirince istem ve söylem kargaşası ortalığı sarar. Arz talep dengesi alabildiğince bozulur.
Bu kurumsallaşmayı birinci dereceden zedeleyen atmosferde ideoloji ve ilkeler bireysel çıkışların ve gereksiz sorumluluk üstlenmelerin gölgesinde kalır. Bu çıkmazdan kısmi kurtuluş birbiriyle açıktan açığa çelişir olsa da ideolojik bağlamda değişik dünya görüşlerinin zoraki uzlaşısını getirir. Ve kurum taban ile organik bağını koparır. Bu uzlaşı gönül desteğinin gittikçe azalmasını getirdiği gibi, kurum içi tıkanıklığı alabildiğine körükler. Bu tıkanıklık imajını silmek, atılımlar yapmak ve mevcudu planlamak ise oldukça zorlaşır. Ve bitti, tükendi benzeri akıl şaşırtmalar neticesinde mevcut durumun değişmesi güçtür, kaderdir mantıksızlığını çağrıştırır. Bu söylentiler çözüm üretmeye ket vurduğu gibi, çanak tutanlara da hadleri gereğince bildirilmedikçe yıkımın önü asla alınamaz. Tek çare bireyselliğe ve vitrin düzenlemeye bel bağlanır. Oysaki hiçbir kurumsal sallantı kader değildir. Resmen bilime haksızlık edildiği anlaşılınca değişir işin seviyesi. Önce istemek lazımdır zorlukların üstesinden gelinebileceğini ve de inanmak şarttır.
Siyasi yalanlarla köşeye sıkıştırılmışlık bitmek üzere olan saltanat dönemine has bir olgudur. Siyasi ve ekonomik tüm çalkantılarda yüzyıl öncesinden bu yana sorumlusu tutulmak işte bu denli zayıflamanın eseridir. Aslında kurum olarak düşülen bu durumdan kimin ne kadar hatalı olduğu yanıtını arayarak çıkılamaz. Çelişkilerin üzerine korkusuzca gidecek devimsel dördüncü kuvvetin yeniden doğuşu hazırlayacağına güvenmek gerekir.
Çıkış kurum içi veya kurum dışı tüm ezilmelere, sömürülmelere, eleştiri ve yargısız infazlara direnişin taban genişliğini artırmakla olur. Beklentilere yanıt veren, çaresizliğe çare bulup, yolsuzluktan doğan yoksulluk diz boyu iken zenginliği eşitleyen bir yolda emin adımlarla yürüyecek kadroların, ideal yapılar kurmasına taraf olunmadıkça bertaraf olunur her platformda.
İşte bu nedenle yeni umut projeleri üretilmeden sadece bireysel sorumluluk taşıyan veya taşır görünen, mevcut iktidar, mevcuda muhalif veya her ikisine karşı teknik taktik çıkışlarla kurumsallaşmanın gerçekleştirilemeyeceği görülmelidir. Artan problemlerin çözülemediği alevlerin güçlendiği dört bir yanı yakacak boyuta eriştiği ortadadır. O halde tavır ve yaklaşımları yakışıksız, yaptıkları genel evrensel söylemlerle bağdaşmayan üslubun bırakılması bıraktırılması esastır. Deneyimlerden ve bilimden destek almadan ani reflekslerle hareketlenmek kısa zamanda durağanlığı tesciller ve statükoyu bir başka biçimiyle günceller. O kadardır alacağı yol. Ayrıca lider kadrolardan kıvılcımlar ve ateşleme bekleyerek geçer ışığı yakalama süreci.
Yakın uzak her tökezleyişte her çalkantıda serseri mayın gibi yeni yol haritaları ile kurtarıcı rolüne soyunanların işi değildir kurumsallaşmayı ve dinamizmi siyasallaştırmak. Nerde ne zaman patlayacağı belirsiz bu siyasi izlenimciliğin izinleri dondurulmadıkça kurumun cadı kazanı daha çok kaynar. Daha çok zaman kaybedilir, bir arpa boyu ilerleme kaydedilmez.
Güneşe yolculuk sorumluluğunu bilen nitel kadroların dördüncü kuvvetle buluşmasıyla başlar. Nicel değerlemelere aldırmadan taban kitlelerin sahipsizliğini giderecek yarışın çakmağını ise ideal yönetsel yapıyı inşa etme erdemliliğini öne çıkaranlar çakar.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise mevcut iktidar, mevcuda muhalifler veya her ikisine karşı teknik taktik kurulcular değil Devimsel dördüncü kuvvet kadrolar gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır. Ve siyasallaşan kurum, üst başlığı devrimci kadroların kurduğu ideal yönetsel yapılarla yoluna devam eder…
29 Kasım 2014 Cumartesi
28 Kasım 2014 Cuma
SİYASAL KURUMSALLAŞMA VE ‘DEVİMSEL DÖRDÜNCÜ KUVVET’…
SİYASAL KURUMSALLAŞMA VE ‘DEVİMSEL DÖRDÜNCÜ KUVVET’…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü siyasette çok önemli bir kavram olan kurumsallaşma da itibar ve zaman kaybeder…
Siyasal kurumsallaşmanın vazgeçilmez üç temel şartı söz konusudur. Öncelikle bir kurum olunmalıdır, oluşturulmalıdır. Sonra yönetimsel mekanizmalar, yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarı biçimlendirilerek ara üniteler kurulmalıdır. Ve siyasal kurumun bu kurulu dengede gittikçe gideceği, devam edileceği öngörülmelidir. Bu iki temel şart tamamlanınca ve yetmezleşince işte o tam bitiş noktasında siyasi kurumsallaşmanın üçüncü şartı ateşlenmelidir. O şart ise dinamizmdir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet…
Tüm zorluklara, zorlamalara rağmen güç bela kurulmuş olsa da, yeni veya eski tüm oluşumlar mevcut dengesini gün gelir koruyamaz. Katılımlarla, katılımcılarıyla büyümüşse de, etkinlik alanlarını günden güne genişletse de, köklü kurumsal yapıların son örneği olsa da kurum yeri gelir tıkanır kalır.
İşte bu yaşanan çıkmazın kaynağında kurumsallaşmanın üçüncü şartı ‘dinamizm’ yatar. Ayrıca organizasyon, planlama, koordinasyon ve denetim mekanizmalarının iyi ve yeterince işletilememesi de karşılaşılan tıkanıklığın etkenleridir. Bu sona yaklaşılan aşamada tam anlamıyla kurtulmak, kurumsallaşmanın devamını sağlamak için, ‘yeniden dinamizme kavuşmanın’ yolları açılmalı ve yolcuların ilerlemeyi yeniden diriltecek devimselciliği kırılmamalıdır.
Eski ve eskiyen yapısallık kurumu belli yere kadar iyi veya kötü taşımış olabilir. Ancak günün değişen koşullarına ve tarihsel sürece yanıt verecek akışkanlığı yitirdiği an güven kaybı yaşamalar başlar. İşte böylesi bir açmazda mevcudu savunmak, ilerlemeye ve ilericiliğe ayak diremek ve yenileşmeye direnmek kuruma iyice zarar verir ve kötü sonu getirir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet kadrolar gerçekleştirir…
Mevcut bunalımdan çıkış yapan yolları aramadan, kurtarıcı bir patlama olacağı beklentisi ile kurtarıcı geleceğini umarak umutlanmak boşa zaman harcamaktır. Zaten yerli yersiz inat ve tavırsızlık gerileyişi ve nihayetinde kurumun yok olma noktasına varışını hızlandırıyor. O nokta ki can suyu noktasıdır. Peşinden önü kesilemeyecek marjınalleşme ve radikalleşme kapıları çalar. Belki de o vakit radikal olmak marjinal kalmaktan evladır. O halde bu acı sona varışın engellenmesi ve bıktıran kurum içi yarışların bitmesi için tek bir çare ve yol kalır elde. O da Yeniden dinamizme kavuşmaktır.
Yeniden dinamizme kavuşmak için; siyasal kurumun başına tepeye, en tepeye ismini, benliğini ve güvenirliliğini kanıtlamış kurumu tekrardan kurumsallaştıracak kabul ve saygı gören, yetenekli ve birikimli bir lider veya lider kadronun gelmesi getirilmesi gerekir. Bu devimsel dördüncü kuvvetin ve kadrolarının kırık döküklüğü giderecek çalışmaları örgütleyerek, bütünleşmenin sağlanması yolunda tavizsiz adımlar atması yeniden dinamizmi içten dışa tetikler.
Ancak kurumsallaşma evresini tamamlamaya talip, kuruma dinamizm kazandırmaya yetkin devimsel dördüncü kuvvetin kendilerini geliştirmiş, savunulan kurum programı, politikaları ve ilkeleriyle bütünleşmiş, bilimsel verilerle donanmış ve ideolojiyi özümsemiş olması çok önemlidir. Mevcut iktidar erki ve muhaliflerinden ve bu kutuplaşmayı teknik normlarda çözeceğini iddia eden statükoculardan farklı olarak siyasi kurumun yeniden kurumsallaşmasını ve dinamizme kavuşmasını öngören devimsel dördüncü kuvvet kadroların kurum önüne ciddi hedefler koyması ile başlar diriliş. Ve kazanma arzusunun baş düşünce olmasıyla devam eder. Yorgun kadrolardaki yılların bıkkınlığını bitirecek ve ölü toprağı serpili durağanlığı üzerinden sıyırıp atacak olan yeni hedeflerdir. Yerelden genele dinamizmi hayata geçirecek ve mevzileri bir bir kazanacak olan ise Devimsel dördüncü kuvvet’tir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise siyasette çok önemli bir kavram olan kurumsallaşmanın itibar ve zaman kaybedişidir. İtibarın yeniden iadesi, kurumsallaşmanın gerçekleştirilmesi ve yitirilen zamanın yeniden kazanılması için üst yönetimlerden başlayarak tüm birimler arasında dayanışmayı sağlayacak, siyasallaşmayı pekiştirecek ve çok iyi işletilen bir iletişim ağının kurulması dinamizmi yatay ve dikey düzlemde hızlandırır. Ayrıca anlaşılırlığı net biçimde sağlanmış ve her ne koşulda olursa olsun kurum program ve protokollerine bağlılık ve aşırı uyum kurumsallaşmayı ilerleten etkenlerden biridir. Kararların alınmasından çok uygulanırlığının tespiti ve eylemleştirilmesi dikkatle izlenmesi ve güncellenmesi gereken bir unsurdur. Dinamizmi gerçekleştirmeye en yatkın kadroların Devimsel dördüncü kuvvet kadrolar olduğu gerçeği, kurumsallaşmanın önemsenmesi ve asgari müştereklerde uzlaşma öngörüsü kurumu ideolojisizlik hastalığından da kurtarabilir.
Ve kurumsallaşma hamlesini dinamizmle gerçekleştirecek kurum ve kurumun tüm kadroları iddialı ve büyümeyi arzulayan bir konuma ulaşırlar. Elbette bu konum Devimsel dördüncü kuvvet kadroların etkisini her kurumsal platformda hissettirmesi ile düz orantılıdır. Yoksa sorun çözen ve hedefler koyan bilimsellikten tamamen uzaklaşılır. Yeni oluşumlara açıklık ve yeni yapılanma taslaklarına bakış her zamanki türden katı ve kör olur. Ve üstlenilen zorlama roller ve rol çalmalar motivasyonu asla sağlayamaz. O halde bu parçalı düzende ve parçalı bulutlu havada Devimsel dördüncü kuvvet kadroların dediklerine kulak verilmelidir. Bilim ve eğitim dışı tavırla amaca ve amaçlara sadece kurum içinde kayıtsız şartsız söylem birliği ve bütünlüğü ile hareket başarıyı getirir savına taraf olmak her daim kaybettirir. Devimsel dördüncü kuvvet kadroların piramidin değişik merkezlerinde görevlendirilmesi ile kayıplar azalır.
Ancak ve ancak yeniden dinamizme kavuşmak ile başarı gelir. Kazanımlar inancın ve çalışma azminin ideoloji doğrultusunda yerleştirilmesi ile elde edilir. Kurumsallaşmış yapının kimle devam edeceği hangi kadrolarla dinamizmin artırılacağı rahatlığına kavuşturulması kurumun önünü açar. Siyasal kurumun başında tepede, en tepede kimin ne kadar süre kalacağı ve ya kalmayacağı önemini yitirir. Asıl olan izlenecek kurumsal rotanın sık sık kesintiye uğratılmamasıdır. Uğramayacağı garantisinin de ideal bir yapıyla pekiştirilmesidir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır. Ve siyasallaşan kurum ideal yapılarla yoluna devam eder…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü siyasette çok önemli bir kavram olan kurumsallaşma da itibar ve zaman kaybeder…
Siyasal kurumsallaşmanın vazgeçilmez üç temel şartı söz konusudur. Öncelikle bir kurum olunmalıdır, oluşturulmalıdır. Sonra yönetimsel mekanizmalar, yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarı biçimlendirilerek ara üniteler kurulmalıdır. Ve siyasal kurumun bu kurulu dengede gittikçe gideceği, devam edileceği öngörülmelidir. Bu iki temel şart tamamlanınca ve yetmezleşince işte o tam bitiş noktasında siyasi kurumsallaşmanın üçüncü şartı ateşlenmelidir. O şart ise dinamizmdir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet…
Tüm zorluklara, zorlamalara rağmen güç bela kurulmuş olsa da, yeni veya eski tüm oluşumlar mevcut dengesini gün gelir koruyamaz. Katılımlarla, katılımcılarıyla büyümüşse de, etkinlik alanlarını günden güne genişletse de, köklü kurumsal yapıların son örneği olsa da kurum yeri gelir tıkanır kalır.
İşte bu yaşanan çıkmazın kaynağında kurumsallaşmanın üçüncü şartı ‘dinamizm’ yatar. Ayrıca organizasyon, planlama, koordinasyon ve denetim mekanizmalarının iyi ve yeterince işletilememesi de karşılaşılan tıkanıklığın etkenleridir. Bu sona yaklaşılan aşamada tam anlamıyla kurtulmak, kurumsallaşmanın devamını sağlamak için, ‘yeniden dinamizme kavuşmanın’ yolları açılmalı ve yolcuların ilerlemeyi yeniden diriltecek devimselciliği kırılmamalıdır.
Eski ve eskiyen yapısallık kurumu belli yere kadar iyi veya kötü taşımış olabilir. Ancak günün değişen koşullarına ve tarihsel sürece yanıt verecek akışkanlığı yitirdiği an güven kaybı yaşamalar başlar. İşte böylesi bir açmazda mevcudu savunmak, ilerlemeye ve ilericiliğe ayak diremek ve yenileşmeye direnmek kuruma iyice zarar verir ve kötü sonu getirir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet kadrolar gerçekleştirir…
Mevcut bunalımdan çıkış yapan yolları aramadan, kurtarıcı bir patlama olacağı beklentisi ile kurtarıcı geleceğini umarak umutlanmak boşa zaman harcamaktır. Zaten yerli yersiz inat ve tavırsızlık gerileyişi ve nihayetinde kurumun yok olma noktasına varışını hızlandırıyor. O nokta ki can suyu noktasıdır. Peşinden önü kesilemeyecek marjınalleşme ve radikalleşme kapıları çalar. Belki de o vakit radikal olmak marjinal kalmaktan evladır. O halde bu acı sona varışın engellenmesi ve bıktıran kurum içi yarışların bitmesi için tek bir çare ve yol kalır elde. O da Yeniden dinamizme kavuşmaktır.
Yeniden dinamizme kavuşmak için; siyasal kurumun başına tepeye, en tepeye ismini, benliğini ve güvenirliliğini kanıtlamış kurumu tekrardan kurumsallaştıracak kabul ve saygı gören, yetenekli ve birikimli bir lider veya lider kadronun gelmesi getirilmesi gerekir. Bu devimsel dördüncü kuvvetin ve kadrolarının kırık döküklüğü giderecek çalışmaları örgütleyerek, bütünleşmenin sağlanması yolunda tavizsiz adımlar atması yeniden dinamizmi içten dışa tetikler.
Ancak kurumsallaşma evresini tamamlamaya talip, kuruma dinamizm kazandırmaya yetkin devimsel dördüncü kuvvetin kendilerini geliştirmiş, savunulan kurum programı, politikaları ve ilkeleriyle bütünleşmiş, bilimsel verilerle donanmış ve ideolojiyi özümsemiş olması çok önemlidir. Mevcut iktidar erki ve muhaliflerinden ve bu kutuplaşmayı teknik normlarda çözeceğini iddia eden statükoculardan farklı olarak siyasi kurumun yeniden kurumsallaşmasını ve dinamizme kavuşmasını öngören devimsel dördüncü kuvvet kadroların kurum önüne ciddi hedefler koyması ile başlar diriliş. Ve kazanma arzusunun baş düşünce olmasıyla devam eder. Yorgun kadrolardaki yılların bıkkınlığını bitirecek ve ölü toprağı serpili durağanlığı üzerinden sıyırıp atacak olan yeni hedeflerdir. Yerelden genele dinamizmi hayata geçirecek ve mevzileri bir bir kazanacak olan ise Devimsel dördüncü kuvvet’tir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise siyasette çok önemli bir kavram olan kurumsallaşmanın itibar ve zaman kaybedişidir. İtibarın yeniden iadesi, kurumsallaşmanın gerçekleştirilmesi ve yitirilen zamanın yeniden kazanılması için üst yönetimlerden başlayarak tüm birimler arasında dayanışmayı sağlayacak, siyasallaşmayı pekiştirecek ve çok iyi işletilen bir iletişim ağının kurulması dinamizmi yatay ve dikey düzlemde hızlandırır. Ayrıca anlaşılırlığı net biçimde sağlanmış ve her ne koşulda olursa olsun kurum program ve protokollerine bağlılık ve aşırı uyum kurumsallaşmayı ilerleten etkenlerden biridir. Kararların alınmasından çok uygulanırlığının tespiti ve eylemleştirilmesi dikkatle izlenmesi ve güncellenmesi gereken bir unsurdur. Dinamizmi gerçekleştirmeye en yatkın kadroların Devimsel dördüncü kuvvet kadrolar olduğu gerçeği, kurumsallaşmanın önemsenmesi ve asgari müştereklerde uzlaşma öngörüsü kurumu ideolojisizlik hastalığından da kurtarabilir.
Ve kurumsallaşma hamlesini dinamizmle gerçekleştirecek kurum ve kurumun tüm kadroları iddialı ve büyümeyi arzulayan bir konuma ulaşırlar. Elbette bu konum Devimsel dördüncü kuvvet kadroların etkisini her kurumsal platformda hissettirmesi ile düz orantılıdır. Yoksa sorun çözen ve hedefler koyan bilimsellikten tamamen uzaklaşılır. Yeni oluşumlara açıklık ve yeni yapılanma taslaklarına bakış her zamanki türden katı ve kör olur. Ve üstlenilen zorlama roller ve rol çalmalar motivasyonu asla sağlayamaz. O halde bu parçalı düzende ve parçalı bulutlu havada Devimsel dördüncü kuvvet kadroların dediklerine kulak verilmelidir. Bilim ve eğitim dışı tavırla amaca ve amaçlara sadece kurum içinde kayıtsız şartsız söylem birliği ve bütünlüğü ile hareket başarıyı getirir savına taraf olmak her daim kaybettirir. Devimsel dördüncü kuvvet kadroların piramidin değişik merkezlerinde görevlendirilmesi ile kayıplar azalır.
Ancak ve ancak yeniden dinamizme kavuşmak ile başarı gelir. Kazanımlar inancın ve çalışma azminin ideoloji doğrultusunda yerleştirilmesi ile elde edilir. Kurumsallaşmış yapının kimle devam edeceği hangi kadrolarla dinamizmin artırılacağı rahatlığına kavuşturulması kurumun önünü açar. Siyasal kurumun başında tepede, en tepede kimin ne kadar süre kalacağı ve ya kalmayacağı önemini yitirir. Asıl olan izlenecek kurumsal rotanın sık sık kesintiye uğratılmamasıdır. Uğramayacağı garantisinin de ideal bir yapıyla pekiştirilmesidir.
Siyasal kurumsallaşmayı dinamizm tamamlar. Dinamizmi ise Devimsel dördüncü kuvvet gerçekleştirir. Yeniden dinamizm ise kurumsallaşmayı siyasallaştırır. Ve siyasallaşan kurum ideal yapılarla yoluna devam eder…
26 Kasım 2014 Çarşamba
İDEOLOJİSİZLİK İDEOLOJİ OLMUŞ…
İDEOLOJİSİZLİK İDEOLOJİ OLMUŞ…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır…
İdeolojileri bilinenin aksine çoğaltımlarla karalamak ve ideoloji düşmanlığı yaparak, ilkesizlik modasını uygulamak kısa süreli kazanımlar sağlayabilir belki. Bu kırık moda ideoloji ile desteklenen tüm dünya görüşlerine asla yer vermez ve tanımaz. Ve her fırsatta yapay örneklemelerle ideolojilerin tek ve değişmez bir kaynağı var diye gösterilir daima. Özellikle sürekli değişimi öngören ideolojilere tüm kapılar kapatılır, adeta suçlu odur. En geçerli ideoloji hangisi diye sorgulandığında ise Ya Allah, yeni kıtalar keşfetmekle uğraşılır. Oysa bu çılgın çıkışlar köşeye sıkıştırılmaktan doğan rahatsızlıkla artar ve ideolojisizliği resmeder karanlığa.
Ayrıca mevcut sistem ve mahdut yönetim mekanizmasında direnmekte statükonun olduğu gibi devamı anlamına gelir. Bu anlamsız bulanıklıkta her statükocu görünmeyeni kabullenmek, seçmek ve saymak hiç ama hiç ilerlemeyi getirmez. Çünkü mevcut sanal veriler dışında asla yenisine gerek duymayan, ışığa kör bakan her ideolojisiz manevra sonunda maddi, manevi durgunluğu, hataları ve küçülmeyi getirir. Bu ideolojiyi küçümser kibirlilikten büyümeyi büyütmeyi beklemek ise tüm ideolojilere terstir ve boşuna bir bekleyiş olur.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır…
Değişimi savunmak, geleceği biçimlendirmek ideolojisi olan ve ilkeli duruş gösterenlerin marifeti ve de onların en doğal hakkıdır. Büyümek ilkelere sahip çıkmakla ve ideolojiyi özümsemekle olur. Zaten çoğulcu demokratik düzende demokrasi ve eşitlik, temel hak ve özgürlükler gereğince işletilemeyince, zamana ve mekana göre değişmez katı ve faşizan politikalarda çare olmaz. Çare ideolojik yenilenmedir. Ancak hangi ideoloji olursa olsun pratiği dayanışma ve işbirliği esasına uymayınca siyasal ve kültürel alanda ve diğer alanlarda yenilenme sağlanamaz.
Bugün ideolojileri ve ideolojilerin temel ilkelerini yok sayan, geleceğe yön verme adına yarınları karartan bir erkin algı oynamaları ve algı yönetimlerini topluma dayattığı soyut bir dönemde ideolojisizliğin prim yapacağını sanmak resmen ayıptır. Bugünden tezi yok planları ve projelendirmelerini kamuoyuna somut biçimde sunan bir alternatifliği egemen kılmak gereği vardır. Yoksa ideolojisiz çerçevede organize olmuşluğu örgütsel dinamikle bütünleyen yapılar toplumla kaynaşmayı ve kucaklaşmayı asla sağlayamaz. Mecburiyetten doğmuş birliktelikte uzun süre taşınamaz. Yani ilkesizlik etrafında her kesik birleşmişlik ve eksik bütünleşme verilen mesajları hakkıyla okuyamaz.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır, siyasi partilere de…
İdeolojisizlik programsızlığı veya mevcut programlara uymayışı, sorunlara gerçek ve geçerli yanıtlar bulamayışı da hazırlar. Böylece yaptığından haz duymayan, alttan en üstlere kadar aşırı motivasyon kaybı oluşur. Her küçük ama iyi haberle bir kımıldanma olur belki ancak tersine bir etkileşim dinamizmi yok ettiği gibi arada sırada kazanılan ivmeyi de bir daha bulamayacak denli kaybettirir.
Ve kayıplar tarihe damgasını vurur. İşin gerçeği ideolojisizlik yaşanan travmaların başlıca nedenidir. İdeolojik birikimin kullanılmadan biriktirilmesi ve bıktırılması ile yol tutulamaz, yol alınamaz. Gerçekten ihtiyaç olandan uzaklaşıldıkça ortaçağ karanlığı borazancıları ve iş birlikçi dönüştürücüleri en iyi bildikleri konuda tek kalırlar. Her çıkmazda tek bir değer bulan ve gören bu ideolojisizlik birlikteliği, bütünleşmeyi ve dayanışmayı her fırsatta engelleyen birilerini yaratır. Bu yüzden bölündükçe bölünerek, kendi içinde didişen, küçüldükçe ufanan bu kötü kader kederlileri kendilerini bir an evvel toparlamalıdır. Yoksa korku bekler tüm yaratıları. Kantarın topuzu kaçmış bu kader tayinine direnmek, tahrif edilmiş kadere karşı koymak da ideoloji gereğidir. Yani ideolojisizliğe baş kaldırma ve direnmek de ideoloji gereğidir.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır, siyasi partilere ve siyasetçilere de…
Bu ideolojisizlik hastalığı iyileştirilmedikçe, mutlu geleceğe ulaşma sürecini başlatabilmek hayal olur. Uzun yürüyüşler başlatmak ideolojinin evrensel ilkeleri ve normlarına uymakla olur. İdeolojiye dayandırılmayan ve çağın gereksinimleri doğrultusunda programlanmayan ve öncelikleri belirlenmemiş her yol ve yolculuk zorlu geçer ve yolcunun rotası zorluklar karşısında şaşar.
Bu şaşkınlık sürdükçe, mesele bu yüzyılda dünyada ideolojilerin belli ülkelerle sınırlı kaldığı temcit pilavına ve afra tafraya karşın neyi savunduğunu açık seçik açıklayamama noktasına devrilir. Tüm yapılan çok daha geniş coğrafyalara yayılmış ideolojisizliğe methiyeler düzerek emperyal etkinliğin gölgesine sığınıp günü kurtarmak yiğitliğine evrilmektir yalandan. Bu karartma gecelerinde eşitlik ve özgürlüğü tırpanlamak, birlik ve bütünlüğü kırmaya yüz dönmek, bütünlük ve bölünmezliği ileri demokrasi çağı masallarına kurban etmek resmen ideolojisizlik aymazlığıdır.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise…
Devrimlerin, değişimlerin ve gerçek demokratik sosyal devlet anlayışının öncüsü ideolojilerin demodeliğine vurgu yapmak, ideolojisizliği ve geri ideolojileri demlendirmek ülkenin hak ettiği onurlu geleceğini her gelişim evresinde frenlemekten başka bir şey değildir. Hele yenileşmenin, sağlıklı değişim ve dönüşümün geleneğini yaşayanlar ve yaşatanlar da çiplenince ipe un serilir. Oysa onlardır demokrasi bağlamında en büyük uzlaşmayı hayata geçirecek olan temel unsurlar. Dolayısıyla çağdaşlığın, bilimselliğin, demokratik düzenin ve sosyal devlet demokrasisinin temel taşı tüm inançların ötesinde bir ideolojinin varlığını inkâr etmemektir.
Zinhar geleceğin ideolojilerin denetiminde biçimleneceği apaçıkken ve o ideolojide besbelliyken maalesef ideolojisizlik ideoloji olmuş, sağı solu, altını üstünü bir çırpıda teslim almış.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise bu ideolojisizlik iyidir marazına halkın yakalanmasıdır, maazallah iflah olmaz…
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır…
İdeolojileri bilinenin aksine çoğaltımlarla karalamak ve ideoloji düşmanlığı yaparak, ilkesizlik modasını uygulamak kısa süreli kazanımlar sağlayabilir belki. Bu kırık moda ideoloji ile desteklenen tüm dünya görüşlerine asla yer vermez ve tanımaz. Ve her fırsatta yapay örneklemelerle ideolojilerin tek ve değişmez bir kaynağı var diye gösterilir daima. Özellikle sürekli değişimi öngören ideolojilere tüm kapılar kapatılır, adeta suçlu odur. En geçerli ideoloji hangisi diye sorgulandığında ise Ya Allah, yeni kıtalar keşfetmekle uğraşılır. Oysa bu çılgın çıkışlar köşeye sıkıştırılmaktan doğan rahatsızlıkla artar ve ideolojisizliği resmeder karanlığa.
Ayrıca mevcut sistem ve mahdut yönetim mekanizmasında direnmekte statükonun olduğu gibi devamı anlamına gelir. Bu anlamsız bulanıklıkta her statükocu görünmeyeni kabullenmek, seçmek ve saymak hiç ama hiç ilerlemeyi getirmez. Çünkü mevcut sanal veriler dışında asla yenisine gerek duymayan, ışığa kör bakan her ideolojisiz manevra sonunda maddi, manevi durgunluğu, hataları ve küçülmeyi getirir. Bu ideolojiyi küçümser kibirlilikten büyümeyi büyütmeyi beklemek ise tüm ideolojilere terstir ve boşuna bir bekleyiş olur.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır…
Değişimi savunmak, geleceği biçimlendirmek ideolojisi olan ve ilkeli duruş gösterenlerin marifeti ve de onların en doğal hakkıdır. Büyümek ilkelere sahip çıkmakla ve ideolojiyi özümsemekle olur. Zaten çoğulcu demokratik düzende demokrasi ve eşitlik, temel hak ve özgürlükler gereğince işletilemeyince, zamana ve mekana göre değişmez katı ve faşizan politikalarda çare olmaz. Çare ideolojik yenilenmedir. Ancak hangi ideoloji olursa olsun pratiği dayanışma ve işbirliği esasına uymayınca siyasal ve kültürel alanda ve diğer alanlarda yenilenme sağlanamaz.
Bugün ideolojileri ve ideolojilerin temel ilkelerini yok sayan, geleceğe yön verme adına yarınları karartan bir erkin algı oynamaları ve algı yönetimlerini topluma dayattığı soyut bir dönemde ideolojisizliğin prim yapacağını sanmak resmen ayıptır. Bugünden tezi yok planları ve projelendirmelerini kamuoyuna somut biçimde sunan bir alternatifliği egemen kılmak gereği vardır. Yoksa ideolojisiz çerçevede organize olmuşluğu örgütsel dinamikle bütünleyen yapılar toplumla kaynaşmayı ve kucaklaşmayı asla sağlayamaz. Mecburiyetten doğmuş birliktelikte uzun süre taşınamaz. Yani ilkesizlik etrafında her kesik birleşmişlik ve eksik bütünleşme verilen mesajları hakkıyla okuyamaz.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır, siyasi partilere de…
İdeolojisizlik programsızlığı veya mevcut programlara uymayışı, sorunlara gerçek ve geçerli yanıtlar bulamayışı da hazırlar. Böylece yaptığından haz duymayan, alttan en üstlere kadar aşırı motivasyon kaybı oluşur. Her küçük ama iyi haberle bir kımıldanma olur belki ancak tersine bir etkileşim dinamizmi yok ettiği gibi arada sırada kazanılan ivmeyi de bir daha bulamayacak denli kaybettirir.
Ve kayıplar tarihe damgasını vurur. İşin gerçeği ideolojisizlik yaşanan travmaların başlıca nedenidir. İdeolojik birikimin kullanılmadan biriktirilmesi ve bıktırılması ile yol tutulamaz, yol alınamaz. Gerçekten ihtiyaç olandan uzaklaşıldıkça ortaçağ karanlığı borazancıları ve iş birlikçi dönüştürücüleri en iyi bildikleri konuda tek kalırlar. Her çıkmazda tek bir değer bulan ve gören bu ideolojisizlik birlikteliği, bütünleşmeyi ve dayanışmayı her fırsatta engelleyen birilerini yaratır. Bu yüzden bölündükçe bölünerek, kendi içinde didişen, küçüldükçe ufanan bu kötü kader kederlileri kendilerini bir an evvel toparlamalıdır. Yoksa korku bekler tüm yaratıları. Kantarın topuzu kaçmış bu kader tayinine direnmek, tahrif edilmiş kadere karşı koymak da ideoloji gereğidir. Yani ideolojisizliğe baş kaldırma ve direnmek de ideoloji gereğidir.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık siyasete de bulaşır, siyasi partilere ve siyasetçilere de…
Bu ideolojisizlik hastalığı iyileştirilmedikçe, mutlu geleceğe ulaşma sürecini başlatabilmek hayal olur. Uzun yürüyüşler başlatmak ideolojinin evrensel ilkeleri ve normlarına uymakla olur. İdeolojiye dayandırılmayan ve çağın gereksinimleri doğrultusunda programlanmayan ve öncelikleri belirlenmemiş her yol ve yolculuk zorlu geçer ve yolcunun rotası zorluklar karşısında şaşar.
Bu şaşkınlık sürdükçe, mesele bu yüzyılda dünyada ideolojilerin belli ülkelerle sınırlı kaldığı temcit pilavına ve afra tafraya karşın neyi savunduğunu açık seçik açıklayamama noktasına devrilir. Tüm yapılan çok daha geniş coğrafyalara yayılmış ideolojisizliğe methiyeler düzerek emperyal etkinliğin gölgesine sığınıp günü kurtarmak yiğitliğine evrilmektir yalandan. Bu karartma gecelerinde eşitlik ve özgürlüğü tırpanlamak, birlik ve bütünlüğü kırmaya yüz dönmek, bütünlük ve bölünmezliği ileri demokrasi çağı masallarına kurban etmek resmen ideolojisizlik aymazlığıdır.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise…
Devrimlerin, değişimlerin ve gerçek demokratik sosyal devlet anlayışının öncüsü ideolojilerin demodeliğine vurgu yapmak, ideolojisizliği ve geri ideolojileri demlendirmek ülkenin hak ettiği onurlu geleceğini her gelişim evresinde frenlemekten başka bir şey değildir. Hele yenileşmenin, sağlıklı değişim ve dönüşümün geleneğini yaşayanlar ve yaşatanlar da çiplenince ipe un serilir. Oysa onlardır demokrasi bağlamında en büyük uzlaşmayı hayata geçirecek olan temel unsurlar. Dolayısıyla çağdaşlığın, bilimselliğin, demokratik düzenin ve sosyal devlet demokrasisinin temel taşı tüm inançların ötesinde bir ideolojinin varlığını inkâr etmemektir.
Zinhar geleceğin ideolojilerin denetiminde biçimleneceği apaçıkken ve o ideolojide besbelliyken maalesef ideolojisizlik ideoloji olmuş, sağı solu, altını üstünü bir çırpıda teslim almış.
İdeolojisizlik ideoloji olunca, ilkesizlik modası her platformda yaygınlaşır. Bu yaygın hastalık, bu salgın aymazlık siyasete de bulaşır, siyasi partilere, siyasetçilere de. En kötüsü ise bu ideolojisizlik iyidir marazına halkın yakalanmasıdır, maazallah iflah olmaz…
23 Kasım 2014 Pazar
ÖĞRETMENLERİM, 'ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NÜZ KUTLU OLSUN...
ÖĞRETMENLERİM, 'ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NÜZ KUTLU OLSUN...
24 Kasım “Öğretmenler Günü”…
Mustafa Kemal Atatürk’ün 24 Kasım 1928’de “Başöğretmen” olarak kara tahtanın önüne geçtiği gün 24 Kasım.
24 Kasım “Öğretmenler Günü”…
Mustafa Kemal Atatürk’ün 24 Kasım 1928’de “Başöğretmen” olarak kara tahtanın önüne geçtiği gün 24 Kasım.
“24 Kasım Öğretmenler Günü” işte o gün.
Tüm öğretmenlerimin ve Ülkedeki bütün öğretmenlerin adına 24 Kasım “Öğretmenler Günü”nü,Pertevniyal’deki öğretmenlerim Serap Hanım ve Gevher Hanım’ın ve hepimizin öğretmeni Mukaddes Hanım’ın ellerinden saygıyla öpüyor ve kutluyorum…
Tüm öğretmenlerimin ve Ülkedeki bütün öğretmenlerin adına 24 Kasım “Öğretmenler Günü”nü,Pertevniyal’deki öğretmenlerim Serap Hanım ve Gevher Hanım’ın ve hepimizin öğretmeni Mukaddes Hanım’ın ellerinden saygıyla öpüyor ve kutluyorum…
Öğretmenler Günü’nüz kutlu olsun…
“ Öğretmenlerimizce bize öğretilen odur ki; İnsanın tarihsel süreçte var oluşu daima öğrenerek olmuştur. İnsan öğrendikçe maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamış, işlevsellik kazanmış, evrilmiş, rahata ve huzura veya huzursuzluğa erişmiştir. İşin özü daha mutlu, olabildiğine özgür ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşmak eğitim ve öğretim ile doruğa ulaşmıştır.
En bilinen gerçek odur ki; Çağdaş, özgür, modern, kalkınmış toplum olmak eğitimle olur. Ülkelerin dünyadaki konumu eğitime ve öğrenime verdikleri değerle belirlenir. Gelişmişlik çıtasını eğitime aktarılan kaynaklarla ölçmek ve değerlendirmek en doğru ölçü olarak kabul edilir.
Bir ülkeyi ülke yapan ana unsur öğretmenine, eğitimcisine ve eğitim kurumlarına verdiği değerdir. Çünkü “Eğitimdir bir ulusu şanlı, hür ve bağımsız kılan”. Ata; ” Eğitim ve eğitimciden yoksun bir ulus henüz ulus olma kimliğini kazanamamıştır” der.
Çıplak gözle görünen odur ki; Adı yitik kuşak olsa da bizim kuşağımız, tahsilinin her aşamasında öğretmenlerine hayran olmuş, eğitiminin her dönemde öğretmenlerine gıpta ile bakmış, ideolojisi her ne olursa olsun öğretmenlerine hiç saygıda kusur etmemiş, daima onlara özenmiş ve kendisine öğretmenlerini örnek almış bir kuşaktır.
Sürekli, durmaksızın değişen, dönüşen ve gelişen dünyada, bilimsel ve teknolojik her yeniliğe, ilerlemeye, yenileşmeye ayak uydurmada öğretmenlerimizin rehberliği bu yaşımızda hala değişmeyen ve değiştirmeye kıyamadığımız tek olgudur, tek yoldur.
Bize neden, niçin derseniz kalpten inanarak; “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” Deriz…
İçtenlikle yaşanan odur ki; Yitik kuşağın bireylerinden biri olarak daha Atışalanı İlkokulu’nun bekçi Medet’e komşu baraka sınıfı bahçesine babamız tarafından bırakıldığımız ve Akpınar Yiğidi Mehmet Öğretmenimizin elimizden tuttuğu o ilk günden, üniversite kepini havaya fırlatışımıza kadar her öğretmenimizi ayrı ayrı sevgi ve saygıyla anımsarız.
Ve her fırsatta, her uygun ortamda, geleneksel pilavda, tarihsel aşurede, dönem buluşmalarında, Pera lokal’de, yemekte içmekte birlenir duygulanarak içlenerek anarız onları. Hepsinin de üzerimizde asla ödenemez emeği, alın teri ve yok sayılamaz izleri, asla ve asla unutulmaz unutulamaz anıları vardır. Yetişmemizde ve yetişkin olmamızda asla hafifsenemeyecek zevkle ve muhabbetle taşıdığımız ağırlıkları vardır.
Çünkü onlar; “Dünyanın her yanında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve en değerli varlığıdır.” Vecizinin yılmaz, yıkılmaz öncüleridir.
Biz yitik kuşak bireyleri de o öğretmenlerimizin ölene dek uslanmaz takipçileriyiz.
İşin gerçeği odur ki; O onur ve gurur, bugün hala kendimizi, devrimci, ilerici, vatansever, demokrat diye adlandırıp namlandırıyorsak, dil, din, ırk, cinsiyet, renk ve mezhep ayrımı yapmıyorsak, insan haklarına, düşünce ve inançlara saygı gösteriyorsak Atışalanındaki Okul-barakadan bu güne bize notun yanında beynini veren, aklını açarak emek veren öğretmenlerimizindir.
Eğrisi doğrusu odur ki; Yeri gelip kendisiyle ve toplumla barışıksak, yeri geldiğinde de gözü kara atılıyorsak bitmeyen kavgalara, bu delikanlı ruh halimizde onların eseridir. Övündüğümüz ve övünmekten kaçınmayacağımız bir haleti ruhiye ye sahipsek en radikalinden yine onların marifetidir.
Emeği en yüce değer görüyorsak, özgür ve bilimsel düşünceye sırtımızı kesinlikle dönmüyorsak, asla kırılmayan, bükülmeyen bir dünya görüşüne sahipsek, iktidarlara nispet garibi gurabayı koruyor ve kolluyorsak hala, özetle helali haramı biliyorsak en harbisinden yine onların sayesindedir.
Boşuna denmemiş olsa gerek “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Sözü…
Yıllardan sonra öğrenilen odur ki; Hala öğrenmeye açsak, doymamışsak, öğrenmeye hayat boyu devam edeceksek, hayat boyu öğrencilikten ve öğrenmekten gocunmuyorsak, başucumuzda daima okunulası bir kitap duruyorsa yatarken ve her daim duracaksa ebediyete göçene dek;
” Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir.” Sözüne gönülden inanıyoruz ve yaşıyoruz demektir…
Şimdilik son ders odur ki; Geçmişi bilip dersler çıkarmak ve geleceği kurmak adına hala bin bir suratlı, bin bir maharetli hokkabazlara rağmen, korkmadan mahirce mücadele edebiliyorsak, öğretmenlerimizin onurlu mücadelesinin eseri olduğumuzdandır.
Çünkü” Dünyada her şeye kıymet biçilebilir. Ama öğretmenin eserine asla kıymet biçilemez.” Gevherine ulaşmışız bir kere…
Denilebilecek son söz odur ki; âcizane, akilâne, adilane, deniz de karada, ” Toplumların uygarlık düzeyi, öğretmene verdiği değerle ölçülür…”
Ve Sevgili Gevher Öğretmenim; yirmi küsur yıldan sonra Vatan Emniyet’te yüzüme bakıp bakıp gözlerimdeki değişmeyen pırıltıdan tanıyan hocam. ‘Oğlum her şey değişir yıllar içinde ama gözlerdeki parıltı ayni kalır’ diyen Gevher Öğretmenim, canım Serap öğretmenim ve Denizimizin anası Mukaddes öğretmenim, Bu yaşımıza öğrettiklerinizden milim sapma göstermedik çok şükür, bilgilerinize sunarız ve tüm öğretmenlerimiz adına sizin mübarek ellerinizden öperiz.
“ Öğretmenlerimizce bize öğretilen odur ki; İnsanın tarihsel süreçte var oluşu daima öğrenerek olmuştur. İnsan öğrendikçe maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamış, işlevsellik kazanmış, evrilmiş, rahata ve huzura veya huzursuzluğa erişmiştir. İşin özü daha mutlu, olabildiğine özgür ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşmak eğitim ve öğretim ile doruğa ulaşmıştır.
En bilinen gerçek odur ki; Çağdaş, özgür, modern, kalkınmış toplum olmak eğitimle olur. Ülkelerin dünyadaki konumu eğitime ve öğrenime verdikleri değerle belirlenir. Gelişmişlik çıtasını eğitime aktarılan kaynaklarla ölçmek ve değerlendirmek en doğru ölçü olarak kabul edilir.
Bir ülkeyi ülke yapan ana unsur öğretmenine, eğitimcisine ve eğitim kurumlarına verdiği değerdir. Çünkü “Eğitimdir bir ulusu şanlı, hür ve bağımsız kılan”. Ata; ” Eğitim ve eğitimciden yoksun bir ulus henüz ulus olma kimliğini kazanamamıştır” der.
Çıplak gözle görünen odur ki; Adı yitik kuşak olsa da bizim kuşağımız, tahsilinin her aşamasında öğretmenlerine hayran olmuş, eğitiminin her dönemde öğretmenlerine gıpta ile bakmış, ideolojisi her ne olursa olsun öğretmenlerine hiç saygıda kusur etmemiş, daima onlara özenmiş ve kendisine öğretmenlerini örnek almış bir kuşaktır.
Sürekli, durmaksızın değişen, dönüşen ve gelişen dünyada, bilimsel ve teknolojik her yeniliğe, ilerlemeye, yenileşmeye ayak uydurmada öğretmenlerimizin rehberliği bu yaşımızda hala değişmeyen ve değiştirmeye kıyamadığımız tek olgudur, tek yoldur.
Bize neden, niçin derseniz kalpten inanarak; “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” Deriz…
İçtenlikle yaşanan odur ki; Yitik kuşağın bireylerinden biri olarak daha Atışalanı İlkokulu’nun bekçi Medet’e komşu baraka sınıfı bahçesine babamız tarafından bırakıldığımız ve Akpınar Yiğidi Mehmet Öğretmenimizin elimizden tuttuğu o ilk günden, üniversite kepini havaya fırlatışımıza kadar her öğretmenimizi ayrı ayrı sevgi ve saygıyla anımsarız.
Ve her fırsatta, her uygun ortamda, geleneksel pilavda, tarihsel aşurede, dönem buluşmalarında, Pera lokal’de, yemekte içmekte birlenir duygulanarak içlenerek anarız onları. Hepsinin de üzerimizde asla ödenemez emeği, alın teri ve yok sayılamaz izleri, asla ve asla unutulmaz unutulamaz anıları vardır. Yetişmemizde ve yetişkin olmamızda asla hafifsenemeyecek zevkle ve muhabbetle taşıdığımız ağırlıkları vardır.
Çünkü onlar; “Dünyanın her yanında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve en değerli varlığıdır.” Vecizinin yılmaz, yıkılmaz öncüleridir.
Biz yitik kuşak bireyleri de o öğretmenlerimizin ölene dek uslanmaz takipçileriyiz.
İşin gerçeği odur ki; O onur ve gurur, bugün hala kendimizi, devrimci, ilerici, vatansever, demokrat diye adlandırıp namlandırıyorsak, dil, din, ırk, cinsiyet, renk ve mezhep ayrımı yapmıyorsak, insan haklarına, düşünce ve inançlara saygı gösteriyorsak Atışalanındaki Okul-barakadan bu güne bize notun yanında beynini veren, aklını açarak emek veren öğretmenlerimizindir.
Eğrisi doğrusu odur ki; Yeri gelip kendisiyle ve toplumla barışıksak, yeri geldiğinde de gözü kara atılıyorsak bitmeyen kavgalara, bu delikanlı ruh halimizde onların eseridir. Övündüğümüz ve övünmekten kaçınmayacağımız bir haleti ruhiye ye sahipsek en radikalinden yine onların marifetidir.
Emeği en yüce değer görüyorsak, özgür ve bilimsel düşünceye sırtımızı kesinlikle dönmüyorsak, asla kırılmayan, bükülmeyen bir dünya görüşüne sahipsek, iktidarlara nispet garibi gurabayı koruyor ve kolluyorsak hala, özetle helali haramı biliyorsak en harbisinden yine onların sayesindedir.
Boşuna denmemiş olsa gerek “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Sözü…
Yıllardan sonra öğrenilen odur ki; Hala öğrenmeye açsak, doymamışsak, öğrenmeye hayat boyu devam edeceksek, hayat boyu öğrencilikten ve öğrenmekten gocunmuyorsak, başucumuzda daima okunulası bir kitap duruyorsa yatarken ve her daim duracaksa ebediyete göçene dek;
” Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir.” Sözüne gönülden inanıyoruz ve yaşıyoruz demektir…
Şimdilik son ders odur ki; Geçmişi bilip dersler çıkarmak ve geleceği kurmak adına hala bin bir suratlı, bin bir maharetli hokkabazlara rağmen, korkmadan mahirce mücadele edebiliyorsak, öğretmenlerimizin onurlu mücadelesinin eseri olduğumuzdandır.
Çünkü” Dünyada her şeye kıymet biçilebilir. Ama öğretmenin eserine asla kıymet biçilemez.” Gevherine ulaşmışız bir kere…
Denilebilecek son söz odur ki; âcizane, akilâne, adilane, deniz de karada, ” Toplumların uygarlık düzeyi, öğretmene verdiği değerle ölçülür…”
Ve Sevgili Gevher Öğretmenim; yirmi küsur yıldan sonra Vatan Emniyet’te yüzüme bakıp bakıp gözlerimdeki değişmeyen pırıltıdan tanıyan hocam. ‘Oğlum her şey değişir yıllar içinde ama gözlerdeki parıltı ayni kalır’ diyen Gevher Öğretmenim, canım Serap öğretmenim ve Denizimizin anası Mukaddes öğretmenim, Bu yaşımıza öğrettiklerinizden milim sapma göstermedik çok şükür, bilgilerinize sunarız ve tüm öğretmenlerimiz adına sizin mübarek ellerinizden öperiz.
'24 Kasım Öğretmenler Günü'nüz kutlu olsun...
19 Kasım 2014 Çarşamba
İSTANBUL VE KENTSEL DÖNÜŞÜM LABORATUVARI…
İSTANBUL VE KENTSEL DÖNÜŞÜM LABORATUVARI…
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu…
Yedi tepeli bir kentin her tepesine her kuytusuna görgüsüzlük ve yüzsüzlüğün daniskası konserve kutusu ucubeler kondurulunca bir acayip oldu kent. İstanbul mahalleleri ve sokakları kartonlara tablolaşınca sihirli projelerde, planlı ziyafetler de kifayetsizleşir. Artar dilek ve temenniler. Zaten yalan yanlış felsefeler ve kantarsız uygulamalar din iman derecesine eriştirildiğinde olacağı da budur.
Kendileriyle haşır neşir olanları korumak, yanlamak, arkalamak üzerine geliştirilmiş bu yönetsel ağ karmaşası ve dağınıklığı bir gün olur düzenlenemez ise İstanbul’un İstanbulluğu da kalmaz yarınlara. Karanlık bir ifade ile icraata yeltenişin ve taraflı duruşun İstanbulluluğu da Anadolu’da beş para etmez sonra. Başka İstanbul yok.
Yeni İstanbul için iğreti projeler tasarımlanarak, ormanlar yok edilerek, su yolları tırpanlanarak, topluma villalık kanal ayarı çekilerek ve dahi kentsel dönüşüm denilerek sürdürülüyor hizmet yarışı. Kent bizzat hükümet eliyle küresel dünyaya, uluslar arası büyük sermayeye hizmet edecek şekilde dizayn ediliyor. Kente bu yeni konumu acımasızca yükleniyor. Sözde büyüme kapsamında yaşlı kent ve kentin yaralı insanları vahşi kapitalizmin kucağına itiliyor resmen.
Yeni İstanbul planında Kentsel dönüşüm işleme konulurken apaçık bir sürülme, mülksüzleştirme istismar ve olası mağduriyet tehlikeleri toplumun sırtına yükleniyor. İstanbul’a ve İstanbulluya bu seçkinci ve despotik bindirmelerin yanı sıra ayrıca politik bir yeniden seçmeci denge veya dengesizlik planlaması da yapılıyor. Hal böyle olunca hükümet ve hükümete yakın belediyeler ile onlardan nemalananlar ve faydalananlar yasa ve kural tanımaksızın kentin dar geniş yollarında at koşturuyor.
Zaten sağduyu çağrılarına kendileri bile uymayanlar sağdan soldan hüzün sonrası duygusallıklarla günü kurtaranlara, geleceklerini kurtarmak adına yeni kent ve kent içinde kentler inşası yoluyla akçalı bolluğa pencereler aralanıyor. Gidişat arada zafiyet gösterince oluşan derin çatlaklar, kasnak kırılmaları ve kayış atmalar sonucu çıkan cılız isyanlar harç, para, pul, ikrah kapatılıyor.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu, hız kesmeden sürüyor dönüşüm…
İstanbul’un bu gününü düşünmeden küreselleşmenin emrinde ve büyük sermayenin yararına yapılan betonsal yatırımlarla ekonomik teslimiyetçi bir kent yaratılıyor merkezden dışarı yayılan. Ekonomi, çevre, yeşil, doğa, hazine malı, tarih emaneti hiç düşünülmeden ne varsa kapitalizmin emrine sunuluyor. İstanbul’da büyük alışveriş merkezleri yaygınlaştırılıyor, civarda yeni yerleşim alanları oluşturuluyor, bu çarpık yenileniş ise kentin gelişmesini ve dönüşmesini tersine çeviriyor. Öyle veya böyle her yapılan aslında imaj yenileme, mevcudu koruma ve söylem geliştirme malzemesi. Ayrıca kantarın topuzunu kaçırmış boyutta çemberin içindekilere bol kepçeden aktarımlar.
Böyle olunca işliyor elbette çark ve İstanbul’u yenilemek ciddi dur diyen de çıkmadığından kolaylaşıyor. İstanbul yenilecekmiş kimsenin umurunda değil, görünen odur ki yenilendikçe hezimete zemin hazırlanıyor. İzlenen imar politikalarının ve uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin tek gerçeği ise iktidar erkini devam ettirecek ikramlar için kaynak sağlanması ve rantın bölüşülmesi. Zaten tüm dünyada özellikle Orta Avrupa’da böyle işletiliyor bu kentsel dönüşüm mekanizması. Ama oralardaki elde edilen kazanımların nasıl paylaşıldığına bakmak ve dersler çıkarmak gerek.
Yetmiyor İstanbul yerli yabancı ayırmadan, hemen herkese uyruk aranmadan, kuyruk ve buyruk doğrultusunda kiralandıkça kiralanıyor, satıldıkça satılıyor. Kent resmen kentin gerçek sahiplerine karşı özelleştiriliyor ve yabancılaştırılıyor. Parası olanlar, parası olmayıp para babası bulan taşeronlar, akıl bozan komisyon rakkamlarıyla kara para aklayan acemi çaylaklar paylaşıyor mevcudu ve mevcuda eklemlenen rantı. Sanki batan geminin malları veya savaş ganimeti İstanbul’un binlerce yıllık değerleri. Bu ağır aksak anlayış hızla birilerinin zenginliğine zenginlik katarken, bu haksız paylaşım çoğunluğa yoksulluk olarak dönüyor ayni hızla. Bu paralılık bir cenaha rüyada bile göremeyecekleri şan şöhret, hibe ve hediye olurken, bir kesime ise derinleşen bir uçuruma düşmeden evvel eline tutuşturulan ve çoluk, çocuk akraba talukat kesinlikle ödenecek yüklü fatura oluyor. Yani kentin içi boşaltılarak dışı da cilalanarak İstanbul’un geleceği karartılıyor ve de pazarlanıyor.
Suyu tersine akıtan benzer uygulama ve eşitsizliklerle İstanbul’un yeniden kurulması merkezde kalmış ve sıkışmış ilçelerden başlıyor. En barizi ise hükümranlığın yıkılmayacak denli sağlam görüldüğü merkezlerden pompalanıyor. Hayal dünyası, kentsel dönüşümle değişecek hayat rüyası baş tacı ediliyor. Ve kentsel dönüşüm programları laboratuar statüsünde sayılmış oralardan ülkeye lanse ediliyor. Başta alan almış satan satmış, alan razı satan razı bir durum yaratılıyor. Böyle kentsel dönüşüm olmaz, toprak sahipleri ileride mağdur olur diyenlere ise veryansın ediyor kandırılmış mal sahipleri, iktidar yanlıları ve borazancıları.
Sonrası apar topar tomarla ele geçirilen hisselerin bir yatırım ortaklığına devri, kaçak başlanılan başlatılan bir proje, ruhsatsız bir yapılaşma, eksik metrekareli hak teslimleri, metrekare farkı ödeme mecburiyeti ve hak sahiplerinin meçhul bir tapulaşma ile karşı karşıya kalışı. Emsal artışından kazanılan binlerce metrekare inşaat alanının kime yar olacağı belirsiz ve başka bir muamma. Emsal artırma ve dairelere birer ikişer kış odası kurnazlığı bile teknik üniversitelere bitirme tezi konusu olur. Ve kentsel dönüşüm üzerine yazılacak yüzlerce makale nedeni.
Ama Allah’ın sopası yok, ilk oralarda, merkeze en yakın labarutuvarda patlıyor kabak, çatlıyor toprak, dökülüyor yaprak. Allah’tan lafla yürümüyor inşaatlar, atılmıyor katlar, her şeyin ödenecek bir bedeli var. Laboratuarda vaatler yerine getirilemiyor, verilen sözler tutulmuyor sanki. Merkezde kaynama bu minvalde. Ve ahali o en uyumlu ahali takke düşüp kel görününce havalandı. Bire bir, metre kareye metre kare atmasyonları ve promosyonlar, dairelerin net brüt olayına takılınca, üste milyonlar ödeme mecburiyetine endekslenince toprak sahipleri isyanda. Gitti gider canım daireler, paralar pullar. İmajda, metrajda yerlerde sürünüyor ve bu saatten sonra halkın yapacağı nedir ancak kallavi hukukçular bilir. Belki de hiçbir şeydir bundan sonrası için yapılacaklar. Onca uyarıya karşın imzalar atılmış atı alan da denizi geçmiştir. Daha işin en başında oluşmuş mağdurların feryadına, kentsel dönüşümün rantını paylaşacakların aç alıcı pozunda ‘satın bize’ kurtulun havası da manidardır. Takası tımbırtısı ile kentsel dönüşüm martavallarının geldiği nokta budur. İşte kentsel dönüşüm laboratuarları merkezi İstanbul’da örnekleriyle sabit acı veren son durum.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve ülkeyi vurdu ve hız kesmeden sürdürülüyor kentsel dönüşüm. Ama şiirler kanatlanınca tepeden tırnağa şairane bir arınma başlar ve bu çok örselenmiş kent yeniden eskisi gibi güzelleşir, İstanbul’laşır…
Çözüm ortak beklentilerin uyumunda saklıdır, çözüm umut ve çekilen acılarda gizlidir. Felaketi öne çıkarıp insanların ümitlerini yok ederek tırnak içinde her kentsel dönüşümü çare öngörmek ve göstermek etik kurallardan kopuşu da hızlandırır. Bu hızlı yaşam kısır döngüsü, dönülmez hataları da beraberinde getirir. Gün gelir kim tetiklerse tetikler ve canlar İstanbul’unda milyonlar, o bilinmez görülmez sanılan milyonlarca şeyi görür, okulu mektebi olmaksızın anında öğrenir, öğrendikçe de ‘bu iktidar vallahi güzel’ demez bir daha. Ve ‘siz geleceksiniz de ne yapacaksınız diye diye’ ehveni şeri getirir bütün yönetimlere.
O vakit, gökkuşağı renkleri taşınır demir, çimento ve kum aksamlı akşamlara ve çiçekler açar betonlar, gül gibi kokar İstanbul’un asfalt yolları. Göz kamaştırıcı bir ahenkle, renk ve tonlamalarla elyaf elyaf kızarır İstanbul’un çatıları. Ve İstanbul’da kentsel dönüşümün kapkara bulutları kalkar gökyüzünden. Ama Esenlerlinin gözyaşları dökülür İstanbul’daki tüm yol tabelalarına.
O tabelalarda “İstanbul’un merkezi Esenler’e gider” yazar lakin Esenler artık Esenler’lilerin değildir…
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu…
Yedi tepeli bir kentin her tepesine her kuytusuna görgüsüzlük ve yüzsüzlüğün daniskası konserve kutusu ucubeler kondurulunca bir acayip oldu kent. İstanbul mahalleleri ve sokakları kartonlara tablolaşınca sihirli projelerde, planlı ziyafetler de kifayetsizleşir. Artar dilek ve temenniler. Zaten yalan yanlış felsefeler ve kantarsız uygulamalar din iman derecesine eriştirildiğinde olacağı da budur.
Kendileriyle haşır neşir olanları korumak, yanlamak, arkalamak üzerine geliştirilmiş bu yönetsel ağ karmaşası ve dağınıklığı bir gün olur düzenlenemez ise İstanbul’un İstanbulluğu da kalmaz yarınlara. Karanlık bir ifade ile icraata yeltenişin ve taraflı duruşun İstanbulluluğu da Anadolu’da beş para etmez sonra. Başka İstanbul yok.
Yeni İstanbul için iğreti projeler tasarımlanarak, ormanlar yok edilerek, su yolları tırpanlanarak, topluma villalık kanal ayarı çekilerek ve dahi kentsel dönüşüm denilerek sürdürülüyor hizmet yarışı. Kent bizzat hükümet eliyle küresel dünyaya, uluslar arası büyük sermayeye hizmet edecek şekilde dizayn ediliyor. Kente bu yeni konumu acımasızca yükleniyor. Sözde büyüme kapsamında yaşlı kent ve kentin yaralı insanları vahşi kapitalizmin kucağına itiliyor resmen.
Yeni İstanbul planında Kentsel dönüşüm işleme konulurken apaçık bir sürülme, mülksüzleştirme istismar ve olası mağduriyet tehlikeleri toplumun sırtına yükleniyor. İstanbul’a ve İstanbulluya bu seçkinci ve despotik bindirmelerin yanı sıra ayrıca politik bir yeniden seçmeci denge veya dengesizlik planlaması da yapılıyor. Hal böyle olunca hükümet ve hükümete yakın belediyeler ile onlardan nemalananlar ve faydalananlar yasa ve kural tanımaksızın kentin dar geniş yollarında at koşturuyor.
Zaten sağduyu çağrılarına kendileri bile uymayanlar sağdan soldan hüzün sonrası duygusallıklarla günü kurtaranlara, geleceklerini kurtarmak adına yeni kent ve kent içinde kentler inşası yoluyla akçalı bolluğa pencereler aralanıyor. Gidişat arada zafiyet gösterince oluşan derin çatlaklar, kasnak kırılmaları ve kayış atmalar sonucu çıkan cılız isyanlar harç, para, pul, ikrah kapatılıyor.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu, hız kesmeden sürüyor dönüşüm…
İstanbul’un bu gününü düşünmeden küreselleşmenin emrinde ve büyük sermayenin yararına yapılan betonsal yatırımlarla ekonomik teslimiyetçi bir kent yaratılıyor merkezden dışarı yayılan. Ekonomi, çevre, yeşil, doğa, hazine malı, tarih emaneti hiç düşünülmeden ne varsa kapitalizmin emrine sunuluyor. İstanbul’da büyük alışveriş merkezleri yaygınlaştırılıyor, civarda yeni yerleşim alanları oluşturuluyor, bu çarpık yenileniş ise kentin gelişmesini ve dönüşmesini tersine çeviriyor. Öyle veya böyle her yapılan aslında imaj yenileme, mevcudu koruma ve söylem geliştirme malzemesi. Ayrıca kantarın topuzunu kaçırmış boyutta çemberin içindekilere bol kepçeden aktarımlar.
Böyle olunca işliyor elbette çark ve İstanbul’u yenilemek ciddi dur diyen de çıkmadığından kolaylaşıyor. İstanbul yenilecekmiş kimsenin umurunda değil, görünen odur ki yenilendikçe hezimete zemin hazırlanıyor. İzlenen imar politikalarının ve uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin tek gerçeği ise iktidar erkini devam ettirecek ikramlar için kaynak sağlanması ve rantın bölüşülmesi. Zaten tüm dünyada özellikle Orta Avrupa’da böyle işletiliyor bu kentsel dönüşüm mekanizması. Ama oralardaki elde edilen kazanımların nasıl paylaşıldığına bakmak ve dersler çıkarmak gerek.
Yetmiyor İstanbul yerli yabancı ayırmadan, hemen herkese uyruk aranmadan, kuyruk ve buyruk doğrultusunda kiralandıkça kiralanıyor, satıldıkça satılıyor. Kent resmen kentin gerçek sahiplerine karşı özelleştiriliyor ve yabancılaştırılıyor. Parası olanlar, parası olmayıp para babası bulan taşeronlar, akıl bozan komisyon rakkamlarıyla kara para aklayan acemi çaylaklar paylaşıyor mevcudu ve mevcuda eklemlenen rantı. Sanki batan geminin malları veya savaş ganimeti İstanbul’un binlerce yıllık değerleri. Bu ağır aksak anlayış hızla birilerinin zenginliğine zenginlik katarken, bu haksız paylaşım çoğunluğa yoksulluk olarak dönüyor ayni hızla. Bu paralılık bir cenaha rüyada bile göremeyecekleri şan şöhret, hibe ve hediye olurken, bir kesime ise derinleşen bir uçuruma düşmeden evvel eline tutuşturulan ve çoluk, çocuk akraba talukat kesinlikle ödenecek yüklü fatura oluyor. Yani kentin içi boşaltılarak dışı da cilalanarak İstanbul’un geleceği karartılıyor ve de pazarlanıyor.
Suyu tersine akıtan benzer uygulama ve eşitsizliklerle İstanbul’un yeniden kurulması merkezde kalmış ve sıkışmış ilçelerden başlıyor. En barizi ise hükümranlığın yıkılmayacak denli sağlam görüldüğü merkezlerden pompalanıyor. Hayal dünyası, kentsel dönüşümle değişecek hayat rüyası baş tacı ediliyor. Ve kentsel dönüşüm programları laboratuar statüsünde sayılmış oralardan ülkeye lanse ediliyor. Başta alan almış satan satmış, alan razı satan razı bir durum yaratılıyor. Böyle kentsel dönüşüm olmaz, toprak sahipleri ileride mağdur olur diyenlere ise veryansın ediyor kandırılmış mal sahipleri, iktidar yanlıları ve borazancıları.
Sonrası apar topar tomarla ele geçirilen hisselerin bir yatırım ortaklığına devri, kaçak başlanılan başlatılan bir proje, ruhsatsız bir yapılaşma, eksik metrekareli hak teslimleri, metrekare farkı ödeme mecburiyeti ve hak sahiplerinin meçhul bir tapulaşma ile karşı karşıya kalışı. Emsal artışından kazanılan binlerce metrekare inşaat alanının kime yar olacağı belirsiz ve başka bir muamma. Emsal artırma ve dairelere birer ikişer kış odası kurnazlığı bile teknik üniversitelere bitirme tezi konusu olur. Ve kentsel dönüşüm üzerine yazılacak yüzlerce makale nedeni.
Ama Allah’ın sopası yok, ilk oralarda, merkeze en yakın labarutuvarda patlıyor kabak, çatlıyor toprak, dökülüyor yaprak. Allah’tan lafla yürümüyor inşaatlar, atılmıyor katlar, her şeyin ödenecek bir bedeli var. Laboratuarda vaatler yerine getirilemiyor, verilen sözler tutulmuyor sanki. Merkezde kaynama bu minvalde. Ve ahali o en uyumlu ahali takke düşüp kel görününce havalandı. Bire bir, metre kareye metre kare atmasyonları ve promosyonlar, dairelerin net brüt olayına takılınca, üste milyonlar ödeme mecburiyetine endekslenince toprak sahipleri isyanda. Gitti gider canım daireler, paralar pullar. İmajda, metrajda yerlerde sürünüyor ve bu saatten sonra halkın yapacağı nedir ancak kallavi hukukçular bilir. Belki de hiçbir şeydir bundan sonrası için yapılacaklar. Onca uyarıya karşın imzalar atılmış atı alan da denizi geçmiştir. Daha işin en başında oluşmuş mağdurların feryadına, kentsel dönüşümün rantını paylaşacakların aç alıcı pozunda ‘satın bize’ kurtulun havası da manidardır. Takası tımbırtısı ile kentsel dönüşüm martavallarının geldiği nokta budur. İşte kentsel dönüşüm laboratuarları merkezi İstanbul’da örnekleriyle sabit acı veren son durum.
İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve ülkeyi vurdu ve hız kesmeden sürdürülüyor kentsel dönüşüm. Ama şiirler kanatlanınca tepeden tırnağa şairane bir arınma başlar ve bu çok örselenmiş kent yeniden eskisi gibi güzelleşir, İstanbul’laşır…
Çözüm ortak beklentilerin uyumunda saklıdır, çözüm umut ve çekilen acılarda gizlidir. Felaketi öne çıkarıp insanların ümitlerini yok ederek tırnak içinde her kentsel dönüşümü çare öngörmek ve göstermek etik kurallardan kopuşu da hızlandırır. Bu hızlı yaşam kısır döngüsü, dönülmez hataları da beraberinde getirir. Gün gelir kim tetiklerse tetikler ve canlar İstanbul’unda milyonlar, o bilinmez görülmez sanılan milyonlarca şeyi görür, okulu mektebi olmaksızın anında öğrenir, öğrendikçe de ‘bu iktidar vallahi güzel’ demez bir daha. Ve ‘siz geleceksiniz de ne yapacaksınız diye diye’ ehveni şeri getirir bütün yönetimlere.
O vakit, gökkuşağı renkleri taşınır demir, çimento ve kum aksamlı akşamlara ve çiçekler açar betonlar, gül gibi kokar İstanbul’un asfalt yolları. Göz kamaştırıcı bir ahenkle, renk ve tonlamalarla elyaf elyaf kızarır İstanbul’un çatıları. Ve İstanbul’da kentsel dönüşümün kapkara bulutları kalkar gökyüzünden. Ama Esenlerlinin gözyaşları dökülür İstanbul’daki tüm yol tabelalarına.
O tabelalarda “İstanbul’un merkezi Esenler’e gider” yazar lakin Esenler artık Esenler’lilerin değildir…
18 Kasım 2014 Salı
KÜLTÜREL AKILLILIK VE KİTAP…
KÜLTÜREL AKILLILIK VE KİTAP…
Fuarların her türlüsü elbette ticari bir olaydır. Ama konu kitap olunca, amaç kitapla buluşmak olunca hele hele orada kitaplarını imzalayan yakın dost ve dostlar bulununca şekli şemali değişir işin. Yazılarıyla şu garip haber sitesine bila bedel katkı sunan Mustafa Kemal Erdemol ve Hatice Eroğlu Akdoğan başta diğer dostlara da imza günü yapılınca onlara sevgi, saygı ve teşekkürler bağlamında bu yazı kendiliğinden doğar.
Simsiyah dalgaları dövünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Fuarların izdüşümünde düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde. Bir baba ocağında yüzyıllık haksızlık mağduriyeti metaforları kitapları ticarileştirir, babaları da kitapsızlaştırır. Fuardan fuara kırılır zincir.
Kitap okumayan bir toplum olma yolunda kitaplara konu olacak biçimde ilerliyor tüm toplumsal denkleme ilericiliği. Yine de bu tarz etkinlikleri takip etme modası hala güzel ve güncel. Kitap almasalar bile ziyaretçilerin, maddi yetersizliklerden dolayı kitap alamasalar bile kitapseverlerin kitaba dokunabilmesi, hele hele çocukların kitaba yoğunlaşması ne güzel bir sadadır. İmza günleri, söyleşi ve paneller ile desteklenerek cazibesi artırılan bu fuarın otuz üç kurşunundan en az yirmi beşini yakalamışlığımız vardır havada karada. Kitaplar arasında dolaşmışlığın, kitap yolculuğunun hazzıyla bu evrensel hikayeye herkes kendi çapında kelimeler eklemek ister ve ekler de.
Simsiyah dalgalar ile boğuşunca dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Yaşlanmışız gerçekten, tansiyonumuz düştü… Yeni Türkiye, yeni demokrasi topluma üç maymunu oynamayı şartlarken, şartsız şurtsuz başrol oyuncuları yüz yıllık beyaz perdeyi bile kıskandıracak yasak savmacı replikler ve aceleye getirilmiş yasaları uygulama maharetiyle ezdi geçti akan yılları. Belli azınlık ise bazinofla beraber her şeyin ötesinde gençliğini buldu bu fuarda ve kitaplarda.
Kültürel yaşamlar yolları bir eder, derler toplar. Çizgileri serttir gerçeğin ve sosyolojisi ise toplumda kendine yer açmak üzerine kurgulanır. Seyyiata seyyahlık seyyar siyaset satıcılığı tezgâhında kitaplı şairler, kitapsız yazarlar ararken, arayan Mevlasını da bulur belasını da.
Zaten evlerin ocakların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler de evsiz barksızlaşır, sokağa adımını atar. Bir baba, baba ocağında evladına kitaplarını miras bırakmak istiyorsa, ay ışığı güzel terbiyeyi sürükler mağluplar mahzenine. Ve mahzen aydınlanır…
Hiç pürüz kalmayacak, parmağa kıymık batmayacak denli sıfır numara ile delice zımparalanmış aykırılıkların mağlubu olmaktır en zoru. Alet edevat kutularıyla erken yaşta tanışmak gibi bir şeydir ustalığın ve dâhiliğin ilk penceresi kitaplar, kitap okumak ve yazmak.
Simsiyah dalgaların defterini dürünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Keşke ben yazsaydım, ben de… Kıskanma değil kesinlikle ama bu işin kültü, kültürel aklın gereği böyle kütleleşir yüreklerde. Keşke her şeye her zorluğa karşın tarihin dönüm noktalarını capcanlı yaşamışlardan her biri kitaplı kitapsız kendilerini sürseler bu fuara.
Keşke ben de… Hayatımı yazsam roman olur… Herkes romanını kendi zekasına göre yazar, romansını kendi bekasına göre yaşar. Asi çocukların romanında ise hep en uysallar devrim yapar.
Tek dilek vardır ölmeden önce. Çam ağaçlarından dinlemektir ölümü ve dinlenmektir yorulduğunca. Acı tecrübeleri unutmak ve mehtaba yalnız başına sarılmaktır. Ve çıkılan berbat yolculuğu ilk molada terk ederek bir daha uğramamaktır o limana. Çam kokusu yüze çarptığı an ayılmak ve başıbozukluğu anında bırakmaktır uslanmazlıkla. Böyledir işte kültürle iç içe yaşamak ve telef olmak. Ama kitaplara tutunmaktır uçuruma düşmeden evvel tek yol olarak ve devrime inanmaktır ömür yettiğince.
Kara kutusu sıkışınca kaçanın anası ağlamazı ön gören bir dünyada hayatın öznesinin kitap olması zorlaşır. Örselenmiş öksüzlükleri metinleştirse de her sayfa, cümlelere gizlenmiş ilişkilerde asla yalnız değilsinizi haykırır kahramanlar. Kara kurumlu kuyularda, masmavi denizin altın sarısı kıyılarında kapalı gişe oynayan o ayni filmde rol çalmadan rol alabilmektir amaç, fuar bahane.
Simsiyah dalgaların üstüne üstüne gidince dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Akıldan gelse de, sezgilerden oluşsa da, alt kültürler etkisinde gelişse de, tecrübeler ile var olsa da bilgi bilgidir. Akıl üzerinde maksatlı denemeler yapmaya da hiç gerek yok bu fuar ortamında. Kitaplar vardır tüm kitapsızlara ayar çeken demek kafidir.
Çileli hayatlara her kitap kendinden parçalar bulmasını sağlar. Şaşırtıcı boyutta kendin olmak, kendini bulmaktır mesele. Ve okumakla başlar tüm misaller. Mutlak olunur ve bulunur. Kitaplardan yansıyan ışık aslında kusursuzluğa uzayan yola yolcu olmak ve her imkansızlığın imkanlı duruşuna ise asla kanmamak ve tapınmamamaktır.
Fuarların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde ve sokağa inecek yol bulur. Bir baba, baba ocağında evladına simsiyah dalgaların hesabını gören dümensiz kitaplar miras bırakmak istiyorsa eğer, ay ışığı yakamozlara hapsolur.
Ve Deniz aydınlanır…
Fuarların her türlüsü elbette ticari bir olaydır. Ama konu kitap olunca, amaç kitapla buluşmak olunca hele hele orada kitaplarını imzalayan yakın dost ve dostlar bulununca şekli şemali değişir işin. Yazılarıyla şu garip haber sitesine bila bedel katkı sunan Mustafa Kemal Erdemol ve Hatice Eroğlu Akdoğan başta diğer dostlara da imza günü yapılınca onlara sevgi, saygı ve teşekkürler bağlamında bu yazı kendiliğinden doğar.
Simsiyah dalgaları dövünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Fuarların izdüşümünde düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde. Bir baba ocağında yüzyıllık haksızlık mağduriyeti metaforları kitapları ticarileştirir, babaları da kitapsızlaştırır. Fuardan fuara kırılır zincir.
Kitap okumayan bir toplum olma yolunda kitaplara konu olacak biçimde ilerliyor tüm toplumsal denkleme ilericiliği. Yine de bu tarz etkinlikleri takip etme modası hala güzel ve güncel. Kitap almasalar bile ziyaretçilerin, maddi yetersizliklerden dolayı kitap alamasalar bile kitapseverlerin kitaba dokunabilmesi, hele hele çocukların kitaba yoğunlaşması ne güzel bir sadadır. İmza günleri, söyleşi ve paneller ile desteklenerek cazibesi artırılan bu fuarın otuz üç kurşunundan en az yirmi beşini yakalamışlığımız vardır havada karada. Kitaplar arasında dolaşmışlığın, kitap yolculuğunun hazzıyla bu evrensel hikayeye herkes kendi çapında kelimeler eklemek ister ve ekler de.
Simsiyah dalgalar ile boğuşunca dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Yaşlanmışız gerçekten, tansiyonumuz düştü… Yeni Türkiye, yeni demokrasi topluma üç maymunu oynamayı şartlarken, şartsız şurtsuz başrol oyuncuları yüz yıllık beyaz perdeyi bile kıskandıracak yasak savmacı replikler ve aceleye getirilmiş yasaları uygulama maharetiyle ezdi geçti akan yılları. Belli azınlık ise bazinofla beraber her şeyin ötesinde gençliğini buldu bu fuarda ve kitaplarda.
Kültürel yaşamlar yolları bir eder, derler toplar. Çizgileri serttir gerçeğin ve sosyolojisi ise toplumda kendine yer açmak üzerine kurgulanır. Seyyiata seyyahlık seyyar siyaset satıcılığı tezgâhında kitaplı şairler, kitapsız yazarlar ararken, arayan Mevlasını da bulur belasını da.
Zaten evlerin ocakların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler de evsiz barksızlaşır, sokağa adımını atar. Bir baba, baba ocağında evladına kitaplarını miras bırakmak istiyorsa, ay ışığı güzel terbiyeyi sürükler mağluplar mahzenine. Ve mahzen aydınlanır…
Hiç pürüz kalmayacak, parmağa kıymık batmayacak denli sıfır numara ile delice zımparalanmış aykırılıkların mağlubu olmaktır en zoru. Alet edevat kutularıyla erken yaşta tanışmak gibi bir şeydir ustalığın ve dâhiliğin ilk penceresi kitaplar, kitap okumak ve yazmak.
Simsiyah dalgaların defterini dürünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Keşke ben yazsaydım, ben de… Kıskanma değil kesinlikle ama bu işin kültü, kültürel aklın gereği böyle kütleleşir yüreklerde. Keşke her şeye her zorluğa karşın tarihin dönüm noktalarını capcanlı yaşamışlardan her biri kitaplı kitapsız kendilerini sürseler bu fuara.
Keşke ben de… Hayatımı yazsam roman olur… Herkes romanını kendi zekasına göre yazar, romansını kendi bekasına göre yaşar. Asi çocukların romanında ise hep en uysallar devrim yapar.
Tek dilek vardır ölmeden önce. Çam ağaçlarından dinlemektir ölümü ve dinlenmektir yorulduğunca. Acı tecrübeleri unutmak ve mehtaba yalnız başına sarılmaktır. Ve çıkılan berbat yolculuğu ilk molada terk ederek bir daha uğramamaktır o limana. Çam kokusu yüze çarptığı an ayılmak ve başıbozukluğu anında bırakmaktır uslanmazlıkla. Böyledir işte kültürle iç içe yaşamak ve telef olmak. Ama kitaplara tutunmaktır uçuruma düşmeden evvel tek yol olarak ve devrime inanmaktır ömür yettiğince.
Kara kutusu sıkışınca kaçanın anası ağlamazı ön gören bir dünyada hayatın öznesinin kitap olması zorlaşır. Örselenmiş öksüzlükleri metinleştirse de her sayfa, cümlelere gizlenmiş ilişkilerde asla yalnız değilsinizi haykırır kahramanlar. Kara kurumlu kuyularda, masmavi denizin altın sarısı kıyılarında kapalı gişe oynayan o ayni filmde rol çalmadan rol alabilmektir amaç, fuar bahane.
Simsiyah dalgaların üstüne üstüne gidince dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…
Akıldan gelse de, sezgilerden oluşsa da, alt kültürler etkisinde gelişse de, tecrübeler ile var olsa da bilgi bilgidir. Akıl üzerinde maksatlı denemeler yapmaya da hiç gerek yok bu fuar ortamında. Kitaplar vardır tüm kitapsızlara ayar çeken demek kafidir.
Çileli hayatlara her kitap kendinden parçalar bulmasını sağlar. Şaşırtıcı boyutta kendin olmak, kendini bulmaktır mesele. Ve okumakla başlar tüm misaller. Mutlak olunur ve bulunur. Kitaplardan yansıyan ışık aslında kusursuzluğa uzayan yola yolcu olmak ve her imkansızlığın imkanlı duruşuna ise asla kanmamak ve tapınmamamaktır.
Fuarların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde ve sokağa inecek yol bulur. Bir baba, baba ocağında evladına simsiyah dalgaların hesabını gören dümensiz kitaplar miras bırakmak istiyorsa eğer, ay ışığı yakamozlara hapsolur.
Ve Deniz aydınlanır…
14 Kasım 2014 Cuma
BOZUK DÜZENE GÖBEKTEN BAĞLILIK…
BOZUK DÜZENE GÖBEKTEN BAĞLILIK…
Aksaklıklar, kusurlar, hatalar üstüne söylenecek çok söz var ama söylenmez. Söylenirse de düzen denildi mi hele bozuk düzen, hele hele çarpık, çarpık kapitalist düzen denildi mi akan sular durur, acayip bir sahiplenme başlar nedense o paraya göbekten bağlılığı…
Akı karası bir yana pastel renklere boyanmış tüm simetrik şekillerde ve özellikle yamuk prizmalarda gizlidir insana çok sesli ve esaslı uyanış mesajları içeren anımsatışlar. Ayrıştırma zevkine vararak, ayrıştırıp aykırılaştırıp, zahmete değer biçimde kurtarıcılığa soyunmak ve kanatlanmak millet için çilenin başlangıcı ve çile dolmadan da hatıraların kayda geçirilemeyeceği gerçeğidir. Ancak anlayana ve anlamak isteyenedir bu gerçeklik. Düzenin ilk kuralıdır aslında üzengiye yan basmak.
İşte düşsel eğitimin temel hatası…
Akan sular gün gelir durulur. Çünkü ne yönden bakılırsa bakılsın, nasıl ele alınırsa alınsın tutulacak yanı yoktur şu bozuk, çarpık, vahşi ve kapitalist düzenin. Bu bilinen düzensizliğe tutucu ve totaliter, Allah Kitap dozlu eklemlemeler de güncelleştirilince bu düzende işler iyice içinden çıkılamaz hale gelir. Aslında ne denli serbest ekonomi dense de adına, eksik demokrasiye methiyeler düzülse de çok ileri demokrasi masalları anlatılsa da bu düzen öyle bozuktur ki tam bozuktur. Bazen bayramlık ağızları bile bozar.
İşte ansiklopedilerin ana yanlışı…
Zaten soyut bir ilimsellikle, kayıp bir bilimsellikle buraya kadar işler akıl. Ama akıl almaz işler durmaz. Bundan sonrası faciadır, akla zarar yaşananlardır. Temel yanlışlara üretim olmadan tüketim, sokağa işsiz, memura aybaşı, işe eş dost, akla beyin göçü, merkeze yeni din ilave edilen yeni demokrasi de tüm kestirimler zorlaşır. Elde paketlenecek tek ürün olarak demokrasi, ileri demokrasi ve parlementer demokrasi kalır ama millet yararına işlediği işletildiği de hiç görülmez görülemez, her zamanki gibi zam paketleri olarak musallat olur millete.
İşte isyankarlaşmanın baba ne içini…
Bu başkalaşıma ve baskılamaya şimdi yeri ve zamanı değil deyip parlamamak lazım ama yılların birikimi ve eş güdümü parçalanmaya yüz tutunca ve kazanımı hiç olacaksa kendiliğinden akıl parlar. Parlamentere gelince onda hangi mentalite işler belli asla parlayamaz. İki dudak arası şiirsel bir seçkidir ve cilalanır sadece. Toplum yararına her konuda gözler iki dudak arası emri arayınca ve komutla parmakların kalkması sağlanınca hangi şiirselliktir yörüngeye oturan anlaşılmaz. Aslında işleyen doğrudan doğruya halkın seçemediği seçkinlerin aval sinevizyon gösterisi ve tehlikesiz akrobatik eylemsizliğidir. Ama tehlikesizlik ilkesizlik derecesine vardırılınca bambaşka tehlikeler sarar ülkeyi ve ülke sınırlarını. Herhangi bir çalışma, çalıştay, nesne, değer, fonkiyon, fraksiyon bile teslim edilmeyecek bu teslimatçı teslimiyetçilere üstelik koca vatan emanet edilmişse şu bozuk düzen de kıymetlendirilir. Zengin fakir her ay yüklü maaşları almayı içlerine sindirenler ve içleyenler ve de artısını bekleyen parlamenterler ile jet hızı ilerleyenlerin mentalitesine ileri geri parlamak ta suçtur elbette ya susulur veya hiç uslanılmaz.
İşte üretimsizliğin başlıca nedeni…
Akan sular durur belki ama bu düzen yapay, çarkı bozuk, feleği felaket, dişlileri kırık, Allah’ına kadar hatalı, yığınla yanlışı ve bir yerlerde o bozuklardan çok var muhalifliğine karşın, bilerek bilmeyerek, kazara kızarak yol verenler destekten dönmüşlerse de kızarmayacak mı hiç o yüzler.
İşte düzenin ezen yüzü ve amaçsız yüzsüzleri…
Hayatlar tarikatçı abartması ve mezhep abanmasıyla bayatlatılıp başka bir boyuta ışınlandı. Ekseriyetle sofralara paralelci ve paralı elçilerle oturanlar, çayı çorbayı paylaştılar. Gün geldi tüm dostluk ve yarenlikler bilerek ve isteyerek bozuldu. Çünkü millet inandı bir kere, iman etti o eksik gedik hayallere ve martavallara. Millet özenle ve özel hazırlanmış o üzüm suyunun öz suyuna çarpıldı. Bu paslı mengenede zerre suyu kalmayana dek sıkılacağı, posası çıkarılana dek sıkılacağı ve sıkıldığı unutturuldu cumhura.
İşte ziynet eşyası saklılara has, üzerine kısmi yas boca edilmiş hayata aldanışın en malum şekilsizliği…
Yıkılası yok olası bozuk düzen. Denk getirilen yere halayık kargaşası, cenk tutulan mertebelere şakayık saksısı yerleştirilmiş. Ve saraylarda toplumun duyularıyla alay edercesine otantik tarafgir aryalar. Suyu sınayan sırlar ve eğreti köknarlar garabeti. Ormanlar üşürmüş bu yangınlarda, hasret büyürmüş kime ne. Hır gür arasında kaşla göz arası gül emektarlara ve hür ağaçlara da kıyılıverir. Mezalimi görenler görmeyenlere anlatır da inanmaz körler. Olay üstü olay, yer altı yerüstü vaka her şey ama her şey zamanla unutturulur. Beş vakit unutturulmaz. Namı değer sesler duyulur arada ama duyulmazdan gelinir, peşine yeni bahaneler uydurulur. Böyle işler kahpe düzen.
İşte açılımların çalımları ve gelinen noktanın belirsizliği…
Apaçık gerçekleri kapatanlarda var, karartanlarda, yalanlayanlarda, inanmayanlarda ve inananlarda. Kalbi değersizleştirerek bakanlarda, bakan olduğu halde bakmayanlarda mevcut. Bakanların ciğeri beş paraya satılık, bakmayanların aklı milyara saltık. Bakanlar aç bilaç, bakmayanlar Karun kadar zengin. Bu ne klan bu ne yalan kimse üzerine alınmaz. Yürür kervan, büyür mizan.
Kahrolsun bu bozuk, köhne, çarpık ve göbekten bağımlı düzen…
Halkı üzdükçe üzen bu langırtçı anlayış bir bir komisyonları belirler. Devri alem kaç paraya çıkarmış misyon o. Kim delirmiş, kim gelirmiş, kim gün olur tutar ve yakalarsa bakanı bakmayanı ayıramaz ve düzeni iyi edermiş kimsenin derdi değil. Değil ama görüntü bu, içten içe korku bekliyor dağları. Bu soslu yahşi vahşi kapitalist düzen maneviyatı da dondurmuş. Cakalanmak ve bol sıfırlı rakamları öğrenmek, harfleri latince abc’den başlayıp elif ba’ya bağlamak moda olmuş. Sil baştan çocukluk dönemselliği içinde içinden çıkılamaz fotoğraflar da var. Ama çocuklara içi boyanacak hayvanat resimleri albümü hediyesi de var bu bozuk düzenin. Mankafalığın bu kadarına da pes doğrusu dedirten, hayatta kel alaka ne varsa bu bozuk düzenin düzenleme alanı içinde.
İşte bozuk düzenin asıl bozgunu şimdilik aklından asılmışları tabelaya yerleştirmek…
Yasaklar, aksaklıklar, ağır kusurlar, hatalar, yanlışlar üzerine söylenecek çok söz var ama söylenmez. Söylenirse de düzen denildi mi hele bozuk düzen, hele hele çarpık, çarpık kapitalist düzen denildi mi akan sular durur, acayip bir sahiplenme başlar nedense o paraya göbekten bağlılığı. Ve hizmetkârları da çoktur, Allah için…
Aksaklıklar, kusurlar, hatalar üstüne söylenecek çok söz var ama söylenmez. Söylenirse de düzen denildi mi hele bozuk düzen, hele hele çarpık, çarpık kapitalist düzen denildi mi akan sular durur, acayip bir sahiplenme başlar nedense o paraya göbekten bağlılığı…
Akı karası bir yana pastel renklere boyanmış tüm simetrik şekillerde ve özellikle yamuk prizmalarda gizlidir insana çok sesli ve esaslı uyanış mesajları içeren anımsatışlar. Ayrıştırma zevkine vararak, ayrıştırıp aykırılaştırıp, zahmete değer biçimde kurtarıcılığa soyunmak ve kanatlanmak millet için çilenin başlangıcı ve çile dolmadan da hatıraların kayda geçirilemeyeceği gerçeğidir. Ancak anlayana ve anlamak isteyenedir bu gerçeklik. Düzenin ilk kuralıdır aslında üzengiye yan basmak.
İşte düşsel eğitimin temel hatası…
Akan sular gün gelir durulur. Çünkü ne yönden bakılırsa bakılsın, nasıl ele alınırsa alınsın tutulacak yanı yoktur şu bozuk, çarpık, vahşi ve kapitalist düzenin. Bu bilinen düzensizliğe tutucu ve totaliter, Allah Kitap dozlu eklemlemeler de güncelleştirilince bu düzende işler iyice içinden çıkılamaz hale gelir. Aslında ne denli serbest ekonomi dense de adına, eksik demokrasiye methiyeler düzülse de çok ileri demokrasi masalları anlatılsa da bu düzen öyle bozuktur ki tam bozuktur. Bazen bayramlık ağızları bile bozar.
İşte ansiklopedilerin ana yanlışı…
Zaten soyut bir ilimsellikle, kayıp bir bilimsellikle buraya kadar işler akıl. Ama akıl almaz işler durmaz. Bundan sonrası faciadır, akla zarar yaşananlardır. Temel yanlışlara üretim olmadan tüketim, sokağa işsiz, memura aybaşı, işe eş dost, akla beyin göçü, merkeze yeni din ilave edilen yeni demokrasi de tüm kestirimler zorlaşır. Elde paketlenecek tek ürün olarak demokrasi, ileri demokrasi ve parlementer demokrasi kalır ama millet yararına işlediği işletildiği de hiç görülmez görülemez, her zamanki gibi zam paketleri olarak musallat olur millete.
İşte isyankarlaşmanın baba ne içini…
Bu başkalaşıma ve baskılamaya şimdi yeri ve zamanı değil deyip parlamamak lazım ama yılların birikimi ve eş güdümü parçalanmaya yüz tutunca ve kazanımı hiç olacaksa kendiliğinden akıl parlar. Parlamentere gelince onda hangi mentalite işler belli asla parlayamaz. İki dudak arası şiirsel bir seçkidir ve cilalanır sadece. Toplum yararına her konuda gözler iki dudak arası emri arayınca ve komutla parmakların kalkması sağlanınca hangi şiirselliktir yörüngeye oturan anlaşılmaz. Aslında işleyen doğrudan doğruya halkın seçemediği seçkinlerin aval sinevizyon gösterisi ve tehlikesiz akrobatik eylemsizliğidir. Ama tehlikesizlik ilkesizlik derecesine vardırılınca bambaşka tehlikeler sarar ülkeyi ve ülke sınırlarını. Herhangi bir çalışma, çalıştay, nesne, değer, fonkiyon, fraksiyon bile teslim edilmeyecek bu teslimatçı teslimiyetçilere üstelik koca vatan emanet edilmişse şu bozuk düzen de kıymetlendirilir. Zengin fakir her ay yüklü maaşları almayı içlerine sindirenler ve içleyenler ve de artısını bekleyen parlamenterler ile jet hızı ilerleyenlerin mentalitesine ileri geri parlamak ta suçtur elbette ya susulur veya hiç uslanılmaz.
İşte üretimsizliğin başlıca nedeni…
Akan sular durur belki ama bu düzen yapay, çarkı bozuk, feleği felaket, dişlileri kırık, Allah’ına kadar hatalı, yığınla yanlışı ve bir yerlerde o bozuklardan çok var muhalifliğine karşın, bilerek bilmeyerek, kazara kızarak yol verenler destekten dönmüşlerse de kızarmayacak mı hiç o yüzler.
İşte düzenin ezen yüzü ve amaçsız yüzsüzleri…
Hayatlar tarikatçı abartması ve mezhep abanmasıyla bayatlatılıp başka bir boyuta ışınlandı. Ekseriyetle sofralara paralelci ve paralı elçilerle oturanlar, çayı çorbayı paylaştılar. Gün geldi tüm dostluk ve yarenlikler bilerek ve isteyerek bozuldu. Çünkü millet inandı bir kere, iman etti o eksik gedik hayallere ve martavallara. Millet özenle ve özel hazırlanmış o üzüm suyunun öz suyuna çarpıldı. Bu paslı mengenede zerre suyu kalmayana dek sıkılacağı, posası çıkarılana dek sıkılacağı ve sıkıldığı unutturuldu cumhura.
İşte ziynet eşyası saklılara has, üzerine kısmi yas boca edilmiş hayata aldanışın en malum şekilsizliği…
Yıkılası yok olası bozuk düzen. Denk getirilen yere halayık kargaşası, cenk tutulan mertebelere şakayık saksısı yerleştirilmiş. Ve saraylarda toplumun duyularıyla alay edercesine otantik tarafgir aryalar. Suyu sınayan sırlar ve eğreti köknarlar garabeti. Ormanlar üşürmüş bu yangınlarda, hasret büyürmüş kime ne. Hır gür arasında kaşla göz arası gül emektarlara ve hür ağaçlara da kıyılıverir. Mezalimi görenler görmeyenlere anlatır da inanmaz körler. Olay üstü olay, yer altı yerüstü vaka her şey ama her şey zamanla unutturulur. Beş vakit unutturulmaz. Namı değer sesler duyulur arada ama duyulmazdan gelinir, peşine yeni bahaneler uydurulur. Böyle işler kahpe düzen.
İşte açılımların çalımları ve gelinen noktanın belirsizliği…
Apaçık gerçekleri kapatanlarda var, karartanlarda, yalanlayanlarda, inanmayanlarda ve inananlarda. Kalbi değersizleştirerek bakanlarda, bakan olduğu halde bakmayanlarda mevcut. Bakanların ciğeri beş paraya satılık, bakmayanların aklı milyara saltık. Bakanlar aç bilaç, bakmayanlar Karun kadar zengin. Bu ne klan bu ne yalan kimse üzerine alınmaz. Yürür kervan, büyür mizan.
Kahrolsun bu bozuk, köhne, çarpık ve göbekten bağımlı düzen…
Halkı üzdükçe üzen bu langırtçı anlayış bir bir komisyonları belirler. Devri alem kaç paraya çıkarmış misyon o. Kim delirmiş, kim gelirmiş, kim gün olur tutar ve yakalarsa bakanı bakmayanı ayıramaz ve düzeni iyi edermiş kimsenin derdi değil. Değil ama görüntü bu, içten içe korku bekliyor dağları. Bu soslu yahşi vahşi kapitalist düzen maneviyatı da dondurmuş. Cakalanmak ve bol sıfırlı rakamları öğrenmek, harfleri latince abc’den başlayıp elif ba’ya bağlamak moda olmuş. Sil baştan çocukluk dönemselliği içinde içinden çıkılamaz fotoğraflar da var. Ama çocuklara içi boyanacak hayvanat resimleri albümü hediyesi de var bu bozuk düzenin. Mankafalığın bu kadarına da pes doğrusu dedirten, hayatta kel alaka ne varsa bu bozuk düzenin düzenleme alanı içinde.
İşte bozuk düzenin asıl bozgunu şimdilik aklından asılmışları tabelaya yerleştirmek…
Yasaklar, aksaklıklar, ağır kusurlar, hatalar, yanlışlar üzerine söylenecek çok söz var ama söylenmez. Söylenirse de düzen denildi mi hele bozuk düzen, hele hele çarpık, çarpık kapitalist düzen denildi mi akan sular durur, acayip bir sahiplenme başlar nedense o paraya göbekten bağlılığı. Ve hizmetkârları da çoktur, Allah için…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)