27 Nisan 2013 Cumartesi

ÇALIŞANLARIN ULUSAL GELİRDEN ALDIKLARI PAY YÜZ GÜLDÜRMEZ…

ÇALIŞANLARIN ULUSAL GELİRDEN ALDIKLARI PAY YÜZ GÜLDÜRMEZ…
Bu gün ülkede reel rakamlara göre çalışanların ulusal gelirden aldıkları pay yüzde yirmiler civarında, yani yüz güldürmez...


Asıl net rakamları bilen idealist olmayan realist ekonomistler kaldıysa eğer ve iktidardan çekinmeyeni de varsa çıkıp söyler, biz de öğreniriz. O vakte kadar bildiğimiz bu. Zaten çalışanlar doksanlı yılların başından bu yana azalan oranda pay sahibi olmuşlar toplam milli gelirden. Bu yıldan yıla düşerek oluşan oransal rakamlara karşın çalışanlar toplanan total verginin üçte ikisini de ödemeye devam etmişler. Tüm bu bilinen gerçekler ışığında her zam dönemi, her toplu sözleşme aşaması emekçiler yine horlanıyor ve hala dışlanıyorlar.

Ayrıca milli gelirin fonksiyonel dağılımından maaş ve ücretlilere yüzde onbeşler seviyesinde pay alabiliyorken milli gelirin yüzde yetmişbeşlere ulaşan kısmı faize, rantiyeye ve yandan safi-karlara aktarılıyor. Ülkenin doğusu batısı arasındaki toplamda ve kişi başına gelir farkı ise yıldan yıla artarak on-onbeş katları buluyor.

Ülkede ekonomik kriz yok deniliyor olsa da dört kişilik bir ailenin aylık asgari geçim miktarı ve açlık sınırı her açıklandığında örtülen hakikatler su yüzüne çıkıyor. İmf ile anlaşma zeminleri aramıyoruz, borç alan değil artık borç veren ülkeyiz denilmesine rağmen sıcak para girdileriyle sağlanan bu geçici rahatlık ve teğet geçmeler temelden çatlatmaya gün sayıyor.

Kamuda çalışan işçi ve memurların senelik ücret ve aylık artışları kesinlikle enflasyon altında belirlenmiyor görüntüsü verilse de yapılan zamlar açıklandıkça komikaze bir hal alıyor ilk altı aylık ve ikinciler. Özel sektör çalışanlarının, taşeron kitlelerinin yıllık sözleşme zorunluluğu ve asgari ücrete talimi ise başka bir muamma.

Ülkede sanayileşme durmuş, işsizlik almış başını gidiyor, işini kaybetme fobisi literatüre girmiş, en büyük korkular sınıfına dahil olmuş, sendikalı çalışan sayısı azaldıkça azalmış, kayıt dışı ekonomi sınır tanımayan yeni zenginler yaratmış, bölgeler ve kentler arası gelir adaletsizliği kalkınmanın temeli olmuş, bu hakaretvari duruma çare manifestosunu yazan yok.

Bu ülkede çalışanların hakkını kim arayacak ve kim koruyacak ve ulusal gelirden aldıkları yüzde yirmileri kim tırmandıracak belli değil…

Bu barış ortamı gerginliğinde; Teknolojik gelişmeler emeğe düşman, sigortasız çalışmak ve çalıştırmak baş tacı, taşeronlaştırma almış yürümüş duvara toslayacak, yaşanması güç-yaşatması zor ücretlere bile insanlar duacı-iddiacı ve ortalık süt liman.

Bu tabloya göre emeğin karşılaştığı sorunlar o kadar çok ki. Veya yok ki; Emeği en yüce değer sayanlar ve sayacaklar sessiz suskun.

Çok konuşanların ve bilenzorların mirası ise; millet çalışmadan, üretmeden, alın tersiz ekmek derdine ve peşine düşmek. Sanki bir şeyler değişti ya da çok şeyler değişti. Emek kavramı daraltıldıkça, değişik katmanlar kendi içindeki örgütlülüğe rağmen asıl safından sapıyor. Saptıkça da hızlı teknolojik gelişmeler ve yeni toplumsal ayrışmalar emeğe negatif getirileri olan yepyeni boyutlar kazandırıyor.

Ve böylece bu ülkede çalışanların ezilmeye, erimeye ve geçim derdine mahkûmiyeti müebbete dönüşüyor.

“1 Mayıs” a sayılı günler kala Bordroluların, bordrosuzların, tüm çalışanların, gizli işsizlerin, kol ve düşün işçilerinin, sanatçıların, iş yöneticilerinin, serbest meslek sahiplerinin, kendi işine işçilerin, esnaf ve zanaatkârların daha da genişletilecek sosyal statü yelpazesinde hemen herkesin mutlu, huzurlu, umutlu olduklarını var saymak hayalciliğin dik alasıdır her halde.

Ve devlet ekonomik manada güçsüzlerin yanında yer alıyorum diyerek, emeği ile geçinen yığınların, toplam ülke gelirinden aldığı payı kısarak sorunları ve geleceğin belirsizliğini çözebilirse ne ala…
 

Hiç yorum yok: