4 Haziran 2015 Perşembe

KOÇ ÖFKESİ…

KOÇ ÖFKESİ…

Uyan veya uymayan kafiyelerle acemi şair şiiri gibi peşpeşe dizilir öfkenin nöbeti. Ve koç öfkesi anıları acılı evrilmişliklere kuzu kuzu ev sahipliği eder. Gezbebeğinden sakınılan yaşanmışlıklar veya eksik yaşamışlık ganimetleri de öfkeyle sellenince beklenmedik eleniş de kendiliğinden başlar. Bu ağır düşüşte pratik tökezler ve pragmatigma çöker. Yolculuk uzayınca da sıklaşan öfke nöbetleri cansız kansız bırakır beyni. Öfkesini yutamayanlar çoğaldıkça da ezberler bozulur, sorulan sorular iktidarı sallar ama değişen bir şeyler de yoktur aslında. Ayni tas ayni hamam durumlar durulanır sarı soğuk sularla.

Esir olmak ve robotlaşmak üzere kurulu yeni dünyada ve eski düzende o ne yaparsa en doğrusunu yapar hakkı tanınan sınırsızlar, tanınmaz hale dönüşür sıklaşan öfke nöbetleriyle. O şoklamada akıl zenginliğini kaybedişle de başlar hasar hüsran. Toplumu öyle bir yakar ki katlanılan acılar volkan patladığında dur durak bilmez. O vakit her işi hasıraltı edenler sığınacak liman arar lavların yakıcılığından. Sırra gömülenlerin yüreğine her şeyi silbaştan yaşamak ise artık zor gelir. O atmosferde bir zorunlulukmuş gibi tüm şekerseverler gerçekleri sırlara sırıyıp öfkeyle sağdan sola, soldan enöteye ilenirler dururlar. Kendi payına sönmüş aşkta kavrulmak demektir, elde belde ilde doğruluk masallarıyla. Ve tek yudumda içivermektir bütün öfke nöbetlerini bir bebek gibi masum ve koç edasıyla yalandan.

Ne yazık ki koca koca ayıplar özüne düşmanlaştırır baharın yağmur sağanaklarını. Yaslı yasak anılar ıslaktır ama arındıramaz kara toprağı. Bulaşmıştır bir kere fanusuna, humusuna zehir. Bir camda öfke diğer camda dalkavuklar üşüşürler ve öfkeyle seyrederler yağmur tanelerinin sevincini. Çadırın orta direği kırıldığından gözyaşları güz yağmurlarından beter ıslatır aklın duvarlarını. Zerresi zerresine değse de dinmez öfke, büyür büyür ve seller sular gibi akar bir camdan diğer cama. Canlar dayanmaz bu arsız aldırmazlığa.

Her öfke nöbetine şahane yakıştı valla, sahiden mükemmel diye yaklaşan yancılar arttıkça giyip çıkarılan elbiseler gibi renkten renge girerler öfke kusanlar. Ne menem bir gururlanmadır ki bu kıyafeti üzerine tıp oturan belden büzgülü bir hastalığa doğru dönüşsüz bir ilerleyişi simgeler bu körlük. Genel manşetlerde yerel manşetlerde saklıdır aslında kırmızı kurdelalı armağanlar ve ziyafetli davetlerle şekillendirilen uçuk renkli yüzlerin ucubeliği. Yüzlü yüzsüz tokalaşmasıdır aslında ara nağmelerle uzayan uzatılan dönülmez akşamın ufkundaki fasıl.

Fukaralık başladığında nemli akşam üstülerinde dudak bükülen ve yüzde tatlı tebessümlerle sulandırılan iğreti dostluklar da gün olur biter. O bitiklikte öfke maddi manevi zarar veren bir kültleşmeye dönüşünce ne âlimlik kalır ne bilgi ne de kültür. Zalimlik kaplar ortamı ve dökülür ortalığa şiddetinin dozu ayarsız öfkelenmeler. Önceden hazırlanmış tabakalaşma ve emilecek ne varsa emme hırsı yalnızlaşma başladığında pespembeliği şüpheli yalanlarla bütünleşir. Zamanla o atıp tutmalar ve satmalar sataşmalarla kararır, kızarırı ve kararlılaşır. O keskin kararlılıkta azı karar çoğu zarar ibretliği unutulur ve herkes kötü, düşman, hain sanılır. Hak ve halk bir yana yerli yersiz öfkelenmek ise en doğal haktan sayılır.

İşte o övünülen sapkın tavırlılık aslında zamanında hiç arzulanmayan, hiç sevilmeyenlere artan dozda bir benzeşmedir. Efil efil esintilerle denizin otağında dinlenilen ve demlenilen akşamlarda gökkubbeyi dolduran yıldızlara ihanettir bu eşleşmeler ve benzeşmeler. Gerdana vuran kımıltısızlığı omuzlara değen meltemleri bir yana koyup tumturaklı yanlışlara sürüklenmenin ilk adımlarıdır bu yerli yersiz öfkeleniş ve öfkeyi kontrol edemeyişler.

İşte o beter günler geçip yeter günleri geldiğinde veya yaklaştığı hissedildiğinde pamuk yumuşaklığında ve saten tutumluluğunda sinirler gerilir ve ak günler kara gecelere dolar. Yıllarca sürecek sürgünleyecek birliktelikleri bir kalemde çizmekle yüzleşmektir aslında gün ışığına hasretlik ve çıkış yolu. Gün ışığına çıkarılmaması gereken ise o arsız kızgınlıktır. Hep varolacağı sanılanların kaybedilişini, kaybedildikçe kazanılanların hesabının verileceğini belirleyen bir ortamın doludizgin gelişinin görülmesidir o kızışmanın temeli.

Öfkeyi kurgulayan, kusursuzluğun kusurunun çok elden bol dilden ortaya serilmesidir. Öfkeyi kudurtan ise yetkinliğin, etkinliğin azalarak elden yitip gidecek olmasıdır. Göğüs gergin, baş dik, direnç sağlam günlerinden çürük zeminli kırılgan günlere basmak gerçekliğidir kafadan kopuşun nedeni. Camdan, candan uzaklaşmadır aslında öfkeyi her alana endekslemekle kurtulunacağını sanmak.

Öfkeden medet umusu biraz da akınlar ve akımlar karşısında çaresizlikten doğan hışımla akıl sağlığının zorlanmasıdır. Hakım derken hakkım demek sağlık bozulmasının emaresidir kılcaldan kanala. Zaten kimden kime dost, hangi ayıdan post çıkarılabileceğinin şaşırılmasıyla düşülür öfke tuzağına. Ve binilir uçan gemiye hakkıyla yüzme bilmeden. O şuursuzluk halısında kramplar damar damar yayıldığında ise su yuttukça ağırlaşır beden ve dibe vurulur.

O boğuntuda uyan uymayan kafiyelerin yerini duyan duymayanların içini ezen Kaf dağının ardına dahi ulaşan sinkaflar alır. Peşpeşe katarlanır öfke nöbetleri ve nöbet sahibini olabildiğince sahipsizleştirir.

Ve tatlı hayat uzaklaşır yavaş yavaş, seçimli seçimsiz ve hangi çılgın yürüyüş eylenmişse eylensin. O meylenmişlikte Maazallah en kötüsü ise acınacak hale düşmek veya eğlencelik olmaktır veya kifayetsiz kafiyelenmektir geleceğe.

Bu öfke kontrolsüzlüğünün hat boyu yayıldığı, had safhaya çıktığı günlerde 'koç öfkesi'ni hiç bilmeyenlerin öğreneceği, öğrendiğinde hiç olacağı günler de çok yakın gibi... 

Hiç yorum yok: