13 Mart 2012 Salı

KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ; ‘AĞIT BETON’

ERDOĞAN AKSU

BALKON HİKAYELERİ VE REKLAMLAR

Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Kum saati iki bini on iki çimento geçiyor. Beton her yan beton. On katlı, yüz katlı velhasıl çok katlı betonlar yığını kent. Ultra katlı yıkımlar yaşanıyor. En kötüsü çocuk bahçelerinde, parklarda betonun var oluşunun dayanılmaz ağırlığı. Ve topraktan beton fışkırıyor artık. Yeşil griye yenildi.


KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ; ‘AĞIT BETON’
Kum saati iki bini on iki çimento geçiyor.
Beton her yan beton. On katlı, yüz katlı velhasıl çok katlı betonlar yığını kent. Ultra katlı yıkımlar yaşanıyor.  En kötüsü çocuk bahçelerinde, parklarda betonun var oluşunun dayanılmaz ağırlığı. Ve topraktan beton fışkırıyor artık. Yeşil griye yenildi.
‘Çünkü inşaat tanrıları betonu yarattı…’
Yeşile özlem, saflığa güzelliğe, temizliğe ve en yüce değerlere özlem yüreklerde sancı. Bu özlemi yıllar sonra ağıtlara söz olacak dizelerle anlatmak lazım ya beceremeyiz biz. Gereğince becerememekten ve anlaşılmamasından da korkarız ayrıca.
‘Çünkü insanlar da betonlaştı…’
Bu günden yarına sırtlamak acıları, acı kapsamında her ne varsa, olduğu gibi taşımak geleceğe. İnsana özgü şekliyle hırslanarak, geleceği de yok etmek böylece. Yıkıcı, yok edici ve çirkef umursamazlıklarla adımlamak beton parkuru.
‘Çünkü yürekler beton, beyinler betonumsu. Bedenler kum çimento yığını. Kuru, kapkara, kupkuru ve dilsiz bir dünya…’
Ne zaman tek bir ağaç görsek artık nesli tükenmeye yüz tutmuş, ‘betona karşı ağaç’ haykırasımız gelir, en sloganvari. Zindan duvarlarına karakalem çızıktırılmış, ağaçlar, orman ve çiçek bahçeleri düşer aklımıza sonra. Beton dört duvar arasında bile anaya, yara ve doğaya özlem tüter bir an sönmeden.
‘Çünkü analar bile beton basar oldular yüreklerine…’
Hani caddelerde ağaçların diplerine bir armağan gibi bırakılan sıcak toprağın ıslaklığı ve kokusu vardır ya, yaratıcılığı vardır ya insanı baştan çıkarır. Bu verimlilik belki de ilerde anımsanmayacak bile. Ama eminim yıllar sonra belki yüzyıllar sonra ağaçlar devleşecek. Beton yuvarlakları genişlemeye zorlayacak. Kim bilir ağaçların tümü o gün geldiğinde betondan zincirlerini kıracaklar. Beton halkalar unutulacak. Keşke o günleri bizde görsek; adı çalınmış bir ormanda uzun bir yürüyüş tuttursak, ıslığımızda şen bir türküyle.
Öyle bir türkü ki; İçinde ağaçlısı, ormanlısı, içinde hürriyet gizlenmişi olan. Tek bir ağacın ömrü ne kadar, ya ormanların diye soran. Ölümsüzlüğü taşırlar mı sonsuza, o kadar uzun upuzun mudur yaşam çizgileri diye dizeleri olan.
‘Daha iki gün öncesine, dört bir yan orkideydi…’
Çam kokuyordu, orman kokuyordu, akasyalar açıyordu, çiçek tozları sevişiyordu. Burunlarda tatlı bir sızı, her yandan filizlenen nefis bir esinti. Doğa kokum kokumdu. Soluyordu evren terazideki dengeyi. Ama şimdi her yan beton, her taraf beton. Beton arabalar, beton evler, kat kat betonlar sinsilesi. Göğü bile deldiler. O deliklerden her gün durmaksızın kum akıyor insanların başına. Yani betonlaşmaya kaynak, insanları da betonlaştırmak için. Maviliğini unutmuş deniz, sahilleri kumsuz, asıl rengine yabancı griye yabancı ortak.
‘Çünkü eskiye öykünen mimari ile inşa edilmiş, dışı sade içi bade, içindeki her şeyin betonlaştığı az katlı, çok katlı beton yığınları hortluyor bu kentte. Beton kentin, beton ucubeleri salkım saçak. Betondan cumbalar, betondan haremlik ve selamlıklar…’
Yetmişler seksenler hızla geçti. Doksanlar ağır ağır. İki binler sonrası ise sindire sindire. Çarkları paslı, dişlileri yalama, kayışları laçka dönüyor dünya. Yarım ada o kadar yara sarıcı ki unutuluveriyor hiç unutulmayacaklar bile. Sanki on ikiden çarpılmamış gibi kimse, o mis kokunun yerini ateş, barut, kan ve beton-beton almamış gibi.
‘Oysa su zerresinde güneş saklı, aşk denizinde bereket. Toprakta yaratan güç, Mutluluk resminde ağaç, Tomurcukta sevgi çiçeği, Onurlu dudaklarda gülümseme saklı. Ve bulutlara dayanmış özveri. İçten, temiz ve vefalı paylaşımlarla en yükseğe tırmanıyor özlem. Gönüllerde estetik kaygısı saklı. Emek esin kaynağı, herkes evrensel ezgilerde kayıp ve devrim berrak bir şarkıda saklı…’
Ne zaman ki; her şey bir yana iki yaşlı, eski ve tahrip edilmiş kıtayı kocaman bir beton köprü olup birbirine bağlayacak bu beton kent işte o gün karabasan basacak. Çünkü korku tüneline girilecek ve doğanın hakim rengi intikamını alacak betondan, tünelin çıkışında.
Ve betondan bir narin çiçek fışkıracak gökkuşağı renklerinde. Diğer çiçekçikler onu izleyecek. Beton grisi çok geçmeden gökkuşağı renklerine direnemeyecek. Ve birisi çıkıp yazacak. Göç saati iki bini on iki umut geçiyor.
‘Çünkü betonlar çiçeği yarattı…’
ERDOĞAN AKSU

Hiç yorum yok: