29 Ağustos 2020 Cumartesi

AĞUSTOS-4

 

ELVEDA CUN...

Bir varmış bir yokmuş, içindeki masallara kulak kabartanlara kendini okuyan bir kitap varmış. Ve kitap kurdu bir adam o kitabı okumuş veya okumamış. Veya Hazirana elveda demiş ta sonbaharında. Elveda June...

Göz atmış adam, kırmızıya çalan bir gökyüzünde, parlayan ayın ondördüne. Ve vurulmuş, vurmuş, vurulmuş. Yerden göğe, yerin dibinden göğün pikine tüm izler, esler, sesler ve simalar bu vurgunu içten içe duymuş...

Hayat maalesef çok acımasız. Masal gibi bir hayatı hayal ederken çocuklar büyür, masallar küçülür. Hayaller biter, hayat gittikçe çekilmez olur. Çocuksu masumiyet yok olur. Tam isabet var olanlar ise içsel yolculuğu tek başına yapmaya yeter. Ve anılar girdabından çıkış yolunu arayış tek başınadır. Aramak ve aranmakla dolar zaman. Tanıdık kuryeleri kovalamakla geçer her an. Kolay geçmez hiç bir gün. Çünkü arınmak mavi kuşun kanadındadır. Büyük keşfin anahtarı da...

Elvedayı merhabaya dönüştüren, imkansız görünsede tek bir cümledir; "Aradığınız şey çoğunlukla yanıbaşınızdadır..."

Binbir tecrübe bulduğunuz şeyler ise bir kere bakmadığınız başucu başvurularınız, değerliniz kitaplarda gizlenmiştir. Yani kulak kabartılmayı bekleyen ince ince dokunmuş büyüklere masallardır kendinize ait olan. O masallardır, kendinize ait loş bir odaya kilitler sizi. Ayıltır...

Sayfaları çevirdikçe neyi aradığınızı yakından hissedersiniz. Bir anda aramaktan vazgeçip masalları sahiplenirsiniz. Yıllar öyle veya böyle geçtikçe de büyürsünüz. Kitap kokularıyla. Yılmadan yürürsünüz. Yeri dolmaz gördüğünüz yalnızlığa doğru güçlü ve cesaretli adımlarla...

Hayat maalesef çok garip. Onu bazen anlamakta çok zorlanırsınız. Binlerce masalda bulursunuz kendinizi, birinde hepsini birden kaybedersiniz. Tam elveda cun, diyecekken bir başka masal deryası kitap denizinizi kabartır. Kulak kesilir kara dalgalar sizden geleceklere. Geleceğe...

Ve tezcanlı olmadan, hedefe koşturacak cümleyi orada o arada bulursunuz; "Aradığımız şey çoğu zaman yanıbaşınızdakini kaybettiğinizde, sonradan bulacak olduğunuzdur..."

Tırnaklarla kazıyarak, hayata tutunmanın ilham kaynağı, er ya da geç bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir kitabın varlığında gizlidir...

Ansızın sıradan bir keşifle başlar kitabın içine içine yolculuk. Gizemli gezintiler. Zaten kitaba da ilham veren, masallar diyarına o gezintinin bir gün mutlaka yapılacağı önsezisidir. Veya kitabın önsözünde saklıdır bir varmış, bir yokmuş hazinesi. Hazin hüzün birbirine karışınca da insanın doğası gereği öznesiz cümle ruha işler; Elveda cun...

Bir varmış bir yokmuş diye başlamayan, kulağa fısıldanan karanlık masallar karartır hayatın renklerini. Oysa hayatın şifresi, hayatın kitabını yazmak için oturanların iflahını okuyan bir kitaptır. Kitapsızlara kitap, yaratıcısını arayan bir kitaptır. Ve o yaratıcısız yaratı masal karakterlerinin elveda cun diyenleri ile dedirtenleri araştırır. Arayan bulur merasimi sırasını bekler aylar, yıllar boyu. Mevsimlerce...

Kırık mevsimlerin fısıltıları birbirine dolaşır ve derin etkisi asla unutulmayacak olan hangisiyse ilk ondan esinlenilir. Hatta en savunmasız, en hassas olunan bir zaman diliminde başa geçenden. Kafadan örülen çoraptan. Zaten geçmişle yüzleşmek ve ayrıntılarda geleceği aramaktır, bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar. Biterken, elveda cun...

Kısacası saran sarmalayan ve büyüleyen bir sonbahar esintisidir gönlü ferahlatan elvedalar. Ve kitap kurdu adam, adam gibi adam girişimidir; " Merhaba cun..."

BEYİN ÖLÜMÜ...

Beyin öldü demektir, öncelikle duyum ve bilinç merkezi çöktü ve dimağ dağıldı ise. Çünkü beyin ölümü gerçekleşince kafatası boşalır. Beyin sapı elde kalır. Beyni batıl hakim olur bir süre. Ve zamanla ihanetçi ceberrutlara inat emaneten cerebrun devreye girer. Beyin ölümünü def etmeye büyük enerji gerektirse de katlanılır...

Çünkü salt beyin salatası yemekle olmaz. Yüksek enerji maliyetli bir değerdir beyin. Özellikle hayat Denizinde ters bir dalgaya yakalanıldığında beyin çalışır. İlk iş beyine düşer. Diğer yanda lafta mutlu çoğunluk durumu beyinsiz idare eder. Yüz milyar hücrelik bir enerji tasarrufu yaparak geleceğe heveslenilir. Ancak bu resmen beyni yemektir..

Yem yemiş kıvamında beyni olmayan hayvan konumuna devrilmeyle birlikte açığa çıkan enerji, insanlığı yok edecek düzeydedir. Bu bulaşık enerji yetişkinlere yakışmayacak metotları da kullanır. Kafadan kullandırtır.

Ve kula kulluk beyni ile zulüm başlar...

Oysa beynin yegane amacı önce kendini ama sürekli değiştirmektir. Sonra insan olma gayesine hizmettir. Elbette tüm bu ereklere erişim yüksek enerji tüketimini de getirir. Hele ki düşünmek, enerji sarfını katladıkça katlar, bedeni yorgun düşürür. Ama zihni zinde tutar.

Sırf olmadık nedenlerle insanlık her devirde, devir düşürüp beyinsizliği yeğler. Kalıcı değişimleri görmezden gelerek, güdük bağlantılarla ürkütücü bir role bürünür. Ve beyin ulaşım kütlesi küçülür, sömürü büyür.

Buyurganlıkla buharlaşan küçük beyinlerin etkileşimi tehlikeli sonuçlar doğurur. Asla evcilleşemeyenler ise büyük yıkımların mimari olur. Bunlar mantıksal hatalardan beslenerek, beyin açlığı gidermeye kurgulanmış hayatta kalmayı maharet sayarlar. Mah mahrum, mahreme doluşurlar. Sarsak savruk müjdelere sarılırlar.

Böylece kula zulüm beyniyle kula kulluk devam ettirilir...

Beyin kullanamayanların kapaklandığı bu mankafa zihniyet, hiç enerji gerektirmez. Aslında satanist beyinleri büyüktür ama koftur. Angelist beyin ise hiç kullanılmadığından cüceleştikçe ağır yüktür. Ayrıca cambaz cımbızıyla sadece hafiflik kazanılır. Tıknaz, kambur ve besi zavallısı tavrıyla tüm problemlerin üstesinden gelinebileceği hayal edilir. Ancak her defasında kambur üstüne kanbur eklenir. Embesil körlükle sökük iyice açılır, çürük kumaş dikiş tutmaz. Ve dünya aleme acayip borçlanılır.

Mankafa zihniyetin en iyi becerebildiği erketeye yatıp, beyine enerjiyi sakınanları pusuya düşürmektir. On yıllarca tüm sakındıklarını, hazineymişçesine sakladıklarını mankafa zihniyete sunanlar ise kim ölür, kim kalır hiç düşünemezler. Düşünmeye enerjileri kalmadığından sebep yeryüzünden kısa sürede silinip giderler.

Yani çetrefilli argümanlar yüklenmiş, çed raporları sahte ve düzmece birliktelikler göz açıp kapayana dek biter...

Beyin atomlarına ayrılsada doğan boşluk dolmaz. Her şey atom zerresinde, kütlesel armoni bir damlacıkta gizlidir. Yani her şey çok basittir, bir o kadarda karmaşıktır. Her kombinasyon çıplak gözle görülmeyebilir ama sır olarak da kalmaz. Her muallak şey beyin ile çözülür. Mutlaka boşluk dolar. Bu dolum için seksen milyar hücre birden çalışır. Ve büyük enerji harcanır. Yani maliyeti yüksektir kutlu kalmanın ve mutlak değere ulaşmanın. Mankafa tapınmasıyla değersizleşmenin ise ederi çok düşüktür...

Beyin varlığını hissettirdikçe insan denen klasik makina, yakalanılan ters dalgaları düzler. Ancak modern akılla. Yani insan doğup, mikrop ölmeye virüs benzeri yaşamaya beyin mani olur. Ancak ve ancak doğanın yasaları ve doğal tanımlamaları dışına taşmayı, aldatıcı sömürü maksatlı kirlenmeyi ise beyin temizler.

Beyine her temizlik aşamasında daha yüksek enerji gerekir. Çünkü beyin maliyetli bir değerdir. Kutsal değerdir. Ve değerini de kendi belirler...

Beyin, beyinsiz idare edenlere ise değer tespitine göre tek hücrelik sinerji aktarır. Ya da tek hücrelik kurşun kapsüle hapislik. Çünkü kula kulluk habis urdur. Usa sömürüden başka bir şey takılmaz. Ve kula kulluk beyni ile başlayan zulüm ve sömürü bitmelidir tavrı netleşir.

Beyin işi, beynin işi işte budur. Çünkü beyin ölmeden beden ölmez...

 

TAM BAĞIMSIZLIK VE ZAFER...

Her victorial adım zafer değildir. Eğer zafer devamında bağımsızlık, tam bağımsızlık önermiyor ve örgütlemiyorsa. Zafer zafer değildir...

Zafer kazanmak ve bağımsızlık inancı güçlü ve yürekli insanların harcıdır. Öyle eğilip bükülmeyenlerin, emaneti ne pahasına olursa olsun koruyanların. İşine gelmeyeni saklayan, hastalık derecesinde gerçekleri olduğundan farklı gösteren ve emanete hıyanetçilerin harcı değildir bağımsızlık...

Değil mi ki, bu millet her daim bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varoluşunun, daima var olmanın yegane koşulu kabul etmiş, hiç esareti kabullenir mi? Kabullenmez asla. Hem de her şeyini, ganını canını kaybetmeyi göze alır, direnir de direnir...

"Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır..."

Yaşamı ödül, ölümü hak, haksız kesilmiş fermanı ceza görmeyen asaletli insanlarının ereğidir bağımsızlık. Zaten kutlu zafere ulaşmayı hedef edinenler, her şart ve koşulda gereğini yapar. İşte onların hakkıdır bağımsızlık ve zafer.

Bir millet ki, hiç bir dönem hür olmadan yaşamamıştır, zaten yaşayamaz ve ilelebet yaşamayacaktır da. İşte o millet bağımsızlık unsurundan nasiplenmiştir. Milletin zafere uzanışı ise illete bulaşmamışların tarihe armağanıdır. Çünkü bağımsızlık en büyük aşktır. En büyük sevdadır tam bağımsızlık...

"Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım."

Köhne bağışıklık ve kuryesel bağımlılık tuzağına düşmeyenlerin kazancıdır adamlık. Yani adamın dibi olmayı, Ademin piki olmaya yeğlemektir bağımsızlık. Ve bağımsızlık kökten barış gerektirir. Öyle yüzeysel barış değil ama derin kapışmanın ürünü barışı.

"Biz Barış istiyoruz dediğimiz zaman, tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir..."

Tabii ki, anlayışı kıtlar herdem bağımsızlığa çomak sokarlar. Mutlaka bu arsız sokulmanın karşılığını en sert biçimde alırlar. Hızla düşüşe, çöküşe geçişle perçinlenir dünya ve Kurtuluş Mücadelesi başlar.

" Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan asla kurtulamaz."

Eksen kayması yaşayanlar bağımsızlığın başlıca düşmanıdır. Başka düşman aramaya da hiç gerek kalmaz. Çünkü akılla ulaşılır bağımsızlık, tam bağımsızlık fikrine. Bağımsızlığa erişmek zordur güçtür. Ama akıl kuvveti ve zekanın yenmediği, yenemeyeceği hiçbir güçlük de yoktur. Olamaz da. Bağımsızlık açıkça benlik meselesidir.

"Milli benliğini bilmeyen Milletler, başka milletlerin avıdır..."

Asalakların avanak tuzaklarına, yalan yanlış ucuz senaryolu oyunlara düşmemek gerekir. Anca böyle ulaşılır hür dünya düzenine. Akıl ve zeka problemi yaşayanlara ise bağımsızlık fazladan yüktür. Onun için bağımsızlığı korumak ve esaretten korunmak için ağır yükü taşımak şarttır.

"Ülkesinin yüksek istiklâlini korumasını bilen Milletler, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır..."

Altınboynuza yankısı vuran sudan sebepler ve sıradan bahanelerin ışıltısına aldanmakla bağımsızlık elden uçar gider. Ancak böyle sürmez...

"Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar..."

Hatta devletler bile yıkılır parselasyon varyasyonlarıyla. Ucuz uçuk tercihlerle. Ve mahkumiyet artar. Efkar basar. Ar namus paramparça olur. Sistem batar. Yine de bağımsızlığa özgüdür tüm kayıtlar.

"Milli sınırlar içinde vatan bütündür, bölünemez..."

Dik durma dünyasıdır, direnme dünyasıdır, bağımsızlık kavgasıdır gerçek dünya. Ve kutsaldır. Her kutlu isyan da kurtuluş mücadelesi. Mücadele büyük zaferle perçinlenir tarihe. Bu gerçeklik vizyonsuzların, kadersel kolaycılık rotasındakilerin anlayamayacağı bir konudur. Çünkü onlar daima esarete götürür kutsal emaneti. Haliyle hayat damarları da tıkanır.

Yani dinsel, tinsel ve tensel kapışma mensupları bilemezler, anlayamazlar bağımsızlığın değerini. Oysa salt Vatan aşkınadır tam bağımsızlık, bağımsızlık savaşları. Ve zafer. Çünkü tırnak içinde verilir temel gaye.

"Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır..."

 

ZAFER KAÇKINI KORKAKLAR VE SİLİKLER...

 

Korkak ve siliklerinde gün olup güçlendiği, iktidara yerleştiği olur. Bu gerçekleşir ama bir zafer getirmez. Hatta zafer kaçkınlığıyla akut hastalıklı tavırla mevcut büyük zaferleri dahi küçümsemeler adetten görülür...

Bu görgüsüz, nereye olduğu belirsiz aidiyet ve pusulaların şaşması gürültücü ve tansiyonu yüksek bir hava yaratır. Daima bilindik yanlışlarla koca koca zaferler ve bağımsızlığa adanmış ömürler hiçe sayılır.

Zamanla uydurma zaferler sarhoşluğu kronikleşen bir boşluk yaratır ve bağımsızlık o boşluğa hapsedilir. O boşluğa asla kalıcı olmayan kayıplar kaydedilir. Korkak ve silikler tahtası asılır.

Oysa soylu fırtınalar sonsuzluğa hazırlar, sonsuzluk ta zaferleri...

Bu her fırsatta unutulur ve unutturulur. Ancak tarihle sabittir ve nesillere acı derstir. Korkak ve siliklerin gururu emperyal kopuklarca daima okşanır. okşandıkça onur haysiyet kaybedilir. Hayatın tam içine bozulan sosyal ortam bombası düşer. Heybetle patlar. Bingbang usulü veya atom benzeri. Hiç fark etmez, ömemli olan tahribatı.

Takriben ödenecek bedeli ise toplum değil, kişiler belirler. Gidilecek yolu ise kişiler ve toplum beraber. Alnı açık, dimdik ve yiğit olanlar belirleyicidir. ve belli belirsiz yapay güç anında göç eder. Sıvışır. Yani korkak ve silik benlikler tahtırevanı bırakıp kaçar. Kaçarken de şaşkına dönerler. Anında gözden yiterler. Çünkü sonsuza devrilen büyük Zafer, gözleri yakar eritir...

Bu atmosferde cıvık, korkak ve silikler bin türlü numarayla Zafere giden yollara mayın döşerler. Zafer yolcularının etrafını dikenli telle çevirirler. Çeşitli zehirli mazeretlere sığınarak, melanetin ardına gizlenerek kutlu mücadeleye müdahale ederler.

Yetmez elbette. Zaten tahtırevan havası silikleşince merkezi korkular ve hayati kararlar da yabanlaşır. Tarihe yabancılaşan bu korkaklar ve silikler yalan yanlış, uzaktan kumandalı oyunlara girişirler. Bu aksak girişimler hattozatında kaybedişin açık rehberidir. Kayıp hayata rehin kalma ve son sınavda çakmadır...

Şimşek çakar çakmaz korkak ve siliklerin beyin kıvrımlarında kaçıp gitmek arzusu arsızca kıpraşır. Ama nafiledir.

Çünkü nihayetinde elbette korkak ve silik sahtekarlar kaybedecektir. Ve Zafer zafere inananların olacaktır...

Diğer yandan Zaferi yaratan gerçek kahramanlarla, hayal dünyasından ezik kahramanlaşmaları kapıştırmak, salt kafa karıştırmaktır. Aymazlıkla ileri sürülen ne varsa hiç ölmeyecekmiş tavrıdır. Yalandan, yanyatan rüyaların silik anılarından faydalanarak korku ve ecel ilişkisi güncellemesidir. Ancak nice zaferleri silmek işten sayılsa da mümkün değildir.

Yalancı tanıklarla üstü örtülen, özü boşaltılan büyük zaferler, aslında yolun sonunun göründüğünün ta yüzyıl öncesinden habercisidir. O yüzdendir habire karalamalar. Bu yüzdendir kamplaşmaşar. Ama hiç tutmaz. Zaten buradaki tek endişe ebelenmek korkusudur. Çünkü karanlıkta, korku dağları bekler.

Elbette kendilerini var eden Zaferden ürken, korkan, korkak ve siliklerin güç devşirdiği iktidarlar da bir gün düşer. Daha da düşecektir. Düşerken de bir şeyleri her şeyleri, kutlu değerleri, tarihsel emanetleri küçümseme adeti tersine çevrilecektir.

Yani küçük beyinli korkak ve silikler daima büyük ve Kutlu zaferlerin altında ilelebet ezilecektir...

Hiç yorum yok: