ELVEDA CUN...
Bir varmış bir yokmuş, içindeki masallara kulak
kabartanlara kendini okuyan bir kitap varmış. Ve kitap kurdu bir adam o kitabı
okumuş veya okumamış. Veya Hazirana elveda demiş ta sonbaharında. Elveda
June...
Göz atmış adam, kırmızıya çalan bir gökyüzünde,
parlayan ayın ondördüne. Ve vurulmuş, vurmuş, vurulmuş. Yerden göğe, yerin
dibinden göğün pikine tüm izler, esler, sesler ve simalar bu vurgunu içten içe
duymuş...
Hayat maalesef çok acımasız. Masal gibi bir hayatı
hayal ederken çocuklar büyür, masallar küçülür. Hayaller biter, hayat gittikçe
çekilmez olur. Çocuksu masumiyet yok olur. Tam isabet var olanlar ise içsel
yolculuğu tek başına yapmaya yeter. Ve anılar girdabından çıkış yolunu arayış
tek başınadır. Aramak ve aranmakla dolar zaman. Tanıdık kuryeleri kovalamakla
geçer her an. Kolay geçmez hiç bir gün. Çünkü arınmak mavi kuşun kanadındadır.
Büyük keşfin anahtarı da...
Elvedayı merhabaya dönüştüren, imkansız görünsede
tek bir cümledir; "Aradığınız şey çoğunlukla yanıbaşınızdadır..."
Binbir tecrübe bulduğunuz şeyler ise bir kere
bakmadığınız başucu başvurularınız, değerliniz kitaplarda gizlenmiştir. Yani
kulak kabartılmayı bekleyen ince ince dokunmuş büyüklere masallardır kendinize
ait olan. O masallardır, kendinize ait loş bir odaya kilitler sizi. Ayıltır...
Sayfaları çevirdikçe neyi aradığınızı yakından
hissedersiniz. Bir anda aramaktan vazgeçip masalları sahiplenirsiniz. Yıllar
öyle veya böyle geçtikçe de büyürsünüz. Kitap kokularıyla. Yılmadan yürürsünüz.
Yeri dolmaz gördüğünüz yalnızlığa doğru güçlü ve cesaretli adımlarla...
Hayat maalesef çok garip. Onu bazen anlamakta çok
zorlanırsınız. Binlerce masalda bulursunuz kendinizi, birinde hepsini birden
kaybedersiniz. Tam elveda cun, diyecekken bir başka masal deryası kitap
denizinizi kabartır. Kulak kesilir kara dalgalar sizden geleceklere.
Geleceğe...
Ve tezcanlı olmadan, hedefe koşturacak cümleyi orada
o arada bulursunuz; "Aradığımız şey çoğu zaman yanıbaşınızdakini
kaybettiğinizde, sonradan bulacak olduğunuzdur..."
Tırnaklarla kazıyarak, hayata tutunmanın ilham
kaynağı, er ya da geç bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir kitabın
varlığında gizlidir...
Ansızın sıradan bir keşifle başlar kitabın içine
içine yolculuk. Gizemli gezintiler. Zaten kitaba da ilham veren, masallar
diyarına o gezintinin bir gün mutlaka yapılacağı önsezisidir. Veya kitabın
önsözünde saklıdır bir varmış, bir yokmuş hazinesi. Hazin hüzün birbirine
karışınca da insanın doğası gereği öznesiz cümle ruha işler; Elveda cun...
Bir varmış bir yokmuş diye başlamayan, kulağa
fısıldanan karanlık masallar karartır hayatın renklerini. Oysa hayatın şifresi,
hayatın kitabını yazmak için oturanların iflahını okuyan bir kitaptır.
Kitapsızlara kitap, yaratıcısını arayan bir kitaptır. Ve o yaratıcısız yaratı
masal karakterlerinin elveda cun diyenleri ile dedirtenleri araştırır. Arayan
bulur merasimi sırasını bekler aylar, yıllar boyu. Mevsimlerce...
Kırık mevsimlerin fısıltıları birbirine dolaşır ve
derin etkisi asla unutulmayacak olan hangisiyse ilk ondan esinlenilir. Hatta en
savunmasız, en hassas olunan bir zaman diliminde başa geçenden. Kafadan örülen
çoraptan. Zaten geçmişle yüzleşmek ve ayrıntılarda geleceği aramaktır, bir
varmış bir yokmuş diye başlayan masallar. Biterken, elveda cun...
Kısacası saran sarmalayan ve büyüleyen bir sonbahar
esintisidir gönlü ferahlatan elvedalar. Ve kitap kurdu adam, adam gibi adam
girişimidir; " Merhaba cun..."
BEYİN ÖLÜMÜ...
Beyin öldü demektir, öncelikle duyum ve
bilinç merkezi çöktü ve dimağ dağıldı ise. Çünkü beyin ölümü gerçekleşince
kafatası boşalır. Beyin sapı elde kalır. Beyni batıl hakim olur bir süre. Ve
zamanla ihanetçi ceberrutlara inat emaneten cerebrun devreye girer. Beyin
ölümünü def etmeye büyük enerji gerektirse de katlanılır...
Çünkü salt beyin salatası yemekle olmaz.
Yüksek enerji maliyetli bir değerdir beyin. Özellikle hayat Denizinde ters bir
dalgaya yakalanıldığında beyin çalışır. İlk iş beyine düşer. Diğer yanda lafta
mutlu çoğunluk durumu beyinsiz idare eder. Yüz milyar hücrelik bir enerji
tasarrufu yaparak geleceğe heveslenilir. Ancak bu resmen beyni yemektir..
Yem yemiş kıvamında beyni olmayan hayvan
konumuna devrilmeyle birlikte açığa çıkan enerji, insanlığı yok edecek
düzeydedir. Bu bulaşık enerji yetişkinlere yakışmayacak metotları da kullanır.
Kafadan kullandırtır.
Ve kula kulluk beyni ile zulüm başlar...
Oysa beynin yegane amacı önce kendini
ama sürekli değiştirmektir. Sonra insan olma gayesine hizmettir. Elbette tüm bu
ereklere erişim yüksek enerji tüketimini de getirir. Hele ki düşünmek, enerji
sarfını katladıkça katlar, bedeni yorgun düşürür. Ama zihni zinde tutar.
Sırf olmadık nedenlerle insanlık her
devirde, devir düşürüp beyinsizliği yeğler. Kalıcı değişimleri görmezden
gelerek, güdük bağlantılarla ürkütücü bir role bürünür. Ve beyin ulaşım kütlesi
küçülür, sömürü büyür.
Buyurganlıkla buharlaşan küçük
beyinlerin etkileşimi tehlikeli sonuçlar doğurur. Asla evcilleşemeyenler ise
büyük yıkımların mimari olur. Bunlar mantıksal hatalardan beslenerek, beyin
açlığı gidermeye kurgulanmış hayatta kalmayı maharet sayarlar. Mah mahrum,
mahreme doluşurlar. Sarsak savruk müjdelere sarılırlar.
Böylece kula zulüm beyniyle kula kulluk
devam ettirilir...
Beyin kullanamayanların kapaklandığı bu
mankafa zihniyet, hiç enerji gerektirmez. Aslında satanist beyinleri büyüktür
ama koftur. Angelist beyin ise hiç kullanılmadığından cüceleştikçe ağır yüktür.
Ayrıca cambaz cımbızıyla sadece hafiflik kazanılır. Tıknaz, kambur ve besi
zavallısı tavrıyla tüm problemlerin üstesinden gelinebileceği hayal edilir.
Ancak her defasında kambur üstüne kanbur eklenir. Embesil körlükle sökük iyice
açılır, çürük kumaş dikiş tutmaz. Ve dünya aleme acayip borçlanılır.
Mankafa zihniyetin en iyi becerebildiği
erketeye yatıp, beyine enerjiyi sakınanları pusuya düşürmektir. On yıllarca tüm
sakındıklarını, hazineymişçesine sakladıklarını mankafa zihniyete sunanlar ise
kim ölür, kim kalır hiç düşünemezler. Düşünmeye enerjileri kalmadığından sebep yeryüzünden
kısa sürede silinip giderler.
Yani çetrefilli argümanlar yüklenmiş,
çed raporları sahte ve düzmece birliktelikler göz açıp kapayana dek biter...
Beyin atomlarına ayrılsada doğan boşluk
dolmaz. Her şey atom zerresinde, kütlesel armoni bir damlacıkta gizlidir. Yani
her şey çok basittir, bir o kadarda karmaşıktır. Her kombinasyon çıplak gözle
görülmeyebilir ama sır olarak da kalmaz. Her muallak şey beyin ile çözülür.
Mutlaka boşluk dolar. Bu dolum için seksen milyar hücre birden çalışır. Ve
büyük enerji harcanır. Yani maliyeti yüksektir kutlu kalmanın ve mutlak değere
ulaşmanın. Mankafa tapınmasıyla değersizleşmenin ise ederi çok düşüktür...
Beyin varlığını hissettirdikçe insan
denen klasik makina, yakalanılan ters dalgaları düzler. Ancak modern akılla.
Yani insan doğup, mikrop ölmeye virüs benzeri yaşamaya beyin mani olur. Ancak
ve ancak doğanın yasaları ve doğal tanımlamaları dışına taşmayı, aldatıcı
sömürü maksatlı kirlenmeyi ise beyin temizler.
Beyine her temizlik aşamasında daha
yüksek enerji gerekir. Çünkü beyin maliyetli bir değerdir. Kutsal değerdir. Ve
değerini de kendi belirler...
Beyin, beyinsiz idare edenlere ise değer
tespitine göre tek hücrelik sinerji aktarır. Ya da tek hücrelik kurşun kapsüle
hapislik. Çünkü kula kulluk habis urdur. Usa sömürüden başka bir şey takılmaz.
Ve kula kulluk beyni ile başlayan zulüm ve sömürü bitmelidir tavrı netleşir.
Beyin işi, beynin işi işte budur. Çünkü
beyin ölmeden beden ölmez...
TAM BAĞIMSIZLIK VE ZAFER...
Her victorial adım zafer değildir. Eğer
zafer devamında bağımsızlık, tam bağımsızlık önermiyor ve örgütlemiyorsa. Zafer
zafer değildir...
Zafer kazanmak ve bağımsızlık inancı
güçlü ve yürekli insanların harcıdır. Öyle eğilip bükülmeyenlerin, emaneti ne
pahasına olursa olsun koruyanların. İşine gelmeyeni saklayan, hastalık
derecesinde gerçekleri olduğundan farklı gösteren ve emanete hıyanetçilerin
harcı değildir bağımsızlık...
Değil mi ki, bu millet her daim bağımsız
yaşamış ve bağımsızlığı varoluşunun, daima var olmanın yegane koşulu kabul
etmiş, hiç esareti kabullenir mi? Kabullenmez asla. Hem de her şeyini, ganını
canını kaybetmeyi göze alır, direnir de direnir...
"Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen
toplumların hakkıdır..."
Yaşamı ödül, ölümü hak, haksız kesilmiş
fermanı ceza görmeyen asaletli insanlarının ereğidir bağımsızlık. Zaten kutlu
zafere ulaşmayı hedef edinenler, her şart ve koşulda gereğini yapar. İşte
onların hakkıdır bağımsızlık ve zafer.
Bir millet ki, hiç bir dönem hür olmadan
yaşamamıştır, zaten yaşayamaz ve ilelebet yaşamayacaktır da. İşte o millet
bağımsızlık unsurundan nasiplenmiştir. Milletin zafere uzanışı ise illete
bulaşmamışların tarihe armağanıdır. Çünkü bağımsızlık en büyük aşktır. En büyük
sevdadır tam bağımsızlık...
"Ben milletimin en büyük ve
ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım."
Köhne bağışıklık ve kuryesel bağımlılık
tuzağına düşmeyenlerin kazancıdır adamlık. Yani adamın dibi olmayı, Ademin piki
olmaya yeğlemektir bağımsızlık. Ve bağımsızlık kökten barış gerektirir. Öyle
yüzeysel barış değil ama derin kapışmanın ürünü barışı.
"Biz Barış istiyoruz dediğimiz
zaman, tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir..."
Tabii ki, anlayışı kıtlar herdem
bağımsızlığa çomak sokarlar. Mutlaka bu arsız sokulmanın karşılığını en sert
biçimde alırlar. Hızla düşüşe, çöküşe geçişle perçinlenir dünya ve Kurtuluş
Mücadelesi başlar.
" Bağımsızlıktan yoksun bir ulus,
uygar insanlık karşısında uşak olmaktan asla kurtulamaz."
Eksen kayması yaşayanlar bağımsızlığın
başlıca düşmanıdır. Başka düşman aramaya da hiç gerek kalmaz. Çünkü akılla
ulaşılır bağımsızlık, tam bağımsızlık fikrine. Bağımsızlığa erişmek zordur
güçtür. Ama akıl kuvveti ve zekanın yenmediği, yenemeyeceği hiçbir güçlük de
yoktur. Olamaz da. Bağımsızlık açıkça benlik meselesidir.
"Milli benliğini bilmeyen
Milletler, başka milletlerin avıdır..."
Asalakların avanak tuzaklarına, yalan
yanlış ucuz senaryolu oyunlara düşmemek gerekir. Anca böyle ulaşılır hür dünya
düzenine. Akıl ve zeka problemi yaşayanlara ise bağımsızlık fazladan yüktür.
Onun için bağımsızlığı korumak ve esaretten korunmak için ağır yükü taşımak
şarttır.
"Ülkesinin yüksek istiklâlini
korumasını bilen Milletler, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır..."
Altınboynuza yankısı vuran sudan
sebepler ve sıradan bahanelerin ışıltısına aldanmakla bağımsızlık elden uçar
gider. Ancak böyle sürmez...
"Milletlerin esirliği üzerine
kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar..."
Hatta devletler bile yıkılır parselasyon
varyasyonlarıyla. Ucuz uçuk tercihlerle. Ve mahkumiyet artar. Efkar basar. Ar
namus paramparça olur. Sistem batar. Yine de bağımsızlığa özgüdür tüm kayıtlar.
"Milli sınırlar içinde vatan
bütündür, bölünemez..."
Dik durma dünyasıdır, direnme
dünyasıdır, bağımsızlık kavgasıdır gerçek dünya. Ve kutsaldır. Her kutlu isyan
da kurtuluş mücadelesi. Mücadele büyük zaferle perçinlenir tarihe. Bu gerçeklik
vizyonsuzların, kadersel kolaycılık rotasındakilerin anlayamayacağı bir
konudur. Çünkü onlar daima esarete götürür kutsal emaneti. Haliyle hayat
damarları da tıkanır.
Yani dinsel, tinsel ve tensel kapışma
mensupları bilemezler, anlayamazlar bağımsızlığın değerini. Oysa salt Vatan
aşkınadır tam bağımsızlık, bağımsızlık savaşları. Ve zafer. Çünkü tırnak içinde
verilir temel gaye.
"Söz konusu vatansa, gerisi
teferruattır..."
ZAFER KAÇKINI KORKAKLAR VE SİLİKLER...
Korkak ve siliklerinde gün olup güçlendiği, iktidara yerleştiği olur. Bu
gerçekleşir ama bir zafer getirmez. Hatta zafer kaçkınlığıyla akut hastalıklı
tavırla mevcut büyük zaferleri dahi küçümsemeler adetten görülür...
Bu görgüsüz, nereye olduğu belirsiz aidiyet ve pusulaların şaşması
gürültücü ve tansiyonu yüksek bir hava yaratır. Daima bilindik yanlışlarla koca
koca zaferler ve bağımsızlığa adanmış ömürler hiçe sayılır.
Zamanla uydurma zaferler sarhoşluğu kronikleşen bir boşluk yaratır ve
bağımsızlık o boşluğa hapsedilir. O boşluğa asla kalıcı olmayan kayıplar
kaydedilir. Korkak ve silikler tahtası asılır.
Oysa soylu fırtınalar sonsuzluğa hazırlar, sonsuzluk ta zaferleri...
Bu her fırsatta unutulur ve unutturulur. Ancak tarihle sabittir ve
nesillere acı derstir. Korkak ve siliklerin gururu emperyal kopuklarca daima
okşanır. okşandıkça onur haysiyet kaybedilir. Hayatın tam içine bozulan sosyal
ortam bombası düşer. Heybetle patlar. Bingbang usulü veya atom benzeri. Hiç
fark etmez, ömemli olan tahribatı.
Takriben ödenecek bedeli ise toplum değil, kişiler belirler. Gidilecek yolu
ise kişiler ve toplum beraber. Alnı açık, dimdik ve yiğit olanlar
belirleyicidir. ve belli belirsiz yapay güç anında göç eder. Sıvışır. Yani
korkak ve silik benlikler tahtırevanı bırakıp kaçar. Kaçarken de şaşkına
dönerler. Anında gözden yiterler. Çünkü sonsuza devrilen büyük Zafer, gözleri
yakar eritir...
Bu atmosferde cıvık, korkak ve silikler bin türlü numarayla Zafere giden
yollara mayın döşerler. Zafer yolcularının etrafını dikenli telle çevirirler.
Çeşitli zehirli mazeretlere sığınarak, melanetin ardına gizlenerek kutlu
mücadeleye müdahale ederler.
Yetmez elbette. Zaten tahtırevan havası silikleşince merkezi korkular ve
hayati kararlar da yabanlaşır. Tarihe yabancılaşan bu korkaklar ve silikler
yalan yanlış, uzaktan kumandalı oyunlara girişirler. Bu aksak girişimler
hattozatında kaybedişin açık rehberidir. Kayıp hayata rehin kalma ve son
sınavda çakmadır...
Şimşek çakar çakmaz korkak ve siliklerin beyin kıvrımlarında kaçıp gitmek
arzusu arsızca kıpraşır. Ama nafiledir.
Çünkü nihayetinde elbette korkak ve silik sahtekarlar kaybedecektir. Ve
Zafer zafere inananların olacaktır...
Diğer yandan Zaferi yaratan gerçek kahramanlarla, hayal dünyasından ezik
kahramanlaşmaları kapıştırmak, salt kafa karıştırmaktır. Aymazlıkla ileri
sürülen ne varsa hiç ölmeyecekmiş tavrıdır. Yalandan, yanyatan rüyaların silik
anılarından faydalanarak korku ve ecel ilişkisi güncellemesidir. Ancak nice
zaferleri silmek işten sayılsa da mümkün değildir.
Yalancı tanıklarla üstü örtülen, özü boşaltılan büyük zaferler, aslında
yolun sonunun göründüğünün ta yüzyıl öncesinden habercisidir. O yüzdendir
habire karalamalar. Bu yüzdendir kamplaşmaşar. Ama hiç tutmaz. Zaten buradaki
tek endişe ebelenmek korkusudur. Çünkü karanlıkta, korku dağları bekler.
Elbette kendilerini var eden Zaferden ürken, korkan, korkak ve siliklerin güç
devşirdiği iktidarlar da bir gün düşer. Daha da düşecektir. Düşerken de bir
şeyleri her şeyleri, kutlu değerleri, tarihsel emanetleri küçümseme adeti
tersine çevrilecektir.
Yani küçük beyinli korkak ve silikler daima büyük ve Kutlu zaferlerin
altında ilelebet ezilecektir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder