KARADENİZ...
On bin yılların coğrafik kurgusunda on bin gemiye,
yüz bin takaya tek bir denizdir, Karadeniz. Belki de yüz bin, milyon. Yerleşik
kurguda ise çok çetin bir coğrafyadır. İçinden pek azı cılk çıksa bile
insanları da çetin cevizdir. Tartışmasız su kürenin en çetin denizidir
Karadeniz. Karadenizli...
Magmadan arşa, yağmaya hiç gelmez. Büyük günahları
ve dönülmez hataları asla affetmez. Doğayı dengeleyen sır küpüne
dokunulduğunda, beyninin tası atar. Sular seller gibi kükrer. Hırçın dalgaları
ezelden ebede kanıtlarıdır doğanın. Kabarır, kanatır ve karartır. Eşsiz
güzellikteki manzarayı bulandırır. Çünkü sergilenen ihanete, böyle yapıştırır
silleyi. Akar toprak hilleyi hurdayı, hülleyi gömer. Sular seller, yarım adanın
alnına sürülen kara lekeyi siler...
Silinmez destandır Karadeniz. Karadeniz'e özgü
kalıtsal bir kalıptır emsalsiz doğası. Doğanın kanunlarının tersine tavrı ve
zıttına akıl kuşatılmışlığını kanadı kırık kuşa çevirir. Anında ve vadesi
geldiğinde. Komplocu plantansiyona ve politik pozisyon şımarıklığına daima ince
ayar çeker. Yeraltı ve yerüstünün tuhaflaştırılmasına ise asla tutukluk yapmaz
silahlarıyla kesinlikle izin vermez...
On bin yılların çetin coğrafyasında yerleşik kurguyu
düşüncesizce bozanlara, oyun içinde oyun doğal uyumu yıkanlara, hiç acımasız
hacimli akan sularıyla en tehlikeli yüzünü gösterir. Ve yüzsüzleri Karadeniz'e
sürgün eder. Doğa düşmanlarını süter, sürükler, süründürür...
Bütün çileyi işte bu çetin coğrafyanın, çetin
insanları çeker ne yazık ki. Doğa koşulları ile yılmadan boğuşan bu çetinceviz
insanlar haksız yere bulanık sulara gömülen hayallerini ararlar her yıl. Yılda
bir iki kez tüm kazanımlarını kaybederler.
Yine de umutlarını diri tutmaya çalışırlar. Daima...
Çünkü Deniz Karadeniz'dir, onlarda Karadenizli...
Yılların, belki de on yüzbin yılların, milyon
yılların coğrafik kurgusu çetin doğayla çetin kavgayı akıllara ve yüreklere
işler. Genetiğine kodlar. Dünya alem bilir ki bu konumda, ta antik tarihten bu
yana Karadeniz ile asla dalga geçilmez. Dahası aksular akan sular, göller
göletler, kaynak sular çifte gözeler, sel olur, denize ulaşmaya çabalar. Dahice
hırçın dalgalara dönüşür set, bent tanımaz. Yıkar geçer ve Karadeniz'e de
ulaşır...
Öyle ki o parlak karalacivert sular nice örtülü,
ölümcül hikayeler barındırır her bir zerresinde. Dünyayı özetleyen her
damlasında. Ve derin dip vurgunları belirler, pik boyunu...
Bu boylamda kainatı güzelleştiren doğal efsaneyi,
doğal felaket tahtına çeken ise milyon yıllık çetin kavgayı ve bir uçtan diğer
ucuna kutsal davayı bilmeyen tipitiplerdir. Paranın kudretine tapınan, sinsi ve
kötü huylu dokunmatiklerdir...
Bu doğal doku ihanetçileri, Karadeniz'in doğal
dokusuna dokundukça, emanete hıyanete bulaştıkça, bir gün kendilerine de
dokunulacağını hiç düşünmezler. İhanete daha fazla dayanamayan dokunulmaz
coğrafik kurgu ise umulmadıka cesaretli direnç gösterir. Şartlı refleks uygular
ve rakamsal performansları yerle bir eder. Çapulu çamura balçığa gömer. Köhne
kültlerden uzaklaşmayı, doğal köklerle yakınlaşmayı yakın çekim gösterir.
Doğanın binbir hileyle çökertilmek istenen dinamik varlığı, doğrucu tespitleri
doğrultusunda tabiatın milyon yıllık mevcut yasalarını bir güzel anımsatır...
İşte o yüzden on bin, yüz bin, milyon yıllık
Karadeniz'e özgü coğrafi kurgu, başta doğal kurguyu bozan uydurma sahil
otoyolunu kabul etmez. Denizin doldurulmasını suni kordon yapılmasını reddeder.
Hele bu yolla havalimanı icrasına muhalif kesilir. Billur derelerin yatağıyla
oynanıp kurutulmasını, hesapsız kum çıkartılarak çoraklaştırılmasını geri
püskürtür. Akarsularına kurulan başbelası hesleri hiç istemez. Hatta dere
boylarına beton bloklar dikilmesini, toplu konut ayıbını ilk fırsatta yüzlere
vurur. Özellikle organik tarım ürünleri ile alay edilmesini, üç kuruşa hasat
mevsimlerini hiç affetmez. Canı burnunda cezayı keser.
Çetindir Karadeniz, çetindir Karadenizli. Günü gelir
topuna bileti keser...
Selam olsun şu çetin coğrafyada, Karadeniz'i soldan
dalgalandıranlara...
DİNSEL CEPHELEŞME
Dinlerdeki her kırımda, acımasızlıkların tamamı için
tanrısal ilhamla yapıldığı söylenir. Kırılmanın özü, katı uygulamaların hepsi
de seçim-geçim mekanizmasına dönüktür. Ve dinler, ne yazık ki hakkıyla
işletilmeden iktidarlaşır. Yetinilmez, kesin bağlayıcı hükümlerle dine yeni bir
nitelik kazandırılır. İştiraklerle istenen şekle dönüştürülür...
Yani dinlerde fay hatlarını, bütün kırılmaları
aklama çabası, ebedi iktidar, sonsuz iktidar hevesine kapılmaya dönüktür. Lafta
melun şeytan üçgeninden sakınılır ama gerçek dinden de kaçılır. Kaçamak,
asılsız ithamlar arkasına saklanılır.
Kırım, kıyım mantıksızlığı ile fay hattını
unutturmak için yeni cepheler açılır…
Bu cepheleşmeyle Tanrı’yı ve yarattıklarını sevmek
ve ebedi hayata hazırlanmak ise iyice zorlaşır. Özellikle kutsi şiir, kutlu
ibadet bir yana, cihat etmeden cennet olmaz yalanı, din cahillerine dayatılır.
Hatta bu din dışı zorlamayı kabul etmeyenler, din dışına itilir. İş katli
vacibe dayandırılır.
Ve tüm iktidar kavgalarında, iktidarın kaynağı ve
saltanatın vericisi Tanrı olarak görülür, gösterilir. Her şeyin Tanrı adına
yapıldığı yalanına sığınılır.
Oysa Tanrı, tüm dinlerde din getiricileri dâhil, hiç
kimseye, tanrılık sıfatı ile tanrısal bir ayrıcalık bağış etmemiştir. Dinlerden
hiçbirinde kitabına uymayan ağırlık tanınmaz. Kıta, bölge, site, kabile
dinlerinde bile, din dışı kalmayı yeğleyenlere, ateistler ve deistlere kadar
herkese, hoşgörüyle bakma duygusu yerleşmiştir. Kısmi veya kitlesel böyle bir
dinsel vurgu egemendir. Özellikle tanrılı tanrısız her dinde, hoşgörü en üst
düzeydedir.
Dinlerde kırılma noktası yaşanmaması için, gereken
de aslında bu toleranstır...
Dinlerde fay hatları ve kırılmalar öyle bir döngüdür
ve öyle acımasız şeyler yaşanır ki, kırk katır kırk satır babındadır. Asla
merhamet edilmez. Sanki acımak, dini lügatten ve Tanrı katından çıkarılmış gibi
vahşileşilir. Ne yazık ki yüce din statüsünde görülenler bile, yetersiz ve
gereksiz insanların elinde ve boş beyninde bir kıyım aracına dönüştürülür.
Din buyrukları kıyam, yerine kıyımı kapsar sanılıp,
vahşet girdabına girilir. Sosyal bir varlık olmanın sınırı günden güne dibe
doğru arşınlanarak, herkesi aşağılayan bir mevkie hizmete tabi olunur.
Vahşetin adıdır dinde kırılma noktaları ve kırımı
sağlayan dincilik…
Dalavereci, bir o kadar da duacı din kalpazanları
çoğaldıkça, mütemadiyen bu melun tuzağa düşülür. Ve yarınlarda, o kayıp dinin
kutsal kitabını okumak da, yazmak da çok daha zorlaşır.
Yani bu dini yıkım ve dinsel kırım, süreç içinde
nereye doğru bir evrilme gösterir, bu kesinkes hiçbir zaman anlaşılamaz.
Ağır acılarla derinleşen bu anlaşılmazlık ve
cepheleşmeye koşut, sadelik ihmal edilince de sahtecilik ve ihlaller başlar.
Ayrışma, kutuplaşmalar, din yarıştırma, dinlerde fay hatları ve dinde
kırılmalar peşinden gelir…
Özen gösterilmeden öyle öngörülmüş uygulanmış yükü,
sonuçta teokratik bir karmaşa oluşturur. Ve tüm iktidarlar, konuları Tanrıdan
almışlıkla değerlendirir.
Oysa dünyanın en eski imparatorluklarında, yüzyıl
başında yıkılanlar da dâhil tüm imparatorluklarda din, kılıçların gölgesinde
var edilmiş, yaygınlaşmıştır. Her sıkışmada Tanrı savlarına sığınılır ancak
kılıçlar yetmeyince halklar üzerine cehalet yağdırılır. Taraflar sadece yok
etme ve sindirme temelinde etkinleştirilir. Yetkinleştirilir.
Tanrıdan ve tanrısal varsayıldıkça din elbette kendi
iktidarını kurar. Ancak doğasındaki değişmez kuralların çokluğu, her iktidarı
despotlaştırır. Bu ne önyargı ve ne kötü bir tutuculuktur ki, dinin evrensel
ilkelerine de ters düşülür. Oysa her dinin teorisi, tartışma pratiğine
dönüktür. Veya dönüştürülmedikçe, politik birimlerin tamamı çağın din bilincini
yıpratır.
Yenilikçi ve reformist her direnç gelişir gelişmez,
din gericilerince tırpanlanır. Ama her nedense durağanlaşma, kaygısızca
geleceğe aktarılır. İleriye dönük kazanımlar statükoculuğa kaydırılır. O vakit
bu din, neyin dini diye soranlar çoğalır.
Toplumsal düzen için iktidarlar şarttır ama dinci
iktidarlar şart mı diye ayrışılır. Bu gerici inatçılıkla, inanılması zor o
muhteşem görselliğe ve güzelliğe asla ulaşılamaz.
Öyleyse Tanrı iktidarı görülse de, tanrı iktidarını
yeryüzünde toplum yararına kimlerin kullandığı ve kullanacağı en can alıcı
noktadır.
Başlangıçta Tanrı ve yönetilenler arasında yukarıdan
aşağıya işleyen bir iletişim kurulabilir. Ama bu uzun sürmez. Çünkü
gözüdönmüşlükle dinler meliki zalim, maliki Allah kerim, vahasına mayalanır.
Din ile siyaset kol kola girince de sonuç derinleşen
uçurumdur. Salt iktidarın devamı için din feda edilir.
Tanrının yansıtmadığı, tanrı aklının yansımadığı her
yanlış neye mal olacak bu çok önemlidir. Bunun için farklı dini formatlara
kapılar aralanır. Kutlu emirler çarpıtılır. Öğütler ve methiyeler düzmek üzere
planlanan her şey çapsız küçük kıyamet senaryolarıdır. Toptan yok olmuşluk o
zaman hissedilir. Kuşanılan ilahi ve uhrevi zırh delinir. Kısa zamanda din
karşıtlığı yenilenir ve güçlenir.
Tarihteki büyük cepheleşmeler, kırılmalar ve kati
kopuşlar işte böylesi itibar yitimleri ile başlar…
Gelinen son aşamada yeni bir din ve yeni dini
kimlikler oluşur…
Dinlere yeni dini kimliklerin hâkim olmasıyla,
dinler de kimlik değiştirir. Kabuk değiştirir. Yaşanan ve bir türlü çözüme
kavuşmayan kırılmalara ek, bu malcı, anamalcı zihniyetin dini özelleştirmesi,
din adıyla kitlelerin hakkının daha çok yenmesini getirir.
Dinsel cepheleşmeler yerine gerçek dinin savunulması
gerekir. Ancak Dini yalanlayanlar bu din perspektifinde baş tacı edilir.
Ve yeni cepheler açılır...
DOĞAL ADET...
Kuzey'in başlıca derdi artık doğal halden sayılan,
toprak ve su ile gelen ve de geldiği gibi giden afet. Dert büyük, dert ortak,
dert ağır yük. Orada el yel, su sel, Hes heyelan sarmalında her bir şey. Öyle
ki doğanın sabrı gün olur tükenince, dakika sekmez doğal afet patlar. Ama bu ibretlik
felaket, hep doğal adetten sanılır. Yıkımlar, maddi ve manevi zarar sineye çekilir.
Çekmeler çekilmeler. Çekilecek dert mi demeden çekilir. Nihayetinde sular
çekilir, geriye kirli çamur, pis batak kalır...
Katledilen eşsiz doğa manzarasında, Dere yataklarını,
al yeşil bükleri mesken mekân tutmuş Toki, işkembesi doymaz Hes patronları, idareten
sabret gülüm mekanizması ve işbirlikçi ahali gittikçe azıtınca bir anda çirkin
ve ürkünç tablo gerçekleşir.
Yiten giden canlar ve külliyen zarar...
Kuzey'in su ile imtihanı, doğal afet potasında
eritilen, doğal adet tutsaklığıdır. Doğanın varlığının tescili, merkezi ve
yerel siyasetin resmen iflasıdır. İradesi gevşeklik, ifadesi adaletsizlik,
metazori itiraflar ve travmatik trajik sondur.
Sonuçta toptan kaybediş…
On yıllardır kuzeyin billur kaynak suyunu Hes patentli
eller çaldı. Hat safhada her hırsızlık su sel oldu, alın teriyle hasat yel oldu,
kara toprak kaygan ve kaypak heyelan oldu, topu birden vurdu kaçtı. Kaçtı
vurdu. Böylece baştan suçlu kopya karakterler, etkisiz yetkisiz kurumlar, hayal
ötesi örnek vakalar, hep doğal afete bağlandı.
Yani göz göre göre başa gelen doğal afetler, doğal adetten
görüldü ve ehveni şer kabilinden kabul edildi. Sarsak sarsıntılar dere boyu sıradanlaştırıldı.
Hassasiyet sahil boyu sadece politik çıkarlara harcandı. Haklı asabiyet pik
yaptı, saklı asalet dip yaptı. Haliyle milli ve yerli değerlerin unufak olması,
gelenek ve göreneklerin toz toprak bulanması, topunun bulanık suyla sellenmesi
defaten güncellendi…
Her selden sonra misli misline ağırlaşan ise kötü şartlar,
şarki mistik fesat ve gırla fırsatçılık. Yani kader perver yaklaşımlarla katlanan
felaket ve felaket simsarlığı. Tarumar eden telefat ve örtülü himayeler. Resmen
felaket tüccarlığı…
Ne oldu, ne oluyor derken, Kuzey'in suyla dellenen derdi
en büyük dert. Bu körbela selleniş, açıkça tehditkâr ve tahribatı keyfekeder. Sebep
olanların kefareti de çok ağır…
Doğanın günbegün katledilişi gündemden düştükçe,
tabiat anaya saygısızlık artıp, ahlak kalmadıkça doğa kendini daima anımsatır. Bayrak
direğine kutsal isyanını çeker. Doğal olarak doğayı yok farz edip, doğanın
kanunlarını hiçe sayan, kati kuralları çiğneyen, çepeçevre kuşatma temsilcileri
de yerle bir olur. Bedeli ederi, getirisi götürüsü bariz, su bazlı batış.
Sel su, piramitsel hiyerarşi başta, her şeyi
sürükleyip götürür…
Geçti geçecek sanılan sağanak, ölüm dirim kıvamında maliyeti
yüksek fonda, marifetini her tonda sergiler. Gök yere çatlayınca, su akarını
bulamayınca, sırça fanus hikâyeleri de tuzla buz olur. Yani kuzeyde sık
aralıklarla, Hayat kitabının tam ortasından ıpıslak anılar sellenir. Hayatın
dengi dengesi şaşınca, emanete ihanetin cansızları ve arsızları suya sele kapılır,
ta Karadenize dek ulaşır.
Ula bula, Kuzey'in baş derdi nesnel ve toplumsal
duyarsızlaşmadır. Doğaya düşmanlık, kutsal emanete ihanet ve kaçınılmaz sona
bile bile sulanmaktadır. Sonra ah vah, vay böyle kaderin edebiyatı, ebedi
Edepsizlik. Oysa ‘Edep aklın tercümanıdır. Herkes edebi kadar akıllı, Aklı
kadar şerefli, şerefi kadar değerlidir…’ Doğa zenginliklerine ve geleneksel
değerlere hoyratça el uzatıldıkça, sonsuz iktidar hevesiyle olura olmaza dil ve
bel bağlanınca, sulara sellere kapılır küçük dünyalar.
Dünya ahret hesap edilmeden, altüst edilen ve
kirletilen Doğanın ödül ve ceza rutini de bellidir. Doğanın etini ve ruhunu
temizleme süreci her andır. Ansızın, en
beklenmedik bir zaman diliminde doğal afet patlar. Adetten görülen ara formüller
araya sokmadan direkt. Pat diye. Yani su temizliktir, Temizlik imanın
gereğidir.
Kuzey'in tek derdi su ve toprakla gelenler ve
geldiği gibi sıradan ve sırak gidenlerdir…
Kuzeyde bir yerlerde kod turuncu, hat kırmızı. Hatta
yer gök kıpkızıl balçık, masum yüzler çamur. Sel su, el yel, Hes heyelan
çıkmazında büyük facia. Doğal afet. Açılımı doğal adet.
Yıllar yılı pes dedirten türden aynı terane. Doğal
adetten görülen doğal afet fiyaskosu. Pes doğrusu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder