17 Ağustos 2020 Pazartesi

AĞUSTOS-2

ÇİVİLEME...

Her yaz geldiğinde, birden bire akla takılır çivileme dalışlar. Çivileme üstadlığı. Bu üstadlık herkese de nasip olmaz...

Yıllar yılı göğe çivilenen deliller, dilli düdük şeytanlığından binbeter, şeytanlığın daniskası. Dilde kelam, elde kalem, kırık dökük cümleler bile yetersizleşir kutlu davaya. Darda kalınınca hayat aritmetiğinin çarpanları, üstesinden gelinecek nazarlığı daima parlatır. Evin önüne çivilenmiş denizde saklı tutar. Çünkü mutlak lazım olur. Pentoganvari darbelerle gelen Ohal panayırında, göğün rengi çivit mavidir, yer kan kırmızı...

Arı kovanına çomak sokma cesareti tek kelimeyle ödüllendirilir. Adam olana idam. Kelimeler piramidinde, kıytırık hevesli her eşdeğerlemeye değer mi sorusu yerleştirilir. Sorunun yanıtı hiçpic kampana ve etnik kompleks. Komplesi unutulur ama dünya etme bulma dünyası. Adam olmayana dünyanın tersi...

Yalan dünya. Topun ağzında topuna isyan bombası. Göğe ateşlenen benliğin dile gelmesi. Beynelmilel benzeşme. Öyle iki kaypak ruh, iki kaygan beden bağlamında emsal kayması değil. Çirkin görüntüler eşliğinde, beşikten mezara şereflice Beylik patlaması. Beyim, elde kalem, dilde kelam, akılda kırık dökük haller, fonda keman tınlaması...

Tıknefes göğe süzülen yerli yersiz heyecanlarla ruhsal heyelan. Heybetli kelimeler dağarcığında darağacı hemşireliği. Yağlı urgan hemşeriliği. Hem de Ata paşa olgunluğuna karşın. Hazneye düşen, haneye giren. Gergefte ebedi düşmanlık. Göğe çivilenen güvencin yitimi. Her şeyi bilmeyi vatan, bilmediğini vatan hasreti görenlere  göğün rengi kan kırmızı. Göğe yükselen çivit mavi..

Yükselen sanı ve kanı arasına sıkışmış kansızlar ise zilli nazik, belli cinlik nefesli. Kalemin kağıtla dansından dökülen kelimeler kırık dökük hayatın zor verilecek son nefesi. Nesline değil nefsine uyanların vereceği son nefesin betimlemesi. Tek kelimeyle zor...

Beter çivi yazısıyla çığ gibi büyüyen şeytanlık, türlü çeşit aktörler ve taktiklerle eskimez öğütleri üğütünce göğe çivilenir dahilik. Dahilde hariçte çivileme üstadlığı. Çivileme üstadları çokluğun yokluğunu, azınlığın azgınlığını çivit maviye raptiyeler. Ve iki kirli ruh, iki köhne beden yozlaşması, her seferinde on yılları yok eder.

Ne der ne eder bakılmaz, kölelik içgüdüsü daima muteber olanı değil mendebur olanı seçer. Hain tutkulu teğetlenme ve kusurlu güdümlemeyle. Bu güdüklüğe elde kalem, dilde kelam gümbürtüsü de yetmez. Millet memleket dayanamaz. Salt zilli düdüklerin, sınır bozanların civatası gevşer. Gerilir dünya.

Çelik boru borazanlar çalmaya başladığında, çivileme dalışlar peşpeşe gelir. Pikten dibe, candan cama havasızlık ve yenilen büyük vurgunlara rağmen. Tan ağardıkça aykırı hareketler tandemini radikal kelimeler bayıltır. Asla tersinden okunmaz çivi yazılı tabletler ayıltır. Çivit maviye çivileme üstüne çivi, ardına çivili bombardıman. Çünkü balık hafıza ve kuş zekasıyla kurtuluş imkansızdır...

Bir kuşluk vakti çivileme üstadından mutlaka herkes nasibini alır. Ya nasip. Ve kırık dökük cümleler çivilenir, çivit mavisi göğe. Bidensizlere armağan...

Her kış vakti çivileme panayırında birden Biden sizlik ve aynı panik yaşanır. Zihinlerde çivit mavi göğe çivilenenler ve kan denizine çivilemeler. Panik sonsuza dek...

ENTERESANT ENSTANTENE...

Müsabaka devirli devirsiz devam ederken, öyle enteresan enstanteneler patlar ki, açık kişilik bozukluğunu, şuursuz hücre egemenliğini, nesepsiz nüfuz itelemesini, insafsız itibar hırsızlığını mekanik biçimde gözler önüne  serilir. Müsabakayı baştan kaybettiren bu veteranlık karmaya, etik dışı girişimler ve ebedi hiçlik yatkınlığı da ulanınca çokuluslu evrensel rastlantıların değeri bir anda yok olur. Yani kızaran köze göz koymak, yalımlı ateşte kaynayan kazana baş vurmak, titreyen öze el uzatmak resmen kimya bozulmasıdır...

Bozulan kimya neticesinde çatmalara kazınmış elyazısı hatıralara hiç aldırmadan, iğreti senfoni peşinde harcanmak ise enteresanlığın dik üçgenidir. Dar açıda harla harmanlanmadır. Hal ve gidişat iki ileri bir geri hararet yapınca da, öze köz düşüren kurnadan kana kana içip, enstantene icabı fetbazca kızgın kuma yatmadır. Bu kumandası kırık yatıklık ve yataklık pik yapar görünse de dipin dibidir. İşte o zaman karakaplı kitabın şifresi de değişir.

Hatta dünyalar bile değişir çünkü, istekli veya istem dışı kaçamak saatlerin hesabı ağırdır. Affı zor afiyet ve zafiyet perdesinin son repliği hiç umulmayan bir anda trübünlerde patlar. Patlamayla tül perde kül olur. Kan ve gül rol çalar...

Çapsız çalımların enteresan yanı, güneşin mızrak boyu alçaldığı enstanteneye denk düşen tarihi kurgudan kopuştur. Tarih utanç yaftasına yazılan şekliyle anar her benzer arsızlığı. Ve ancak kızılötesi ile ölçülebilir tohum bozukluğu. Zaten kale geniş, top yuvarlaktır...

Müsabakanın ilk devresindeki sonuca neden, enteresandır ki meme yapan meksefe ve yakın mesafe sefitmesidir. Enstanteneler ikinci kez, üçüncü gözler tarafından izlendiğinde enteresan sayılabilecek anlık figüranlık da orta yuvarlakta yere serilir.

Sergilenen oyun zaten açık seçik optik yanılgı simsarlığıdır. Müsabakanın ikinci devresi de bu yüzden hiçpik yuvarlağı peşinde enteresan bir koşuşturmacadır. Nihayetinde piarsız, parti parti neticeye bakılır, skor pin koduna bağlanır. Katafalka yatırılan ise canlı cansız oynaşma ve kaynaşma güdüsü, bilindik dürüstlüğün kaybedilmesi ve ilkel benlik zedelenmesidir...

Yarı batak çamur bir zeminde enteresan bir trajedidir, sıklaşan ataklarda enstantene zayıflığı. Pazardan mezara pazubandını takan beylik, bir kez sekterlenince müsabaka sekmen tutmaz bir daha. Saha genişler, sağlı sollu ataklar dalga dalga gelir ve kale düşer. Temeldirek değerler de pisliğe belenir. Ve en sert kayalar preslenir. Merkezkaç kuvvetle mihenk taşı yerinden oynatıldığında as takım çöker. Ayak takımı kurulur.

Hayat öyle enteresan oyunlarla bezeli ki, taktiksel safsataların içinde,  püf noktasına ulaşmak şuurlu hücre egemenliği eseridir. Minyatür özgürleşmelere tav olmak ise enteresan bir ruh bozgunudur. İlk dakikadan itibaren çöl durgunluğu yaşanır. İlk dakikada hırçınlığın orta yerinde, eşsizlik yerleşkesine savrulunur. Sonuç ilk durakta tene yerleşen şuh ama şuursuz tereddüt halleri ve kayda geçen büyük tedbirsizlik ile Denizi geçip sazlık derede boğulmaktır.

Çok enteresandır ki, yasak yerleşik yaşam kum fırtınalarını besler. Kumdan kavrulmuş herkese kimya bozukluğunu yaslar. Kuma dair enstanteneler zamanla can sıkar.

Zaten fizik bitap düşünce, gözlerde bıkkınlık parlayınca, mekanik itlik ve otomatik hiçlik pik yapınca ömür darlanır. Tüm bunların neticesi dip dalgası olduğu bilindiği halde kısa ömre acemi çentikler atıldıkça atılır. Son ataklar ise gizli formülleri olmayan hayatın mekaniğini bozmaktır. Müsabakayı hükmen kaybetmektir. Bu kayıp resmen küme düşürür. Düşkünlük hiç de akıl kârı değildir.

Yani çok enteresan enstantelerle geçen müsabaka asla kazanılmaz. Zor oyunu bozar, kor ateş kazanır...

AÇIK ÇEK...

Açlık ve açgözlülük, aç ve açıkta kalmışlığa özgü bir özellik değildir. Açıkça özü kaybedişle orantılı bir orantısızlıktır. Hazırdaki açık çeki yırtıp, büyülü ve ince örgülü bir atmosfer aldatısına aldanmadır. Vasıfsız kanmadır. İflasa hazırlıksız yakalanmadır...

Zaten alavere, dalavera dünyasında her yavan vakayı, yalandan vahaya çevirme gayreti dünyayı mahveden en büyük çelişkidir. Çünkü bugün birilerinden arsızca beslenenler, yarın o eblek besleyicilerin doyumsuz açlığı olurlar.

Doymazlar asla ve bu maddi manevi açlık kuryeleri daima itelenmiş, ötelenmiş ve örselenmiş hissiyle haklılık payını artırma peşine düşerler. Uçuk kaçık akılla her sorunu, bu perspektifte kaşır ve kıytırık planlar düzerler. Bu düzmece planlardan en kıyılmazların dahi aşırı zarar görebileceklerini hiç hesaba katmazlar. Hem işin sonunu hesap etmez hem de oburca açlık telafisine yeltenirler.

Bu yelbeyin tutsaklığın hangi dermana derkenar olup, denkleneceği de hiç belli olmaz. Ota mota hesabı...

Bu otoban kuryeleri, sesi yakından gelen davullar, dengi dengine çaldığında ise aman diler, zaman isterler. Elbette nafiledir. Çünkü en kutsal kazanımlar bile bu sahte açlık duygusuzluğu ve saldırgan aç gözlülükle en başta kaybedilmiştir...

Haybeye açlık ve açgözlülük, açıkça hükümsel boşluklar da yaratır. Yalap şalap, boş dolu insanlık ölçeğine uymayan sıradanlıkla namahreme dahi el uzatılır. Kutlu emanete, kudurmuşçasına çengel atılır. Ve bu bayağı ve de beceriksizlik sarmalında saltanat sürüldüğü farz edilir. Aç açık, kutupsuz kıblesiz, kutsallık yanılgısından beslenilir. Bilahare bitler  kanlanır ve arsızlık pik yapar. Kısa zamanda da dip. Aslı nesli hiçe sayıp, çok yüzlülüğü yani yüzsüzlüğü kutsallaştıran bir modda batağa çakılmadır toptan.

Ancak enikonu açlık ve açgözlülük bakidir...

Baki gökkubbede ışık görmez tünellerde tüneyerek, kan içici yarasalığı yasal sayıp, karanlığa fışkırmak resmen sünger akıllılıktır. Süper işler halledildiği zannedilerek etrafa ve geçmişe sünger çekilebileceğini yansıtan bir yanılsamadır topu. Elbette bu açlık ve açgözlülük müdavimleri bir gün birinden, yarın başkasından beslenir. Geçici açlık yatıştıran bu eylemsellik, özünde iflah olmaz bir insafsızlıktır.

Böylelikle inceden inceye insanlıktan çıkılır. İlelebet iflasın eşiğinde, ifritin beşiğinde sürdürülecek bir hayatta eşelenip durulur. Ancak durmaz çark, istifade düzeneği mahşere kadar açlık ve açgözlülüğü tetikler. Ancak tetiğin boşluğunun alınmasıyla, açlar ve açgözlülerin kabaran iştahı birden kesilir.

İşte o yüzden, özellikle dünyaları kasıp kavuran pandemi döneminde, azgınlaşan koronavirüse açık çek kesmek, resmen binilen dalı kesmektir...

KARA PAZAR AREFESİ..

Kanunlar, nihavend makamında mest eder hazirunu. İllaki, notalarla belirlenen ilahi kanundan asla kaçış olmadığını da salt arif olanlar anlar. Ve kompozisyon gereği nihai karar anında davacı ve davalılar ayakta olmaya davet edilir.  Meskeni dağlar olanlar, zaten daima ayaktadır. Maskesi düşenler ise kilçamura paspas artığıdır. Artıyı eksiyi bilerek manzarayı çözenler her melodiyi ıslıkla çalar ve de kanunlara eşlik ederler. Maraz akılla manzaraya çökenlerin ise kara pazar arefesinde, kurulu tezgahları kutsal kurallar çerçevesinde yıkılır..

Yıkımla gelen ve beklenen karar ise zarar ziyan tespiti sonrası bellibelirsizliği kontrolünde tutmak, çalıntı zamanı ve zaman israfçılarını da dörtnala şahlanırken terkide yedeklemektir. Hakkın ve hayrın gücüne inanarak, kimselerin görmediği kişi olma yolunda yolcu, yılmadan en ileriye yürümeye devam eden hancı kalmaktır...

Bu yüzden ıssızlığı yeğleyip, arsızca ısmarlama hayat yaşayanlar, ıskartaya çıkarılınca her doğru karara hiddetlenirler ve müddetlenirler. Bir müddet daha gider hıyanet aşkı. Haliyle gidişatın neticesinde kıymet kaybı, kendiliğinden kıyamete dek anında güncellenir. O güncellemeyle artık gelene de gidene de gücenmek yersizdir. Ve yekten erken seçim. Erken de olsa geç de olsa her doğru seçim yakın geçmişi ve geleceği siler. Ve artık son çare olarak gerekçeli karar beklenir...

Şimdilik aşırı risk zamanıdır ve sabır şart. Yani zaman varı yoğu bir kenara her şeyi uyarına, yarınların temiz ve temizleyici ellerine bırakmak zamanıdır. Zaman her şeyin en keskin ilacı babında. O yüzden toplumsal arenada asla onaylanmayacağı açık bağlılık ve bağımlılık hiç söz konusu edilmeden, ağır yükün kolaylıkla taşınabileceği güne dek herşeyi erteleme zamanıdır. İşte o zaman geldiği zaman, tüm kötülükler mıknatıs gibi tüm ödenesi bedelleri nasılsa üzerine çeker. Çaresiz çekim alanına giren herkesler de layığını bulur. Çünkü etki tepki restleşmesinin eğeri meğeri yoktur kanunlarda. Tek kanun var, değeri gözeten çözümün tek başına üretilmesi ve rahatlama şartı. Bu eylemsellik, şartı şurtu yeniden değerlemeyi de gerekli kılar. Ve anlaşılır ki, maalesef bu dünya o denli önemli değilmiş. Başka değerler varmış gerekçeli kararı yazdıran...

Onun için hayaletimsi davranmak, cin şeytan takılmak, görünmezlik avantajlarını usturupsuz kullanmak, azraile hiç işlemez. İşbilir ölüm meleği güven istismarcılarına ısmarlanacak şerbeti en tatlısından seçer. İşte o zamana dek en doğru karar, aşırı sosyalleşmek, yoğun ilgi ve sevgi odağı olmayı hak etmek, kilitlenen saygınlığı devam ettirmek ve hak talancılarına da günü ve geceyi dar etmek zamanıdır...

Sonrasında hayatı eksik yaşayan ve yaşanmazı yaşatanların noksanını tastamam tamamlama kararıdır. Yani en genelgeçer karar, her haltı afiyetle yedikten sonra başkalarına boş akıl taslayanlara, başkalaşanlara ve pisliğe bulaşanlara kim kızar, kim darılır ve de kim gücenir bakmadan elde kalan son ikramı sunma kararlılığıdır. Bunun için de önce sağlık, sonra karda yürüyüp izini belli etmeme, kulaklara kar suyu kaçırma...

Aslolan bu kargaşada astarı yüzünden pahalı da olsa en kötü karar kararsızlıktan iyi, kararsızlık ise en kötü şeydir faslıdır. Ve bu fasılda en baştan sona, deli saçması saçmalıklardan uzak durmak gerekir. Ve de verilen karara yapışmak, günün birinde zevata en yakışan anı yakalamak için de cömert olmak. Elini korkak alıştırmamak. Artık Allah ne verdiyse, cemilcümle nice kötüleri, kötülükleri haritadan silmek. Sonsuzluk perdesinden soysuzları kaldırmak. Bunun için, her defasında sil baştan başlamak ve kör karanlığa korkmadan dalmak gerekir. Kati karar işte budur...

Şimdilik hayatın bıkkınlık veren, sıkıntı hissettiren yalımlarından, tanımlarından, yaptırımlarından uzak durmak, tanık olunanları bir bir incelemek  ve imece usulü yaşamak zamanıdır. Ve üstün kararlılığı dünya aleme göstermek, zamanı kullanma mahirliğini de kazanmak...

Diğer yandan tek hamlelik kazanımlar için günden güne değişmek ama radikal da olsa kutlu karar doğrultusunda asla pes etmemek şarttır. Hayat döngüsünde yine seçen değil, seçilen olmayı sürdürmek ve hiç bir şey olmamış gibi arkasını dönüp gidenlerin görgüsüzlüğünü de alnının çatından çelik sıcağı öpmeyi öngörmek zamanıdır zaman...

Elbette her zaman bir erken seçim yaşanabilir. O yüzden değişim ve dönüşümün çağrısına kulak vermek ve eski kulağı kesiklerden olunduğunu dört bir yanda göstermek gerekir...

Yani yüce kanunlar çerçevesinde her akla yarar karar, akla zarar eğlence süresini de kısaltır. Ve alçaklığa devamla tüm gerekçeler bir anda çelimsizleşir. Yalan yanlışlar birbiriyle çelişir...

Bu yaman çelişkiler girdabından kurtulmaya dönük, her doğru karar arefesinde kanunlar nihavent makamına bağlanır. Diğer sazlar her telden başka makamlara çanak tutar...

Hazırdan haz tüketenler akıl sıçratan asri vurguyu, net kararları anlayamaz ve basılan notaları asla kontrolünde tutamazlar. Zaman geçtikçe, çalıntı tutkularla kontrolü kaybetmişlik tavan yapar. Bu pikdip sürgününde yavan kalan, zaman israfçılarının hazirundan sayılması da hiç gerekmez.

Gerekmez çünkü bunların itirafları aşikar, isimleri karşısındaki imzalar sahte, bunlara ayrılan zaman, mekan ve makam da ta evveliyatından bellidir.

Karar kara pazar arefesinden...

YYÜZ HAYAT YÜZSÜZLÜĞÜ...

Son nefeste besbeter zorlanılacak, yüzlükten yüz hayat yaşanacak olsa akla hayale sığmaz yüzsüzlük yükü en beteri. Söz olsun ki sözün bittiği yer. Yerden göğe inceldiği yerden kopar merhamet. İllete, millete, memlekete siyaset üstü siyaset...

Durduk yerde, duyduk duymadık kalmayacak denli boşboşuna hedef küçültenlerin, emeğe yılların emeğine boşverenlerin yüzüne, yüzsüzlerin münasibine boşu dolusu on yıllarca izin verilmediğinden yüzeyüz boşaltılamayan ne varsa,  toptan boşaltır boşaltacağını hayat. Arınmak için...

Çünkü ar damarı bir kez çatlayınca, hayat bir daha dikiş tutmaz. Çift dikiş gecikmez. Hayata bir kapıdan şatafatla girilir, diğer bin kapıdan şaftı kayarak kolayca çıkılır...

Hayatta çat kapı baş üstü çakılmamak için önemli olan, her kısır döngüde doğru kapıları aralamak, her kasıtlı döngelde kutlu, doğru ve dürüst kalabilmektir...

En önemlisi hiç umulmadık acı sürprizlere saplanmayıp, pas geçmektir kör karanlığı. Kadife kaftanı yere serip, sinkaflamaktır burnu Kaf Dağı'nda olanları. Dağın ardının farkına varıldığında ise batıktan kurtarılacak hiçbir şey kalmadığı anlaşıldığında dibi delik dandini gemiyi yakmaktır...

Yakın veya uzak, hayat gemisi bundan böyle hangi limana uğrarsa uğrasın, hangi hayaller Denizi'nde yüzerse yüzsün geçmiş geçmişte kalmıştır. Gelecekte Deniz bittiğinde ise o yıllarca izin verilmediğinden yüzyüze boşaltılamayan şeyleri, yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltacaktır hayat...

Maziye bağlanan ömür çok kısa ve tek hayat hakkı var elde avuçta. O yüzden hayattan çıkarılan dersle, elden geldiğince ve hakkınca yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltabilmektir katlanılan hengamı, herklenen engameyi. Eline yüzüne, yüzüne gözüne bulaştırmadan ahenkle...

Yüz yıl geçse, bin yıl geçse her şey boşuboşunaymış dedirtecek denli kanıtlar geride bırakılınca, ileride hayatın hangi boş amaca bağlandığı da açığa düşer. Sonu nereye bağlanırsa bağlansın, hangi israfa istiflenildiyse istiflenilsin, sonsuza dek sürmez salpa saltanat...

Yüz yaşında olunsa da peşine düşülür pest düşkünlüğün. Kıvamına gelince avam, her şeyi yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltır hayat. Çünkü hayatın ceremesini çeken bilir, ederi bedeli belli, kati düşüşler ve düşkünlük ve de yenilgilerle pekişen hayat dersini...

Hayatta kim ve ne olduğunu unutanlar ve de yüzsüzlük sarmalındaki mallar, hayat kadranında neyi hak ederler besbelli. Tekçe zamanı belirsiz. Salt hayatın bildiği şey işin vakti zamanı. Ve azınlık raporunda yazılanlar ve azgınlığın sonu da...

Hayatın sonu, dünyanın sonudur. Ömrün sonuna dek sürecek kösele yüzlülerle kösnül partnerlik ise sonun başlangıcı. Hele ki yanlış ekim, yanlı çekim ihaneti her şeyin sonu...

Hayat, o yüzden vakti zamanı gelince birikmiş tüm isyanını mutlaka ihalesiz, elek yüzlü insafsız yüzsüzlerin yüzüne gözüne boşaltacaktır...

Hayat boş boş bakan gözlere bakarak, bir hiç olarak yaşamaktan vazgeçsinler diye yüz hayat geçse de iradesiz yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltılacaktır, hayatın devamlılığını...

Ardı erdi, vergi ceza düşünülmeden ehlaksızca edi büdü hikayesine dönüştürülen hayat, kensisine reva görülen bu acımasız ve acınası simsarlığı, tüm acılığıyla yüzsüzlerin yüzüne yüzüne kusacaktır. Böylece hayatın altın anahtarı kimdeymiş eninde sonunda anlaşılacak ve altın kabzayla düzlenecektir ahval.

Ahirde, ahval ve şeraiti bozan, ahdi yırtan şerbedleri arkasına dönüp bakamayacak pigler haline getirir hayat...

Eğer son bir kez yanılıp gerisingeri bakarlarsa, gördükleri görecekleri hayatın kançanağı rengi, hayatın kaç bucak olduğu ve hayatın asla bu atılımı affetmeyeceği gerçeğidir.

Dünyanın tek gerçeği pun punduna getirilince, hayatın tüm yenilmez yutulmazları yüzsüzlerin yüzüne yüzüne, yüzüne gözüne, gözlerinin içine baka baka boşaltacağıdır...

Çünkü hayat asla oyuna gelmez. Bugün yalancı çoban hikayesi, yarın bir başka hikaye. Yetmez. Bu gün cahile ilah lahzası,  yarın yarım iman tahtası, ilana bahane bitmez. Öbür gün bilmece bulmaca dünyası...

Dünden yarına hayatın kaidesini kanırtan kaypak hikayeler çengel bulmacalarda, çapraz araştırmalarla sonlandırılır...

Öyle ki dünyalar yansa değiştirilemez mazi. Çünkü mazi geleceğin belirleyicisi. Hayatın yüzsüzlere sunduğu sunacağı çok beter sonun müjdecisidir. Sona yakın boşboşuna pişmanlıklar, kaybedilenlerin yerini doldurmayacağından yüzsüzlerin yüzüne baka baka boşaltacak hayat içindekileri...

Kahirde kirlilik kalmayana, hayat iyice arınana dek, şek, döşek on yıllarca anlaşılmasına izin verilmeyenleri, aklın demek isteyip de diyemediklerini, bir güzel ve tam anlaşılır halde yüzsüzlerin yüzüne yüzüne kusacak ve yüzüne gözüne boşaltacak hayat...

Yüzlükten, yüz hayat yaşansa aynı yüzsüzlük bir daha yaşanmasın diye inceldiği yerden kopsun merhamet. Kopsun kızılca kıyamet misali...

İllaki illete, millete, memlekete gereken, siyaset üstü siyaset...

ŞEMSİYE, HAYATIN CİLVESİ...

Şems içindir şemsiye. İnceden sağanaklar hikayesi. Hadsiz hesapsız hikayeler ise hayatın cilvesi...

Hayatın cilvesidir, geçti geçecek sanılan sağanaklara şemsiyesiz yakalanmak. Dirim ölüm arasında hiç nedensiz ıslanmak. Evi eli, demi şemsi derken yalan dünyaya aldanmak. Karaktersiz havalanmalara kanmak. Bozuk ve boğusuk havalarda inadına şemsiyesiz kalmak. Ve dımdızlak ahmakları her sağanakla birlikte avlamak...

Hayatın cilvesi, cinliboğazda ıslık çalarak mezarlıkları geçerken sağanağa yakalanmaktır. Hangi şemsiyenin altında birleşilirse birleşilsin yağmalanmaktır. Hayatın gayesi ise bayağılığı tez unutmaktır. Umutlanmak, sırça fanus hikayesi çatladığında, billur çarşıya dökülenlerle dirilmektir. Direnmek ve durulmaktır. Dahası her sağanak sonrası patlayan gök gürültüsüne sıvanmaktır. Gübür zamanlar ayracını kitabın tam ortasına koymaktır.

Hikayelerle heklenen hayatın amacı ise şemsiyesiz cilveler, kitapsız cinfikir aykırılıklar sağanağında kendi yolunu bulup yürümektir...

Hayatın cilvesi, gök yere vurduğunda ıslak ve üşümüş halden sıyrılıp, ölümcül vurgunlardan sakınmaktır. Damlalar yıpranmış şemsiye kalkanına vurduğunda, ses ve sis bombası etkisini anında hissetmektir. Şimşekler çaktığında ise efekt tuzağına düşmeden, beter hallerin boğaza düğümlenmiş betliğini bertaraf etmektir. Sünepe sıçanların güdük marifetine pürdikkat konumlanmaktır. Korkudan ıpıslak kalıp, gerçeklerden kaçıp, kurtulma endişesiyle ıssızlığa sızanları göğe asmaktır. Gudubet aynalı sazanları göndere çekmektir, hayatın cilvesi.

Hayatın cilvesi, tavanı delik şemsiye ve ince tellerin ters dönmesiyle beyni cüvelleyen kan damlalarına dayanmaktır...

Hayatın cilvesi, deniz kıyısında gökyüzünü avuç avuç içmek. Sonra sıradanlaşan avurtlanışı avuçlamaktır. Renkli şemsiyeler açıp, açık havada iyice güneşlenmek. Hava bozunca da küp çatlatan misketgöz dolulara yarenlik etmektir. Çıplak ve esnek duruşla, büyük uyanışa esnemek. En sonrası şems deryası, bereket yağmasına cansiperane karşı durmaktır...

Hayatın cilvesi, şemsiyelerin kifayetsizliğine ve sıytarık  sağanaklara hiç aldırmadan, ideal hayatı kaflı kafiyeli gökyüzünden indirmektir...

Sözün özü soğuk ve ıslak bir manzarada, baygın ve titrek bir havada cılız ışıklardan beslenmektir hayatın cilvesi. Cili alınmış ocak peyzajında çotanak çotanak kesintiye uğratılmış hayatı ayalamaktır. Zorbalığa ayaklanmaktır, hayatın cilvesi...

Hayatın cilvesi, saydam renkli, kırgın ve kızgın damlalara, kızıla durgun havanın peşine birden damlara patlayan kapkara gökyüzü patırtısına yürekten patlamaktır...

Pislikle iç içe birlenip, içini dışına çıkaran, zehirli mantar gibi avulayan, yeryüzünün milimetrik ahengini yağmalayanları da kendi yalanlarında boğmaktır, hayatın cilvesi...

Hayatın cilvesi, gökyüzünde sıraya dizilmelik paramparça bulutları hizaya sokan kutlu ahengi, kristal cam parçacıkları halinde yeryüzüyle buluştuğu parçalı bulutlu havayı da kutsamaktır...

Zaten bu kutlu yolculukta devamlı vaziyet alınır ve rengarenk şemsiyeler açılır peşpeşe. Hayatın cilvesidir, kapkara gökyüzünün resmen yüzsüzlüğü  kusması. Boşluğa uzanıp boşalmak, kirli sepetini arsızca doldurmak ise hayatla üstünkörü cilveleşmektir. Hem de kutsal ahengi bozmak pahasına.

İşte bu pahalıya patlayacak otokontrolsüz sürat ve salgın suratsızlık otomatikman kulak çınlamasına dönüşür. Ve hayatın cilvesi, geriye saran, griye çalan kurşun vınlamasına...

Otomatiğine basılınca açılan küflü şemsiyelerin gölgesinde kaçamak adımlarla sıvışmak, kaçmak ıpıslak kaygan bir zeminde zemheri ayıbıdır. Sebeplenilen salahanalık ise ayıp ötesi günahtır. İşin sonu sal ve salhaneliktir...

Hayatın cilvesi, tanıdık izlerin izinde hızlanan, son nefeste bocalayan lodosun tınısıdır. Tanıksız ama kanıtlı, uğursuz ve  uğultulu bir uçuş modudur hayatı tersine çeviren. Şemsiye şenliğinde, huzursuzluk bezeli titremedir, üşümedir şehri kuşatan. Şehrin kuytularında kurşun kurşun bir sağanaktır kapışılan. Kapı dışarı düşülen kör kuyunun çeperini döven kapışmalardır, hayatın cilvesi...

Hayatın cilvesi, savruk sağanaklara bağımlı, ayarsız konfor kozudur. Dirayetsiz doz aşımlı dizandır. Dinayetsiz aşağıdakiler, aşağının da altındakiler pozudur. Tabansız tozutma korkusudur toptan. Sağanak peşine patlayacak tufana çarketme tuhaflığıdır ayrıyetten.

Yekten yerden bitme bu tuhaflıkta göğe tutunan şemse, şaftı kaymış şemsiyeler kar etmez. Çünkü eşsiz deryada, kaynar kazan girdaba yakalanmak tüm dikkati dağıtır. Dikkat dağılınca artan densizlikten, en küçük girintiler bile rahatsız olur. Girintiler birikintiler asla kabul etmez rehavet veteranlarını. Ve dahi hayatın cilvesi milvesi de kalmaz geriye.

Elde kalan sadece irikesim, kenarları kırma saçaklı, ucu etekli tek kişilik erkek şemsiyesidir. Elek etek olmuş kumaşı, belki tek kişilik hayat kurtarır sağanaktan. Pikini pikesini, dibini zirvesini kime saçacağı, kime gününü göstereceği belirsiz bir  havaya açılması da boşa havadır. Bedavaya cakadır. Çünkü kime açılacağı veya kimde kapanacağı bilinmeyen şemsiyelere aldanmak, yaltaklanmak kalın ciltli kitaplarda geçen  romanstır. Şiirsel manacı şemsiyesiz şemsiler bilinçaltı gizlileridir. Kimindir o melun emanet şemsiye, anında anlaşılmıştır ama ıvır zıvır düşünceler yüzünden bir ara unutulmuştur.

Şemsiye hepten unutulmuş sanılsa da cilde vurup dağlayan, hayattan bezdirici kızgın kızıl güneş ve billur tanelere bağlı şuursuzluk eseri cinder cilveleşmeler illaki şemsiye gerektirir. İllaki şems gerekir. Şehrin nefsi incelten kurgusunda şemsiyeler ve cılkı çıkmış hikayeler...

Hikayenin bundan sonrasında şemsiye nafile. Filede life work, Hayatın cilvesi...

MUTASYON VE KAÇINILMAZ SON...

Mutlak, dün bir bugün iki. Yarın iki cihanda namutat zevat, kaçınılmaz sonu, sonun yaklaştığını, mutasyona uğrayacağını bile bile muğlak işlere bulaşır. Permutasyon başlayınca ziftli zehir damarlara çağlar. Ar damarı da çatlayınca çok büyük acılar çeker bünyeler. Koca dünya...

Öyle soyka bir dünya ki, insanlar vardır kendisinin asla yapmayacağı şeyleri, başkalarının da kesinlikle yapamayacağına inanan. Yani herkesi kendi gibi zanneden. Ne yazık ki bu hümanist insanları bu düsturdan uzaklaştıranlar da vardır. Varlıkları toptan zarar, hak hukuktan esinlenmemiş, im mim haspalığıyla imkansıza uzanan, din iman sarmalında ummandan imansızca faydalanan, umulmadık hainlik peşinde koşan, kutsal emanet ihanetçileri. Hıyanetleriyle küçüldükçe küçülen tipik ihanet savunmacıları...

Oysa herkes kendi kaderini kendi yazar ve bizzat yaşar. Hem de mutlaka her şeyin bir sonu, bir bedeli olacağını göze alarak...

Vay böyle kaderin içine bahsine geçildiğinde ise pervasızlaşır bu zalim zevat. Bu nemelazımcılık payantorları zevatı kurtarmak  için bambaşka kötücül bir dünyaya dağılırlar. Denge bozguncusu ve dengi bozan  pozuyla, nasılsa kimse anlamaz babında üç maymun sankisine sarılırlar...

Elden daha fazlası gelebilecekken, ayarsız depresyona sığınarak, el olmak, elden ayak olmak, gözden düşmek ve tökezlemek de vardır bu kalpazan kaderde. Fazla gecikmeyeceği besbelli sonu ertelemek için derin uyku ve uykusuzluğun ağırlığıyla ezilen, mütemadiyen aceleyle uçarı şikayetlerin dozunu yükselten bu zırzıbır zevat, hep aklın kirli ve kitli raflarındaki riyakarlığı kullanır. Bu zuhurat ekibi hepi topu herşeyi holografik kürelere toplar. Küslük, küspelik, küsaha üçgeninde arayan belasını bulur. Cam küreler çatlar. Tümü de keskin gözlerden kaçmayan, kaçınılmaz sonun yaklaştığının ilk belirtileridir...

Belki iç geçirip mevcut iç işlerle meşgul olmak, dış olguları kurcalamamak, makamsız rastgele davranmak, kallavi kusurları bir nebze örter. Ancak örtülü örgütlülük de bir yere kadar. Bir zamana kadar. İfşa olunur...

Bir zaman gelir ve akılsızca  çatılan muteberler, mutasyon düğmesine basar. Zilli zevatta artan korku. Korkuyla karışık evre devre tıkanmasıyla tekrarlanır mutasyon. Tablo tamamlanır. Tüm rahatlık ise son istasyona kadardır...

Kırkı birden açılan kutuların, kapatılan kırk kapıların listelenmesiyle mutlaka muhabbet kuşu ölür. Temaşa tellalda sonlanır. Zaman durmaz, hararetli zarafetli başıboş halleri gözetler. Kör göze parmak sipariş üzerine yaşamak ve sipersiz yaşatmak böcekleşmesini de. İlk adımda adamlığın ve daha önemlisi insanlığın kaybedilmesini de. Göz, son adımlara dek...

İnsan akıldan geçenleri, adım adım öğrenme maksatlı sorgulamada ustalaştıkça, tahminlerin ötesinde zarar görür bünyeler. Ten teneşir saltanatında dünyalar, fünyesi çekilmiş el bombası gibi patlar. Bir zaman emin olmak için akıntıya kürek çekilse de, deli yürek hiç durmaz. Akıl usanmaz. Sıcak kan pompalanır beyine ve alt beyine. Ta ki akışkan kan pıhtılaşana dek...

Kuru gürültü anlarında, iç karartan düşünceler bir kenara bırakılarak son bir gayretle akıl çekmeceleri boşaltılır. Çoktan unutulmuş ne varsa kendiliğinden canlanır. Distur, destur denilmeksizin izli mermilerin peşine, gizli kalmış çamur ve pislik kalıntıları bir güzel temizlenir. Pespayelik peşin veya veresiye temizlendikçe, kirpasın altından, herkese hak ettiği kader tanzimi yazılı etikete ulaşılır...

Büyük felaket öncesi metazori uzlaşıya uzak ama yakın menzil hissedilen ise denizin tuzlu ve ıslak kokusudur. Geceyarısı kumsal döven hırçın dalgaların korkusu. Kaçılmaz sonun yüreğe oturan dağılma tortusu. Halden bilmezlere hisar çöküntüsüdür..

Velakin varı yoğu, azı çoğu vay böyle kaderin içine bahsi insanı sürekli diri tutar. Günden güne çılgınlaşan çıplak esintinin peşinde sürüklenir yorgun ayaklar. İnsafsızlığa dolanan bu zahirde zevat, yorucu ve arsız gecelerin anı biriktirdiği bir günde bir kalemde silinir. Baştan bitirilir. Bitkinlik vurur aklı. Kurak aklın duvarında ise tek cümle yazılıdır. Paslı bıçak ucu ile kazınmış ve yaslı notu etikete düşülmüş. Kıytırık el yazılı harflerle. Mutant bir bütündür ve kökü, kökten kazınmalıdır...

Bütün herşey, mutat yapıyı yakan yıkan mutasyon ve mutantlıktandır. Ve kaçınılmaz sonun iyice, hepten yakınlaştığını görmeme şuursuzluğudur. Şüphesiz şuranın kısa aralıklarla toplanabileceği endişesidir. Ecelin acı şurubunu yalapşap içme korkusudur. İşte o yüzden işler sarpa sarınca silbaştan başlama dürtüsüyle mut muta, kut kutupsuzluğa, topu mutasyona istasyon olur.

İstifade pergelinde suflelere aldırmaz sefla insan, kesinlikle kendisine yapılmamasını istediği şeyleri başkalarına yapınca, karşılaşacağı kaçınılmaz son da zümre zevata kapak olur...

Kaçınılmaz son. Soyka dünya bir gün mutlaka soysuzluğu sağaltır...


Hiç yorum yok: