DİNDE
FAY HATLARI…
Mahı
matem Muharrem. Yası matem Muharrem…
Dinlerdeki
fay hatları, dinlerin belini düzeltemeyecek kırılma noktaları yaşanmasına
nedendir…
Bin
yıllar evvelinden beri din ve ahlak örgüsü, zenginlik perdesinde kaybolduğundan
her defasında ister istemez din adına korkunç sona yakınlaşıldı. Dinsel değerler yere ve zamana göre değişince
de rota şaştı. Şaşkınlık kemikleşmeyi de keskinleştirdi. Ve acı katliamlar
yaşandı…
Sonrasında
iyice katmerlenen kabuk kırılamayınca da din ve ahlak ülküsü çöktü. Din adına
sapkın eğilimler sokuluverdi hayatlara.
Asırlar boyu siyasete endekslenen din ve ahlak öğretileri her kırılmada
epey garipleşti. Zamanla çok yetenekli dinbazlar ve dilbazlar dine egemen
oldular. Ve sarı madene dayandırılan dinci siyaset, farklı kültürleri din
kisvesi altında küçük bölgelere sıkıştırdı. Zaman aktı gitti, binlerce yıl
içinde hep ayni noktaya dönüldü. Yani dinde kırılma noktalarına…
Maddiyata
yatkınlığın artması ile arsız hırsız, saplantılı düşler günaha, sırça köşkler
harama ayarlandı. Her gerisingeri sarışta, siyasal dinci katılık,
tamamlanamamış dinin acıya gark olmuşluğu, acı yüzünü ve açık seçik etkisini
gösterdi. Hem de ahlaken fakirleşmiş, dinen yoksullaşmış kendi katı
katılımcılarını, kendi müritlerini de yaratarak.
Tıpkı
Kerbela öncesi ve sonrası gibi…
Dinde
kırılmayı getiren Kerbela'ya, en makul ve en özel analiz yapılsa da en dikkati
çeken nokta, insanlık tarihinde ve dinler tarihinde en keskin dönüm noktası
olduğudur. Kerbela tarihin seyrini
değiştiremedi belki ama dinin seyrini değiştirdi. Din ikiye bölündü. Ve bu
kırılma noktası birçok ırkı ve medeniyeti yüzlerce yıl derinden etkiledi…
Özellikle
de Türkleri. Türkler binlerce yıl tek tanrılı, çok tanrılı yaşamış, kendi
kültürel birikimlerine ve törelerine uygun dinleri seçmiş, kabul etmiştir.
Zaman içinde çeşitli dinlere mensupken, kök tengrici, Şamanist, animist,
manist, doğa tanrıcı, Zerdüşt, Budist, Musevi, Hristiyan… Olmayı bıraktılar.
Kerbela sonrası doğup devam eden ve iki cephede gelişen, iki din anlayışından
birine geçtiler. Öncesi de vardır mutlaka ama özellikle 12. yüzyıldan itibaren
ya Alevileştiler veya Emevileştirildiler.
Her
coğrafyada devlet olarak her yükselen, ilk iş diğerini ezdi. Yüzyıllar boyu
akla mantığa sığmaz biçimde siyasallaşan ‘bir dinin iki kolu’ olarak hep
ayrışıldı. Ve din, devlet siyasetine dönüştü…
İktidar
otoritesi veya kutsal değerler arasında sıkışan din bağımlıları, tarihin dönüm
noktalarında mutlaka buluştular. Kasıtlı kırım savaşlarına dönüşen bu
buluşmalarda, devlet gücünü elinde tutanlar, devletin bekası deyip ezip, geçti.
Kerbela merkezli, karşılıklı sürgünler ve toplu kıyımlar sürdü, gitti.
Oysa
Kerbela bilinen sona bile bile sürükleniştir. Karşılaşılacak tehlike ve vahşet
en baştan belliydi. Hüseyin de farkındaydı. Aklında dinde reform, devlette
devrimden başka hiçbir şey yoktu. Bu doğrultuda tarihe mesaj düşmek istiyordu.
Canıyla kanıyla da olsa, cesaretle. Onun için hiçbir güce boyun eğmedi, hiç bir
güç kullanmaya da kalkışmadı.
Hüseyin
biat etmedi. Hunharca katledileceğini bilmesine karşın, Medine tutsaklığına
dönmedi. Hak bildiğinden geri kalmadı. Dik durdu. Özgürlüğü yeğledi. Sembol
oldu, ölmedi…
Yolunda,
yürüyüşünde tek amaç vardı, dinin yozlaşmasına tarihi çözümleme getirmek.
Ata’dan emanet dinsel birikimin son öncüsü olmak. Gerçeği ortaya çıkarmak.
Gerçek dinin tekrarını sağlamak. Geleceğin bilincinde derin ve silinmez izler
bırakmak.
O yüzden
Kerbela, Ata’sının getirdiği dini, son kez sonuna dek sahiplenme yeriydi.
Eylemse eylem, ölümse ölüm. Ata’sının izinde, ortodoks Arap tutuculuğuna bir
başkaldırıydı. Dinin ilerici pratiğine uygun değerleri savunmaktı. Dinin
savaşla kurulamayacağını, kurulsa da din birikiminin kurtarılamayacağının
tescillenmesiydi. Öyle ki, 72'ye binlerin düştüğü, kısır ve çorak bir arazide
acımasız bir kuşatmaydı. Kuşatma kırılamadı. On muharrem de Hüseyin düştü, din
kırıldı. Kutsal davet bitti. Kutsala soykırım yaşandı. Trajediler üzerine din
kurmak, kurtuluş umudunu ertelemekti.
Ruhsal
ve nesnel yok oluştu. Ve Kerbela tarihe böyle kazındı…
MAHI MATEM KERBELA
İnsanlık tarihinde eşi benzeri ender görülecek, denksiz
dengesiz, merhametsiz kuralsız bir çarpışmaydı Kerbela da yaşanan. Vicdanı körlerle, kalp gözüyle
görenlerin sağ bırakmamacasına, sağ kalmamacasına mücadelesiydi.
Öncesi ve sonrasıyla çıkar ve makam arsızlarının iyice
azgınlaştığı, dinden ve insanlıktan hepten çıktığı ne ilk ne de son kapışma
olacaktır Kerbela. Ancak olmuş veya olacaklar içinde en acımasızıdır Kerbela.
En mezhepsizidir. En dinsizidir…
Kerbela öncesi ve sonrasında yaşananları, içtenlikle çok
insafsız ve en hayırsız diye nitelemeyip, hâkim iradeye özgü vaka diye
hükmedenler yüzünden bu din her çağda çöker. En ileri din sayılan din bile
çöker…
Çoğunlukla hikâye mertebesinde ertelenir acı gerçekler. Görmezden
gelinir, din adına yol göstermesi muhtemel evraklar. Göz görmeyince katlanır
babında, sadece körlemesine ve bireysel vicdanlara hükmeden, basmakalıp bir
kalıplaşmayı din sayar taraflar. Hele Kerbela şerbetinden içildikçe, sözde
Tanrı armağanı sayılan her şey anlamını yitirir.
Diğer taraftan din, budalaca ve tehlikeli biçimde maddi
manevi yatırımlara yönlendirilir. Bu sarsak yön tayiniyle, trajik ve beter acı
verecek bir sona sürüklenilir. Duruma dikkat çekenler, din dışına çıkarılır,
yaftalanır. Sonsuzluğun şifresi ise, o derin sessizliğe ve kurmaca kehanetlere
bağlanır. Oysa sona savruluşun hızlandırılışıdır, dini kırılmalarda din adına
savlanan.
Ayrıca din, tin, ibadet, beden terbiyesi beynin hükümleri
dışına itilir. Lafta gelişen din ile aklın dehlizlerinde hapsedilenler
birbiriyle çelişir. Çelişkiler öne çıkar. Dostdoğru eller, dürüst beller,
sakınmaz diller neredeyse dinsizlik safına indirgenir.
Yani insan ötesi vahşileşenlerin güdümünde, din
bilinmezliklere maddi manevi yolculuğu başlatır…
Haktır helaldir unutulur. Kutsal beyit, ehlibeyt unutulur.
Ara geçişlerle din motifli tabela da, tablo da, maddi değerler ölçütünde
yenilenir. Mühür hep tersine yenilenişin, tam üstüne vurulur.
Dinler tarihinin acı bir gerçeği, din getiricilerin değişmez
yazgısıdır; dinler din getiricilerinin hayata vedasıyla anında biter. Hatta
hayatta iken bitenler bile vardır. Vedaların hemen sonrasında ise ilk
ayrılıklar ateşlenir. Ayrıca tüm ayrışmalar da çok kanlı olur.
Hepsinde yaşanan tıpkı Kerbela vakasıdır. Tam bir kopma,
tümüyle kırılma noktası. Dinde fay hatları…
Din adına hala mazur gösterilen bir katliam, Kerbela. Tanrı
katındaki hiçbir dinin kalıbına sığmaz oysa. Bu olayla resmen dinin, dinler
tarihinin yörüngesi kaydırılmıştır. Kutsal Kitap dini bir din, çölde, aç susuz,
kan revan toprağa gömülmüştür. Din getiricilerin soyu tüketilmiştir. Din
getiricinin ve halefinin soyu sopu resmen yok edilmiştir.
İşte o gün bu gün tüm İslam coğrafyası ve İslam ülkeleri
bitmez tükenmez kavgaların içine düşmüştür. Düşürülmüştür…
Peki, bu kırılma noktasından sonraki din, bu gün bu dakika
itibariyle canhıraş yaşanan, kıyamete dek Kutsal Metninde tek bir harfe
dokunulamayacağı ve değiştirilemeyeceği mührü olan din midir? Değil ise hangi
dindir? Dünya idealleri uğruna maneviyatı gömen, maddeci zihniyet ve o kısır
zihniyetin kurguladığı bir dine kölelik nereye kadar? Dinin kıymetlileri
Kerbela’ya nasıl bakacaktır, bakabilecek midir? Cesaretle yüzleşebilecek midir?
Çok zor.
Peki, bu sözde maneviyatçı geçinenler, bu maddeci kurgu
dinin saflaştırdıkları Kerbela’dan beri uyudukları uykudan nasıl uyanacak. Ne
zaman üstlerine serpilmiş ölü toprağını sıyırıp atacaklar. Kutsal kurtuluşu ne
zaman yaşayacaklar. Belli değil.
Kerbela’dan beri İslam coğrafyalarında ortalık harabeye
dönmüş, dört bir yan kan gölü. Başa gelen onca musibet ve hala kanayan bu yara
nasıl izah edilecek. Bunca belanın hiçbir izahı yok denemez. Vardır mutlaka.
Belki de Kerbela kırılma noktası kabul edildiği an, dindeki bu fay hattı acı
yüzüyle hatırlandığı an bin küsur yıllık zulüm de, gerileme de durdurulur. Ama
yürekler ebediyete dek kanamaya devam eder.
Evet. Çünkü Kerbela dinde kırılma noktasıdır, fay hattıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder