4 Ağustos 2020 Salı

ağustos-1


FELEK...

Felak, Nas...

Her tan yeri ağarmasında fel fecir okur kem gözler. Fenalık fışkırtır kementli eller, kemikli diller. Bayağılaşmış beller ise bela bulaştırır. Foya ortaya serilince de felek edebiyatı. Oysa forsu düşük keltek algılayışlarla daima devasa felaketlere davetiye çıkarılır...

Diğer yandan dinsel çağrılar ve reel dini anlayış salt feleğe ihale edilip, dini felsefeden uzaklaşıldıkça dinsel seremoniler kıyasıya tekrarlanarak gelip geçici umuda bel bağlanılır. Dinlerin ahlaksı yanı dışlanır. Ve durmaksızın rutinleşen kısır dini eylemlere dönüşür din dünyası. Halkın ekserisi de bu suni atmosferde umursamazca tahtlı otoriteye tapınır.

Zaten altüst olmuş dinle beraber, yasal ilişkilerin aşırı baskıcı ve baskın korkunun öne geçtiği toplumlarda inanç ve ahlaki gelişim duraksar. Akıl, iman hazinesinin, inanç haznesinin yılmaz bekçisi iken bambaşka yerlere nakledilir.

Böylece kutsal inanç zayıflar, kutlu gösterilen ritüeller keskinleşir...

Aklı zafiyet vurduğundan, zamanla ruh da diğer uzuvlar gibi yıpranır, eskir ve de kirlenir. Bizzat temizlenmelidir ama ruh temizleme yöntemleri sunan dinler de kirletildiğinden, dinlere uzak ara formüller devreye sokulur.

Ancak bilimsel gerçeklik, elektrik aşağı doğru akmaz. Akım yukarı doğrudur. Dalga kirişleri de farklı evrenlerin sınırlarıdır. Dinsel enerjiyi artıran, yansıtan ve yalıtan ise köprü görevi gören devreler arasındaki sıkışmadır. Açılıp kapanan köprüler asla kişiler değildir.

Yani sonsuz ufuktan sarkan tükenmez enerjidir mana âlemini kuran. Anlamın maliki.  Anlam ve mana kaydırmalarına hiç izin vermeyen. Dikkatlerden kaçan her unsuru kendi kökünden yeniden üreten, türeten. İşte o dinsel kavram muhataplığıdır oligarşik fenalığı, olağan noksanlığı feleksiz düzelten. Özgürlük alanlarını evrensel duyarlılıkla genişleten.

Fekku ragabe...      

Felek neden hiç özgür bırakmaz daima köleleştirir, açıkça bellidir. Efendileştirir ve köleleştirir çünkü sırf emperyal efendilere yeme içme ve yenilmeyenleri yığma kolaylığı  sağlamak için. Yardakçılığı onurlandırmak ve doğru yoldan saptırmak için. Ruhları tutsak etmek, dünyayı toptan ruhsuzlaştırmak için. Çareleri çarpıtmak ve beyinleri afyonlamak için.
O yüzden afyonlanmış zihinleri kalem, kelam mucizesi ile ayıltmak gerekir. Öyle şaman, haman, ahbar, rabçı, rahip ve ruhban kardeşliğiyle değil. Çünkü bunların çoğu yoldan çıkmıştan daha beter yön tayin ederler. Ve sadece köleleştirilenlere moral olsun babında oral yoldan, kalpsizce ve hiç üstlerine alınmadan dostlar alışverişte görsün icabı gerçeği yarım ağız söylerler;

"Yaptıkları ne berbat iş, ne berbat şey"...

Oysa dostdoğru iş besbellidir. Çünkü doğada dalga ve kütle davranışları birbirine zıttır. Örneğin su dalgasında kütlecikler dalga yönünde hiç hareket etmezler. Dalga su üzerine vurdukça çember çizer. Çemberin içine hapsolmuşlar vardır. Onlar harama ve günaha sevk edicilerdir. Berbat iş temsilcileridir. Dışındakiler ise feleğe isyancılar...

Feleğin çemberinden geçtikçe kötülüğün, belanın tadılma oranı da azalır. Öyle veya böyle üç beş kuruşluk çıkar ilişkileri tutmaz onlarda. Keza kenz için asla uğraşmazlar.

Çünkü kütlenin varlığı sadece alan yoğunlaşmasıdır. Parçacıklar arasındaki kuvvetler de fiziksel çekim kanunudur. Ve insan aklı bu çekim alanında doğa aklının hem bir parçası hem de devamıdır. Yani insan aklı dinin merkezidir. İşte böyle inananlar dinin merkezine dair, özüne felsefesine ilişkin, en doğrucu manifestoyu yazarlar. Tek bir düsturla...

Fehüm fihi sevanun...

Feleğin sillesini yemişlikle asla hiçbir şey eşitlenemez. Eşitlik, her konuda eşitlik ve vicdanidir. Mutlak eşitlik ise ihram. Dinler felsefesinin ikramıdır ihram. İhmale gelmez. Yani kıble ihramdır. Servet gölgesine yan yatanlar, servet yığanlar, beytülmal yağmalayanlar, anlamazlar bu iki dünya gerçeğini. Akıldışı aymazlıkla nimete ve emanete nankörlük işte bu anlayışsızlık çerçevesinde sürer gider. Meymenetsizlik de bu sürgülemenin tarihi eseridir. Yani riyakarlık şatafatı getirince, şans talih, kader kısmet deyip terkedilir din. Yalandan yırtmak için de hep felek suçlanır.

Kahpe felek...

Ancak unutulan kutsal bir realite vardır, helak olur zulmeden...

Bu arada belli bir zamanı vardır feleğin oyun kurması için. Zalime hesap sorması için. Şeytanın attığı pusuyu delmek için. Melaneti bozmak için. O yüzden beyin fukaralığı ve keltek aldırmazlıkla, kutsal çağrıya kulak tıkamamak gerekir. En fenasından felaketler eşiğinde bile feleğe rağmen eşitlenmek gerekir.

Çünkü tam eşitlik farzdır. Farazi görülenler dahi bir gün mutlaka gerçekleşecektir...

Felak, Nas...

BİN GEMİYE BİR DENİZ VE KADINLAR...

Bin yılların yerleşik kurgusunun zıddına, bin gemiyi denize indirecek güzellikte bir kadın varsa eğer, mitoloji dünyası güzelleşir. Ama gerçek dünya gerginleşir. Yoksa eğer son güvenli sütliman da, sütsüz, güvenilmez ve demirlenilemez limanlardan sayılır. Ve yerleşik mitsel kurgu yerle yeksan olur. Vaziyet illetlik bir hal alır...
                                                                                                          
Sonra uçtan en uca gizlerin derinliğinde vefasızca avuçlanır yeryüzü. Havuçlanır su küre, gökyüzü, magma. Maraz dürtülerle ardında hiçbir iz bırakmadığını sananların havailiği yüzünden, dünya alem sınırlı listelere hapsolur. Bu çarpık tutku tutukluluğuyla büyük yanlışlara ve affı zor günaha sığınmak ise her şeyden vazgeçip salt hayatta kalmanın asma kilidi ve anahtarı olur. Arsız hırsız vasıfsızların çıkmasına sebep olduğu bataklık gazı da doğayı zehirler…
                                                           
Yani anafor vurunca kadın kadının zıddıdır. Vurgun esnasında esneyenler, zırıltı zımbırtı köşegeninde tez elden zatını, zevatını bulur. İşte o zıtlık yönetir Truva’dan bugüne dünyaları. Ve katlanılası zor ne kadar değersizleştirme, kahır varsa metanetle katlanılır. Dünde kalmış hırs tam kıvamına geldiğinde adap bırakmayınca, asap bozulunca sır köküne dokundurmak gerekir asayı. Katıksız sabır da bir yere kadar.

Az olsun uz olsun babında uzun aralıklar, üzgün ayrılıklar ve azgın aykırılıklar dünyasında  kamburlaşan kalıpsızları, tıynetsiz trip atanları, aklı sıra sıvışıp savuşan tipitipleri, bir güzel tırpanlı meleğe kavuşturmak gerekir. Kavuşmaları da kusursuz kurmak. Ancak asla asmadan kesmeden, basmadan kasmadan itinayla. Selamete çıkmak sabır küpü çatlamadan, gizli kapaklı küpler çatlasın, içlerindeki melanet dökülsün diye hacimli akan sulara salmaktır ganimeti. Sonrası genetik duyarlıkla, okyanuslarda derine en derine dalmaktır. Ondan sonrası ise uğursuz salgına kapılmadan, derli toplu akıl ürünü sihirli kelimelerle bakmaktır, sağır sultanın bile duyacağı, kör kralın bile göreceği bol traklı tragedyaya…

Yalnız bir çok antik destanda sayılan dökülen, sıtkı sıyrılmış muhabbet tuzağı, soylu soplu muhabbet tellalıdır sonsuzluğu sonlandıran. Softa yarenlik sarmalında kıvranan softy halleşmesidir sonun başlangıcı. Resmen kansızlıktır. Sorgusuz sualsiz ele geçen kirli kaypak aşklara dair edebi kayıtlar, ebedi kanıtlardır kansızlığı kanırtan. Benzersiz ve dengesiz ihlaller ve danışıklı ihalelerle kişilik bozukluğuna varan hastalıktır tragedyayı tarumar eden. Dahası birden bin gemi denize iner ve kara meleksi, kirli maskeli yüzsüzler belirir arka fonda. Pot üstüne pot, klasik potpori…

Yine de klasik dönem özelinde bir güzelliktir aklı kuşatan. Güzel çirkin şarktan garba şıngırdayan. Ve lirik yitik şarkılarla sergilenir, toptan sergilenen. İlle de ihanetçi hünerdir, hülledir, gülledir sinirden gülerek patlatılan…

Agamemnon, gayri memnun Truva Savaşı'ndan döndüğünde şehre yerleşik korku yerleşir. Boğucu gerginlikler artar. Mitolojik abartılar aşılamayınca komikleşen trajediler, ilahi komedyalar, tavı tavrı tuhaf ama olağanüstü güzellikteki kadınların izlerini takip eder. İzler izlenir ve kumpasçı, komplocu dünya güzellemesi bir kalemde hiçlenir. İyilik kirlenir, güzellik çirkinleşir. Palas pandıras politik vakalara ince ayar çekilir. Eşsiz tavsiyelerle güncellenen alemi cihan, yasaklanmış dünyanın tehlikeli yüzüne heveslenir, heveslendirilir. Ancak acı gerçek çok sonra öğrenilir.

Temel öğreti gereği geleceğe öğüt babında yüzlerce, binlerce yıldır sürdürülen sürgünlerle ilin, dilin, dinin yok oluşu resmedilir…

Bin gemi denize indirecek çap, çehre ve endamdaki kadın profili dâhiyane çılgınlıkla birden tüm mülkiyet alışkanlığını, sonsuz aşk akışkanlığını karanlık sulara serper. Sere serpe arzu meyillenmesiyle kalıtsal kaygısızlığa yakınlaşır. Kalpazan kulpuna sarılmadır akıllarda kalan. Ve bu meczup serkeşliğin emi emaresi, sular kabardıkça dalga dalga, köpük köpük kıyıya vuracak kalıntılarda gizlidir. Bölük pörçük parçalarda…

Bin gemiye bir deniz ve geleneksel duruşunu bozan kadın kurgusunda Helen’i Paris görür. Paris görünce ve de yanında götürünce çıkan Trojan Savaşı'nda, bin gemi denize indirilir...

Bu nasıl soylu bir güzelliktir veya ne soysuz bir çirkinliktir ki, en sarsıcı savaş, pik yapan kan soslu çarpışmalar, dip yapan kin dozlu olaylar sineye çekilir. Veya çekilmez. Troyan horse kaleyi içten yıkar. Ve bin gemiye bir deniz yetmez, Aegean kan gölüne döner…

Homeros’ta geçen Odesalı bir kadın Penelopia. Pelerinine sarılmış, krallık yönetmiş. Kurnaz ve akıllı. Tam sadakatli. On yıllarca yalnız. Sonrası kırılan dallar. Dalgakıran yanılsaması. Dalınır gidilir tragedyalardaki hazlar denizine. Homeros dönemi eşitliğidir eşik şaşırtan. İlyada. İlla Zeus, Hera, Artemis, tertemiz hikâyelerle beslenir. Tragedyalar bin gemiyi denize indirtecek güzellikteki kadınlardan…
                                                 
Kavı kırpık meşalenin loş boş aydınlattığı yüzü gölgeli kadınlar, kaç gemilik gizemli bir güzelliktir. Hangi güzelliktir güzeli apartan, çalan ve çarpıtan. Hangi kadındır arp ve flüt eşliğinde dans eden. Hangisidir eşikte bir gelin ve keşik beklemeden giden. Kiros kapıda, kiraz dalındayken kazandibi kazığına tapıp kazan kaldıran. Topu kaç gemilik?

Gemi azıya alıp kah nalına kah mıhına vurulduğunda dönem en uçtan diğer uca vakayı kayıt dönemidir. Ve kayıtlı kayıtsız tüm kabahatlere şiddetli cezalar kesilir...

Kesik uçlu kalem dönemidir hit, mit ve bit dönemi. Bitmez. Bigbazar, forum, arena, koçbaşı, tribün, spor ve tanrısal jimnastikle döneni dönemi sürer. Aristo, Aristopheres, Efes. Evrensel kültürel değerlerin bin gemiye bedel kuralları. Kurallar silsilesi, kurumsallık. Kurmaca işler olimpiyatına işçilik tükenmez. Yine o kutsal terane tekerlemesi, akıl teklemesi yaşanır. Kutlu ve kutsal metinlerde adı geçen kadın ve kadınlara yaslanılır. Diri, dişi ve olgun aşk tanrıçalarına. Unutulur sanki Afrodit ve ifrit ve de iffete kilit...

Bin gemiyi denize indirecek güzellikte ve kudrette kadın, kadınlar hikâyesidir tragedyalara trak vuran...

Trajik refleksleri özümsemek ve tersine akan trafiği önlemek gerekir. Çünkü ölçülü bir romantizm havasında havalanan, ıtırlı erotizm dünyasıdır her tragedya. Her kişiyi, özellikle er kişiyi çılgına çeviren örtülü ölümcül hikâyeler barındırır özünde.  O yüzden körü körüne bağlanmamak gerekir mitolojiye. Kör günler bir anda gelir…

Nice ölümler, ölümlüler barındıran tülden bir deniz. Bin gemiye efsane güzelliğini sunan karanlık mavi lacivert sular. Su gibi berrak, zümrütten güzel, sütbeyaz Kleopatra. Mısır püskülü kıvamında Ornella. Tüm zamanlı trak sonrası aslına dönüş. Eski kıtada kuzeyden güneye sıcak esinti. Es verilen güneyde bir yer. Anatolia. Dünyanın ortası, ortak buluşma noktası. Merkezinde bin bir gemiye tek uç beyi, üç deniz…

Değeri düşen sikkenin bir yüzünde silinmez aşklar. Bilinmez yüzü Bergama. Berhava edilen iki yüz bin, ekinde yazılı iki, basılı bir kitap. Yoz yobaz yüzsüzlerden ün, gün sergisi. Kitapsızlık gösterisi. Tarihsel fonda fırsatçılık. Saplanılan balçık, sıralı mallar halinde dönüşüm. Dip vurgunu, pik yorgunu metalaşma. Deniz, okyanus kuyularına düşmeler ve trajik son.

Dünya derya deniz. Bin gemiyi denize indiren durulukta ve doğrulukta bir kadın. Kadınlar. Varsa eğer ne ala. Yoksa hayali bile güzel. Hayallerde yaşansa bile bir nebze dünya güzelleşir. Kâinat kafadan güzelleşir. Sonra örgütsel kanıtlar, kayıtlar, ithamlar, itiraflar, anıtsal yazılar yazıtlar ve ödüller. Ödüller tragedya setli ölümler. Karada ve denizde ölümlerden ölüm beğen tragedyası…

Bin gemiyi denizin dibine indirecek itibarda kadın ve kadınlar. Kadına aç, aç köpek dünyasında pik yapan kansızlar. Kandırmacalar aldatmacalarla itibar kaybı. Kütlesel gömüt ve kitlesel intihar çıkmazında sükûnetle yaklaşılması gereken karanlık sular. Ziftin peki küplerden içip, köpük köpük, dalga dalga bin yılların kutlu kuytusuna sırnaşıkça yanaşma. Sonrası sonsuzluk.

Zıttına kurgudur deniz seviyesinde zıvanadan çıkaran. Bu kutlu ve kutsal kurgu zıtlaşmasının yükü ağırdır, dengi bellidir ve mutlaka timsah gözyaşlarıyla ağlatır…

Mitolojik tragedyalardan çıkarılacak ders ise, bin milyon milyar gemi, bin milyon milyar gemiyi denize indirebilecek milyarlarca güzel kadın, kadınlar ve efeminar, tanrılar ve tanrıçalar bir deniz etmez. Bir Karadeniz yapmaz. Değmez…

CADI AVI, PERİ AŞKI VE KADIN...
Zaman zaman parlatılan periler ve cadılar dünyası tuhaf bir dünya. Makamı mekanı batı. Batıya özgü ters yüz edilmiş bir din ve klişeci kilise dayatması...
Sahada sahipsiz saplı süpürgeli, çirkin ve güzel, bilgiç ve ürkünç kadınlar üzerinden özellikle kadınlara kurulan işkence mekanizması. Şiddet abartıldıkça iffetli peri kadar güzel kadınları da içine çeken lanetli bir labirent. Dünyanın tam ortasında hain bir girdap...
Gidişatın rotası şaşınca periye aşk meşk tesisi, adı cadıya çıkanlara, cadı farz edilenlerin çıplak bedenlerine, çarpık vücutlarına ise keskin çivili sopalar ve delici iğnelerle cadılık testi. Çığlık atma derecesine göre şeytanla işbirliği tespiti.
Ve öyle bir kara katı, yoz yobaz bir zaman ki histerik çatallaşma, isterik çıyanlaşma dört bir yana yayılma rahatlığında. Başka dinlere ve milletlere ulaşma ve bulaşma hoyratlığında. Hastalığın toplumsallaştırılması sistemin mucidi derebeylerinin ve ruhban din adamlarının denetiminde. Beter yaptırımlar ise başıbozuk kilisenin emri ve gözetiminde...
Dönem itibariyle kadın, yaşlı veya genç, güzel veya çirkin, alımlı veya çalımlı, bilgiç veya gizemli her kadın cadılık suçlamasının muhatabı. Ağır ve acımasız işkencelerin de mağduru. Resmen kazığa oturtulup, canlı canlı yakılmaya dek varan engizisyon mahkemeleri kararlarının büyük ayıbı. Affedilmeyecek büyük günah...
Periyken suçlanan kadın, cadı olduğu şikayetinde bulunulan her kadın, canını kurtarmak için başka cadılar, başka cadı isimleri bulmak ve vermek zorunda. Her iddiayı kabul etmek mecburiyetinde. Profesyonel sistematik işkencelere dayanmak zorunda. Bu yakışıksız yıkım yüzlerce, binlerce gözün izlediği insanlık dışı bir temaşa. Dayanılmaz derecede gaddar ve acı eşiği yüksek işkencelere dayanamayan her kadının suçları ve tüm suçlamaları kabul etmesiyle biten kanlı gösteriler...
Yani peri masumiyetindeki zavallı kadınların, klişe kumpas ve kiliseci komplo tuzağında canından olduğu, işkenceler ile canından bezdirdirildiği, şanslıysalar eğer sakat bırakıldığı bir dönem, cadı avı dönemi...
Metezori ağızdan çıkan isimler ise yeni cadı adayları ve yeni cadı yaltakçıları. Liste kabardıkça en tanıdıktan hiç tanımadığa dek uzayan koca bir endişe. Sudan sebeplerle kara kabus. Kara listeye dahil edilme korkusu. İçten içe cinskırım...
Bir kara dönem ki o dönem, binlerce, on binlerce kadının cadılık masalıyla, din üzerinden kilise marifetiyle tescili, katli ve toplu kıyımı. Pompalanan peri-cadı kargaşasında artan şüphecilik. Jurnal enflasyonu. Ve asılsız dayanıksız, aylakça ahmakça iftiralarla ve son çare itiraflarla köhne sisteme kurban giden kadınlar...
Tastamam yalpalayan yapay zenginliğin ve kiliseci dinsel sistemin kurguladığı, halkı korkutma, sindirme ve oyalama taktiği. Hedef şaşırtma ve sarsılan toplumsal düzenin yıkımı...
Peri övgüsü ve cadı avıyla ortaçağ karanlığına kenetlenme. Engizisyona demirleme...
Sonuçta engizisyon dönemi özenilen ve kıskanılan, beğenilen ama reddeden, istenilen ama istemeyen ne kadar kadın varsa, anında ispiyonla işin hepten çığırından çıkarılması. Kalıtsal kadın düşmanlığına evrilen boyutta tarihe sürülen kara bir leke...
Hatta zamanla cadılıktan tutuklananları yargılayan yargıçların bile gözden düşer düşmez cadılıkla suçlanıp cezalandırıldığı insanlık tarihinin belki de en salgın hastalığı.
Unutulmaması gereken, toplumsal depremin ve dinsel gerilemenin pik yaptığı, peri ve cadı kıskacında arkada bırakılan enkaz. Enkazın altında kalan kadınlara uygulanan, uyduruk yargılama ve acımasızca cezalandırma yöntemleri...
Bu tuhaf peri ve cadılar dünyasından en hafifiyle kurtuluş ise kadının ölümü. Silinemez izi ise sistemin devamının sağlanması için din adına, kilise ayarına kadının katledilişi...
Yaklaşık üç yüz yıl takıntısız her kadına duyulan öfke ve şiddet dozu yüksek kin nöbetleri ile sürdürülen bu cadı avı, kesinlikle insanlık tarihi ve dinler tarihinin en anlamsız katliamı.
Bu ortaçağ kalıntısı kıvırmalar halen canlı ve kanlı. Kısır kıvılcımlanmalar bugün dahi, peri düzeyindeki kadınları yakmakta. Ne yazık ki yangın her dinde aynı kalıpla sürmekte...
Tıpkı vaktiyle cadılıkla suçlanan kadının, suya atılması gibi. Batar boğulursa suçsuz, dalar çıkarlarsa suçlu sayılması gibi...
Evvelinden bu güne, bu acımasız ve tuhaf, peri-cadı dünyasında peri iken cadı, cadı iken havari takdir edilmeler de üzerinde durulması gereken bir başka büyük muamma.
Bilinen şekliyle yitik sistemler yaratısı bu cadı avı-peri aşkı ile yiten biten insanlık, çiğnenen ise insanlık onuru...

HABİL İLE KABİL, KADIN VE KURBAN...
Habil, ilkel komünal dönem temsilcisidir. Avcılık ve toplayıcılık düzeninin bitişini resmeden, kutsallara giren simgesel isimdir...
Kadın, binlerce yıldır her dönem, her zaman kadındır. Hep aynı kadındır...
Kabil ise toprağa bağlanmanın, özel mülkiyetin ve tarım toplumuna geçişin öncüsüdür. Sivil askeri otorite biçim, biçem değiştirince sembol haline gelir.
Ve sırf bu yüzden simge-simbol kamplaşması, kardeşler arası isyan başlar. Veya insanlık tarihi sil baştan yazılır. Kadınların geleceği de...
Habil ile Kabil geleneksel dinci anlatılara göre ilk bireysel düşmanlaşmadır. Kutsal yazıtlarda eş seçimi sebepli körüklenen bir kavga olarak betimlenir. Hem de kardeşler arasında...
Ancak başı ve sonuyla öze ve döneme yabancılaşma dürtüsü, mülkiyet hırsı ve kazanıp kaybetme güdüsü ile gelişen kanlı bir hesaplaşmadır. Sonuçta kadına bağlanmıştır. Belki de böylece kadının mülkiyete tabi olması sağlanmıştır...
Vakada sebep sonuç ilintisi bağlamında, statükoculuğu yerleştiren sistemsel bir kapışma varken, giriş gelişme ve sonuç ihtiras odaklı sayılmış ve vaka güzel kadınla resmedilmiştir. Yani ağır yavaş palazlanan yeryüzünü paylaşım meselesi fesatlığın, kan dökmenin ve can almanın ilk ayağını teşkil etmiştir. Teşkilatlı olmasa da ilenç ve direnç halinin, kaybedenler safında buluşmak olduğu bu kanlı eylemlilikle tescillenmiştir.
Sisteme karşıtlığın, sistem dışında kalmanın veya sistem dışına itilmenin sonucu ve sonuca ulaştıran ilk tercihin de zulüm ve katliam oluşu bu vaka ile gelecek nesillere masumlaştırılmıştır.
Bir başka deyişle, Habil ile Kabil hikayesi mevcut işleyişe veya yaratıcı doğanın akıl sır ermeyen belli kanunlarına direnişin, kadın bahane gösterilerek bertaraf edilmesidir. Kadın üzerinden itaat, riayet ve ihanetin tesisidir. Veya tasfiyesidir. Yaşandıysa eğer bu vaka tarihte tam bir kırılma noktasıdır. Yaşanmadıysa da kutsiyet destekli insanlığa büyük derstir.
Bu kısa ama derin kıssadan hisse alınmadıkça, kısıtlı akılla algılandıkça beliren en kritik tespit ise kaderin belirgin hale getirilmesi olur. Kapalı toplumlara katı bilinçle kaderciliği tedariklemedir. Ayrıca öldürme fiilinin de tek ve doğru sonuç olduğunun harfiyen tespitidir.
Kabil'in Habil'i öldürmesi formatı, kadın fonu ile desteklenmiş olsa da genel geçer gerçekliği, sisteme adaptasyon meselesi olmalıdır. Değişen veya değiştirilen modele uymayana kesilen ceza, akla zarar uygulatılan cezadır. Yani yaşananlar itibariyle yarınlarda kardeşin kardeşi tanımaz hale gelineceği mesajıdır. Felaketin vukuatlı örneğidir.
Dinler literatüründeki bu ilk ferdi cinayetin detaylandırılması, eş veya eş olacak kadına başkalarınca göz koyma veya mal mülk, arazi tarla paylaşım kavgası bağlamında geçiyor olabilir. Ancak nihayetinde incelikle işlenerek Tanrı ve yeryüzü elçisine isyan edişin ödül ve cezası olarak kaydedilmiştir. İşte budur vakayı mühim ve vahim kılan...
Diğer yandan kadının seçici, erkeğin de seçilen taraf olma geleneğini Habil ile Kabil Vakası ortadan kaldırmıştır. Toplumlar tarihi bu cinayetle birlikte, cinselliği özellikle kadın cinselliğini güvence altına alan evlenmeleri güncellemiştir. Evlilik yoluyla aile olma, kutlu ve kutsal aile kurumu inşa edilmiştir. Anaerkil toplum düzeni yıkılmıştır. Yani kadın resmiyette özel mülkiyete geçmiştir.
Böylece yerleşik yaşamdaki tüm bireysel çatışmalar, toplumsal kavgalar ve küçük büyük savaşlar mülkiyet dâhilindeki kadın ve bir türlü sahiplenilemeyen toprak yüzünden çıkmaya, çıkarılmaya başlanmıştır. Kargaşanın önü açılmıştır. Bu çaplı çapsız çakışma bir anlamda erkeğin egosunun şişmesini sağlamış, egemenleşmesinin önündeki engelleri kaldırmıştır. Ve ataerkil toplumun iktidar otoritesi daima kadını suçlayan bir moda evrilmiştir.
Ne yazık ki bu dar çerçevede ardışık gelişen toplum modelleri ve sıkı sistemler, kadını metalaştırmıştır. Önemsizleştirerek, değersizleştirerek özel ve genel mülkiyetin sadece eksik tamamlayanı ama vazgeçilmez parçası haline getirmiştir...
Habil ile Kabil Vakası sırf ileride olacaklar yüzünden yani iş başka yerlere gitmesin diye derinlemesine bakılmadan kadının, iyi kötü, çirkin ve güzel olması ile ilişkilendirilmiş, ırk ve cinsiyet kotasına hapsedilmiştir. 
Aslında her açıdan güçlü ile güçsüzü, yanlış ile doğruyu çarpıştıran bir vakadır...
Bu elim vakanın bu çağa, bugüne yansıması ise arka plan gerçeğin saklanması, saklanmasa da algı tüccarlığının pik yapması ve ayrıntıların ıskalanması yüzünden Kabil'ci zihniyetin aleme egemenlik kurmuşluğudur...
Sözün kısası Habil ile Kabil döneminden bu yana değişen hiçbir şey yoktur. Mitolojik çağdan bu çağa arada hiç fark yoktur. Veya tek realite vardır. Bin yıllardır asla değişmeyen kadının edilgen hali. O hal ve tutumun neticesi de, köhne sistemlerin ve yönetsel erki ele geçirmiş yoz erkeklerin işine geldiği gibi kadını kullanmaları veya iş sarpa sardığında kadını hiç uğruna kurban edişleridir...
Aklı sıra kendini bulunmaz erkekten sayan kanı bozuklar, bu gün din iman icabı bayram eden münafıklar, yarın bir gün sunağa yatırıldıklarında Habil ile Kabil Vakasını bayramlık ağızlardan bir güzel öğrenirler.
Elbette öğrenmenin akı karası, yaşı başı yok. Bilimin, bilişimin, bilginin rengi de cümle âlem bilir ki, kan kırmızı...

Hiç yorum yok: