FELEK...
Felak, Nas...
Her tan yeri ağarmasında fel fecir okur kem gözler. Fenalık fışkırtır kementli
eller, kemikli diller. Bayağılaşmış beller ise bela bulaştırır. Foya ortaya
serilince de felek edebiyatı. Oysa forsu düşük keltek algılayışlarla daima devasa
felaketlere davetiye çıkarılır...
Diğer yandan dinsel çağrılar ve reel dini anlayış salt feleğe ihale edilip,
dini felsefeden uzaklaşıldıkça dinsel seremoniler kıyasıya tekrarlanarak gelip geçici
umuda bel bağlanılır. Dinlerin ahlaksı yanı dışlanır. Ve durmaksızın rutinleşen
kısır dini eylemlere dönüşür din dünyası. Halkın ekserisi de bu suni atmosferde
umursamazca tahtlı otoriteye tapınır.
Zaten altüst olmuş dinle beraber, yasal ilişkilerin aşırı baskıcı ve baskın
korkunun öne geçtiği toplumlarda inanç ve ahlaki gelişim duraksar. Akıl, iman
hazinesinin, inanç haznesinin yılmaz bekçisi iken bambaşka yerlere nakledilir.
Böylece kutsal inanç zayıflar, kutlu gösterilen ritüeller keskinleşir...
Aklı zafiyet vurduğundan, zamanla ruh da diğer uzuvlar gibi yıpranır, eskir
ve de kirlenir. Bizzat temizlenmelidir ama ruh temizleme yöntemleri sunan
dinler de kirletildiğinden, dinlere uzak ara formüller devreye sokulur.
Ancak bilimsel gerçeklik, elektrik aşağı doğru akmaz. Akım yukarı doğrudur.
Dalga kirişleri de farklı evrenlerin sınırlarıdır. Dinsel enerjiyi artıran,
yansıtan ve yalıtan ise köprü görevi gören devreler arasındaki sıkışmadır.
Açılıp kapanan köprüler asla kişiler değildir.
Yani sonsuz ufuktan sarkan tükenmez enerjidir mana âlemini kuran. Anlamın
maliki. Anlam ve mana kaydırmalarına hiç
izin vermeyen. Dikkatlerden kaçan her unsuru kendi kökünden yeniden üreten,
türeten. İşte o dinsel kavram muhataplığıdır oligarşik fenalığı, olağan noksanlığı
feleksiz düzelten. Özgürlük alanlarını evrensel duyarlılıkla genişleten.
Fekku ragabe...
Felek neden hiç özgür bırakmaz daima köleleştirir, açıkça bellidir.
Efendileştirir ve köleleştirir çünkü sırf emperyal efendilere yeme içme ve yenilmeyenleri
yığma kolaylığı sağlamak için. Yardakçılığı
onurlandırmak ve doğru yoldan saptırmak için. Ruhları tutsak etmek, dünyayı toptan
ruhsuzlaştırmak için. Çareleri çarpıtmak ve beyinleri afyonlamak için.
O yüzden afyonlanmış zihinleri kalem, kelam mucizesi ile ayıltmak gerekir. Öyle
şaman, haman, ahbar, rabçı, rahip ve ruhban kardeşliğiyle değil. Çünkü bunların
çoğu yoldan çıkmıştan daha beter yön tayin ederler. Ve sadece köleleştirilenlere
moral olsun babında oral yoldan, kalpsizce ve hiç üstlerine alınmadan dostlar
alışverişte görsün icabı gerçeği yarım ağız söylerler;
"Yaptıkları ne berbat iş, ne berbat şey"...
Oysa dostdoğru iş besbellidir. Çünkü doğada dalga ve kütle davranışları
birbirine zıttır. Örneğin su dalgasında kütlecikler dalga yönünde hiç hareket
etmezler. Dalga su üzerine vurdukça çember çizer. Çemberin içine hapsolmuşlar vardır.
Onlar harama ve günaha sevk edicilerdir. Berbat iş temsilcileridir.
Dışındakiler ise feleğe isyancılar...
Feleğin çemberinden geçtikçe kötülüğün, belanın tadılma oranı da azalır.
Öyle veya böyle üç beş kuruşluk çıkar ilişkileri tutmaz onlarda. Keza kenz için
asla uğraşmazlar.
Çünkü kütlenin varlığı sadece alan yoğunlaşmasıdır. Parçacıklar arasındaki kuvvetler
de fiziksel çekim kanunudur. Ve insan aklı bu çekim alanında doğa aklının hem
bir parçası hem de devamıdır. Yani insan aklı dinin merkezidir. İşte böyle
inananlar dinin merkezine dair, özüne felsefesine ilişkin, en doğrucu manifestoyu
yazarlar. Tek bir düsturla...
Fehüm fihi sevanun...
Feleğin sillesini yemişlikle asla hiçbir şey eşitlenemez. Eşitlik, her
konuda eşitlik ve vicdanidir. Mutlak eşitlik ise ihram. Dinler felsefesinin
ikramıdır ihram. İhmale gelmez. Yani kıble ihramdır. Servet gölgesine yan
yatanlar, servet yığanlar, beytülmal yağmalayanlar, anlamazlar bu iki dünya
gerçeğini. Akıldışı aymazlıkla nimete ve emanete nankörlük işte bu
anlayışsızlık çerçevesinde sürer gider. Meymenetsizlik de bu sürgülemenin tarihi
eseridir. Yani riyakarlık şatafatı getirince, şans talih, kader kısmet deyip
terkedilir din. Yalandan yırtmak için de hep felek suçlanır.
Kahpe felek...
Ancak unutulan kutsal bir realite vardır, helak olur zulmeden...
Bu arada belli bir zamanı vardır feleğin oyun kurması için. Zalime hesap
sorması için. Şeytanın attığı pusuyu delmek için. Melaneti bozmak için. O
yüzden beyin fukaralığı ve keltek aldırmazlıkla, kutsal çağrıya kulak tıkamamak
gerekir. En fenasından felaketler eşiğinde bile feleğe rağmen eşitlenmek
gerekir.
Çünkü tam eşitlik farzdır. Farazi görülenler dahi bir gün mutlaka gerçekleşecektir...
Felak, Nas...
BİN GEMİYE BİR DENİZ VE KADINLAR...
Bin yılların yerleşik kurgusunun zıddına, bin gemiyi denize indirecek güzellikte
bir kadın varsa eğer, mitoloji dünyası güzelleşir. Ama gerçek dünya gerginleşir.
Yoksa eğer son güvenli sütliman da, sütsüz, güvenilmez ve demirlenilemez
limanlardan sayılır. Ve yerleşik mitsel kurgu yerle yeksan olur. Vaziyet
illetlik bir hal alır...
Sonra uçtan en uca gizlerin derinliğinde vefasızca avuçlanır yeryüzü.
Havuçlanır su küre, gökyüzü, magma. Maraz dürtülerle ardında hiçbir iz bırakmadığını
sananların havailiği yüzünden, dünya alem sınırlı listelere hapsolur. Bu çarpık
tutku tutukluluğuyla büyük yanlışlara ve affı zor günaha sığınmak ise her şeyden
vazgeçip salt hayatta kalmanın asma kilidi ve anahtarı olur. Arsız hırsız vasıfsızların
çıkmasına sebep olduğu bataklık gazı da doğayı zehirler…
Yani anafor vurunca kadın kadının zıddıdır. Vurgun esnasında esneyenler,
zırıltı zımbırtı köşegeninde tez elden zatını, zevatını bulur. İşte o zıtlık
yönetir Truva’dan bugüne dünyaları. Ve katlanılası zor ne kadar değersizleştirme,
kahır varsa metanetle katlanılır. Dünde kalmış hırs tam kıvamına geldiğinde adap
bırakmayınca, asap bozulunca sır köküne dokundurmak gerekir asayı. Katıksız
sabır da bir yere kadar.
Az olsun uz olsun babında uzun aralıklar, üzgün ayrılıklar ve azgın aykırılıklar
dünyasında kamburlaşan kalıpsızları,
tıynetsiz trip atanları, aklı sıra sıvışıp savuşan tipitipleri, bir güzel tırpanlı
meleğe kavuşturmak gerekir. Kavuşmaları da kusursuz kurmak. Ancak asla asmadan
kesmeden, basmadan kasmadan itinayla. Selamete çıkmak sabır küpü çatlamadan,
gizli kapaklı küpler çatlasın, içlerindeki melanet dökülsün diye hacimli akan
sulara salmaktır ganimeti. Sonrası genetik duyarlıkla, okyanuslarda derine en
derine dalmaktır. Ondan sonrası ise uğursuz salgına kapılmadan, derli toplu akıl
ürünü sihirli kelimelerle bakmaktır, sağır sultanın bile duyacağı, kör kralın
bile göreceği bol traklı tragedyaya…
Yalnız bir çok antik destanda sayılan dökülen, sıtkı sıyrılmış muhabbet
tuzağı, soylu soplu muhabbet tellalıdır sonsuzluğu sonlandıran. Softa yarenlik
sarmalında kıvranan softy halleşmesidir sonun başlangıcı. Resmen kansızlıktır.
Sorgusuz sualsiz ele geçen kirli kaypak aşklara dair edebi kayıtlar, ebedi
kanıtlardır kansızlığı kanırtan. Benzersiz ve dengesiz ihlaller ve danışıklı ihalelerle
kişilik bozukluğuna varan hastalıktır tragedyayı tarumar eden. Dahası birden bin
gemi denize iner ve kara meleksi, kirli maskeli yüzsüzler belirir arka fonda. Pot
üstüne pot, klasik potpori…
Yine de klasik dönem özelinde bir güzelliktir aklı kuşatan. Güzel çirkin şarktan
garba şıngırdayan. Ve lirik yitik şarkılarla sergilenir, toptan sergilenen.
İlle de ihanetçi hünerdir, hülledir, gülledir sinirden gülerek patlatılan…
Agamemnon, gayri memnun Truva Savaşı'ndan döndüğünde şehre yerleşik korku
yerleşir. Boğucu gerginlikler artar. Mitolojik abartılar aşılamayınca komikleşen
trajediler, ilahi komedyalar, tavı tavrı tuhaf ama olağanüstü güzellikteki
kadınların izlerini takip eder. İzler izlenir ve kumpasçı, komplocu dünya
güzellemesi bir kalemde hiçlenir. İyilik kirlenir, güzellik çirkinleşir. Palas
pandıras politik vakalara ince ayar çekilir. Eşsiz tavsiyelerle güncellenen
alemi cihan, yasaklanmış dünyanın tehlikeli yüzüne heveslenir, heveslendirilir.
Ancak acı gerçek çok sonra öğrenilir.
Temel öğreti gereği geleceğe öğüt babında yüzlerce, binlerce yıldır sürdürülen
sürgünlerle ilin, dilin, dinin yok oluşu resmedilir…
Bin gemi denize indirecek çap, çehre ve endamdaki kadın profili dâhiyane
çılgınlıkla birden tüm mülkiyet alışkanlığını, sonsuz aşk akışkanlığını karanlık
sulara serper. Sere serpe arzu meyillenmesiyle kalıtsal kaygısızlığa yakınlaşır.
Kalpazan kulpuna sarılmadır akıllarda kalan. Ve bu meczup serkeşliğin emi
emaresi, sular kabardıkça dalga dalga, köpük köpük kıyıya vuracak kalıntılarda
gizlidir. Bölük pörçük parçalarda…
Bin gemiye bir deniz ve geleneksel duruşunu bozan kadın kurgusunda Helen’i
Paris görür. Paris görünce ve de yanında götürünce çıkan Trojan Savaşı'nda, bin
gemi denize indirilir...
Bu nasıl soylu bir güzelliktir veya ne soysuz bir çirkinliktir ki, en sarsıcı
savaş, pik yapan kan soslu çarpışmalar, dip yapan kin dozlu olaylar sineye
çekilir. Veya çekilmez. Troyan horse kaleyi içten yıkar. Ve bin gemiye bir
deniz yetmez, Aegean kan gölüne döner…
Homeros’ta geçen Odesalı bir kadın Penelopia. Pelerinine sarılmış, krallık
yönetmiş. Kurnaz ve akıllı. Tam sadakatli. On yıllarca yalnız. Sonrası kırılan
dallar. Dalgakıran yanılsaması. Dalınır gidilir tragedyalardaki hazlar denizine.
Homeros dönemi eşitliğidir eşik şaşırtan. İlyada. İlla Zeus, Hera, Artemis,
tertemiz hikâyelerle beslenir. Tragedyalar bin gemiyi denize indirtecek
güzellikteki kadınlardan…
Kavı kırpık meşalenin loş boş aydınlattığı yüzü gölgeli kadınlar, kaç
gemilik gizemli bir güzelliktir. Hangi güzelliktir güzeli apartan, çalan ve çarpıtan.
Hangi kadındır arp ve flüt eşliğinde dans eden. Hangisidir eşikte bir gelin ve keşik
beklemeden giden. Kiros kapıda, kiraz dalındayken kazandibi kazığına tapıp
kazan kaldıran. Topu kaç gemilik?
Gemi azıya alıp kah nalına kah mıhına vurulduğunda dönem en uçtan diğer uca
vakayı kayıt dönemidir. Ve kayıtlı kayıtsız tüm kabahatlere şiddetli cezalar
kesilir...
Kesik uçlu kalem dönemidir hit, mit ve bit dönemi. Bitmez. Bigbazar, forum,
arena, koçbaşı, tribün, spor ve tanrısal jimnastikle döneni dönemi sürer.
Aristo, Aristopheres, Efes. Evrensel kültürel değerlerin bin gemiye bedel
kuralları. Kurallar silsilesi, kurumsallık. Kurmaca işler olimpiyatına işçilik
tükenmez. Yine o kutsal terane tekerlemesi, akıl teklemesi yaşanır. Kutlu ve kutsal
metinlerde adı geçen kadın ve kadınlara yaslanılır. Diri, dişi ve olgun aşk
tanrıçalarına. Unutulur sanki Afrodit ve ifrit ve de iffete kilit...
Bin gemiyi denize indirecek güzellikte ve kudrette kadın, kadınlar
hikâyesidir tragedyalara trak vuran...
Trajik refleksleri özümsemek ve tersine akan trafiği önlemek gerekir. Çünkü
ölçülü bir romantizm havasında havalanan, ıtırlı erotizm dünyasıdır her
tragedya. Her kişiyi, özellikle er kişiyi çılgına çeviren örtülü ölümcül
hikâyeler barındırır özünde. O yüzden körü
körüne bağlanmamak gerekir mitolojiye. Kör günler bir anda gelir…
Nice ölümler, ölümlüler barındıran tülden bir deniz. Bin gemiye efsane
güzelliğini sunan karanlık mavi lacivert sular. Su gibi berrak, zümrütten güzel,
sütbeyaz Kleopatra. Mısır püskülü kıvamında Ornella. Tüm zamanlı trak sonrası
aslına dönüş. Eski kıtada kuzeyden güneye sıcak esinti. Es verilen güneyde bir
yer. Anatolia. Dünyanın ortası, ortak buluşma noktası. Merkezinde bin bir
gemiye tek uç beyi, üç deniz…
Değeri düşen sikkenin bir yüzünde silinmez aşklar. Bilinmez yüzü Bergama.
Berhava edilen iki yüz bin, ekinde yazılı iki, basılı bir kitap. Yoz yobaz yüzsüzlerden
ün, gün sergisi. Kitapsızlık gösterisi. Tarihsel fonda fırsatçılık. Saplanılan
balçık, sıralı mallar halinde dönüşüm. Dip vurgunu, pik yorgunu metalaşma. Deniz,
okyanus kuyularına düşmeler ve trajik son.
Dünya derya deniz. Bin gemiyi denize indiren durulukta ve doğrulukta bir
kadın. Kadınlar. Varsa eğer ne ala. Yoksa hayali bile güzel. Hayallerde yaşansa
bile bir nebze dünya güzelleşir. Kâinat kafadan güzelleşir. Sonra örgütsel
kanıtlar, kayıtlar, ithamlar, itiraflar, anıtsal yazılar yazıtlar ve ödüller.
Ödüller tragedya setli ölümler. Karada ve denizde ölümlerden ölüm beğen
tragedyası…
Bin gemiyi denizin dibine indirecek itibarda kadın ve kadınlar. Kadına aç,
aç köpek dünyasında pik yapan kansızlar. Kandırmacalar aldatmacalarla itibar
kaybı. Kütlesel gömüt ve kitlesel intihar çıkmazında sükûnetle yaklaşılması
gereken karanlık sular. Ziftin peki küplerden içip, köpük köpük, dalga dalga bin
yılların kutlu kuytusuna sırnaşıkça yanaşma. Sonrası sonsuzluk.
Zıttına kurgudur deniz seviyesinde zıvanadan çıkaran. Bu kutlu ve kutsal
kurgu zıtlaşmasının yükü ağırdır, dengi bellidir ve mutlaka timsah
gözyaşlarıyla ağlatır…
Mitolojik tragedyalardan çıkarılacak ders ise, bin milyon milyar gemi, bin
milyon milyar gemiyi denize indirebilecek milyarlarca güzel kadın, kadınlar ve
efeminar, tanrılar ve tanrıçalar bir deniz etmez. Bir Karadeniz yapmaz. Değmez…
CADI AVI, PERİ AŞKI VE KADIN...
Zaman zaman parlatılan periler ve cadılar dünyası
tuhaf bir dünya. Makamı mekanı batı. Batıya özgü ters yüz edilmiş bir din ve
klişeci kilise dayatması...
Sahada sahipsiz saplı süpürgeli, çirkin ve güzel,
bilgiç ve ürkünç kadınlar üzerinden özellikle kadınlara kurulan işkence
mekanizması. Şiddet abartıldıkça iffetli peri kadar güzel kadınları da içine
çeken lanetli bir labirent. Dünyanın tam ortasında hain bir girdap...
Gidişatın rotası şaşınca periye aşk meşk tesisi, adı
cadıya çıkanlara, cadı farz edilenlerin çıplak bedenlerine, çarpık vücutlarına
ise keskin çivili sopalar ve delici iğnelerle cadılık testi. Çığlık atma
derecesine göre şeytanla işbirliği tespiti.
Ve öyle bir kara katı, yoz yobaz bir zaman ki
histerik çatallaşma, isterik çıyanlaşma dört bir yana yayılma rahatlığında.
Başka dinlere ve milletlere ulaşma ve bulaşma hoyratlığında. Hastalığın
toplumsallaştırılması sistemin mucidi derebeylerinin ve ruhban din adamlarının
denetiminde. Beter yaptırımlar ise başıbozuk kilisenin emri ve gözetiminde...
Dönem itibariyle kadın, yaşlı veya genç, güzel veya
çirkin, alımlı veya çalımlı, bilgiç veya gizemli her kadın cadılık suçlamasının
muhatabı. Ağır ve acımasız işkencelerin de mağduru. Resmen kazığa oturtulup,
canlı canlı yakılmaya dek varan engizisyon mahkemeleri kararlarının büyük
ayıbı. Affedilmeyecek büyük günah...
Periyken suçlanan kadın, cadı olduğu şikayetinde
bulunulan her kadın, canını kurtarmak için başka cadılar, başka cadı isimleri
bulmak ve vermek zorunda. Her iddiayı kabul etmek mecburiyetinde. Profesyonel
sistematik işkencelere dayanmak zorunda. Bu yakışıksız yıkım yüzlerce, binlerce
gözün izlediği insanlık dışı bir temaşa. Dayanılmaz derecede gaddar ve acı eşiği
yüksek işkencelere dayanamayan her kadının suçları ve tüm suçlamaları kabul etmesiyle
biten kanlı gösteriler...
Yani peri masumiyetindeki zavallı kadınların, klişe
kumpas ve kiliseci komplo tuzağında canından olduğu, işkenceler ile canından
bezdirdirildiği, şanslıysalar eğer sakat bırakıldığı bir dönem, cadı avı
dönemi...
Metezori ağızdan çıkan isimler ise yeni cadı
adayları ve yeni cadı yaltakçıları. Liste kabardıkça en tanıdıktan hiç
tanımadığa dek uzayan koca bir endişe. Sudan sebeplerle kara kabus. Kara
listeye dahil edilme korkusu. İçten içe cinskırım...
Bir kara dönem ki o dönem, binlerce, on binlerce
kadının cadılık masalıyla, din üzerinden kilise marifetiyle tescili, katli ve toplu
kıyımı. Pompalanan peri-cadı kargaşasında artan şüphecilik. Jurnal enflasyonu.
Ve asılsız dayanıksız, aylakça ahmakça iftiralarla ve son çare itiraflarla köhne
sisteme kurban giden kadınlar...
Tastamam yalpalayan yapay zenginliğin ve kiliseci
dinsel sistemin kurguladığı, halkı korkutma, sindirme ve oyalama taktiği. Hedef
şaşırtma ve sarsılan toplumsal düzenin yıkımı...
Peri övgüsü ve cadı avıyla ortaçağ karanlığına
kenetlenme. Engizisyona demirleme...
Sonuçta engizisyon dönemi özenilen ve kıskanılan,
beğenilen ama reddeden, istenilen ama istemeyen ne kadar kadın varsa, anında
ispiyonla işin hepten çığırından çıkarılması. Kalıtsal kadın düşmanlığına
evrilen boyutta tarihe sürülen kara bir leke...
Hatta zamanla cadılıktan tutuklananları yargılayan
yargıçların bile gözden düşer düşmez cadılıkla suçlanıp cezalandırıldığı insanlık
tarihinin belki de en salgın hastalığı.
Unutulmaması gereken, toplumsal depremin ve dinsel
gerilemenin pik yaptığı, peri ve cadı kıskacında arkada bırakılan enkaz.
Enkazın altında kalan kadınlara uygulanan, uyduruk yargılama ve acımasızca
cezalandırma yöntemleri...
Bu tuhaf peri ve cadılar dünyasından en hafifiyle
kurtuluş ise kadının ölümü. Silinemez izi ise sistemin devamının sağlanması
için din adına, kilise ayarına kadının katledilişi...
Yaklaşık üç yüz yıl takıntısız her kadına duyulan
öfke ve şiddet dozu yüksek kin nöbetleri ile sürdürülen bu cadı avı, kesinlikle
insanlık tarihi ve dinler tarihinin en anlamsız katliamı.
Bu ortaçağ kalıntısı kıvırmalar halen canlı ve
kanlı. Kısır kıvılcımlanmalar bugün dahi, peri düzeyindeki kadınları yakmakta.
Ne yazık ki yangın her dinde aynı kalıpla sürmekte...
Tıpkı vaktiyle cadılıkla suçlanan kadının, suya
atılması gibi. Batar boğulursa suçsuz, dalar çıkarlarsa suçlu sayılması gibi...
Evvelinden bu güne, bu acımasız ve tuhaf, peri-cadı
dünyasında peri iken cadı, cadı iken havari takdir edilmeler de üzerinde
durulması gereken bir başka büyük muamma.
Bilinen şekliyle yitik sistemler yaratısı bu cadı
avı-peri aşkı ile yiten biten insanlık, çiğnenen ise insanlık onuru...
HABİL İLE KABİL, KADIN VE KURBAN...
Habil, ilkel komünal dönem temsilcisidir. Avcılık ve
toplayıcılık düzeninin bitişini resmeden, kutsallara giren simgesel isimdir...
Kadın, binlerce yıldır her dönem, her zaman
kadındır. Hep aynı kadındır...
Kabil ise toprağa bağlanmanın, özel mülkiyetin ve
tarım toplumuna geçişin öncüsüdür. Sivil askeri otorite biçim, biçem
değiştirince sembol haline gelir.
Ve sırf bu yüzden simge-simbol kamplaşması,
kardeşler arası isyan başlar. Veya insanlık tarihi sil baştan yazılır.
Kadınların geleceği de...
Habil ile Kabil geleneksel dinci anlatılara göre ilk
bireysel düşmanlaşmadır. Kutsal yazıtlarda eş seçimi sebepli körüklenen bir
kavga olarak betimlenir. Hem de kardeşler arasında...
Ancak başı ve sonuyla öze ve döneme yabancılaşma
dürtüsü, mülkiyet hırsı ve kazanıp kaybetme güdüsü ile gelişen kanlı bir
hesaplaşmadır. Sonuçta kadına bağlanmıştır. Belki de böylece kadının mülkiyete
tabi olması sağlanmıştır...
Vakada sebep sonuç ilintisi bağlamında,
statükoculuğu yerleştiren sistemsel bir kapışma varken, giriş gelişme ve sonuç
ihtiras odaklı sayılmış ve vaka güzel kadınla resmedilmiştir. Yani ağır yavaş
palazlanan yeryüzünü paylaşım meselesi fesatlığın, kan dökmenin ve can almanın
ilk ayağını teşkil etmiştir. Teşkilatlı olmasa da ilenç ve direnç halinin,
kaybedenler safında buluşmak olduğu bu kanlı eylemlilikle tescillenmiştir.
Sisteme karşıtlığın, sistem dışında kalmanın veya
sistem dışına itilmenin sonucu ve sonuca ulaştıran ilk tercihin de zulüm ve
katliam oluşu bu vaka ile gelecek nesillere masumlaştırılmıştır.
Bir başka deyişle, Habil ile Kabil hikayesi mevcut
işleyişe veya yaratıcı doğanın akıl sır ermeyen belli kanunlarına direnişin,
kadın bahane gösterilerek bertaraf edilmesidir. Kadın üzerinden itaat, riayet
ve ihanetin tesisidir. Veya tasfiyesidir. Yaşandıysa eğer bu vaka tarihte tam
bir kırılma noktasıdır. Yaşanmadıysa da kutsiyet destekli insanlığa büyük
derstir.
Bu kısa ama derin kıssadan hisse alınmadıkça,
kısıtlı akılla algılandıkça beliren en kritik tespit ise kaderin belirgin hale
getirilmesi olur. Kapalı toplumlara katı bilinçle kaderciliği tedariklemedir.
Ayrıca öldürme fiilinin de tek ve doğru sonuç olduğunun harfiyen tespitidir.
Kabil'in Habil'i öldürmesi formatı, kadın fonu ile
desteklenmiş olsa da genel geçer gerçekliği, sisteme adaptasyon meselesi olmalıdır.
Değişen veya değiştirilen modele uymayana kesilen ceza, akla zarar uygulatılan
cezadır. Yani yaşananlar itibariyle yarınlarda kardeşin kardeşi tanımaz hale
gelineceği mesajıdır. Felaketin vukuatlı örneğidir.
Dinler literatüründeki bu ilk ferdi cinayetin
detaylandırılması, eş veya eş olacak kadına başkalarınca göz koyma veya mal
mülk, arazi tarla paylaşım kavgası bağlamında geçiyor olabilir. Ancak nihayetinde
incelikle işlenerek Tanrı ve yeryüzü elçisine isyan edişin ödül ve cezası
olarak kaydedilmiştir. İşte budur vakayı mühim ve vahim kılan...
Diğer yandan kadının seçici, erkeğin de seçilen
taraf olma geleneğini Habil ile Kabil Vakası ortadan kaldırmıştır. Toplumlar tarihi
bu cinayetle birlikte, cinselliği özellikle kadın cinselliğini güvence altına
alan evlenmeleri güncellemiştir. Evlilik yoluyla aile olma, kutlu ve kutsal aile
kurumu inşa edilmiştir. Anaerkil toplum düzeni yıkılmıştır. Yani kadın
resmiyette özel mülkiyete geçmiştir.
Böylece yerleşik yaşamdaki tüm bireysel çatışmalar,
toplumsal kavgalar ve küçük büyük savaşlar mülkiyet dâhilindeki kadın ve bir
türlü sahiplenilemeyen toprak yüzünden çıkmaya, çıkarılmaya başlanmıştır. Kargaşanın
önü açılmıştır. Bu çaplı çapsız çakışma bir anlamda erkeğin egosunun şişmesini
sağlamış, egemenleşmesinin önündeki engelleri kaldırmıştır. Ve ataerkil
toplumun iktidar otoritesi daima kadını suçlayan bir moda evrilmiştir.
Ne yazık ki bu dar çerçevede ardışık gelişen toplum
modelleri ve sıkı sistemler, kadını metalaştırmıştır. Önemsizleştirerek,
değersizleştirerek özel ve genel mülkiyetin sadece eksik tamamlayanı ama vazgeçilmez
parçası haline getirmiştir...
Habil ile Kabil Vakası sırf ileride olacaklar yüzünden
yani iş başka yerlere gitmesin diye derinlemesine bakılmadan kadının, iyi kötü,
çirkin ve güzel olması ile ilişkilendirilmiş, ırk ve cinsiyet kotasına
hapsedilmiştir.
Aslında her açıdan güçlü ile güçsüzü, yanlış ile
doğruyu çarpıştıran bir vakadır...
Bu elim vakanın bu çağa, bugüne yansıması ise arka
plan gerçeğin saklanması, saklanmasa da algı tüccarlığının pik yapması ve
ayrıntıların ıskalanması yüzünden Kabil'ci zihniyetin aleme egemenlik
kurmuşluğudur...
Sözün kısası Habil ile Kabil döneminden bu yana değişen
hiçbir şey yoktur. Mitolojik çağdan bu çağa arada hiç fark yoktur. Veya tek
realite vardır. Bin yıllardır asla değişmeyen kadının edilgen hali. O hal ve
tutumun neticesi de, köhne sistemlerin ve yönetsel erki ele geçirmiş yoz erkeklerin
işine geldiği gibi kadını kullanmaları veya iş sarpa sardığında kadını hiç
uğruna kurban edişleridir...
Aklı sıra kendini bulunmaz erkekten sayan kanı bozuklar,
bu gün din iman icabı bayram eden münafıklar, yarın bir gün sunağa
yatırıldıklarında Habil ile Kabil Vakasını bayramlık ağızlardan bir güzel
öğrenirler.
Elbette öğrenmenin akı karası, yaşı başı yok.
Bilimin, bilişimin, bilginin rengi de cümle âlem bilir ki, kan kırmızı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder