MUHASEBE YAPMAK LAZIM…
Ayın hilal yıldızların lal şeklinde görüldüğü gecelerin ilkinden son geceye yaşanan yılların, ayların ve günlerin muhasebesini yaparak arınmak lazımdır şu günlerde şu dönem vampirliğinden...
İki cihan ebediyeti gereği asil olmak üzere çıkılan bir kör köstebeğin yol gösterdiği tünellerden, karanlığa sunulan tahminlerden ve gelecek öngörüsüz dehşetlerden kurtulmak lazımdır bir an önce. Öncellerin öncülüğünde istem içi veya istem dışı hesaplaşmak lazım bu günlerde. Yazıtlara name olmak veya olmamak meselesidir asıl mesele. Harname taşlamalarından nasiplenmemektir aslında her konuda muhasebe yapmak meselesi…
Hisablı nisaplı yaşamaktır şu dünyanın temel felsefesi. Muhasebe, muhakeme ile hesap etmenin karşılıklı hesaplaşmanın insanlığa hizmet ettiği bilim veya temel bir gerçekliktir. Toplumsal yaşamın her alanında işletilen veya işletilmesi gereken insancıl tutumun soyadıdır muhasebe. Yapıldıkça kendini hücre hapsine döndüren tıpkı çoğalmaların ve tıpkıbasım çoğaltımların yerli yersiz çağlamasının tek engelidir muhasebe. Muhasebesizlik ise sarayların koridorlarında yavaşça süzülen tarifsiz dalgınlıkla ve arifsiz amadelikle sonuçlanır.
Muhasebe yapmak kara taşlara çarpan hüzne ve çift sütuna manşetlere düşmeden insanlıktan kişiye göre değişen oranda ama yettiğince nasiplenmektir. Başka bir deyişle vahşi sesler benzerliği ve vahşi sözler kabalığını kararlılık ve orta karar seviyesine çekebilmenin değerlemesidir muhasebe yapmak.
“ Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir”…
İşte bu ilahi emirle ışığı hiç söndürmeden içini dökebilmektir hayatın muhasebesini yapmak. Şu fitili bitik dünyada pentagun penguenlerince rogramlanan karartmalar döngüsünde günaha girmemektir aslolan. Birilerinin güdülemesiyle güdümlenmenin saf günahsızlığa rakip olduğunu görmeyi getiren bir sonuçtur hayatın muhasebesini yapmak…
Ayın hilal yıldızların lal şeklinde görüldüğü gecelerin ilkinden son geceye yaşanan yılların, ayların ve günlerin muhasebesini yapmak bir ömre bedel değerlerden kaçınmadan boğuk gölgelerden iki cihanlık yakayı kurtarmaktır…
Eylül gecelerinde ise bir başka durulur hesaba ve hesaplaşmaya veya durulmalıdır evrene inat. Muhasebesi yapılmayan her eksiklik, her nesepsiz fazlalık ardına düşer, meler ve arsızca boğar nefesleri. Ve stop eder motorlar, kanatlanır tüm kanlı kavruluşlar. Maviliği kontrol edelim derken denizden olmaktır rastlanılan ve kapılınan girdaplar. Kapılandıkça ve kaşındıkça kabaran illetlik yaralardan gevşemelere uzanan ince çizgide ölüm bulaşır emeğe, yemeğe. İsanın Musanın asasından içte yara kendi kara düzenliliğe geçiştir cesaret ödülüyle ödüllendirilmek. Kadersiz olmak işte burada başlar, yolu kapanmışlığı tescilleyen kızıl şaplı ayrılıkla da biter. Başlangıç ve bitiş noktası arasında bir bit yeniğinin olup olmadığını anlamanın temel ayıracıdır işin muhasebesini yapmak. Sahte eylül bereketi işte budur ve o yüzden karanlık eylül gecelerinde bir başka oturulmalıdır hesaba ve hesaplaşmaya.
“ Kendini kınayan pişmanlık duyan nefse yemin ederim diriltilip hesaba çekileceksiniz.”…
Adı anarşikten bu güne birlenen ve bölünen yaşamda muhasebesi tamamlanmamışlık yorumlarına ve yarımlarına reklamasyon kesilmiş fasonculuktur. Aslında riskli tınlamalarla ve tamlamalarla sonsuza ulaşıldığı sanılır. Oysa kapıda sonsuza kadar küçük zıtlaşmaları taşıyan süt çocuğu saflığı nöbet tutar. Düşlerin kapısı bacası açık kaldığında ise keskin orak alevli uzlaşıları ortadan ikiye böler. Süslü püslü aldanmalar ise dilbazlar kurulunu dahi terletir. Ölümü hissettiren hapşırtıcı bir dönemdir bu kardeş gibi görünme idaresi. Şaşırtıcı gelen ama idare lambalarıyla bile görülecek gerçeklerin muhasebesini tutmada nedense bir kopma yaşanır. garibinkinden çalmalar ve galebe çalmalar o sayede unutulur, unutturulur. Film böylece tam en heyecanlı yerinde kopar. Ardından toz bulutları ile hesapsız kitapsız bir sırıtkanlık başlar ve muhasebesizlik evresi kayıtlara geçer. Akşama kadar ganimetler taşınır taşınır ama zaman yetmez süt kardeşlere.
Çatmalarda çatık kaşlı soyka resimler peşi sıra peşin peşin asıldığında, peşine kırmızı meşin bu melun muhasebesizliğe mukadderat diyebilmek de zorlaşır. Bedeli ödenir her reel politik sapmaların, standardın üzerinde sapkınlıkların. Herkes bir dertle yanar ve ondan susar ama yol ayrımında sandıklar açılır ve zincirler kırılır. Muhasebesi asla yapılamaz rahatlığıyla faşizmden dem vurmalar günü gelir şıp diye kesilir, market yalanlar bir bir ortaya dökülür. En yalın tanımıyla olanaklar el değiştirdiğinde kıssadan hisse hava değiştirilir ama muhasebesi yabana atılmayacak biçimde tutulmalıdır o havanında. Bu havanda su dövme kurnazlığı ve bu tutukluk sürdükçe kendi gölgesinde ezilenler elbette bir süreliğine liderleşirler. İşte muhasebe bir şekliyle de vakti zamanı geldiğinde gökyüzüne ağlamaların da şıp diye kesilmesidir. İşte muhasebe böyle müspet bir bilimdir.
“ Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”…
Bazen uygulanması çok zordur ama çok çetin durulmalı metin davranmalı, şanslar değerlendirilmeli ve kayıtlar harfiyen tutulmalıdır. Zindan kılıklı kılavuzlarla geçilen köprüler emanete hıyanet noktasında yıkılır, çöker ve faaliyet dönemleri erinde gecinde nihayetlenir. Camgözler çatlar, ateşli mi ateşli cangözler delikanlıca etrafa savrulur. Öyle bir savurganlık sonrasıdır ki bu dağılmalar geç de olsa muhasebeleştirilince olayın vahameti optik bilimini kıskandıracak denli netleşir.
Muammaların muhasebesi olmaz denir durulur ve ciddi görünümlü kabullerle değişir kırmızı hatlar. Ve sınır tanımayan muhasebeciler gelişmeyi kaydederler yevmiyeye ve kebire aktarırlar tragedya komik kabullenmeleri. Gelişmeleri izlemekle başlar usulden kımıldanışlar. O muhasebe bilgisi gelişmişlik ve muhasebe yeteneği gelişmişlik kımıl kımıltısı kımıldanışlarla ıstırap, hırs, hırstan doğan arsızlık ve hırsızlık mantığını anında bozar. Tercümesi olmayan apar topar bir kaçıştır aslında tercihlerin uygunsuzluğunun muhasebesini yapmak ve gerçeği zor da olsa anlamak. Zorlama gecikmelerin raporlanmasıyla geçici mizan tutmaz. Uydurulup kaydırılıp tutturulur kesinleştirilir belki ama bu kez bilanço dengesizleşir. O denksizlikte hiçbir balans ayarı da malum hoyratlaşmayı sınırına çekemez. Bayatlamanın tuzağına düşüşle gerisin gerileri şiircesine anmak ise muhasebenin temel ilkesine aykırıdır.
“ Çünkü onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı.”…
Göz var izan var ama hiza kayınca ve muhasebe bilmemek veya bilip de hayatınhiç bir canalıcı canyakan evresine uygulamamak delirten ışığa dengesizce ve beceriksizce yuvarlanmayı hızlandırır. Yardan yuvarlanmakla kalmayıp ağır demir kapıları kendi üstüne üstüne kapatmaktır. Tartışmasız bu labirentimsi işbirliği uzun bir koridoru başka kapkara koridorlara bağlanın koordinatlarını iyi bilmek veya baştan sonra şaşırmaktır. Muhasebe bilmek işte bu aşamada devreye sokulmalıdır. Uçsuz bucaksız derinlik kapı dışarı büyürken, hapı yutmadan güvenilir izlerden kazasız belasız ilerleyebilmektir tarihin tekrarına vurgu. Vurgunların muhasebesinin tutulması ise muhasipliği hasiplik derecesine erdirmekle olasıdır.
Ayın hilal yıldızların lal şeklinde görüldüğü gecelerin ilkinden son gecesine yaşanan yılların, ayların ve günlerin muhasebesini yaparak arınmayanlarca zamanında dizginlenen düzgünlenen her açık, kapalı, örtülü hesap aslında kısmen sahipsiz kaldığında hakkınca muhasebeleştirilince nefesleri keser. Vay canına olur rakamların dilinden yazışmaların sonu. Zaten usa terbiyesizlik hükmediyorsa veya hükmettiriliyorsa nasipsiz çocuksu mavi gözlerde nice denizler asılır. Masumiyette sallandırılır. Eğer böyle bir asılma ve astırma başlangıçtan bu güne akılların duvarına asılmış ise dünya gözüyle muhasebe yapmakta da gecikmemek gerekir.
“ Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir.”…
28 Haziran 2015 Pazar
SİYASİ DANIŞMA, SİYASAL İÇ DANIŞMA VE SOSYAL BARIŞ…
SİYASİ DANIŞMA, SİYASAL İÇ DANIŞMA VE SOSYAL BARIŞ…
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken iç danışmanın içeriği ve kapsamına yönelik realist saptamalar yaparak içsel barış mutlaka sağlanmalıdır. İç danışma, iç dayanışma ve iç barış kapsamında ülke ve topluma gerçek yarar sağlama üzerine taban çapında da iyice netleşmek gerekir…
Amacı ve kapsamı, tüzüğü olan veya duruma ve şartlara göre değişkenlik gösterecek biçimde belirlenen yönetmeliklerle siyasal, toplumsal, ekonomik ve kitlesel kültürel alanlarda politikalar üretebilen veya üretebilecek bir kurumsal yapı içsel danışmalarla iç dinamiklerini hareketlendirmedikçe, sonucunda iç barışını sağlamadıkça yolu daima tıkanır.
Yetkili ve etkili kurulları ve kuralları olan her siyasal yapı karar ve yönetim organlarıyla politikalar oluştururken, oluşturduğu politikaları toplum katmanlarına verilecek hizmete dönüştürme bağlamında hükümet edecekken mutlaka danışma işlevselliğini de hayata geçirmelidir.
Aksayan çalışmaları geliştirmek, yerel ve genel gereksinimleri ve çelişmeleri belirlemek, toplumsal öncelikleri künyelemek ancak bu danışma, tartışma ve karar alma yöntemiyle olasıdır. Siyasal yapı bünyesindeki her birime veya bireye içsel danışma kapsamı dahilinde gündeme yerleşen her konuda birikim paylaşma ve özgür çalışma ortamı ve tartışma olanağı verilmedikçe koalisyon kulisleriyle varılacak nokta kaçınılmaz kısmi parçalanmaya endekslidir.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken geniş çapta yapılacak içsel danışma ile belirlenecek yol haritası, umulanın ötesinde bir ölçekte yenilenişe ve arzulanan amaçlara hizmet eder.
Gelişmek, güçlenmek ve kamuoyunda güven kazanmak veya saygınlık tazelemenin en geçerli yolu içsel danışma ve iç barıştır. Üst yönetimsel mekanizmaların danışmaksızın alacağı ve uygulamaya koyacağı kararlar anında bir içsel zedelenme yaratır. En geniş biçimiyle danışmak çözümlerin işlerlikli olmasında da temel etkendir. Ve iç danışma olası bir ortaklıkta başrol oynama anlamında el güçlendirir. Bir anlamda tüm iç danışmaların ürünü bütün eleştiriler ve önerilerin raporlaştırılmasıyla yani iç danışmayla biçimlendirilecek her karar, karar ne olursa olsun ilerde fazla baş ağrıtmaz. Hiç danışmadan sadece yetkilendirilmelerle alınan her karar ve tutum ümitle çıkılan bu yolu kısa sürede karartır. Zaten geçmiş yakın tarih bu sonucu tescilleyen nice siyasi örneklerle doludur.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken yağmurdan kaçarken doluya tutulmak benzeri bir kalemle yazılmamak için her öneri ve önermeye ciddiyetle yaklaşılması geleceğin siyasetçisi olabilmenin temel harcıdır…
Bu temel üzerine her iç danışma neticede umulan düzeyde işleri kolaylaştırıcı ve yapıcı politik duruşu da ortaya çıkarmayabilir. Ancak böylesi bir tablo bile başka çözümlerin olabileceğinin ve bulunabileceğinin altının kalın ve kırmızı kalemle çizilmesinden başka bir şey değildir. Kırmızı hatların iyice keskinleştiği ve resmileştiği ortamda herkese her eve lazım olan ise siyasi danışma, siyasal iç danışma, toplumsal dayanışma ve sosyal barıştır.
Siyasal doğrultusu, amacı ve programı olan her kurumsal yapı siyasi karar ve yetki organlarında yetki devri, etki göçermesi ve nicel yetkinleştirme tavrıyla niteliğin ve katılımcılığın da yolunu tıkar. Böylece dar ve sığ siyaset egemen olur, siyaset yapma biçimi asla renklenmez. Siyasal kurumun her kulvarında verilen amatörce ve özverili çabanın danışma kulvarlarının tıkanmasıyla görmezden gelinmesi veya zaman kısa babında gereksiz görülmesi tabanda onarılması güç çatlaklar oluşturur. Bu fay kırılmasının eninde sonunda güncellenecek iç veya dış danışma toplanmalarında yanıtı ağır olur ve bu ağırlığı da kimseler taşıyamaz.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken çerçevesi belli olan ve ustalık gerektiren şu manevra bolluğunda ciddi söylem ve söz verilmiş eylem tutarlılığına rahatlıkla ters düşülebilir. Ve şu veya bu ideolojiyi sekterleyen tüm birliktelikler eşyanın tabiatına da, siyasetin doğasına da aykırıdır…
Hal ve gidiş bu yönde gelişince, duyarlık yitimiyle beraber durumdan vazife çıkarmalar da çoğalır. Sözde istikrarın devamı gündemin baş köşesinde oturtulduğundan, ülke yararına birlik beraberlik hikayesi, zorunlu birliktelik fıkrası, halkın veya halkların menfaatine dönük dayanışma masalları kulaktan kulağa yayılır. Bu sağır kulak oyununu, bu sığ siyasi komployu ise içsel danışma platformlarının cesaretli ve yiğit duruşu bozar. Bu zorunlu görev veya görevler ise bir kurumsal düşün içinde var olan veya sadece düşün içinde olan, kendini bulunduğu döneme ve geleceğe borçlu hisseden kim varsa onlara düşer. Dönemlere ilişkin tercihler belirlenirken veya sadece söylenirken uç değişimler önermek ve sorunu kökten çözmek danışma mekanizmasının en gerçekçi biçimde işletilmesiyle hayat bulan tavırda saklıdır.
Bu her hakkı saklı tavır, daima öfkeyi örgütlemekle, eleştirileri tepkilemekle, çözüm sunmayıp sorun dillendirmekle, buluttan nem kapmalarla asla uyuşmaz. Hala uyutulmak istenen topluma kurtuluş reçetesini usul ve yöntemleri en akılcı normlarda harmanlayabilen iç danışma kurulları yazar. Katmanların her derdine ilk çare olarak katılımcılığı da listenin başına koyar.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken dayatılan her zoraki kabulleniş yerine hayata yeni önermeler katmak, yeni önermeler araştırmak iç danışmaların eseridir...
İç danışma biçimleri evrensel ve enternasyonal normlarda geliştirildiği ve yapıldığı, sürekliliği kurumsallığa yansıtıldığı sürece hedefe ulaşmak kolaylaşır. Zorluklarla bezeli her çıkılan yolculukta o iç danışıklılığın iç dirliği hedefi oldukça yakınlaştırır. Büyüyen ve kazandıran bir sonuca hükmeder danışılarak verilmiş kararlar bütünü. Yani onca gayret, yığınla öneri, yinelenen güven iç danışmayla ve danışma sonuçlarının göz ardı edilmeden, zayi edilmeden hayata adaptasyonu ile zirve yapar.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, bugünden yarına duyulan her umutsuzluk sürecinde artık alışılmış o vurulan aşının tutması beklentisi yalandan dayanışma, iç danışmak ise aşının reddidir. Reddidir belki ama gerçek dayanışmadır…
Dayatılan, ayartılan ve sultalanan formüllerde eğer on yılların mevcudu da kümesel kesişme ve birleşmeyle yoluna devam edecek ise daha çok iç ve dış danışmalara hapsolur bu ülke. En alttan en üstlere işlerin iyiye gitmesi veya toptan doğruya yöneliş en kılcal hücrelere işlemedikçe kavga her platformda sürer. O çevresel döngüde doğruyu sorgulayıp, gerçeği düşünen bir avuç insan da olsa topluma mal olan her ide-fikir danışma sürecinden geçen, süzülen ve sıyrılan haklı uğraşların toplamıdır. Toplama akılla toplanmak, tornalamak, tavlamak ve tavlanmak hiç işe yaramaz, eninde sonunda tornistan yapılır ve işler tersine döner.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, bunalımın aşılması aşamasında hortlayan siyasal davranış kusurlarının tümü ancak iç danışma ile giderilir. Yakın gelecekte doğabilecek taban tavan kavgasına tek çözüm, olası parçalanmanın önünü alacak tek kurum; danışmak, danışmak, danışmaktır...
Tüm bu saptamalar her siyasi kurumsal yapı için geçerlidir ancak özellikle kimliğinde halk ibaresi taşıyıp daha sosyal ve demokrat kalanlar veya kaldığını söyleyenler için daha da elzemdir…
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken iç danışmanın içeriği ve kapsamına yönelik realist saptamalar yaparak içsel barış mutlaka sağlanmalıdır. İç danışma, iç dayanışma ve iç barış kapsamında ülke ve topluma gerçek yarar sağlama üzerine taban çapında da iyice netleşmek gerekir…
Amacı ve kapsamı, tüzüğü olan veya duruma ve şartlara göre değişkenlik gösterecek biçimde belirlenen yönetmeliklerle siyasal, toplumsal, ekonomik ve kitlesel kültürel alanlarda politikalar üretebilen veya üretebilecek bir kurumsal yapı içsel danışmalarla iç dinamiklerini hareketlendirmedikçe, sonucunda iç barışını sağlamadıkça yolu daima tıkanır.
Yetkili ve etkili kurulları ve kuralları olan her siyasal yapı karar ve yönetim organlarıyla politikalar oluştururken, oluşturduğu politikaları toplum katmanlarına verilecek hizmete dönüştürme bağlamında hükümet edecekken mutlaka danışma işlevselliğini de hayata geçirmelidir.
Aksayan çalışmaları geliştirmek, yerel ve genel gereksinimleri ve çelişmeleri belirlemek, toplumsal öncelikleri künyelemek ancak bu danışma, tartışma ve karar alma yöntemiyle olasıdır. Siyasal yapı bünyesindeki her birime veya bireye içsel danışma kapsamı dahilinde gündeme yerleşen her konuda birikim paylaşma ve özgür çalışma ortamı ve tartışma olanağı verilmedikçe koalisyon kulisleriyle varılacak nokta kaçınılmaz kısmi parçalanmaya endekslidir.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken geniş çapta yapılacak içsel danışma ile belirlenecek yol haritası, umulanın ötesinde bir ölçekte yenilenişe ve arzulanan amaçlara hizmet eder.
Gelişmek, güçlenmek ve kamuoyunda güven kazanmak veya saygınlık tazelemenin en geçerli yolu içsel danışma ve iç barıştır. Üst yönetimsel mekanizmaların danışmaksızın alacağı ve uygulamaya koyacağı kararlar anında bir içsel zedelenme yaratır. En geniş biçimiyle danışmak çözümlerin işlerlikli olmasında da temel etkendir. Ve iç danışma olası bir ortaklıkta başrol oynama anlamında el güçlendirir. Bir anlamda tüm iç danışmaların ürünü bütün eleştiriler ve önerilerin raporlaştırılmasıyla yani iç danışmayla biçimlendirilecek her karar, karar ne olursa olsun ilerde fazla baş ağrıtmaz. Hiç danışmadan sadece yetkilendirilmelerle alınan her karar ve tutum ümitle çıkılan bu yolu kısa sürede karartır. Zaten geçmiş yakın tarih bu sonucu tescilleyen nice siyasi örneklerle doludur.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken yağmurdan kaçarken doluya tutulmak benzeri bir kalemle yazılmamak için her öneri ve önermeye ciddiyetle yaklaşılması geleceğin siyasetçisi olabilmenin temel harcıdır…
Bu temel üzerine her iç danışma neticede umulan düzeyde işleri kolaylaştırıcı ve yapıcı politik duruşu da ortaya çıkarmayabilir. Ancak böylesi bir tablo bile başka çözümlerin olabileceğinin ve bulunabileceğinin altının kalın ve kırmızı kalemle çizilmesinden başka bir şey değildir. Kırmızı hatların iyice keskinleştiği ve resmileştiği ortamda herkese her eve lazım olan ise siyasi danışma, siyasal iç danışma, toplumsal dayanışma ve sosyal barıştır.
Siyasal doğrultusu, amacı ve programı olan her kurumsal yapı siyasi karar ve yetki organlarında yetki devri, etki göçermesi ve nicel yetkinleştirme tavrıyla niteliğin ve katılımcılığın da yolunu tıkar. Böylece dar ve sığ siyaset egemen olur, siyaset yapma biçimi asla renklenmez. Siyasal kurumun her kulvarında verilen amatörce ve özverili çabanın danışma kulvarlarının tıkanmasıyla görmezden gelinmesi veya zaman kısa babında gereksiz görülmesi tabanda onarılması güç çatlaklar oluşturur. Bu fay kırılmasının eninde sonunda güncellenecek iç veya dış danışma toplanmalarında yanıtı ağır olur ve bu ağırlığı da kimseler taşıyamaz.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken çerçevesi belli olan ve ustalık gerektiren şu manevra bolluğunda ciddi söylem ve söz verilmiş eylem tutarlılığına rahatlıkla ters düşülebilir. Ve şu veya bu ideolojiyi sekterleyen tüm birliktelikler eşyanın tabiatına da, siyasetin doğasına da aykırıdır…
Hal ve gidiş bu yönde gelişince, duyarlık yitimiyle beraber durumdan vazife çıkarmalar da çoğalır. Sözde istikrarın devamı gündemin baş köşesinde oturtulduğundan, ülke yararına birlik beraberlik hikayesi, zorunlu birliktelik fıkrası, halkın veya halkların menfaatine dönük dayanışma masalları kulaktan kulağa yayılır. Bu sağır kulak oyununu, bu sığ siyasi komployu ise içsel danışma platformlarının cesaretli ve yiğit duruşu bozar. Bu zorunlu görev veya görevler ise bir kurumsal düşün içinde var olan veya sadece düşün içinde olan, kendini bulunduğu döneme ve geleceğe borçlu hisseden kim varsa onlara düşer. Dönemlere ilişkin tercihler belirlenirken veya sadece söylenirken uç değişimler önermek ve sorunu kökten çözmek danışma mekanizmasının en gerçekçi biçimde işletilmesiyle hayat bulan tavırda saklıdır.
Bu her hakkı saklı tavır, daima öfkeyi örgütlemekle, eleştirileri tepkilemekle, çözüm sunmayıp sorun dillendirmekle, buluttan nem kapmalarla asla uyuşmaz. Hala uyutulmak istenen topluma kurtuluş reçetesini usul ve yöntemleri en akılcı normlarda harmanlayabilen iç danışma kurulları yazar. Katmanların her derdine ilk çare olarak katılımcılığı da listenin başına koyar.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, görüşme turları planlanırken dayatılan her zoraki kabulleniş yerine hayata yeni önermeler katmak, yeni önermeler araştırmak iç danışmaların eseridir...
İç danışma biçimleri evrensel ve enternasyonal normlarda geliştirildiği ve yapıldığı, sürekliliği kurumsallığa yansıtıldığı sürece hedefe ulaşmak kolaylaşır. Zorluklarla bezeli her çıkılan yolculukta o iç danışıklılığın iç dirliği hedefi oldukça yakınlaştırır. Büyüyen ve kazandıran bir sonuca hükmeder danışılarak verilmiş kararlar bütünü. Yani onca gayret, yığınla öneri, yinelenen güven iç danışmayla ve danışma sonuçlarının göz ardı edilmeden, zayi edilmeden hayata adaptasyonu ile zirve yapar.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, bugünden yarına duyulan her umutsuzluk sürecinde artık alışılmış o vurulan aşının tutması beklentisi yalandan dayanışma, iç danışmak ise aşının reddidir. Reddidir belki ama gerçek dayanışmadır…
Dayatılan, ayartılan ve sultalanan formüllerde eğer on yılların mevcudu da kümesel kesişme ve birleşmeyle yoluna devam edecek ise daha çok iç ve dış danışmalara hapsolur bu ülke. En alttan en üstlere işlerin iyiye gitmesi veya toptan doğruya yöneliş en kılcal hücrelere işlemedikçe kavga her platformda sürer. O çevresel döngüde doğruyu sorgulayıp, gerçeği düşünen bir avuç insan da olsa topluma mal olan her ide-fikir danışma sürecinden geçen, süzülen ve sıyrılan haklı uğraşların toplamıdır. Toplama akılla toplanmak, tornalamak, tavlamak ve tavlanmak hiç işe yaramaz, eninde sonunda tornistan yapılır ve işler tersine döner.
Meclis Başkanı seçelim, koalisyon kuralım, hükümet ortağı girişimlerinde bulunalım derken, bunalımın aşılması aşamasında hortlayan siyasal davranış kusurlarının tümü ancak iç danışma ile giderilir. Yakın gelecekte doğabilecek taban tavan kavgasına tek çözüm, olası parçalanmanın önünü alacak tek kurum; danışmak, danışmak, danışmaktır...
Tüm bu saptamalar her siyasi kurumsal yapı için geçerlidir ancak özellikle kimliğinde halk ibaresi taşıyıp daha sosyal ve demokrat kalanlar veya kaldığını söyleyenler için daha da elzemdir…
23 Haziran 2015 Salı
HIRS HIRSIZLIK DOĞURUNCA…
Salalar okunurken minarelerden eller tutmaz, gözler yanar, gönüller daralır, sal sallanır ve biter hayatlar. Ağıtlardan ve yazılamayan yazılardan anlaşıldığı gibidir hayatlar, işin özü kayıplarda birleşir anlar ve anılar…
Aşırı ve dengesiz hırs, çok batında hırsızlığı doğurunca ki er veya geç doğurur mazlumun bedduası da yapışır karunlaşan yakalara. Yapışınca da artık iflah olunmaz asla. İflasa gidişin yolu açılır inceden ve derinden. O saatten sonra recep, şaban ve ramadan da çare olmaz yere çakılışa.
Olsun varsın, çalmayan mı var türünden vızıldayışlarla, köy, kent, ova, arazi, orman ormanlık kalmaz. Issız mı ıssız bir gecede, gece alacasında elde pilli ampuller Hiçkokvari bir manzarada çaldılar ve gittiler olur tüm olumsuzlukları özetleyen. Artakalanlar ise geride kalanları ne kalmış neler yürümüş, yürütülmüş bilemeden neyin çalındığını dahi anlayamadan böbürlenip dururlar akıllara zarar. Arkada kalmışlar ise bu çılgın maceradan yana tavırsızlaşırlar ama yetmez. Yetkinlik görmektir;
Hırsızlık neyi çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Makam ve mevkii sahibi olduktan hemen sonra zenginlemek ve kendi bağında bahçasında bağımsız çalışarak fakirleşmek zamanla da makinalaşmaya köleleşmek maalesef bu çağın en büyük yutturmacasıdır. Yutmayınca da sorarlar insana sen Allah bilir misin? Yanıtı da hazırdır;
Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Beddua almaya görsün insan çünkü ‘ o dua ile yaradan arasında perde bulunmaz, yoktur’ der buyruk. Görsel yayınların envai çeşidine giren mat ve soğuk yüzlerden sorulur hırsızlığa sebepler. Yanıtlar beyaz kâğıtlara düşülür ve sahifelerce kararır kitaplar. Tüm maddesel rezaletlerin bulgusu, olgusu, dolgusu, buyruğu hiçbir zamandır, istasyonu garı karı ise hiçbir yerdir. Kameralar çekirgeleri zıplarken belki görmemiştir veya görmüştür de kayıttan düşmüştür.
Bir düşkünlük mevsimidir çalmayla başlayan ve yaşanan. Hırsızlığa açılan vadide vaat ve vaaz çalarlar metodu algısı yankısı hesaplı veya hesapsız yalvaran nidalarla mikrofonları yalarlar. O yalan peşrevleriyle işler daha da karışır, organize işleri kimin dümenlediği kısmen tartıştırılır. Tüm kısır tartışmalar nafiledir atı alan, mülkü çalan, malı kapan arakçılar Üsküdarı çoktan geçmiştir. Göz öylece çıplak gözle gördüğünü bir güzel kayıtlamıştır ancak bir türlü inanılmaz, inadına inanılmaz yürek paralayan gerçeklere, üstüne ödüllendirilir. Unutulur uğrular, unutulur ama tarih çok şeylere gebedir ve tarih unutmaz bu sergüzeştleri. O genel gerçekliği geveleyenlere de soru hazırdır, sen Allah bilir misin? Yanıtı da;
Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Bu hırsızvari dindongcular, bu dua etseler dahi duaları kabul olmayacaklar sıfatındakiler bilmelidir ki duaların da bir edebi vardır. Edep erkân bilmeden denizi tonlarca kara taş doldurulan limanlarda bayramı sormak da nafiledir. Bunlardan göğe, göğün en mavisine ve denize denizlerin en karası Karadenize sığınmak da. Bu hiperaktif, aktif pasif bilançolu ayrımda hancı yancı uygulamalarıyla körleşir hayatlar ve zehirlenir özlemler. Limansız dermansız kalmak işte budur. Ancak sayılı gündür su gibi akar ve çabuk geçer. Yalan dolan da kar etmez belli saatten sonra.
Limansızlık işte o hırçın dalgaların dalga kıranlarda üslubunca eritilememesidir veya malen ve manen eğitilememesidir. Kırık dökük hayaller, dev kayalar da yıkılınca al güllerle uğurlanır uğrular ve uyduruk manzaralar. Mevcut manzara beğenilmeyince uğrak soru bellidir; sen Allah bilir misin? Yanıtı da bellidir;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez…
İnanç her şeyden öte cana can değmesidir. Belalara sabretmek de salalara saygı da ibadetten sayılır çoklukla. Ama kurtuluş ümidi de inancın çekirdeği, özü, öğretinin önemli ve en anlamlı parçasıdır. Doksan dokuz isimde derde devalık doksan dokuz dilde dillerden düşmese, düşürülmese de dünya işleri rotayı şaşırtır bazen. Dünya işleri bitmezleşince dünyalıkları istiflemek hırsı da bir türlü tükenmez ve arsızlaşır. Tenzih edilecek kimlikler var olsa da azı çoğu, öyle veya böylesi olmaz hırsızlık hırsızlıktır.
Hırs çatlayınca tadından yenmez görülür her şey ve bir çürüme kuşatır dört bir yanı. Tüm kötülükler ve zorluklar ikiye, dörde ve dörtten sekize katlanır ve kırklanır. Kırktan sonrası her zorluktan kolaylık doğar ve kolaylıklar karşılar yerden göğe insanı. İnsan en güzel surette yaratılmış olabilir ancak zamanla fiziki ve cismani güzellikleri de çalınabilir. Çalındıkça çalınır, yüzdeki nur gözdeki ferde çalınır. Ahlak ve maneviyat kaybedildikçe tüm iyilik sıfatları da kaybedilir. O kaybedişten sonra yüce güzelliğe erişebilmek ermek faslı tüm manevi kabiliyetlerini yitirir. Maneviyet bitince maddesel dürtüler hortlar diyenlere soru patlatılır; sen Allah bilir misin? Yanıtı da;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez…
İnsan üstün doğadaki en üstün varlıktır denilebilir. Ama aklı fikir dışı konuşmalar boşaltınca, çalışıp kazanmaya yönelik tutumlardan vazgeçişler sağlanınca, insanüstü insanlık, şerefli vasıftan olmayı ve sayılmayı da kendiliğinden zedeler. Zadelikten zedeliğe düşüş ve o düşkünlük psikolojisi her çalkantı ve keşmekeşte akıl ve ruhu da hırsa teslim eder. Hırs hırsızlığın ek gayretli yandaşıdır.
Yanılmalar yaratıların ötesinde sınır tanımaz bir role büründürür tüm üstün görülenleri. Batağa büründükçe de itiraf etmeler zorlaşır. Tersine hırsızlık etmeler kolaylaşır.
Öyle bir hale dönüşür ki hikâye, olsun varsıncıların ve varsılcı totemlerinin salı, salası, saltanatı, saltanatın sallanması binbeşyüz yıllık bir gerçekliktir aslında ve bir tekrardır;
…“ Onların öyle kalpleri vardır ki anlamazlar. Öyle gözleri vardır ki göremezler. Öyle kulakları vardır ki işitemezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha şaşkındırlar. İşte bunlar hep o gafillerdir.”…
Tersine dikleşen sokaklarda uydurma meskenlerde, hersine harikulade biçimde tasarlanmış kaçak mekânlar da çakışan itirazlarla hırsızlıkların önü alınamaz. Hırs basar haliyle ve hırs arsızlaştırılmış hırsızlığı en çoklu batında doğurur. Ve o doğumla kıyamet gününe şahitlik de kendiliğinden başlar. Küçük veya büyük kıyamet hatırlatılınca da sorulan hep ayni sorudur; sen Allah bilir misin? Yanıtı da hep aynıdır;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez ve harfiyen hafifletilemez…
Aşırı ve dengesiz hırs, çok batında hırsızlığı doğurunca ki er veya geç doğurur mazlumun bedduası da yapışır karunlaşan yakalara. Yapışınca da artık iflah olunmaz asla. İflasa gidişin yolu açılır inceden ve derinden. O saatten sonra recep, şaban ve ramadan da çare olmaz yere çakılışa.
Olsun varsın, çalmayan mı var türünden vızıldayışlarla, köy, kent, ova, arazi, orman ormanlık kalmaz. Issız mı ıssız bir gecede, gece alacasında elde pilli ampuller Hiçkokvari bir manzarada çaldılar ve gittiler olur tüm olumsuzlukları özetleyen. Artakalanlar ise geride kalanları ne kalmış neler yürümüş, yürütülmüş bilemeden neyin çalındığını dahi anlayamadan böbürlenip dururlar akıllara zarar. Arkada kalmışlar ise bu çılgın maceradan yana tavırsızlaşırlar ama yetmez. Yetkinlik görmektir;
Hırsızlık neyi çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Makam ve mevkii sahibi olduktan hemen sonra zenginlemek ve kendi bağında bahçasında bağımsız çalışarak fakirleşmek zamanla da makinalaşmaya köleleşmek maalesef bu çağın en büyük yutturmacasıdır. Yutmayınca da sorarlar insana sen Allah bilir misin? Yanıtı da hazırdır;
Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Beddua almaya görsün insan çünkü ‘ o dua ile yaradan arasında perde bulunmaz, yoktur’ der buyruk. Görsel yayınların envai çeşidine giren mat ve soğuk yüzlerden sorulur hırsızlığa sebepler. Yanıtlar beyaz kâğıtlara düşülür ve sahifelerce kararır kitaplar. Tüm maddesel rezaletlerin bulgusu, olgusu, dolgusu, buyruğu hiçbir zamandır, istasyonu garı karı ise hiçbir yerdir. Kameralar çekirgeleri zıplarken belki görmemiştir veya görmüştür de kayıttan düşmüştür.
Bir düşkünlük mevsimidir çalmayla başlayan ve yaşanan. Hırsızlığa açılan vadide vaat ve vaaz çalarlar metodu algısı yankısı hesaplı veya hesapsız yalvaran nidalarla mikrofonları yalarlar. O yalan peşrevleriyle işler daha da karışır, organize işleri kimin dümenlediği kısmen tartıştırılır. Tüm kısır tartışmalar nafiledir atı alan, mülkü çalan, malı kapan arakçılar Üsküdarı çoktan geçmiştir. Göz öylece çıplak gözle gördüğünü bir güzel kayıtlamıştır ancak bir türlü inanılmaz, inadına inanılmaz yürek paralayan gerçeklere, üstüne ödüllendirilir. Unutulur uğrular, unutulur ama tarih çok şeylere gebedir ve tarih unutmaz bu sergüzeştleri. O genel gerçekliği geveleyenlere de soru hazırdır, sen Allah bilir misin? Yanıtı da;
Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez. Hırsızlık hırsızlıktır…
Bu hırsızvari dindongcular, bu dua etseler dahi duaları kabul olmayacaklar sıfatındakiler bilmelidir ki duaların da bir edebi vardır. Edep erkân bilmeden denizi tonlarca kara taş doldurulan limanlarda bayramı sormak da nafiledir. Bunlardan göğe, göğün en mavisine ve denize denizlerin en karası Karadenize sığınmak da. Bu hiperaktif, aktif pasif bilançolu ayrımda hancı yancı uygulamalarıyla körleşir hayatlar ve zehirlenir özlemler. Limansız dermansız kalmak işte budur. Ancak sayılı gündür su gibi akar ve çabuk geçer. Yalan dolan da kar etmez belli saatten sonra.
Limansızlık işte o hırçın dalgaların dalga kıranlarda üslubunca eritilememesidir veya malen ve manen eğitilememesidir. Kırık dökük hayaller, dev kayalar da yıkılınca al güllerle uğurlanır uğrular ve uyduruk manzaralar. Mevcut manzara beğenilmeyince uğrak soru bellidir; sen Allah bilir misin? Yanıtı da bellidir;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez…
İnanç her şeyden öte cana can değmesidir. Belalara sabretmek de salalara saygı da ibadetten sayılır çoklukla. Ama kurtuluş ümidi de inancın çekirdeği, özü, öğretinin önemli ve en anlamlı parçasıdır. Doksan dokuz isimde derde devalık doksan dokuz dilde dillerden düşmese, düşürülmese de dünya işleri rotayı şaşırtır bazen. Dünya işleri bitmezleşince dünyalıkları istiflemek hırsı da bir türlü tükenmez ve arsızlaşır. Tenzih edilecek kimlikler var olsa da azı çoğu, öyle veya böylesi olmaz hırsızlık hırsızlıktır.
Hırs çatlayınca tadından yenmez görülür her şey ve bir çürüme kuşatır dört bir yanı. Tüm kötülükler ve zorluklar ikiye, dörde ve dörtten sekize katlanır ve kırklanır. Kırktan sonrası her zorluktan kolaylık doğar ve kolaylıklar karşılar yerden göğe insanı. İnsan en güzel surette yaratılmış olabilir ancak zamanla fiziki ve cismani güzellikleri de çalınabilir. Çalındıkça çalınır, yüzdeki nur gözdeki ferde çalınır. Ahlak ve maneviyat kaybedildikçe tüm iyilik sıfatları da kaybedilir. O kaybedişten sonra yüce güzelliğe erişebilmek ermek faslı tüm manevi kabiliyetlerini yitirir. Maneviyet bitince maddesel dürtüler hortlar diyenlere soru patlatılır; sen Allah bilir misin? Yanıtı da;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez…
İnsan üstün doğadaki en üstün varlıktır denilebilir. Ama aklı fikir dışı konuşmalar boşaltınca, çalışıp kazanmaya yönelik tutumlardan vazgeçişler sağlanınca, insanüstü insanlık, şerefli vasıftan olmayı ve sayılmayı da kendiliğinden zedeler. Zadelikten zedeliğe düşüş ve o düşkünlük psikolojisi her çalkantı ve keşmekeşte akıl ve ruhu da hırsa teslim eder. Hırs hırsızlığın ek gayretli yandaşıdır.
Yanılmalar yaratıların ötesinde sınır tanımaz bir role büründürür tüm üstün görülenleri. Batağa büründükçe de itiraf etmeler zorlaşır. Tersine hırsızlık etmeler kolaylaşır.
Öyle bir hale dönüşür ki hikâye, olsun varsıncıların ve varsılcı totemlerinin salı, salası, saltanatı, saltanatın sallanması binbeşyüz yıllık bir gerçekliktir aslında ve bir tekrardır;
…“ Onların öyle kalpleri vardır ki anlamazlar. Öyle gözleri vardır ki göremezler. Öyle kulakları vardır ki işitemezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha şaşkındırlar. İşte bunlar hep o gafillerdir.”…
Tersine dikleşen sokaklarda uydurma meskenlerde, hersine harikulade biçimde tasarlanmış kaçak mekânlar da çakışan itirazlarla hırsızlıkların önü alınamaz. Hırs basar haliyle ve hırs arsızlaştırılmış hırsızlığı en çoklu batında doğurur. Ve o doğumla kıyamet gününe şahitlik de kendiliğinden başlar. Küçük veya büyük kıyamet hatırlatılınca da sorulan hep ayni sorudur; sen Allah bilir misin? Yanıtı da hep aynıdır;
Hırsızlık hırsızlıktır. Hırsızlık neyi, ne kadar çaldığına göre değişkenlik göstermez ve harfiyen hafifletilemez…
21 Haziran 2015 Pazar
MAL MÜLK HIRSINDAN SIĞINMAK…
MAL MÜLK HIRSINDAN SIĞINMAK…
Mal mülk hırsı olmayan adam gibi adamların, hırkası var yada yok dervişin veya dervişlerin günler öncesinden kurtuluşa vardığı, ahı ile vahı ile ateşe atıldığı, doğuşundan batışına kıpkızıl güneşe yolculandığı günlerden gündür bu günler. Ezelden ebede, dünyadan ahirete özgürlük ise mide gurultuları çeker her öğün. Adamlık işte o özgürlüğe sığınmaktır senede bir gün de olsa…
Kıyamet ve ahiret beklentisi bir kenara itildiğinde veya unutulduğunda insan neredeyse ölümlülüğünü unutur, ölümsüzlük boyutunda mala ve mülke köleleşir. Akıl defterinde tehlikeli maddi dipnotları değerlenir ve manevi değerlerin dahi çalınmasına uyduruk bahaneler tertiplenir. Ve kebire işlenir. Mal ve mülk hırsından değersizleştirilir her şey, yok sayılır en değerliler ve en kıymetliler. Böyledir işte zihnin kapılarının makamlara aralanması, zihnin karanlık balkonlarının tutkallı koltuklara ardına kadar açılmasının neticesi.
Oysa insan değeri mal ile mülk ile ölçülemez, ölçülmemeli de. İnsan değeri kendinden yukarıda değil aşağıda kalanlara bakış ve insan ilişkileri ile ölçülmelidir işin özü. Kim ne derse desin aslında mala mülke tapmak, ona buna tapınmak yerine kıbleyi morda değil insanda görmektir değere değer katan…
Mal mülk edinme hırsıdır en küçük bir dalgalanmayla sarsılan ve batan. Denizden korkmak, fırtınalardan tırsmak o insandan sayılanları arsızlaştıran ve hırsızlaştıran hırsla ruhları teslim alır. Ve hiç umulmadık anda keyifler kaçar keşifler başlar. Kim bir tabaktan yemeye alışmış ve alıştırılmış ise mal mülk edinme hırsı anında ona da geçer. Kerameti maldan menkul bu kaynaşma gizli açık aç gözünü-bağla gözünü-yum gözünü bağlamında kibirleşir, kibirleştirir. Bilmişler çok bilmişler bozgunculaşır. Zemil zümre insanlıktan uzaklaşır uzaklaşılır. Fırtınalar başlar, fırtınalarla kopmalar gerçekleşir. O dar geçitte yaşanan kopmalar ve Kalıplaşan küçülmeyle gün gelir tapınmaların yönü de batıla kayar.
Ve zemzem suyu ile ak sütlerle yıkanmalar da arındırmaz ruh bozumuna yakalanmış zevatı…
Her şeyi satın alabilir insan. Sadece İnsanlığı satın alamaz, alırım zannıyla ömrünü feda eder gaflet içinde. Ve ayılamaz hiç kara derin uykulardan, çıkamaz kara derin kuyulardan. Çeperine kepazeleşilir dizi dizi. Ne gerçekleri dinler ne de öğütlerden faydalanır insanlıktan nasiplenmeyenler. Müştekiler para pul, şan şöhret, mal mülk peşinde hırsla koşarak unuturlar faniliğini. Ve en küçük sarsıntıda yıkılır sırça köşkleri. Sıçanlar kaçışır ak mermerli saraylarda kara koridorlara. Palas pandıras tüm saray eşrafına sahte Pera panayırları tezgâhlanır. Sanki oryant ekspres son kez raylardadır ve rapsodinin ince nakaratlarında gizlidir satılık yaşamlar, bedava akşam öğünleri ve berhava gönüller.
Mal mülk edinme hırsıdır en büyük kentlerde set çekilmiş kurtarılmış küçük büyük sokakları elden çıkarmak. İç yüzü mor çiçekler bezeli parklar ve cep gözlerde aç gözlü arabik mütercimler saklıdır. İnan kendini yüksek veya alçak görme ikilemine düştüğünde evladiyelik yanlışları da çoğalır. Kurtaramaz kendini taklitten, hiçbir hal ve koşulda kurtulamaz. Mal ve mülk ile bezense de külahlar, tüm küstahlıklar aciz bir kulcağız olunduğuna işarettir. Ve etrafındaki şatafat tutsak eder beyinleri ve hırs yenilenir de yenilenir. Ancak yine de yenilen mal ve mülk ayıplılarıdır. Unutulur sanılsa da, artısı da eksisi de asla unutulmaz dergâhı ilahi de.
Akıllarda zihin bulanıklığı ve seçmece görüntüler ve de pervasız tavırlar cirit atmaya başladığında unutulur vefa ve vefasızlık zirvesine ulaşılır. Karşıtlara muamelenin en şefkatsizini reva görmek mal mülk edinme hırsının nirvanasıdır. İnsan, insan olma ve insan kalma çizgisinden kopmaya görsün. İşte o kopuşla başlar tüm insani ve manevi değerlerden kopuşlar.
Edep insanın süsüdür ama mal mülk hırsı kişiyi toptan teslim aldığında edep de sekteye uğrar. Edipin ve ediplerin yazılarının yazgı, kara yazgı olduğu görmezden gelinir. Anıtsallaştırılan bir kara mizahtır bünyeye yapışan. Fünye çekildiğinde ise darmadağın olur hırsla edinilen ve tapılan mal ve mülk. İnsanın terbiyesi tamamlanmadıkça, kemale ermedikçe ve de edep ile asalet ayni merkeze yolculanmadıkça insan değerden değer kaybeder. Bu yitikte iyilikler de minyatürleşir. O vakit ulaşılan mertebe ne olursa olsun hiç biri asla tat ve keyif vermez. Marka olmak markalaşmak dahi ürünün aslına zarar verir ve zamanla maskaralaşılır. Makara tersine sarıldığında ise nice düzensizlik ortaya çıkar. Saygı atışsız, bed dualı topraklaşmalar kalır geleceğe miras.
Evdeki hesap çarşıya uymayınca veya uymadığında ise insanı insan yapan değerler de haraç mezat bir bir elden çıkarılır. Mal ve mülk ile ölçülen değerlemeler gün olur irtifa kaybeder. Öyle bir kayıptır ki yüzleşilen kazıdıkça altından yeni yeni maddesel hırslar çıkar. Bilmediğini öğrenmek üzerine kurulmuş şu dünya bile aklayamaz yalıtıma tabi tutulmuş acı gerçekleri. Ve fotoğraf kararır araplaşır.
Her ikircikli gülümsemenin ardında aslında inceden tüm topluma yayılan kişisel değerlendirmelerin ötesinde hırsa endeksli boş ama hoş rüyalar vardır. Devrim niteliğinde rüyalar görmelerin ve düşleri gerçek gösterme sanatının insana katacağı değer de rüyaların fos çıkmasıyla, düşlerin düşmesiyle son bulur. Rüya riyalaşınca da film biter.
Mal mülk hırsıdır ki bazen insanı tam kazanmışken maldan mülkten çoğu kez de insanlıktan eder. Ezelden ebede, dünyadan ahirete özgürlük düşünülmediğinde ise boşu boşuna mide gurultuları çekilir her öğün. Adamlık işte o sınırsız özgürlüğe sığınmaktır senede bir gün de olsa…
Mal mülk hırsı olmayan adam gibi adamların, hırkası var yada yok dervişin veya dervişlerin günler öncesinden kurtuluşa vardığı, ahı ile vahı ile ateşe atıldığı, doğuşundan batışına kıpkızıl güneşe yolculandığı günlerden gündür bu günler. Ezelden ebede, dünyadan ahirete özgürlük ise mide gurultuları çeker her öğün. Adamlık işte o özgürlüğe sığınmaktır senede bir gün de olsa…
Kıyamet ve ahiret beklentisi bir kenara itildiğinde veya unutulduğunda insan neredeyse ölümlülüğünü unutur, ölümsüzlük boyutunda mala ve mülke köleleşir. Akıl defterinde tehlikeli maddi dipnotları değerlenir ve manevi değerlerin dahi çalınmasına uyduruk bahaneler tertiplenir. Ve kebire işlenir. Mal ve mülk hırsından değersizleştirilir her şey, yok sayılır en değerliler ve en kıymetliler. Böyledir işte zihnin kapılarının makamlara aralanması, zihnin karanlık balkonlarının tutkallı koltuklara ardına kadar açılmasının neticesi.
Oysa insan değeri mal ile mülk ile ölçülemez, ölçülmemeli de. İnsan değeri kendinden yukarıda değil aşağıda kalanlara bakış ve insan ilişkileri ile ölçülmelidir işin özü. Kim ne derse desin aslında mala mülke tapmak, ona buna tapınmak yerine kıbleyi morda değil insanda görmektir değere değer katan…
Mal mülk edinme hırsıdır en küçük bir dalgalanmayla sarsılan ve batan. Denizden korkmak, fırtınalardan tırsmak o insandan sayılanları arsızlaştıran ve hırsızlaştıran hırsla ruhları teslim alır. Ve hiç umulmadık anda keyifler kaçar keşifler başlar. Kim bir tabaktan yemeye alışmış ve alıştırılmış ise mal mülk edinme hırsı anında ona da geçer. Kerameti maldan menkul bu kaynaşma gizli açık aç gözünü-bağla gözünü-yum gözünü bağlamında kibirleşir, kibirleştirir. Bilmişler çok bilmişler bozgunculaşır. Zemil zümre insanlıktan uzaklaşır uzaklaşılır. Fırtınalar başlar, fırtınalarla kopmalar gerçekleşir. O dar geçitte yaşanan kopmalar ve Kalıplaşan küçülmeyle gün gelir tapınmaların yönü de batıla kayar.
Ve zemzem suyu ile ak sütlerle yıkanmalar da arındırmaz ruh bozumuna yakalanmış zevatı…
Her şeyi satın alabilir insan. Sadece İnsanlığı satın alamaz, alırım zannıyla ömrünü feda eder gaflet içinde. Ve ayılamaz hiç kara derin uykulardan, çıkamaz kara derin kuyulardan. Çeperine kepazeleşilir dizi dizi. Ne gerçekleri dinler ne de öğütlerden faydalanır insanlıktan nasiplenmeyenler. Müştekiler para pul, şan şöhret, mal mülk peşinde hırsla koşarak unuturlar faniliğini. Ve en küçük sarsıntıda yıkılır sırça köşkleri. Sıçanlar kaçışır ak mermerli saraylarda kara koridorlara. Palas pandıras tüm saray eşrafına sahte Pera panayırları tezgâhlanır. Sanki oryant ekspres son kez raylardadır ve rapsodinin ince nakaratlarında gizlidir satılık yaşamlar, bedava akşam öğünleri ve berhava gönüller.
Mal mülk edinme hırsıdır en büyük kentlerde set çekilmiş kurtarılmış küçük büyük sokakları elden çıkarmak. İç yüzü mor çiçekler bezeli parklar ve cep gözlerde aç gözlü arabik mütercimler saklıdır. İnan kendini yüksek veya alçak görme ikilemine düştüğünde evladiyelik yanlışları da çoğalır. Kurtaramaz kendini taklitten, hiçbir hal ve koşulda kurtulamaz. Mal ve mülk ile bezense de külahlar, tüm küstahlıklar aciz bir kulcağız olunduğuna işarettir. Ve etrafındaki şatafat tutsak eder beyinleri ve hırs yenilenir de yenilenir. Ancak yine de yenilen mal ve mülk ayıplılarıdır. Unutulur sanılsa da, artısı da eksisi de asla unutulmaz dergâhı ilahi de.
Akıllarda zihin bulanıklığı ve seçmece görüntüler ve de pervasız tavırlar cirit atmaya başladığında unutulur vefa ve vefasızlık zirvesine ulaşılır. Karşıtlara muamelenin en şefkatsizini reva görmek mal mülk edinme hırsının nirvanasıdır. İnsan, insan olma ve insan kalma çizgisinden kopmaya görsün. İşte o kopuşla başlar tüm insani ve manevi değerlerden kopuşlar.
Edep insanın süsüdür ama mal mülk hırsı kişiyi toptan teslim aldığında edep de sekteye uğrar. Edipin ve ediplerin yazılarının yazgı, kara yazgı olduğu görmezden gelinir. Anıtsallaştırılan bir kara mizahtır bünyeye yapışan. Fünye çekildiğinde ise darmadağın olur hırsla edinilen ve tapılan mal ve mülk. İnsanın terbiyesi tamamlanmadıkça, kemale ermedikçe ve de edep ile asalet ayni merkeze yolculanmadıkça insan değerden değer kaybeder. Bu yitikte iyilikler de minyatürleşir. O vakit ulaşılan mertebe ne olursa olsun hiç biri asla tat ve keyif vermez. Marka olmak markalaşmak dahi ürünün aslına zarar verir ve zamanla maskaralaşılır. Makara tersine sarıldığında ise nice düzensizlik ortaya çıkar. Saygı atışsız, bed dualı topraklaşmalar kalır geleceğe miras.
Evdeki hesap çarşıya uymayınca veya uymadığında ise insanı insan yapan değerler de haraç mezat bir bir elden çıkarılır. Mal ve mülk ile ölçülen değerlemeler gün olur irtifa kaybeder. Öyle bir kayıptır ki yüzleşilen kazıdıkça altından yeni yeni maddesel hırslar çıkar. Bilmediğini öğrenmek üzerine kurulmuş şu dünya bile aklayamaz yalıtıma tabi tutulmuş acı gerçekleri. Ve fotoğraf kararır araplaşır.
Her ikircikli gülümsemenin ardında aslında inceden tüm topluma yayılan kişisel değerlendirmelerin ötesinde hırsa endeksli boş ama hoş rüyalar vardır. Devrim niteliğinde rüyalar görmelerin ve düşleri gerçek gösterme sanatının insana katacağı değer de rüyaların fos çıkmasıyla, düşlerin düşmesiyle son bulur. Rüya riyalaşınca da film biter.
Mal mülk hırsıdır ki bazen insanı tam kazanmışken maldan mülkten çoğu kez de insanlıktan eder. Ezelden ebede, dünyadan ahirete özgürlük düşünülmediğinde ise boşu boşuna mide gurultuları çekilir her öğün. Adamlık işte o sınırsız özgürlüğe sığınmaktır senede bir gün de olsa…
17 Haziran 2015 Çarşamba
RAMAZAN RESMEN KAPİTALİST OLDU, OLUYOR VEYA OLACAK…
RAMAZAN RESMEN KAPİTALİST OLDU, OLUYOR VEYA OLACAK…
Bu yıl On bir ayın sultanı şehri ramazan yazın en kavurucu sıcaklarına denk düştü. Günde tam 16-17 saate yakın bir oruçluluk söz konusu. Tutanlara, tutmayan veya tutamayanlara da Allah kolaylık versin. Ayrıca bu ramazan tek parti hükümetleri ile iyi kötü geçen on üç yıldan sonra 7 Haziran genel seçimlerinde çıkan siyasi tablo, meclis aritmetiği neticesinde kurulması beklenen koalisyon hükümeti çalışmaları ile bütünleşti veya bütünleşecek. Ve bu ramazanın ilk oruçlu günü ve diğerleri Çoban Sülü’süz geçecek...
Memlekette hükümetsizliği de fırsat sayan fırsatçılar sayesinde her zaman olduğu gibi yine et, zerzevat ve bakliyatta fiyatlar, artışlar ikiye katlandı. Bu muhteşem Ramazan fırsatçılığına sebze ve meyve fiyatlarındaki yüzde yüzlük artışlar da eklenince vatana millete Allah yardım etsin artık.
Niyetliyim, çok iyi niyetliyim demekle de olmuyor. Umulan odur ki bu yıl zamlanan ramazan fırsatçılığına birde "siyaset fırsatçılığı" eklenmez...
Her nedense son yıllarda ramazan ayı bir tüketim çılgınlığına yönlendirildi. Dindi, imandı, mübarekti, kutsaldı anlaşılmaz değil ama anlaşılmaz şekilde uluslararası, çokuluslu markaların cirosu bu ayda tavan yapıyor. Ramazanlarda yerel birçok ürün dahi çok uluslu sermayenin çelik kasalarını şişiriyor.
Vahşi kapitalizm Hıristiyan dünyasında yıllardır can çekişirken İslam dünyasında on bir ay yetmezmişçesine, artı bir aylığına da bayram üstüne bayram yapıyor. İslam resmen sınıf atladı gösterilirken gerçekleşen görüntülerin hiç de öyle olmadığı ortada. Gerçek Müslümanlığın doğasında olan dayanışma, paylaşma, yardımlaşma gibi kavramların da yıllar içinde içi boşaltıldı ve bir sadaka toplumu oluşturuldu veya oluşturuluyor. Yiyecek yardım poşetleriyle, zengin iftar kutularıyla ve çeşit çeşit giyecek paketleriyle ölçülüyor artık her şey. Ve ramazan da zirve yaptırılıyor bu ölçüsüzlüğe…
Tarihsel gelişimi bir bardaklık iftar açma suyu veya meşrubatı ve sandviçinden her boşluğa kurulan iftar çadırlarına, çadırlardan sokak iftarlarına, mahalle iftarlarına, ilçe kent iftarlarına kadar vardırıldı telli temaşa. Ramazan paketlerinden dijital yardım kartlarına evrimleşen mübarek, kutsal ramazan vahşi kapitalizmle yetinmedi resmen emperyalizme tutsak oldu, oluyor veya olacak.
Son yıllarda üç beş yıldızlı otel teraslarında, anlı sanlı makamsal alanlarda, camlı-canlı köşk ve bilumum saraylarda verilen iftarlarla incili cincili İslam sosyetesi de bir çırpıda yaratıldı. On bir ayın sultanı da ne yazık ki halktan koptu, koparıldı veya koparılıyor. Deyim yerindeyse Ramazan resmen kapitalist oldu, oluyor veya olacak...
Bugün ülkenin yığınla kentinde ve İstanbul’un her ilçesi, her beldesi ve belediyesi ramazan bahanesiyle bolca iftar masaları kurup kapitalizmin bu paslı köhne çarkına masadaki insanları kurban ettiler, ediyorlar veya edecekler. Üstü üstüne yerel, genel dernekleri kullanarak uydurma şenlikler ve eğlencelikler tertipleyip, siyaset soslu kısa gecelerde sahura kadar rol aldılar, alıyorlar veya alacaklar. Ramazanlarda son yıllarda acayip bir rol çalma savaşı yaşanıyor. Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışmış abdal garip Müslüman kesim, nesli tükenmiş suyla irtibatı kesilmiş çeşmelerden çorba akıyor, şerbet akıyor veya akıttırılıyor diye sevinmeye zorlandı, zorlanıyor veya zorlanacak.
Müslümanlar şu yüzyılda hala bin bir çeşit numaralarla zorlanıyor. Onlar zorlandıkça asıl parsayı toplayan yine en yakınları, alimi de, zalimi de, halimi de maalesef en yakınları. Heybelerde, kasalarda kutularda boş yer kalmadı…
Orta Doğunun, Kuzey Afrikanın, Arap yarımadasının ve kuzey ucunun hali ortada. Savaştan, birbirleriyle savaşmaktan hali vakti kalmamış, acze düşmüş bir İslam cenahı. Yine de şatafat hat safhada varsa yoksa kilometrelerce iftar sofraları, panayır çadırları kuruldu, kuruluyor veya kurulacak. Kuş sütü eksik mükellef masalarda iftarlar açıldı, açılıyor veya açılacak.
İmitasyon antika musluklardan kızılcık şerbeti akıyor ve kan kusuluyor ama kızılcık şerbeti içtik, içiyoruz, içeriz deniliyor ya dünya güllük gülistanlık. Meydanlara çocuklar için değil büyükler için Karagöz- Hacivat perdesi kurulmuş sanki. Ortalık kan gölüne dönmüş, küçük dünyalar hala güllük gülistanlık. Kuklalar gösteri yapıyor ya ne güzel, ne ala, pek ala…
Niyetliyim, çok iyi niyetliyim demekle de olmuyor ama boş vermekle de olmuyor. İslamın tek tip sokak tiyatrosuna, pazarcı ucuz reklamlara da ihtiyacı yok. “ Mahşerde kör olanların gözleri “ dünyada açılmış ki açılmış doymadı, doymuyor veya doymayacaklar…
Bu kötü gidişatı hayırlara yormak gerek. Hayır olsun, sonları hayırlı olur inşallah…
Niyetliyim, hem de çok iyi niyetliyim demekle işler yolunda gitmedi, gitmiyor veya gitmez. Bir şeyler ters gidiyor. Bu tersliği gün yüzüne çıkaranlar, tersliği “ İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran” Hazreti Peygamber’in bir an olsun dahi görmediğini mi sandı, sanılıyor veya sanılacak. Hani niyet,minnet ve sünnet.
Ayetleri, niyetleri, heyetleri hiçe sayanların ey şehri ramazan-ı kapitalizmi hoş geldin…
Ramazan Allah kelamıyla “ Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.” değil mi?
On bir ayın sultanını diğer on bir aydaki çalıp çırpmaları ve çıkarları için kullanmayı göze alanlara cahil cühela denilmez de ne denir. Yüce kitapta ayet;
“ Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde o ülkenin varlıklı ve şımarmış kişilerini çoğaltırız. Bu suretle onlar kötülük işlerler. O ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış ele başılarına iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar kötülük işlerler. Böylece o ülke helaka müstehak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz. “ diyor mu demiyor mu?
Bolca, onca, bunca israfın mübarek Ramazan ayında olması hoş mu, hoş değil ise ne hoş, ne yapmalı nasıl karşılanmamalı. Kur’an-ı Kerim;
“ Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver gereksiz yere de saçıp savurma /zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. “ demiyor mu?
Niyetliyim, iyi niyetliyim, gereğinden fazla iyi niyetliyim demekle olmuyor, resmen ortak olunuyor bir şerlere, iş çığırından çıkmış bir kere. Realist Müslümanların bir kısmının Vatan sevgisinden ve fikrinden ve zekâsından şüphe duyanlardan da günü gelir şüphelenilir. İtham edenler de gün olur devran döner itham edilir. O vakit kutsal kitaptan ayet ayet araştırma yapmak da zevatı kurtarmaz.
Ve son sözü Ramazan vesilesiyle Kutsal Kitap söyler, söylüyor ve söyledi;
“ Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince onlar ne bir an geri kalırlar ne de öne geçerler. Tam vaktinde batıp giderler.”
“ Fakat Allah’ a verdikleri sözü ve yeminleri az bir paraya satanlar var ya işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak. Onlara bakmayacak. Ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır. “
“ Nice ülkeler var ki zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonra onları yakaladım. Dönüş banadır. “
“ Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar onun malına en güzel biçimde yaklaşabilir onu uygun tarzda sarf edebilirsiniz. Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle dengeli yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zamanda akrabalarınız da olsa adaletli ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. “
“ İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana samimi olduğuna Allah’ı şahit tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır. “
“ Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler karınlarına sadece ateş koymaktadırlar. Ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. “
“ Kendilerinden geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde onların durumundan endişe edecek olanlar öksüzlerin hakkına dokunmaktan çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler. “
“ Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak kendi malınızmış gibi yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır.“
“ Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. “
Niyetliyim, çok iyi niyetliyim, gereğinden fazla iyi niyetliyim ama kim neye niçin dolanırsa dolansın, eninde sonunda ne kadar haklı çıkarsak çıkalım asla böbürlenerek dolaşmayız, dolaşmadık, dolaşmayacağız…
10 Haziran 2015 Çarşamba
SEÇİM KİMYA BOZDU…
SEÇİM KİMYA BOZDU…
Seçim bitti, Onüç yıllık saltanat sona erdi. Seçim kimya bozdu. Kimyaları bozuldu. Kutu kutu pense, elmamı yerse arkadaşım âli veli kırkdokuz elli, altmış arkasını dönerse tekerlemesi tekerlendi. Oyun bitti. Kutu kutu penseleyenlerin kimyası bozuldu…
Ülkeyi yerkürede gittikçe yalnızlaştıran, moral değerleri akçalı hesaplarla birlikte sıfırlayan, etik değerleri yozlaştıran ve ülke halklarını acımasızca kutuplaştıran sandık demokratları on üçüncü yılda kandırmacalı kazanılan kaç seçimden sonra halktan gecikmiş cevabı aldılar. Yine kazandılar belki ama yıllarca açıktan açığa görülen ve özlemle beklenen seçim sonuçları bu kez sandık demokratlarının ve sözde ileri demokrasi havarilerinin vücut kimyalarını bozdu ki ne bozdu. İflah olmazlar artık…
Artık onüçün uğursuzluğu mu yoksa uğuru mu sayılmalı bu günden sonraya başrole çıkarılan siyasi aktörlerin yetkin tavrıyla ortaya çıkacak siyasal diriliş gerçekleşebilir ve rahmetlinin deyişiyle birilerinin de iflahı kesilir…
Zaten malum zat yüksek rakımlı tepeye çıkınca bir süreliğine hoşnuttu. Ancak zamanla başlayıp bitecek ve ömür boyu sürecek ve siyasi mezarlıkta son bulacak eşsiz tatilin erkenden başlayacağını gören en ve hisseden en birileri kimyaları bozulduğundan kimya bozacak biçimde seçime asıldılar. Asıldılar ama bu kez ince ayarlar tutmadı ve tutmadı ayarsız hesaplar. Bakkal çakkal hesabıyla buraya kadar sürebilir, sürdürülebilirdi kul kullanan hükümranlık. Oysa hüküm Allah’tandı.
Hükümranlık bitince de kimyalar bozuldu…
Şimdi asla verilmeyeceği sanılan onüç yıllık hesabın, biriktikçe biriken hesabın halkoyunda ve yargı önünde verileceği hesap günleri zamanı. Hesap günler kapıda. Onüç yıl boyunca sandık kutsaldır edebiyatından dem vuranlar, şaştı kaldı çıkan sonuca. Ve şimdi alelacele, eceline sandık düşmanlığına soyundular. Ama bu şaşkaloz soyunmalar çare değil, deva olmaz on üç yıldır kangrenleşen aymazlığa.
Kutucular kendi çaplarında hesap kesmelere giriştiler, hesap kesilmeye başladı bile. İlk olarak paydaş medyacılar, yandaş gazeteciler topun ağzında. Kirli sulu havuz medyasından kovmalar başladı bile. Hangi yanlı, harlı yalan yanlış manşeti atarsa atsınlar fırtına başladı bir kere tutmaz. Her alanda atılmalar, satmalar ve satılmalar arttıkça atacak. Saflar safralar boşaltılacak. Sıra kutlu kutucu siyasilere gelecek kısa zaman sonra. Sürecek av, üçe beşe parçalanacak bir particiksel süreç dövülecek tavında.
Tavı tavrı, lafı lafazanı, arsızı hırsızı, akı turuncusu, pulu ampulu kısmen sandığa gömülünce, sandık demokratlığının da sonu geldi nedense.
Çünkü kutsala değil kutulara tapınanların kimyaları bozuldu…
Demokrasi, barış, hoşgörü denildiğinde al sana sandık diyenlerin, milletin asını besini ebeleyenlerin, ananı da al git diyebilmelerin, makara bakara makaracılarının, ayakkabı kutularına dolar dolduranların, kutuları kutu kutu istifleyenlerin, kutucu yutucu bakanların, kutucuklara sahip çıkamayan bakamaz çocuklarının, besleme bebelerin arkadaşları yavşak sarrafların, topyekûn kutucu sandıkçı demokratların eninde sonunda şeffaf sandıkta çökecekleri gün elbette gelecekti. Geç olsa da gelecekti, geldi.
Günü geldi. Rüya bitti. Kimyalar bozuldu…
Yıllarca kırk numara on üç takla eğitim sistemi ile oynayarak eğitimsiz bırakılan gençlerin, dayatma dinle aldatılarak zevkle güçsüzleştirilen ve günden güne yoksullaştırılan geniş halk yığınlarının her seçimde kendilerini, sandık demokratçıklarını seçeceğine inanmak ve artan hırsla keskin kutuplaşmayı dinsel ayarlı programlamak günü gelecek ters tepecekti tepti de.
Bu seçimde terso gitti bir şeyler, ters tepti ve kimyalar bozuldu...
Kutucu yutucu demokratçıkların sandıktan medet umusu ve arzusu; evi barkı yananların, gururları yıkılanların, malı mülkü çalınanların, onurları zedelenenlerin, yaslı yaralı gönüllerin, işsiz güçsüzlerin, kaybedilen gezici evlatların, evine ekmek götüremeyen mahcup babaların, yiğit garip anaların, saf temiz halkların hışmına uğradı bu kez ve deniz göründü. Ve onüç yıldan sonra geleceğe dair ortaya konacak tüm hesaplar, geçmiş hesapların sorulması sorulabilmesi, hesaplaşılması ve kapatılması ile şekillenecek gibi görünüyor.
On üç yılın ilk yarısından bu yana bağımsız, bağlantısız tarafsız gazeteciliğin ve gazetecilerin hakkından gelerek kendi borusunu öttürtenlerin, öttürenlerin bir gün toptan seslerinin kısılacağını hiç düşünmemeleri kibri pahalıya mal oldu. Yıkılmaz görülen iktidar köküne kibrit suyu diyenlerin sandığına kilitlendi. Sandukadan hiç de sır ve sürpriz sayılamayacak bir tablo çıktı. Tabloyu tabletlere indiren yandaş yazarlar anında keskin bir dönüşle yeni kıblelere yelken açıtılar. Yeni iktidar yanaşmaları safında yer tutmaya çalışacakları gün gibi aşikâr. Ama önemli olan dün hükmedenlerin uçağında bu gün dudak uçuklatan iktidar muhalifi yorumlarda bulunacak kadar kimya bozulmasıdır. Ülke halkları bu kez kocakarı ilaçlarından beter bu tabletleri yutar mı yutmaz mı iyice bakılır, yutarsa da bakılır icabına.
Kimya bozulduğunda her telden çalınır notalar. Notalı notasız ve rotasız halkın bam teline basıldı ve kimyalar bozuldu…
Koalisyon iyidir kötüdür başka mesele, ama onüç yıllık şu sağır saltanattan çok daha evladır ve evladiyeliktir. Evladiyeliktir çünkü on üç yıldır süren şu sağır saltanatın kendi evlatlarına yaptıkları, küplere küp, gemiciklere gemicik eklettikleri ayyuka çıkmış inmez. Bu inişle en önemlisi biraz daha, birazcık olsun kendine gelir bu kendini bilmez sandık demokratçıkları. Çalanın çırpanın yanına kar kalmayacağı gerçekliği de tecelli eder belki.
Kader, ecel, tecelli, temenni, fıtrat sayıp, sövüp dövüp onüç yıldır iktidardan hiç düşmeyecekmişçesine afra tafra safra satmak uzlaşı zeminini hepten çoraklaştırdı. Düşene vurulmaz ama düşmeyi de hakkınca bilmek gerekir. Hakk adalet bilinmezse ve halk bir dirhem kalkınamamış bilmezden gelinirse eğer kimyalar bozulur ki ne bozulur.
Düşenin dostu olmaz. Dost kalmaz ama kendi düşen de ağlamaz. Düşeni düştüğü yer yakar, aldığı yaralar da geleceğini paklar. Kazara da olsa bir kez tökezlendiğinde manzara değişir, aksaray yasak, karasaray da hayal olur. Bundan böyle akla gelen geç gecikmiş barış, özveri, hoşgörü nazlanmalarına ve naralarına kuşlar da inanmaz. Asla kapatılamayacak sanılan açık hesapların yeniden açılacak oluşunu bilmenin verdiği taşınamaz devasa korku sarar hesapsız kitapsızları ve bet beniz atar. Denklemler tutmaz.
Halk vicdanında aklanılamadığının da sandığa dolmasıyla elbette kimyalar bozulur. Seçim, sayım suyum yapıldı ve kimyalar bozuldu…
Kutu kutu Pense çocuklukta oynanan materyalsiz oyunlardan biridir. Garip bir oyundur aslında ve neden oynandığı muamma oynanır durulur nedense. Kutu kutu pense elmamı yerse arkadaşım ali veli kırkdokuz elli altmış arkasını dönerse tekerlemesiyle sağa veya sola ilerlenir ve ismi söylenen arkasını döner. Herkes arkasını dönünce bu kez önünü dönerse diye oyun tamamlanır. Onüç yıldan sonra da olsa bu oyun gerçek oldu, kutu kutu penseleyenlere birileri arkasını döndü ve sahne tamamlandı.
Kutu kutu penseleme oyunu bitti ve kimyalar bozuldu…
Seçim bitti, Onüç yıllık saltanat sona erdi. Seçim kimya bozdu. Kimyaları bozuldu. Kutu kutu pense, elmamı yerse arkadaşım âli veli kırkdokuz elli, altmış arkasını dönerse tekerlemesi tekerlendi. Oyun bitti. Kutu kutu penseleyenlerin kimyası bozuldu…
Ülkeyi yerkürede gittikçe yalnızlaştıran, moral değerleri akçalı hesaplarla birlikte sıfırlayan, etik değerleri yozlaştıran ve ülke halklarını acımasızca kutuplaştıran sandık demokratları on üçüncü yılda kandırmacalı kazanılan kaç seçimden sonra halktan gecikmiş cevabı aldılar. Yine kazandılar belki ama yıllarca açıktan açığa görülen ve özlemle beklenen seçim sonuçları bu kez sandık demokratlarının ve sözde ileri demokrasi havarilerinin vücut kimyalarını bozdu ki ne bozdu. İflah olmazlar artık…
Artık onüçün uğursuzluğu mu yoksa uğuru mu sayılmalı bu günden sonraya başrole çıkarılan siyasi aktörlerin yetkin tavrıyla ortaya çıkacak siyasal diriliş gerçekleşebilir ve rahmetlinin deyişiyle birilerinin de iflahı kesilir…
Zaten malum zat yüksek rakımlı tepeye çıkınca bir süreliğine hoşnuttu. Ancak zamanla başlayıp bitecek ve ömür boyu sürecek ve siyasi mezarlıkta son bulacak eşsiz tatilin erkenden başlayacağını gören en ve hisseden en birileri kimyaları bozulduğundan kimya bozacak biçimde seçime asıldılar. Asıldılar ama bu kez ince ayarlar tutmadı ve tutmadı ayarsız hesaplar. Bakkal çakkal hesabıyla buraya kadar sürebilir, sürdürülebilirdi kul kullanan hükümranlık. Oysa hüküm Allah’tandı.
Hükümranlık bitince de kimyalar bozuldu…
Şimdi asla verilmeyeceği sanılan onüç yıllık hesabın, biriktikçe biriken hesabın halkoyunda ve yargı önünde verileceği hesap günleri zamanı. Hesap günler kapıda. Onüç yıl boyunca sandık kutsaldır edebiyatından dem vuranlar, şaştı kaldı çıkan sonuca. Ve şimdi alelacele, eceline sandık düşmanlığına soyundular. Ama bu şaşkaloz soyunmalar çare değil, deva olmaz on üç yıldır kangrenleşen aymazlığa.
Kutucular kendi çaplarında hesap kesmelere giriştiler, hesap kesilmeye başladı bile. İlk olarak paydaş medyacılar, yandaş gazeteciler topun ağzında. Kirli sulu havuz medyasından kovmalar başladı bile. Hangi yanlı, harlı yalan yanlış manşeti atarsa atsınlar fırtına başladı bir kere tutmaz. Her alanda atılmalar, satmalar ve satılmalar arttıkça atacak. Saflar safralar boşaltılacak. Sıra kutlu kutucu siyasilere gelecek kısa zaman sonra. Sürecek av, üçe beşe parçalanacak bir particiksel süreç dövülecek tavında.
Tavı tavrı, lafı lafazanı, arsızı hırsızı, akı turuncusu, pulu ampulu kısmen sandığa gömülünce, sandık demokratlığının da sonu geldi nedense.
Çünkü kutsala değil kutulara tapınanların kimyaları bozuldu…
Demokrasi, barış, hoşgörü denildiğinde al sana sandık diyenlerin, milletin asını besini ebeleyenlerin, ananı da al git diyebilmelerin, makara bakara makaracılarının, ayakkabı kutularına dolar dolduranların, kutuları kutu kutu istifleyenlerin, kutucu yutucu bakanların, kutucuklara sahip çıkamayan bakamaz çocuklarının, besleme bebelerin arkadaşları yavşak sarrafların, topyekûn kutucu sandıkçı demokratların eninde sonunda şeffaf sandıkta çökecekleri gün elbette gelecekti. Geç olsa da gelecekti, geldi.
Günü geldi. Rüya bitti. Kimyalar bozuldu…
Yıllarca kırk numara on üç takla eğitim sistemi ile oynayarak eğitimsiz bırakılan gençlerin, dayatma dinle aldatılarak zevkle güçsüzleştirilen ve günden güne yoksullaştırılan geniş halk yığınlarının her seçimde kendilerini, sandık demokratçıklarını seçeceğine inanmak ve artan hırsla keskin kutuplaşmayı dinsel ayarlı programlamak günü gelecek ters tepecekti tepti de.
Bu seçimde terso gitti bir şeyler, ters tepti ve kimyalar bozuldu...
Kutucu yutucu demokratçıkların sandıktan medet umusu ve arzusu; evi barkı yananların, gururları yıkılanların, malı mülkü çalınanların, onurları zedelenenlerin, yaslı yaralı gönüllerin, işsiz güçsüzlerin, kaybedilen gezici evlatların, evine ekmek götüremeyen mahcup babaların, yiğit garip anaların, saf temiz halkların hışmına uğradı bu kez ve deniz göründü. Ve onüç yıldan sonra geleceğe dair ortaya konacak tüm hesaplar, geçmiş hesapların sorulması sorulabilmesi, hesaplaşılması ve kapatılması ile şekillenecek gibi görünüyor.
On üç yılın ilk yarısından bu yana bağımsız, bağlantısız tarafsız gazeteciliğin ve gazetecilerin hakkından gelerek kendi borusunu öttürtenlerin, öttürenlerin bir gün toptan seslerinin kısılacağını hiç düşünmemeleri kibri pahalıya mal oldu. Yıkılmaz görülen iktidar köküne kibrit suyu diyenlerin sandığına kilitlendi. Sandukadan hiç de sır ve sürpriz sayılamayacak bir tablo çıktı. Tabloyu tabletlere indiren yandaş yazarlar anında keskin bir dönüşle yeni kıblelere yelken açıtılar. Yeni iktidar yanaşmaları safında yer tutmaya çalışacakları gün gibi aşikâr. Ama önemli olan dün hükmedenlerin uçağında bu gün dudak uçuklatan iktidar muhalifi yorumlarda bulunacak kadar kimya bozulmasıdır. Ülke halkları bu kez kocakarı ilaçlarından beter bu tabletleri yutar mı yutmaz mı iyice bakılır, yutarsa da bakılır icabına.
Kimya bozulduğunda her telden çalınır notalar. Notalı notasız ve rotasız halkın bam teline basıldı ve kimyalar bozuldu…
Koalisyon iyidir kötüdür başka mesele, ama onüç yıllık şu sağır saltanattan çok daha evladır ve evladiyeliktir. Evladiyeliktir çünkü on üç yıldır süren şu sağır saltanatın kendi evlatlarına yaptıkları, küplere küp, gemiciklere gemicik eklettikleri ayyuka çıkmış inmez. Bu inişle en önemlisi biraz daha, birazcık olsun kendine gelir bu kendini bilmez sandık demokratçıkları. Çalanın çırpanın yanına kar kalmayacağı gerçekliği de tecelli eder belki.
Kader, ecel, tecelli, temenni, fıtrat sayıp, sövüp dövüp onüç yıldır iktidardan hiç düşmeyecekmişçesine afra tafra safra satmak uzlaşı zeminini hepten çoraklaştırdı. Düşene vurulmaz ama düşmeyi de hakkınca bilmek gerekir. Hakk adalet bilinmezse ve halk bir dirhem kalkınamamış bilmezden gelinirse eğer kimyalar bozulur ki ne bozulur.
Düşenin dostu olmaz. Dost kalmaz ama kendi düşen de ağlamaz. Düşeni düştüğü yer yakar, aldığı yaralar da geleceğini paklar. Kazara da olsa bir kez tökezlendiğinde manzara değişir, aksaray yasak, karasaray da hayal olur. Bundan böyle akla gelen geç gecikmiş barış, özveri, hoşgörü nazlanmalarına ve naralarına kuşlar da inanmaz. Asla kapatılamayacak sanılan açık hesapların yeniden açılacak oluşunu bilmenin verdiği taşınamaz devasa korku sarar hesapsız kitapsızları ve bet beniz atar. Denklemler tutmaz.
Halk vicdanında aklanılamadığının da sandığa dolmasıyla elbette kimyalar bozulur. Seçim, sayım suyum yapıldı ve kimyalar bozuldu…
Kutu kutu Pense çocuklukta oynanan materyalsiz oyunlardan biridir. Garip bir oyundur aslında ve neden oynandığı muamma oynanır durulur nedense. Kutu kutu pense elmamı yerse arkadaşım ali veli kırkdokuz elli altmış arkasını dönerse tekerlemesiyle sağa veya sola ilerlenir ve ismi söylenen arkasını döner. Herkes arkasını dönünce bu kez önünü dönerse diye oyun tamamlanır. Onüç yıldan sonra da olsa bu oyun gerçek oldu, kutu kutu penseleyenlere birileri arkasını döndü ve sahne tamamlandı.
Kutu kutu penseleme oyunu bitti ve kimyalar bozuldu…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)