DENİZ MAVİSİDİR GENÇ ÖLÜMLERİN ANA RENGİ…
Bu saatten sonra süt mavisi gökte beyhude akıyor zaman. Çıkışsız tünellerde çirkin peri masalları egemen iken havaya, fikri tembelleştiren şeytan uçurtmaları akar maviye ve mavi şenlenir. Şenlenir belki ama çocuğun sütten kesilmesi gibidir pembeye doluşan hayallerin bitişi. Hayallerin tükenişi ise uysal uysal yaklaşan ve kapıyı aniden çalan genç ölümdür…
İşte o vakit aklına ve doğruluğuna bakmadan, otağına düşman girmişçesine kendine değer katmak ve direnmekte bir anda anlamsızlaşır. Saat yönünde dönen gezegen Venüs bile boğulur, ağlamaklı olur bu yitişe bu gidişe. Ey dost bu köy, bu kent ve bu ülke bile hikâyeni bilse dağılır gerçekten diye hüzünlenir ince nağmeler. Çünkü deniz mavisidir genç ölümlerin ana rengi.
Gözlerinin çapağından öpülen hasrettir ağaçtan odalarda tül perdelerle ayrılmış haslet. Kurduğun hayal nasibindir elbet ama kelepir hayat yaşamaktan ani sıyrılış ve usanmışlık yasaklı bir sarmalın kucaklamasıdır tüm örtülü gerçekleri. Ve gök kubbenin altında, sokaklarda güverte göçüren umut gemilerindeki mucizeleri bekler tüm yakınlar asla yakınmadan. Zaten geri sayım ve tutmayan tahminler, güvensiz söyleşiler insanın içindeki uyuklayan barbarlığı huzursuz eder. Bu körükleniş geçici barışlar sağlasa da hayatla bombardımanın bin türlüsüyle vahşiliğe ve yenilgiye en organik bağını kurar duygular. Her müşküle düşende idrak zayıflasa da ümit zenginliği dağlar yürekleri, hislilik de bir yere kadar işler.
İşte yaşamın kıyısındaki o Azraile direnişin miting deryası, şiirsel neşe, köysel tat ve şairsel hava ılımlı yakıcılıktan bir anda imtina etmeyi sağlar. Çetesiz isyanlar eşliğinde, hayatın uhrevi kürsülerinde senin için olan nutuklar naralanır. Dostu haini bir yana kim ne derse desin ateş düştüğü yeri yakar. Ve gitti geldi demekle de olmaz işin özüne varış. Ve emmisi ümmisi bir yana sıcak ve perde arkasından süzülen ve de mazeretsiz maziye kalan hatıralar kurgusu bozuk çalakalem tutkulu yazılara dönüşür.
Her insanın rüyası önemlidir ve birilerini de zorlayıcıdır. Gün yüzüne çıkan muhteşemlik ise eğer usanmadan usluca gün ışığına çıkan en bilinenlerden bir seçki yapmakla olur. En merak edilenleri sorgulamadan üstün körü bilmekle ve inanmakla olmaz. Zaten doğru hayatlar özgürce yaşanır ise hayattır. Bir umut damlasını renklendirmek için bile o an geldiğinde kutsal şiirlere aşırı yakınlık gerekir. Apostrof kıskançlığı zırıldayınca tüm ayrıntıların üstünü kapatır pırıltılı örtüler. Evet, aslında panayırlarda oynatılan tahta kuklaların kırlangıç kanadında aşka varışıdır zaman ve ölüm, ve zamansız ölümler…
Yararsızlığın şenlik ateşinde ısınanlar, yokluğun şehrinde boz eşeğe bindirilmiş hakikatin peşinde koşarlar. Ama hayatı tokatlamak ve aşırı gestapolaşmak bile kurtarmaz narda kızartılmayı. genç ölümlülerden başkası kurtaramaz nesebini. Kendine çapına çapuluna bakmadan oynaşan aynalarda akşamları içer ve kendinden akar geçer kara sevdalar. Bir acayip denemedir ki yaşanan ve denenen, şimdi seni yazacağım, seni sana emanet diye başlar sütunlar. Yanılmaktır aslında sütunlar kırıldığında sırça köşkler çöktüğünde safiyane sufiyane susam sokağındaki simit fırınlarına inanmak. Çünkü dev aşkların âşıklığı ve ışığı ağız dolusu kuru söz ile kararır ve kurur.
Öyle bir afra tafradır ki yaşama tutunmak, haftaym olur biter ve irili ufaklı kırk bir camide okunur dua. Öyle bir yok olma modelidir ki geride kalmışlık, elli yıl tahsil edilse de cahil kalınır ve gerçeğin ateşine yanılır. Özel hastaneler acilden giriş eylemektir dört nefeste ve kaç paraya çıkılacağı bilinmeden çaresizleşmek. En gelişmiş tıp merkezlerinde beş kuruşa beş taş oynamaktır çocukluktan kurtuluş. Her şeyden yakayı kurtarmak vardır da onda yoktur maalesef. Ve polikliniklik vakadır aslında her türlüsünden iki yüzlülük. Ve azı dişleri çekilesilik çok duraklı bir yolculuktur hekimbaşılık. Gözlüklerin camı karardıkça on sekiz ayar altın da tenekeleşir yavaştan.
Hangi ilaçtır insanı yeniden dirilten seksen tekmili birden eczanelerin tamamı hepsi dolaşılsa raflarda dizilmişlerden değildir bir tanesi bile. Ocak başı sağlıkçılığı on dokuz kıtalık, dört dörtlük bir şiirdir. Şiirdir ama beş para etmez en babavari kemoterapiler de, onlarda bunlarda. Bu günden yarınlara hiç mi hiç çare olmaz pastiller, tabletler ‘Akyuvarların ve onların öncü hücrelerinin kanda ve kemik iliğinde aşırı derecede üretimi sonucunda biçimlenmesiyle oluşan hastalığa’ . Hiçbir ilaç, hiç bir…
İşte böyledir misilemelerle misallerle gerilmiş ve gecikmiş isyanın yazısını karalamak. İnsanlıktan nasibini almışlıkla rakamlar bu günden yarına değişir ama gençlikten yaşlılığa bu konuda onlarca kitap kamulaştırılsa da hayat durur ansızın. Korsan kitaplarda yazanlardan değildir bu hayata veda. Çünkü içinde daha hala yaşanmamışlıklar gizlidir dönülmeze giderken. Ömür bitti denilip, göklerin hanedanlığını uğurlanırken hatası günahı varsa da yoktur artık garibin.
Boyuna çelişki, boyuna ikilem yaşamaktan bezmişlikle dökülür kelimeler ata diyarına. İzler izemleştikçe inadına seyirci kalmak iflah olmaz hatalar zinciridir, beklenilenden öte ötesidir. Ötelerde bir yerde kortejlerde slogansı birlikler sağlanacak olsa bile kayıp sevgililer çok uzaklarda kaldığından yürümez artık bu yorgun ve ağır hasarlı gemi. Kaldıkça kalır demir atar başka dünyalara ölümlülük ve ölümsüzlük üzerine. Ve beşiğini sallamışlık olsa da serde yalnızlık varsa kaderde biter tüm sevdalar ve kar eylemez amanlar yarım kalan akla. Böyledir işte genç ölümleri gördükçe yaşamın ipine sarılmak veya sarılmamak hevesliliği.
Yıllar geçer paslanır gider sevgiler, yiter sevgililer ama yârin nefesi hala çam sakızı kokar, bedeni yasemin, koynu karanfil ve gülkurusu akşamlarda heyhat boşa geçer zaman. Ve sol anahtarından taşan hiç de basmakalıp olmayan notalar akar aksuların gönlüne, emmiler gölüne.
Ve bir Fatıma şarkısıdır denizin maviliğine ana rengini hatırlatan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder