“SAY...GÜNÜ VE SAY-GISIZLIK, BİR ’1 MARS’ YAZISI”…
Say ki bu gün nevi şahsına münhasır bir gün, say-bayram yaşandı ve yaşatıldı şehirli amelelere. Ama ‘Sayin kıymeti nazariyesi’ yekten sıfırlandı gün boyu.
Velâkin; “ Önce emek vardı, sonra el, dil ve bunların ürünü olan düşünce”. Bu gün say ki üzerinde gereğince düşünülmeden, düşünce ötesi bir şeyler yaşatıldı, say saygısızca, o kadar. Ve bu gün hizmetin ifasında kusur doğdu meydana çıkan tüm cadde ve arka sokaklarda…
Zaten son günlerde şahsına münhasır siyaset arenası kimin neye dayanarak ne dediği belirsiz gruplarla söylem kaosuna sürüklendiğinde anlaşılmalıydı bugünkü son. Başvuru kaynakları iyi hazırlanmadığından, ekonun topluma dağılımı ve dağıtımı konusunda beliren handikaplar sağlıklı tartışma ortamının dışına attı ülke siyasetini ve siyasilerini.
Kavram kargaşasında boğulan ve ağır ağır eridiğini iyi bilen iktidar ve bildiğini-bilmediğini inkâr eden muhalefet çıkmazında tüm açılan yollar bir sabah erkenden kapanıverdi. Bir anda yola çıkmış yolcuları şaşırtan bu sıkı süreç, ahir zaman sıkı-yönetimlerini anımsattı ahaliye. Bu öngününden belli, birden baş gösteren baştan savmacılık ileride bu millete daha çok acılar yaşatabilir öngörüsü de kuvvetlendi öğlen üzeri.
Her gün güç kaybına uğramanın, övgüye beter alıştırıldıktan sonra kıyasıya eleştirilmenin ve toplumun hatırı sayılır kesiminden tepkiler almanın “barışçıllığı” akil ötesi ve içler acıtan bu günü hazırlayıverdi maalesef .
Yönetimlere ince hesaplanmadan gelinen ve belli etkinliğin ağırlığı altında ezilmekten doğan ve kısa zamanda hafiflemeyi özlemek olgusundan başka bir şey değil bu gün yaşanan ve yaşatılan. Ayrıca sosyo- ekonomik ve siyasal açıdan sistem-rejim değiştirmeye yönelik hamleler yaparak zorlukları kolay etmenin yolu açılmış gibi görünebilir ilkin. Fakat sorunsala yeni modeller düzenlemek ve önermek geçit vermez dağları aşmanın birincil koşulu değildir hiçbir zaman.
O vakit unutmamak gerek, bu günkü gibi ikincil plan hayata müsvedde edildiğinde çok camdan kalpler kırılır ve çok sırça köşkler yıkılır bir salisede.
Üst seviyede politika yapanların da kullandıkları ideolojilerini artık yerli yerine oturtulması gerektiğini görmeleri gerek.
Üstlendikleri görevlerine uygun tavır ve vakurla say örgütlülere ve say ki halka halisane yön göstermeleri gerekir. Amele loncaları ve amale ittihatlarıyla müzakere ve mülakatlarla sabah akşam halleştikten sonra bu günkü alaca karanlıkta başlayan hesap tesviyesine gidilirse yarın büyük devlet adamlığı kisvesiyle onlarla helalleşmek zorlaşır. Ve yenilenmenin temelleri korkmadan, özveriyle ve siyasi kaygı taşımaksızın atılmadıkça bu ve benzer tiyatrali daha çok izler bu halk.
Bayram izni çıkarılmayan meydanlardaki hengameyi, bayramlık ağızlı meclisi, gazlanan, gazlayan ve gazcı mebusları, koca şehri hayalet kasabaya dönüştüren hazlı-gazlı-sazlı vesternvari renksiz oratoryoları daha çok izler bu memleket.
Son günlerde nevi şahsına münhasır medeniyetin siyasi temsilcileri ve temsili seçenleri tüm açılımlara ek, bu gün taksim taksim dehşet arenasına çevrilen açılıma şapka çıkarırlar. Ve sevinerek, övünerek kasılanları daha çok görür millet.
Manzara bu olunca, değişen hiçbir şey yok demeye ramak kalmak bile büyük günahlardan sayılır ve manzarasız duvarlara şiir yazmak emekçiden yana olmaktan ziyade emekçilik, amelelik yapmak olur, bu günden ileriye.
Deyim yerindeyse bu gün insani felsefenin bu günü ve yarını yok sayılmış, dünü tartışmaksızın reddedilmiştir. İnsanlığa yön veren değerlerin bu gün için geçerliliği, yarınlarda yeterliliği ciddi biçimde ortaya koyulmadıkça, üstün yanları vurgulanmadıkça böylesi arenalarda böylesi sudan sebep hayt-huytları daha çok izler bu yurt.
Ara taksim bir yana, zaaflarını dikkate almaksızın kamuoyuna yeni ve reformist yaklaşımlar diyerek her fırsatta feveranı,mehteranı dayatmanın sonucudur belki de bu direnç. Tüm rekabet koşulları tırpanlanıp, stoplanıp tercih edilip edilmeme noktasında negatif değişkenlik hissedilince haksız rekabet koşullarını devreye sokmak ne acayip, dünyada tek, ne şahsına münhasır terakkişikenliktir. Yeniden yeniye her sıkışmada sunulan bu bin beter ideolojinin adı da faşizm değildir her halde. Yoksa ‘sayın idareci’ maazallah ülkeye bir kez daha yazık edileceğinden bu günkü gibi naif olmaz ‘sayin kesafeti’, …
İşte o vakit, vakitli vakitsiz müdahaleciliğin muhasebesini işin yetkini yeminlileri yapar. Çıkarılan raporlar doğrultusunda siyaset arenası ve siyaset mezarlığına kırmızı-beyaz karanfiller bırakılır dualarla.
Tanıtımın çok önem taşıdığı şu çağda tüm tanıtım olanaklarını tersyüz edip kullanan şu hüküm-et siyasi reklam arenasından bu kara günü nasıl silecek acaba. Siyasi spot-reklam aleminde ‘kızıl ayva’lar dağıtılırken; Say bir bayram günü galata-kapan da köprü ayaklarının kaldırılması, kazancı yokuşa sürülmesi, deniz nakliyatı ve raysal ulaşımın hışma uğraması, metro-büslerin süse dönüştürülmesi ve say ki saylara acı biber, tonlarca su ve gaz bombası yağdırılması sınır içi, sınır ötesi her dalda en kızıl ayvayı hakkıyla alır. Ve bu günkü estirilen bahar havası ile ülkenin ileri demokrasi yüzdesel oranı medya ve medya takipçilerince birkaç puan daha artırılır.
Böylece bilimsel temellerden ayrılmaksızın bu günün tadili-inşaa meselesine taksim taksim afili çözüm öneren ‘akilli insanlar’ acı gerçeklere ve acı reçetelere ‘akilli olunacak’ teamülünde niteliği ve niceliği maddi destekli yeni roller üstlenirler. Bu basit biçimleniş aslında halkoyunda hemen yankı bulacak ar-geleri oluşturma gayesidir. Ve kafa karıştırıcı şahsına münhasır ufuk açıcıların bu gün oynattıkları bağımsız-kara filmin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını zor da olsa test etmektir.
Aşikâr olan ise say şu sıkıntılı ve zor günde, say bayram günü say ki mülki-idari yapının planlanan, yapılan, yayılan ve gerçekleştirilen çalışma sürecinden yüz akı ile çıkıldığı söylenecek, boykotajın barikata mağlubiyeti ile sonuçlanan bu günün, kamu vicdanında hiç ama hiç unutulmayacağıdır.
Say günü saygısızlığına tek cümle, Say ki; “insanlaşma emek ile başlamıştır. Yüksek dereceli hayvanların tarihsel gelişim sürecinde içlerinden bir kısmı emeğiyle diğerlerinden ayrılıp, ‘İnsanlaşmıştır’…”
Gün, yarın da bugünkü gibiyse eğer; Oturmanın değil çalışmanın, insafsızca tüketmenin değil insanca üretmenin, kabullenişin değil mücadelenin, şahsına münhasırlığın değil evrenselliğin, dilenişin değil direncin günüdür bu gün.
Say ki mükemmel bir gündü, şenlik ti, törendi, say bayramdı…
Say ki bu gün nevi şahsına münhasır bir gün, say-bayram yaşandı ve yaşatıldı şehirli amelelere. Ama ‘Sayin kıymeti nazariyesi’ yekten sıfırlandı gün boyu.
Velâkin; “ Önce emek vardı, sonra el, dil ve bunların ürünü olan düşünce”. Bu gün say ki üzerinde gereğince düşünülmeden, düşünce ötesi bir şeyler yaşatıldı, say saygısızca, o kadar. Ve bu gün hizmetin ifasında kusur doğdu meydana çıkan tüm cadde ve arka sokaklarda…
Zaten son günlerde şahsına münhasır siyaset arenası kimin neye dayanarak ne dediği belirsiz gruplarla söylem kaosuna sürüklendiğinde anlaşılmalıydı bugünkü son. Başvuru kaynakları iyi hazırlanmadığından, ekonun topluma dağılımı ve dağıtımı konusunda beliren handikaplar sağlıklı tartışma ortamının dışına attı ülke siyasetini ve siyasilerini.
Kavram kargaşasında boğulan ve ağır ağır eridiğini iyi bilen iktidar ve bildiğini-bilmediğini inkâr eden muhalefet çıkmazında tüm açılan yollar bir sabah erkenden kapanıverdi. Bir anda yola çıkmış yolcuları şaşırtan bu sıkı süreç, ahir zaman sıkı-yönetimlerini anımsattı ahaliye. Bu öngününden belli, birden baş gösteren baştan savmacılık ileride bu millete daha çok acılar yaşatabilir öngörüsü de kuvvetlendi öğlen üzeri.
Her gün güç kaybına uğramanın, övgüye beter alıştırıldıktan sonra kıyasıya eleştirilmenin ve toplumun hatırı sayılır kesiminden tepkiler almanın “barışçıllığı” akil ötesi ve içler acıtan bu günü hazırlayıverdi maalesef .
Yönetimlere ince hesaplanmadan gelinen ve belli etkinliğin ağırlığı altında ezilmekten doğan ve kısa zamanda hafiflemeyi özlemek olgusundan başka bir şey değil bu gün yaşanan ve yaşatılan. Ayrıca sosyo- ekonomik ve siyasal açıdan sistem-rejim değiştirmeye yönelik hamleler yaparak zorlukları kolay etmenin yolu açılmış gibi görünebilir ilkin. Fakat sorunsala yeni modeller düzenlemek ve önermek geçit vermez dağları aşmanın birincil koşulu değildir hiçbir zaman.
O vakit unutmamak gerek, bu günkü gibi ikincil plan hayata müsvedde edildiğinde çok camdan kalpler kırılır ve çok sırça köşkler yıkılır bir salisede.
Üst seviyede politika yapanların da kullandıkları ideolojilerini artık yerli yerine oturtulması gerektiğini görmeleri gerek.
Üstlendikleri görevlerine uygun tavır ve vakurla say örgütlülere ve say ki halka halisane yön göstermeleri gerekir. Amele loncaları ve amale ittihatlarıyla müzakere ve mülakatlarla sabah akşam halleştikten sonra bu günkü alaca karanlıkta başlayan hesap tesviyesine gidilirse yarın büyük devlet adamlığı kisvesiyle onlarla helalleşmek zorlaşır. Ve yenilenmenin temelleri korkmadan, özveriyle ve siyasi kaygı taşımaksızın atılmadıkça bu ve benzer tiyatrali daha çok izler bu halk.
Bayram izni çıkarılmayan meydanlardaki hengameyi, bayramlık ağızlı meclisi, gazlanan, gazlayan ve gazcı mebusları, koca şehri hayalet kasabaya dönüştüren hazlı-gazlı-sazlı vesternvari renksiz oratoryoları daha çok izler bu memleket.
Son günlerde nevi şahsına münhasır medeniyetin siyasi temsilcileri ve temsili seçenleri tüm açılımlara ek, bu gün taksim taksim dehşet arenasına çevrilen açılıma şapka çıkarırlar. Ve sevinerek, övünerek kasılanları daha çok görür millet.
Manzara bu olunca, değişen hiçbir şey yok demeye ramak kalmak bile büyük günahlardan sayılır ve manzarasız duvarlara şiir yazmak emekçiden yana olmaktan ziyade emekçilik, amelelik yapmak olur, bu günden ileriye.
Deyim yerindeyse bu gün insani felsefenin bu günü ve yarını yok sayılmış, dünü tartışmaksızın reddedilmiştir. İnsanlığa yön veren değerlerin bu gün için geçerliliği, yarınlarda yeterliliği ciddi biçimde ortaya koyulmadıkça, üstün yanları vurgulanmadıkça böylesi arenalarda böylesi sudan sebep hayt-huytları daha çok izler bu yurt.
Ara taksim bir yana, zaaflarını dikkate almaksızın kamuoyuna yeni ve reformist yaklaşımlar diyerek her fırsatta feveranı,mehteranı dayatmanın sonucudur belki de bu direnç. Tüm rekabet koşulları tırpanlanıp, stoplanıp tercih edilip edilmeme noktasında negatif değişkenlik hissedilince haksız rekabet koşullarını devreye sokmak ne acayip, dünyada tek, ne şahsına münhasır terakkişikenliktir. Yeniden yeniye her sıkışmada sunulan bu bin beter ideolojinin adı da faşizm değildir her halde. Yoksa ‘sayın idareci’ maazallah ülkeye bir kez daha yazık edileceğinden bu günkü gibi naif olmaz ‘sayin kesafeti’, …
İşte o vakit, vakitli vakitsiz müdahaleciliğin muhasebesini işin yetkini yeminlileri yapar. Çıkarılan raporlar doğrultusunda siyaset arenası ve siyaset mezarlığına kırmızı-beyaz karanfiller bırakılır dualarla.
Tanıtımın çok önem taşıdığı şu çağda tüm tanıtım olanaklarını tersyüz edip kullanan şu hüküm-et siyasi reklam arenasından bu kara günü nasıl silecek acaba. Siyasi spot-reklam aleminde ‘kızıl ayva’lar dağıtılırken; Say bir bayram günü galata-kapan da köprü ayaklarının kaldırılması, kazancı yokuşa sürülmesi, deniz nakliyatı ve raysal ulaşımın hışma uğraması, metro-büslerin süse dönüştürülmesi ve say ki saylara acı biber, tonlarca su ve gaz bombası yağdırılması sınır içi, sınır ötesi her dalda en kızıl ayvayı hakkıyla alır. Ve bu günkü estirilen bahar havası ile ülkenin ileri demokrasi yüzdesel oranı medya ve medya takipçilerince birkaç puan daha artırılır.
Böylece bilimsel temellerden ayrılmaksızın bu günün tadili-inşaa meselesine taksim taksim afili çözüm öneren ‘akilli insanlar’ acı gerçeklere ve acı reçetelere ‘akilli olunacak’ teamülünde niteliği ve niceliği maddi destekli yeni roller üstlenirler. Bu basit biçimleniş aslında halkoyunda hemen yankı bulacak ar-geleri oluşturma gayesidir. Ve kafa karıştırıcı şahsına münhasır ufuk açıcıların bu gün oynattıkları bağımsız-kara filmin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını zor da olsa test etmektir.
Aşikâr olan ise say şu sıkıntılı ve zor günde, say bayram günü say ki mülki-idari yapının planlanan, yapılan, yayılan ve gerçekleştirilen çalışma sürecinden yüz akı ile çıkıldığı söylenecek, boykotajın barikata mağlubiyeti ile sonuçlanan bu günün, kamu vicdanında hiç ama hiç unutulmayacağıdır.
Say günü saygısızlığına tek cümle, Say ki; “insanlaşma emek ile başlamıştır. Yüksek dereceli hayvanların tarihsel gelişim sürecinde içlerinden bir kısmı emeğiyle diğerlerinden ayrılıp, ‘İnsanlaşmıştır’…”
Gün, yarın da bugünkü gibiyse eğer; Oturmanın değil çalışmanın, insafsızca tüketmenin değil insanca üretmenin, kabullenişin değil mücadelenin, şahsına münhasırlığın değil evrenselliğin, dilenişin değil direncin günüdür bu gün.
Say ki mükemmel bir gündü, şenlik ti, törendi, say bayramdı…
1 MAYIS DÜNYA DÖNDÜKÇE HEP OLACAK…
Yarın 1 Mayıs. Hangi meydanda 1 Mayıs kutlanacak hala net olarak belli değil ama Taksim Meydanı işçilere sadece protokol düzeyinde açık gibi. Kazlıçeşme’ye her yol Ankara. Sendikalar ve devlet yine karşı karşıya geldiler…
Ülkede İstanbul’un hangi meydanında kutlanacağı muamma 1 Mayıs; Dünyada, tüm dünyada 1889’da Paris’te toplanan 2. Enternasyonal kararıyla 1890 yılından itibaren “1 Mayıs İşçi Bayramı” adıyla kutlanmaya başlamıştır. Ve 1 Mayıs o tarihten bu güne dünya işçilerinin uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.
Ancak 1830’da Lions’ta direnen işçiler, 1840’da Slezya’da dokuma işçilerinin ayaklanmaları, 1848 devrimlerine, Paris Komününe varan aktif işçi katılımları unutulmaması gereken tarihsel gerçeklerdir.
Özellikle 1 Mayıs işçi bayramını doğuran o direniş te asla unutulmamalıdır. 1886 yılında Amerika işçi sınıfının 8 saatlik iş için verdiği mücadele işçi hak ve kazanımlarının ağababası-anasıdır.
1 Mayıslarda tüm dünya işçileri alın terinin toplumsal ilerlemeye öncülük edebilecek yegâne ve en bağımsız güç olduğunu meydanlara yansıtırlar. Kanıtlanmaya çalışılan, dünyanın dört bir yanında en ücralarda bile bu bilinç temelinde emeğe, barışa, kardeşliğe, özgürlüğe, dayanışmaya, dostluğa ve demokrasiye duyulan özlemdir. Hep bir ağızdan o meydanlar büyük sermayeye ve yönetenlere-yöneticilerine bu özlemleri haykırır. O gün tek bir yumruk, tek bir kalp olunur başı yıldızlara değer biçimde yükselir emek.
Amaç, gelecek endişesi taşımadan, ezilmeden, sömürülmeden yaşanabilir bir dünya kurulması için sonuna dek direnmektir…
Ülkemizde ise ‘1 Mayıs İşçi Bayramı’ türlü bahanelerle engellendikten ve yasaklandıktan sonra 1976 yılında ilk kez kutlanmıştır. Uzun yıllar ülke çalışanlarının bir günlüğüne dahi olsa evrenselleşmesinden neden ise garip bir şekilde çekinilmiş ve korkulmuştur. 1976 1 Mayıs’ı Türkiye emekçilerine yakışır şekilde geniş ve coşkulu bir katılımla kutlandı. Görkemli bir tören yapıldı, barış ve huzur içinde geçti bayram.
Ancak 1977 1 Mayıs’ı kana boğuldu. Tören bitimine yakın karanlık güçler dağılmakta olan kitlelere yaylım ateşi açtılar. Sıkılan kurşunlar ve yaşanan kargaşa sonucu 34 kişi yaşamını yitirdi.
12 Eylül darbesine kadar ki 1 Mayıs’lar olaysız ve sakin geçti. Ama darbe sonrası beşli-cunta 1 Mayıs’ı yasakladı. Ülke çalışanları için 15 yıl süreyle 1 Mayıs işçi bayramı yasak kaldı. Resmi tatil olması rafa kaldırıldı. Nerdeyse takvim yapraklarından ilahi emirle silindi. Meydanlara asma-kilit vuruldu. Meydana çıkan-varan cılız tören girişimleri acımasızca önlendi.
Faşist Cunta ve devamındaki yönetimlerce yaşananların tüm sorumluluğu sanki çalışanların, işçilerin, memurların, emekçilerin sırtına yüklendi…
Aslında şu an dahi yürürlükte olan faşist dönem ürünü anayasadır, toplumsal ve siyasal bunalımların başlıca nedeni. Mesele yaratan anayasanın çalışma yaşamını düzenleyen kurallarındaki eksikliklerdir. Bir biçimiyle azar azar düzenlenip değiştirilmesine karşın bir iyileştirme hissi vermeyişidir anayasanın emek dünyasına.
Kamu çalışanları başta olmak üzere, tüm çalışanların hak ve özgürlükleri resmen gasp edildikçe, ülkede demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yerleşmesi-işlemesi büyük bir hayal-ütopya olarak kalır.
Son yıllarda anayasal bir hak olan gösteri izni tanınmış olmasına rağmen ileri demokrasinin özüne aykırı meydan muharebesi atışmaları bu günde olduğu gibi devamlı yaşanıyor-yaşatılıyor. Bayrama meydan bulunamayınca haber ajansları maalesef yine üzücü olayları dünyaya geçer. Dünyadaki tüm gözler asla böyle olmasını dilemeyiz ama yasal özgürlüğün kullanılması hakkının dengeli veya dengesiz güç kullanımıyla nasıl bastırıldığını izler…
Yıllarca öğrenimde fırsat eşitliğini savunan öğrenci ile yasal hak talebini iletme kaygısındaki öğretmen annesi meydan ortasında veya kıyısında, hısım akrabası tarım emekçisi olan müdürün-amirin emri ile babası işçi olan emniyet mensubunca coplanır. Böylece Çağdaşlaşmanın önünü kesmeye uğraşanların, ülkeyi ortaçağ karanlığına taşımaya kararlı şer güçlerin ekmeğine yağ sürülür.
Her 1 Mayıs’ta polisle emekçiler hangi akla hizmet, karşı karşıya getirilerek demokrasinin yerleşmesi, işlemesi ve işletilmesi sille tokat, tazyikli su ve kalkan gölgesine bırakılır.
Barış, uzlaşı ve hoşgörü pınarından milli içkinin yanında acı şerbetler içmenin moda olduğu şu günlerde özellikle ‘ İstanbul 1 Mayıs’ı için’ meydan kargaşası yaratmak hangi çıkar çevrelerine fırsat tanımaktır yakında ortaya çıkar. Ülkede Taksim Meydanı ile özdeşleşen 1 Mayıs’a, Taksim olmaz yasakçı zihniyeti ile yaklaşımın barış sürecine denk düşmesi ise bir başka çelişki olarak sütunlara yansır…
Oysa gelişmiş ülkelerde 1 Mayısları işçiler ve devlet birlikte kutlar. Ülkemizde ise emekçiler ve yakınları hala, bu en doğal hak arayışlarını dile getirdikleri günü tedirginlik içinde, çağdaşları gibi kutlayıp kutlayamama, törenleri kazasız belasız atlatıp atlatamama, kaygısı ile geçiriyorlar.
Belki meydanlara hapis bu bayram gün gelecek, ülkemizde de kırlarda, bağlarda, bayırlarda ve kentlerde görkemli ve yasaksız törenlerle kutlanacak. Ve tüm halk kesimleri de bu bayramlarda ve gösterilerde korkusuzca al-bayraklarını açacak. İşte o zaman sözde kalan ileri demokrasi gelecek.
Ve Gün gelecek, o ileri demokrasinin gereği; tüm emekçiler ve sendikalar siyasal etkinliğin dışına itilmeyecek. Çalışanlar çalıştıkları yerlerden başlayarak en tepe ülke yönetimine, alınan tüm kararlara aktif katılım sağlayarak, belirleyici olacaklar.
Ve ütopya görülen gelecek de kuşkusuz bir gün gelecek. İşte O vakit bildik işçilerinde, sendikaların da, baskıcı ve yaygaracı devletin de olmadığı bir düzenlilik doğacak. İşte o zaman herkesin kendi çapında bir şeyler üreterek parasını kazandığı ve tüm üretilenleri adilane ortaklaştıracak, paylaştıracak bir devlet biçimi de ortaya çıkacak…
Ancak Bir Mayıs hep olacak. Dünya döndükçe var olacak. Yaşasın 1 Mayıs…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder