5 Mayıs 2012 Cumartesi

TEKRAR HOŞÇAKAL BABA...

TEKRAR HOŞÇAKAL BABA...

Tırnak içindekileri yazmama sebep olduğun günden bu yana tam bir yıl geçmiş canım babam. Cemreler toprağa düşmüş yine ardı sıra. Ölümsüzler alayına nefer olduğundan sonra sensiz günlerde neler neler oldu bir bilsen. Duvar diplerine bile saklandı güneş. Ama Mihrinevin ışıltısı hala içimizde. Belki de biliyor ve görüyorsun her şeyi, her şeyin bir haddi var diyerek. Anlatmaya gerek yok o zaman. Zaten bizimkisi kalem lekesi olarak addettiğimiz içtik test ettik türünden acılar, sancılar silsilesi.  Aslında her yaşayan bu teste tabi şu yalan dünyada.
 
Niceleri babalarını kaybetmiştir bu arada. Nicesinin babası ağır trafik kazaları geçirmiştir ölümüne. Niclerinin babası onmaz hastalıklarla boğuşuyordur yiğitçe. Hepsine o, bu, şu ayırmadan rahmet, sabırlar ve acil şifalar diliyoruz. Yürek bir kez yanmaya görsün,  ateş düştü mü bir kere gönüle kandillerde düş göçleri yaşar insan, hem de babasız atasız. O yüzden yıldönümünde ben sadece ‘TEKRAR HOŞÇAKAL BABA...’ diyebiliyorum sana. Affına sığınarak.

Tekrar hoşça kal baba. Rahat uyu…

“ Bu son fasıl baba. O yüzden çok kısa görünse de çok uzun olacak yüreğime kanaviçe gibi işleyen el yazması metinler. Gönlümün son Haykırışı olacak bu ve bir daha ne zaman, nasılı asla içermeyecek. Mermer tabletlere kazınmış, kara iklimin, Karadeniz’in sert insanı olarak adın daima yaşayacak.

Yanımdalığın, yarenliğin, yoldaşlığın için sağol, baba. Babam olduğun için, her şey için, her şeyin için sonsuz teşekkürler. Nur ol... Ya birimizden birimiz yaşamaz ise diye korktum durdum yıllardır. Sonsuza dek sürmeyeceğini bilsem de hep var olalım istedim. Birlikte yaşayalım istedim.

Hayattan alacaklıydık çünkü. Birlikte yaşamak adına oldukça yüklü alacağımız vardı kaderden. Ama sen bizi borçlandırdın. Yine isyankar, yine sitemkar olacağımız keskin bir yara açtın yüreğimizde. Küçücük bir evrene hapsettin bizi, özgürlüğe uçtun.

Kızgınlığını özleyeceğim, baba. Hem sosyal, hem demokrat kimliğini taşıyacağım göğsümde hayatta kaldığım sürece. Tavla oynadığımızı farzedip, feverana başladığını düşleyeceğim her sinirlendiğimde. Mars ettin bizi baba, iki mars bir ters.

Rozetini takacağım yakama, yalı boyunda, sokaklarda gezip dolaşacağım. Çınaraltı`nda demli bir çay içeceğim. Sarıyer`de börek yiyip, Tamdere’de pirzola, Yapraklı’da pancar çorbası tadacağım. Sarayburnu`nda denizi koklayacağım. Burnumda o çok sevdiğin yosun kokusu, o tuzlu ıslaklığı içime çekeceğim her daraldığımda. Öyle sıkı kucaklayacağım ki Karadeniz’in deli dalgalarını, iliklerimde hissedeceğim seni.

Gözlerimi her kapadığımda parlayan o keskin orağı göreceğim. Kızgın alev, güneş rengi orak, karşımda parlayacak, tam burnumun ucunda. Asla korkmayacağım...

Ağır bir çekiç beynimi dövüyor. Boğazım kuruyor, yüreğim kanıyor, eriyorum yavaş yavaş. Baba kaybetmek, Ata kaybetmek böyleymiş demek ki...

Arınacağım kısa sürede. Direncim olacak her sıcak gözyaşı damlası. Damlasına kıyamadan her zerrede fırtınalar koparacağım. Ve o fırtınalar benden sana selamlar taşıyacak yıllar boyu.

Bana can veren, kan veren canım babam. Kanım, kandaşım, arkadaşım, çavuşoğlum, yoldaşım... Artık yoksun.

Gün olur çıkmaza girersem rüzgarları dinleyeceğim. Rüzgara kulak verip dikkat kesileceğim. İşte çok sıkıldığım o anlarda senden haberler ulaştıracak bana, kara yeller. Mutlaka ve ılık ılık eserek okşayacak aklımı. İlkyazda babanın selamı var uğultusuyla serinleyeceğim. Ve sıcak bir esinti olacaksın yüreğimde.

Sonbaharda ilk düşecek yağmur zerrecikleri ile vuracaksın camlarımıza. Gönülden bir merhaba ile buluşacağız, damlaların berraklığında. Safça, en temiz. Saflıkla yaşayacağız, yaşatacağız hatıralarını. Sevgiyle yeşerteceğiz o umudu, yeniden filizlendireceğiz bizden hiç esirgemediğin desteğinle.

Yazın emeğin teri, alın terinde ellerimizin tersiyle sildiğimiz ıslaklıkta, seni bulacağız. Tam tekmil, güneşin bize ulaşan yüzünde ise yüzünü. Işık demetinde, aydınlığın rehavet veren sıcaklığında seni koklayacağız parça parça. Ellerimizde, gözlerimizde, yüzlerimizde kaçak bir öpüş olacaksın, bizi hasretle, hararetle kucaklayan. Yeryüzüne ulaşan enerji, yaz gülü olacaksın damarlarımıza.

Kışın yağan karda, yüzünün akıyla tane tane düşeceksin başımızın üstüne. Tertemiz bir evren sunacaksın ellerimize. Kirlenmişe inat, kirlenmişliğe düşman, aksularımızı donduracaksın. Apak bir vaat, söz, yemin olacaksın aklımıza doluşan. Hayat tılsımı olacaksın yalnızlığa inat garipliğimize.

İlk yağacak karla dışarı çıkacağım, her fırsatta. Önce bir topak yapacağım, sulu kardan. Sonra elden ele dolaşacak, ellerimizi yakan kartopu. O topak sen olacaksın gittikçe büyüyen. Sevdiklerinin elini sırayla sıkan, yürek ısıtan. En çok deniz özleyecek seni, deniz.

Korkmayacağım ölürüm diye. Biliyorum ki bekleyeceksin bizi bir yerlerde, koruyacaksın yine yeniden. Başımı yukarı kaldırdığımda, gözlerimi puslu göğe diktiğimde binmilyontrilyonca zerrecik olarak doğduğumuza ve pamuk pamuk süzülüp yaşamı kucakladığımıza dünya şahit olacak.

O şahit ki hayatta seni, en çok seni seviyorum, seviyordum can yoldaşım. Kanatlandın atlas maviliğe, o sınırsız boyuta uçtun. Kahramanca, yiğitçe yükseldin mutluluğa. Denizi karartan heyecanla, fındıklıkları yeşerten inançla. Hırslarımı bir kenara koyup, ayak izlerini takip edeceğim mevsim mevsim hiç sıkılmadan, usanmadan.

Rahat uyu..."

Tekrar hoşça kal baba. Rahat uyu…

Hiç yorum yok: