29 Mayıs 2020 Cuma

haziran 1


PANDEMİ VE TURİZM CENNETİ...

Pandemi reel sektörü tam duraksattı. Bacasız sanayi turizmi de. Mevsim öncesi olmasına rağmen belirsizlik hala devam ediyor. O yüzden yaz, deniz, yayla, tarih, kültür, sağlık turizminde, devam eden pandemi ve sonrasına dair akıl ve bilim ölçütlerinde planlama gerekiyor....

Memleketin zengin turizm ve ticaret potansiyeli gerçeğine sığınıp beklemekle olmayacağı açık. Çünkü her yıl elli milyonun üzerinde turisti misafir eden bir sektör söz konusu. Oluruna bırakılırsa kan kaybedilir. Sektör yaklaşık kırk, elli milyar dolarlık bir ekonomik girdiye sahip. Pandemiyi çözmekte gecikilirse para kazanılamaz...

Zaten ilk koronavirüs vakası peşine uygulanmayan karantina yüzünden salgın turizmi de vurdu. Böylece turizmde fırsat yakalama imkanı da kısmen kaybedildi. Oysa özellikle Avrupa'nın salgından aşırı derecede etkilenmesi dış turizmi cazip hale getirmişti. Ancak şimdi şu cennet memleket bu turist akınından arzuladığınca ve yeterince yararlanamayabilir. Gidişata göre komşu Yunanlılar yaz ve deniz turizminde bir adım önde gibi.

Diğer turizm alanlarında memleket dünya ile başabaş. Özellikle sağlık turizminde ise önde. Gerek pandemiyle olumlu bulunan mücadele, akılcı sağlık yatırımları, teşhis ve tedavideki önderlik, geçmiş yılların başarılı performansı bu alandaki avantajı devam ettiriyor gibi.

Bunda gerek aracı firmaların ve gerekse özel üniversite hastanelerinin tanıtımları, tanıtımların uluslararası düzeyde ve çeşitli kanallardan artırılarak yapılması sektörün önünü açacak gibi. Sosyal medya, dijital tanıtım, özel konsept programlar yurtdışı eksenli olduğundan sağlık turizmi mutlaka hareketlenecektir. Yani istenen ivme kısa sürede yakalanabilir.

Tanıtımın yanısıra özellikle otel, butik otel, apartlar vasıtasıyla yeterli konaklama ve diğer lojistik hizmetlerle desteklenen sağlık turizmi pandemi öncesi konumunu korur.

Ayrıca her çeşit bölgesel turizm de teşvik edilmelidir. Çünkü turizmin geliştirilmesi, bölgesel ticaret ve sosyal yaşamı da yakından etkiler. Güçlendirir.

Pandemi sonrası her ülke, her bölge, her sektör için yapyeni bir dönem. Değişen dünyada devletlere ve hükümetlere büyük iş düşüyor. O nedenle turizmde bakanlık düzeyinde çokuluslu koordinasyona ve özel anlaşmalara gereksinim var. Bunun için de başta dünya ile iyi geçinmek şart. Anca barışı önde tutan bir politikayla, resmi özel kurumlarda aranan kriterleri yükselterek hazır hale gelinmesi turizmi canlandırır.

Turizmin lokomotifi görülenler dışında doğa, kış, dağcılık, mağara, termal, din, spor, kongre turizmi gibi çeşitlendirilebilecek her alanda turist çekebilen sistem dizaynı ve güncellemeleri bir an evvel yapılmalıdır. Olanların yanı sıra farklı turizm alternatifleri bulunmalı ve turistlere sunulmalıdır. Her türlü turizmde cazip seçenekleri bulunan memleket olma hali pandemi süreci ve sonrasında hakkıyla değerlendirilmelidir.

Elbette pandemi turizm maliyetlerini de ağırlaştırmıştır. O yüzden artan maliyeti ortaklaşa yüklenebilecek bir ekonomik model de geliştirilmelidir.

İlk başta döviz kuru nedeniyle doğan negatif etki giderilmeli, komşu ülkelerin turistlere sunduğu imkânlar ve fiyat aralığı mutlaka eşitlenmelidir.

Görünen turizm sektörü pandemi ve pandemi sonrası çok zorlanacak. Belki bocalayacak. Ama çıkış yolunu süreç içinde kesinlikle bulacaktır.

Memleketin turizm cenneti olma durumu özverili girişimlerle güçlenerek devam edecektir...
PANDEMİK TARIM, SİSTEMATİK ÜRETİM...

Pandemi vuralı beri 2020 yılı, şu zengin memlekette dünyaya koşut, her sektörel alanda kayıp yıl. Özellikle üretim açısından. Hele tarım da tam panik. Pandemik tarım, sistematik üretim şart ama hasada dönük zemin ve temin şimdilik yok gibi...

Kainat yüzyılın en acı gerçekliğine ev sahipliği yaptı, yapıyor. Evlerden dışarı pandemi, Korona, korunma peşindeyken ekim dikim ayları ne yazık ki geçip gitti. Zamanın tozu atıldı ama tohumlar toprağa atılamadı. Fideler bahçelere, seralara dikilemedi. İlaçlar ve gübreler atılamadı. Sözün özü hasat tehlikede. Yani tarımda çaresizlik diz boyu.

Memlekette resmen tarım sahipsiz, devlet de desteklemiyor havası hakim. Yaklaşık yirmi yıldır mesele havada asılı. Orada burada hava atanlar her seçimde oyları yine ayni yere gömünce, her hasat dönemi topluca ağlanıyor. Sonra diğer hasat bekleniyor. Bu arada organik toprak beslemesi ve yerli tohum güçlendirmesi bile yapılmıyor.
Tarımda kalite giderek bozuluyor. Tüm bunlara pandemi saldırısı da eklenince durum hepten vahim.

Zaten on yıllardır ortaklaşa, birlikte değer üretme, birlikte tüketme dinamiği sığ bir anlayışla, köktenci bir duruşla sürekli sekterlendi...

Oysa tarım sosyal ve kalkınma odaklı sektör. Ekonomik kalkınmanın ince ayarı. Yaşam kaynağı. Kolaycıl kolektivizmin üretici damarı. Bu damarlar yıllar yılı tıkandı. Kanalları açacak ve müstahsili rahatlatacak birlikler ve kooperatifler zaman içinde bitirildi. Ve tarım da bitti.

Pandemiyle birlikte asla tarımsız olmayacağı da ortaya çıktı...

Pandemiyle tarımda değişim ve dönüşüm özgürlüğü, rantabl sistematik üretim aciliyeti aşırı önem kazandı. Pandemik tarımla istihdam yaratma, üretilen ürünleri, doğal kaynakları rantabl kullanma, tarımsal yatırımlar gerçekleştirme ve ekonomiyi sürdürülebilir ve kalkınabilir kılmanın gerçekleştirilebileceği anlaşıldı. Yani yarınların esenliği öncelikle tarıma bağlı. Geç kalınmış olsa da bir yerlerden başlanmalı...

Bu gün dünya işte tam o aşamada. Bitişi ve başlangıcı gördü. Yerküre korona ile çalkalanırken, hızla büyüyen ekonomi olmanın ilk hamlesi tarım. Şu zengin memlekette sosyal ve toplumsal hayat bu atılıma da uygun. Üretilenden nasiplenmek ise herkesin ana gayesi.

Ana gaye daima buydu ancak neden ise fakir bırakılmaya, gerileştirilmeye özen gösterilen şu zengin memlekette tarım hep tırpanlandı. Etkin ve sürdürülebilir tarım sanki özellikle darbelendi. Emperyalistlerce en başta korkulan yarımsal üretim oldu. Bu yüzden memleket büyürken tarım alanları küçüldü, küçültüldü, küçülttürüldü. Mahsuller kotalandı...

Ve bu tarihsel zıtlık Dünya ile entegre olmanın gereği adledildi. Bu yanlış ve yanıltıcı algıyla tarımda dışa bağımlılığın yolları açıldı. Açıktan açığa sömürülme benimsendi…

Küresel sermaye ve emperyal güçler bu kadarla da yetinmeyerek, tarımsal üretimin her aşamasını denetledi ve kontrol etti. Hatta acımasızca tarım üreticilerini resmen batıran alım fiyatları uygulandı. Uygulatıldı. Sözde her yeni adımla tarım için süreç tersine ve dip yapmaya dönük işletildi.

Ancak pandemi pik yapınca tarımda dibe vurmuşluk, akla ilk takılan mesele oldu. Çünkü koronavirüs avuç kadar toprağı olanın aklını başına devşirdi. Ekim dikim prensipleri kurtuluş olarak benimsenmeye başlandı. Açıkçası egemenlerce ‘...gıdayı kontrol eden insanları kontrol eder’ denmesi kimselere dokunmazken, pandemiyle birikimler ve birikmişler bir anda bitince ucu herkese dokundu. Ve tarım çare görülmeye başlandı. Ayrıca çokuluslu sermayenin kendine bile çare olmadığı tescillenince, memlekete kaç yıla mal olduğu belirsiz tarımdan kopuşun hesapları içten içe yapılmaya başlandı.

Bu nedenle şimdiden yarına nicel ve nitel manada tarım seferberliği kaçınılmaz gereklilik. Tarımsal devrim ilk yapılması gereken devrim. Kısmen yaşanıyor zaten.

Taromın temel girdi maliyetlerinin yüksekliği yüzünden şehirlerde veya kırsalda küçük üretim çiftlikleri yoluyla tarımsal üretimin yaygınlaşması şart. Bu tarıma endekali yayılmanın devletçe önü açılmalı ve desteklenmeli.

Diğer yandan yıllar yılı kötülenen ve belleklerden çıkarılmaya zorlanan tarımda kooperatifleşme ve kolektivizmin artık ortak ekonomik yararlar sağlayacağı da gözetilmeli. Dünya anladı, şu zengin memlekete de usulünce anlatma zamanı...

Çünkü yaşanan pandemik travmayla alenen en başa dönüldü. Resmen on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına geri gidildi. O yüzden tarım toplumu oluşun gereği, tarım ülkesi olmanın gereği tüm gerekler bir bir yerine getirilmeli. Yani pandemik tarım, sistematik üretim.

Elbette çare var...
ÇAMUR BANYOSU

Kuzeyin güneyin, doğunun batının farklı yaşam tarzları, farklı yaşam ve yerleşim kabiliyetleri büyük kentlere göçünce elverişsiz koşullarda çamur deryasıyla boğuşan hayatlar oluştu. Rota hayatı geliştirmek ve yırtmak üzerine değişti. Sınıf atlamak. Birçok meşguliyet zaman içinde merkezileşirken çamur belasından kurtulmak epey zaman aldı. Veya anlık kararlarla hayat pahasına öncelendi. Merkezle ücra arasını çamur açtı, asfaltlama kapattı, ölüm tekrardan açtı...

O kapalı dönemlerde çatkapı Azraile bulaşıldı. Çamur banyosu dönemlerden hatıra bu arıza, minyatür yabanilik. Bir türlü yaralı bedenlerden çıkarılamadı. Çamurlu bir kılık, kıytırık kara kıyafet hiç yakışıksız, giyildi çıkarıldı. Yalnızca çamurlaşmanın ve buharlaşmanın şablonu olarak.

Her şey enseye şaplağı yiyene kadardı. Dahası da var, çamur deryasından kurtulanlar bilir o ilahi kurtuluşu da...

Öyle ki çatkapı çamur banyosu peşine, körebe taklidi ve saklambaç oyunu. Misafirlere mızıkçılık. Düdüklü şeytan yalağında yalakalık. Ebelemece. Hayatı hecelemece. Ve çocukça şeytanlıklar...

Misal çamur at izi kalsın misali. Üzerine toprak serpilmiş minyatür şehirlerde çamur deresi. Çamur deryası. Hünkâr beğendi faslı, şark kurnazlığı...

Diğer yanda çatladıkapıda, sahillerden içeri çatık kaşlı Deniz insanları. İdam sehpasına koşar adım mitolojik bedenler. Canavarlarla boğuşma ya giden cengâverler...

Karasabanla sürülmüş bir tarlada yol yordam arama yorgunluğundan, çatkapı belalara açılmak. Çamur çemberi, çamur deryası, çamur banyosu. Çamur, su ve kan. Tek hamlede kaburga kemiğinin kırılması. Kurşun deliğinden fışkıran yalazlı alev ve çamur kokusu.

Çatal dilli kurşun yağmurunda, çamuru delik deşik eden kıpırtılar. Gökyüzü çatlaması. Gök kubbede ateşkes çağrısı. Duyulur duyulmaz, çamur sessizliği. Çam kokusu cam kırılması. Madeni bir dehşet. Dellendiren kızılçam rengi ve ıhlamur kokusu. Çamur banyosuna bando mızıka. Resmen hayata mızıkçılık...

Anı anıları bir, çamura teslim olma ve can teslim etme ikilemi. Çamur deryasında açılan çukurlara kan dolması. Kan tutması. Çamur çıkmazında esrarengiz kuşatma. Dalavere versiyonu. Dört koldan kıskaç. Sonu gelmez tehlikeli oyunların mükâfatı çatkapı misafirlikler.

Misafirlere mızıkçılığın gerçek yüzü yüzsüzlük. meymenetsizlik. Meyillenilen çamur deryasına bulanma. Yüzüne gözüne bulaştırma. Arsızca hainlik. Çamurdan olmanın çırpıntısı. Çarpık çapsızlığa hizmet. Hizmetçilik. Üzerine toprak serilesi şeytanlık...

Çamur haznesinde çamur kalmayınca, şeytanın avukatlığına soyunmak. En değerli hazine sayılan ne varsa iç etmek. Hiç etmek. Kim içerler kim duvara çerçeveler hiç düşünmeden minyatürleşme. Minyatür yataklık, minyatür yabanilik.

İlahi Kurtuluş ta gecikince, tekrar tekrar çamur banyosu...

Okunmalı; Çamur, su ve kan- Halil Kara-Su Yayınları






DOĞAL DÖNGÜ

Şüphesiz doğal döngüde doğa, her şeyin kaynağı. Buyruğunun önüne geçmek imkânsız ve çok zor. İnsan da doğanın bir parçası. İnsanlığın doğaya hâkimiyet kurma güdüsü belli periyotlarda başa olmadık işler açıyor. Savunma sistemlerini felç edecek dozda ve boyutta kırım. Son pandemiyle insanlık cezalandırılma gerçekliğine tutsak...

Doğal döngüde doğa, doğal ve doğaya özgü yollardan etki ve yetki gücüne bilinçsiz başkaldırıları hiç affetmez. Hele doğal dengenin bozulmasını akla gelmedik biçimde ve ölçüde cezalandırır. Bin yıllardır öğrenilemeyen işleyiş böyle. Ayrıca dilsel dinsel ruhsal ve sınıfsal ayrım da yapmaz, onu yapanlarda insanlar...

Kâinatta kontrol edilemez bir refleks gösterir. Kitleler halinde pandemik ölçüde diyalektiğe ters düşüşün, çarpık duruşun ve evrensel bozukluğun farkına varılmasını sağlar. Kısa sürede otokontrol tamamen doğa kurgusunun eline geçer. İşte o saatten sonra sınırları aşan, varoluş düzeneğini sorgulatan günler başlar. Vazgeçilen temel ögeler bir bir anımsanır. Değişik kriter arayışları başlar bambaşka tezgahlara düşülür.

Doğal koşullara sadakatin tekrar güncellenmesi içindir tüm acıtan yaratı. Doğal döngüde doğa, yeniliğin ve gelişimin tek kaynağıdır. Her azıtışın sonunda, her taşın altında kurucu ayarlara geri dönüşün de mimarı. Bu arada doğal döngü kör ve itaatkâr nesli daha çok sallar. Polimci kazanımların hiçbir işe yaramadığını da bir güzel tesciller.

Doğal format reddedildikçe miras körkuyu adaleti ile çarçur edildikçe, emanete hıyanet başlayıp her kutlu değer iç ve hiç edildikçe doğa kanunları işler. İhtiras, vitrin ve vizyon çöküşü sanki bir yerlerden düğmeye basılmışçasına hızlanır. Her şey bir anda tersdüz olur. Tersyüz olur. Düğümler tek tek çözülür.

Bilinçaltı kuruntularla, kurucu ayarlar değiştirildikçe doğa yenilginin ve hezimetin takvimini geriye işletir, yenilenme ve hizaya gelmeyi ileriye düzenler. Umulmadık sonuçlara gebe düzelme düzeltmeyle birlikte küresel selleniş başlar.

Ve kozmozun sınırları içinde hesap kitap günleri insanlığı bekler. Akıbeti belirler...

Modernleşmenin klasik tarihini bile yeniden yazdıracak boyutta değer kaybedilir. Dünyanın oryantal akılla, kaderiymiş denilip geçilemeyecek derecede yıkımlar başlar. Rutine bağlanmış ne varsa doğa kanunlarına çarpar parçalanır. Sonra parçacıklar yeniden belirlenir. Geriye tek amaç kalır doğal şartlara uyum ve doğanın güdümünde hayatta kalma. Şüphesiz doğal döngüde doğa her muhteşem görülen ne varsa güncel öğütücüsü ve hayat aktarım düzeneğidir. Akla karayı ayıran en dürüst ve en radikal mekanizma, çağı döndüren kutlu ve kutsal kükremedir.

İşte o küskün doğal döngüde insanlık, belli süredir benzersiz biçimde eldeki olanaklarla doğaya hükmedilemeyeceğini yaşıyor.

Öğrenilecek gibi görünmüyor ama doğal gerçek on binlerce yıldır bu...



EPİK HİKÂYE, VİRÜS SALTANATI VE BAYRAM…    

Saldırgan virüs saltanatında, yaşanan epik hikâyelerden yeni başlangıçlara geçiş devri. Tarihe geçen bu illet vakadan dolayı bayramlarda ev hapsi. Karantina. Geçici süre, virüs geçene kadar. Vakitli vakitsiz ve art niyetsiz, anakara kıyılarında bayramlarla vedalaşma. Hatta virüs felaketi yüzünden, aklı kurcalayan hatıralara ara. Sonrasında takipli takipsiz yolculuklar…

Devir kalp kırıklığının ötesinde silik maceralardan ibaret mecralara, ibretlik manzaralara ister istemez bulaşma devri. Demek bunlar da gelecekti başa, geldi geçti. Şimdinin hali virüssel azaptan ve gazaptan kurtulma acelesi. Buhranın ritmini biraz yavaşlatma. Düşler rıhtımında virüs batağına düşmeden başka bayramlara yelken açma.

Ama tüm bunlara karşın hala bin yılda bir karşılaşılan epik hikâye, virüs saltanatı ve bayram üçgenindeki bu çok garip manzaraya makam arama derdi. Ne gerekse...

Oysa bütün dengeleri bozan, kötüye işaret gece karanlığına bayramlık işaret fişeği çakılmalı. Çünkü sahili döven hırçın dalgaların, kara bulutların ufku kaplayışına müjde gerek. Ve meraklara meram sunma. Melezi merkezi evrende kapkara bir nokta. Hayat işte o kara lekeden ibaret gözüpekliği. Ve tam ibretlik bir bayram. Bayramlaşamadan evde karantina…

Evde kalıp hayatı toptan değiştirmek için kulaktan kulağa üflenmiş eksik bir hikâye bu; memlekete çoktan yayılmış virüse ve kayboluş uğultusuna dosdoğru karşı çıkış. Derme çatma hayatın içine içine düşen virüssel kargaşa ve kasırgaya direniş. Hayata yeniden başlayış azmi. Evde kalmaktan başka çare yok, bayram da olsa izlenimi…

Deniz kabuklarıyla örülü bir mezara bulaşmaktansa maksadı belli evde bayramın makus talihe katkısı olacağına inanmak. Maksadı aşan biçimde hayattan mezun olmamak ya da hayata çakılmamak için. Evla olan nereye ait olunduğu belirsiz bir yeniyetme kaçamağı yaşamaktan ise bayram karantinasına harfiyen uymak. Virüs insafsızlığına bizzat uğramak, kör talih deyip buruk anılarda hayalet ve adalet arasında cirit oynamaktansa evde bayramlara rıza göstermek. Virüs saltanatını elbirliğiyle yıkmak için saflaşmak. İşte epik hikâyenin özü bu…

Civarı etkileyen ciltler dolgusu saygısızlık ve salt düşüncesizlikten ibaret. İbrasızlık virüs batağında yatıyor zaten. Bu yüzden bayramlarla ataktan kurtulma, gizlice saygınlıkları budama olmamalı. Budalaca sempati yoksulluğunu baş göz üstüne kabulleniş hiç. Erken bastırılması gerekli içgüdünün her yeni başlangıca yeni epik bir hikâye düzmesi belki. Bu ne dümen kırmak ne bayramlaşmamak meselesi. Mesele virüs doğurganlığını kırmak…

Rahatsızlık veren ibretlik bağ kurma veya kuramama ayıbı. Hiçlikten gelme, hiçlikte anlık gerileyiş ve küllerinden diriliş. Virüs döşeli çorak arazide, bitik ve bitkin düşürecek arsız bayram samimiyetlerini de bu yüzden erteleme. İlanlara düşen ibretlik bataklık hikâyelerinin ve kızılcık şerbetini yudumlamanın terki...

Ayıp, kayıp, sayıp ortamında, sisli kaldırımlarda ipsiz sapsız dolaşmaları, aptalca ihtirasları, ibretlik delilikleri virüs tuzağında bırakmak ve sonrasında hangi epik hikâyenin derin bataklığıysa batılan son hamle kurtulmak. Kurtulmak için bayram işte o bayram…

Şimdi küçük detaylara kapılmanın sarhoşluğuyla, devrin derinliğinde güzelden kopuş, loş ışıkta dökme pik korkuluklara asılan giderilemez gerginlik. Eceline susamış epik bir hikâye. Dört bir yanda pik yapan, hikâyeden kahramanlığa soyunan virüsün hikâyesi bitmek üzere. Pandemik bulaşıklığın hiç manası yok.  Manasızca düşüp mermer bir minyatür olma ve minyatürleşme keşkesi olmayan bir durum. Ölüm korkusuna ve davetsiz misafir virüsün hissedilmez kokusuna ille de bir bayram öpücüğü. İbrete şayan arınma işte bu bayram…
                                                                                                              
Hele izinsiz mülklere girişin, içgüdüsel koruma ve korunmadan ibaret insanlıktan çıkışın, ağır şüphe anlarına dalışın nedeni bilinçsiz cüret veya bilinçli kötü niyet. Bu iyi niyetli bayram tutkusu tutsaklığı ve keskin telaşın kesilmesi, virüs saltanatına teslim bayrağını çekmemek. Çile çekmekten ise kör yasakların en ağırını çekmek ve  yasakları çiğnememek özgür bayramlara erişmekle koşut inisiyatif.

Bu yasaklı bayramların altın varaklı kitaplara girebilmesi için olaya doğru bakış, doğru kararlar alma, geleceğe doğru yön verme ve epik hikâyelerin devamını da okumak şart. Özellikle virüs saltanatına son vermek için evde bayram sonrasını iyi okumak.

Ederi hederi, geliri gideri hepsi bu…


                                                                                              



SAĞDUYULU BAYRAM, SOLDUYULU SEYRAN...

Pandemi yüzünden sağcı bir iktidarda, memleketin tastamamı sağduyulu bir bayram geçiriyor. Millet sağduyusal bir eğilimle belki de geçmiş binbeşyüz yılın ve gelecek bin yılların bayramları içinde bir ilki yaşıyor. Evde karantinada bayramseyran…

Bütün alışkanlıklarını, kazanımlarını hap gibi yutan millet, bayram seyran neyime havasında suskun. Yani sağduyusuz bir kabulleniş içinde. Man of Sense bolluğundan suskunluk pik yapmış halde. Ancak milletin sağduyusu, Descartes'ten bu yana akılla, doğru ve yanlışı ayırma, doğru yargılama pratiği olarak anlamlandırılan sağduyudan gittikçe uzaklaşıyor.

Sağduyu hepten sağcılaşarak, sağaltıcı değerleri bile solduran, milleti solculaştıran bir içerik kazanıyor…

Kazanıyor çünkü, memleketin on yıllardır duyup, görüp, yaşanan gerçekliği şu; Milletin çoğunluğu veya zahir ekseriyeti sağcı. Dünya ölçeğinde en sağlıklı bir memleket ve sağ ağırlıklı bir millet. Ama övünülen sağduyusu eksik ve esrik. O yüzden sol duyuya da gereksinim var. Her zorda kalındığında solu yermek yerine hiç değilse, atma, çatma, suçlama kompleksinden kurtulmak için...

Memleketin duyusal ve duygusal sağlaması yapıldığında merkezi suç aslında topluca sağın. Bozbozuk düzenin, aksak gelişimin, geri kalışın, gerici oluşun, yoksul ve yoksun ilerleyişin tek sorumlusu sağcı idareler. Sağ iktidarlar. Ama milletin üçte ikisi sağcı olunca ve sağduyu ilerici ve demokrat düzeyde toplumsallık yansıtmayınca her çıkan kriz ve kaos, her çıkarılan yangın solun üzerine kalıyor. Bırakılıyor. Memleket siyaseti sağa saplanıyor, anında soluna dönüyor. Suç kapatmak, günah gizlemek maksatlı sebepsiz hırslanıyor, hayıflanıyor. Millet zaten en baştan, yüzyıldır bu saldırganlığa razı. Ve alan satan razı piyasası…

Oysa sağduyu, doğru bakış ve ciddi duruş meselesi. Kapsadıklarıyla hep iyi anlamlar içeren bir kavram. Ama onun da içini boşaltan sağcılar. Sağduyu sağcılaştırılarak aidiyet ve mülkiyet hissiyle bezenerek sağla özdeşleştirilmiş. Her sıkıntılı ve çapraşık dönemleri ve teslimiyetçi süreci işletme başvurusu ve mekanizması haline getirilmiş. Zekâ ve kavrama yeteneğini kullanmayan köreltilmiş sağduyu egemenliği kurulmuş...

Sağduyu, planlı programlı argümanlarla resmen gericileştirilmiş. Her türlü haklı ve doğru eylemliliğin önüne barikat, militarist set ve oligarşik güç olarak geçirilmiş. Memlekette çoğunluk sağ olduğundan sağ eğilimlerin emrine göre şekillendirilmiş. Öyle ki memlekette, millete ve memlekete yapılan yanlışların bile doğrulayan önermesi, solun suçlu öngörülmesi bağlamında kullanmış. Yani memleketin sağcı portföyüne çoklu destek hep sağduyu merkezli.

Sağduyu ne yazık ki, büyük yanlışlar ve hatalardan kolayca sıyrılma mekanizması, özellikle din ve mezhep tabanlı sezgi karmaşası, arsız algı projeksiyonu, özgüven ve özgürleşmeyi eksiltme, ezberci ve düşünmeme dürtüsü olmuş.

Elbette sağduyu daima fikir saptırma, hedef kaydırma kanalı kabilinde kullanılınca her devirde kula kulluk operasyonlarına da katkı sunmuş. Hal böyle olunca memleketin sağduyusuna güvenmekte doğal olarak bir güzel zedelenmiş. Çünkü kategorik birikimlenme daima sağdan yana olunca memlekette sağduyu kalıplaşması belirgin hal almış. Yani sağduyu sağa kanalize olup, duyduğuna kanarsa, sorgusuz sualsiz sağa akarsa, sağcıl içselleştirme güncelenir. Bir yere kadar iki gönül bir olunca samanlık seyran olur. En küçük bir yanılma ve aldatma söz konusu olduğunda da şımarıkça ve nefret bazlı karşılıklı suçlamalar pozuna girilir.

İşte bu girizgahta her ne hikmetse hemen hiç dahli olmayan solu yıpratma pozisyonuna geçilir…

Dolayısıyla yekpare sağduyulu düzenekte güçler dengesinin bozulmasının faturası bile sola kesiliyor. İşte on yıllardır hayic ve bariz durum bu. Yani sağduyu denilen öznel ve nesnel çarpıklık şu garip memlekette her zaman sağın namı ve hesabına çalışıyor. Aslı astarı üstün rol becerisi olan ve duyu ötesi keseden harcama pek makbul karşılanıyor. Akla ve bilime asla kulak asmayan amansızlığın tabanı sağduyu olunca da her şekil ve şartta sola saldırma özentisi palazlanıyor.

İşte o yüzden milletin memleketin sağduyusu denilince anında sol düşünmek gerekiyor. Millet toptan sağcı ne der, sağduyu reaksiyonu ne olur hiç düşünmeden dünyaya ve memlekete sol pencereden bakmak gerekir. Milleti solduyuyla tanıştırmak ve sol değerlerle buluşturmak gerekir.

Değil mi ki, milli ve dini bayramların bile sağcılaştırıldığı veya öyle aksettirildiği bir dönemde sağduyu evlerine kapanmış, dürtsen kıpraşmıyor. Öyleyse sağduyu buysa, solduyuyu egemen kılmak gerekiyor. Solun egemenliğini kurmak için, sağduyulaşmamak.

Hiç olmazsa sağduyulu-solduyulu bayramlar için. Millet memleket önyargısız bayramlaşabilmek için...

Hiç yorum yok: