Anam, ayağının altı cennetten bir köşe. Devrilesi boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra öleceksem öleyim…
Canparem, sayende yoksul ama yoksunluğun hissedilmediği gönlü zengin günlerin çocuklarındanım ben. Sokak çocuğu. Sonra ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’. En sonra ‘Yüksek’lere savrulan kartal. Yolculuğum sonsuzluğa.
Doğanın kanunu işte sona yakın anam bana, ben anama kaldım. Ama anamdan çok babamı sevdim. Vakti tamama erdi o gitti. Sen gitme anam, tüm güzel günler senin olsun. Her şey gönlünce ve güzel olsun. Ve ikimizden birinin son yolculuğuna dek seninim. Oğlunum...
İşte o en değerli gün gelince, koca ustam boğazda bir menfezde bekleyecek. Ben heyecanla küreklerine asılacağım yan yatmış kayığın. Kayın ormanlarından süzülen ışık ciğerimde. Karaltıların arasından karşılayacaklar bizi. Gri çelik zırhlının güvertesinde ipek saçlarında tanyeli. Deniz mavisi gözlerde birkaç damla yaş. Birlikte açılacağız gözyaşı dalgalarıyla engine. Eminim…
Anacığım ebediyete göçmeden sana itirafım olsun; meğer ne zormuş anaya methiyeler dermek. Ne zormuş ezelden ebede, asla incitmeyen o yüce şefkatin ve ana varlığıyla kuşatılmışlığın ıssızlığında sevgi selini yazmak. Duacınım.
Bakıyorum da ne çok anı saklamışız, birlikte büyürken annem. Evladiyelik. Arkadaşça, dostça. Anam ilk ve tek yoldaşım. Yazgı, kaygı, sevgi saygı piramidinin mimarı. Mihmandarım.
Canım anam ben er vakit doğan da, sanki sahipsiz ovalara kestin göbek bağımı. Lacivert mavi denizle yıkadın. Atlas göğe beledin. Yıldızlarla örttün üstümü. Beşiğimi rüzgârlara bağladın. Gözlerimi hiç örtmedin, dünyaya bak dedin hayat gördüğün gibi ve çok güzel. Görmek istediğin gibisini gör ve hisset. İlerisi gerisi boş hayal. Kimin kim için gördüğü önemsiz düşlerden uyan. Seninkine paralan. Dinledim seni ve kırk yıldan sonra kırk pareyim.
Oy anam nice söz birikti avuçlarımda bilsen. Nerde o yetenek, anlatamam. Baktım ki tek kelime; Ana. Ve tek cümle; Hayatta bir melek tuttu elimden, anamdı…
Tarihe kaydı düşülsün her ana; doğaüstü varlık ve takdir güzellemesidir. Analık dünyanın merkezi. Naçizane dünyanın merkezine sürülen yolculukta, su yoluna, ekmek uğruna yorgunlukta, şehirlerin şahında göğe savrulduğumda, bir kadın tuttu elimden, anamdı. Gülen gözleri gül buğusu. Bir melek. En zor anımda tutar elimden bilirim. O yüzden assalar da ölmezliğe mahkûmdur bedenim.
Yalan yok, yıllar yılı dünya başımı döndürdü. Dünya döndü ben durdum. Tek göz odalara savruldum, içimde kaleler yıkıldı, kuleler çöktü, yaşlandım. Ancak asla dönmedim yolumdan. Tek yaslı anam anladı halimden. Gönlümde kopan fırtınaları gördü. Acı gelse de gerçeğe boğulmayı, doludizgin devrimciliği yaşamayı ve ayakta ölmeyi öğütledi daima. Öğrettiği yıkılış değil yeniden doğmaktı. Ömürlük armağan. Gözümü kırpmadığım kavgalar bıraktım ardımda. Hiç gocunmadım. Yerinmedim. Çünkü bir çiçek tuttu elimden, bir çiçek tuttum elimde; memleket kokulu anamdı...
Anladım ki Mahirlik, Denizin bittiği kıyıya ulaşmaktı. Can siperane. Hala anamın ödenemez emeği dolaşır kanımda. Onca yoksulluğun ortasında sunduğu zenginlik şerbeti. İçimi ferahlatır hala. Meğer anam en hakiki devrimciymiş. Bu memleketin çocuklarına anam çok ağlamıştı; Vah çocuklarım vah, kıydılar gariplere. Aradan çok geçmeden o çocukları tanıdım. Ayni yola yolculandım. Anam gibi ben da yandım. Ve hiç unutmadım. Ve garip anam ne çok ağlamıştı. Ne çok. Vallahi onu da hiç unutmadım, unutamadım.
Anam güzel anam yaşa, sen çok yaşa. Gözlerinin ışığı hiç sönmesin. Doğacaksam bir daha, beni yine sen doğur. Başka ana istemem…
Doğaya doğan da ilk nefesimi, bebekliğimi yine sen dirilt. İçir çiğ sütünü. En kadın, en ana, babadan baba, helalinden helal büyüt. Baldan tatlı tükürüğünle ıslattığın yumuşatılmış o ilk minik lokmaya doyayım yeniden. Bereketine dolayım. Siyah buğday ekmeğini ve alın teri dökülen o sapsarı mısır unu bulamacına bulanayım. Ver kucağıma baş kabak, kısa pantolonlu günlerimi. Kanayan yaralı dizlerimi. Çipil gözlerimi. Sokak çocukluğumu. Kara önlüklü öğrenciliğimi. Beynelmilel isyankârlığımı. Ölümsüzlüğü. Zor kazanımları, tüm kaybedişleri. Adına adımı. Canıma canını.
Anam serilmişim ayağına. İlkim, ilkem, secdem, kıblemsin. Vakit tamama erince, zamanı gelince ben indireyim seni ebedi istiratgahına. Korkusuz anam, çekme o en korktuğun tek korkuyu, evlat acısını. Ana görme devrilişimi. Bu da sana son duam.
Canım anam, ayağının altı cennetten başköşe. Başım vurulmadan, boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra gidersem gideyim cehenneme…
İDRAK KAPALI
Kapalı idrak, zayıf idrak
gücü ve zihnin takibinden çıkmış paspal iradeden büyük acemilikler. İki günlük
parmak şıklamasıyla hiç şık olmayan sağlıksız görüntüler. Ağır ihmaller ve
hafif itiraflar eşliğinde kaçınılmaz güçsüzlük. Bu yeşermeyle virüs iyice
yerleşir. Boş bakar gözlere de büyük uçurum...
Uçurumun kenarında, suçlu
günahkar hiç farketmez. Boşluğu dolduran sadece yokluk içgüdüsüdür. İstem dışı
eylemlilik. Yetkili emriyle etkili ve pek güzel olmayan sona hazırlık. Aslı
hazırlıksızlık...
Epey çömez duygular
girdabında, esrik idrak ve şirazesi kaymış irade ile beklenmedik nazik son.
Pandemi, günlerce pembe masaldan ibaretken bir anda trajediye açık çek.
Çekilmesi gereken ama dayanılası dert değil yüksek tırmanış. Riziko. Tepe
nokta. Tıkış tıpış yapılanların milletten yıllarca esirgendiği acı gerçeği de
başka bir illet. Bir başka olay. Vahim vaka.
Vakaya aldırmadan, hiçbir
şey olmamışçasına güç devşirme merasimleri. Sinsi söylemlerle sinyal
şaşırtmacalar. Ve son derece rahat ve berbat yaklaşımlarla sıfır noktası...
On yıllarca iddia
edilenlerin tam tersine istilacı bir zihniyet. Vicdani ihtiyaç savrukluğu.
Soluk kesen bir kullanmışlık. Asla geçmişte arada derede kalmış bir hesap
olmayacak denli hesapsızlık. Aciz bariz güç sapması. Kapalı idrak güçsüzlüğü.
Lafta gücenmişlik. Nasıl olsalı naif dönüşüm beklentisi...
Katlanılan kısır döngü.
Kapsamlı kararın izdüşümü idrak bunalımı, irade kaybı ve tarihsel ihmal.
İkircikli itiraf. Hayatın anlamsızlığı. Süngüsü düşmüş akılların uğursuz
fısıltısı. Fırsatçılık...
Virüsten nem kapma
günlerinde, üstü kapalı fiyasko...
İş bu fırfırlı faniliğe
hangi ateşkes yeter. Kasti yapılmasa da zihin okumalarından çıkan sonuç ağır
sebepsizlik. Atardamar donukluğu. Akıl tutulması. Damarlarda pes ve katı
dolaşım zorlaması. İrade dışı, idrak ötesi bir idari karar ile kararsızlık. Hat
üzerinde karşılaşılan ise insan suretinde virüs buluşması, vampir dalaşması,
kuyruk dolaşması. Ete geçen demir dişlerin bıraktığı çentik. Acısı çok yakında
hissedilir. Kötü hayallere köprülenme de. Köpüren virüsün en zayıfı kavrayış
anı da...
Bunca emek sonrası bir
anda bir kalemde yemek aşkına virüse teslimiyet...
İdrak ve irade çıkmazında
alev renklerine, nefes kesici bir fırça darbesi. Kara...
Hangi bir türlü tarif
edilemez nefes bu? Nefesi nefsi hepsini geceyarısından evvel doyasıya harcayış
çarkı. Her şey karmakarışık. Uçuk alışverişler ve lafta virüse karşı toparlanma
süreci...
Hangi toplardamar
marifetiyle. Hangi gelir. Sanki genel gider kalemi. Kalplerde, deyimlerde,
zihinlerde eksik görüntüler. Yüzsüz yüzler. Gayet gergin bir ciddiyet.
Orantısız ve çirkin benzetmeler. İdrak ve irade yalpalaması. Yakılan ateşin
acizliği. Faydasız zihniyet. Zinhar emniyet. Yönetemeyen hükümet. Kör noktaya
sabitlenme. Sahibinden iptal kaydı. Teriyle teniyle asla inkar edilemez icraat.
İcmali muhteşem insafsızlık. Çatık kaş çatlak dudak. Duraklayan kiralık akıl...
Aklı durduran vurgu virüs
vurgunu. Vurgun vuranın zayıflığı. Zarfı pullama ıslaklığı. Kullanılması yasak
terazi. Beter acı ve zehir yapışkanlığı. Takıştırma. Yakışıksızlık...
Nihayet kafa toparlama
seansları. Gecikti...
Zayıf idrak ve kayıp
iradeyle kilitli kapıların kırılması yanlış odaklanma. İstikrarsız yöneliş.
Aklıevvel yönetişim. Hilafsız hata. Her hata suç üstü yakalanmak için sanki.
Hala aleni alaycılık.
Beklenen karar ve sıradan tatbikat.
Kapalı devre sadece virüse yaradı...
MODA
ZİHNİYET...
Pervasız
virüse karşı koca dünyada, hala cılkı çıkmış politikalar sürdürülüyor. Kopyacı
moda zihniyet her yerde. Her yerde grafiklerle süslenmiş, hatır gönül
ilişkileri ile düzenlenmiş katran karası karartmalar, eti budu belli, edi büdü
siyaseti. Ve virüs salgınına savrulmuş milyonlar. Figür hepsi. Çürük moda
zihniyetin esiri...
Gayet
güçlü irade ve dünyaya egemen sermayeyi felce uğratan virüs karşısında hala iki
yüzlü pompacılık. İkircikli yaklaşımlar. Doğruyu söyleyenleri değersizleştirme
çabası. Tek dert zemin kaymasını önleme. Değişmez tabiyet ve tabela tuzağı...
Dünya
ölçeğinde günlük hayatlara yüzyılın belası virüs düşmüş, hala kör ve sığlık
versiyonu. Sağlık tehlikede. Bu halde bile çürük güce ve hırsa aşkın güven.
Bildik, dimdik maskaralık. Felaketi bir yerlere yaslama dürtüsü. Beylik paşalık
derdi...
Virüs
mecal bırakmamış hala mecazi yakıştırmalar. Olmadık pozda virüsle
yakınlaşmalar. Oysa mecburiyet başka, bambaşka. Gelecek kuşaklara miras kalacak
denli büyük kapışma ve toptan parçalanma. Hala klişe iddialar. Rakamlar ortaya
koyarak gündelik perdeleme tavrı. Peki nereye kadar. Niye?
Jargon
belli jargon. Ama moda zihniyet tüm dünyada demode olmuş halde artık. Mantıklı
ve makul tepkiler de buraya kadar. Köken, sınıf ve toplum yapısı ayırmayan
virüse karşı her şey buraya kadar. Çünkü emperyalizme yataklık ve yatkınlığın
maliyeti ağır.
Ağır
olunca direkt ilgilenmesi gereken virüs salgını çayıra salındı. Mevlam kayıra
bazlı. Felaket önleme taktikleri de karnaval havasında. Hala taşeron zihniyeti...
Keti,
seti, meti kafi derecede olmayan moda zihniyet. Her türlü varyasyon da
tutmayınca dünya resmen ortada kaldı. Herkes virüsün eline kaldı. Sağlıkçılar
da...
Moda
zihniyetler tüm dünyada virüs ile doğru orantılı çöküş içinde...
Çöküş
yüzünden virüsten kurtulmak adına dengeli, merkezi adaptasyonlar da gecikiyor.
Geciktikçe kabile normlarındaki kurgu manevralar da hayata dokunmuyor. Maddiyat
ve maneviyat ileri seviyede kan kaybediyor. Emek ve ekmek derdinde hayatlar.
Otoriter tercihler ise tüm direnç pozisyonlarını negatif etkiliyor. Ve hala
durumdan vazife çıkarmalar gündemde.
Evden
de olsa vazife çıkarmaya hevesli moda zihniyet iş başında. Hala hatır gönül
çıtasında fırsatçılık. Gereksiz çıkarcılık, genetik inkarcılık...
Dünya
kafadan kopmuş, virüs melanetini def etme peşinde. Demoda zihniyet hala
despotik diriliş havasında. Bu çeşit havalanmalar nereye kadar, belli değil.
Pervasız
virüs cılkı çıkmış politikalar yüzünden, dünyanın cinsine cibiliyetine dek
yürümüş hala kraldan çok kralcılık...
Hayatta
kalmak için evde kal modası virüse karşı çıkılacak yeni zihniyet. Yeni
arayışların da başı...
Ancak
Dünya eve sığıyor da, içerde geçirilen zamanla ev dünyaya fazla. Evler. Yani
moda zihniyet yüzünden geçim derdi kapıda...
ÖMÜR ADAMLIĞI VE PANDEMİ…
Ömür boyu sürecek sanılanlar, pandemiyle
tökezleyince hayatı sürdürme sevdasıdır adamlık. Zaten ömrün demi kesin mizan
denkliği. Hayatın rengi, izan mizan çakışmasıdır. Çatışmaların temeli ise
medeniyet meselesi. İlim irfan açılımı. Oysa elde kalan gez, göz, arpacık ve
tek bir adacık. Ve o adacığa hapsolmuş ömürler, öykünülecek bir ömre adanmış
adamlık. Asla adam sende demeden hizalanan ömür. Ömür adamlığı ve pandemi…
Öbür yanda ömrü güzeşte, güzel çirkin,
iyi kötü geçmiş gitmiş. Kritiği el yakar. Kıvamı beyin yakar bir muamma. Asla
bilmez, ‘adam adamdan korkmaz, utanır.’ Zoru gördü mü sıvışan utanmazlar,
arsız, uğursuz, yüzsüzler mecburiyetten âdemden sayılsa da, mücbir sebepten
hayatın içinde adamdan sayılmaz. Yağlı tohumuna para verilmez. Boşa nefes, der
geçilir. Topu bilirler ama bilmezden gelirler.
Diğer yandan hiç nedensiz yakalanılan
tuzak, ömrüne bereket minik kızın elindeki masmavi uçan balon. Deniz gibi mavi.
Deniz gibi kara. Balonla yan yana uçuşur anılar. Balon patladığında anılar da
unutulur. Adam sende ömrü vefa etmez nasılsa babında aykırılıklar uyutulur. Ama
bir yere kadar. Ömür adamlığın gücü bile yetmez, bozulan hayatın utku, nutku
tutulduğunda olacaklara…
Pandemiyle geçilen, punduna getirip
sarhoştuk bir kere geçtik, sınırıdır geçilen. Ama bir kerelik de olsa haddi
hududu aşanlar mavi atlastan çul çullansa, çulsuzdur salınıp yiten hayatın
içinde. Adam adamdır olmasa da parası pulu, eşek ise eşektir karun olsa…
Paketlenmesine az kalan bu pandemi
gösterdi ki zaman, eşi benzeri olmayan adamlık zamanı. Eşey farklılaşması
devri. Alışması uzun sürecek yıkıcı bir salgın ama eşkâl belli. Silaha merak ta
Ata’dan. At, avrat ve silah da kafadan anane. Anıların yalımı da günbegün
depreştikçe depreşiyor. Tek çare gözlerimi kaparım vazifemi yaparım pratiği…
Ömür adamların da aklı patlar bazen
kurusıkı, bazen beylik. Şeytan üçgeninde kaybolmadan, manyetik paravan
dalgalara kapılmadan. Kahırlanan şeytan doldurur hakikisini. Kabzası, namlusu,
mermisi ekmek hamurundan. Ekmek teknesinde düş kırıklığı yoğuranlara ise
rastlantısal ayrıntı. Şeytan ayrıntıda gizlidir misali. Akıl hücreleri dizilir
şarjöre. Ömür sürülür namluya. Yolculuk başlar. Vazgeçilemeyen yollarda tetiğin
boşluğu alınır. Ve son dua. Ömür adamlığı davası. Dava ömür adamının davası.
Pandemiye isyan…
Pandemik simetrik ve sistematik
taaruzda. Genel kanı milim kaymaz persperktifte hedefe kiltlenme. Bu akademik
boşlukta bile kaçamadı, kaçamaz. Dizgesel rahatlığa sığınışlar da sağlığı
bozar. Sadece disipline edilmiş yalınlığa, yalnızlığı ekleyip bekleyenler, gez,
gör, dolaş, yekûnu bir küçük, minnacık adacık olanlar yırtar...
Denizden içeri, dağların ardı kontrolde
tutulan dünyalardan, dünyalık kapmak ile özdeşleşince kör nefis, ömür boyu
sürmez hiçbir şey. Anında biter ısmarlama yaşanan âlem. Anılar çemberinde ata
yadigârı belinde bir gölge. Hayranlık duyulacak cinsten bir gözü kara. Son
yolcu. Kaynar içten içe. Çelik tellerle ciltlenen adamlığın kitabı elinde.
Korsan kitabı dahi bilmezler, boşa tüketirler vadelerini. Zaten kısa veya uzun
vadede bu vasıfsız adamcıklar, pandemi diyarının yolunu tutarlar.
Yıllar, uzun yıllar geçse de üzerinden
bitmez pandemi. Unutulur sadece alışılır. Gün gelir adalar denize gömülür, ömür
adamlığı gönüllere, adacıklar mavi atlasa, denizler okyanuslara. Bu adamcıkları
ise kara toprak dahi kabul etmez. Herkes kendi hayrına kendi cenaze merasimine…
Ömür sürdüğünce sürer bu kovuşturma
tutkusu. Tutku Adam gibi adam kalma tutkusu. Güç yettiğince hayat mücadelesi.
Asla taviz vermeden ömür adamlığı. Ömür yeterse de ne pandemi kalır ne de virüs
salgını, kökünden kazınır duygusu…
Az kaldı gibi görünüyor…
SON
TARİHİ YOLCULUK…
Ömür
denilen şey tarihsel eylemlilik ve çok kısa. Elden gelen gelmeyen neler yapılsa
edilse de santim uzamaz, uzatılamaz. Hatta gün güne kısalır. Fizik ötesi bir
yerlere kör bağlantılar, uzun yakarmalar ve envaı çeşit dualar da ömre ömür
katmaz. Öyle dua olmaz, yok. Olsa da hiç kabul görmez. Kar etmez…
Yani
uzun ömür dilemek ve çok yaşamak da özünde adım adım sona yaklaşmadır. O yüzden
tarihe, tarihi bir damga vurmak için ömürden ömür verilir. Ancak ömür boyu tam
tekmil ştampila elde dolaşılsa bile hayatı kaşelemek, mühürlemek herkese nasip
olmaz. Tekâmül meselesi. Ayrıca akıl, bilim ve cesaret işidir, tarih yazmak ve
tarihe yazılmak.
Kısa
veya uzun, an gelir vade dolar ve hesap düşer. Düşülür bilinmez yola. Sere
serpe. Son yolculuk başlar. Son tarihi yolculuk…
Ömür
öyle bir şeydir ki, başlarken biter veya biterken başlar. Ömür ve ölüm sanki
yapışık kardeşlerdir. Araya girilmez. Gerçi pandemi geçici süreliğine biraz
ucuzlattı ama pahada ağırdır ölüm. Önüne yığınla servet dökülse ölüm meleği
satın alınamaz. Bazen kantarın topuzunu kaçırıyorsa da işini hakkıyla yapar.
Dün
bir bugün iki, yarına sıra kalmaz dünya cehenneminden diğerine geçilir. Dünyada
cenneti yaşayanlar bu geçiş işlemlerini uzatmak için bin bir bahane uydurmaya,
ölümü geciktirmek için bin bir çare bulmaya yırtınırlar. Ne var ki ölümün yüzü
soğuktur. Kara meleğin soğuk bakışı dokundu mu koskoca bedenler buz keser. Yani
anlı veya ansız, zamanlı veya zamansız son yolculuk, zorunlu tinsel ve cisimsel
ayrışma güncellenir. Böylece maddiyat ve maneviyat gündeminden kopan mermerden
tenleri, mermerden lahitler paklar.
Ahit
lahit öncesi paklanırken pahalı kefenlere sarılmalar da, debdebeli definler de,
kutsallık bulaştırılan pandomimalar da son yolculuğa estetik kaygıdan öte bir
mana yüklemez. Yolcu için akıl dünyasına kapılar kapanmıştır. Kabahat ve günah,
selamet ve sevap diyarına tek gidişlik bileti elindedir. Elde belde dilde
malikliği savsaklayanları da malik karşılar son durakta. Ömrü billah kefenin
cebi olmadığı o zaman dank eder. Ancak son yolculuğun ağır yorgunluğu vurur
perdeye. Tarihi kadife dökümlü perde kapanır…
Ömür
denilen şey işte o perde arkasında âlemlere açık masaya yatırılır. Ömre bedel
ne varsa veya yoksa, maksatlı maksatsız ritmik ibadetler, periyodik
egzersizler, değme jimnastik hareketlenmeler, ağlak yakarışlar, boş ama hoş dualar, kendine saklanan sırlar,
esnek figüranlıklar sırayla geçer gider. Çok kolay ve çok çabuk verilir hesap.
Hesaplanamayan tam maharetlerin mahareti gösterilecekken ömrün tükenişidir. Ve
akıl duvarına denklenmesi zor bilançolar asılır. Esi esnası, ezası cefası,
havası sefası esefle estirilen bir ömür tarifiyle. Tarih defterinde de yok yere
geçirilen ömürlere yazılır. Yazgı oymuş buymuş hikâyesinden öte işte asıl yazgı
budur.
İşte
bu yazgı kabul edilesi bir yazgı değildir. Çekilmez hayat zaten ömür
törpüsüyken. O halde pandemi mandemi
martavalları bırakılmalı. Çünkü bu çağda ömürler ve ölümler bu kadar ucuz
olmamalı. Ucuzlatılmamalı. Salgınsa salgın, bir an evvel bu virüssel baskı
dünyadan kovulmalı. Bu pandemik sarsıntının öyle lirik söylemlerle
atlatılamayacağı da bariz. Adam gibi önlemler alınmalı ve uygulanmalı. İkinci
sendrom buluşmalar da kapıda. O zaman son tarihi yolculuğun ilk anında,
gerisingeri giden ilk adımında, ömür ve yazgı kapsamında tam sıkışacaklara acil
destek. Akil dayanışma. Nakil hizmet.
Ömürlerin güzel eylendiğini nitelikli eylemlerle hissettirmek. Yani
maddi manevi değer aktarımı, yaşama hakkı…
Bu
yüce hislerden ve hisli eylemlilikten gayrı ömür denilen şey nedir ki? Nice
uzun, upuzun yaşansa da, yekûnu tarihe bir çentik atamadıktan sonra ne fayda.
Bu ne yaşamak. Üstelik son yolculuk da çetin geçeceği besbelliyken.
Uğurlayıcılar hedefsiz, isteksiz haldeyken. Ufukta son tarihi yolculuk varken…
Son
yolculuğun son durağı, ömür denilen şey tarihsel eylemlilik ve tekrarı yok
durağıysa. Ahret suali şudur; N’oldu? Durmak yoktu hani…
GÜLLERİ
SOLDURAN GÜN 6 MAYIS…
Gülleri
Solduran gün 6 Mayıs. 6 Mayıs fidanları darağacına gönderen gün. Dünya
döndüğünce 6 Mayıs devrimci yüreklerde tükenmez bir hasret ve asla sönmeyecek bir
ateş bırakacak. Gelen zaman delice aksa da, arzdan arşa ölümsüzlüğü sonsuzluğu çağrıştıran
yine onlar olacak. Unutulmayacaklar…
Alelacele
havalandırmaya kurulmuş darağacına giderlerken, gece ayazı bile olsa üçü de
mutluydu. Güldüler ve inandıklarını son kez haykırdılar. Devrimcilerin avukatları
ağladı. Devrimcilerin babaları ağladı. Analarının yürekleri yandı. Hayat her
birinin aklından öptü…
Haklarında
haksızca idam fermanı verildi. Meşhur mecliste onandı. Senato biraz direndi. Çünkü
hiçbir biyografiye sığmaz cesaretteydiler. Yaptıkları ve yapmak istedikleri ile
büyüdükçe büyümekteydiler. Mevcut devlet erkânı zekâsı ile çözülemez boyutta akıllıydılar.
Akıllarından devrim tanrısı öpmüştü…
Koca
memleketi yönetenler onlardan acayip korktular. Kıskandılar. Astılar. Ve şu
fakir milletten, memleketin geleceğini çaldılar.
Tek
suçları adı memleket olan ve sekterleyen ihtiyara elvermekti. Birlikte omuz vermek,
kol kola yürümekti. Yürütmediler. Zamanlı zamansız mahkûmiyetler ve yerli
yersiz ölümle kuşatıldılar çepeçevre. Ancak
onlar; “ yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar”dı. Devrime koştular. Teklemedi
hiç kalpleri. Sadece yaşanmazı yaşamak incitti ve acıttı yüreklerini. Yine de
alınmadılar. Başlarını öne eğmediler. Kimseye eğilmediler. Ölüme bile. Avluda o
kirli gecede Ölümsüzlük üçünün de alınlarından öptü…
Hiç
korkmadan sehpalarını kendileri devirdiler. Tam bağımsızlığı haykırdılar ve
gittiler. Defnedilirlerken memleketteki çıkışsız labirentlerin esrarını ve devrimciliklerinin
sırrını da yanlarında götürdüler. Ve hayat
o dayanılmaz ıstıraplı günde devrimcilerin babalarının aklından öptü…
Gülleri
Solduran gün 6 Mayıs, fidanları darağacına gönderen gün, yaslı. Devrimcilerin
gözleri yaşlı. Üç kırmızı karanfil karşıyakada dost bağrında. Ve hayat onların
devrimci yolunda ilerleyenlerin de aklından öptü…
Devrim
aklının ince gülleri, uyku bozuğu gecelerin kırmızı karanfilleri, izmlere
bulanmış hayatın kırgın fidanları onlar. Onların “başı dikti ve hayal ettikleri güzelim
dünya için, ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları,
kardeşleri için, kurtuluşa giden devrimci isyanları vardı. Kutlu olası devrimci
yolları vardı. O yüzden devrim andı içtiler ve sehpaya-musallaya yürümekten
çekinmediler, asla korkmadılar. Asla yılmadılar. Hiç baş eğmediler ve asla hiç
kimseye eğilmediler. Dimdik durdular ve yiğitçe gittiler. Çünkü onların ince
gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın
yürekleri, gümüş parlağı bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile
izahı, onların cesaretleri ve umutları vardı yığınlara mal olan. Ve devrim
akıllarından öpmüştü…”
Her
sene Gülleri Solduran gün 6 Mayıs’ta, fidanları darağacına gönderen günde.
Zorumuza
gider bir parça günlük hayat huzuru tatmadan gerisingeri devrilmek. Gerçeğin
özüne zamansız girişin mükâfatıdır, kırk küsur büklümlü özlem.
Oysa
tarihi sulandırmaktır-sulandırılmasıdır insanın içini en acıtan. Ve zayıf
düşmemek içindir her mayısın ilk haftası, dördü ile altısı arası şu anda en
lüzumlu ve özlenenler arasından onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca
kesmiş iken düşünceleri onlara sığınmaktır, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe
inat. Varsın olsun ayrılık şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak
aykırılıkları. Çünkü her içli şarkıda titrer zaman…
“Gülünün
Solduğu Mayıs Akşamlarında” kurtuluşa
mukabil ise yolculuk dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna
ağır yolcu farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, gece sohbeti yapacak
dostlarımı ararım her köşede. Naaşımız kara toprağı öpene dek sürecek bu
kervan. Onlardır, babamdır aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…
Sonsuz
bilgiler gölgesinde inanmak insana gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı
bile olabilir çekilen tüm acılar. Ortalığı sürüyle yeşillik-zerzevat istila
eder ama en nazlı yetişir olanlardandır onlar. Ey çıfıt kıyafetli ölüm,
sahipsiz ölüm meleği ölüm tek celselik aşktır yiğitlere. Ve yüzüne vurulacak
daha çok ayıp var, çok ayıplısın sen.
Eğer
ozan özür dilerse en dalgalandırıcı biçimde diler, sinkaflayacak ise de
çekinmez. Yeter ki, öğüt vermeye kalkışan denizin diplerinde ayıp arayanlardan
olmasın. Gülün dikeni yüreğimizi
kanattığından iğneleyici sözler sarfetmeyeceğiz bu güne özgü duygusallıkla.
Babam
akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar, çok düşünerek yazmak, hiç
düşünmeden söze başlamak gibi bir şey oluyor. Affet babam. Ve biraz daha zaman
tanı. Daha zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı
bilgeliğimize.
BABALARIN
BABASINA “4-6 MAYIS”…
Hani
dünya ötesi sevilenlere sıralı ölüm yeğlenir ya tam da öyle. Mayıs dört ila
altısı arası saklı kentin, sapağına saklanır nar gözlü hüzün. İnceden ince
yüreğim kanar. Hüzünlenirim. Ve her dört ila altı mayıs akşamlarında bir kez
daha ölümsüzlüğe uğurlarım, Terzi’yi, Denizleri ve seni, canım Babam. Derya
Deniz dost bağrına gömülü sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil ve sonsuz
şahım babam Çavusolu. Son nefesime sizi unutmam. Bizdeki de harlı hasret işte…
Hem
kim demiş, duyguların efendisi olmak bir yana, karanfil kokulu mayıs akşamlarında,
babasına ağlamazmış diye. Yoldaşlarını anmaz diye. Devrimcilik biraz da babası
öldüğünde ağlamak. Hayat yolcularını hilafsız dirençle anmak ve yaşamak. Tüm
unutuşları da bir bir anlatmak…
Atambabam
demem o ki; Yılın başından itibaren tüm dünyayı yüzyılın salgını kuşattı. Bu
bilinmedik virüs saldırısı yüzüncü yılına hazırlanan memleketi, şubat sonu
sallamaya başladı. Resmen beynelmilel bir felaket. Faşist midir, gomonist midir
belli değil, adı koronavirüs. Pandemi kor ateş gibi dört bir yana yayıldı. Mart
geçti, Nisan geçti dağlarına bahar gelmedi memleketin. Virüsler birleşince 1
Mayıs’ı bile evhapsi ile geçirdik. Bu virüs melaneti çöküşün çoktan
başladığını, bitişe doğru sürüklenişin işaretini çaktı güncelere. Yani virüs korkusu
dağları sardı...
Babam,
dostlar, yarenler; ne zor günlerden geçiyoruz bilseniz. Öyle ki, 'helalin adı
kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok’. Üstelik hala saygıdan maaile
iftardayız. Gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın. Koronavirüsle hukuk,
adalet ve kalkınma resmen dip yaptı. Başlarda hiç umursanmayan virüs pik yaptı.
Yerden göğe hak edilmiş ne varsa
yerlerde. Yazıkmış, günahmış tınmıyor ekâbir kesim. Hepsi hala kerevetine çıkma
derdinde. Milletçe maddi manevi bittik. Moralman çöktük. Değerlerimizi
kaybettik. Rejim bitik. Umursayan yok…
Babam
benim, bu kez tam nefes alacağız derken koronavirüs vurdu makası. Takatten kesildik.
Kanarya can çekişiyor. Hakikaten yalpaladık. Dolar doymuyor. Altın el altından
zula. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. İşsizlik had safhada. Rekor
işsizlik her eve dayandı. Yüzsüzlüğün bu kadarına pes. Ama hala pes diyen yok.
Babaeren
hal böyleyken hala güllük gülistanlık edebiyatı. Memleket bekası. Millet
sevdası. Yut dışına özel kargo uçaklarla hibe yardımlar. Millete üç beş bez
maske dağıtımında beceriksizlik. Resmen rejim garabeti…
Evet,
Babayaren işin kötüsü bu salgının ne zaman biteceği muamma. Şimdilik karantina.
Hafta sonları ev hapsi. Ağırdan ağır acılar en zirvede. Tırmanan çekilmez günlerin ve bu
hale getirenlerin topuna isyan sanki yakın. Sevindirici
tek şey bilgeliğe ve bilime ihtiyacın farkına varılması. Ölüm korkusundan da
olsa hayata kazındı gibi. Ancak virüsten kurtuluşa daha epey zaman var…
Babadost,
olsun varsın, usanmadan beklerim. Nasılsa çetin ceviz rüzgârlar vuran viran
iskele benim. Yelkenleri şişiren ölümler de. Asarım anılarımı rengârenk bulutlara.
İçimdeki yalanlar soyunur, büyük yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere
dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle patlarım.
Bakarsınız pat diye gelirim. Çünkü yeniden demlenecek ömür kalmadı cepte. Zaten
ölümsüzlüğe doğmak değil mi gaye. Bir ölür bin gelirim. Az müsaade…
Beynelmilel
babam, her ne kadar atlas maviye kanatlanmayı, o sınırsız boyuta uçmayı,
Denizlerle buluşmayı, Denizi karartan iman, fındıklıkları yeşerten inançla
sonsuzda kucaklaşmayı içtenlikle arzulasak da biraz işimiz var. Bu virüs
ihanetiyle hesabımız var. Bıçak sırtı güneş, iç karartan mayıs akşamları
kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni hala yüreğimizi çentikliyor. Ruhumda
ruhsuzlaştıran fırtınalar kopuyor. Sanki arzdan arşa sonsuzluğu içmeden,
alnımıza zindan karası değmeden Baba ve oğulları misali, beynelmilelce
buluşmaya hazır değiliz. Sanki ebedi
kurtuluşa az biraz zaman var…
Dedesoylum,
iyi bilirsiniz siz; Yırtılır tarihin duvarı, duvarlar yıkılır. Darağaçları
kurulur. Çarmıhlar çatılır. Dişler
kırılır. Gözler kararır. Asılanlar, çarmıha gerilenler narin boyunlara nazar, buz
keser buse olur. Ve sünepe kara melaike. Ölüm yüzlü virüs melaneti. Kıyı bucak,
kenar köşe saklanan ihanet. İşte o ölüm
yüzlü süflüyü yakasından tutar, darağacına çeker çekmez, çekip gelirim. Sıramız
yakın, sıramızı savsaklamadan savarız. Asıl yaşamak o an. Yaşarız…
Atababam
vaziyet durum bu. Sensiz geçen yıllara
ve azgın virüse inat zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimdeki dirilmiş
sözcükler şimdilik bunlar. Başta sen, hepinize selamlar. Saygılar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder