16 Mayıs 2020 Cumartesi

MAYIS-20-2



 ANAM, AYAĞININ ALTI CENNET…

Anam, ayağının altı cennetten bir köşe.  Devrilesi boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra öleceksem öleyim…

Canparem, sayende yoksul ama yoksunluğun hissedilmediği gönlü zengin günlerin çocuklarındanım ben. Sokak çocuğu. Sonra ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’. En sonra ‘Yüksek’lere savrulan kartal. Yolculuğum sonsuzluğa.

Doğanın kanunu işte sona yakın anam bana, ben anama kaldım. Ama anamdan çok babamı sevdim. Vakti tamama erdi o gitti. Sen gitme anam, tüm güzel günler senin olsun. Her şey gönlünce ve güzel olsun. Ve ikimizden birinin son yolculuğuna dek seninim. Oğlunum...

İşte o en değerli gün gelince, koca ustam boğazda bir menfezde bekleyecek. Ben heyecanla küreklerine asılacağım yan yatmış kayığın. Kayın ormanlarından süzülen ışık ciğerimde. Karaltıların arasından karşılayacaklar bizi. Gri çelik zırhlının güvertesinde ipek saçlarında tanyeli. Deniz mavisi gözlerde birkaç damla yaş. Birlikte açılacağız gözyaşı dalgalarıyla engine. Eminim…

Anacığım ebediyete göçmeden sana itirafım olsun; meğer ne zormuş anaya methiyeler dermek. Ne zormuş ezelden ebede, asla incitmeyen o yüce şefkatin ve ana varlığıyla kuşatılmışlığın ıssızlığında sevgi selini yazmak. Duacınım.

Bakıyorum da ne çok anı saklamışız, birlikte büyürken annem. Evladiyelik. Arkadaşça, dostça. Anam ilk ve tek yoldaşım. Yazgı, kaygı, sevgi saygı piramidinin mimarı. Mihmandarım.

Canım anam ben er vakit doğan da, sanki sahipsiz ovalara kestin göbek bağımı. Lacivert mavi denizle yıkadın. Atlas göğe beledin. Yıldızlarla örttün üstümü. Beşiğimi rüzgârlara bağladın. Gözlerimi hiç örtmedin, dünyaya bak dedin hayat gördüğün gibi ve çok güzel. Görmek istediğin gibisini gör ve hisset. İlerisi gerisi boş hayal. Kimin kim için gördüğü önemsiz düşlerden uyan. Seninkine paralan. Dinledim seni ve kırk yıldan sonra kırk pareyim.

Oy anam nice söz birikti avuçlarımda bilsen. Nerde o yetenek, anlatamam. Baktım ki tek kelime; Ana. Ve tek cümle; Hayatta bir melek tuttu elimden, anamdı…

Tarihe kaydı düşülsün her ana; doğaüstü varlık ve takdir güzellemesidir. Analık dünyanın merkezi. Naçizane dünyanın merkezine sürülen yolculukta,  su yoluna, ekmek uğruna yorgunlukta, şehirlerin şahında göğe savrulduğumda,  bir kadın tuttu elimden, anamdı. Gülen gözleri gül buğusu. Bir melek. En zor anımda tutar elimden bilirim. O yüzden assalar da ölmezliğe mahkûmdur bedenim.

Yalan yok, yıllar yılı dünya başımı döndürdü. Dünya döndü ben durdum.  Tek göz odalara savruldum, içimde kaleler yıkıldı, kuleler çöktü, yaşlandım. Ancak asla dönmedim yolumdan. Tek yaslı anam anladı halimden. Gönlümde kopan fırtınaları gördü. Acı gelse de gerçeğe boğulmayı, doludizgin devrimciliği yaşamayı ve ayakta ölmeyi öğütledi daima. Öğrettiği yıkılış değil yeniden doğmaktı. Ömürlük armağan. Gözümü kırpmadığım kavgalar bıraktım ardımda. Hiç gocunmadım. Yerinmedim. Çünkü bir çiçek tuttu elimden, bir çiçek tuttum elimde; memleket kokulu anamdı...

Anladım ki Mahirlik, Denizin bittiği kıyıya ulaşmaktı. Can siperane. Hala anamın ödenemez emeği dolaşır kanımda. Onca yoksulluğun ortasında sunduğu zenginlik şerbeti. İçimi ferahlatır hala. Meğer anam en hakiki devrimciymiş. Bu memleketin çocuklarına anam çok ağlamıştı; Vah çocuklarım vah, kıydılar gariplere. Aradan çok geçmeden o çocukları tanıdım. Ayni yola yolculandım. Anam gibi ben da yandım. Ve hiç unutmadım. Ve garip anam ne çok ağlamıştı. Ne çok. Vallahi onu da hiç unutmadım, unutamadım.

Anam güzel anam yaşa, sen çok yaşa. Gözlerinin ışığı hiç sönmesin. Doğacaksam bir daha, beni yine sen doğur. Başka ana istemem…

Doğaya doğan da ilk nefesimi, bebekliğimi yine sen dirilt. İçir çiğ sütünü. En kadın, en ana, babadan baba, helalinden helal büyüt. Baldan tatlı tükürüğünle ıslattığın yumuşatılmış o ilk minik lokmaya doyayım yeniden. Bereketine dolayım. Siyah buğday ekmeğini ve alın teri dökülen o sapsarı mısır unu bulamacına bulanayım. Ver kucağıma baş kabak, kısa pantolonlu günlerimi. Kanayan yaralı dizlerimi. Çipil gözlerimi. Sokak çocukluğumu. Kara önlüklü öğrenciliğimi. Beynelmilel isyankârlığımı. Ölümsüzlüğü. Zor kazanımları, tüm kaybedişleri. Adına adımı. Canıma canını.

Anam serilmişim ayağına. İlkim, ilkem, secdem, kıblemsin. Vakit tamama erince, zamanı gelince ben indireyim seni ebedi istiratgahına. Korkusuz anam, çekme o en korktuğun tek korkuyu, evlat acısını. Ana görme devrilişimi. Bu da sana son duam.

Canım anam, ayağının altı cennetten başköşe. Başım vurulmadan, boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra gidersem gideyim cehenneme…

İDRAK KAPALI
Kapalı idrak, zayıf idrak gücü ve zihnin takibinden çıkmış paspal iradeden büyük acemilikler. İki günlük parmak şıklamasıyla hiç şık olmayan sağlıksız görüntüler. Ağır ihmaller ve hafif itiraflar eşliğinde kaçınılmaz güçsüzlük. Bu yeşermeyle virüs iyice yerleşir. Boş bakar gözlere de büyük uçurum...
Uçurumun kenarında, suçlu günahkar hiç farketmez. Boşluğu dolduran sadece yokluk içgüdüsüdür. İstem dışı eylemlilik. Yetkili emriyle etkili ve pek güzel olmayan sona hazırlık. Aslı hazırlıksızlık...
Epey çömez duygular girdabında, esrik idrak ve şirazesi kaymış irade ile beklenmedik nazik son. Pandemi, günlerce pembe masaldan ibaretken bir anda trajediye açık çek. Çekilmesi gereken ama dayanılası dert değil yüksek tırmanış. Riziko. Tepe nokta. Tıkış tıpış yapılanların milletten yıllarca esirgendiği acı gerçeği de başka bir illet. Bir başka olay. Vahim vaka.
Vakaya aldırmadan, hiçbir şey olmamışçasına güç devşirme merasimleri. Sinsi söylemlerle sinyal şaşırtmacalar. Ve son derece rahat ve berbat yaklaşımlarla sıfır noktası...
On yıllarca iddia edilenlerin tam tersine istilacı bir zihniyet. Vicdani ihtiyaç savrukluğu. Soluk kesen bir kullanmışlık. Asla geçmişte arada derede kalmış bir hesap olmayacak denli hesapsızlık. Aciz bariz güç sapması. Kapalı idrak güçsüzlüğü. Lafta gücenmişlik. Nasıl olsalı naif dönüşüm beklentisi...
Katlanılan kısır döngü. Kapsamlı kararın izdüşümü idrak bunalımı, irade kaybı ve tarihsel ihmal. İkircikli itiraf. Hayatın anlamsızlığı. Süngüsü düşmüş akılların uğursuz fısıltısı. Fırsatçılık...
Virüsten nem kapma günlerinde, üstü kapalı fiyasko...
İş bu fırfırlı faniliğe hangi ateşkes yeter. Kasti yapılmasa da zihin okumalarından çıkan sonuç ağır sebepsizlik. Atardamar donukluğu. Akıl tutulması. Damarlarda pes ve katı dolaşım zorlaması. İrade dışı, idrak ötesi bir idari karar ile kararsızlık. Hat üzerinde karşılaşılan ise insan suretinde virüs buluşması, vampir dalaşması, kuyruk dolaşması. Ete geçen demir dişlerin bıraktığı çentik. Acısı çok yakında hissedilir. Kötü hayallere köprülenme de. Köpüren virüsün en zayıfı kavrayış anı da...
Bunca emek sonrası bir anda bir kalemde yemek aşkına virüse teslimiyet...
İdrak ve irade çıkmazında alev renklerine, nefes kesici bir fırça darbesi. Kara...
Hangi bir türlü tarif edilemez nefes bu? Nefesi nefsi hepsini geceyarısından evvel doyasıya harcayış çarkı. Her şey karmakarışık. Uçuk alışverişler ve lafta virüse karşı toparlanma süreci...
Hangi toplardamar marifetiyle. Hangi gelir. Sanki genel gider kalemi. Kalplerde, deyimlerde, zihinlerde eksik görüntüler. Yüzsüz yüzler. Gayet gergin bir ciddiyet. Orantısız ve çirkin benzetmeler. İdrak ve irade yalpalaması. Yakılan ateşin acizliği. Faydasız zihniyet. Zinhar emniyet. Yönetemeyen hükümet. Kör noktaya sabitlenme. Sahibinden iptal kaydı. Teriyle teniyle asla inkar edilemez icraat. İcmali muhteşem insafsızlık. Çatık kaş çatlak dudak. Duraklayan kiralık akıl...
Aklı durduran vurgu virüs vurgunu. Vurgun vuranın zayıflığı. Zarfı pullama ıslaklığı. Kullanılması yasak terazi. Beter acı ve zehir yapışkanlığı. Takıştırma. Yakışıksızlık...
Nihayet kafa toparlama seansları. Gecikti...
Zayıf idrak ve kayıp iradeyle kilitli kapıların kırılması yanlış odaklanma. İstikrarsız yöneliş. Aklıevvel yönetişim. Hilafsız hata. Her hata suç üstü yakalanmak için sanki.
Hala aleni alaycılık. Beklenen karar ve sıradan tatbikat.
Kapalı devre sadece virüse yaradı...

MODA ZİHNİYET...

Pervasız virüse karşı koca dünyada, hala cılkı çıkmış politikalar sürdürülüyor. Kopyacı moda zihniyet her yerde. Her yerde grafiklerle süslenmiş, hatır gönül ilişkileri ile düzenlenmiş katran karası karartmalar, eti budu belli, edi büdü siyaseti. Ve virüs salgınına savrulmuş milyonlar. Figür hepsi. Çürük moda zihniyetin esiri...

Gayet güçlü irade ve dünyaya egemen sermayeyi felce uğratan virüs karşısında hala iki yüzlü pompacılık. İkircikli yaklaşımlar. Doğruyu söyleyenleri değersizleştirme çabası. Tek dert zemin kaymasını önleme. Değişmez tabiyet ve tabela tuzağı...

Dünya ölçeğinde günlük hayatlara yüzyılın belası virüs düşmüş, hala kör ve sığlık versiyonu. Sağlık tehlikede. Bu halde bile çürük güce ve hırsa aşkın güven. Bildik, dimdik maskaralık. Felaketi bir yerlere yaslama dürtüsü. Beylik paşalık derdi...

Virüs mecal bırakmamış hala mecazi yakıştırmalar. Olmadık pozda virüsle yakınlaşmalar. Oysa mecburiyet başka, bambaşka. Gelecek kuşaklara miras kalacak denli büyük kapışma ve toptan parçalanma. Hala klişe iddialar. Rakamlar ortaya koyarak gündelik perdeleme tavrı. Peki nereye kadar. Niye?

Jargon belli jargon. Ama moda zihniyet tüm dünyada demode olmuş halde artık. Mantıklı ve makul tepkiler de buraya kadar. Köken, sınıf ve toplum yapısı ayırmayan virüse karşı her şey buraya kadar. Çünkü emperyalizme yataklık ve yatkınlığın maliyeti ağır.

Ağır olunca direkt ilgilenmesi gereken virüs salgını çayıra salındı. Mevlam kayıra bazlı. Felaket önleme taktikleri de karnaval havasında. Hala taşeron zihniyeti...

Keti, seti, meti kafi derecede olmayan moda zihniyet. Her türlü varyasyon da tutmayınca dünya resmen ortada kaldı. Herkes virüsün eline kaldı. Sağlıkçılar da...

Moda zihniyetler tüm dünyada virüs ile doğru orantılı çöküş içinde...

Çöküş yüzünden virüsten kurtulmak adına dengeli, merkezi adaptasyonlar da gecikiyor. Geciktikçe kabile normlarındaki kurgu manevralar da hayata dokunmuyor. Maddiyat ve maneviyat ileri seviyede kan kaybediyor. Emek ve ekmek derdinde hayatlar. Otoriter tercihler ise tüm direnç pozisyonlarını negatif etkiliyor. Ve hala durumdan vazife çıkarmalar gündemde.

Evden de olsa vazife çıkarmaya hevesli moda zihniyet iş başında. Hala hatır gönül çıtasında fırsatçılık. Gereksiz çıkarcılık, genetik inkarcılık...

Dünya kafadan kopmuş, virüs melanetini def etme peşinde. Demoda zihniyet hala despotik diriliş havasında. Bu çeşit havalanmalar nereye kadar, belli değil.

Pervasız virüs cılkı çıkmış politikalar yüzünden, dünyanın cinsine cibiliyetine dek yürümüş hala kraldan çok kralcılık...

Hayatta kalmak için evde kal modası virüse karşı çıkılacak yeni zihniyet. Yeni arayışların da başı...

Ancak Dünya eve sığıyor da, içerde geçirilen zamanla ev dünyaya fazla. Evler. Yani moda zihniyet yüzünden geçim derdi kapıda...










ÖMÜR ADAMLIĞI VE PANDEMİ…

Ömür boyu sürecek sanılanlar, pandemiyle tökezleyince hayatı sürdürme sevdasıdır adamlık. Zaten ömrün demi kesin mizan denkliği. Hayatın rengi, izan mizan çakışmasıdır. Çatışmaların temeli ise medeniyet meselesi. İlim irfan açılımı. Oysa elde kalan gez, göz, arpacık ve tek bir adacık. Ve o adacığa hapsolmuş ömürler, öykünülecek bir ömre adanmış adamlık. Asla adam sende demeden hizalanan ömür. Ömür adamlığı ve pandemi…

Öbür yanda ömrü güzeşte, güzel çirkin, iyi kötü geçmiş gitmiş. Kritiği el yakar. Kıvamı beyin yakar bir muamma. Asla bilmez, ‘adam adamdan korkmaz, utanır.’ Zoru gördü mü sıvışan utanmazlar, arsız, uğursuz, yüzsüzler mecburiyetten âdemden sayılsa da, mücbir sebepten hayatın içinde adamdan sayılmaz. Yağlı tohumuna para verilmez. Boşa nefes, der geçilir. Topu bilirler ama bilmezden gelirler.

Diğer yandan hiç nedensiz yakalanılan tuzak, ömrüne bereket minik kızın elindeki masmavi uçan balon. Deniz gibi mavi. Deniz gibi kara. Balonla yan yana uçuşur anılar. Balon patladığında anılar da unutulur. Adam sende ömrü vefa etmez nasılsa babında aykırılıklar uyutulur. Ama bir yere kadar. Ömür adamlığın gücü bile yetmez, bozulan hayatın utku, nutku tutulduğunda olacaklara…

Pandemiyle geçilen, punduna getirip sarhoştuk bir kere geçtik, sınırıdır geçilen. Ama bir kerelik de olsa haddi hududu aşanlar mavi atlastan çul çullansa, çulsuzdur salınıp yiten hayatın içinde. Adam adamdır olmasa da parası pulu, eşek ise eşektir karun olsa…

Paketlenmesine az kalan bu pandemi gösterdi ki zaman, eşi benzeri olmayan adamlık zamanı. Eşey farklılaşması devri. Alışması uzun sürecek yıkıcı bir salgın ama eşkâl belli. Silaha merak ta Ata’dan. At, avrat ve silah da kafadan anane. Anıların yalımı da günbegün depreştikçe depreşiyor. Tek çare gözlerimi kaparım vazifemi yaparım pratiği…

Ömür adamların da aklı patlar bazen kurusıkı, bazen beylik. Şeytan üçgeninde kaybolmadan, manyetik paravan dalgalara kapılmadan. Kahırlanan şeytan doldurur hakikisini. Kabzası, namlusu, mermisi ekmek hamurundan. Ekmek teknesinde düş kırıklığı yoğuranlara ise rastlantısal ayrıntı. Şeytan ayrıntıda gizlidir misali. Akıl hücreleri dizilir şarjöre. Ömür sürülür namluya. Yolculuk başlar. Vazgeçilemeyen yollarda tetiğin boşluğu alınır. Ve son dua. Ömür adamlığı davası. Dava ömür adamının davası. Pandemiye isyan…

Pandemik simetrik ve sistematik taaruzda. Genel kanı milim kaymaz persperktifte hedefe kiltlenme. Bu akademik boşlukta bile kaçamadı, kaçamaz. Dizgesel rahatlığa sığınışlar da sağlığı bozar. Sadece disipline edilmiş yalınlığa, yalnızlığı ekleyip bekleyenler, gez, gör, dolaş, yekûnu bir küçük, minnacık adacık olanlar yırtar...

Denizden içeri, dağların ardı kontrolde tutulan dünyalardan, dünyalık kapmak ile özdeşleşince kör nefis, ömür boyu sürmez hiçbir şey. Anında biter ısmarlama yaşanan âlem. Anılar çemberinde ata yadigârı belinde bir gölge. Hayranlık duyulacak cinsten bir gözü kara. Son yolcu. Kaynar içten içe. Çelik tellerle ciltlenen adamlığın kitabı elinde. Korsan kitabı dahi bilmezler, boşa tüketirler vadelerini. Zaten kısa veya uzun vadede bu vasıfsız adamcıklar, pandemi diyarının yolunu tutarlar.

Yıllar, uzun yıllar geçse de üzerinden bitmez pandemi. Unutulur sadece alışılır. Gün gelir adalar denize gömülür, ömür adamlığı gönüllere, adacıklar mavi atlasa, denizler okyanuslara. Bu adamcıkları ise kara toprak dahi kabul etmez. Herkes kendi hayrına kendi cenaze merasimine…

Ömür sürdüğünce sürer bu kovuşturma tutkusu. Tutku Adam gibi adam kalma tutkusu. Güç yettiğince hayat mücadelesi. Asla taviz vermeden ömür adamlığı. Ömür yeterse de ne pandemi kalır ne de virüs salgını, kökünden kazınır duygusu…

Az kaldı gibi görünüyor…













SON TARİHİ YOLCULUK…
           
Ömür denilen şey tarihsel eylemlilik ve çok kısa. Elden gelen gelmeyen neler yapılsa edilse de santim uzamaz, uzatılamaz. Hatta gün güne kısalır. Fizik ötesi bir yerlere kör bağlantılar, uzun yakarmalar ve envaı çeşit dualar da ömre ömür katmaz. Öyle dua olmaz, yok. Olsa da hiç kabul görmez. Kar etmez…
           
Yani uzun ömür dilemek ve çok yaşamak da özünde adım adım sona yaklaşmadır. O yüzden tarihe, tarihi bir damga vurmak için ömürden ömür verilir. Ancak ömür boyu tam tekmil ştampila elde dolaşılsa bile hayatı kaşelemek, mühürlemek herkese nasip olmaz. Tekâmül meselesi. Ayrıca akıl, bilim ve cesaret işidir, tarih yazmak ve tarihe yazılmak.

Kısa veya uzun, an gelir vade dolar ve hesap düşer. Düşülür bilinmez yola. Sere serpe. Son yolculuk başlar. Son tarihi yolculuk…
           
Ömür öyle bir şeydir ki, başlarken biter veya biterken başlar. Ömür ve ölüm sanki yapışık kardeşlerdir. Araya girilmez. Gerçi pandemi geçici süreliğine biraz ucuzlattı ama pahada ağırdır ölüm. Önüne yığınla servet dökülse ölüm meleği satın alınamaz. Bazen kantarın topuzunu kaçırıyorsa da işini hakkıyla yapar.

Dün bir bugün iki, yarına sıra kalmaz dünya cehenneminden diğerine geçilir. Dünyada cenneti yaşayanlar bu geçiş işlemlerini uzatmak için bin bir bahane uydurmaya, ölümü geciktirmek için bin bir çare bulmaya yırtınırlar. Ne var ki ölümün yüzü soğuktur. Kara meleğin soğuk bakışı dokundu mu koskoca bedenler buz keser. Yani anlı veya ansız, zamanlı veya zamansız son yolculuk, zorunlu tinsel ve cisimsel ayrışma güncellenir. Böylece maddiyat ve maneviyat gündeminden kopan mermerden tenleri, mermerden lahitler paklar.

Ahit lahit öncesi paklanırken pahalı kefenlere sarılmalar da, debdebeli definler de, kutsallık bulaştırılan pandomimalar da son yolculuğa estetik kaygıdan öte bir mana yüklemez. Yolcu için akıl dünyasına kapılar kapanmıştır. Kabahat ve günah, selamet ve sevap diyarına tek gidişlik bileti elindedir. Elde belde dilde malikliği savsaklayanları da malik karşılar son durakta. Ömrü billah kefenin cebi olmadığı o zaman dank eder. Ancak son yolculuğun ağır yorgunluğu vurur perdeye. Tarihi kadife dökümlü perde kapanır…

Ömür denilen şey işte o perde arkasında âlemlere açık masaya yatırılır. Ömre bedel ne varsa veya yoksa, maksatlı maksatsız ritmik ibadetler, periyodik egzersizler, değme jimnastik hareketlenmeler, ağlak yakarışlar,  boş ama hoş dualar, kendine saklanan sırlar, esnek figüranlıklar sırayla geçer gider. Çok kolay ve çok çabuk verilir hesap. Hesaplanamayan tam maharetlerin mahareti gösterilecekken ömrün tükenişidir. Ve akıl duvarına denklenmesi zor bilançolar asılır. Esi esnası, ezası cefası, havası sefası esefle estirilen bir ömür tarifiyle. Tarih defterinde de yok yere geçirilen ömürlere yazılır. Yazgı oymuş buymuş hikâyesinden öte işte asıl yazgı budur.

İşte bu yazgı kabul edilesi bir yazgı değildir. Çekilmez hayat zaten ömür törpüsüyken.  O halde pandemi mandemi martavalları bırakılmalı. Çünkü bu çağda ömürler ve ölümler bu kadar ucuz olmamalı. Ucuzlatılmamalı. Salgınsa salgın, bir an evvel bu virüssel baskı dünyadan kovulmalı. Bu pandemik sarsıntının öyle lirik söylemlerle atlatılamayacağı da bariz. Adam gibi önlemler alınmalı ve uygulanmalı. İkinci sendrom buluşmalar da kapıda. O zaman son tarihi yolculuğun ilk anında, gerisingeri giden ilk adımında, ömür ve yazgı kapsamında tam sıkışacaklara acil destek. Akil dayanışma. Nakil hizmet.  Ömürlerin güzel eylendiğini nitelikli eylemlerle hissettirmek. Yani maddi manevi değer aktarımı, yaşama hakkı…

Bu yüce hislerden ve hisli eylemlilikten gayrı ömür denilen şey nedir ki? Nice uzun, upuzun yaşansa da, yekûnu tarihe bir çentik atamadıktan sonra ne fayda. Bu ne yaşamak. Üstelik son yolculuk da çetin geçeceği besbelliyken. Uğurlayıcılar hedefsiz, isteksiz haldeyken. Ufukta son tarihi yolculuk varken…

Son yolculuğun son durağı, ömür denilen şey tarihsel eylemlilik ve tekrarı yok durağıysa. Ahret suali şudur; N’oldu? Durmak yoktu hani…











GÜLLERİ SOLDURAN GÜN 6 MAYIS…

Gülleri Solduran gün 6 Mayıs. 6 Mayıs fidanları darağacına gönderen gün. Dünya döndüğünce 6 Mayıs devrimci yüreklerde tükenmez bir hasret ve asla sönmeyecek bir ateş bırakacak. Gelen zaman delice aksa da, arzdan arşa ölümsüzlüğü sonsuzluğu çağrıştıran yine onlar olacak. Unutulmayacaklar…

Alelacele havalandırmaya kurulmuş darağacına giderlerken, gece ayazı bile olsa üçü de mutluydu. Güldüler ve inandıklarını son kez haykırdılar. Devrimcilerin avukatları ağladı. Devrimcilerin babaları ağladı. Analarının yürekleri yandı. Hayat her birinin aklından öptü…

Haklarında haksızca idam fermanı verildi. Meşhur mecliste onandı. Senato biraz direndi. Çünkü hiçbir biyografiye sığmaz cesaretteydiler. Yaptıkları ve yapmak istedikleri ile büyüdükçe büyümekteydiler. Mevcut devlet erkânı zekâsı ile çözülemez boyutta akıllıydılar. Akıllarından devrim tanrısı öpmüştü…

Koca memleketi yönetenler onlardan acayip korktular. Kıskandılar. Astılar. Ve şu fakir milletten, memleketin geleceğini çaldılar.

Tek suçları adı memleket olan ve sekterleyen ihtiyara elvermekti. Birlikte omuz vermek, kol kola yürümekti. Yürütmediler. Zamanlı zamansız mahkûmiyetler ve yerli yersiz ölümle kuşatıldılar çepeçevre.  Ancak onlar; “ yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar”dı. Devrime koştular. Teklemedi hiç kalpleri. Sadece yaşanmazı yaşamak incitti ve acıttı yüreklerini. Yine de alınmadılar. Başlarını öne eğmediler. Kimseye eğilmediler. Ölüme bile. Avluda o kirli gecede Ölümsüzlük üçünün de alınlarından öptü…

Hiç korkmadan sehpalarını kendileri devirdiler. Tam bağımsızlığı haykırdılar ve gittiler. Defnedilirlerken memleketteki çıkışsız labirentlerin esrarını ve devrimciliklerinin sırrını da yanlarında götürdüler.  Ve hayat o dayanılmaz ıstıraplı günde devrimcilerin babalarının aklından öptü…

Gülleri Solduran gün 6 Mayıs, fidanları darağacına gönderen gün, yaslı. Devrimcilerin gözleri yaşlı. Üç kırmızı karanfil karşıyakada dost bağrında. Ve hayat onların devrimci yolunda ilerleyenlerin de aklından öptü…
Devrim aklının ince gülleri, uyku bozuğu gecelerin kırmızı karanfilleri, izmlere bulanmış hayatın kırgın fidanları onlar.  Onların “başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için, ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için, kurtuluşa giden devrimci isyanları vardı. Kutlu olası devrimci yolları vardı. O yüzden devrim andı içtiler ve sehpaya-musallaya yürümekten çekinmediler, asla korkmadılar. Asla yılmadılar. Hiç baş eğmediler ve asla hiç kimseye eğilmediler. Dimdik durdular ve yiğitçe gittiler. Çünkü onların ince gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri ve umutları vardı yığınlara mal olan. Ve devrim akıllarından öpmüştü…”


Her sene Gülleri Solduran gün 6 Mayıs’ta, fidanları darağacına gönderen günde.  
Zorumuza gider bir parça günlük hayat huzuru tatmadan gerisingeri devrilmek. Gerçeğin özüne zamansız girişin mükâfatıdır, kırk küsur büklümlü özlem.

Oysa tarihi sulandırmaktır-sulandırılmasıdır insanın içini en acıtan. Ve zayıf düşmemek içindir her mayısın ilk haftası, dördü ile altısı arası şu anda en lüzumlu ve özlenenler arasından onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca kesmiş iken düşünceleri onlara sığınmaktır, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe inat. Varsın olsun ayrılık şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak aykırılıkları. Çünkü her içli şarkıda titrer zaman…

“Gülünün Solduğu Mayıs Akşamlarında”  kurtuluşa mukabil ise yolculuk dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna ağır yolcu farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, gece sohbeti yapacak dostlarımı ararım her köşede. Naaşımız kara toprağı öpene dek sürecek bu kervan. Onlardır, babamdır aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…

Sonsuz bilgiler gölgesinde inanmak insana gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı bile olabilir çekilen tüm acılar. Ortalığı sürüyle yeşillik-zerzevat istila eder ama en nazlı yetişir olanlardandır onlar. Ey çıfıt kıyafetli ölüm, sahipsiz ölüm meleği ölüm tek celselik aşktır yiğitlere. Ve yüzüne vurulacak daha çok ayıp var, çok ayıplısın sen.

Eğer ozan özür dilerse en dalgalandırıcı biçimde diler, sinkaflayacak ise de çekinmez. Yeter ki, öğüt vermeye kalkışan denizin diplerinde ayıp arayanlardan olmasın.  Gülün dikeni yüreğimizi kanattığından iğneleyici sözler sarfetmeyeceğiz bu güne özgü duygusallıkla.

Babam akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar, çok düşünerek yazmak, hiç düşünmeden söze başlamak gibi bir şey oluyor. Affet babam. Ve biraz daha zaman tanı. Daha zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı bilgeliğimize.


BABALARIN BABASINA “4-6 MAYIS”…

Hani dünya ötesi sevilenlere sıralı ölüm yeğlenir ya tam da öyle. Mayıs dört ila altısı arası saklı kentin, sapağına saklanır nar gözlü hüzün. İnceden ince yüreğim kanar. Hüzünlenirim. Ve her dört ila altı mayıs akşamlarında bir kez daha ölümsüzlüğe uğurlarım, Terzi’yi, Denizleri ve seni, canım Babam. Derya Deniz dost bağrına gömülü sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil ve sonsuz şahım babam Çavusolu. Son nefesime sizi unutmam. Bizdeki de harlı hasret işte…

Hem kim demiş, duyguların efendisi olmak bir yana, karanfil kokulu mayıs akşamlarında, babasına ağlamazmış diye. Yoldaşlarını anmaz diye. Devrimcilik biraz da babası öldüğünde ağlamak. Hayat yolcularını hilafsız dirençle anmak ve yaşamak. Tüm unutuşları da bir bir anlatmak…
Atambabam demem o ki; Yılın başından itibaren tüm dünyayı yüzyılın salgını kuşattı. Bu bilinmedik virüs saldırısı yüzüncü yılına hazırlanan memleketi, şubat sonu sallamaya başladı. Resmen beynelmilel bir felaket. Faşist midir, gomonist midir belli değil, adı koronavirüs. Pandemi kor ateş gibi dört bir yana yayıldı. Mart geçti, Nisan geçti dağlarına bahar gelmedi memleketin. Virüsler birleşince 1 Mayıs’ı bile evhapsi ile geçirdik. Bu virüs melaneti çöküşün çoktan başladığını, bitişe doğru sürüklenişin işaretini çaktı güncelere. Yani virüs korkusu dağları sardı...

Babam, dostlar, yarenler; ne zor günlerden geçiyoruz bilseniz. Öyle ki, 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok’. Üstelik hala saygıdan maaile iftardayız. Gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın. Koronavirüsle hukuk, adalet ve kalkınma resmen dip yaptı. Başlarda hiç umursanmayan virüs pik yaptı.  Yerden göğe hak edilmiş ne varsa yerlerde. Yazıkmış, günahmış tınmıyor ekâbir kesim. Hepsi hala kerevetine çıkma derdinde. Milletçe maddi manevi bittik. Moralman çöktük. Değerlerimizi kaybettik. Rejim bitik. Umursayan yok…

Babam benim, bu kez tam nefes alacağız derken koronavirüs vurdu makası. Takatten kesildik. Kanarya can çekişiyor. Hakikaten yalpaladık. Dolar doymuyor. Altın el altından zula. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. İşsizlik had safhada. Rekor işsizlik her eve dayandı. Yüzsüzlüğün bu kadarına pes. Ama hala pes diyen yok.

Babaeren hal böyleyken hala güllük gülistanlık edebiyatı. Memleket bekası. Millet sevdası. Yut dışına özel kargo uçaklarla hibe yardımlar. Millete üç beş bez maske dağıtımında beceriksizlik. Resmen rejim garabeti…

Evet, Babayaren işin kötüsü bu salgının ne zaman biteceği muamma. Şimdilik karantina. Hafta sonları ev hapsi. Ağırdan ağır acılar en zirvede. Tırmanan çekilmez günlerin ve bu hale getirenlerin topuna isyan sanki yakın. Sevindirici tek şey bilgeliğe ve bilime ihtiyacın farkına varılması. Ölüm korkusundan da olsa hayata kazındı gibi. Ancak virüsten kurtuluşa daha epey zaman var…

Babadost, olsun varsın, usanmadan beklerim. Nasılsa çetin ceviz rüzgârlar vuran viran iskele benim. Yelkenleri şişiren ölümler de. Asarım anılarımı rengârenk bulutlara. İçimdeki yalanlar soyunur, büyük yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle patlarım. Bakarsınız pat diye gelirim. Çünkü yeniden demlenecek ömür kalmadı cepte. Zaten ölümsüzlüğe doğmak değil mi gaye. Bir ölür bin gelirim. Az müsaade…

Beynelmilel babam, her ne kadar atlas maviye kanatlanmayı, o sınırsız boyuta uçmayı, Denizlerle buluşmayı, Denizi karartan iman, fındıklıkları yeşerten inançla sonsuzda kucaklaşmayı içtenlikle arzulasak da biraz işimiz var. Bu virüs ihanetiyle hesabımız var. Bıçak sırtı güneş, iç karartan mayıs akşamları kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni hala yüreğimizi çentikliyor. Ruhumda ruhsuzlaştıran fırtınalar kopuyor. Sanki arzdan arşa sonsuzluğu içmeden, alnımıza zindan karası değmeden Baba ve oğulları misali, beynelmilelce buluşmaya hazır değiliz.  Sanki ebedi kurtuluşa az biraz zaman var…

Dedesoylum, iyi bilirsiniz siz; Yırtılır tarihin duvarı, duvarlar yıkılır. Darağaçları kurulur. Çarmıhlar çatılır.  Dişler kırılır. Gözler kararır. Asılanlar, çarmıha gerilenler narin boyunlara nazar, buz keser buse olur. Ve sünepe kara melaike. Ölüm yüzlü virüs melaneti. Kıyı bucak,  kenar köşe saklanan ihanet. İşte o ölüm yüzlü süflüyü yakasından tutar, darağacına çeker çekmez, çekip gelirim. Sıramız yakın, sıramızı savsaklamadan savarız. Asıl yaşamak o an. Yaşarız…

Atababam vaziyet durum bu.  Sensiz geçen yıllara ve azgın virüse inat zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimdeki dirilmiş sözcükler şimdilik bunlar. Başta sen, hepinize selamlar. Saygılar…

Hiç yorum yok: