BASIN
ÖZGÜRLÜĞÜ, YARINLARDA...
Aldırma,
basın ve yerel basın; "Başın öne eğilmesin..." Hain virüsle her yer,
her alan serinledi. Basın da. Basın özgürlüğü meselesi de. Tabiatıyla basın
özgürlüğü bu gün yok, yok denilse hiç de yalan olmaz. Bu özgürlük meselesi yine
yarınlara kalacak. Vazgeçilmez alışkanlık bu. Hâkim yönetsel teamül bu. Genel yargı
bu. Aldırma…
Meslek
etiği; Halkın doğru ve özgür haber alma hakkı için her şeye değer. Basın ve
yerel basın öcü değil, öncüdür. Değil mi ki; “Basın, milletin müşterek sesidir.
Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür" denilmiştir. Yani basın
dünyası dövülesi değil övünülesi, sınırsız özgürleştirilesi bir durum.
Duruma
göre değil, basın ve yerel basın emekçisi takip ettiğini, gördüğünü,
düşündüğünü, bildiğini kaynaklı ve özgürce yazar. Kalemine pranga vurulsa da ciddiyetle
ve samimiyetle yazar. Tek başına yapayalnız kalsa da çekinmeden, korkmadan
haber kovalar. Kovuşturmalardan yılmaz. Ayakta kalmak adına çetin mücadeleler
verir. Çünkü Ata’dan beridir geleni iyi bilir; "Fikirler cebir ve şiddetle,
top ve tüfekle asla öldürülemez."
Tüm
dünyada 3 Mayıs basın özgürlüğü günü. Şu garip memlekete uğramadı, uğramaz.
Teğet geçer. Sıradan günlerden bir gün olarak geçiştirilir. Bu gün belki
birleşmiş dünya için önemli ama bazı ülkelere göre değil. Belki de bir
farkındalık günü. Farkına varılmayınca da dünya sıralamasında sonlarda kalınır
tabii. Şu garip memleket resmen tam o vaziyette. Yıllardır sonlarda…
Doğrusu
son yıllarda basın ve yerel basın emekçileri, olmadığı kadar baskı görmüş. Baskı
yetmemiş tutuklanmış. Hapsedilmiş. İşten atılmış. İşsiz kalmış. Haber kovalamış
azarlanmış. Darba uğramış. Sansürlenmiş. Maddi manevi şiddet görmüş. Hiddete maruz
kalmış. Eften püften nedenlerle gözaltına alınmış. Cezalandırılmış. Ve an
itibariyle artık yazamıyor olmuş. Yazsa da yazmasa da zaten vatan haini…
Yani
bilinçlice, bilerek ve isteyerek dördüncü kuvvetin de beli kırılmış. Ve son
yıllarda basın özgürlüğü klasmanında, sonlarda kalınmış. Klas bir durum, yerli
ve milli hal, yerli yerindelik...
Bu
kafayla kalınır elbet. Ancak sona kalan dona kalır. İfade ve basın özgürlüğü tırpanladıkça,
tehdit ve baskı devam ettikçe, bu tarihsel süreç kimselere mutlu gelecek sunmaz.
Çünkü basın demokratik denge ve en doğru denetleme mekanizmasıdır. Anayasal
düzenin destekçisidir ve güvencesidir. Hürdür, bağımsızdır, müstakildir,
özgürdür, özgündür. Ve öyle kalmalıdır.
Şu
fakir memlekette bugün basın özgürlüğü yok. Yarın? Belli değil. Yani basın
özgürlüğü hep başka yarınlara kaldı kalır. Basın ve yerel basın "Başın öne
eğilmesin"…
Başı
dik olan, yanlışlara dik duran basın anında dik başlı etiketi yiyen. Açıkça
horlanan, zorlanan. İşinin doğrusunu yapan mutlu azınlığa baskı, zulüm, zindan...
Çoğunluk
basın ise rahat. Çünkü iktidar yanlısı. Ama yalnız. Hükümet kontrolünde. Boyun
eğmiş. Siyasal erkin ve sermayedar gücün güdümünde. Onların önünde eğilmiş. Yani
siyasallaşmış. İktidarın sopasına dönüşmüş. Onlara sınırsız özgürlük var ama
itibar yok. Satıldıkça prestij kaybedilmiş…
Asla
basın özgürlüğünden söz edilemez şu memlekette, şu zor günlerde basın özgürlüğü
aslında kime lazım besbelli. İktidar muhalifi görülen mevcut azınlığa ve
ekonomik krizle boğuşan yerel basına lazım değil. Onlar zaten çaresizliğin dip
noktasında. Sade özgürlük yetmez. Belki de istenen bu.
Güdümlü
çoğunluk ise zaten pik yapmış ve huzurlu. Peki yarın? Olurda değişirse bu
yağmacı düzen neme lazım, kime lazım görülür. Eyvah ki eyvah. Anında çark etmeler
de kurtaramaz ise zevatı. İşte o zaman o zatlara da lazım basın özgürlüğü…
Şu
Garip memlekette özgürlük denildiğinde, yıllardır karşılaşılan hep utanç
tablosu. Basın ve yerel basın özgürlüğü açısından da böyle. Şimdilik akıl ve beden
sağlığı için yapılabilecek tek değerlendirme var; "Yorumsuz..."
Basın
ve yerel basın, aldırma; "Başın öne eğilmesin..."
PANDEMİ
VE EMEĞİN FITRATI...
Yıllarca
yoğun emek harcanır. Tam karşılığı alınamasa da masada, sofrada bölüşülen ekmek
ve ekmeğe katık edilenlerdir temel gaye. Kısmen gerçekleşse de sevinilir. Bunun
için yıllar içinde en zor şartlara katlanılır. Hatta çalışılan çağdışı ortam,
aletler makineler, patron yardakçısı formenler, duvarlardaki asla uyulmayan
uyarıcı tabelalar bile sevilir. Ürettikçe yabancılaşan ürünlerle övünülür. En
iyisi bizimkisi. Yani ölümüne çağdaş forsalık sürdürülür. Böyledir emeğin
fıtratı…
Hayat
iyi kötü seyrederken aniden fırıldak dünyayı pandemik atmosfer kuşatır. Ciddi
tehlike. Kuşkusuz daha en başta en büyük zararı emek dünyasının göreceği
besbellidir. Çünkü en kuşanımsız, korumasız, korunmasız, yedeksiz dünya Emek
dünyasıdır. Milli ve çokuluslu hain patronların iki dudağı arasında bir cenderedir
emeklenilen. Dünyada cehennemdir. Öyle
ki koşulsuz hizmet, kraldan çok kralcılık ve metazori sermayesever riayet. Budur
emeğin fıtratı…
Her
krizden fırsat devşiren, fayda üreten, pusuya yatmış teneke dipli emek düşmanı
patronlar, pandemiye dört elle sarılır. Sermaye işbirlikçisi düzen de yaralar
sarılır, sarılacaktır beyanatları sıralar. Ama her telkin ve tedbir emek
hırsızlarına yarar. Aşkın fayda sağlar. Pandemia sayesinde patronlara yük
getiren, aklı sıra miadı dolmuşlardan sıyrılma süreci hızlanır. Yani yıllarca,
on yıllarca canhıraş harcanan emeğe ve biriken gözyaşlarına bakılmaksızın geniş
yığınlar, işsizler ordusuna nefer kaydedilir. Öyledir emeğin fıtratı…
Kaşla
göz arasında sofrada bölüşülecek ekmek ve ekmeğe katık edilecek ne varsa, son
lokmalar dâhil el birliği işbirliğiyle çalınır…
Patron
bozuk düzen ele ele, felaketi fırsata çevirme kurnazlığıdır payelendiren.
Pandemik parçalanmayı sistematik paralanmaya çeviren, palazlanmayı daha da
arttıran bir patroncu atmosfer sarar emek dünyasını. Anında eli rahatlatan
çıkarnamelerle emek kıyımı başlar. Kıyımlar kitabına uydurulur. Toplu
çıkarmalar, işten atmalar, ücretsiz izinler, lafta evden çalışmalar vesaire
topunun özü emek vurgunudur. Uzun emeklerin sıfırlanmasıdır. Emeğe hıyanettir. Ne
denir, emeğin fıtratı…
Büyük
sermaye ve işbirlikçilerinin emeği fıtrat sadakasına, yaradılış atiyyesine
muhtaç ettiği, maddi ve manevi çökerttiği, çok canlar yaktığı bir düzen. Yağma
düzeni. Ve hala sadakat bekleniyor. Vazifeye sadakat. Vekâleten
vazifelendirilenlere sadakat. Peki, vefa, ahde vefa? Cevap emeğin fıtratı…
Yıllarca,
on yıllarca neredeyse bila bedel harcanmış emeğe hıyanet. Haince, verilen emekleri
bir kalemde yok saymak. Havada karada harcamak. Denizde boğmak. Hangi kitapta var?
El cevap emeğin fıtratı…
Bu
fıtratı İlahi değil asla. Serde sermaye patlaması, patronaj kazığı resmen. İlim
bilim, yol yordam, usul erkân bilmezliğin densizliği. Yarınlarda mutlaka bozulacak
dengesiz ortaklık. Apar topar aparma telaşı. Arsızca apartma. Pandemik
oportünizm...
Bu
baş belası emeğin fıtratı, sanki işsizler ordusu fotoğrafını daha da
genişletecek. Ve sanki işsizler ordusu başta emeğe ihaneti, emeğin fıtratını
yenecek. On yıllarca desteklenmiş fırkalar belki geç farkına varacak. Felaketten
fırsat değişirim neymiş bir güzel görecekler. Görülecek…
Derviş
sözü, derviş selamı; Hu…
EMEK
DÜNYASI, EKMEK KAVGASI...
Emek
en yüce değer. Ekmek ise en yüce nimet. Ne hikmetse önce ekmekler bozulur,
sonra mükemmel kurgulanmış dünya. Ama şu bozuk düzende ekmek kavgası ölene dek
sürer. Beden ve beyin gücüyle...
Sürgit
değişen zamanla ekmek kavgası vermek için başlanılan çalışma süreci emekçileri bilinçli
bireylere dönüştürür. Amaçlar çoğalır ve amaçlananlara ulaşmak için girişilen
kavgalar da çeşitlenir. Doğal yaşamlarında ve toplumsal çerçevede kendisini
değiştiren emeğin verimliliği arttıkça, sosyal yapı içindeki yeri de
değerlenir. Teknolojik ve bilimsel gelişimlerle desteklenince de emek önemli bir
ayrıcalık kazanır. İşte o emek ayrıcalığını ve emeğin önemsendiğini hisseden
sermaye, bol “hareketli bir çelişki” içine düşer. Evvela emeğin en alt düzeyde
alımını koşullar. Yani verilen ücret asla harcanan emeğin karşılığı olmaz. Gittikçe
ucuz emek cennetlerine döner yeryüzü…
Dört
bir taraf ucuz emek cennetiyken bile, sermaye emeğin örgütlenmesini yasal veya
illegal her türlü enstrümanları kullanarak engeller…
Bu
vahşi kapitalist sistemlerde, emek daima düşük ücretler karşılığında artı değer
üretmek zorunda bırakılır. Yani emekçi, emeği karşılığında ödenen değerin
üzerinde çok üzerinde üretmek zorundadır. Kapitalist sınıfın karşılığını
ödemeksizin sahip olduğu bu ek değer ve üretim fazlası haksız zenginleşmenin
kaynağıdır. Bu haksız zenginleşme, emeğin özgürleşmesini hep geri bırakır. Yani
burjuvazi durmaksızın zenginleşirken, emekçi sınıf gittikçe fakirleşir.
Kapitalizmin, kapitalist birikimin mutlak ve genel yasası budur; yaygın
yoksulluk…
İşte
emek ile sermaye arasındaki bir türlü çözülemeyen temel çelişki aslında budur...
Yani,
üretim araçları ve toplumsal zenginlik belli bir sınıfın, tamamen kapitalist
sınıfın hâkimiyetine geçer. Geniş yığınlar ise temel ihtiyaçlarını dahi
karşılayamaz konuma düşer. İşte bu düşkünlük, emeği düşkünler tabakası halinde yedek
sanayi emrine sunar. Bu kapitalize etme hali, kolektif yapılanmayı da epey
geciktirir. Emekçi sınıf iş derdinden, aş derdinden başını kaldırıp bir türlü
hareketlenemez. Gittikçe durağanlaşır. Ve böylece statükocu düzende hep egemen
sınıfın dediği olur. Zaten kapitalizmin yükü daima emekçi sınıfın sırtındadır…
Kapitalist
sınıf bu arada sağ siyaseti saldırganlaştırarak, demokratik sola, alternatif sol
ihtimallere yönelişleri, anlık ilgileri dahi şiddetli tepkilerle yıldırır.
Özellikle sosyalist ütopya
ve proleterya pratiklerini daha yayılma aşamasında çökertir. Tüm bu kirli işler siyaset
mezarlığında yer alacaklar ve tarihin çöplüğünde çürümeye bırakılacaklara ihale
edilir. Sonuç incelikli istismar, aşırı sömürme ve tahakküm…
Yani
aslında sorun başlı başına, tek başına kapitalizmdir. İstenen ise mevcut toplumsal
düzenin olduğu gibi devamıdır. Sömürü, daha fazla sömürüdür. Emperyal
yayılmacılıktır…
Sınırsız
sömürüye uyananlar, kapitalizme ve emperyalizme karşı çıkanlar ile toplumsal
değişimi öncüleyecek kolektif eylemler bu yüzden hep kötülenir. Kapitalist
sınıf için üst düzey refah üretmenin dışındaki, her türlü özgürlük arayışları
ve özgürlükçü model sempatizanları hayatta kalmak veya kalmamak arasında
acımasızca cezalandırılır. Kitlesel kurtuluş hamleleri militarist güçlerle bastırılır.
Oligarşinin yetmezliğinde, en zorda kalındığında ise faşizme geçişlerle, olası
sosyal patlamalar geçiştirilir. Toplumsal gelişmenin dinamikleri ile çıkarlar
doğrultusunda oynanır. Hep aynı oyun tezgâhlanır.
Ancak
gün olur oyunlar bozulur. Emekçi sınıfın, sömürüsüz alternatif toplum
yaratılması ideali asla bitmez. Hatta çokuluslu sermaye ve yerli
işbirlikçilerinin her türlü cazip taktiklerine rağmen. Hiç aldanmadan yola devam
edilir. Ona buna kanmadan mevcuttan tamamen farklı bir sistem için mücadele.
Yeni bir toplumsal düzen kurulması için verilen emekler bitmedi, bitmez. Demokratik
dinamik, alternatif bir model ve sol sosyalist bir toplum kurgusu için doğru ve
doğurgan olasılıklar beliriyor. Ve gün gelecek gerçekten devrimci yola girilecek.
Emek dünyası ekmek kavgası derken hayaller gerçekleşecek. Her şey mümkün
olacak.
Akıl,
bilim, teknoloji, özgürlük, kapasite kullanımı, yapay zekâ ve dijital devrim
ile…
Tek
yol devrim…
VİVA
B1R MAYIS, CORON-Vİ FASCİST…
B1r Mayıs emek günü, emekçilerin günü. İşçi bayramı.
B1r Mayıs “İşçinin emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların
bayramı…” B1r Mayıs yurtseverliğin tepe noktası. Vatanseverliğin zirvesi. Bu
kez zirveyi Coronavirüs kaptı. Pik yaptı. Memleket yasaklı. Millet yasaklı.
İşçiler yasaklı. Sokağa çıkış yasak. Yani Covid-19 yüzünden 1 Mayıs yasak. Bu
kez proletarya değil, pandemi kazandı. Oligarşi kazançlı çıktı...
Bu B1r Mayıs’ta oligarşik düzenin fırsat beslediği hiddet
ve şiddet galip gelemeyecek. Şu fakir memlekette, en kanlısını ve kavgalısını
sahneye koyanlar kimler ise bu kez mesai yok. İşbirlikçi planlar, pompa
bahaneler ve kolpa programlar da iptal…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist…
Dünyada da karnaval yok. Korona var. Sembol
meydanlar kapalı. Taksim de. Kolluk güçleri ile demir barikatlar izinli. Ya da
başka işlere görevli. Yani bu kez önceden hazırlanan tüm senaryolar çöp.
Hayaller tutmadı. Balkonlar da ele geçirilemez ya...
On küsur yılların resmi iradesine karşı duranlara Allah
yarattı demeyip, girişilen meydan savaşları da yok. Korona var. Kaypakça kamuoyuna
şırıngalanan, sol düşmanlığı ve 1 Mayıs karşıtlığı martavalı seneye kaldı. Başka
aşı peşinde dünya. Virüsten koruyacak şırınga derdinde. Yani hevesle beklenen,
hazırlanılan tüm egelleme taktikleri hiç oldu. Korona kapitalizme geri saydırdı.
Oysa şu garip memlekette, B1r
Mayıs’lar da istenen daima kargaşa. Organize edilen hep kaos. Arzulanan
bitmeyen kavga. Kan ve gözyaşı. Tıpkı Dünyanın neresinde olursa olsun, en
merkezinde dahi her dejenere yönetimin, uygulamaktan çekinmediği usul ve yöntem.
Benzer oligarşik kumpas, kaotik manzara. Nasılsa seçilmiş veya atanmışlara
çantacı imkan; Vatan hainleri ve düzene isyan feveranı. En az üç beş ay
götürürdü, yazık...
Coronavirüs diğer krizler gibi hem teğet geçmedi,
hem de doğru durum tespitleri yapıldığında dibe çakılmışlığı, resmen güncelledi.
Garip guraba gündelikçi, yevmiyeci, haftalıkçı, mevsimlikçi, maaşlı, ücretli,
emek ve alın terine ihaneti ve işveren işgüzarlığını bir kez daha ve en
babasını gördü.
Emperyalizm ve tekelci burjuvazinin, işçi sınıfının
ve emeğin üzerinde kurduğu sınırsız sömürü sisteminin diğer yüzünü de gördü. Beyaz
yakalısı, mavi yakalısı, karşı yakalısı, beyaz önlüklüsü, kırmızı iş
üniformalısı, yeşil işçi tulumlusu, metal şalteri açanlar, elektronik düğmeyi kapatanlar,
alın terinin kurumadan ederinin ödenmesi gerekliliğine tapanlar ve nicesi
fırsat bu fırsat anında kapı dışarı. Kölelik devrinden beter devrin memleketin
dört bir yanına, işyerlerine, atölyelere, fabrikalara, kombinalara, tarlalara, bağlara,
bostanlara yayıldığın da görmediklerini de görecek…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist. B1r Mayıs, Kutlu
olsun...
Her halükarda her şey tek şey, ekmek için. İnsanca yaşamak
ve onurlu kalmak için. Çoluk çocuğun geleceği için. Memleket için…
Memleketi çepeçevre saran, etrafı kuşatan Koronavirüs,
ak , zehir zemberek bütün bulutların dağılabileceğini ve büyük yalnızlığın
yenilebileceğini de gösterdi…
Bu Coronavirüs yüzyıl başı imparatorluklardan bu
güne olduğu gibi, faşist diktatörlüklerin ve yasakçı cumhuriyetlerin hak
aranmasına ve halkların demokrasi arayışlarına anında sert tedbir, baskı, zulüm,
maddi manevi işkence uyguladığını gösterdi.
Her koşulda, en ağır koşullarda dahi ciddi hak gasplarına devamı, deva
arayanlara ayarlanan cehalet ve şiddeti, faşizan yaptırımlar ve dinsel temelli
idare hevesinin tepe yaptığını da gösterdi…
Gösterdi göstermesine de inatla gören yok. Bakan çok.
Anlayan az…
Hele ki bu coronavi-covid 19, yıl 2019’dan sallamaya
başladı dünyayı. Sırasıyla kapitalizmin çıkmazlarını, emperyal istilacıların
yediği herzeleri, tıbbi ve bilimsel eksikliği, endüstriyel ve sınai geriliği, doğaya
düşmanlığı, ekonomik darboğazı, emeğe zulmü ve vahşi kapitalizmin acımasız
sömürüsünü dikkatlere sundu. Kısa sürede iktidar erkini kullanma rahatlığı ve
işbirlikçi tutumla ehli keyif yaşam sürülemeyeceğine dikkat çekti. Böyle olmayacağını
da kanıtladı. Alternatifleri yok saymanın, karalamanın işi zorlaştıracağını
vurguladı. Özellikle işçiden, emekten yana tavır ve dik duruşları ezmeye
çalışmakla, bariz ve galiz saldırılarla mevcut iktidarların yol alamayacağını
açıkça belli etti.
Peki, belleğe kazınan ne? Hiç. Bu kadar hiçlikte
Coronavirüs korkusu elbette dağları bekler. Bir hiç uğruna…
Yine de B1r Mayıs’ta tek yürek tek yumruk. Ve B1r
gün mutlaka, B1r Mayıs baharı getirecek umuduyla…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist. Faşist Covid-19…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder