3 Mayıs 2020 Pazar

mayıs-1


BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ, YARINLARDA...

Aldırma, basın ve yerel basın; "Başın öne eğilmesin..." Hain virüsle her yer, her alan serinledi. Basın da. Basın özgürlüğü meselesi de. Tabiatıyla basın özgürlüğü bu gün yok, yok denilse hiç de yalan olmaz. Bu özgürlük meselesi yine yarınlara kalacak. Vazgeçilmez alışkanlık bu. Hâkim yönetsel teamül bu. Genel yargı bu. Aldırma…

Meslek etiği; Halkın doğru ve özgür haber alma hakkı için her şeye değer. Basın ve yerel basın öcü değil, öncüdür. Değil mi ki; “Basın, milletin müşterek sesidir. Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür" denilmiştir. Yani basın dünyası dövülesi değil övünülesi, sınırsız özgürleştirilesi bir durum.

Duruma göre değil, basın ve yerel basın emekçisi takip ettiğini, gördüğünü, düşündüğünü, bildiğini kaynaklı ve özgürce yazar. Kalemine pranga vurulsa da ciddiyetle ve samimiyetle yazar. Tek başına yapayalnız kalsa da çekinmeden, korkmadan haber kovalar. Kovuşturmalardan yılmaz. Ayakta kalmak adına çetin mücadeleler verir. Çünkü Ata’dan beridir geleni iyi bilir; "Fikirler cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez."

Tüm dünyada 3 Mayıs basın özgürlüğü günü. Şu garip memlekete uğramadı, uğramaz. Teğet geçer. Sıradan günlerden bir gün olarak geçiştirilir. Bu gün belki birleşmiş dünya için önemli ama bazı ülkelere göre değil. Belki de bir farkındalık günü. Farkına varılmayınca da dünya sıralamasında sonlarda kalınır tabii. Şu garip memleket resmen tam o vaziyette. Yıllardır sonlarda…

Doğrusu son yıllarda basın ve yerel basın emekçileri, olmadığı kadar baskı görmüş. Baskı yetmemiş tutuklanmış. Hapsedilmiş. İşten atılmış. İşsiz kalmış. Haber kovalamış azarlanmış. Darba uğramış. Sansürlenmiş. Maddi manevi şiddet görmüş. Hiddete maruz kalmış. Eften püften nedenlerle gözaltına alınmış. Cezalandırılmış. Ve an itibariyle artık yazamıyor olmuş. Yazsa da yazmasa da zaten vatan haini…

Yani bilinçlice, bilerek ve isteyerek dördüncü kuvvetin de beli kırılmış. Ve son yıllarda basın özgürlüğü klasmanında, sonlarda kalınmış. Klas bir durum, yerli ve milli hal, yerli yerindelik...

Bu kafayla kalınır elbet. Ancak sona kalan dona kalır. İfade ve basın özgürlüğü tırpanladıkça, tehdit ve baskı devam ettikçe, bu tarihsel süreç kimselere mutlu gelecek sunmaz. Çünkü basın demokratik denge ve en doğru denetleme mekanizmasıdır. Anayasal düzenin destekçisidir ve güvencesidir. Hürdür, bağımsızdır, müstakildir, özgürdür, özgündür. Ve öyle kalmalıdır.

Şu fakir memlekette bugün basın özgürlüğü yok. Yarın? Belli değil. Yani basın özgürlüğü hep başka yarınlara kaldı kalır. Basın ve yerel basın "Başın öne eğilmesin"…

Başı dik olan, yanlışlara dik duran basın anında dik başlı etiketi yiyen. Açıkça horlanan, zorlanan. İşinin doğrusunu yapan mutlu azınlığa baskı, zulüm, zindan...

Çoğunluk basın ise rahat. Çünkü iktidar yanlısı. Ama yalnız. Hükümet kontrolünde. Boyun eğmiş. Siyasal erkin ve sermayedar gücün güdümünde. Onların önünde eğilmiş. Yani siyasallaşmış. İktidarın sopasına dönüşmüş. Onlara sınırsız özgürlük var ama itibar yok. Satıldıkça prestij kaybedilmiş…

Asla basın özgürlüğünden söz edilemez şu memlekette, şu zor günlerde basın özgürlüğü aslında kime lazım besbelli. İktidar muhalifi görülen mevcut azınlığa ve ekonomik krizle boğuşan yerel basına lazım değil. Onlar zaten çaresizliğin dip noktasında. Sade özgürlük yetmez. Belki de istenen bu.

Güdümlü çoğunluk ise zaten pik yapmış ve huzurlu. Peki yarın? Olurda değişirse bu yağmacı düzen neme lazım, kime lazım görülür. Eyvah ki eyvah. Anında çark etmeler de kurtaramaz ise zevatı. İşte o zaman o zatlara da lazım basın özgürlüğü…

Şu Garip memlekette özgürlük denildiğinde, yıllardır karşılaşılan hep utanç tablosu. Basın ve yerel basın özgürlüğü açısından da böyle. Şimdilik akıl ve beden sağlığı için yapılabilecek tek değerlendirme var; "Yorumsuz..."
                                                                                             
Basın ve yerel basın, aldırma; "Başın öne eğilmesin..."


PANDEMİ VE EMEĞİN FITRATI...

Yıllarca yoğun emek harcanır. Tam karşılığı alınamasa da masada, sofrada bölüşülen ekmek ve ekmeğe katık edilenlerdir temel gaye. Kısmen gerçekleşse de sevinilir. Bunun için yıllar içinde en zor şartlara katlanılır. Hatta çalışılan çağdışı ortam, aletler makineler, patron yardakçısı formenler, duvarlardaki asla uyulmayan uyarıcı tabelalar bile sevilir. Ürettikçe yabancılaşan ürünlerle övünülür. En iyisi bizimkisi. Yani ölümüne çağdaş forsalık sürdürülür. Böyledir emeğin fıtratı…

Hayat iyi kötü seyrederken aniden fırıldak dünyayı pandemik atmosfer kuşatır. Ciddi tehlike. Kuşkusuz daha en başta en büyük zararı emek dünyasının göreceği besbellidir. Çünkü en kuşanımsız, korumasız, korunmasız, yedeksiz dünya Emek dünyasıdır. Milli ve çokuluslu hain patronların iki dudağı arasında bir cenderedir emeklenilen. Dünyada cehennemdir.  Öyle ki koşulsuz hizmet, kraldan çok kralcılık ve metazori sermayesever riayet. Budur emeğin fıtratı…

Her krizden fırsat devşiren, fayda üreten, pusuya yatmış teneke dipli emek düşmanı patronlar, pandemiye dört elle sarılır. Sermaye işbirlikçisi düzen de yaralar sarılır, sarılacaktır beyanatları sıralar. Ama her telkin ve tedbir emek hırsızlarına yarar. Aşkın fayda sağlar. Pandemia sayesinde patronlara yük getiren, aklı sıra miadı dolmuşlardan sıyrılma süreci hızlanır. Yani yıllarca, on yıllarca canhıraş harcanan emeğe ve biriken gözyaşlarına bakılmaksızın geniş yığınlar, işsizler ordusuna nefer kaydedilir. Öyledir emeğin fıtratı…

Kaşla göz arasında sofrada bölüşülecek ekmek ve ekmeğe katık edilecek ne varsa, son lokmalar dâhil el birliği işbirliğiyle çalınır…

Patron bozuk düzen ele ele, felaketi fırsata çevirme kurnazlığıdır payelendiren. Pandemik parçalanmayı sistematik paralanmaya çeviren, palazlanmayı daha da arttıran bir patroncu atmosfer sarar emek dünyasını. Anında eli rahatlatan çıkarnamelerle emek kıyımı başlar. Kıyımlar kitabına uydurulur. Toplu çıkarmalar, işten atmalar, ücretsiz izinler, lafta evden çalışmalar vesaire topunun özü emek vurgunudur. Uzun emeklerin sıfırlanmasıdır. Emeğe hıyanettir. Ne denir, emeğin fıtratı…

Büyük sermaye ve işbirlikçilerinin emeği fıtrat sadakasına, yaradılış atiyyesine muhtaç ettiği, maddi ve manevi çökerttiği, çok canlar yaktığı bir düzen. Yağma düzeni. Ve hala sadakat bekleniyor. Vazifeye sadakat. Vekâleten vazifelendirilenlere sadakat. Peki, vefa, ahde vefa? Cevap emeğin fıtratı…

Yıllarca, on yıllarca neredeyse bila bedel harcanmış emeğe hıyanet. Haince, verilen emekleri bir kalemde yok saymak. Havada karada harcamak. Denizde boğmak. Hangi kitapta var? El cevap emeğin fıtratı…

Bu fıtratı İlahi değil asla. Serde sermaye patlaması, patronaj kazığı resmen. İlim bilim, yol yordam, usul erkân bilmezliğin densizliği. Yarınlarda mutlaka bozulacak dengesiz ortaklık. Apar topar aparma telaşı. Arsızca apartma. Pandemik oportünizm...

Bu baş belası emeğin fıtratı, sanki işsizler ordusu fotoğrafını daha da genişletecek. Ve sanki işsizler ordusu başta emeğe ihaneti, emeğin fıtratını yenecek. On yıllarca desteklenmiş fırkalar belki geç farkına varacak. Felaketten fırsat değişirim neymiş bir güzel görecekler. Görülecek…

Derviş sözü, derviş selamı; Hu…

EMEK DÜNYASI, EKMEK KAVGASI...

Emek en yüce değer. Ekmek ise en yüce nimet. Ne hikmetse önce ekmekler bozulur, sonra mükemmel kurgulanmış dünya. Ama şu bozuk düzende ekmek kavgası ölene dek sürer. Beden ve beyin gücüyle...

Sürgit değişen zamanla ekmek kavgası vermek için başlanılan çalışma süreci emekçileri bilinçli bireylere dönüştürür. Amaçlar çoğalır ve amaçlananlara ulaşmak için girişilen kavgalar da çeşitlenir. Doğal yaşamlarında ve toplumsal çerçevede kendisini değiştiren emeğin verimliliği arttıkça, sosyal yapı içindeki yeri de değerlenir. Teknolojik ve bilimsel gelişimlerle desteklenince de emek önemli bir ayrıcalık kazanır. İşte o emek ayrıcalığını ve emeğin önemsendiğini hisseden sermaye, bol “hareketli bir çelişki” içine düşer. Evvela emeğin en alt düzeyde alımını koşullar. Yani verilen ücret asla harcanan emeğin karşılığı olmaz. Gittikçe ucuz emek cennetlerine döner yeryüzü…

Dört bir taraf ucuz emek cennetiyken bile, sermaye emeğin örgütlenmesini yasal veya illegal her türlü enstrümanları kullanarak engeller…

Bu vahşi kapitalist sistemlerde, emek daima düşük ücretler karşılığında artı değer üretmek zorunda bırakılır. Yani emekçi, emeği karşılığında ödenen değerin üzerinde çok üzerinde üretmek zorundadır. Kapitalist sınıfın karşılığını ödemeksizin sahip olduğu bu ek değer ve üretim fazlası haksız zenginleşmenin kaynağıdır. Bu haksız zenginleşme, emeğin özgürleşmesini hep geri bırakır. Yani burjuvazi durmaksızın zenginleşirken, emekçi sınıf gittikçe fakirleşir. Kapitalizmin, kapitalist birikimin mutlak ve genel yasası budur; yaygın yoksulluk…

İşte emek ile sermaye arasındaki bir türlü çözülemeyen temel çelişki aslında budur...

Yani, üretim araçları ve toplumsal zenginlik belli bir sınıfın, tamamen kapitalist sınıfın hâkimiyetine geçer. Geniş yığınlar ise temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz konuma düşer. İşte bu düşkünlük, emeği düşkünler tabakası halinde yedek sanayi emrine sunar. Bu kapitalize etme hali, kolektif yapılanmayı da epey geciktirir. Emekçi sınıf iş derdinden, aş derdinden başını kaldırıp bir türlü hareketlenemez. Gittikçe durağanlaşır. Ve böylece statükocu düzende hep egemen sınıfın dediği olur. Zaten kapitalizmin yükü daima emekçi sınıfın sırtındadır…
Kapitalist sınıf bu arada sağ siyaseti saldırganlaştırarak, demokratik sola, alternatif sol ihtimallere yönelişleri, anlık ilgileri dahi şiddetli tepkilerle yıldırır. Özellikle sosyalist ütopya ve proleterya pratiklerini daha yayılma aşamasında çökertir. Tüm bu kirli işler siyaset mezarlığında yer alacaklar ve tarihin çöplüğünde çürümeye bırakılacaklara ihale edilir. Sonuç incelikli istismar, aşırı sömürme ve tahakküm…

Yani aslında sorun başlı başına, tek başına kapitalizmdir. İstenen ise mevcut toplumsal düzenin olduğu gibi devamıdır. Sömürü, daha fazla sömürüdür. Emperyal yayılmacılıktır…

Sınırsız sömürüye uyananlar, kapitalizme ve emperyalizme karşı çıkanlar ile toplumsal değişimi öncüleyecek kolektif eylemler bu yüzden hep kötülenir. Kapitalist sınıf için üst düzey refah üretmenin dışındaki, her türlü özgürlük arayışları ve özgürlükçü model sempatizanları hayatta kalmak veya kalmamak arasında acımasızca cezalandırılır. Kitlesel kurtuluş hamleleri militarist güçlerle bastırılır. Oligarşinin yetmezliğinde, en zorda kalındığında ise faşizme geçişlerle, olası sosyal patlamalar geçiştirilir. Toplumsal gelişmenin dinamikleri ile çıkarlar doğrultusunda oynanır. Hep aynı oyun tezgâhlanır.

Ancak gün olur oyunlar bozulur. Emekçi sınıfın, sömürüsüz alternatif toplum yaratılması ideali asla bitmez. Hatta çokuluslu sermaye ve yerli işbirlikçilerinin her türlü cazip taktiklerine rağmen. Hiç aldanmadan yola devam edilir. Ona buna kanmadan mevcuttan tamamen farklı bir sistem için mücadele. Yeni bir toplumsal düzen kurulması için verilen emekler bitmedi, bitmez. Demokratik dinamik, alternatif bir model ve sol sosyalist bir toplum kurgusu için doğru ve doğurgan olasılıklar beliriyor. Ve gün gelecek gerçekten devrimci yola girilecek. Emek dünyası ekmek kavgası derken hayaller gerçekleşecek. Her şey mümkün olacak.

Akıl, bilim, teknoloji, özgürlük, kapasite kullanımı, yapay zekâ ve dijital devrim ile…

Tek yol devrim…



VİVA B1R MAYIS, CORON-Vİ FASCİST…

B1r Mayıs emek günü, emekçilerin günü. İşçi bayramı. B1r Mayıs “İşçinin emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların bayramı…” B1r Mayıs yurtseverliğin tepe noktası. Vatanseverliğin zirvesi. Bu kez zirveyi Coronavirüs kaptı. Pik yaptı. Memleket yasaklı. Millet yasaklı. İşçiler yasaklı. Sokağa çıkış yasak. Yani Covid-19 yüzünden 1 Mayıs yasak. Bu kez proletarya değil, pandemi kazandı. Oligarşi kazançlı çıktı...
Bu B1r Mayıs’ta oligarşik düzenin fırsat beslediği hiddet ve şiddet galip gelemeyecek. Şu fakir memlekette, en kanlısını ve kavgalısını sahneye koyanlar kimler ise bu kez mesai yok. İşbirlikçi planlar, pompa bahaneler ve kolpa programlar da iptal…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist…
Dünyada da karnaval yok. Korona var. Sembol meydanlar kapalı. Taksim de. Kolluk güçleri ile demir barikatlar izinli. Ya da başka işlere görevli. Yani bu kez önceden hazırlanan tüm senaryolar çöp. Hayaller tutmadı. Balkonlar da ele geçirilemez ya...
On küsur yılların resmi iradesine karşı duranlara Allah yarattı demeyip, girişilen meydan savaşları da yok. Korona var. Kaypakça kamuoyuna şırıngalanan, sol düşmanlığı ve 1 Mayıs karşıtlığı martavalı seneye kaldı. Başka aşı peşinde dünya. Virüsten koruyacak şırınga derdinde. Yani hevesle beklenen, hazırlanılan tüm egelleme taktikleri hiç oldu. Korona kapitalizme geri saydırdı.
Oysa şu garip memlekette, B1r Mayıs’lar da istenen daima kargaşa. Organize edilen hep kaos. Arzulanan bitmeyen kavga. Kan ve gözyaşı. Tıpkı Dünyanın neresinde olursa olsun, en merkezinde dahi her dejenere yönetimin, uygulamaktan çekinmediği usul ve yöntem. Benzer oligarşik kumpas, kaotik manzara. Nasılsa seçilmiş veya atanmışlara çantacı imkan; Vatan hainleri ve düzene isyan feveranı. En az üç beş ay götürürdü, yazık...
Coronavirüs diğer krizler gibi hem teğet geçmedi, hem de doğru durum tespitleri yapıldığında dibe çakılmışlığı, resmen güncelledi. Garip guraba gündelikçi, yevmiyeci, haftalıkçı, mevsimlikçi, maaşlı, ücretli, emek ve alın terine ihaneti ve işveren işgüzarlığını bir kez daha ve en babasını gördü.
Emperyalizm ve tekelci burjuvazinin, işçi sınıfının ve emeğin üzerinde kurduğu sınırsız sömürü sisteminin diğer yüzünü de gördü. Beyaz yakalısı, mavi yakalısı, karşı yakalısı, beyaz önlüklüsü, kırmızı iş üniformalısı, yeşil işçi tulumlusu, metal şalteri açanlar, elektronik düğmeyi kapatanlar, alın terinin kurumadan ederinin ödenmesi gerekliliğine tapanlar ve nicesi fırsat bu fırsat anında kapı dışarı. Kölelik devrinden beter devrin memleketin dört bir yanına, işyerlerine, atölyelere, fabrikalara, kombinalara, tarlalara, bağlara, bostanlara yayıldığın da görmediklerini de görecek…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist. B1r Mayıs, Kutlu olsun...
Her halükarda her şey tek şey, ekmek için. İnsanca yaşamak ve onurlu kalmak için. Çoluk çocuğun geleceği için. Memleket için…
Memleketi çepeçevre saran, etrafı kuşatan Koronavirüs, ak , zehir zemberek bütün bulutların dağılabileceğini ve büyük yalnızlığın yenilebileceğini de gösterdi…
Bu Coronavirüs yüzyıl başı imparatorluklardan bu güne olduğu gibi, faşist diktatörlüklerin ve yasakçı cumhuriyetlerin hak aranmasına ve halkların demokrasi arayışlarına anında sert tedbir, baskı, zulüm, maddi manevi işkence uyguladığını gösterdi.  Her koşulda, en ağır koşullarda dahi ciddi hak gasplarına devamı, deva arayanlara ayarlanan cehalet ve şiddeti, faşizan yaptırımlar ve dinsel temelli idare hevesinin tepe yaptığını da gösterdi…
Gösterdi göstermesine de inatla gören yok. Bakan çok. Anlayan az…
Hele ki bu coronavi-covid 19, yıl 2019’dan sallamaya başladı dünyayı. Sırasıyla kapitalizmin çıkmazlarını, emperyal istilacıların yediği herzeleri, tıbbi ve bilimsel eksikliği, endüstriyel ve sınai geriliği, doğaya düşmanlığı, ekonomik darboğazı, emeğe zulmü ve vahşi kapitalizmin acımasız sömürüsünü dikkatlere sundu. Kısa sürede iktidar erkini kullanma rahatlığı ve işbirlikçi tutumla ehli keyif yaşam sürülemeyeceğine dikkat çekti. Böyle olmayacağını da kanıtladı. Alternatifleri yok saymanın, karalamanın işi zorlaştıracağını vurguladı. Özellikle işçiden, emekten yana tavır ve dik duruşları ezmeye çalışmakla, bariz ve galiz saldırılarla mevcut iktidarların yol alamayacağını açıkça belli etti.
Peki, belleğe kazınan ne? Hiç. Bu kadar hiçlikte Coronavirüs korkusu elbette dağları bekler. Bir hiç uğruna…
Yine de B1r Mayıs’ta tek yürek tek yumruk. Ve B1r gün mutlaka, B1r Mayıs baharı getirecek umuduyla…
Viva B1r Mayıs, Coronavirüs fascist. Faşist Covid-19…

Hiç yorum yok: