GÖZÜN GÖR DEDİĞİ...
Gözün gör dediğini görmek değil, görmek.
Görmek demek, durmadan gerilemeden yükselmek demek. Yükselmenin yüksekliğini
görmek. En yükseği arzulamak. Ve anlamak, göğün hududu yoktur. İşte emanet hayat
parolası budur. Ereği gereği emanete hıyanet etmeden daima ilerlemek ve
yükselmek. Tükenmez umutla. Ve mutlu yarınları görmek…
Seyreyle gözüm değil görmek. Görmek çok
farklı bir kavram. Derin. Derin mana. Hayatın içindeki en hassas konu. Herkes
göremez; "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim
fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir…"
Asıl mesele yeterli saymayıp, yakın uzak
geleceği görmek. Ebediyen kapatılamaz bir çift mavi bakışın gördüklerinden ders
çıkartarak. Memleket ve millet uğruna çekincesiz cihanı yakan üstün görme
kabiliyetiyle. Devrimci bir ruhla, dünyadaki ulusal bağımsızlık mücadelelerinin
görüp göreceği ilk eşsiz dehasının izinde. Nedense görmezden gelen inkârcılara
ve kindarlara inat. İnadına inciğine cinciğine görmek…
Görülen ve gösterilen gaye tek. Körgözlerin
bile gördüğü "Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir
şey değildir" İşte yalnız o gaye. Memleketin ve milletin tamamen gelişmesine
geliştirilmesine, değişmesine değiştirilmesine dönük tarihsel yolculuk. Özü
gözü, ortak benliğin oluşmasına ilk adım. Halkla birlikte kurulan özel ve
özgün, modern kurgunun gelen nesillere aktarılması.
İşte o yüzden akıl almaz boyutta
incelikli ve dikkate değer her gelişimi, gelişmeyi ilelebet görmek gerek. İnanmak
gerek. Sevmek bir yana saymak gerek. Sadece saygı için bile, Kutsal Bellek
tarafından uzatılan elin nasıl sıkıca tutulduğuna iyice bakmak gerek. Sonra nasıl
el ele olup, görgüyü bilgiyi nasıl yükseltmişler anlamak gerek. Yüksekliğin
sınırı da olmadığından, bu gün dahi nutku tutturan hedefe kilitlenmeyi sınırsız
öğrenmek gerek. Öğrendikçe daha da görmek ve direnmek…
Her nasılsa öyle, kayıtlanmış tarihe. Kanıtlanmış.
Tarihin en karanlık döneminde, en yüksek antiemperyalist performansla, var olan
bütün gücü ve kuvveti harcayarak, bozuk para gibi harcanmak istenen bir
memleketi kurtarmak nasıl olmuş, nasıl olurmuş görmek gerek. Millete minnet
borcuyla.
Gerçekten, gözün gör dediğini görmek gerçekleri
görmek değil ama bile bile, arsızca tarihsel gerçekliği görmezden gelmemek
gerek. Yüksek perdeden o üstün yetenekli, özel yaratılmış, özgün ve özgürlük
sevdalısı harikulade insanların harcanmaya çalışılmasını da. Son on yıllarda bu
yüksek gerilimli çarpılma, nasıl bir görgüsüzlük ve görmemek ayıbı. Ayıp ve de günah.
Daha acısı doğrusu buymuşçasına hiç kimse kafa yormuyor. Yalan dolan, yorum
üstüne yorum. Habis mantık ürünü maskaralık...
Elbette bu kasıtlı dönemler de geçer. Pek
kolay olmasa da kasvet atlatılır. O zaman görülür gerçeğin içyüzü. Geçimsiz çözümsüz
bakan gözlerdeki endişe, tesadüfen de olsa görülür. Biriktirilen kindarlığın
rahatsız etmiyor görülen zararlı etkileri de. Ama mesele nasıl can
verileceğidir. Kolayca veya zor. "Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem
olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim…"
Kimseler kamplaşmasın her kampana
çalınca. Her ezanla. Nasılsa yeter derecede aynıyız. Eza, ceza, cefa herkese. Aynada
gördüğüne sövmemek için her şey. Biz birbirimizi çok iyi biliriz babında
sürgün. Aynada saklanan yüze gözün gör dediğini görme faslı. Saklanmanın,
sıkışınca sözler ardına saklanmanın aynada yansısına kapılmamak için bütün
çaba. Tekrar tekrar anımsatma; "Benim Türk milletine, Türk cemiyetine,
Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz onları tamamlayacaksınız. Sizden
sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz…"
Tekraren, binlerce kez tekrar tek cümle;
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır"
Yenide, yeniden payitahtın kurulacağı
beklentisi ve özlemi içindekilere serbestlik. Göstermelik sere serpe
serdengeçtilik. Yazın etkisi üzerlerinde ama mevsim karakış. Gözün gör dediği zemane
ise zemheri…
AKSIRIK TIKSIRIK, ÖKSÜRÜK, EKSİTUS...
Aksırık tıksırık yani hapşırmak
bulaşıcı. Öksürük de bulaşıdan sayılabilir. Öyle ki hapşıranı gören, duyan
hemen herkes hapşırma hissiyle dolar. Ve irade dışı hapşırır...
Çünkü hapşırma virüssel uyarılma ile
ağız ve burundan gürültülü soluk boşaltılması, kuvvetli nefes verme ve
içerdekini dışarıya atma, etrafa yaymadır. Yani gıcıksal kasılmayı bir şekilde
çevreye geçirmedir.
Şimdilerde çok çekinilse bile aksırık ve
tıksırığın nedeni pek bilinmez. Çok yaşa babında, sağlıklı yaşa dilekleriyle
geçiştirilir. Aslı hapşırık insandaki sistemin mükemmel işleyişinin
dışavurumudur. Yani aksırık, öksürük ve tıksırık diyerek hiç de hafife
alınmayacak reaksiyonlardır.
Virüs, hangi virüs, mikrop,
mikroorganizma veya bakteri olursa olsun vücutta belli bir doygunluğa
eriştiğinde barınma ve yaşama güçlüğüne düşer. Zorluk çeker. Tek çare
yayılabileceği başka vücutlar edinebilmektir. Çünkü çoğalmak ve yok etmek için
kodlanmışlardır. Ve bulaşı yoluyla geçiş sağlamalıdırlar.
O yüzden virüs, mevcutlu olduğu vücudun
işleyişini en temel mekanizmalarını bozacak salgılar üretir. Salgılarla
yıpratır. Hapşırmayı güdüler. Aksırık, öksürük, tıksırık hissi yaratarak bu
etkilenmeyi kendini fırlatma rampasına dönüştürür. İnsanı füze rampası olarak
kullanır. Yani hapşırmak bir anlamda virüs fırlatma rampasıdır. Asrın topunu
patlatma halidir. Virüsün içten dışarı çıkma, daha da uzaklara gidebilme
vizesidir. Pasaportudur. Bulaşı vesilesidir. İnsanın ve insanların gizliden
gizliye kullanılma aracıdır...
Kullanılma anılma hali eğitimsizlikle buluştuğunda
ise daha feci bulaşı sonuçları olur. Virüsün tipi ve özelliğine bağlı olarak
dünyayı yerli yerinden oynatır. Oyuna gelmez, getirir buluşmalarla istilasını
sürdürür...
Aksırık, öksürük ve tıksırık virüsün
tırısa geçmesine temel nedendir. Bu şekilde bulaşı sınıf atlar. Virüssel ve
sınıfsal nedenlerle dünya kuyrukta iken, sosyal alanlar fiziksel mesafe yorgunu
iken, aşırı dikkat gerekir. Hele herkes kuyruklarda para almak veya ödemek için
dahi sıralanmışken.
Bu sırada bekleyiş modunda sıradanlaşan,
bu biçim sıkışıklık düzeneğinin ne kadar süreceği de belirsiz. Bu belirsizlikte
virüs de bekleyişte...
İşte bu bekleyiş döneminde hapşırmak ve
hapşırıklardan sakınmak çok önemli. Pandemiyi yavaşlatacak olan işte bu
sakınım. Çünkü her hapşırmayla, aksırma tıksırmayla ve öksürükle virüssel
çoğunluk anında kamp değiştirir. Direkt temas sağlayabilir. Başka taşıyıcılar
edinebilir. Hemen sağlamasa da bir süre havaya tutunabilir. Sonrasında işini
görebilir...
İşte bu tutuk anlarda bir süre nefes
tutmak bile bir önlem. Geçici de olsa doğru. Ancak artçı hapşırıklarla bu önlem
de işe yaramayabilir. O zaman pürdikkat kesilerek direnmek gerekir...
Çünkü virüs hapşırığa maruz kalan
vücutların parçası olma derdinde. Bir şekilde vücudun bir parçası olduğunda da
hızla çoğalma. Ve istila...
Virüs çoğaldıkça, işgal sürdükçe bünye,
fünyesi çekilmiş bomba haline gelir. Ve aksırık, öksürük pıksırıklar öncesinde
virüs katsayısı en ileri seviyeye yükselir. Anlık esneme sonrası peşpeşe
patlayan hapşırıklarla akıl şaşırtan versiyonlara da hazırlanılır. Herşeye
katlanmak zorunda kalınır. Artık taşınan hangi virüs ve hastalık varsa yeni
vücutlara geçer. Doğal enfektasyon.
Bu rada enfektif dedektifliğe de hiç
gerek yok. Diğer bulaşı ve etkileşimlerin yanı sıra enfekte olmanın ilk
enfektan hali aksırık, tıksırık ve öksürmelerdir. Virüsün organizmaya kabul
anı, virüssel rezervasyon bu anlardır.
Nihayetinde aksırık,
tıksırık öksürük yollu bedavaya virüsland tatili. Eksik önlemler ve yetersiz
tedavi yüzünden de eksitus...
VİRÜS DAYILANMASI...
Ötesi berisi, ilerisi gerisi şirinler dünyasında, koyunlar aleminde virüs
ayılanması. Tabansız ayı dayılanması. Korona destekli pandemi ayıklanması. Ve
eli kulağında toplumsal ayaklanmalar, sosyal patlamalar, siyasal kargaşalar.
Sırasıyla kapıda...
Düz ayılar aleminde, tabansız ayı tabanlarını yaladığı kış uykusundan
uyandığı anda umumi tarzı aşikare uyandırana bereket. Sonra ucu bucağı, sanı
sancağı felakete açık fütürsuz hareket. Filan feşmekan sapağında bal teknesine
ihanet. Ayakta uyumak marifetiyle karacehalet...
Bundan ileriye salt icabet. Çünkü aymazca yaşananların ve dahi
yaşanacakların telafisi yok. Hatta kefaret...
Artık ilavesi ifadesi, ihalesi izolesi yakın çekim çekilenler. Görülüp
bilinenler. Aylık bilançoda zarar ziyan hanesine yazılanlar. Sır ölümler. Sırlı
hastalıktan ölümler. Sıradanlaşan hastalıktan hayatını kaybedenler...
Pandemi öyle bir yuvarlandı ki anlık tereddüt, kısıtlı müddet bocalama,
tabansız ayıyı kibre sardı. Kalibresi ibretlik meydana saldı. İbadet adetli
tabansız ayıcık, kibrit alevi aklıyla hiç hakkı olmayana oyalandı. Kaş yapayım
derken göz çıkardı. Gözden ırak bal evine sızdı. Kaskatı yüreği hiç sızlamadı.
Yarım akılla hiç tınmadı. Karantinayı kayda değer kılmadı. Mermer zeminde moloz
delirten davaya dalandı. Delibaldan yaladı. Yalakaca yalağa yamandı. Yaman
çelişki. İşareti işten değil. Karakıştan çıkma açlıkla çıbanbaş saygısızlığa
belendi. Beynamazca benlik giderdi. Giden ağam, gelen paşama rahmet, acı baldan
zehirlendi. Bir zahmet bundan sonrası uykuları kaçıran ilahi adalet olsun...
Ayılmadan evveli düpedüz asalet sektirmesi. Askıya delalet. Astarı yüzü kör
cehalet...
Tebasız tabansız ayı, yıllar yılı tavansız alemde şöhretli uyku dönemlerini
taban yalayarak geçirdi. Eksik beslendi. Yalandan euzübesmele ile bilendi. Hiç
lüzumsuz kirlendi. Hem de eninde sonunda sorgulanacağını bile bile.
Utanmazlıkla zehirden zehir, baldan tatlı maceraya mecralandı. Eceline susadığı
açık, tanrıçalara heveslendi. Ebedi düşmanlık bildirisini mühürledi. Burnu kaf
dağında, kofti zalimken kafiruna kafeslendi...
Ötesi berisi belli, ilerisi gerisi meçhul, tabansız ayı fiyakalı
işgüzarlığını gevşeyerek sürdürdü. Mevsimler boyu taban yalamanın
tabansızlığıyla, tabiatın kanunlarını hiçe saydı. Bal peteğini patiledi.
Pandemiyi fırsat bildi. Ayıldı bayıldı, ayılandı dayılandı. Dahası tabansız ayı
kılığında ekabir tayfasından farzedilen çakma tayflı köryılandı...
Ve saatli bomba patladı. Virüs tabansızı savaş zamanı gelip çattığında, pat
diye karşılaşacağı, karşılaştığında apışıp kalacağı kara belaya bulaştı...
Tabansız, yedi katlı dünya alem bir olsa, asla aklanamaz bir ayılık yaptı.
Çok ayıp kaçtı. Ayıp, kayıp, sayıp düşünmedi ve bal şeker günler görüş
mesafesinden çok uzağa kaydı. Artık göz teması civarında beter ölümlü dünya.
Körkaranlığa bulaşma. Boz bulaşı...
Arsızlığın dikalası virüs istilası, jet hızı yayılmayla zirvede. Küresel
dünya gayet net battı. Griden karanlığa farklı tonlara bulandı. Neyin masal
neyin yasal, neyin kaçak neyin yasak olduğu ıssızlığa karıştı. Tabii ki zamanla
bilinmeyenler öğrenilecek. Vakti zamanı gelince bal tutan parmağını yalar
ruhsat tanıma hikayesi, kış uykularını kaçıracak. Yani artık günler rahat
geçmeyecek. Dünyada bundan sonra her şey değişecek...
Ve tabansız ayıgiller, kaçak bal arayışı, helal olmayan bal araklayışı
suçundan, aradan kaç bahar geçse kurtulamayacak. Yakın teması veya tebası
ile balayına, gecikmiş balayına çıkabilme takdiri bile her şeyden bir haber
sanılanların iznine tabi olacak. Kalakalmışlık halleriyle hayat donacak...
Ertelenen ve erkeklenilen kaygı duymayış, keyfiyet tavrı, tabansız ayı
dayılığı, kurşun geceler dile gelip gerçeklerle öpüşünce zaman kafadan kopacak.
Sonsuz uykuya dalmaya ramak kala, bal teknesine daldırılan yüz moraracak. Hele
moral değerleri yıkmak neymiş geç de olsa öğrenilecek, öğretilecek...
Ve nihayetinde tebasız tabansız ayı hiç yapılmaması gerekenleri yapıp
ettikten sonra kaşla göz arası tabanları yağlayıp kaçma neymiş görecek. Yerli
yersiz yalakalıkla insanlık yaşıyla aynı tabuları tapulamanın, tabanlar
yalamanın ve ihanete bel bağlamanın hesabını bir bir verecek. Kalpler kırmanın,
kırık kalpazanlığın bedelini tek tek ödeyecek. Tabansız ayı gücü de kurtuluşuna
yetmeyecek. Balayı modunda, safbal mahremiyete virüs olup bulaşmanın
boyundurunduğunda ömrünce kıvranacak. Önce aklı bulanacak. Sonra tüm bedeni
karıncalanacak. Ve virüse virüs bulaşacak...
Karınca kaderince bal köpüğüne düşmanlığın, bal küpüne düşmenin hezimeti
yaşanacak. Muhakeme cazibeli hiç bir pazarlığı kabul etmeyecek. Pazar ola,
hesaplar ters dönecek. Fatura ardıardına kesilecek. Ve kuruşu kuruşuna
ödenecek...
Öyle bir gün gelecek, kabına sığmaz bir post avcısı tabansız ayıyı,
tabanlarından ve balı kirleten küçük dilinden kurşun kalemle vuracak...
Vurgun ve ötesi akıllarda kalan ise virüs ayılanması, tabansız ayı
dayılanması ve pandemi ayıklaması olacak...
Ve en bitmez zannedildiği an beter salgın bitecek...
AYRICALIKLI KUSUR VE GEÇİCİ AYRILIK...
Ayrıcalıklı kusur, hiç kusursuzluk
tasarlamadan ileri demokrasi taslayınca asla ilerleme kaydedilemez. Ayrıntılarda
gizlenen ağır kusurlu gericilik işler. Ve meclis kaybeder...
Sözde sunulan sınırsız imkanlara göre
şekillenen yanlı pratik daima yanlışları harmanlar. Durum öyle bir hal alır ki,
nasılsa bir adım öncesi ve sonrası unutulur inancı da vaziyeti kurtaramaz.
Güvence altına alınmış tüm karakteristik özellikler ve doğal kazanımlar bir bir
yitirilir. Muazzam sanılan bağlantılar zayıflar ve kusursuzluk ayıracı da
zedelenir. Devamında devlet millet çok zarar görür. Bütün her şey inanılmaz
düşük profile kurban gider. Meclis bile...
Katı katalogda çevresel faktörler es
geçilerek, ayrıcalıklı olmanın verdiği rahatlıkla, çiğnenen temel prensipler
üzerinden sahte kusursuzluk bir süre daha devam ettirilir. Sonra talimatlarla
verimlilik hepten düşer. Böylece on yıllarca salınan hava değişir. Sağaltım
batağa saplanır. Ehveni şer emekleri mahveden yangın ve kasıtlı kazalara
davetiye çıkarılır. Başlangıçta hangi beklentiyse kazaya neden akşamdan sabaha
vazgeçilir, günü kurtarma derdine düşülür. Böylece işin maliyeti daha da artar.
Her etapta tartışmaya kapalı hacimsel travma gerçekleşir. Mecliste bile...
Meclisten dışarı başka bir ifadeyle
doğanın zorluklarının üstesinden gelmek nihai olasılıkların olması, krizlerin
halliyle mümkün iken bilinen ve kesinkes sağlam temellere oturtulamayan kusurlu
kusursuzluk, gerçeğin gerçekleşme oranını düşürür. Yükseltmez.
Yerli yersiz tansiyon yükseltilir.
Ayrıcalıklı olunduğu dayatmasıyla millet iradesiyle inatlaşma yeğlenir.
Kıtkanaat fayda sağlamak ve sebebi ne olursa olsun izole vasıtasıyla hizaya
çekme maksatlı kısır çözüm girişimleri seçilir. Ancak kullanma ve kullanılma
ölçekli iletkenlik sağlıksız gözlemlerle nöbetleşe kusuru hep başkalarında
arama gayretine dönüşür. Mecliste bile...
Paçaya bulaşan hepten sapkın fikir
bulamacıdır. Bulaşılan çengel bulmaca çözdürmeye yönelik, baskıcı iradeyle
idarede göstermelik kusursuzluk tesisi ve muhaliflerden suçlu aramaktır. Bu
damgalı demokrasi anlayışı devleti milleti yıpratır. Hele ayrıcalıklı olduğu
varsayılanlar gidişatı başka gelişmelere odaklayınca bant gerisin geri sarar.
Mecliste bile...
Bu hususi hukuksuzluk sabır ve özenle
direnenlerde yüksek gerilim yaratır. Bu millet affetmez. Yavaştan tüm
olasılıkları hesaplar ve doğal gereksinimlerinin sıfır noktasına gerilediğini
belirler. Gerilim yaratan keskinliğin ve ölümcül salgılarının hayata yön
verişini engeller. Mecliste bile...
Meclis ezikliği, ayrıcalıklı olanların
hangi hevesle sosyolojik fizyolojik etkileşim peşinde olduğu anlaşılınca biter.
Gelen gider. Tutku tutuklamaları, hayal dahi edilemeyecek şekilde meclis
meşruluğunu kaybettirir. Kısa şaşkınlık sonrası anormalleşme dalgaları kırılır.
Mecliste bile...
Sanki bugünden yarına rahatsızlıklar had
safhaya çıkacak gibi. Memlektte nesnel direnç artacak ve millet sürekli
kaybeden duygu aktarımlarından kurtulacak, tükenmişlik modundan çıkacak gibi.
Yani akıllar boşalıp dolacak. Hissiz ve yaralayıcı şiddete erişimler, daha kaos
başlar başlamaz önlenecek. Mecliste bile...
Vekaleten vakadan sonuç, ayrıcalıklı
kusur geçici bir ayrılık yarattı. Diğer taraftan ayrıcalıklı kusur bunca
aykırılıkları gündemlese de ideal yaklaşımlarla başedemez, yeniden kazanamaz
halde. Asıl düşen ayrıcalıklı kusur ve taraftarlığı. Ağı kusur bu. Değişen
dünyada ilk seçilimde meclis kusursuzlaşacak ve değerlenecek. Asıl dert o.
Bu ayrıcalıklı kusur,
yetkin kusursuzluğu asla damgalayamaz. Bu geçici bir ayrılık. Veya büyük
buluşma. Mecliste bile...
VİRÜSÜN TANRI MİSAFİRLİĞİ...
Kimilerinin tezi bu korana virüs
saldırısı, bu kovid dalgalanması
Tanrı misafirliği. Gayrimeşru müdafa. Erken normalleşme kaabiliyeti de o yüzden sanki. Hemde misli misline artarak misafirlik sürerken. Misafirliğin uzun süreceği biline biline. Herşey Tanrıya emanet...
Tanrı misafirliği. Gayrimeşru müdafa. Erken normalleşme kaabiliyeti de o yüzden sanki. Hemde misli misline artarak misafirlik sürerken. Misafirliğin uzun süreceği biline biline. Herşey Tanrıya emanet...
Yeryüzü cennetinde hile hurda meskenini
işe öyle geldiği için, baştan sona Tanrı misafiri sayılanlara açmak, ruhsuz ve
seviyesiz ikramlarda bulunmak insanlığın kaldıramayacağı boyutta. İnsanlığa
sığmayacak bir yararlanma ve kullanma sıradanlığı açıkça ruhu şeytana satmak.
Sonrası basit misyoner aşkı emsalsizliği..
Zamanla bu sahte aşkla göstermelik
ibadete yönelme. Dinlere sığmaz mesken tesisatçılığı. Başka türlü kurtulamayız
sırrıyla yol şaşırma. Çelişki ve çekememezlik. Dünyaya sığmaz, adamlığa
yakışmaz vaka simsarlığı...
Virüssel Tanrı misafirliğine gelince
yıldızlar yakan, güneş çevresinde dönen sınırsız sayıda tavsiyeden düşüncesizce
dönme. Taviz vizesi. Misilleme meyillenme miski amber olsa da, ambarda aç tavuk
olunduğunun anlık unutulması. Acilen meshepsiz mesken yortusu, yontulmamış
baskın tortusu. Ve pişkince miskinlikle yüzleşme. İşe yaradığı sanıldığı sürece
çiftesu verilmiş palaya boyun uzatma. Patavatsız girişimcilik...
Tanrı misafiri pozunda miskine
misafirlik ise yalancı çobana gereksiz bağış. Virüs üstü yarenlik yamanması. Bu
yaman çelişki, yalan çemberli Tanrı misafirliği epeyce sürse veya anında
kesilip sürdürülmese de başta Tanrıya sonra Tanrıya inanmayanlara bile en ağır
yük. Taşınması zor zorbalık...
Kimilerine bu virüs salgını pek hoşa
gitmez biriktirim. Veya hoş bulaşı. Oyun içinde oyun. Boş kampanya. Asıl
üzerine titrenilen değerlere çengel atmak. Tüm bu çentiklerin bir bedeli vardır
ve cezası çok ağırdır. Hesap bir gün mutlaka ödenir. Mesela şen kasaplar
çengeline et ve pıhtı gibi. Tanrı esirgesin...
Akıllara zarar meselenin özü Tanrı
misafiri babında virüs dalgasına uyanlar ve uyananlar meselesi. Gaz bulutu
hava, ihanetçi süklüm püklümlüğüyle miskince, miskal düşünmeden Tanrı
misafirliğine filizlenme firavunluğu. Uyduruk takdim ve takdirlerle tek tip
hareketlenme harareti. Tam yol cehennem azgınlığı. Kirlenmiş kibirle çapsız
saldırganlığa kulp takıp boyuna asma tenekeliği. İkiyüzlü madalyon. İki
yüzlülük. Meskensiz virüs miskinliği, mekansız sayılamayacak Tanrı misafirliği.
Safi normal hayata işkenceci darbe...
Bunca kaygan zeminde bu kaypak virüs
salgını tostoparlak bir dünya meşgalesi. Emin adımlarla yola düzülen bulunmaz
Hint kumaşı kervanına su molasında talan. Yalan dolan meşalesi...
Yürek yakan bu virüsçü Tanrı misafirliği
masalını, bir demir yürekli yolcu çıkar misalsiz masalsız her yerde yeniden
demler. Pandemi süresince ve sonrasında bu misafir sanılan uyuz miskin virüs
kulağının dibine şaklamayı, şoklamayı ömür boyu bekler. Çünkü boylu boyunca bu
mizacı bozuk delirişin ve boynu devrilesi Tanrı misafirliğinin hayali manzarası
şövalye ruhlu görüntü sergilemek dışında bomboş. Bu uğursuzluk uzak yakın
zamanda mutlaka açlığı susuzluğu getirecektir. Eski püskü, püsküllü hurdalar
karanlık kuytu bir derinlikte kayboluşu, derinliği boylamının hafifliğini
mutlak tadacaktır. Mutlaka kesif bir koku ve başucunda korku hissedecektir.
Öteki beriki derken dilekçeye derkenar, iki büklüm sürünme ve davetsiz
misafirlik sos verecektir.
Yani yan gelip yatma meskeninde
miskinleşmeler, Tanrı misafirliği bağlamında telkin ve teskin etmeyi eline
yüzüne bulaştıranlar eninde sonunda mutlaka kara belaya bulaşmış olacaktır...
Değişen dünya ise her
karanlık çökende asıl Tanrı misafirliğine keskinleşecektir...
PANDEMİ, KÜLTÜR VE
SANAT...
Pandemiyle birlikte her
krizde olduğu gibi bir anda herkes her şey oluverdi. Yeni meslekler doğdu neredeyse.
Ancak " Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta
Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız." Vecizi yerini
buldu. Ve bu vecize takıldı makamsal ve rakamsal kaypak girişimler...
Şimdi yarınlarda yeni
bir dünya kurulacağından dem vuruluyor. Bu kurguda kültür ve sanat yeni hayata
kavuşmanın temel adımlarıdır. "Memleket mutlaka modern, medeni ve yeni
olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır."
Hayati değerdeki her
dava kendi hayat sorgucularını eğitmeli ve bulmalıdır. Bu sorumlu kimliğe
erişim sanatla, kültürle olur. Tersi sorunlu dünya hizmetçilerini yaratır.
Kıyamet kopar. Çünkü "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri
kopmuş demektir."
Hayat damarları
kopunca, zaman çürümeye başlayınca toplumsal bellek zayıflar. Yaşam
anlamsızlaşır. An ve an çözülmeler, dağılmalar gerçekleşir. Her halukarda her
şey gereksizleşir.
İşte tam o yıkım
anlarında kültür ve sanat zorunlu gerekliliktir. Hele "Bir millet ki resim
yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği
şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur."
İlerlemeyi, hayatta var
olmayı sağlayan temel dayanak, kültüre sahip çıkmaktır. Kültürel değerleri
sanatsal zemine oturtmaktır. "Kültür zeminle orantılıdır. Zemin milletin
seviyesidir. Memleketin seviyesi de, medeniyetin seviyesi de, milletin
karakteri de kültüre yakınlığı ve sanata ulaşması ile olgunlaşır. Bu da
okulları gerekli kılar."
Yani okullar
sayesindedir kültürel hamle, sanatsal devrimler. Ekol okullarla gelişir
memleket. "Okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki milletin sanatı,
ekonomisi, şiir ve edebiyatı bütün güzellikleri ile gelişir."
Kültür ve sanat,
mutluluk vermesinin yanı sıra, yaşama kattıklarının ve kazandırdıklarının
farkına varılması ile hayat içinde politik değer kazanır. Bu politik değerleme
kültür ve sanatın güzellikleri vurgulaması ile belleklere kazınır. Hemen
peşinden ise başarmak gelir.
"Bir milletin
kültür düzeyi üç safhada, devlet, düşünce ve ekonomideki çalışma ve başarıları
ile ölçülür."
Kültür ve sanat
sanılanın ötesinde hayatı bizzat teftiş eder, hayat yolcularını tertipler.
İddialar ve itiraflar yoluyla itibar belirler...
İşte bu yüzden kültür
ve sanat birikimi, yönetenlerin asla işine gelmez. Yönetsel erk tarafından güç
birliğini ve sosyal bütünleşmeyi bozma girişimleri çeşitlendirilir.
Oysa " Uluslar
dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle yarınlara el ele güç birliği ile
yürüyecektir."
Hayata dair doğru
yürütülemeyen tüm şeylerin faturası memlekete, kültür ve sanat bağlamında
millete çıkarılır. Tutkular ve hayaller bile tutuklanır. Bilince pranga
vurulur. "Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey yüksek kültürle ve faziletle
dünya birinciliğini tutmaktır."
Pandemi yeryüzünde
tuttuğunu koparırken, dünyayı yönetenler de kültür ve sanatla organik bağları
koparıyor. Oysa kültür ve sanat tutkudur. Her şey kültür ve sanat tutkusu ile
güzelleşir...
Güzel yarınların
kurulması da...
VİRÜS DEPREMİ
Nice depremler yaşadı
şu memleket. Nice acılar. Her türlü doğal felaketi önleyeceğine inanılan
vazgeçilmez kirişler kırılınca, kolonlar taşıyamaz oldu kuleleri. Kul yapısı ne yapalım deyip geçilen, kum
yapısı paslı demir yığını demode anlayış yüzünden millet enkazların altında
kaldı. Şimdi de virüs depremi…
Beklenmedik virüs depremi
de bilgiç tavırla memleketin kirişi, taşıyıcı kolonları olan orta tabakayı
vurdu. Millet günü kurtaramadığı gibi gelecek derdine düştü…
Bu virüs illeti bilimsel
bakış açısıyla değerlendirildiğinde sonuç bellidir, sıvı dolu içi boş kiriş
statik açıdan çok tehlikelidir. Ortada dengelenmediği takdirde bir tarafa yatma
gerçekleşir. Belki akışkanlık uca doğru akarak cismi stabil tutabilir. Ama ucuz
madde kullanımıyla doğan moleküler eksiklik köklü bir ayrılmanın
gerçekleşmesini sağlar. Yani mantık dışı barınma bünyesinde, kirişlerin
vazgeçilmezliği dışlanınca afetlere davetiye çıkarılır.
Çevresel şartlara
iyimser yaklaşıldıkça da kolonların esneme payı gözden kaçırılır. Ve depolanan
negatif enerji çatlayınca, en ufak rüzgârlar tayfuna dönüşür. Kasırgalarda
kısır vasıtalar, vasat hayatın vasiliğine soyunur. Memleket ve millet bir güzel
soyulur…
Oysa her depremde,
virüs depreminde de en başta reddedilmesi gereken uydurma prensipleri harfiyen incelemek
gerekir. Resmen incelenmeye koyulmasıyla inceldiği yerden kopsun rahatlığı
bertaraf edilir. Çünkü birden bunca rahatlık bütün kirişleri kırar. Kolonları patlatır.
Gelgit gayreti ve sarf edilen enerji boşa çıkar. Pozitif enerji sıkışması
yaşanır. Başa dönülür.
Hatlar kırıldığında deniz
kumuyla dökülen kirişler dayanamaz. Kolonlar üzerine binen yükü taşıyamaz. Bina
yan yatar. Oysa uzun yılların değerlerini bir ağızda yutan sallanmadır, virüs
depreminde karşılaşılan. Kısa vadede uzun dalga. Doğal sapmadır. Öyle ki hayatlar
söner. Yas ve kıyas arasında sıkışan dünyalar tek türlü felakete sürüklenir.
Gayet basit bir kavramı,
kirişin kiriş olma özelliğini yanlış tefsir ve maksatlı dimağ ile dumura
uğratanların pek umurunda değildir yıkımlar. Onlar sadece kıyıya vuran keskin
dalgalarla iş tutan tedarikçilerdir. Ama çalıntı malzeme ve güven ziyanlı
terane virüs istilasıyla tersine işlemeye başlar. Demirbaşı kar, ritmik hareket
ve karınca kaderince bol bereket şiarıyla yarış, uğursuzluğu da bilançoya
kaydeder. Zarar ziyanı da kabartır.
Bu faydacı zihniyet
sonucu virüs depreminde kiriş bunalımı doğar, kolon desteği azalır, üretmeden
tüketim başa bela olur. Artı başa gelebilecek her türlü doğal afeti, büyük
felaketi hatta küçük kıyameti önleyeceğine inanılan kiriş merkezkaç bir çekimle
iş işler. Ve orta yerinden bel verir. Kolonlar tartamaz ortaya çıkan negatif
birikimi…
Biriken kötü enerji bir
süre dengelenir. Zamanla tüm dengeler yerle bir olur. Dengeler tam taşınca,
virüs depremi ve sonrası taşınamaz dertler deneyimlenir. Harici iletkenlerin
gücü keskinleşir. Takat ve nefes kesilir. Ve irtifa kaybı. İtibar kaybı…
Virüs depreminin asıl kaybedeni
milletin orta tabakası, umulanın zıddına kiriş kolon hikayesiyle yüzleşir. Enkaza
dönen kirişler doğası gereği merkeze inen dik hava akımıyla bozulan kolonlara
karışır. İşler daha da karışır.
Bu karmaşık havada belki
ardışık felaketler önlenemez boyuttadır ama yine de virüs depremi sırası ve sonrasına
ciddiyetle direnilmesi gerekir…
GÜRCÜ GÖÇÜ
Çarlık Rusya’sı karışınca 93 Harbi ve
Kafkas göçleri denilen göçler başlar. Müslüman veya olmayanlar ‘din elden
gider’ endişesi ve korkusuyla ana topraklarını terk ederler. Yani Gürcülerin
kimi dini, kimi para pul kurtarmak, kimi de yeni bir hayat kurmak idealiyle
Bolşevik İhtilali’ne koşut Osmanlı'ya sığınır. Yaklaşık çeyrek milyon insan
veya daha fazlası...
Büyük Gürcü göçü düzenli olmaz. Mülteci
gemileri Giresun'dan Sakarya'ya dek limanlarda boşalt boşalta seyri sefer
yapar. Ekim Devrimi ile birlikte politbüro göç etmek isteyenlere önce on gün,
peşine beş gün, sonra da saatlik süreler tanır. Hemeen ardından bütün kapılar
kapanır. Yani Bolşevikler tümden bir göç istemez…
Kalanlarla göçenler arasındaki sınır ise
Çoruh Nehri'dir. Göçen Gürcülerin çoğu Karadeniz kıyılarını vatan bilir, vatan
sayar. Zaten oralara iskan edilirler.
Çoktan çöküşe geçmiş İmparatorluğa da
asker lazımdır. Dönem cepheler dönemi, savaş dönemidir. Bu göçlerle
cephelerdeki siperler takviye edilir. Böylece kabulün ilk şartı yerine gelir.
Göçlerin ilk döneminde göçmen Gürcüler
ile yerli halk arasında çatışmalar da çıkar. Çerkesler de bu kavgaya taraf
olurlar. İlk ben geldim kavgası başlar. Baş ağrıtır. Küçük çaplı kısmi
tedbirlerle bu çarpışmaların önü kesilir. Ayrıca dil sorunu da anlaşmazlıkları
tetikler. Yeniler ve yerliler uzlaşacak ortak bir dil bilmediklerinden kızgınlıklar
ve kırgınlıklar doğar. Kavgalar büyür gelişir. Okullarda eğitim zorlukları
başlar.
Büyük Gürcü göçü Çorum'un batısı ve
doğusunda, bitmez tükenmez göç hikayeleri, sığınma be sığınmacı anıları
barındırır. Ayrılık büyük acı, özlem ana temadır.
Diğer yandan göç yılları Osmanlı için de
çok zor yıllardır. Kanun kaçakları ortada cirit atar, kolgezer. İyi niyetli
muhacirlerin yanı sıra kötü işlerde bezi olanlar da göç ettiğinden kaos artar.
Artık rahatlık kalmaz. Kumpaslı işler
çevirmek için gelenler otorite zayıflığından ilk fırsatta, her fırsatta
faydalanırlar. Her şeyi fırsata çevirirler. Deniz Korsanları da göçü devam
ettirir. Dağ Taş eşkıya dolar.
Türkler, Arabistan, Yemen Trablusgarp'ta
savaşta, Karadeniz kesimindeki yeniler ve yerliler ise azınlıkçı çetelerden ve
eskiya zulmünden korunma, ölümden kurtulma peşindedir. Tam bir keşmekeş.
İşte bu sağlı sollu bunaltıcı atmosfer
Göçerler ile göçleri reddedenleri de zamanla birliğe yöneltir ve kaynaştırır.
Özellikle 1. Dünya Savaşı başlayınca
gönüllü veya zoraki orduya katılımlar, savaştaki yararlılıklar, paylaşımcılığı
ve paydaş olmayı pekiştirir. Peşine İstiklal Harbi ise bir başka davadır.
Karadeniz boyu ve tüm Anadolu'da hangi
kökenden olursa olsun şehitsiz aile kalmaz. Ve başka söze de gerek kalmaz.
Seferberlik dönemlerinde birbiriyle maddi manevi dayanışma içine girmeyen
yoktur. Ve ortak insani değerler de buluşmayan bir Allah kulu kalmaz.
Sonuç olarak Gürcüler bir savaşla göçüp
vatanlarından olmuşlar, başka bir savaş rüzgarına tutulup vatan kazanmışlardır.
Yani Kurtuluş Savaşı ile birlikte muhacirlikten kurtulup, kurulan yeni vatanın
asıl üyeleri olmuşlardır.
Yani orada burada ‘din elden gider'
denmiş ama neredeyse yüz yıldır gitmemiştir...
Gitmez de...
İNSAN VİRÜS İNSAN...
İnsan bazen çok basit
ve anlamsız şeyler yapar. İyice basitleşerek insanlıktan eden alakasız işlerin
peşine düşer. Hiç düşünmeden, tartmadan ölçmeden, kendini bilmeden resmen basitliğe
bulanır, zehirlenir. Oysa hiç de basit bir canlı-makina değildir insan...
Rakamların diliyle
vücut bulan, organların bütünlediği sistemler koalisyonudur insan. Hücresel
yapı dinamiğidir. Devlet içinde devlettir. Bedensel varlığı oldukça farklı
hücre tipleri dizayn eder. İki yüz çeşit hücre. Kendi içinde, boyut, şekil ve
işlev farklılıkları. Her biri ayrı karakterdir. Ayrı neferdir. Biyolojik
verilere göre insanı yaklaşık 40 trilyon hücre oluşturur…
Yani insan denen
mahlûk, " 30-40 trilyon canlı hücreyi barındıran, dev bir
organizmadır." Organizasyon bu kadarla da sınırlı kalmaz, bağırsaklarda 40
trilyon canlı mikroorganizma yaşar. Yani insan vücudun yarısı bakteridir.
Yarısından fazlası sudur.
Bilimsel tespitlere
göre 80 civarında organ ayaklandırır insanı. Özellikle “Beyinde yaklaşık 86
milyar sinir hücresi vardır. Bu hücreler 100 trilyonun üzerinde bağlantı içerir.
Kalbi 2-3 milyar kalp hücresi birleşerek oluşturmuştur. Kalp belki de insanın
en çok çalışan, en emekçi organıdır. Vücuda bir saatte yaklaşık 300 litre kan
pompalar..."
Diğer yandan hücreler
illaki bir organ oluşumuna katkı vermek zorunda değildir. Bazı hücreler vardır
ki vücuda özgürce hizmet ederler. Tıpkı alyuvarlar gibi, bu kırmızı kan
hücreleri 25 trilyon civarındadır ve damarlarda gezinerek akciğerlerden
aldıkları oksijeni en ücra dokulara dek taşırlar. Hayat böyle devam eder.
İnsan hücre yoğunluklu
bir sistemdir. Her hücre tipi biyolojik değerlik açısından çok önemlidir. Minikçe
bir eksiklik insanı insan olmaktan çıkarır. Sinir hücreleri ve bağışıklık
hücreleri biyolojik dengenin unsurlarıdır. Sinir sistemini 100 milyar nöron
kontrol eder. Her bir nöron ise 50-250 bin nöronla direkt bağlantılıdır. İmmün
sistem çökerse de insanın imanı gevrer.
Bu astronomik hücre
pratiğinde ince bir ayrıntı saklıdır. Hücreler insansız yaşayabilir, ancak
insan hücresiz yaşayamaz. İşte bu evrensel düzeyde yaşam ve ölüm dengesidir. Yani
hücreler de ölürler. İnsanın kendisinden fazla yaşayan hücresi mevcuttur. Ömrü
1-200 yıldan fazla olan hücreleri. Örneğin beyin hücresi 200 yıldan fazla
yaşayabilir. Diğer yandan birkaç saniye içinde insan vücudunda ömrü dolan 1
milyon hücre kaybedilir. Ölenlerin yerine yenileri imal edilir.
Demek ki; dünyasal
döngüde insan mükemmel bir uyum ve gizem örneğidir. Bu rakamsal örgü dolayısıyla
dahi, bin düşünüp bir eylem koymalıdır insan. Madem basit bir mekanizma değil,
sırf bu bilinçle asla basitleşmemelidir. Yoksa en başta kendine zarar verir ve yakından
uzağa büyük ayıp eder. Ardından etrafına damages. Buhran, bulaşı ve
zehirlenmeyle zardan ince deri tabakasının ardındaki keşfedilmeyi bekleyen
dünyalarda da kızılca kıyamet kopar. Kasların tutunduğu kemikler unufak olur. Organlar
peş peşe imha edilir. Hücreler yanar küle döner. Vücut içten dışa çamurlaşır. Ve
göğüs kafesindeki kuş, vücudu uçarak terk eder.
O yüzden durduk yere
sayılamayacak dut biçimli varoluştan, kurt böcek kemiren yok oluşa, dut yemiş
bülbül haline düşmeden doğru bir yaşam sürmelidir insan. Açık deyimle; " İnsan
olarak doğup, mikrop olarak ölmemelidir." İnsanı insan yapan mükemmel
değerlerden kopmamalıdır. Yapı taşı 30-40 trilyon hücre adına yaşamın hakkını
vermelidir.
Eğer yaşamı basite
indirgeyerek ve basitleşerek, doğanın yasaları, kaideleri ve tespitleri dışına
taşılır ise o mükemmel ahenk içeride dışarıda anında bozulur. Salt sömürme
maksatlı basitleşme, anlamsız ve anlaşılmaz ruh hali yeryüzünü yaşanmaz hale
dönüştürür. O faşizan kısır döngüde insan kirlenir ve çevresini de acımasızca
kirletir.
Korona bazlı küresel
salgında kilit nokta şu; milyonlarca yılda insan genomuna, genetik materyaline
girmiş, aktivasyon yitirişiyle insanın normal bileşenlerine dönüşmüş, amiyane
tabirle ‘içimizdeki virüslerle, dışımızdaki virüslerin’ yaşam savaşı.
Mükemmel boyutta
işlerliğe sahip, gizemli bir makine olan insan vücudu ölümüne taşıyıcı rolünde.
Yani insan ve virüs aynı tarz yaşamın canlıları. İnsanlar da virüsler gibi, virüsler
de insanlar gibi çoğalır, gelişir ve yayılır. Her iki canlı türü de yok eder,
yok ettikçe yok edecek yeni yerler arar. Yani birbirine çok benzer bir yaşamdır
sürdürülen. İnsanın da virüsün de keşfi ve tanımlanması bu nedenle çok zordur.
Zor ama bir o kadar da basit.
Ve hepten basitleşerek çok anlamsızca işler yaparlar. Haricen anlaşılmazlığı
kovalarlar. Dünyayı yaşanır olmaktan çıkarırlar. Belki yüzyılın pandemik
kapışması da sırf o yüzdendir...
PANDEMİ VE TEK ADAM REJİMİ...
Tek adam rejiminin iyi veya kötü olduğu
tartışılabilir. Ama zamanı değil deniyor pandemi var diye. Zaten pandemi
kıskacında şimdilik beklemekten başka çare de yok gibi. Yok ama durum resmen
idare ediliyor. Yani tek adamlı rejim yönetimleri tüm dünyada sarpa sardı. Cümle
alem gördü, Trampını, Borisini, Makronunu, vesairesini...
Soru, herşey tamam da tek adam doğru
adam mı? Sorusu. Çünkü virüs istilasına uğrayan dünyada, tek adam rejimlerinin
liderlerinin yaptıkları ve yapamadıkları değerlendirildiğinde hakkıyla idarenin
çok uzağında görüntüler hakim...
Benzer tek adamlı rejimlerin topunda
krizi yetersiz yönetme ve ukala tavırlılık pik seviyede. Piksel duruma tek
adamın etrafına kümelenmiş bilindik tiplerin zaafları da eklenince tam isyanlık
atmosfer. Ama en titiz muhalifliğe bile hemen kovuşturma ve kovalamaca. Bu şu
demek toplumsal yaşamda doğruyu aramak, doğruya en yakını sorgulamak suç.
Tabanlı tabansız abartılar ve yanlışlıklara rağmen gerçekleri saklama ve
söyletmeme gayreti. Öyle ki özel hayatlara düpedüz yoğunlaşma, eksik süreci
yanlışlarla doğrulama. Aslında bu doğrultu kimin hayrına belli. Besbelli ama
bakmak görmek, anlamak bilmek yasak...
Bu tek adam rejimlerine özgü bir
genelleme. Ayrıca fanatik politik çerçevede kalanlar bile pandemi vurgunuyla
birlikte tek adam rejimlerinin artık mükemmel bir model olmadığı düşüncesinde.
Ayrıca bugün sen yarın bir başkası. Kulüp tutar gibi, fikstür gereği ev
sahipliği veya misafirlik...
Bu rejim bariz üstünlük kurma çabasıyla
her gelenin şartlı ve yanlı kendi iktidarını, kendi siyasal kültürünü yansıtma
rejimi. Dönemlik, anlık ve sırasıyla tek adamlı rejim. Peki tek adam doğru adam
mı? İşte rejimin bütün pozitif yanlarını götüren negatif yan bu...
Yani tek adam rejimi iktidarı kim eline
geçirir ve hakimiyetinde tutarsa, yandaş yanaşık siyasilerle, karikatür
tiplerle basitleştirilebilecek bir yönetim mekanizması. Üstün vasıflı sadece
tek adam. Yakın çevresi ve civar kalbur üstülüğü kaldıramayacak denli ortamcı,
orta düzey, vasat. Bu yüzden rejimin antisosyal tutumlu ve sosyal yaşam
tutuklusu taraftarları genişlese de en doğru modelin tek adam rejimi görülmesi
gelip geçici.
Diğer her rejim, tam demokrasiler bile
yetersiz ve yararsız sayılsa da, böyle duygu genelleştirilmesiyle
kurtarılamayacak bir rejim tek adam rejimi. Açıkçası komünist veya faşist. Bu
yüzden nevrotik destekleme ve kabullenme de bir yere kadar.
Hal böyle olunca tek adam rejimi en
doğru, dosdoğru rejim demek, en tepeye bir tek adam, tek bir zat koyup peşine
safiyane ve mübarek güdülenmek sadece sömürenlerin elini güçlendirir. Yani
sömürü süreklilik arz eder.
Hakikatan aşkın aşırılık, güçten güç
devşirme timsali tek adamlık rejimi zamanla halkın gözünden düşer. İyi veya
kötü ötesinde timsah gözyaşları döktüren aşamaya geçilir. Hiç gereği yokken bu
tek adam rejimi en alası sayılsın diye psikolojik analiz ve sosyolojik
değerlendirmelere de hiç gerek yok. Tek Adam rejimi iyi veya kötü demenin de
gereği yok. Zamanla iyi hatta çok iyi diyenler azalmakta. Çünkü pandemi
gösterdi ki bu rejim her dokuya ulaşabilir, her katmana dokunabilir değil.
Yalancı ve yanıltıcı bir kuvvet oluşturuyor ki karşı durmak ne mümkün havası
basılıyor. O halde tek adam rejimi doğru, tek adam da en doğrusu demek
vardiyalı bir rejim.
Bu var diye buna katlanmak ve daha
doğrusunu aramamak, salt tek adam rejimi dayatması...
Pandemide en doğru rejim bu rejim değil
gerçeği tescillendi. Şimdilik başka çare yok. Pandemik ortam diye idare
ediliyor. O kadar.
Pandemi sonrasında tek adam rejimi iyi
veya kötü olduğuna bakılmaksızın mutlaka değerlendirilmeye tabi tutulabilir.
Politik tabiatın
gereği...
PANDEMİ, FINDIKTA
PANİK…
Karadeniz'de doğusundan
en batısına, fındık bahçeleri etrafına hayatlar dağılır. Yaklaşık beş yüz binin
üzerinde aile. On milyonun üzerinde nüfus. Yerlisi, gurbetçisi, mevsimlik
işçileri ile daha da fazla. Fındıklıkların bölünmesiyle birlikte, bu günden
yarına bitmez tükenmez çilenin, sayısı artan ahbapları, yarenleri, erbapları. Fındıkkabuğunda
hayatlar. Zaten on yıllardır birikmiş sorunlar dağ olmuş, pandemiyle pik
seviyesizliğinde. Bu gidişle Karadeniz’de fındıkkabuğundan gemiler de batar...
Bir kez daha
vurgulamakta fayda var. Fındık bir dağ meyvesi değil. Orman, çalılık, fundalık
ürünü hiç değil. İpekli halı gibi özen gösterilen, yıl boyu temizlenip,
bakılıp, kollanan enfes bahçelerin ürünü. Sabırlı seracı özeni gösterilen kuruyemiş
türü. Sanayi hammaddesi. O nedenle küçük veya büyük hiç fark etmez, fındık
üreticisi sahipsiz bırakılıp, yalnızlaştırılacak üretici değil.
Ancak koronavirüsten
beter sıkıntı başladı, fındıkta panik şimdiden zirvede. Çotanak nedir, fındık
çeç olduğunda tek tek nasıl toplanır bilmeyenler, harar sırtında ter
dökmeyenler, patozun hortumuna kıvamında mahsul vermeyenler, üreticilerin
sıkıntılarını anlayamazlar.
Şiir gibi resmen, orada
bir köy var uzakta, başı dumanlı, bahçeleri ıslak, geliri gideri sadece fındık
ama yarıyıl eş zamanlı hayat süren üreticiler alıp başını vaktiyle
memleketlerine gidemediler. Pandemik istilayla zamanında gidemedikleri için
yiyeceklerini ekip dikemediler. Ekin dikin yapamadılar. Fındığını ilaçlayıp,
gübreleyemediler. Mevsim hasada durdu, durgunluğun sisi çöktü gönüllere. Geçim
derdiyle karışık, pandemi…
Çoklu kanaldan her
akşam ajanslara, ajans raporlarında fındıkçılara çıkarılacak izinlere gönül
bağlandı. Tez gidin, sağlıklı kalın, işlerinize bakın diyen çıkmadı. Şu koca
evrende bir tek fındıkçılar yalnız, fındık üreticileri mağdur. Fındıkçılar
pandeminin kapkara, karmakarışık ve pusarık havasında unutuldu. Çaresiz ve gereksiz
yere kaldılar büyük şehirlerde. Gitmek nereye, kapı dışarı çıkamadılar…
Şu pandemik atmosferde
yaşananlar fındıkla direnen, fındıkkabuğundaki hayatlara bir nevi cezalandırma
oldu. Yıl boyu umut bağlanan fındık hasadı yaklaşırken, yüreklere kor ateş düştü
yine. Diğer tarım mahsullerinde olduğu gibi, fındık yerde kalacak endişesi büyüdükçe
büyüyor. Kimle toplanacak. Tabii ki anlayana...
Kendi küçük ama öyle
basit bir mesele değil fındık. Dünyada tüketiminin yüzde altmışı-yetmişi
Karadeniz’den. Rekolte beşyüz ila
sekizyüz bin ton civarında. Memlekete yıllık girdisi ekonomik karşı darbelere
rağmen iki-üç milyar doların üstünde. Söz hakkı hepten dışarı kaptırılmamış
olsa bu kazanç kat ve kat fazla…
Pandemik arsızlığı defetmeye
dönük seferberlik amenna ama köysel ve kentsel gurbetçilik yaşamına evrilmiş
Karadeniz fındıkçıları akvaryumlarda balık misali. Kavlince bir kararla, fındık
pınarı topraklara gidiş serbestisi bekliyorlar. Dönüş Allah kerim. Bilinçaltılarında
sonsuz yolculuk.
Pandemi özellikle
fındık müstahsillerinde ümit kırılması, umut kargaşası yarattı. Cümleten kuşatılmışlığa
koronavirüs de eklendi. Koskoca dünya fındıkkabuğunda saklı, çoluk çocuk fındık
çotanağı peşine düşülecek yine. Aykırı bir zaman diliminde apayrı kuşaklar
buluşacak beynelmilelce. Ama içten içe nasıl toplanacak paniği de var.
Fındık kabuğunda
yolculuklara izin çıkarmanın, eşlik etmenin izole hali belirlenecek ve karara
bağlanacak. Ancak fındık sorunsalı salt kuzeyde bir yerlerde değil, her yerde.
Kantarın topuzu tam kaçırılmadan fındıkçıların mağduriyeti giderilmeli.
Zaten fındık çok
önceden pandemiden beter vurulmuş. On yıllardır fındık bahçeleri emperyalizm kuşatmasında.
Borsası emperyal firmaların elinde. Vahşi kapitalist yaptırımlarla fiyat iki
yüroya bağlanmış. Emperyalist sömürü düzeni, alternatif ürün takası, verimli
bölgelerde ocakların kesilmesi, arazilerin yok pahasına devredilmesi ile dev
fındık kantonları oluşturma peşinde. Üstüne üstlük pandemi de eklenmiş, yani müstahsil
korkunç kıskaçta.
Pandemiyle doğan pandemik
fırsatçılığın, İtalyan tandanslı fındık tekeline daha fazla yaraması ciddi endişe.
Bu büyük tüccar ve yerli toplayıcıları yüzünden Karadeniz'de bir türlü
yükselmeyen hayat standardı koronavirüs ile dip yapacak gibi. Fındıkkabuğunda
hayatların nabzını tutamayanlar, halden bilmezler, fındıktaki bu çaresizliği ve
pandemiyle artan paniği bu kez görmeli.
Görmedikçe, görmezden
gelindikçe bu sona sürüklenildi. Pandemiyle de sonun sonuna…
DÖNÜŞÜYORUZ, DÖNÜŞMEK
ZORUNDAYIZ...
Pandemiyle hatta
koronavirüsle ilgili bilgi dağarcığımız,
nitelikli bilim insanları sayesinde, orada burada ahkam kesenler kadar
olmasa da yeterince ve azımsanmayacak
durumda gelişti. Var olsunlar. Sanki dönüşüyoruz…
Değişmek ve dönüşmek
zorunda olduğumuzun bilinciyle televizyon kanallarında gerçek uzmanları
dinleyerek ve sosyal medya sayesinde epey bilgilendik. Bilimsel verileri ve
bilgileri özümsedik. Topluca dersimize
çalıştık.
Pandeminin en başında
yaşam şekillerimiz, hiç beklemediğimiz
farklı bir yöne savruldu. Şaşırdık, üzüldük, işsiz kaldık, fakirleştik.
Ya da kimilerine tam tersi oldu, parayı şimdi kazandı. Pandemik fırsatçılık.
Biz baş döndürücü
gündem içerisinde, insanların büyük çoğunluğu hayatta kalmaya devam ediyoruz.
Yaşam şekillerimizi,
amaçlarımızı bir kenara koyduk, yeni normal denilen hayatın akışına kendimizi
kaptırmak için planlar yapmaya başladık, başlamalıyız da. Doğru tedbirlerle
gidilmesi gereken uzun bir yol olduğu aşikâr. Her açıdan bizi yoracak, yorduğu
kadar da öğretici olacak dikenli yol.
Koronavirüs veya namı
değer covid-19’ un tüm insanlığa öğrettiği, hatta gözümüze soka soka dikte
ettirdiği öğreti, dünyadaki yaşamın bizim ölçülerimize, keyfimize göre değil,
doğanın, dünyanın, evrenin hatta evrenler ötesinin gözetiminde yaşam biçimine
göre olduğudur. Göreceli olsa da genel doğru budur. Öğretinin özü, doğal
döngüyü bozmamak lazım.
Bu doğrultuda insanlık,
dünya üzerindeki yaşamında sınıfta kalmıştır. Dünyadaki doğal döngü, eğitim
sistemimizi sil baştan değiştirip, yeni müfredatın geçerli olacağı bir
uygulamaya geçmemiz gerektiğini bizi döverek anlatmaya çalışmaktadır.
Karar verici güç el
değiştirmiş, doğanın sabrı sınırlarını aşmış, sopasını eline almıştır...
Hiç bir dönüşüm sessiz
ve sakin olamayacağından, yeni sisteme geçişte oldukça sarsıcı olacaktır,
olmaktadır. Daha yolun çok başındayız, ağır ağır idrak aşamasındayız. Konuya
hakkınca hâkim olmalıyız ki ikinci aşamaya geçebilelim.
Bütün dünyanın
neredeyse yaşam şalterleri aynı anda indirilmiş, yine aynı anda düğmelere
basılmış, temkinli ve yavaş yavaş yaşamın gerekleri tekrar yerine getirilmek
için çalışmalara başlanmıştır. Yani yeni normal düzenin daha çok başındayız,
günler ilerledikçe bizden istenen güzel hareketler olacak mı? Bunu da zaman
gösterecek…
Bilinen tek gerçek şu
ki, pandemi sonrası yeni düzene ayak uyduranlar ayakta kalacak, uyum
sağlayamayanlar ise dünya üzerinde silik ve sömürülmek üzere yeni sahiplerini
bekleyeceklerdir…
Daha öncesinde dünyanın
ve insanoğlunun yaşadığı pandemilerden ders çıkarmayıp, yenileri için çalışılmadığından,
aşı ve ilaç bulan ve bedelini ödeyip ulaşabilen ülkeler kahraman oldukları gibi
zengin de olacaklardır.
Aşı ve ilaç üretimi
yapan, var olan sağlık kuruluşunu kapatan ülkemiz umalım ki sınıfta kalan
ülkelerin yanında yer almasın…
Sınıfı geçmek için
derslerden birinci ders; Ülke yöneticilerinin akılcı ve bilimsel eğitime
gerekli önemi göstermesi, teknolojiyi en yakından hatta bir adım ileriden takip
edebilecek eğitim ve öğretim sistemini kurmaları gerekmektedir.
Ülkemiz gündeminden hiç
düşmeyen bilim dışı, ahlak dışı, din dışı ama dini dayanak göstererek
konuşmalar, yayınlar kısacası yapılanların tamamı, artık tarihin karanlık
sayfalarında bir daha hiç açılmamak üzere yerini almalıdır.
Eğitim sistemimiz
tekrar gözden geçirilip, olması gerektiği gibi çağdaş düzeyde düzenlenmelidir.
Yeni normalimizin sadece eldiven, maske ve fiziki mesafeden ibaret olduğu
anlaşılmasın.
Dönüşmek zorunda
olduğumuz bir gerçek, dönüşümün özü ise eğitim ve ekonomidir. yani bilim ve
üretimdir...
Dersimizi iyi çalışmalıyız.
Çalışmalıyız ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder