30 Ekim 2019 Çarşamba

EKİM-SON

CUMHURİYET...
 
Küllerinden doğdu bu devlet. Bu millet yokluk, yoksulluk ve cahillik sarmalından Cumhuriyet ile kurtuldu. Kör karanlıktan kurtuluşa yolculuk cumhurun ve cumhurun gerçek reisinin yarınlara emanet eseriydi…
 
Ya da "Ya istiklal ya ölüm..." ile başlayan keskin iradenin ve ilahi iradeye teslimiyetin sonucuydu mutlu son. Emperyalizmin oyuncağı, büyük sermayenin uşağı olmak yerine tam bağımsızlığı yeğlemenin, zoru seçişin çılgınlığıydı.
 
Yüzyılların en çalkantılı döneminde, tarihin peş peşe trajediler hazırladığı kanlı çıkmazda, kara dalgaların kıyıya hasta adam attığı bir zamanda, Milleti memleketi uçurumun kıyısından çekip alan, cumhura tarih yazdıran ve tarih yazan Cumhur Reisi'ne helal olsun. Ondan sonrakilerin topu ise şanlı cumhuriyete kurban olsun…
 
 
Cumhuriyet bugün içeride dışarıda, ilerisini gerisini hiç düşünmeyenler ve çağa arkasını dönenler tarafından çağ dışına itiliyor ama şimdilerin en babayiğidinin dahi afallayacağı bir açmazda, yurtsever mavi gözlü bir dev çıktı, çağın yangınını durdurdu. Tüm oyunları bir bir bozdu. Tüm hesapları alt üst etti. İç dış tüm düşmanları bozguna uğrattı.
 
Saltanat hilafet tekliflerini elinin tersiyle itti ve yönetim modeli cumhuriyet dedi…
 
Doksan altı yıl öncesi zor koşullarda, gök mavi özgürlük anlayışı çerçevesinde Cumhuriyeti kurma niyetindekilere ve kuranlara selam olsun. Özgür düşünce, özgün tavırlı kurucu Cumhurbaşkanına helal olsun. Kurgusunda,; asla gizli bir anlaşma, yabancılaşma olmayan cumhuriyete ve özünde tiranlaşma, sloganlaşma, karikatürleşme, dayılanma, kanma ve kandırmaca olmayan reisine helal olsun.
 
Şu koca dünyada küllerinden doğan tek bir memleket, cumhuriyeti destekleyen tek bir millet ve cumhuriyet kuran bir tek adam var. İşte bu kutlu gerçekliği unutmanın, unutturmanın diyeti ağır olur. Asıl diyeti Cumhur öder. Memleket öder. Zorluklarla elde edilmiş ne varsa elden gider. Gizlice yıkım menziline kitlenip başka yol tanımazlık ve tanrılaştırmalar devleti, memleketi, milleti, aşağı çeker.
 
Tarihle sabit bir gerçekliktir; ayrıca onlarca devlet kurmakla koltukları kabaran bu millet, bu ezik coğrafyanın alt kültüründe ‘önce niyet sonra diyet' inancının ağırlıklı yer tuttuğunu bilir. Niyet, illiyet, zilliyet, milliyet temelinde yaklaşık yüz yıl öncesi diz çöktürülmek istendiğinde verdiği savaşı yine verir.
 
Ancak bu milletin emperyalist ablukadan nasıl ve kimlerin sayesinde kurtulduğunu unutmaması şart. O olağanüstü zor şartlarda ne bedeller ödendiğini de. Ne diyetler verildiğini de. Kutsal değerler ölçüsünde…
Diğer yandan durduk yere yersiz hırslara kapılmak, niyet bozmak, ağır diyetlere katlanmak, çağdaş uygarlığın gerisinde kalmak, Cumhuriyeti bitirmek demektir.
 
Eğer böyleyse memlekette dengeler daha da alt üst edilmek isteniyorsa niyet, diyet sarmalından kopuşla boşlukta oluşan otorite, demokrasi ve cumhuriyet mekanizmasını körler…
 
Daima en zor koşullarda stratejik lokomotif olma özelliğini kaybetmeyen millet, cumhuriyete aykırı tüm tasarımlara karşı koyar. Her fırsatta karşı duracak, direnç gösterecek öncülerini de filizlendirir.
 
Evrensel normlarda cumhuriyeti varoluş, milat sayar…




NE ABD, NE RUSYA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi verilen Kurtuluş Savaşı'na en olumsuz ve düşmanca tavrı ABD göstermiştir. Başkan Wilson Kurtuluş Savaşı'nın başladığı ilk günlerde; “ Türkler haritadan silinmelidir” diyerek Avrupalı emperyalist ülkelere yol açmıştır, yol vermiştir…
Bu doğrultuda ABD'nin uzun yıllar öncesinde kurduğu misyonerlik kurumları, okullar hastaneler, yetimhaneler, şüphe uyandırmaz biçimde propaganda merkezi olarak kullanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın Anadolu'da yarattığı devrimci hava bu şekilde kırılmaya çalışılmıştır.

Açıkça hissettirmesi de genel arzu; “Avrupa'dan süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden de bir daha dönmemek üzere silinip gitmesi başlıca dileğimizdir” şeklinde yansıtılmıştır. Böylece İşgalci cephelere güç ve destek katılmıştır.

Yani ABD daha o yıllarda emperyalist emeller beslediği Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na karşı düşmanca bir tavrı koyulaştırmıştır. öteden beri Türkiye'nin tam bağımsızlığına kavuşmasını kesinlikle kabullenememiştir. Emperyalist emirlerini açıkça dile getirmiştir.

ABD; “ Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarının geliştirilmesi için sınırsız fırsatlar bizi bekliyor. Balkan ülkelerinin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile zengin doğal kaynakları, henüz el sürülmemiş madenleri, açılacak demiryolları, en çekici işler bizi bekliyor…” söylemleri asıl hedefi ortaya koymaktadır.

Ancak yine de Kurtuluş Savaşı boyunca açıkça beslenen emperyalist emeller saklanmıştır. Açıkça dile getirilmemiştir. Uzunca bir süre ABD olanlara uzak durduğu izlenimi vermiştir. Yine de ritmik çıkışlardan da geri durmamıştır.

Başkanlık düzeyinde; “Mustafa Kemal'e karşı sert bir tavır takınılmalıdır. Eğer Türkiye hiçbir zarar görmeden, devletlere kafa tutmaya devam eder, kapitülasyonları kaldırır, İstanbul'a yerleşirse bu yalnız Ortadoğu'da değil Avrupa'da da barışı tehlikeye atacaktır…” beyanatları vermiştir.

İşte emperyalizmi dört yana yayan kuramlarıyla, ABD'nin yapmak istediği ta en başından bellidir. Bugüne dek uyguladığı da budur…

ABD ve büyük sermaye, zorla kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve siyasal kimliği karşısında soğuk bir tavır göstererek kuşkucu tavır geliştirmişlerdir. Çünkü bu tavra neden, başta Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'nı veren Kemalist önder kadroların bağımsızlığa duyarlı duruşları ve izledikleri tam bağımsız politikalardır.

Radikal barışçı ve tam bağımsız ide, ABD'nin uzak duruşunu mecburi kılmıştır. Ancak bu tarihten gelen ezeli düşmanlık,  İkinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası maalesef ebedi dostluğa çevrilmiştir.

Ve Ne ABD, Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye ilkesi çatlamıştır…

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE

Emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının ilkidir, tarihteki ilk örneğidir, Cumhuriyetle taçlandırılan Ulusal Kurtuluş Savaşı…

Aslında Osmanlı 16. yüzyılda devrilmişti. Bu yüzyılda Avrupa'daki gelişmeler ve sonrasında gerçekleşen sanayi devrimi etkisiyle Osmanlı iyice zayıf düşmüştü. Giderek daha kapitalist ve emperyalist bir sarmala girmişti. Dışa bağımlı, yarı bağımlı bir imparatorluk konumuna evrilmişti. Devlet iki ileri bir geri ilerliyordu.

Çöküşün ana nedeni bu yarı bağımlılık ve dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayıştı…

Sanayi devrimi ile hızla gelişme gösteren batı dünyası, tüm dünyayı hâkimiyetine geçirmek için yollara düşmüştü. Özellikle geri kalmış bölgeleri sömürgeleri haline getirip yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmeye başlamışlardı. bu doğal kaynak yağması ve insan emeği sömürüsü, emperyalizmin sistemli yaygınlaşmasını getirmişti.

Gelişen dünya ticareti kendi ticari karakollarını oluşturarak büyük sömürgeler kurulmasını ve devletlerin ve kurumlarının ticaret bayrağı altında toplanmasını sağlamıştı. Bu yeni emperyalist anlayış bir yanda bazı ülkeleri aşırı zenginleştirmiş diğer yanda dünyanın büyük bölümünü geri bırakmış yoksullaştırılmıştı.

Osmanlı Devleti bu yoksullaşan büyük çoğunluğu elinde tutan son imparatorluklardan biriydi. Daha fazla sömürülmesi için önce bölünüp parçalanması gerekiyordu…

Birinci Paylaşım Savaşı ile gelişen tablo, egemen dünyanın heveslenmesine son verecek bir tabloydu. İlk Büyük Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmak peşi sıra işgalleri getirdi. Osmanlı'nın 16. Yüzyıldan beri devam eden geriye gidişi, nihayet istenen noktaya gelmişti.

Emperyalist ülkelere ekonomik bağımlılığı devam eden Osmanlı tamamen köşeye sıkışmıştı. Saltanat çaresiz kalmış, çözüm üretemeyecek acze düşmüş, hasta adam olmuştu. Hasta adamın da ölümü yakındı. Ve ulusal Kurtuluş Savaşı bu hasta hastalıklı dönemde çok zor şartlarda başladı, başlatıldı.

Savaşın özü emperyalizme, sömürgeciliğe karşı olmasaydı. Sistemli ve dayanışmacı sömürgeciliğin de yenildiği ilk savaş oldu Türk ulusal Kurtuluş Savaşı.

Şu Ata sözlerle tarihe kaydedildi; “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen kapitalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşıdır” Kurtuluş Savaşı. Onun için dünyadaki mazlum ulusların emperyalizme karşı yürüttükleri her Savaşın ilham kaynağıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ilan edilen Cumhuriyet ile tam bağımsız Türkiye ilkesi hayat bulmuştur. Savaşla kazanılan, bağımsızlık temelinde kurulan Cumhuriyet, Dünyanın ikinci paylaşım Savaşına dek bağımsızlığını karakterine yansıtmıştır.

Savaş sonrası maalesef emperyalizme bağımlı kılınmıştır. Sıra bu bağımlı ve yarı sömürge ülke konumundan sıyrılmaya gelmiştir. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar bir gecikmenin yaşanmasına neden olmuştur.

Ama tam bağımsız Türkiye hayali hala dipdiridir…
                                              

TAM BAĞIMLI TÜRKİYE

Türkiye ile ABD, ABD ile Türkiye arasındaki karşılıklı Soğuk Savaş, I. Dünya Savaşı'ndan II Dünya Savaşı'na dek sürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise düşmanlık bitti. Dünyada kapitalizm ve emperyalist sistem içindeki değişmeler yüzünden rafa kaldırılmış sıcak ilişkiler tezgâha indirildi…

Tezgaha iyi girsin diye iki büyük savaş arası içten içe Amerikancılık Türkiye'de halka bir güzel yedirildi. Savaş sonu Avrupa ülkelerinin tekelindeki Emperyalist öncülük ABD'ye geçtiğinden, hükmedilen topraklar Amerika'ya bırakıldığından, yeni bir kapitalist dünya şekillendi. Özellikle savaş sonrası Orta Doğu ve Asya'da ABD egemenliğinde yeni bir dönem başlatıldı. Toprak işgallerine dayanan sömürgecilik anlayışı yerini yeni sömürgeciliğe bıraktı.

Çünkü ulusal Kurtuluş hareketleri açık sömürgecilik girişimlerinden vazgeçilmesini gerektirdi. Emperyalist kapitalist üretim ilişkileri de geliştiğinden emperyalist sömürü yeni biçimlerini yarattı.

ABD emperyalizmi, 1. Dünya Savaşı sonrası mandacılık hüviyetiyle beceremediğini bu kez Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını koruyabilmek için, başta mevcut ticari anlaşmaların korunması ve kapitülasyonların devamı için ağırlık koyarak becerdi. Sözde gayrimüslim halkın çıkarlarının garanti altına alınmasını önemser bir role soyundu. Ve içten dışa misyonerlerin Türkiye içinde serbestçe faaliyet göstermesi, anlaşmaların sürdürülmesinin teminatı göründü.

2. Dünya Savaşı sonrası oluşan Doğu Avrupa'nın Sosyalist blokuna karşı coğrafyayı kontrol altına almak isteyen ABD, Marshall Planı çerçevesinde eski düşmanı Türkiye'yi dost hanesine yazdı. Ve Türkiye'nin bağımsızlık karakteri ve kaderi alınan büyük borçlarla değişti. Borç almak uğruna verilen bambaşka tavizler ise dönüm noktası oldu.

Türkiye'nin bağımsızlığını yok edecek, tam bağımsızlığa gölge düşürücü diğer nokta da ikili anlaşmalarla ağır hükümlerin kabul edilmesi oldu. Yani anlaşma maddelerine yedirilen hükümlerle ABD Başkanı’nın izni haricinde hiçbir gaye ve erek, meşru girişim hayata geçiremez bir ülke moduna geçildi.

Truman ilavesiyle; ‘Yabancı hükümetlere yapılacak yardımlar, onların iktisadi ve siyasi güvenliğini sağlamakla beraber, aslında ABD'nin güvenliği için yapılmış yatırımlardır…’ acı gerçeği açıkça tarihe not düştü...

İşte bilinen ancak bilinmezden gelinen acı gerçek, Türkiye'nin ABD’ye tam bağımlı olması yolu lafta karşılıksız yardımlar ve ülkeye kurdurulan ABD üsleri ile açılmıştır. Burada ilk imzalanan ‘yardım anlaşması'nda geçen şu madde çok önemli; ‘Türkiye ABD'ye, yapılan yardımların kullanılışını denetleme olanaklarına tanıyacak ve bu konuda sürekli bilgi ve rapor verecek…’
Yine aynı hükümlere ek olarak; ‘Bu yardımlar konusunda Türkiye hükümetleri, Türkiye kamuoyuna da tam ve devamlı bilgi verecektir…’
Yani Türkiye'nin ABD emperyalizminin güdümüne girmesi, göbekten bağımlı, tam bağımlı hale gelmesi için, küçük Amerika yapılması için ilk adım gizli ikili anlaşmalar ve kabulü zor hükümlerle atılmıştır.
Bunlar toptan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine ve tam bağımsızlığına aykırı iç dış hamlelerdir…
Bunları bilmek lazım, anlamak gerek. Boş verilirse bataklıkta bocalanır…
HALDUN
Kaldı ki, bu günden pek de farkı yok, on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında yaratıcı sonuçlar ortaya çıkarmak, yeni sentezler ortaya koymak, düşünce adamı olmak imkânsız ötesi bir durumdu. Zerresi varsa da öncekileri taklit düzeyinde, sürekçi vahiyci bir mantığa sahipti. Ve tamamen dinsel alana hapsolmuştu her şey…
Diğer yandan iyice derebeyileşen yönetimler, özgür düşünce karşıtı kısır döngüler, basmakalıplar ve dini düzen kurgusu, düşünce tutsaklığını tescilleyen olağan ortamı hazırlıyordu.
İşte Haldun, bu karanlık dönemde deneyim ve gözlemleri doğrultusunda az rastlanır bir düşünür profili çizdi. Zaten hayatı bilim ve macera ile dopdoluydu. Hızla geçmişti. Çok önemli siyasal görevler almış, yargıç düzeyine, memuriyetlerin en yükseğine erişmişti. Saltanat dairesi yetkileri kuşanmıştı. Ani yükselişler dâhil birçok yürütme ve yargı görevlerinde bulunmuştu. Ancak bunca ihtişamlı mevkilere rağmen kırkından sonra bütün devlet memuriyetlerini bırakmış, kendisini bilimsel çalışmalara vermişti.
Hayatı boyunca en yüksek mertebelere ulaşmış siyasi kimlik olmasına, mührü taşımasına karşın her görevinde gerçekçi kalmış, reformcu anlayışından asla ödün vermemişti. Daima siyasal dönüşüm için metotlar ortaya koymuş ve geliştirmişti.
Zamanın keskin siyasal çalkantıları bile Haldun'u yolundan çevirememiş, düşüncelerini değiştirememişti…
Öyle ki, ilimlerin tasnifi, mevcut gelenek yapısını yeni ve çağının çok ilerisinde değerlendirmeler yaparak ortaya koymuştu. Tıkanıklığın açılması için mümkün olabilecek uygulanabilir tercihleri düşünmüştü. Dönem itibariyle düşünceye engel önyargılar çokluğunda, az bulunur akıl yolunu savunmuştu.
Olayların materyal felsefeyle, toplumların genel gerçeklikler doğrusunda incelenmesi gerektiğini savunmuştu…
Ve dahi bu yola öncü olmuş ve incelemişti. Uzun yıllar tanık olduğu her şeyi resmi hayat çerçevesinde, ayrıntılı değerlendirmelerle ve farklılıklara vurgu yaparak tarihe kaydetmişti. Resmen tarih ve kültür elçiliği yapmıştı.
Sınırları aşan eserleriyle ilhamcı ve vahiyci, statik dini inanç silsilesine karşı düşüncenin kendine yol bulacak metotlarını izaha çalışmıştı. Yani bilimsel düşüncenin meşrulaşması için çağın gerisinde kalan her ne varsa, rasyonel düşünceye ve gerçekçi temellere göre açılımlayan ilerici tavrıyla yüzyıllar sonrasına örnek olmuştur.
Haldun’un bu denli ayrıntıları ve uzantıları aslına bağlayışı, aklı öne alan, akıl insanı olmasının kanıtıdır. Kendi yazdığı kendi otobiyografisidir doğrulayıcısı. Aşırı dikkat ve özen ile ayrıntı zenginliği taşıyan çağrılarının çağlar sonrasında yankı bulmasıdır yaptıklarının sağlaması.
Ta on dördüncü yüzyılda Haldun’u Haldun yapan, dünü  bu gün yapan düşünce dağarcığıdır…

ESENLER 2. KİTAP GÜNLERİ BAŞLADI…
Esenler Belediyesi’nin düzenlediği, " 2. Esenler Kitap Günleri" Dörtyol Cumhuriyet Meydanı'nda kurulan büyük çadırda başladı…
Söyleşiler ve yazarlara imza günü etkinlikleriyle desteklenen "2. Esenler Kitap Günleri" 40 yayınevi ve 14 yazarın katılımıyla gerçekleşecek.
26 Ekim Cumartesi günü saat 15.00'te Mete Yarar’ın söyleşi ve imza etkinliğiyle açılışını gerçekleştirecek kitap günleri 3 Kasım'a kadar devam edecek…
Esenlerli kitapseverler ve öğrenciler o güne dek kitap kültürünü doyasıya yaşama fırsatı bulacak…


 ESENLER MUHTARLARINDAN MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ’NE ZİYARET…
Esenler İlçesi Mahalle Muhtarları, eylül ayı başında atanan yeni ilçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Nurettin Aras’ı makamında ziyaret ettiler… 
Tanışma ve hayırlı olsun ziyaretine mazereti bulunan mahalle muhtarları katılmazken, muhtarlardan Recep Gülyüz, Mehmet Doğan, Recep Yavaş, Mustafa Güven, Bilal Koca, Abdullah Pehlivan, Sali Mülazımoğlu, Arif Bayram, Murat Ateş, Yusuf Aslan, katıldılar.
Kısa tanışma faslının ardından, karşılıklı görüş alışverişinde bulunulan hayırlı olsun ziyaretinden sonra Muhtarlar ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Nurettin Aras toplu fotoğraf verdiler…

VERGİ YERGİ PAKETİ…

Denizden havaya, havadan karaya,  Allah vergisi ne varsa hepsine, insan emeği katkılı her şeye eklenen, sahip olma bedelini artıran artı yükün adıdır vergi. Yükü makul göstermek için de ‘vergi yol, su, elektrik’ olarak geri döner edebiyatı yapılır. Oysa onlar da parayladır ve onların üzerinde de verginin kralı vardır…
Diğer yandan ekonomiler dip yapınca, uygulanacak her ekonomi paketi öncesi gündeme giren yeni vergi reformları, olumlu değişiklikler ve rahatlama getirecek diye geniş halk yığınlarının gazı alınır. Sonra vergi paketi açılır. Adil ve etkin olmadığı apaçık vergi sistemi yeni düzenlemeler ile hiç içinden çıkılamaz hale getirilir. Vergi el tutar, göz görür her şeye yansıtılacak boyuta indirgenir. Millet inim inim inletilir.

Zaten vergi; uyulması zorunlu, kati yasalar çerçevesinde doğrudan veya dolaylı herkesten toplanan, belli oranlarda alınan paradır. Almaçtır. Alınan kamu hizmetlerine, kamu harcamalarına, yerel düzenlemelere gider. Hükûmet ve belediyelere kimse vermem diyemez. Verdiğini denetleyemez.
Yani vergi ne kadar iyi niyet gösterilse de açıkça millete külfet, hükümete afiyettir…
Bu adım atsan vergi düzeneğinde en iyi hükümet ise en iyi vergi koyan, en iyi ek vergi bulandır. Hükümetin en iyisi olandan toplayan değil, olmayana nal toplatandır. Olduk olmadık her şeye bir kulp bulup vergi planlayandır. Almaktır işi, vermek değil.
Hal böyle olunca, vergi böyle anlaşılınca ciddi dengesizlikler doğar. Doğunca da vergi reformları yerilmeye başlar. Kötü yanlar, kusurlu haller, beğenilmesi zor, hoş olmayan biçimler eleştirilir. Vergicilik masum, yergicilik suç sayılır. İmdada başka reformlar yetişir, yetiştirilir.
Vergi reformlarının topu çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınacak diye lanse edilir. Ancak hükümetler daima gelir vergisi oranlarını yükseltir. Kurumlar Vergisi oranlarını kademeli indirir. Yani reformlar tam tersi işler. Ve yergi artar.
Yergi; kimi kimseyi, düşünceyi nesneyi, geleni gideni, öreni göreni, övgüye değer olmayan her şeyi hicvetmek demektir. Yermesen yersin, yersen pozisyonunda işleyen her şeye karşı duruştur.
Ne yazık ki yıllar içinde hep esas duruşa geçildiğinden, sözde reformlar yüzünden, şu cennet memleket, vergi cehennemi bir memleket oldu…
Hem de taslağına bir yıl çalışılarak. Öyle bir reformculuk ki bu; ileriki yıllarda köklü değişiklik gerektirmeyecek, hiç hissedilmeyecek diyerek ayar çekilir. Amaç vergi artırmak değil, yükü hafifletmek, vergi vermeyi kolaylaştırmak denir.
Ancak orantısızlık artarak devam eder…
Ve vergi borcu sorgulamalarından e-devlet de donar…
Ve havadan suya, iğneden ipliğe, bacadan dumana vergi koyulur. Konuma konuta vergi, sokaklara caddelere vergi, tabuya tabelaya vergi, konmaya konaklamaya vergi günleri başlar. Suya rakıya, caza gaza, küle yakıta artarak devam eder.  O zaman da yergi doğar. Vergiden yergi türer.

Çünkü her yeni vergi reformu aslında yeni bir ekonomik kriz habercisidir. Halkın bir daha soyulma mesajıdır. Bu reformsal trajedi ekonominin çöküşüne dek sürer. Reform denilen aslında vergi yolu ile toplananları saçıp savurma anlayışının da iflasıdır.
Yani vergi üzerinde oynamalar, oyunun kuralına göre oynanmayışının son perdesidir. Ekonomik canlanış değil, can çekişe son bir nefestir. Yanlışta ısrarın ve karşılaşılan kötü akıbetin tabanda yankısıdır. Yangınların yangınıdır.
Allah vergisi şu güzel memlekette, vergi yangının körüklenmesi, yergi ise yangının çok önceden öngörülmesidir…
İSTANBUL, GÖÇ KENTİ…

Demir kırat iktidarıyla 1950’lerden sonra Ata yadigârı dengeli kalkınma modelinden vazgeçildi. Planlı ekonomi rafa kaldırıldı. Sermaye büyük kentlere kaydırıldı. Büyük kentler özendirildi. Ve bu sayede köyler terkedildi, kentlere göç başladı. Öncelikle de İstanbul. Bir anda İstanbul göç kenti oldu…
Uzun yıllar içinde ise İstanbul yasadışı bir kente dönüştü. Yerel ve genel iktidarlar oy uğruna bu yasadışı kentleşmeye seyirci kaldı. Ve yasadışı kentte mahrumiyet, mahkûmiyet başladı.
İstanbul’da ve diğer büyük kentlerdeki, kentlileşememe ise kimsenin umurunda olmadı…
Göçe dayalı kentleşme kalkınan ülkelere ait bir olgudur. Evrensel değildir. Nüfusu 20 milyona dayanan kentlerin çoğu 3. dünya ülkelerindedir. Gelişmiş ülkelerde ise büyük kentler nüfus kaybına uğrar.
İstanbul’da göçe dayalı kentleşme, göçe dayalı yapılaşmayı da hızlandırdı. Gecekondulaşma barınmaya eş anlamlı kaçınılmaz bir çözüm olarak hayata geçti. Belki de dönem itibariyle çözüm yolu olarak görülüp desteklendi. Yani devlet çözüm üretemediği için vatandaş kendi çözümünü üretti. Devletin acizliğine şark kurnazı yeni yetme yatırımcıların keyfi yer seçimleri de eklendi. Masum barınma isteği zamanla ticari meta haline geldi. Topraklar, kamuya ait arazi mafyavari tayfanın eline geçti.
Yani yasadışılaşan İstanbul’da yeni bir yasadışı kazanç kapısı aralandı…
Yasadışılığı iyice tescillenen kentte, kaçak yapılaşma el birliğiyle devam ettirildi. Gecekondulaşma kaçak göçek apartmanlaşmaya terfi etti. Ruhsatsız, plansız, projesiz ve denetimsiz binalardan oluşan mahalleler türedi. Mikro milliyetçi, makro dinci getto ilçeler oluştu.
Yani İstanbul, ‘uygarlaşmanın kaynağı görülen kentler uygarlığı yok eder’ pozisyonuna itildi. Güzelim kent, gecekondudan kente geçişte iyice yıprandı. Yıpratıldı. Herkese bir parça düşen suç ve sorumluluk ile muamma bir kent, yasadışı bir kent haline geldi…
Öyle ki, İstanbul doğru bir kentsel dönüşüm veya yerinde bir kentsel yenileme ile bile kolayca ıslah edilemez koca bir kent oldu. Var olan boş araziler rantabl kullanılamayınca, yeni arsa üretimlerinde de zorlanıldığından hepten kaderine terk edildi.
Ayrıca yıllar içinde kent endüstrisi ve ülke sanayisi konut yerleşim alanlarının tam dibine yerleştirildi. Sanayi ve endüstri kent dışına çok sonraları taşınmaya başlandı. Böylelikle kentin doğası da bozuldu ve kirletildi.  
Devletin ve yerel yönetimler sosyal dokuyu muhafaza eden sosyal yapıları da koruyamadı.
Yedi bin yıllık kent İstanbul, yetmiş yılda devletin ve yerel yönetimlerin özellikle de mevcut iktidar döneminde hepten tarumar edildi. Yasadışılığı meşru zeminlere çekilmesi gereken İstanbul hepten ziyan edildi. Binlerce yıllık tarihi mirasa ayıp edildi.
İstanbul’un dengeli gelişme ve büyüme olanaklarının tırpanlandığı kırat döneminden bu güne kentsel rantlar ekonomiyi, ekonomi politikayı belirlediğinden tüm yanlışlara göz yumuldu.
Ve nihayet yapılan yanlışlar kentin bu günkü durumunu belirlemesiyle uyanıldı. Ama…

FETTAH DİNDAR; “BORCUMUZ 275 MİLYON TL. OLABİLİR…”

Bayrampaşa Belediye Meclisi 2020 yılı tahmini bütçesini 268 milyon TL. olarak oy çokluğu ile kabul etti. Mecliste, 2020 yılı mali bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına konuşan  Abdülfettah Dindar  bütçe kalemlerine ilişkin ayrıntılı çarpıcı tespitler yaptı ve “Bayrampaşa belediyesi olarak, 31 Aralık 2020 tarihi itibariyle borcumuz 275 milyon olabilir …” uyarısında bulundu…
Bayrampaşa Belediye Meclisi, 2020 mali yılı bütçesini görüşüp, oy çokluğu ile karara bağlandıktan sonra CHP Meclis üyesi Abdülfettah Dindar bütçe görüşmelerine koşut şu açıklamalarda bulundu;
“ Bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına yaptığım konuşma çerçevesinde, kürsüde söylediklerime bağlı kalarak size şunları aktarabilirim.
Sayın Belediye Başkanı ortak değerlerimizden kopmayarak, Bayrampaşa için çalışıyoruz, Meclis üyeleriyle uyum içinde yeni projeler hayata geçiriyoruz diyor ama belediyemiz bir yılını hiç harcama, hizmet yapmadan tamamlasa bile toplam borcunu ödeyemeyecek durumda. Yani yeni proje hayata geçirecek gelir fazlamız yok. İstanbul’un yüzölçümü ve nüfus olarak en küçük ilçelerden biri olmamıza karşın maalesef İstanbul’un borçlu ilçe belediyeleri listesinde önlerdeyiz.
Size birazdan bütçeye belediyece koyulmuş rakamlarla ve bizim öngördüğümüz rakamlarla belediyemizin ne kadar zor durumda olduğunu izah edeceğim.
Ancak öncelikle bir önemli noktaya da temas edeceğim. 2020 yılı performans programı taslağı ve 2020-2024 stratejik plan kitapçığında Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın belediye başkanımızın resimleri var fakat Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile İBB Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafları yok. Oysa bir öncekinde İBB Belediye Başkanı’nın fotoğrafı vardı zannediyorum.

Belediyemizin tüm müdürlüklerinin, tahmini bütçe giderlerinin ve tahmini bütçe gelirlerinin, hizmet alımları ile diğer kalemlerini birebir inceledim. Net bütçe giderleri ve gelirlerine giren,  yapılan ve yapılması düşünülen mal ve hizmet alımlarında bütçede olan olmayan, performansa giren girmeyen konularda bazı eksiklikler gördüm. Bazı fazlalıklar gördüm.
Yani işletme ve iştirak müdürlüklerimizin tamamının da bir tasarrufa gidilmesinin gerekliliği söz konusu. Rakamlar sanki bütçe denklemeye yönelik. 2020 yılı performans ve proje raporunda da geçen Belediye Hizmet binalarının temizliğinden tutun da Belediye Hizmet binalarının güvenlik hizmetleri ne kadar bir fazlalık olduğunu saptadım. Diğer yandan spor organizasyonları, spor malzeme alımı ve sporculara verilen ödülleri  için öngörülen rakamlar çok düşük.
Belediyemizin en az yüzde yirmi kadar tasarrufa gitmesi gerekliliği mevcut. Yalnız tasarrufu personel giderleri üzerinden yapmamak kaydıyla. Örneğin Park ve Bahçeler Müdürlüğü hizmet alımları ve sermaye giderleri açısından yapılan incelememde rakamlar üzerinden tasarrufa gidilebilir.  Belediye olarak 76 adet parkımız var. Bunların yarısı kadarının bakım bve hizmetini Büyükşehir Belediyesi yapıyor.
Bir çarpıcı örnek de temizlik ve ulaşım hizmetleri. Her iki hizmet alanında da tasarruf şart. 2020'de hizmet alımı kapsamında yeni 85 araç ve 110 personel alımı tahmini bütçeye eklenmiş durumda. Bu realitenin çok üzerinde gerçekleştirilecek bir durum.
Bu ve benzeri birebir değerlendirmeler doğrultusunda büyük fotoğrafa baktığımızda, 2020 yılı tahmini bütçesine, iki üç ay içinde netleşmeye yakın 2019 yılından başlamak gerekir. Bizim 2019 yılı tahmini gelirler olarak öngördüğümüz 181 milyon idi. Bu genel genel toplamın 70 milyonu vergi gelirleri, 12 milyonu teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, 4 milyonu bağış ve yardımlar ve 80 milyonu diğer gelirler olarak düşünmüştük. Ve 2019 yılında alınan kredi miktarı yani borçlanma 15 milyondu. Yani toplamda 181 milyonluk bir gelirimiz söz konusuydu.
Buna karşılık 2019 yılı sonunda toplam giderimizin 215 milyon olarak gerçekleşebileceğini tahmin ediyorduk. Gider kalemleri olarak, personel giderleri 36 milyon, SGK 5 milyon, mal ve hizmet alımları ki bütçedeki en büyük rakamdır 144 milyon, faiz giderleri 4,5 milyon, cari transferler 5 milyon, sermaye giderleri 25 milyon idi.
Şimdi bu 2019 yılı tahmini bütçesi bu şekilde neticelenirse ki, gerçekleşecek görünüyor belediyemizin finansman açığı alınan kredi ile birlikte 49-50 milyon TL'dir. Bu da 31.12. 2019 yılı sonu itibariyle kısa ve uzun vadeli borç toplamının 245 milyon TL civarında olacağını göstermektedir. Burada yüzde beşlik bir yanılma söz konusu olabilir. Yani Belediyemiz 2019 yılını 50 milyona yakın bir bütçe açığıyla kapatmış olacak.
Şimdi buradan 2020'ye geçiş sağlarsak bütçe gelirleri ve giderlerini baktığımızda ki bağlanan kararla bütçe rakamı 268 milyondur. belediyemizin giderinin bu kadar olacağı öngörülmüştür. Bütçeye kayıtlı rakamlar bazında, personel giderleri 43 milyon, mal ve hizmet alımları 156 milyon, sermaye giderleri 41 milyon civarında. Cari transferler, yedek ödenekler, mal ve hizmet faiz giderleri vesaire toplamda 268 milyonluk bir toplam gider söz konusu.
Buna karşılık 2020 yılı gelirlerimiz ise bütçeye kaydedilen verilere göre; vergi gelirlerini 152 milyon küsur görüyoruz ki bu gelirin kesinlikle gerçekleşme şansı yoktur. Bizim öngörümüz 88 milyon, 89 milyon civarında bir vergi geliridir ki anca bu rakam gerçekleşebilir. Bunun üstünde vergi geliri olacağı hayaldir. Mümkün değil. Teşebbüs ve mülkiyet gelirleri üç aşağı beş yukarı bizim öngörümüzle aynı, 20 milyon civarında. Biz 17 milyon civarında gelir öngörüyoruz. Alınan ve bağış ve yardımlar da küçük farklar olabilir. Diğer gelirler de 80 milyon civarında gösterilmiş. Ve 2020 yılı genel toplamı 18 milyonluk iç borçlanma ile birlikte 268 milyona bağlanmış.
Yani tahmini bütçe, olası bütçe  giderlerini, karşılayabilecek bir gelire endekslenmiş bir bütçe.
Bizim tahmini bütçemiz de takribi giderler 225 milyon. Tasarruf edilmesi durumunda 195 milyona kadar düşürebilecek bir denk bütçe. Yani giderlerimizin 225 milyon, gelirimizin 195 milyon olacağını düşünüyoruz. Buna göre gelir gider farkımız 30 milyon civarında.
Belediye başkanlığımızın 2020 yılı finans açığı öngörüsü de 18 milyon TL. 2019 yılının 49 milyon açıkla kapanacağı düşünülürse bu öngörünün tutmayacağı çok açık. Tahminimiz gelir kalemlerinde, sermaye gelirleri ve alınan bağışlarda, gider kalemlerinde ve sermaye giderlerine bağlı olarak bazı değişiklikler gösterebilir. ancak total rakamı pek etkilemez.
Bu tahliller doğrultusunda biz 2020 yılı sonu itibariyle belediyemizin borç toplamının 275 milyon olacağını öngörüyoruz…

Bir saptama daha yapmak istiyorum. Gözlerden kaçırılmaması gereken bir konu. 2018 bütçe programı uyarınca net gerçekleşen bütün de vergi gelirimiz 70 milyon. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerimiz 11 milyon. alınan bağış ve yardımlar 6 milyon. diğer diğer gelirler 75 milyonun biraz üstüydü. Böylece Belediye olarak 164 milyonluk bir gelir elde etmiştik…

2019 yılında da öngörülen vergi geliri 70 milyondu. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerinin 12 milyonda kalacağı, alınan bağış ve yardımların 4 milyon, diğer gelirlerin 80 milyon olmak kaydıyla 166 milyon gelir elde edeceğimiz gerçekleşmek üzere.
Bu gerçeklik üzerinden, aritmetik değerlendirmelerimiz 2020 bütçesi için 88 milyon civarında vergi geliri elde edebileceğimiz gösteriyor.
Belediyemizin bütçeye koyduğu vergi geliri ise152.798. 963 TL. Yani geçmiş yıllarda elde edilenin ve bizim bu yıl için öngördüğümüzün neredeyse iki katı. Anca 2 yılda toplanabilecek vergi geliri bütçeye koyulmuş durumda. Bu rakam, teşebbüs mülkiyet gelirleri, alınan bağış ve yardımlar, diğer gelirler ile desteklenmesi de yetmeyince, artı yaklaşık 18-20 milyon borçlanma ile toplam giderlerin karşılanması düşünülüyor. Bu hal ve birebir değerlendirmelerin ışığında 2020 bütçemiz,  şimdiden 70-80 milyon TL açıkla kapanacağı fotoğrafını veriyor. Bu belediyemiz açısından çok olumsuz bir gösterge
Son tahlilde yapılması gereken gider ve gelir kalemleri ile fazla oynamadan, ciddi tasarrufa gidilerek, mal ve hizmet alımları daha disiplinli bir şekilde yapılarak, fazla da borçlanmadan 30 milyon açıkla 2020 tamamlanabilir.
Gelecek yıllara daha fazla borç aktarmadan, ülkemizin bu ekonomik darboğazından çıkmak, belediyemiz için en iyi sonuçtur diyoruz…”
ŞİİRE KAÇIŞ
Gündem sıkıştı, tam şiire kaçış zamanı, şiirlerle...
Hangi dizin bu? Acaba şiirlerin hangi mısraı? Zilzurna ayaklanmaları betimleyen hararet hangi kafiye? Hangi dış kapıda. İç rahatlığıyla uzanılan hangi toprak? Hizalanılan hangi deniz? Hangi deniz serbest kulaçlanılan? Hangi sezi, hangi ezgi, sezgi? Saraya şair bolluğunda…
Şiire kaçış, korku ecelden önce vurunca. Korku artınca. Zaten doğumlar azalırmış, isimler kararırmış, soylar güvensizleşirmiş. Sonra şiir doğarmış. Yani ateş çemberi sararmış benliği. Hangi yazgı, hangi kitap yazar bunu. Hiç. Yağmurlar kaçamağında hangi kaçağı? Yapraklar sararmış.
Hafıza kayıp ilanları ile inanılır güneşe. Güneşi görünce ölmek gerçeğine. Hangi hikâye bu ayaklanan. Bu kimin Denizi? Hasretlik aşamasında farkına varılan hangisi? Hayat ikilemi dağarcıkta darağacı. Olsun varsın
Deniz kalır ben giderim akıllım diye biter nasıl olsa dizeler…
Hangi dizinin bu gizem, gizli tanıklar kim. Kimler? Bilinen Deniz Karadeniz. Kan donduran yalnızlıklar hangi karlı dağın, kirli havanın kanlı görüntüsü? Acaba dürtüsü, akla yayılan damgalanan. Ben ana sen fidan.
Kırılır uçtan uca güneş yanığı ovalar…
Bayraksız gemiler yüzer akıl denizinde. Denizin hangisinde? En karasında. Seviyeli ve aylakça. Mendirekle çakışan saatlerde. Nazire yaparcasına soğuk ayaza. Hangi sözcükler bu yazgıyı paylayan? Çarpışmayı paylaştıran. Kimsesiz.
Malum makastar doğradı doğa parçasını. Deniz, kara doğrandı. Havada ifadesiz ve donuk bilgiler. Dostlar ocağında zorbalık. Neden palavracılar anlayış kıtlığı otağında? Hangi sohbet, hangi hoş sohbetin dara çekilen buyruğuyla. Buysa eğer gerçek, şiire şehriyarlık yareni kim? Ya ver gitsin zılgıtları kimin?
Geçsin gitsin günleri hangi kızarık kente emanet. Bu şehre kaçışlar, şiire kaçışlar kime?  Hangi İstanbul sana emanet, hangi İstanbul bana keramet? Kısmet ortaklığı asi kentin doruklarında. Asimile. Hayaller, hayatlar ve günler, kayıp kent civarında.
Cihanda fener alayı kim? Galata da canlı şişe, şişede gemi, gemide balık kime? Kime ne ilk kaçıştan. İlk kaçış bu karşı yakaya. Taş yediren oruç gecelerinde ard arda dizilen şiirlere. Kaç yaşında bu dizeler? Bilen kim.
Bilendikçe kelimeler, hangi dizin bu?  Hangi dizeye kaçış? Dilde yasak şiirlerle, hangi kente? Şiir kaçamağında karantine. Konstantinopolis minili, mislisiyle manidar. Eskisinden etkilenip gitmek zamanı. Yine can pazarı. Hangi taşıma, hangi tanışma bu, hangi hangi taşınma?
Yolculuk ağır yorgun, şiir kentine…
Kentte kenarda köşede kalmış bir makale civarına. Civan aldırmazlığıyla. Arzına. Arzına seyahat, paskalya çöreği tadında mısralarla. Bu hangi kusurlu göç? Anlayarak.
Bedavaya yarış. Hangi savaş bu? Niye hep zarar. Sanki boğaza dizilen kıyamet senaryosu. Ateşten düşler. Göze köz. Varılan hangi hazin öykü? Bu gündeme çakılış niye? Bu şiire kaçış kimin?
İllaki yaşanır izinsiz, dizinsiz yaşanılan, Ustaya Nazım serbestliğinde…
ŞAHİN; “BÜTÇENİN %20’Sİ ARSA SATIŞINDAN…
”Esenler Belediyesi’nin 2020-2024 Stratejik Planı ve bütçe tasarısının görüşüldüğü 6. Seçim Yılı 1. Dönem Ekim Ayı Meclis Toplantılarının ikinci birleşimi gerçekleştirildi.  CHP adına Esenler Belediye Meclisi üyesi Kemal Şahin Stratejik Planı ve bütçe tasarısı hakkında konuştu…
Şahin; ‘Belediyemizin 2020 yılı Bütçesi 410.900.000 TL iken, bunun yaklaşık %20 sini yani 78.500.000TL’yi arsa satışından elde etmeyi öngörüyorsunuz…’ dedi.
“Belediyemizce hazırlanan 2020 – 2024 Stratejik Planı görüşüyoruz.  Stratejik Plan başlığı altında belediyeler şehrin geleceğini yönlendirebilmek üzere iki temel araç kullanır.
Bunlardan biri şehirdeki konut, sanayi, turizm, ulaşım, yeşil alan ve dinlence gibi çeşitli işlevlerin mekân üzerindeki dağılımını ve yerleşmesini sağlayan imar planlamasıdır.
Diğeri, Belediye kurumunun yetki, görev ve sorumlulukları çerçevesinde kaynak kullanım önceliklerini belirleyen stratejik planlamadır.
Stratejik plan şehrin arzulanan şekline ulaşmak için mekânsal, kurumsal ve toplumsal boyutları olan yol haritasını oluşturur.
Kitapçıkta geçen bu ifadeye 10 yılı aşkın Belediye yönetim anlayışınızla ters düşmektesiniz…
Belediye olarak 2013 yılında 1/1000 ölçekli imar planı yaptınız. 2002 Tasdik tarihli planda öngörülen nüfus 390,198 kişi iken, 2013 Tasdik tarihli planda öngörülen nüfusu 360,613 kişi olarak gösterdiniz. Sizin plan yaptığınız tarihte TUİK verilerine göre Esenler’in nüfusu 461,621 kişiydi.
Birbirinden farklı bu üç nüfus değerine göre yapılan planlamalar Esenler’deki olumsuzlukların asıl sebebini oluşturmaktadır.
Paydaş analizinde, paydaşlarınızın tespitinde en acı olan tablo Esenler’de  yaşayan  vatandaşların, iç paydaşlarınızda yer almıyor. Dış paydaşlarınızda ise siyasi partiler yok,   Esenler’deki Sivil toplum kuruluşları yok.
Bunları paydaş yapacaksınız, siyasi partileri görmezden gelmeyeceksiniz.
Akıllı şehir projesine sık sık vurgu yapıyorsunuz ancak akıllı şehir oluşumu için askeri alanda kurulacak yeni bir Esenler’den bahsettiğiniz ortada.  
İlçenin sorunlarında, özellikle mekânsal iyileştirmelerde tıkanıp kaldığınızdan,  Esenler’in 16 mahallesinde nüfus yoğunluğu çaresizliği nedeniyle Askeri alan ve 15 Temmuz Millet Bahçesinde sığınıyorsunuz. Kendinizi teselli ediyorsunuz.
Bir süre önce deprem yaşadık. Belediyemiz İnternet sayfasında 5 adet ana tahliye alanı 27 adet acil toplanma alanımız olduğunu belirtmişsiniz,  bunlardan vatandaşın haberi yok, olası bir depremde acil toplanma alanları yetersiz…
Deprem toplanma alanlarında kişi başına düşen alan 0,65 m2dir. Herkesin ayakta yan yana duracak kadar kullanım alanı yok.  Halkı depreme hazırlık konusunda bilgilendirmek, toplanma alanlarını gözden geçirmek ve buraların ihtiyaç duyulacak malzemeler ile donatılması gerekmektedir.
Belediyemizin 2020 yılı Bütçesi 410.900.000 TL iken, bunun yaklaşık %20 sini yani 78.500.000TL’yi arsa satışından elde etmeyi öngörüyorsunuz. Satılacak yer kalmadığında bütçeyi nasıl denkleştireceksiniz.
2020 yılı planlanan yatırım programında, yatırım yapacak müdürlükler ve sektörel dağılımı incelendiğinde, belediyemizin öz sermayesine kattığınız hiçbir şey yok, ne bir taşınmaz, ne bir taşıt, ne bir demirbaş. Belediyemizin gelirlerini kiralama, hizmet alımı gibi gider kalemleriyle azaltmaktasınız.
Kaynakların verimli kullanılmadığı, gelir arttırıcı herhangi bir yatırım planı yapılmadığı görülüyor. İlçemizde spor ve ulaştırma için hiçbir yatırım planı yapılmamıştır.
Halkın sorunları hiç dikkate alınmadan bütçe taslağı hazırlanmıştır…
Esenler’in sosyal kültürel gelişimine katkı sağlayacak spor salonları, yaşlılar için bakım merkezleri, çalışan ailelerin çocukları için kreşlere bütçede hiç yer verilmemiştir. Özel eğitime ihtiyacı olan otizmli, down sendromlu, öğrenme güçlüğü olan çocukların eğitimleri için hiçbir rehabilitasyon merkezi yatırımı yapılmamıştır.
Bu bütçe, Esenler halkının yaşamını kolaylaştıracak, refah düzeyini yükseltecek yatırımlar içeren bir bütçe değildir.
CHP olarak, 2020 – 2024 Stratejik Plan katılımcı bir anlayışla hazırlanmadığı için, Esenler halkının yaşam kalitelerini arttıracak faaliyetler içermediği için hayır diyeceğiz…”




NE ABD, NE RUSYA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi verilen Kurtuluş Savaşı'na en olumsuz ve düşmanca tavrı ABD göstermiştir. Başkan Wilson Kurtuluş Savaşı'nın başladığı ilk günlerde; “ Türkler haritadan silinmelidir” diyerek Avrupalı emperyalist ülkelere yol açmıştır, yol vermiştir…
Bu doğrultuda ABD'nin uzun yıllar öncesinde kurduğu misyonerlik kurumları, okullar hastaneler, yetimhaneler, şüphe uyandırmaz biçimde propaganda merkezi olarak kullanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın Anadolu'da yarattığı devrimci hava bu şekilde kırılmaya çalışılmıştır.

Açıkça hissettirmesi de genel arzu; “Avrupa'dan süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden de bir daha dönmemek üzere silinip gitmesi başlıca dileğimizdir” şeklinde yansıtılmıştır. Böylece İşgalci cephelere güç ve destek katılmıştır.

Yani ABD daha o yıllarda emperyalist emeller beslediği Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na karşı düşmanca bir tavrı koyulaştırmıştır. öteden beri Türkiye'nin tam bağımsızlığına kavuşmasını kesinlikle kabullenememiştir. Emperyalist emirlerini açıkça dile getirmiştir.

ABD; “ Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarının geliştirilmesi için sınırsız fırsatlar bizi bekliyor. Balkan ülkelerinin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile zengin doğal kaynakları, henüz el sürülmemiş madenleri, açılacak demiryolları, en çekici işler bizi bekliyor…” söylemleri asıl hedefi ortaya koymaktadır.

Ancak yine de Kurtuluş Savaşı boyunca açıkça beslenen emperyalist emeller saklanmıştır. Açıkça dile getirilmemiştir. Uzunca bir süre ABD olanlara uzak durduğu izlenimi vermiştir. Yine de ritmik çıkışlardan da geri durmamıştır.

Başkanlık düzeyinde; “Mustafa Kemal'e karşı sert bir tavır takınılmalıdır. Eğer Türkiye hiçbir zarar görmeden, devletlere kafa tutmaya devam eder, kapitülasyonları kaldırır, İstanbul'a yerleşirse bu yalnız Ortadoğu'da değil Avrupa'da da barışı tehlikeye atacaktır…” beyanatları vermiştir.

İşte emperyalizmi dört yana yayan kuramlarıyla, ABD'nin yapmak istediği ta en başından bellidir. Bugüne dek uyguladığı da budur…

ABD ve büyük sermaye, zorla kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve siyasal kimliği karşısında soğuk bir tavır göstererek kuşkucu tavır geliştirmişlerdir. Çünkü bu tavra neden, başta Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'nı veren Kemalist önder kadroların bağımsızlığa duyarlı duruşları ve izledikleri tam bağımsız politikalardır.

Radikal barışçı ve tam bağımsız ide, ABD'nin uzak duruşunu mecburi kılmıştır. Ancak bu tarihten gelen ezeli düşmanlık,  İkinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası maalesef ebedi dostluğa çevrilmiştir.

Ve Ne ABD, Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye ilkesi çatlamıştır…

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE

Emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının ilkidir, tarihteki ilk örneğidir, Cumhuriyetle taçlandırılan Ulusal Kurtuluş Savaşı…

Aslında Osmanlı 16. yüzyılda devrilmişti. Bu yüzyılda Avrupa'daki gelişmeler ve sonrasında gerçekleşen sanayi devrimi etkisiyle Osmanlı iyice zayıf düşmüştü. Giderek daha kapitalist ve emperyalist bir sarmala girmişti. Dışa bağımlı, yarı bağımlı bir imparatorluk konumuna evrilmişti. Devlet iki ileri bir geri ilerliyordu.

Çöküşün ana nedeni bu yarı bağımlılık ve dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayıştı…

Sanayi devrimi ile hızla gelişme gösteren batı dünyası, tüm dünyayı hâkimiyetine geçirmek için yollara düşmüştü. Özellikle geri kalmış bölgeleri sömürgeleri haline getirip yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmeye başlamışlardı. bu doğal kaynak yağması ve insan emeği sömürüsü, emperyalizmin sistemli yaygınlaşmasını getirmişti.

Gelişen dünya ticareti kendi ticari karakollarını oluşturarak büyük sömürgeler kurulmasını ve devletlerin ve kurumlarının ticaret bayrağı altında toplanmasını sağlamıştı. Bu yeni emperyalist anlayış bir yanda bazı ülkeleri aşırı zenginleştirmiş diğer yanda dünyanın büyük bölümünü geri bırakmış yoksullaştırılmıştı.

Osmanlı Devleti bu yoksullaşan büyük çoğunluğu elinde tutan son imparatorluklardan biriydi. Daha fazla sömürülmesi için önce bölünüp parçalanması gerekiyordu…

Birinci Paylaşım Savaşı ile gelişen tablo, egemen dünyanın heveslenmesine son verecek bir tabloydu. İlk Büyük Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmak peşi sıra işgalleri getirdi. Osmanlı'nın 16. Yüzyıldan beri devam eden geriye gidişi, nihayet istenen noktaya gelmişti.

Emperyalist ülkelere ekonomik bağımlılığı devam eden Osmanlı tamamen köşeye sıkışmıştı. Saltanat çaresiz kalmış, çözüm üretemeyecek acze düşmüş, hasta adam olmuştu. Hasta adamın da ölümü yakındı. Ve ulusal Kurtuluş Savaşı bu hasta hastalıklı dönemde çok zor şartlarda başladı, başlatıldı.

Savaşın özü emperyalizme, sömürgeciliğe karşı olmasaydı. Sistemli ve dayanışmacı sömürgeciliğin de yenildiği ilk savaş oldu Türk ulusal Kurtuluş Savaşı.

Şu Ata sözlerle tarihe kaydedildi; “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen kapitalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşıdır” Kurtuluş Savaşı. Onun için dünyadaki mazlum ulusların emperyalizme karşı yürüttükleri her Savaşın ilham kaynağıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ilan edilen Cumhuriyet ile tam bağımsız Türkiye ilkesi hayat bulmuştur. Savaşla kazanılan, bağımsızlık temelinde kurulan Cumhuriyet, Dünyanın ikinci paylaşım Savaşına dek bağımsızlığını karakterine yansıtmıştır.

Savaş sonrası maalesef emperyalizme bağımlı kılınmıştır. Sıra bu bağımlı ve yarı sömürge ülke konumundan sıyrılmaya gelmiştir. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar bir gecikmenin yaşanmasına neden olmuştur.

Ama tam bağımsız Türkiye hayali hala dipdiridir…
                                              

TAM BAĞIMLI TÜRKİYE

Türkiye ile ABD, ABD ile Türkiye arasındaki karşılıklı Soğuk Savaş, I. Dünya Savaşı'ndan II Dünya Savaşı'na dek sürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise düşmanlık bitti. Dünyada kapitalizm ve emperyalist sistem içindeki değişmeler yüzünden rafa kaldırılmış sıcak ilişkiler tezgâha indirildi…

Tezgaha iyi girsin diye iki büyük savaş arası içten içe Amerikancılık Türkiye'de halka bir güzel yedirildi. Savaş sonu Avrupa ülkelerinin tekelindeki Emperyalist öncülük ABD'ye geçtiğinden, hükmedilen topraklar Amerika'ya bırakıldığından, yeni bir kapitalist dünya şekillendi. Özellikle savaş sonrası Orta Doğu ve Asya'da ABD egemenliğinde yeni bir dönem başlatıldı. Toprak işgallerine dayanan sömürgecilik anlayışı yerini yeni sömürgeciliğe bıraktı.

Çünkü ulusal Kurtuluş hareketleri açık sömürgecilik girişimlerinden vazgeçilmesini gerektirdi. Emperyalist kapitalist üretim ilişkileri de geliştiğinden emperyalist sömürü yeni biçimlerini yarattı.

ABD emperyalizmi, 1. Dünya Savaşı sonrası mandacılık hüviyetiyle beceremediğini bu kez Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını koruyabilmek için, başta mevcut ticari anlaşmaların korunması ve kapitülasyonların devamı için ağırlık koyarak becerdi. Sözde gayrimüslim halkın çıkarlarının garanti altına alınmasını önemser bir role soyundu. Ve içten dışa misyonerlerin Türkiye içinde serbestçe faaliyet göstermesi, anlaşmaların sürdürülmesinin teminatı göründü.

2. Dünya Savaşı sonrası oluşan Doğu Avrupa'nın Sosyalist blokuna karşı coğrafyayı kontrol altına almak isteyen ABD, Marshall Planı çerçevesinde eski düşmanı Türkiye'yi dost hanesine yazdı. Ve Türkiye'nin bağımsızlık karakteri ve kaderi alınan büyük borçlarla değişti. Borç almak uğruna verilen bambaşka tavizler ise dönüm noktası oldu.

Türkiye'nin bağımsızlığını yok edecek, tam bağımsızlığa gölge düşürücü diğer nokta da ikili anlaşmalarla ağır hükümlerin kabul edilmesi oldu. Yani anlaşma maddelerine yedirilen hükümlerle ABD Başkanı’nın izni haricinde hiçbir gaye ve erek, meşru girişim hayata geçiremez bir ülke moduna geçildi.

Truman ilavesiyle; ‘Yabancı hükümetlere yapılacak yardımlar, onların iktisadi ve siyasi güvenliğini sağlamakla beraber, aslında ABD'nin güvenliği için yapılmış yatırımlardır…’ acı gerçeği açıkça tarihe not düştü...

İşte bilinen ancak bilinmezden gelinen acı gerçek, Türkiye'nin ABD’ye tam bağımlı olması yolu lafta karşılıksız yardımlar ve ülkeye kurdurulan ABD üsleri ile açılmıştır. Burada ilk imzalanan ‘yardım anlaşması'nda geçen şu madde çok önemli; ‘Türkiye ABD'ye, yapılan yardımların kullanılışını denetleme olanaklarına tanıyacak ve bu konuda sürekli bilgi ve rapor verecek…’
Yine aynı hükümlere ek olarak; ‘Bu yardımlar konusunda Türkiye hükümetleri, Türkiye kamuoyuna da tam ve devamlı bilgi verecektir…’
Yani Türkiye'nin ABD emperyalizminin güdümüne girmesi, göbekten bağımlı, tam bağımlı hale gelmesi için, küçük Amerika yapılması için ilk adım gizli ikili anlaşmalar ve kabulü zor hükümlerle atılmıştır.
Bunlar toptan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine ve tam bağımsızlığına aykırı iç dış hamlelerdir…
Bunları bilmek lazım, anlamak gerek. Boş verilirse bataklıkta bocalanır…
HALDUN
Kaldı ki, bu günden pek de farkı yok, on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında yaratıcı sonuçlar ortaya çıkarmak, yeni sentezler ortaya koymak, düşünce adamı olmak imkânsız ötesi bir durumdu. Zerresi varsa da öncekileri taklit düzeyinde, sürekçi vahiyci bir mantığa sahipti. Ve tamamen dinsel alana hapsolmuştu her şey…
Diğer yandan iyice derebeyileşen yönetimler, özgür düşünce karşıtı kısır döngüler, basmakalıplar ve dini düzen kurgusu, düşünce tutsaklığını tescilleyen olağan ortamı hazırlıyordu.
İşte Haldun, bu karanlık dönemde deneyim ve gözlemleri doğrultusunda az rastlanır bir düşünür profili çizdi. Zaten hayatı bilim ve macera ile dopdoluydu. Hızla geçmişti. Çok önemli siyasal görevler almış, yargıç düzeyine, memuriyetlerin en yükseğine erişmişti. Saltanat dairesi yetkileri kuşanmıştı. Ani yükselişler dâhil birçok yürütme ve yargı görevlerinde bulunmuştu. Ancak bunca ihtişamlı mevkilere rağmen kırkından sonra bütün devlet memuriyetlerini bırakmış, kendisini bilimsel çalışmalara vermişti.
Hayatı boyunca en yüksek mertebelere ulaşmış siyasi kimlik olmasına, mührü taşımasına karşın her görevinde gerçekçi kalmış, reformcu anlayışından asla ödün vermemişti. Daima siyasal dönüşüm için metotlar ortaya koymuş ve geliştirmişti.
Zamanın keskin siyasal çalkantıları bile Haldun'u yolundan çevirememiş, düşüncelerini değiştirememişti…
Öyle ki, ilimlerin tasnifi, mevcut gelenek yapısını yeni ve çağının çok ilerisinde değerlendirmeler yaparak ortaya koymuştu. Tıkanıklığın açılması için mümkün olabilecek uygulanabilir tercihleri düşünmüştü. Dönem itibariyle düşünceye engel önyargılar çokluğunda, az bulunur akıl yolunu savunmuştu.
Olayların materyal felsefeyle, toplumların genel gerçeklikler doğrusunda incelenmesi gerektiğini savunmuştu…
Ve dahi bu yola öncü olmuş ve incelemişti. Uzun yıllar tanık olduğu her şeyi resmi hayat çerçevesinde, ayrıntılı değerlendirmelerle ve farklılıklara vurgu yaparak tarihe kaydetmişti. Resmen tarih ve kültür elçiliği yapmıştı.
Sınırları aşan eserleriyle ilhamcı ve vahiyci, statik dini inanç silsilesine karşı düşüncenin kendine yol bulacak metotlarını izaha çalışmıştı. Yani bilimsel düşüncenin meşrulaşması için çağın gerisinde kalan her ne varsa, rasyonel düşünceye ve gerçekçi temellere göre açılımlayan ilerici tavrıyla yüzyıllar sonrasına örnek olmuştur.
Haldun’un bu denli ayrıntıları ve uzantıları aslına bağlayışı, aklı öne alan, akıl insanı olmasının kanıtıdır. Kendi yazdığı kendi otobiyografisidir doğrulayıcısı. Aşırı dikkat ve özen ile ayrıntı zenginliği taşıyan çağrılarının çağlar sonrasında yankı bulmasıdır yaptıklarının sağlaması.
Ta on dördüncü yüzyılda Haldun’u Haldun yapan, dünü  bu gün yapan düşünce dağarcığıdır…

ESENLER 2. KİTAP GÜNLERİ BAŞLADI…
Esenler Belediyesi’nin düzenlediği, " 2. Esenler Kitap Günleri" Dörtyol Cumhuriyet Meydanı'nda kurulan büyük çadırda başladı…
Söyleşiler ve yazarlara imza günü etkinlikleriyle desteklenen "2. Esenler Kitap Günleri" 40 yayınevi ve 14 yazarın katılımıyla gerçekleşecek.
26 Ekim Cumartesi günü saat 15.00'te Mete Yarar’ın söyleşi ve imza etkinliğiyle açılışını gerçekleştirecek kitap günleri 3 Kasım'a kadar devam edecek…
Esenlerli kitapseverler ve öğrenciler o güne dek kitap kültürünü doyasıya yaşama fırsatı bulacak…


 ESENLER MUHTARLARINDAN MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ’NE ZİYARET…
Esenler İlçesi Mahalle Muhtarları, eylül ayı başında atanan yeni ilçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Nurettin Aras’ı makamında ziyaret ettiler… 
Tanışma ve hayırlı olsun ziyaretine mazereti bulunan mahalle muhtarları katılmazken, muhtarlardan Recep Gülyüz, Mehmet Doğan, Recep Yavaş, Mustafa Güven, Bilal Koca, Abdullah Pehlivan, Sali Mülazımoğlu, Arif Bayram, Murat Ateş, Yusuf Aslan, katıldılar.
Kısa tanışma faslının ardından, karşılıklı görüş alışverişinde bulunulan hayırlı olsun ziyaretinden sonra Muhtarlar ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Nurettin Aras toplu fotoğraf verdiler…

VERGİ YERGİ PAKETİ…

Denizden havaya, havadan karaya,  Allah vergisi ne varsa hepsine, insan emeği katkılı her şeye eklenen, sahip olma bedelini artıran artı yükün adıdır vergi. Yükü makul göstermek için de ‘vergi yol, su, elektrik’ olarak geri döner edebiyatı yapılır. Oysa onlar da parayladır ve onların üzerinde de verginin kralı vardır…
Diğer yandan ekonomiler dip yapınca, uygulanacak her ekonomi paketi öncesi gündeme giren yeni vergi reformları, olumlu değişiklikler ve rahatlama getirecek diye geniş halk yığınlarının gazı alınır. Sonra vergi paketi açılır. Adil ve etkin olmadığı apaçık vergi sistemi yeni düzenlemeler ile hiç içinden çıkılamaz hale getirilir. Vergi el tutar, göz görür her şeye yansıtılacak boyuta indirgenir. Millet inim inim inletilir.

Zaten vergi; uyulması zorunlu, kati yasalar çerçevesinde doğrudan veya dolaylı herkesten toplanan, belli oranlarda alınan paradır. Almaçtır. Alınan kamu hizmetlerine, kamu harcamalarına, yerel düzenlemelere gider. Hükûmet ve belediyelere kimse vermem diyemez. Verdiğini denetleyemez.
Yani vergi ne kadar iyi niyet gösterilse de açıkça millete külfet, hükümete afiyettir…
Bu adım atsan vergi düzeneğinde en iyi hükümet ise en iyi vergi koyan, en iyi ek vergi bulandır. Hükümetin en iyisi olandan toplayan değil, olmayana nal toplatandır. Olduk olmadık her şeye bir kulp bulup vergi planlayandır. Almaktır işi, vermek değil.
Hal böyle olunca, vergi böyle anlaşılınca ciddi dengesizlikler doğar. Doğunca da vergi reformları yerilmeye başlar. Kötü yanlar, kusurlu haller, beğenilmesi zor, hoş olmayan biçimler eleştirilir. Vergicilik masum, yergicilik suç sayılır. İmdada başka reformlar yetişir, yetiştirilir.
Vergi reformlarının topu çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınacak diye lanse edilir. Ancak hükümetler daima gelir vergisi oranlarını yükseltir. Kurumlar Vergisi oranlarını kademeli indirir. Yani reformlar tam tersi işler. Ve yergi artar.
Yergi; kimi kimseyi, düşünceyi nesneyi, geleni gideni, öreni göreni, övgüye değer olmayan her şeyi hicvetmek demektir. Yermesen yersin, yersen pozisyonunda işleyen her şeye karşı duruştur.
Ne yazık ki yıllar içinde hep esas duruşa geçildiğinden, sözde reformlar yüzünden, şu cennet memleket, vergi cehennemi bir memleket oldu…
Hem de taslağına bir yıl çalışılarak. Öyle bir reformculuk ki bu; ileriki yıllarda köklü değişiklik gerektirmeyecek, hiç hissedilmeyecek diyerek ayar çekilir. Amaç vergi artırmak değil, yükü hafifletmek, vergi vermeyi kolaylaştırmak denir.
Ancak orantısızlık artarak devam eder…
Ve vergi borcu sorgulamalarından e-devlet de donar…
Ve havadan suya, iğneden ipliğe, bacadan dumana vergi koyulur. Konuma konuta vergi, sokaklara caddelere vergi, tabuya tabelaya vergi, konmaya konaklamaya vergi günleri başlar. Suya rakıya, caza gaza, küle yakıta artarak devam eder.  O zaman da yergi doğar. Vergiden yergi türer.

Çünkü her yeni vergi reformu aslında yeni bir ekonomik kriz habercisidir. Halkın bir daha soyulma mesajıdır. Bu reformsal trajedi ekonominin çöküşüne dek sürer. Reform denilen aslında vergi yolu ile toplananları saçıp savurma anlayışının da iflasıdır.
Yani vergi üzerinde oynamalar, oyunun kuralına göre oynanmayışının son perdesidir. Ekonomik canlanış değil, can çekişe son bir nefestir. Yanlışta ısrarın ve karşılaşılan kötü akıbetin tabanda yankısıdır. Yangınların yangınıdır.
Allah vergisi şu güzel memlekette, vergi yangının körüklenmesi, yergi ise yangının çok önceden öngörülmesidir…
İSTANBUL, GÖÇ KENTİ…

Demir kırat iktidarıyla 1950’lerden sonra Ata yadigârı dengeli kalkınma modelinden vazgeçildi. Planlı ekonomi rafa kaldırıldı. Sermaye büyük kentlere kaydırıldı. Büyük kentler özendirildi. Ve bu sayede köyler terkedildi, kentlere göç başladı. Öncelikle de İstanbul. Bir anda İstanbul göç kenti oldu…
Uzun yıllar içinde ise İstanbul yasadışı bir kente dönüştü. Yerel ve genel iktidarlar oy uğruna bu yasadışı kentleşmeye seyirci kaldı. Ve yasadışı kentte mahrumiyet, mahkûmiyet başladı.
İstanbul’da ve diğer büyük kentlerdeki, kentlileşememe ise kimsenin umurunda olmadı…
Göçe dayalı kentleşme kalkınan ülkelere ait bir olgudur. Evrensel değildir. Nüfusu 20 milyona dayanan kentlerin çoğu 3. dünya ülkelerindedir. Gelişmiş ülkelerde ise büyük kentler nüfus kaybına uğrar.
İstanbul’da göçe dayalı kentleşme, göçe dayalı yapılaşmayı da hızlandırdı. Gecekondulaşma barınmaya eş anlamlı kaçınılmaz bir çözüm olarak hayata geçti. Belki de dönem itibariyle çözüm yolu olarak görülüp desteklendi. Yani devlet çözüm üretemediği için vatandaş kendi çözümünü üretti. Devletin acizliğine şark kurnazı yeni yetme yatırımcıların keyfi yer seçimleri de eklendi. Masum barınma isteği zamanla ticari meta haline geldi. Topraklar, kamuya ait arazi mafyavari tayfanın eline geçti.
Yani yasadışılaşan İstanbul’da yeni bir yasadışı kazanç kapısı aralandı…
Yasadışılığı iyice tescillenen kentte, kaçak yapılaşma el birliğiyle devam ettirildi. Gecekondulaşma kaçak göçek apartmanlaşmaya terfi etti. Ruhsatsız, plansız, projesiz ve denetimsiz binalardan oluşan mahalleler türedi. Mikro milliyetçi, makro dinci getto ilçeler oluştu.
Yani İstanbul, ‘uygarlaşmanın kaynağı görülen kentler uygarlığı yok eder’ pozisyonuna itildi. Güzelim kent, gecekondudan kente geçişte iyice yıprandı. Yıpratıldı. Herkese bir parça düşen suç ve sorumluluk ile muamma bir kent, yasadışı bir kent haline geldi…
Öyle ki, İstanbul doğru bir kentsel dönüşüm veya yerinde bir kentsel yenileme ile bile kolayca ıslah edilemez koca bir kent oldu. Var olan boş araziler rantabl kullanılamayınca, yeni arsa üretimlerinde de zorlanıldığından hepten kaderine terk edildi.
Ayrıca yıllar içinde kent endüstrisi ve ülke sanayisi konut yerleşim alanlarının tam dibine yerleştirildi. Sanayi ve endüstri kent dışına çok sonraları taşınmaya başlandı. Böylelikle kentin doğası da bozuldu ve kirletildi.  
Devletin ve yerel yönetimler sosyal dokuyu muhafaza eden sosyal yapıları da koruyamadı.
Yedi bin yıllık kent İstanbul, yetmiş yılda devletin ve yerel yönetimlerin özellikle de mevcut iktidar döneminde hepten tarumar edildi. Yasadışılığı meşru zeminlere çekilmesi gereken İstanbul hepten ziyan edildi. Binlerce yıllık tarihi mirasa ayıp edildi.
İstanbul’un dengeli gelişme ve büyüme olanaklarının tırpanlandığı kırat döneminden bu güne kentsel rantlar ekonomiyi, ekonomi politikayı belirlediğinden tüm yanlışlara göz yumuldu.
Ve nihayet yapılan yanlışlar kentin bu günkü durumunu belirlemesiyle uyanıldı. Ama…

FETTAH DİNDAR; “BORCUMUZ 275 MİLYON TL. OLABİLİR…”

Bayrampaşa Belediye Meclisi 2020 yılı tahmini bütçesini 268 milyon TL. olarak oy çokluğu ile kabul etti. Mecliste, 2020 yılı mali bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına konuşan  Abdülfettah Dindar  bütçe kalemlerine ilişkin ayrıntılı çarpıcı tespitler yaptı ve “Bayrampaşa belediyesi olarak, 31 Aralık 2020 tarihi itibariyle borcumuz 275 milyon olabilir …” uyarısında bulundu…
Bayrampaşa Belediye Meclisi, 2020 mali yılı bütçesini görüşüp, oy çokluğu ile karara bağlandıktan sonra CHP Meclis üyesi Abdülfettah Dindar bütçe görüşmelerine koşut şu açıklamalarda bulundu;
“ Bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına yaptığım konuşma çerçevesinde, kürsüde söylediklerime bağlı kalarak size şunları aktarabilirim.
Sayın Belediye Başkanı ortak değerlerimizden kopmayarak, Bayrampaşa için çalışıyoruz, Meclis üyeleriyle uyum içinde yeni projeler hayata geçiriyoruz diyor ama belediyemiz bir yılını hiç harcama, hizmet yapmadan tamamlasa bile toplam borcunu ödeyemeyecek durumda. Yani yeni proje hayata geçirecek gelir fazlamız yok. İstanbul’un yüzölçümü ve nüfus olarak en küçük ilçelerden biri olmamıza karşın maalesef İstanbul’un borçlu ilçe belediyeleri listesinde önlerdeyiz.
Size birazdan bütçeye belediyece koyulmuş rakamlarla ve bizim öngördüğümüz rakamlarla belediyemizin ne kadar zor durumda olduğunu izah edeceğim.
Ancak öncelikle bir önemli noktaya da temas edeceğim. 2020 yılı performans programı taslağı ve 2020-2024 stratejik plan kitapçığında Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın belediye başkanımızın resimleri var fakat Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile İBB Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafları yok. Oysa bir öncekinde İBB Belediye Başkanı’nın fotoğrafı vardı zannediyorum.

Belediyemizin tüm müdürlüklerinin, tahmini bütçe giderlerinin ve tahmini bütçe gelirlerinin, hizmet alımları ile diğer kalemlerini birebir inceledim. Net bütçe giderleri ve gelirlerine giren,  yapılan ve yapılması düşünülen mal ve hizmet alımlarında bütçede olan olmayan, performansa giren girmeyen konularda bazı eksiklikler gördüm. Bazı fazlalıklar gördüm.
Yani işletme ve iştirak müdürlüklerimizin tamamının da bir tasarrufa gidilmesinin gerekliliği söz konusu. Rakamlar sanki bütçe denklemeye yönelik. 2020 yılı performans ve proje raporunda da geçen Belediye Hizmet binalarının temizliğinden tutun da Belediye Hizmet binalarının güvenlik hizmetleri ne kadar bir fazlalık olduğunu saptadım. Diğer yandan spor organizasyonları, spor malzeme alımı ve sporculara verilen ödülleri  için öngörülen rakamlar çok düşük.
Belediyemizin en az yüzde yirmi kadar tasarrufa gitmesi gerekliliği mevcut. Yalnız tasarrufu personel giderleri üzerinden yapmamak kaydıyla. Örneğin Park ve Bahçeler Müdürlüğü hizmet alımları ve sermaye giderleri açısından yapılan incelememde rakamlar üzerinden tasarrufa gidilebilir.  Belediye olarak 76 adet parkımız var. Bunların yarısı kadarının bakım bve hizmetini Büyükşehir Belediyesi yapıyor.
Bir çarpıcı örnek de temizlik ve ulaşım hizmetleri. Her iki hizmet alanında da tasarruf şart. 2020'de hizmet alımı kapsamında yeni 85 araç ve 110 personel alımı tahmini bütçeye eklenmiş durumda. Bu realitenin çok üzerinde gerçekleştirilecek bir durum.
Bu ve benzeri birebir değerlendirmeler doğrultusunda büyük fotoğrafa baktığımızda, 2020 yılı tahmini bütçesine, iki üç ay içinde netleşmeye yakın 2019 yılından başlamak gerekir. Bizim 2019 yılı tahmini gelirler olarak öngördüğümüz 181 milyon idi. Bu genel genel toplamın 70 milyonu vergi gelirleri, 12 milyonu teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, 4 milyonu bağış ve yardımlar ve 80 milyonu diğer gelirler olarak düşünmüştük. Ve 2019 yılında alınan kredi miktarı yani borçlanma 15 milyondu. Yani toplamda 181 milyonluk bir gelirimiz söz konusuydu.
Buna karşılık 2019 yılı sonunda toplam giderimizin 215 milyon olarak gerçekleşebileceğini tahmin ediyorduk. Gider kalemleri olarak, personel giderleri 36 milyon, SGK 5 milyon, mal ve hizmet alımları ki bütçedeki en büyük rakamdır 144 milyon, faiz giderleri 4,5 milyon, cari transferler 5 milyon, sermaye giderleri 25 milyon idi.
Şimdi bu 2019 yılı tahmini bütçesi bu şekilde neticelenirse ki, gerçekleşecek görünüyor belediyemizin finansman açığı alınan kredi ile birlikte 49-50 milyon TL'dir. Bu da 31.12. 2019 yılı sonu itibariyle kısa ve uzun vadeli borç toplamının 245 milyon TL civarında olacağını göstermektedir. Burada yüzde beşlik bir yanılma söz konusu olabilir. Yani Belediyemiz 2019 yılını 50 milyona yakın bir bütçe açığıyla kapatmış olacak.
Şimdi buradan 2020'ye geçiş sağlarsak bütçe gelirleri ve giderlerini baktığımızda ki bağlanan kararla bütçe rakamı 268 milyondur. belediyemizin giderinin bu kadar olacağı öngörülmüştür. Bütçeye kayıtlı rakamlar bazında, personel giderleri 43 milyon, mal ve hizmet alımları 156 milyon, sermaye giderleri 41 milyon civarında. Cari transferler, yedek ödenekler, mal ve hizmet faiz giderleri vesaire toplamda 268 milyonluk bir toplam gider söz konusu.
Buna karşılık 2020 yılı gelirlerimiz ise bütçeye kaydedilen verilere göre; vergi gelirlerini 152 milyon küsur görüyoruz ki bu gelirin kesinlikle gerçekleşme şansı yoktur. Bizim öngörümüz 88 milyon, 89 milyon civarında bir vergi geliridir ki anca bu rakam gerçekleşebilir. Bunun üstünde vergi geliri olacağı hayaldir. Mümkün değil. Teşebbüs ve mülkiyet gelirleri üç aşağı beş yukarı bizim öngörümüzle aynı, 20 milyon civarında. Biz 17 milyon civarında gelir öngörüyoruz. Alınan ve bağış ve yardımlar da küçük farklar olabilir. Diğer gelirler de 80 milyon civarında gösterilmiş. Ve 2020 yılı genel toplamı 18 milyonluk iç borçlanma ile birlikte 268 milyona bağlanmış.
Yani tahmini bütçe, olası bütçe  giderlerini, karşılayabilecek bir gelire endekslenmiş bir bütçe.
Bizim tahmini bütçemiz de takribi giderler 225 milyon. Tasarruf edilmesi durumunda 195 milyona kadar düşürebilecek bir denk bütçe. Yani giderlerimizin 225 milyon, gelirimizin 195 milyon olacağını düşünüyoruz. Buna göre gelir gider farkımız 30 milyon civarında.
Belediye başkanlığımızın 2020 yılı finans açığı öngörüsü de 18 milyon TL. 2019 yılının 49 milyon açıkla kapanacağı düşünülürse bu öngörünün tutmayacağı çok açık. Tahminimiz gelir kalemlerinde, sermaye gelirleri ve alınan bağışlarda, gider kalemlerinde ve sermaye giderlerine bağlı olarak bazı değişiklikler gösterebilir. ancak total rakamı pek etkilemez.
Bu tahliller doğrultusunda biz 2020 yılı sonu itibariyle belediyemizin borç toplamının 275 milyon olacağını öngörüyoruz…

Bir saptama daha yapmak istiyorum. Gözlerden kaçırılmaması gereken bir konu. 2018 bütçe programı uyarınca net gerçekleşen bütün de vergi gelirimiz 70 milyon. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerimiz 11 milyon. alınan bağış ve yardımlar 6 milyon. diğer diğer gelirler 75 milyonun biraz üstüydü. Böylece Belediye olarak 164 milyonluk bir gelir elde etmiştik…

2019 yılında da öngörülen vergi geliri 70 milyondu. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerinin 12 milyonda kalacağı, alınan bağış ve yardımların 4 milyon, diğer gelirlerin 80 milyon olmak kaydıyla 166 milyon gelir elde edeceğimiz gerçekleşmek üzere.
Bu gerçeklik üzerinden, aritmetik değerlendirmelerimiz 2020 bütçesi için 88 milyon civarında vergi geliri elde edebileceğimiz gösteriyor.
Belediyemizin bütçeye koyduğu vergi geliri ise152.798. 963 TL. Yani geçmiş yıllarda elde edilenin ve bizim bu yıl için öngördüğümüzün neredeyse iki katı. Anca 2 yılda toplanabilecek vergi geliri bütçeye koyulmuş durumda. Bu rakam, teşebbüs mülkiyet gelirleri, alınan bağış ve yardımlar, diğer gelirler ile desteklenmesi de yetmeyince, artı yaklaşık 18-20 milyon borçlanma ile toplam giderlerin karşılanması düşünülüyor. Bu hal ve birebir değerlendirmelerin ışığında 2020 bütçemiz,  şimdiden 70-80 milyon TL açıkla kapanacağı fotoğrafını veriyor. Bu belediyemiz açısından çok olumsuz bir gösterge
Son tahlilde yapılması gereken gider ve gelir kalemleri ile fazla oynamadan, ciddi tasarrufa gidilerek, mal ve hizmet alımları daha disiplinli bir şekilde yapılarak, fazla da borçlanmadan 30 milyon açıkla 2020 tamamlanabilir.
Gelecek yıllara daha fazla borç aktarmadan, ülkemizin bu ekonomik darboğazından çıkmak, belediyemiz için en iyi sonuçtur diyoruz…”
ŞİİRE KAÇIŞ
Gündem sıkıştı, tam şiire kaçış zamanı, şiirlerle...
Hangi dizin bu? Acaba şiirlerin hangi mısraı? Zilzurna ayaklanmaları betimleyen hararet hangi kafiye? Hangi dış kapıda. İç rahatlığıyla uzanılan hangi toprak? Hizalanılan hangi deniz? Hangi deniz serbest kulaçlanılan? Hangi sezi, hangi ezgi, sezgi? Saraya şair bolluğunda…
Şiire kaçış, korku ecelden önce vurunca. Korku artınca. Zaten doğumlar azalırmış, isimler kararırmış, soylar güvensizleşirmiş. Sonra şiir doğarmış. Yani ateş çemberi sararmış benliği. Hangi yazgı, hangi kitap yazar bunu. Hiç. Yağmurlar kaçamağında hangi kaçağı? Yapraklar sararmış.
Hafıza kayıp ilanları ile inanılır güneşe. Güneşi görünce ölmek gerçeğine. Hangi hikâye bu ayaklanan. Bu kimin Denizi? Hasretlik aşamasında farkına varılan hangisi? Hayat ikilemi dağarcıkta darağacı. Olsun varsın
Deniz kalır ben giderim akıllım diye biter nasıl olsa dizeler…
Hangi dizinin bu gizem, gizli tanıklar kim. Kimler? Bilinen Deniz Karadeniz. Kan donduran yalnızlıklar hangi karlı dağın, kirli havanın kanlı görüntüsü? Acaba dürtüsü, akla yayılan damgalanan. Ben ana sen fidan.
Kırılır uçtan uca güneş yanığı ovalar…
Bayraksız gemiler yüzer akıl denizinde. Denizin hangisinde? En karasında. Seviyeli ve aylakça. Mendirekle çakışan saatlerde. Nazire yaparcasına soğuk ayaza. Hangi sözcükler bu yazgıyı paylayan? Çarpışmayı paylaştıran. Kimsesiz.
Malum makastar doğradı doğa parçasını. Deniz, kara doğrandı. Havada ifadesiz ve donuk bilgiler. Dostlar ocağında zorbalık. Neden palavracılar anlayış kıtlığı otağında? Hangi sohbet, hangi hoş sohbetin dara çekilen buyruğuyla. Buysa eğer gerçek, şiire şehriyarlık yareni kim? Ya ver gitsin zılgıtları kimin?
Geçsin gitsin günleri hangi kızarık kente emanet. Bu şehre kaçışlar, şiire kaçışlar kime?  Hangi İstanbul sana emanet, hangi İstanbul bana keramet? Kısmet ortaklığı asi kentin doruklarında. Asimile. Hayaller, hayatlar ve günler, kayıp kent civarında.
Cihanda fener alayı kim? Galata da canlı şişe, şişede gemi, gemide balık kime? Kime ne ilk kaçıştan. İlk kaçış bu karşı yakaya. Taş yediren oruç gecelerinde ard arda dizilen şiirlere. Kaç yaşında bu dizeler? Bilen kim.
Bilendikçe kelimeler, hangi dizin bu?  Hangi dizeye kaçış? Dilde yasak şiirlerle, hangi kente? Şiir kaçamağında karantine. Konstantinopolis minili, mislisiyle manidar. Eskisinden etkilenip gitmek zamanı. Yine can pazarı. Hangi taşıma, hangi tanışma bu, hangi hangi taşınma?
Yolculuk ağır yorgun, şiir kentine…
Kentte kenarda köşede kalmış bir makale civarına. Civan aldırmazlığıyla. Arzına. Arzına seyahat, paskalya çöreği tadında mısralarla. Bu hangi kusurlu göç? Anlayarak.
Bedavaya yarış. Hangi savaş bu? Niye hep zarar. Sanki boğaza dizilen kıyamet senaryosu. Ateşten düşler. Göze köz. Varılan hangi hazin öykü? Bu gündeme çakılış niye? Bu şiire kaçış kimin?
İllaki yaşanır izinsiz, dizinsiz yaşanılan, Ustaya Nazım serbestliğinde…
ŞAHİN; “BÜTÇENİN %20’Sİ ARSA SATIŞINDAN…
”Esenler Belediyesi’nin 2020-2024 Stratejik Planı ve bütçe tasarısının görüşüldüğü 6. Seçim Yılı 1. Dönem Ekim Ayı Meclis Toplantılarının ikinci birleşimi gerçekleştirildi.  CHP adına Esenler Belediye Meclisi üyesi Kemal Şahin Stratejik Planı ve bütçe tasarısı hakkında konuştu…
Şahin; ‘Belediyemizin 2020 yılı Bütçesi 410.900.000 TL iken, bunun yaklaşık %20 sini yani 78.500.000TL’yi arsa satışından elde etmeyi öngörüyorsunuz…’ dedi.
“Belediyemizce hazırlanan 2020 – 2024 Stratejik Planı görüşüyoruz.  Stratejik Plan başlığı altında belediyeler şehrin geleceğini yönlendirebilmek üzere iki temel araç kullanır.
Bunlardan biri şehirdeki konut, sanayi, turizm, ulaşım, yeşil alan ve dinlence gibi çeşitli işlevlerin mekân üzerindeki dağılımını ve yerleşmesini sağlayan imar planlamasıdır.
Diğeri, Belediye kurumunun yetki, görev ve sorumlulukları çerçevesinde kaynak kullanım önceliklerini belirleyen stratejik planlamadır.
Stratejik plan şehrin arzulanan şekline ulaşmak için mekânsal, kurumsal ve toplumsal boyutları olan yol haritasını oluşturur.
Kitapçıkta geçen bu ifadeye 10 yılı aşkın Belediye yönetim anlayışınızla ters düşmektesiniz…
Belediye olarak 2013 yılında 1/1000 ölçekli imar planı yaptınız. 2002 Tasdik tarihli planda öngörülen nüfus 390,198 kişi iken, 2013 Tasdik tarihli planda öngörülen nüfusu 360,613 kişi olarak gösterdiniz. Sizin plan yaptığınız tarihte TUİK verilerine göre Esenler’in nüfusu 461,621 kişiydi.
Birbirinden farklı bu üç nüfus değerine göre yapılan planlamalar Esenler’deki olumsuzlukların asıl sebebini oluşturmaktadır.
Paydaş analizinde, paydaşlarınızın tespitinde en acı olan tablo Esenler’de  yaşayan  vatandaşların, iç paydaşlarınızda yer almıyor. Dış paydaşlarınızda ise siyasi partiler yok,   Esenler’deki Sivil toplum kuruluşları yok.
Bunları paydaş yapacaksınız, siyasi partileri görmezden gelmeyeceksiniz.
Akıllı şehir projesine sık sık vurgu yapıyorsunuz ancak akıllı şehir oluşumu için askeri alanda kurulacak yeni bir Esenler’den bahsettiğiniz ortada.  
İlçenin sorunlarında, özellikle mekânsal iyileştirmelerde tıkanıp kaldığınızdan,  Esenler’in 16 mahallesinde nüfus yoğunluğu çaresizliği nedeniyle Askeri alan ve 15 Temmuz Millet Bahçesinde sığınıyorsunuz. Kendinizi teselli ediyorsunuz.
Bir süre önce deprem yaşadık. Belediyemiz İnternet sayfasında 5 adet ana tahliye alanı 27 adet acil toplanma alanımız olduğunu belirtmişsiniz,  bunlardan vatandaşın haberi yok, olası bir depremde acil toplanma alanları yetersiz…
Deprem toplanma alanlarında kişi başına düşen alan 0,65 m2dir. Herkesin ayakta yan yana duracak kadar kullanım alanı yok.  Halkı depreme hazırlık konusunda bilgilendirmek, toplanma alanlarını gözden geçirmek ve buraların ihtiyaç duyulacak malzemeler ile donatılması gerekmektedir.
Belediyemizin 2020 yılı Bütçesi 410.900.000 TL iken, bunun yaklaşık %20 sini yani 78.500.000TL’yi arsa satışından elde etmeyi öngörüyorsunuz. Satılacak yer kalmadığında bütçeyi nasıl denkleştireceksiniz.
2020 yılı planlanan yatırım programında, yatırım yapacak müdürlükler ve sektörel dağılımı incelendiğinde, belediyemizin öz sermayesine kattığınız hiçbir şey yok, ne bir taşınmaz, ne bir taşıt, ne bir demirbaş. Belediyemizin gelirlerini kiralama, hizmet alımı gibi gider kalemleriyle azaltmaktasınız.
Kaynakların verimli kullanılmadığı, gelir arttırıcı herhangi bir yatırım planı yapılmadığı görülüyor. İlçemizde spor ve ulaştırma için hiçbir yatırım planı yapılmamıştır.
Halkın sorunları hiç dikkate alınmadan bütçe taslağı hazırlanmıştır…
Esenler’in sosyal kültürel gelişimine katkı sağlayacak spor salonları, yaşlılar için bakım merkezleri, çalışan ailelerin çocukları için kreşlere bütçede hiç yer verilmemiştir. Özel eğitime ihtiyacı olan otizmli, down sendromlu, öğrenme güçlüğü olan çocukların eğitimleri için hiçbir rehabilitasyon merkezi yatırımı yapılmamıştır.
Bu bütçe, Esenler halkının yaşamını kolaylaştıracak, refah düzeyini yükseltecek yatırımlar içeren bir bütçe değildir.
CHP olarak, 2020 – 2024 Stratejik Plan katılımcı bir anlayışla hazırlanmadığı için, Esenler halkının yaşam kalitelerini arttıracak faaliyetler içermediği için hayır diyeceğiz…”

Hiç yorum yok: