SİRKECİ, HAYDARPAŞA…
Denizin, Marmara’nın karşılıklı iki yakasında iki gar var. Sirkeci ve
Haydarpaşa. İstanbul’un demirden gözleri. Demiryolunun, demir ağın ilkleri…
Haydarpaşa, taşı toprağı altın İstanbul'a adım atışın ilk adresi.
Anadolu’nun posta kutusu. Yeni bir hayata başlangıcın simgesi. Sirkeci ise İstanbul'dan
Trakya ve Avrupa'ya yayılışın sembolü. İkinci hayatın tesisi. Her ikisi de
tarihi eser. Haydarpaşa Cumhuriyet, Sirkeci Cumhuriyetin devamı…
Haydarpaşa Garı, zamanın İstanbul-Bağdat demiryolu güzergâhının başlangıç
istasyonu. Cumhuriyet Dönemi, Devlet Demir Yollarının
ana garı. Anadolu'nun baş istasyonu.
Haydarpaşa Garı binası, 1908 yılında hizmete
girmiş…
Haydarpaşa'ya kim gelmedi, kim inmedi ki o merdivenlerinden? Trend
değişince, kaç göç dönemlerinde, nostalji trenlerinden sırayla. Haydarpaşa garı var, okulu, hastanesi var…
Devlet Demiryolları sahipliğinde görünen tarihi
ve görkemli gar binası, Marmara’ya çakılan bin yedi yüz kazık üstünde
yükseliyor. Barok mimari, klasik Alman tarzında bir şaheser. Taş ustalığı
mucizesi.
Tarihte yanıyor yakılıyor. Teröre, kazaya,
patlamalara, kurban gidiyor ama beş katı ile hala dimdik ayakta. Selimiye
Kışlası ile yan yan. Paşaya jest babında Haydar ismi verilmiş. Semtin adı da
Haydarpaşa olmuş, o civarın da.
Zamanıyla Hicaz’a bağlanan demiryolunun ve
memlekete dört baştan örülen çelik ağın en büyük garı; Haydarpaşa. Dünyanın ve
memleketin göz bebeği. Tarih ile buluşulan altın nokta.
Anadolu'nun en uç noktası Haydarpaşa garı. Sıfır
noktası…
Sirkeci Garı İstanbul'un Avrupa'ya açılan ilk
kapısı. Batının bitip doğunun, Doğunun bitip batının başladığı yer. Ortak nokta…
Sirkeci Garı, 1890 yılında hizmete girmiş…
Demiryolu tarihinin en canlı örneklerini
bünyesinde taşıyor. İçinden tren geçen müzesiyle müzelik ediyor. Tren
nostaljisi sunuyor. İçsel düşsel yolculuk pınarı. Şark Ekspres’in hayat bulduğu
istasyon. Roman. Sirkeci’nin de ilk adı Paşa. Sonradan olmuş Sirkeci.
İstanbul Sirkeci Garı, Avrupa oryantalizminin
tek katlı en görkemli örneği. Gar demiryolu ile deniz arasında. Tek katlı
koridorlar, vaktiyle birinci ve ikinci mevki bekleme salonları. Sonra depolar. İdari
bürolar. Kemerli pencerelerle donatılmış bir üslup. Mağrip mimarisi.
Sirkeci ve Haydarpaşa Garı ve sahaları tarihi,
kültürel ve endüstriyel miras. Yüz küsur yıldan sonra garlara ait depolar, açık
kapalı alanlar, kiralama yollu özelleşiyor.
Birkaç gün önce tarihi Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının bazı bölümleri,
kültür ve sanat etkinliklerinde kullanılmak üzere kiraya verildi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, yerlerin tümünü kiralamak için ihaleye alınmadı.
Ve Tapu kayıtlarına göre TCDD’nin sahip olduğu,
Sirkeci Garı'na ait 1 ada, 20 parsel 98 bin 199 metrekare’den, 2 bin 420
metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 4 bin 170 metrekaresi ihale ile kiraya
verildi.
Yine TCDD’nin sahip olduğu, Haydarpaşa Garı’na
ait, 240 ada 16 parselde bulunan 390 bin 700 metrekarelik alanın, 2 bin 340
metrekarelik kapalı kısmı ile toplam 25 bin 50 metrekarelik alan ihaleyle
kiralandı.
İhaleye tek başına sokulan Hazerfan danışmanlık
adlı dünkü firmaya, iki yaşındaki şirkete hiç kimselere danışılmadan; 29 bin
metrekareden fazla, atıl depo gösterilen
kapalı ve açık alan, aylık 350 bin lira kira bedeline verildi.
Şimdi İstanbul halkı adına, bu bedel biçilemez, paha biçilemez memleket değerlerinden
ikisi, kurulan ihale komisyonu marifetiyle, taraflar pazarlığa
çağrılmadan, bir miktar artırımla istenilene verildi bağlamında, hukuki
yollardan ihaleye itiraz edilecek. Davanın sonuna dek takipçisi olunacak.
Peki, sonuç alınır mı? Bu iktidar döneminde zor…
Ya on beş yıl çarçabuk geçer, on beş yıl sonunda veya iktidar değişir,
on beş yıldan evvel özel mülkiyete döndürülmeye çalışılan bu memleket değerleri
asıl sahibine geçer…
TÜM PERTEVLER TEK YÜREK, TEK YUMRUK…
İyi ki ekol okullar var. Çünkü ilmi bilimi çarpıtan, soyut duyarlıkla
geçinen, hümanist duyguları eriten, çağdışı doyumlarla yoğrulan tipik
projelerin hayata geçirilmesine bir tek ekol okullar karşı koyar. Hiçbiri de
tek kitaba sığmaz. Çünkü onlar dönemsel dayatmaları daima ret eder. Otorite
tanımaz. Arka bahçe olmaz. Küçük bir kıvılcımla evrimleşir. Devrimcileşir.
Tıpkı Pertevniyal gibi...
Eğitimde çağdaşlık ve bilimsellik insanlık tarihinin binlerce yıllık
deneyimidir, en verimli kazanımıdır. Tüm deneyim ve kazanımlar zamanla kendi
ekolünü yaratmış ve köklü eğitim kurumlarına dönüşmüştür. On yıllarca evrensel
ilkeler, akıl ve bilim doğrultusunda düşünen, düşündüğünü korkusuzca ifade
eden, ülke sorunlarını irdeleyen sorgulayıcı genç beyinler eğitmişlerdir. Tıpkı
pertevniyal gibi...
Kendi ekolünü yaratmış okul olmak, okullardan olmak, o ekollerin
sınıflarında tebeşir tozu yutarak, mürekkep yalayarak büyümek ve o okulları
bitirmek, mezunlarından olmak ömür boyu sürecek bir sevda, büyük bir onur ve
haklı gururdur.
O yüzden pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, tüm Pertevler tek yürek tek
yumruk…
Her dönem, iktidarların devamlılığı ve sürekliliği için yüzlerce yıllık
bu karşıt türden ekol okullar, türdeşler sınıfına kaydedilmeye çalışılır. Geriletilmiş,
hoş ama boş mekânlara dönüştürülmeye çaba gösterilir. Boşunadır. Çünkü bu
okullar nice yerli yerinde isyana ev sahipliği etmiş, kurulu düzen karşıtlığı
duvarlarına sinmiş eğitim kaleleridir. Tıpkı Pertevniyal…
Nitelik ve nicelik açısından çok az kalmış olsalar da yükselen değerdir
onlar. Okul , ekol, ve Pertev dayanışması ile yıldızlaşırlar...
Bu büyük dayanışma; adı Türkiye soyadı Devrim olan nice Pertev
kazandırmıştır topluma. Nice Pertevler, gevherler ve devrimciler yetiştirmiştir
Pertevniyal...
Özellikle 12 Eylül faşizmine ve diğer benzer faşizan dönem
uygulamalarına karşı baş eğmeden dimdik durmuş, direnmiştir. Bu yüzden evinden
olmuş, yerinden yurdundan sürülmüş, yılmadan mücadeleye devam ederek, yine
yuvasına geri dönmüştür. Yani Türkiye’nin faşizm ve gericilikle mücadele
tarihinde en erdemli yolculuğun, yolcuların eğitim kapısıdır.
Dört koldan sızmalarla bu ekol-okulu yıkma girişimleri tutmamış, Pertev
sönmemiş, gevher körelmemiş, okul varlığını korumuştur…
Emperyalizmin kurulu köhne düzen sahtekârlığı, kapitalizmin her türlü
enstrümanları, faşizan planlar, faşist projeler bu ilerici eğitim yolculuğunu,
yolundan saptıramamıştır. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, tüm Pertevler tek
yürek tek yumruk olmuştur…
Gelenekten aldıkları cesaretle, kendi yolunu ve ekolünü yarattıklarından
asla oyuna gelmezler. Ülkenin kuruluş felsefesi ‘fikri hür vicdanı hür
nesiller’ yetiştirme yolunda, pilavdan
dönenin kaşığı kırılsın, tüm Pertevler tek yürek tek yumruk, yürürler. Oyunları
bozarlar…
Gelmişi geçmişi, okutanı, okuyanı, velisi, mezunu, derneği, vakfı; Ekol,
okul ve Pertev olmanın gereği, memleketi yaşanmaz kılanlara, okulları ile
uğraşanlara, ayarını bozmaya çalışanlara, müfredat kapsamında, bilimsel
öğretiler doğrultusunda karşı koymaya hiç çekinmez. Çapsız ideolojilere geçit
vermez.
Karşıtlığın, omuz omuzalığın tek dayanağı ise aidiyet duygusudur. Bu
duygu ömür boyudur. Ölümsüzdür. Dünya çapında ve kâinat karatındadır.
Değerlendikçe değerlenir. Daima değerlenir.
İşte bu değerle, Tüm Pertevler tek yürek tek yumruk. Pilavdan dönenin
kaşığı kırılsın, aşuresi bozulsun…
KİM DEMİŞ…
Kim demiş ki; Ülke süper gitmiyor? Ve Dünya bizi kıskanmıyor? Ve Batı
bizi kıskanmıyor? Süper kıskançlar. Kıskaçtayız…
Çünkü yılbaşından bugüne her şeyin temeli olan Elektrik-Su- Doğalgaz
fiyat ayarlamaları %65’lere ulaştı. Dünya da böyle bir furya olsa yönetenler
için deprem olur. Avrupa’da millet sokaklara dökülür. Japonya’da harakiri.
Kıskanacaklar elbette bizde ortalık süt liman…
Ve peşinden her şeye gelen yağmur gibi fiyat düzenlemeleri. Örneğin 95
TL. olan büyük rakıya büyük ayar, şu an 205 TL… Sarhoş olmak da yasak…
Fakat emredilmiş enflasyon oranı %9,3 çıkıyor. O da inci ayar…
Yersen yemezsen de durum bu. Ülkeye ayar üstüne ayar çekiliyor,
aymazlığa tepki sıfır...
Resmi işsizlik oranı %13,9, dünyada avrupada olsa üretim araçları el
değiştirir. Bizde iş çok çalışan yok masalıyla uyuklamaya devam. Elalem
kıskanır elbet. Örnek; 6 kişilik Bayan şoför kadrosuna başvuran 5000 kişinin
600 tanesi erkek.
Kim demiş ülkede işsizlik var diye…
Ekonomi de tıkırında. Dış borçlar 150 milyar dolardan 550 milyar dolara
fırlamış. Borclandırma Genel Müdürlüğü kurulmuş, Aynen Osmanlı’daki Duyunu Umumiye gibi.
Kim demiş borç var, IMF’ye biz borç verdik, veriyoruz…
Devlete ait üretim yapan fabrikalar, kurumlar satılmış ve kalan diğer banka
ve finans kurumları Denetim dışı Varlık Fonuna aktarılmış ve Borçlara karşılık
ipotek edilmiş. Hani borç?
Kim demiş? Üretim yerine tüketim ekonomisi ( AVM'ler ve diğer enstrümanlar
yolu ile) teşvik edilmiş ve dışa bağımlılık artmış ve Parlamento devre dışı
bırakılarak, Demokrasi dışı Tek Adam düzeni
kurulmuş.
Kurulmuş ise ne olmuş? Tüm kainat ileri demokrasimizi kıskanıyor.
Kıskanacaklar elbette? Ve bu Yabancılar bizi daha çok kıskanacaklar. onca
şeye rağmen, onca dezenformasyonla ve yandaş medyanın algı operasyonlarıyla,
mevcut yönetimi iyi bulan hipnoz verilmiş hastalar gibi uyutulmaya devam edilen
bir ülke.
Kim demiş ki; dünyada yalnızlaşıyoruz. Tek sebep kıskançlık. Ve Dünya
bizi kıskanıyor… Ve Batı bizi kıskanıyor... Onun için başta Süper ülkelerin
kıskacındayız.
Kim demiş ise doğrudur; devlet millet süper kıskaçtayız…
Savaş BARIŞ MASASI
Dünyanın dört bir yanında yasal çerçevesi tartışılan, ‘savaş ve barış’ silahlı
girişimi anca bir hafta sürdü. Harekât, yaylım ateş, tivit, yaptırım, mektup,
sıkılov derken taraflar dünya kamuoyunda üst düzey yıprandı. Son çare masa
kuruldu. İmzalar atıldı ve tepegöz masala ara verildi. Operasyon durduruldu…
Pek inanan kalmasa da on küsur yıldır alışılageldiği üzere, kâğıt
üzerinde kazanılmış savaşlara biri yenisi daha eklendi. Laflar; kazandık, ara
verdik, durdurduk, iyi de oldu. Allayıp pullama mahareti seçimlerde…
Böylece ‘barışın kaybedeni olmaz’ demokratik söylemi bir kez daha yerini
buldu. Artık güvensiz bölgede kontrol kime geçti ise güvenliği onlar kuracak. Toprak
kimin ise onlar hazıra kondu, derdi fakire.
Kimsenin derdi değil; üç buçuk milyon sığınmacıya, boşa çıkan on binlerce radikal-dinci militana, yeni hayatlar kurmak bu zengin
memlekete kaldı…
Diğer yandan on yıla varan bu savaş, barışçı harekât
ve sonrası anlaşılan biçimiyle bölge paydaşlarını toptan sınıfta bıraktı. Neden
ise taraflar bir türlü bir araya gelip de kendileri çözemediler meseleyi. Çok
kutuplu dünyanın süperleri bir çırpıda dizilip halletti. Görünürde çağrılı
olarak, davetsiz misafir olmaktan aklanarak.
Yok. Mektup iyi okunamadı. Densizlikler yanıtsız
bırakıldı. Çözümler çöp tenekesine atıldı. Masada tabaklar çoğaldı. Dönem
hikâyesini yazanlar ile mektubu doğru okuyamayanları tarih nasılsa kaydetti…
Ama akıllarda soru çok; Harcanan onca kaynağın,
yanan canın hesabını kim tutacak, kim verecek? Belirsiz. Şimdi orada iç siyaset
malzemesi yapılan çiftlik evlerini, okulları, üniversiteleri kim kuracak. Sabırsızca
dalınan sınır ötesi bölgelerde kim güvenlik alacak. Yanıtsız. Bakanların anlaşılan
tarafta yığdığı mal varlıklarına dokunma var mı? Banka davaları ve diğerleri
raftan iner mi? Himayemiz altında ne demek? Daha başka ne yaptırımlar
uygulanacak? Kısıtlamalar aileye dek uzanacak mı? Yatırımlar ne olacak? Dolar
kaça bağlanacak?...
Akıllarda deli sorular…
Anlaşmanın metni de önceden hazırlanmış bir
mektuptan başka bir şey değil. Danışıklı dövüş. Olmadığının ortaya çıkması da düşündürücü.
Demek ki tüm ‘birçok iyilik için sertlikler’ baştan sona bir kumpasmış. Plan-proje…
Emperyalizmin pentagonvari-proje tasarımında
taşeronluk yarışı ile mevki makam kazanılmayacağı da böylece netleşti. Sol
tahlilde üsler hala üst, obüsler boşa gitti. Üstelik Semamca düşman değil müttefik.
Paralar yandı. Parasavaş…
Rejim ordusu sınıra dayandı. Bu masa yetmez. Demek
ki yeni bir masa kurma gereksinimi doğdu. O zaman kim neyi kazanacak, neyi
kaybedecek tam belli olacak. Yani militan piyonlaşmanın, militarist kapışmanın
eşantiyonu nasıl paylaşılacak. Parsayı kim kapacak? Daima mağdur ve mağrur
edebiyatını yapanlar mı? Yoksa…
Yoğu varı, bir kez daha içte dışta dengeli ve
diplomatik politikadan uzaklaşılır ise hiç de sineye çekilmeyeceği bir güzel
anlaşıldı. Savaş ve barış heyecanına şimdilik nokta koyuldu. Bir kez daha
görüldü ki para devrinde de olsa, para karşılığı savaş ve savaştırmalar yine
tutmadı. Ortaya savaşları saraylar kaybetti. Barış çok paralara maloldu.
Çok paralılar olayı kurguladı, sonra olaya
müdahale etti. İnce hesaplar paralandı. Seçime yatırımlar pazarlandı.
Azarlandı, mastarlandı, masalar gururlandı..Neyse ki ateşkes yapılmadı, lafıgüzaf
denildiği gibi ara verildi. Operasyonlar durduruldu. O da bir şey…
Sonuç itibariyle sınırın her iki tarafında da
egemen sermayenin dediği oldu…
Kurulan masanın tablosu bu. Metazori mutlu
sonla birlikte ifade özgürlüğünün de önü açıldı. Örtülü sürdürülen Savaşa Hayır
yasağı da kalkar artık.
O halde bir kez daha Savaşa Hayır…
BİLGE TANRILAR, TANRI BİLGELER DİNLERİ GETİRMİŞTİR…
Bilginin önemsenmesi ve bilgeliğin kutsallaştırılması ile bilge tanrılar
belirmiş, Tanrı bilgeliğinden de dinler güncellenmiştir…
Bilgelik Tanrılara mahsus bir yakıştırmadır. Var olan olmayan, kavranılmaz
değerler ve kuşkular kehanet derecesinde Tanrıya bağlanarak kolaycılığa kaçılmıştır.
Tanrılar ve seçkinleri bilgelikle donatılmıştır. Seçkinlere atfedilen bilgelik
Tanrı armağanı kabul edilmiştir.
Böylece var olmayan, varsa da insan aklı ile kavranamayan her şey
mitolojik çağlardan bu yana tartışmasız, kuşku ötesi Tanrı olarak kabul
edilmiştir. Tanrı bilincinin üstün tutulması ile birlikte komünal sistem
ideolojisi de geçerliliğini kaybetmiştir. Yaşam seyri değişmiştir.
Bireyselleşen yaşam insan aklı üzerinde olanları egemenleştiren bir
çatışmaya odaklanmıştır. Tanrı ve dinlerden bağımsız olmayan, birikimsiz akıl
yürütmeler ise bilgelik sanılmıştır.
Yine de bilgi ve bilgelikten Tanrılar türemiş, dinler doğaüstü kökene
bağlanmıştır. Felsefe ile eşzamanlı inanç ve bilgi çelişmesi ve çekişmesi böylece
doğmuştur. Doğurmuştur.
Bilgelik tartışmaktan çok açıklanan tanımlanan bir savunmadır. Bilgeliğin
Tanrıya atfedilmesi ise geleneksel inançların bir neticesidir. Gelişen
öğretilerin tanrıyı ilk devindirici niteliğinde kabullenmesi yeniçağ yaratancı
inancı da yaratmıştır.
Yani bilgi ve bilim peş peşe uzun dönemler boyunca tanrıyı bilgeleştiren
kuramlar üzerine yoğunlaşmıştır. Teolojik kozmolojik açılımlarla öteki dünyaya
tırmanışın tanrıcı modlarını da biçimlendirmiştir.
Gizemci yaklaşımlarla insani bilgeliğin, tanrısal zeminde görülmesi ve
gösterilmesi ise çok tanrıcılığın karakteristik özelliğidir. Dinsel tarih
kutsal bilgeliği, tanrının varlığına, gücüne, düzeni ve yönetimine bağlayarak
bir şekliyle dinleri de kaçış veya kurtuluş yolu olarak sunmuştur.
Evren ve sonsuz varlık tanrı imgesine soyutlanarak, insanı tanrı tanrı
insan imgesinde yarattı ikilemine Dogmatik bir doğrulama getirmiştir. yani
kutsal bilgelik ve uzantısında Tanrı ilahi çağrılarda akla yasak olmadığını da
göstermiştir. ilimi geliştiren bilgeliği temellendiren İşte bu mirastır.
Evrene ve Evrensel değerleri ulaşmaya dönük eylemlilik de Bilge insanın
işidir. bilge tavrın ilerletilmesi ile dinlerin Doğa ötesine dayandırılması,
Doğa dışı görülmesi de dinsel deneylerdir.
Bu deneyimlemeler bilgeliğin kutsallaştırılması yerine tapınmaya değer
Bilge tanrının soyut ve Sonsuzluğa güncelleştirmesini oluşturmuştur.
AKP VE SURİYE POLİTİKASI
AKP’nin 2011’den beri Ortadoğu’da izlediği Neo Osmanlıcı politik stratejisi resmen çöktü…
AKP’nin 2011’den beri Ortadoğu’da izlediği Neo Osmanlıcı politik stratejisi resmen çöktü…
Suriye’de Esadların onlarca yıldır diktatörlük yaptıkları bilinen bir
gerçek. Ancak AKP tarafından önce kardeş Esad, sonra düşman Esed ilan edilerek
ABD’nin Ortadoğu’ya lafta Demokrasi getirme projesine ortak olundu.
Komple Arap Baharı tuzağına düşüldü…
Hükümetin Suriye’deki İhvancı-Siyasal İslamcı El Nüsra ve türevlerini
desteklediği söylentileri yaygınlaştı. Sonuçta Suriye iç savaşına müdahil
oldu. Seküler çizgideki Esad’a karşı, Siyasal İslamcı örgütleri desteklendi.
Her fırsatta Suriye rejiminin devrilmesi gerektiği vurgulandı.
Bu girişimleri takip eden Batı dünyası, 2014’den sonra AKP’nin diplomasiyi
işletmeyen, Siyasal İslamcı-Neo Osmanlıcı, ılımlı İslam görünümlü katı politikalarını
da görünce 180 derece dönüş yaptı.
Ve Rusların da Esad yanında devreye girmesiyle birlikte, rejim seküler
grupları desteklemeye başladı…
AKP hükümeti hem bu sebeple, hem de içteki ekonomik çöküntüyü örtmek
amacıyla Suriye’de operasyon kararı aldı.
Daha önce Zeytin Dalı sonra Fırat Kalkanı harekatlarıyla yaklaşık 5000
Km2’lik bir alanı kontrol altına alınmıştı. Sınır güvenliği maksatlı Barış
Pınarı Harekâtını başlattı. Uygulamaya geçti...
Fakat süper güçlerin izlediği stratejik taktikler neticesinde bir kez
daha tuzağa düşüldü. Veya iktidarın diplomasiyi öenmseyişi yüzünden kurulan
tuzak görülemedi.
Ve Türkiye Dünya genelinde yalnızlaştı, işgalci konumunda kaldı. Bir
anlamda siyasal İslamcı-Neo Osmanlıcı AKP stratejisi çöktü. Bu günden
ileriye yeni ve makul stratejiler uygulamaya konulacak gibi.
Cumhurbaşkanı son beyanatında girilen toprakların Suriye toprağı
olduğunu vurguladı. Bu açıklama bile bölgede yeni gelişmeler yaşanacağının ve
strateji değişikliğinin ipuçlarını taşıyor.
Ancak her türlü diplomatik gelişme ve girişilen savaş, AKP iktidarının hem Ortadoğu için, hem Ümmet sayılan
Arap Dünyası için, hem de Türkiye için kâbus haline geldiği ve sona yaklaştığı
gerçeğini örtemez.
Muhalefete gelince; Muhalefetin ve çağdaş laik-demokratik güçlerin
öncelikle barıştan yana olması gerekir. Türkiye’nin geleceği ve terör
karşıtlığı noktasında harekâta verilen desteğin de takibini ciddiyetle yapması
gerekir.
Muhalefetin asli görevi, olası enkazın altında ezilip kalmadan memleketi
bu felaketten kurtarmaktır…
LA REVEDERE…
Geceden akla kondurulamaz, gitmeler saklı loş odalara.
Yürek titrek her yeni güne. İrkilir akıl hücreleri. Ve konsollu aynaya
değdiğinde güneşin ilk ışıkları, vedalar yayılır dünyaya. Elvedalar. La
revedere…
Zihni saran hayat öpücükleri ıslak, yaş dolu gözler
kıpırtılı. Pencerelerde mavi bulut perdesi. Endişe verici saatler. Yağmurun
cama vuran ilk damlaları kaçak. Damardaki küçük büyük can dolaşımı temkinli.
Gönül seyreder telaşı. Zira…
Kindar bir gün, dindar
bir gelecek. Kopma saati, gitme dakikaları. Bir kez daha düşünmeden, hatta.
Uyku mahmuru benzeri bir yalnızlıktan doğan davet. Ve davete icabet.
İcabında şikâyetler mırıldanarak kalmak veya gitmek.
Neticeye rıza göstermek. Erken yol almak. Kim bilir belki duygular seline
kapılıp, geç yakalanmak. Kalpaklı ormanlara kapaklanmak. Bir yerlerde, hiç bir
yere, geri dönüşsüz sınırı geçmek. Ve her şey çoktan unutuldu zarfına yeni
adresi karalamak. Damgalamak...
Kara bir geleceğin, yine buluşuruz içerikli mektubunu
buruşturup atmak. Mazi çöp kutusunda. Bedeni sarıp sarmalayan hataların,
halatını kesmek hayatla. Sonra ardına bakmadan yüzünü dönmek, dönülmeze.
Dönülmez akşamın ufkunda. Yürümek. Denizin karasında ufalmak…
Yolun bu tarafı yokluk. Yorgun yolcuyu kararlı bir
sesle çağırır peri masalları. Yasal gibi yasaklar. Bütünden bir parça
avuçlarda. Hep sonra, sonra diyen bir seda dillerde. Geceden sabaha ayni tonda
yalvarma.
Sabahın aklı karışık ve saten örtülü pencerelerin
gözleri kapalı. Kapılar duvar. Yeniden hayat. Yeni. Bayat ekmekli papara.
Manasızlığın masasasında mamaliga...
Camları döven yağmur camdan çıngırak. Çıldırmak üzere
anı. Camgözler tık nefes. Tıkanık patikalar. Pınarı tersine akıtan hep aynı
nefes. Geri dönülmez bir memleket. Vuruyor ağlak kentler aklın ötesini.
Tertiplenen terkidiyar aceleci. Seyahat. Hayat...
Dindar bir gelecek, dini dar bir çerçeve. Çerçevede
ısrarla çeşnicilik. Acılarla işlenmiş her şey. Her nüans. Bir şans daha diyecek
yok. Çok isteyecek yok. Yokluk. Nafile. Çekilecek ruh, devrilecek duygular.
Devrik zaman.
Zar zor duyulan son iknacıdan serzeniş. Mutlak
uyulacak. Duyulmayacak belki de. Vakit tamam. Tam sefere. Tam da tadını çıkarma
zamanı, yol ayrımının. Konsollu aynaya vuran ilk güneş ışıklarının perişanlığı.
Sanki bambaşka bir zaman, aynadan yansıyan. Güle güle desenli. Sırlı…
Sırtta onca yük. Onca yük varken. Kat kat silme vakti
kahırları. Aklın duvarına kayıtlanmışları. Nice dünyalık duyguları. Durup
sonra, son bir kez daha bakmak yalan dünyaya. Ve bekle beni demek anı. Sonra üç
boyutlu mekânı koşar adım. Nihayet. Ve boyutsuzluk eşiğini geçmek aykırışlığı.
Geçip gidişi seyredenler olmayacak bu kez. Bu veda
konsollu aynanın kenarına tutturulanın. Saman sarısı. Akla sarkan sanrı.
Yabancı gözlerle izlenecek geceyi sorgulayan vurgun. Sabahında merci. Durgun
bir yürek atacak geride. Çoktan beri beklenen. Kaybolacak ıslak hayat
öpücükleri. Vedea. Kalatorya...
Ve elvedaya duracak sabahın körü. Üstünkörü veda. La
revedere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder