TARİHİ HIRS VE İHTİRASIN BEDELİ…
Toprağı ve üzerinde yaşayanları, memleketleri
ve bölgeyi, kıtaları ve dünyayı etkileyen her türden ordu desteğinde hareket tarihe malzemedir. Tarih, zaman ve yer göstererek böylesi her
olayı kitabına nakşeder. Gelişmelerin tümünü ilişkiler, olaylar, taarruzun önü
ve sonu itibariyle derinlemesine inceler ve yarınlara nakleder. Tıpkı; ‘Tarihin
ahengini bozanlar, işler arapsaçına döndükçe, sonu nereye varacak fazla
düşünmeden bozguna aracılığı sürdürürler’ tespiti gibi…
Tarihle sabittir, her yeni sürümde, tarihsel
gerçekler hayal gücünü zorlar bir kurguda tersine çevrilir. Haliyle hayat döngüsü, savaş döngüsüne
evrilir. Düşündürücü olan ise bu zorlama akışın hiç yadırganmaması ve
eleştirilememe durumudur. Yani tecrübeyle sabit tutum, memleketler kaotik bir döngüde
sıkıştığında geçmişten gelen acılara, iflah olmaz yeni acılar ekleneceğini bile
bile sözde avangartlığa arka çıkar. Ardı arkası belirsiz ucuza badigardlığa avam
tabakası topyekûn inandırılır. Bitmek tükenmek bilmeyen açgözlülüğe, yegâne
amacı kaynak sömürmek, özünde insanı sömürmek olan vahşete yeşil ışık yakılır.
Bozgunlar desteklenerek kaçınılmaz sona yaklaşılmasına kısmen ortak olunur. Düşündürücü
olan işte budur…
Oysa insanlık tarihinde, yara izleri hala kapanmamış ve asla
yaşanmaması dilenen nice dramlar, kara öyküler, belgesel niteliğinde sıfırdan
hayatlar capcanlı duruyor. Ancak bozguncu mantıkla bunlar göz ardı ediliyor.
Edilirse edilsin, nasılsa ileride; ince
detaylarda boğulan, derin araştırmalardan korkanların otobiyografilerinde
bozgun edebiyatı ve demografik bozguncu hatıratı geniş yer tutacak. Ve tarih
onları kara listesine kaydedecek. Kararan dünyanın nabzı tutulacak.
Çünkü bu gün sebepli sebepsiz haklı görülen
fikri sabit eylemlilik, yarın hangi fikirlerle yoğurulur ise yoğurulsun haklı
bulunmayacak. Kayda değer görülmeyecek. Hayra alamet atfedilmeyecek. Hele de tarihin
doğal dengesini, mevcut ritmini bozmaya dönük, bozguncu düş severler hiç affedilmeyecek…
Tarihi çok iyi bilir havasında övünenlerin,
tarihe ihanet bazında bozgunculuğunu tarih asla affetmez. Çünkü tarihe ihanetin
bedeli çok ağırdır. Taşınamaz. Tarifsiz tahakkümün ve tahammülü zor tarihi
akibetin sorumluları ise bu yükü hiç taşıyamaz…
Tarihe rağmen tarihsel döngü savaşa evrilince, ne
yazık ki; çoluk çocuk ölenler ölür, ölmeyenler ölümden beter olur, ayakların
altından toprak kayar. Üzerindeki memleketler dağılır. Dağıtılır. Vatan yiter. Biter.
O yüzden dağılımın ve dağıtımın hemen öncesinde
tarihsel doku bozulur. Bölünme ve paylaşım tarihe yedirilir. Bozguncular; toprakları, memleketleri top tüfek kuşatır. Hayatları
kuşa çevirir, ortak nokta sulh da uzlaşışız ortam yaratır. Ve yıkıcı harekâtlara
kapı aralanır. Böylece geniş çaplı savaşa odaklanma tarihe kazınır.
Gelmiş geçmiş savaşlar tarihi, siyasetin silah gücüyle içli dışlı olması, sınırların
bozulması ve haritaların yeniden çizilmesi kapsamında yazılır. Yıkıma uğrayan
toprakların yaşayanları ise her fırsatta hınç alır ve intikam peşine düşerler.
Yani ‘barışın kaybedeni, savaşların kazananı’ olmaz. Tarihin doğal akışını
değiştirmeye yönelik, toprağın ve üzerinde yaşayanların kaderini derinden etkileyen
her savaş ise bozgundur.
Tarihi kaynaklar, yanlış siyasi kararların her
bozgunda en etkili neden olduğunu ortaya koyar. Tarihin seyrini bozan birçok
olaya siyasi çekişmeler de eklendiğinde başta toprak egemenliklerinin yok
olduğu, eksen kaymaları yaşandığı acı gerçekliktir. Hele bozgunu göze alarak,
yanlış ve tehlikeli sevk ve sevkiyatlardaki inat, belli zamana kadar
saklanabilecek sadece hırs ve ihtiras ürünüdür.
Hırs ve ihtiras öyle bir yere vardırılır ki; ‘bir
takım yalan yanlış fikirler, ucuz makaleler ve yersiz eleştiriler’ doğru karar
almaya engel olur. Bozguna uğrayabilir olma sebepleri bu şekilde gizlenir. Sonu
baştan belli her harekât ve biçimi saklanmaya çalışılır. Ancak şüpheleri
artıran, ötekinin berikinin fikriyle geçinenler ve havadan geçinmeler yanlış vadilerde
iz sürmeyi meşrulaştıramaz. Tarih görür.
Ne denli meşru ve makul gösterilse de Tarih; yer,
zaman ve tarih düşerek, düşünmeden değerlendirmeden icra edilen bütün harekâtları
ve savaşa denk her kusurlu kurguyu; ‘Tarihin ahengini
bozanlar, işler arapsaçına döndükçe, sonu nereye varacak fazla düşünmeden
bozguna aracılığı sürdürürler’ tespitiyle geleceğe taşır.
Bir diğer tespit ise tarihi bozgunlara aracılığın
ve tarihi hırs ve ihtirasın bedelinin ödenemez çaptaki ağırlığıdır…
SAVAŞ VE BARIŞ.. BARIŞ…
Soğuk savaş döneminden sonra oluşan tek kutuplu-çok kutuplu dünya,
zengin enerji kaynaklarına erişim için, bölgeleri ve haliyle enerjiyi kontrol
etmek için sıcak savaşı veya savaşa varan çatışmaları günceller. Yani büyük
sermaye yaşanan köklü değişimler neticesinde özellikle zengin yerüstü ve
yeraltı kaynaklarına sahip bölgeleri ve bölge ülkelerini mevcut insani düşünce
kalıplarını zorlayacak biçimde sıcak savaşa koşullandırır.
Her nerede olursa olsun ileri demokrasi adına bol vaat varsa, vaatler
ardında ise etnik, dini ve mezhepsel ayrıştırma, aldatmaca, kandırmaca, baskı,
tehdit, zulüm, ambargo gizliyse orada savaşa değer enerji kaynakları var
demektir. Oralarda mutlaka karışıklıklar çıkarılır. Çatışmalar örgütlenir.
Savaşa hazırlık yapılır…
Egemen güçler sıcak savaşa alt yapı oluşturma işini de dini terörist
örgütler ve etnik teröre yatkın suç odaklarına havale eder. Küresel oyunun en
güvenilir halkası haline gelen çeşitli terör grupları stratejik ortaklarının
güdümünde, ulusal politikaları zaafa uğratarak bölgelerde ve bölge ülkelerinde,
barış ve istikrarı bozarlar. Fırsat kollayan egemen güçler, sözde açık destek
maksatlı, anında devreye girerek, toprak bütünlüğünü hiçe sayarak sınırları
yeniden çizerler.
Çizilen yeni sınırların içine başta dinci terör ile etnik ayrımcı terör grupları
yerleştirilir. Faaliyet alanları genişletilir. Silah mühimmat aşırı derecede desteklenerek
bunlara bölgede stratejik tehdit olana dek, komşu sınırlara tehlike yaratacak
düzeyde sarkana dek göz yumulur.
Bu arada bölgelerin demografik yapısı bozulur. Kaçışlar göçler başlar.
Sığınmacı modunda milyonlar vatansızlaştırılır. İhmaller yeni işgalleri
getirir. Taraflar daha da sertleşir. Düşmanlık rejim tanımaz. Güvenli sanılan koridorlar
kararır. Ve beklenen kırılma başlar.
Kırılmayla birlikte uzak yakın herkesin aklına birden, ne hikmetse sınır
güvenliği sağlama, barışa destek, çatışmaları önleme, terörizmle mücadele ve
insani yardım gelir. Elbette olası harekatları ve muhtemel savaşı haklı kılacak
hangi enstruman varsa devreye sokulur. Aslında ulusal çıkarlar gereği bölge
politikalarına verilen desteğin bir anlamda boşa çıkmasıdır bu son hamle.
İçeride ve dışarıda müttefik siyasetinin çökmesi, bölgede de olmayan stratejik
ortaklığın vekâlet savaşına evrilmesidir son durum…
Devlet hafızasını yok sayan tek adam rejimlerinin, iç ve dış politikada
güven kaybetmesiyle yeniden güven tesisi için sınır ötesi silahlı uygulamalara
girişmesi vazgeçilmez paradigmadır. Paradays politikanın iflasını tescilleyen
acı sondur.
Diğer yandan bu harekat içeride insani ve vicdani ne varsa ruhsat alınamayacağı,
uzun süre erteleneceği bir ortam yaratır. Tüm farklılıkların, iç siyasette
yaşanılan bütün tartışmaların rafa kaldırılmasını. Ordusu cephe içeride metezori
bütünleşme. Lafta barış yaratır. Ancak dışarıda insani ve vicdani değerlerin
aranacağı, sınır güvenliği politikası oluşturmak için yapılan silahla bütünleşen
bir tescillemedir. Söz verilen sınırları geçmeyin operasyonudur.
Böyle yürütülürse savaşa teslimiyetin, süreç içinde çok daha karmaşık
hâle geleceği besbelli. Şimdilik vekaleten yürütülen, savaş benzeri bir
tatbikat görünümü söz konusu. Temel dayanağı ise; en uzun sınır komşu olma,
kriz cephesinde yer alma, meşru güvenlik savunması, terör kaygıları, terörist
saldırılara maruz kalma ve milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği. Ancak başı, ucu,
sonu, derinliği meçhul bir girişim.
Bu savaşçı uygulamanın haklılığı yönünde dikkat çekilenler ise; sınır
güvenliği tehdidi, sınırların emniyeti, Fırat’ın doğusunda barış ve istikrar. Güvenli
bölge konsepti. Sığınmacıların güvenle evlerine dönmeleri…
Dikkatten kaçırıldığı için topyekûn anımsatılanlar ise; toprak bütünlüğüne
saygı, diplomatik müzakere, barışçıl yollar arama ve anlaşma. Askeri
operasyonun bölgeyi istikrarsızlaştırma ve sivillere zarar verme riski. Durdurulması
gerekliliği.
Şimdiden görünüyor ki; en başı kriz olan proje ortaklığının sonucu da
kriz olunca, nedense şartlanılmış müttefik siyaseti yeniden devreye sokuldu. Şimdi
yepyeni krizler doğacak. Dünya bu bölgeye yoğunlaşacak. Burayı konuşacak. Harekâtla
birlikte yeni insani felaketler ve yeni sığınmacı dalgaları oluşacak.
Sığınmacıların sayısı arttıkça terörizm yükselecek. Sil baştan içeriden
dışarıya, dışarıdan içeriye kaos. Ve başa dönülecek.
Yani savaş ve barış ikilemi çok başlar ağrıtacak. Elbette ilk tercih
barış olmalı.. Hem de yurtta ve cihanda…
SİGORTACILIKTA
YENİ ÜRÜN REKABETİ
Son yıllarda sigorta sektöründeki şirketler ağırlıklı olarak yabancılaştı. Şirket evlilikleri ile başlayan bu yabancılaşma yurtdışı pazarlardaki başarılı uygulamaları da sektöre taşıdı. Böylece sigorta sektöründe şirketler 200 dolayında ürünle üst düzey bir rekabete giriştiler. Prim üretiminde lokomotif oto sigortaları olsa da gelecekte farklı poliçelerin öne çıkacağı bir gerçek.
Kanunen 2008 yılından itibaren hayat dışı sigortalar 18, hayat sigortaları için 8 ana branş uygulaması var. Ancak sigorta şirketleri bu 26 branşta yoğun bir rekabete tutuştuklarından farklı teminatları olan çok sayıda ürünle pazarda. Bunca ürün çeşitliliğine karşın her sigorta şirketi aslan payı ürünlerin dışında farklı alanlarda gelecek planları yapıyor. Riskleri güvence altına alan her alanda farklı bir ürün sunma çabasında.
Farklı
branşlaşma peşinde olmaları piyasaya yeni ürün sunmalarını engellemiyor.
Bireysel ve kurumsal çözümler içeren poliçelere rağmen hala her şirket için
üretimin % 50’sini oto sigortaları oluşturuyor. Her ne kadar büyüme
stratejilerini değişik sigorta poliçeleri üzerine kursalar da sigorta
şirketlerinin vazgeçilmesi kasko sigortaları.
Yenilikçi ürünler ise kısa ve uzun vadede pazar payına etki edecek sağlık, konut, ferdi kaza, seyahat ve sorumluluk sigortalarını kapsıyor. Genelde her sigorta için benzer tablolar mevcut. Elbette farklı branşlara yönelmiş şirketler de yok değil. Onlarda motor branşlar ve motor dışı branşlarda yaklaşık yarı yarıya prim üretimi sağlıyorlar. Buradan çıkarılacak sonuç, temel branşlarda eksik bulunmadığı ve paket çözümlerle branşların desteklendiğidir. Yani Türkiye’de olmayan ürün kalmamıştır denilebilir. Sadece sigortalı müşteriler için cazip fırsatlar ve talebi artırıcı indirimler söz konusu olabilir.
Bir başka üzerinde durulması gereken planlama ise; orta ölçekli işletmelerin sigortaları ile bireysel ürünlere ağırlık kazandırılması olabilir. Kişi başına düşen milli gelire oranla üretilen sigorta primi %1,6 olan bir ülkede tüketiciyi korumaya yönelik ve internet bazlı sigorta ürünlerinin artırılması sektöre nefes aldırabilir. Standart sigorta, paket poliçe uygulamaları yerine çeşitlendirilen ve geliştirilen ürünlerle seçme özgürlüğü sunan ürün yelpazesi ile müşteriye ulaşılmalıdır. Türk sigorta pazarı mevcut potansiyeli ve cazibesiyle çok uluslu sigorta şirketlerini de içine çekmiştir. Firmaların daha net finansal sonuç almaları için sigorta ihtiyaçları doğuyor denilebilir. Bu nedenle yabancı pazarlardaki genel ürünler de hacmi artırabilir.
Genç bir nüfusa sahip Türkiye’de sigortalılık bilinci yaygınlaştırılmalıdır. Sigortalama ve sigortalanma bilinci toplumda yerleştikçe sektörün büyümesi desteklenebilir. Yoksa hiçbir sigorta şirketi enflasyonun üzerinde belli rakamları yakalayan bir büyüme gerçekleştiremez. Sıcak satış, sıcak temas sigortacılığının yerine internet üzerinden poliçelenme, poliçelendirme sigorta şirketlerini istedikleri hedeflere ulaştırmayabilir.
Ülke realitesi
göz önünde bulundurularak farkındalık ve talep özentisi oluşturmak, sigorta bir
ihtiyaçtır alışkanlığı kazandırmak sektörü rahatlatabilir. Çoğunluğu yabancı
sekiz, on sigorta şirketi hegemonyasında yol alan sektörde dünyaya örnek Türk
banka sigortacılığının eski işlerliğine kavuşturulması güveni artırır.
Ancak son
yıllarda özel veya devlet yerli bankaların yok denecek seviyede azalması
sigorta şirketlerinin de yabancılaşmasını güncelledi. Hal böyle olunca
sigortaya uzak bir toplumda dünya ölçekli uygulanan ürünlerle yerel müşteriler
ne derece heveslendirilebilir irdelemek gerek. Aktüerlerin, ürün yerine yerel
müşterilerin ihtiyaçlarına yanıt verecek ürün yelpazesi oluşturması daha
rantabl sonuçlar verir…
İDEAL PEŞİNDE
Siyasi buhran, ekonomik sıkıntılar, dış pazardaki karmaşa ve beklentilerin ötesinde döviz kurlarındaki artış sektörlerin ideal büyüme potansiyelini negatif etkiledi.
Aslında 2015 birçok sektör açısından belirsizliklerle dolu başlamıştı. Yılın sonuna yakın büyüme hedeflerinin tutturulamadığı iyice netleşti. On dokuz sektörü kapsayan bir araştırmada “ Yıllık büyüme oranının” yakalanamadığı ortaya çıktı.
Her sektör
kendi iç dinamiklerine göre ideal büyüme oranı belirlemiş olmasına karşın
parametreler değişkenlik gösterdiğinden sektörler çizgilerini koruma
gayretinde. Çift rakamlı büyüme oranı gerçekleştiren sektör yok derecesinde.
Kendi idealini yakalayan sektörler de aslında mutsuz. Çünkü onları da diğer
sektörlerdeki gerileme negatif etkiliyor. Hedeflerinin gerisinde kalanlar yarı
yolda kalmışlıklarını giderecek lojistik destek eksikliği de yaşıyor.
İhracattaki gerileme, iç pazardaki talepsizlik ideal oran aslında kaç olmalı
sorusunu da gündeme getiriyor.
Özellikle
çelik, çimento, organize perakende, plastik, seramik, süt ürünleri sektöründe
yıl sonu hedeflerin ideal büyüme oranının gerisinde kalacak olması şaşırtıcı.
Bankacılık sektörü kullandığı parametre dolayısıyla ideale ulaşıyor. Gerçi en doğru parametre olarak kredi büyümesi kullanılmalı diyen sektör temsilcileri de var. Zaten bankacılıkta kredi önemli bir enstrüman. Sektör için kredi mevduat oranlarının %100’ ü aştığı düşünülürse, %15’in üzerinde kredi büyütme oranlarını fonlayabilmek için sektörün yoğun biçimde yurtdışına borçlanması gerekecek. Bu ülkenin mevcut şartlarında pek gerçekçi görünmüyor. Önemli olan kur etkilerinden arındırılmış olan % 15’ler düzeyinde bir kredi büyümesi gerçekleşmesidir.
İdeal eşik kötü geçen 2014, kötü geçecek 2015 ile aşılamayınca üretim artışlarını da olumsuzlaştıracak gibi. Örneğin; çelik sektöründe büyüme üretim parametresi ile açıklanıyor. Yıllık büyüme oranı %5,6 öngörülen üretim artışıyla olası. Ancak 2014’ te sektörün üretimi %1,8 küçülme gösterdi. Daralma bu yılda gözlemleniyor ve derinleşme noktasında bir kapanış sözkonusu.
Yani büyüme
oranı tutturulamadığı gibi mevcudun korunması da zor. Bazı sektörler 2014
büyüme rakamlarının yarısında seyreden bir noktada. Sektörlerin uzmanları,
şimdiden gelecek yılın planlamaları içinde. İdeal büyüme oranlarında mevcut
büyüme eğrileri baz alınarak nasıl bir yol haritası da çizecekleri muamma.
Sektörler içinde şimdiden sağlıklı ve ideal büyümeyi yakalayanlar; bankacılık, beyaz eşya, e-ticaret, hazır giyim, küçük ev aletleri, mobilya, otomotiv ve tekstil-konfeksiyon olarak öne çıkıyor. Elbette 2014’ten sarkan büyüme başarısızlığı da 2015’i etkiledi. Ancak son aylardaki hızlı kur artışı, dış piyasa koşullarına bu nedenle ayak uyduramayış tüm sektörleri olumsuz etkiledi.
Sektörler içinde şimdiden sağlıklı ve ideal büyümeyi yakalayanlar; bankacılık, beyaz eşya, e-ticaret, hazır giyim, küçük ev aletleri, mobilya, otomotiv ve tekstil-konfeksiyon olarak öne çıkıyor. Elbette 2014’ten sarkan büyüme başarısızlığı da 2015’i etkiledi. Ancak son aylardaki hızlı kur artışı, dış piyasa koşullarına bu nedenle ayak uyduramayış tüm sektörleri olumsuz etkiledi.
Hal böyle
olunca ülkenin büyüme hızı da yara alacak gibi. 2023’e dönük yeni hedefler
koyan anlayışla günün ekonomik çıkmazı tam bir tezat teşkil ediyor. Ülke
ticaretini ayakta tutan sektörler bölgesel gelişmeler, ülke ve dünya
konjonktürüne bağlı olarak büyüme açısından sınıfta kalacak görüntüsü veriyor.
Ayrıca aynı
yıl içinde yapılacak iki seçim ve siyasal belirsizlik, hükümet kuramayan bir
parlamento oluşması da sektörleri zorlayan faktörlerin en başında yer tutuyor.
Bu siyasi kaosun bitmesiyle de halledilemeyecek bir durum, yani 2016 sektörler
açısından daha da güç geçecek…
DİN VE KİTAP
Yeryüzü dinlerinin tümünün ya kitabı vardır ya da kutsal sayılan metinleri…
Dinleri iyi anlayabilmek, gereğince tanımak ve kabullenmek için kutsal
sayılan metinleri ve kitapları ilk referanstır. Çünkü bütün dinlerin Kutsal
kitapları bilgi hazinesidir. Tarihin aynasıdır. Dinin kaynağıdır. Bu
özelliklerinin yanı sıra ahlaksal kurallar ve öğretiler bütünüdür. Dinler eğer dönem
dönem zor günler yaşamışsa ve hala yaşıyorsa, hatta yeni dinler doğmuşsa ana
neden kitap bütünlüğünün bozulmasıdır. Yani dinler ve kitapların ahlaki
felsefesinin yok edilmesidir…
Bu yok ediş sürecinde ahlakın yerine siyaset geçer. Geleneksel ritüelleri
vazife görmek ve istisnasız yerine getirme işlemi de din sayılır. Kitapların
temel felsefesinden kopulur. Kopuldukça dinler siyasallaşır, siyaset
dincileşir. Tanrısal değerlerden ve değerlemeden uzaklaşır.
Ve arada kalan insanlar da yeryüzü tanrıları icat ederler…
Dinleri tehlikeye atan, dinleri tehlikeli aşamaya getiren durum budur. Diğer
yandan dinlerin kitaplarının kutsallığı ve nedenselliği yeterince anlaşılamamış
ise veya dinden çıkarı olanlarca anlamsızlaştırılmış ise din zaafa uğrar. Kutsal
metinleri de, sadece metnin diliyle ezberlenen, ezbere okunan, okunması için
uydurulmuş kutsiyet dışı günlerde anımsanan, anlamadan içlenilen manzumelere
dönüşür.
Oysaki kitaplar dinlerin ahlaki teorilerini içerir. Örf adet, gelenek
görenek ve kutsal hikâyeler ile beslenmiş örnek derleyicisidir. Değişik
alternatifler öğütleyen ahlaksal kuralları kapsar. Tamamen ahlakı en yüce
mertebeye çıkaran, akılcılığı öne çıkaran bir yapısı vardır.
Ancak tüm dinler ister yazılı, ister sözlü, isterse sonradan yazılmış olsun
kitapların dini olmaktan uzaklaştırıldıkça bozulmuştur. Bozulma ile beraber din
mensupları zorbalık dinini kurmuşlardır. Tanrı'dan bile isteye kopmuşlardır. Ve
her yaptıklarını din adına yaptıklarını ifade ederek kitaptan ve Tanrı'dan dem
vurmuşlardır.
Böylece dinler neredeyse çok kitaplı din olma vasfına evrilmişlerdir. Bu
çok kitaplı ilk tanrılı veya tek kitaplı çok tanrılı din olma batağında, ahlaki
kuralların yozlaştırılması ile birlikte Kutsal kitapların öğütlediği ve
önerdiği modeller yok olmuştur. Öyle ki bireyden bireye, toplumdan topluma
değişkenleşen, kökeni aynı bambaşka dinler oluşmuştur.
Kutsal veya değil, kitapsızlığın en son aşaması çağı ne olursa olsun, ilk
çağ ilkelliğine dönülmesidir…
Bu ilkelliğe zirve yaptırmak istenircesine, dini ve dinci neşriyatlarla
siyasi tüccarlık prim yapar hale gelince kutsal kitaplardan daha da sapılmıştır.
Devamla, boyutu genişleyen kurgu eserlerle, dinler yolundan iyice saptırılmış,
Tanrısallık ta arada kaybolmuştur.
İşte bu kayboluş veya yok oluş girdabından kurtulmanın yolu yine dinlerin
kitaplarıdır. Dinin matematiksel formülü kutsal kitabı içindedir. Işık saklayan,
aydınlanma gizleyen ve ahlaki değerler çerçevesinde kurtuluş öğütleyen
kutsallıktır kitap.
Dinlerin kutsal kitapları ya da kutsal bilinen kitaplar bazen akıl ve
mantık zorlayan aktarımlardır. Onlardan vicdan sesi dinlenerek bizzat
faydalanmak gerekir. Dinleri de bu kaynaklara dayandırmak gerekir.
Çünkü eğer dinler varsa ve vazgeçilmez bir olguysa, kitapların dinine,
Tanrıların varlığına dönülmedikçe, insanlığın kurtuluşuna dönük çığlıklar
işitilmedikçe, Tanrı ile yüzleşme çabası boşa heves olur.
Yüzleşince de, yüzleşmeye yüz gerekir…
TOMAHAWK-BARIŞ ÇUBUĞU…
Savaş baltası çıkarıldığında, keskin ucu parlar ve çok canlar yanar…
Durduk yerde savaş baltasını gömdüğü yerden çıkaran her kim olursa olsun,
hiç kuşku yok ki çok zordadır. Ya savaş baltası ile vurmak ve
kazanmaktır arzuladığı ya da arzulamadığı bir şeyi, belki de birçok şeyi ortadan
kaldırmak, yok etmektir yegâne amacı. Yani her iki düşünce de toprağa
gömülmeliktir. Tomahawk’lık değil…
Kuzey Amerikalı Kızılderililerinin kullandığı savaş baltası,
devlet gücüyle her türden mücadelenin, olmadık savaşlara girişmenin, hatta
sosyal alanlara füze atmanın bile ismi oldu. Cismi oldu. Barış çubuğu bir türlü
tüttürülemiyor.
Gittikçe genişleyen coğrafyada ve dıştan içeri değişen hiçbir şey olmayınca
hep hawk politika. Devletin istemediği gösteri ve mitinglerde toma. Baltalı
ilah baskılı önlem. Yani toplumsal olaylara müdahale aracı sürgünü. Bir baltası
eksik.
Daha geniş açılımı, demokratik açılımlara engel olabilecek
türde, tırnak içinde izinsiz eylem ve gösterilerde kalabalığı dağıtmak için gaz, köpük ve boyalı
su püskürten güvenlik güçleri aracı. İçte böyle, sınır dışarı ise adları
unutulan operasyon üstüne operasyon. Bunlara önceki operasyonlara pek
benzemeyen uzun soluklu olacağı belli bir yenisi daha eklendi. Resmen savaş
ilanı.
Zaten devletlerin birbirleriyle olmayan diplomatik ilişkileri hepten
kesilince, savaş baltası topraktan çıkarılır ve ortadan kaldırma, yok etme
amaçlı düzenli düzensiz saldırılar başlar. Dünya tarihi benzerleriyle dopdolu…
Tomahawk güçlü olanın, zayıf olana, isteğini benimsetmek için ilk ikaz.
Sonrasında tüm olanaklar ve silahlı güçler düzenli saldırıya yönlendirilir.
Ülke veya ülkeler de. El birliğiyle meydana çıkarılan bu silahlı vuruşmaya
katılma, savaşçı siyasetin yani militarizmin nihai noktaya evrilmesidir. Belki de istenen veya
hiç istenmeyen biçimde küçük büyük ordular ve tüm silahlı kuvvetler karşı
karşıya getirilir.
Bu çağda bir iç savaşın bile sekiz dokuz yılda, yüz binlerce insanın, çoluk çocuğun hayatına mal olduğu, milyonlarca insanı vatansızlaştırdığı
düşünüldüğünde savaşsız çözüm yollarının neden denenmediği yarınların tek
sorusu olacak. Denemeyenler ise başa geleceklerin sorumlusu.
Değil mi ki; şimdinin kan deryası coğrafyada ve yakınlarında yarım asrı
bulan tek parti yönetimlerini protestolarla başlayan lafta bahar, mevcut
iktidarlara ayaklanmanın fitilini ateşledi. Gösteriler coğrafya geneline
yayıldı. Gidişat dış mihrakların eliyle iç savaşlara evrildi ve eskisinden
beter hale gelindi. Daha da beteri kapıda.
Geçen zamana gerçekçi, ayrıntılı ve derinlikli
bakıldığında bazen baharın savaş getirdiği ve barıştan oldukça uzaklaşıldığı görülür.
Tarihte nice altüst olmuş ülkeler ve hayatlar kolayca sıralanır. Geçmişten bu
güne kendini en güçlü zannedenlerin bile bir anda bozguna uğrayarak, en
ürkütücü savaş sonuçlarına rıza gösterdiği, razı edildiği görülür. Savaştan
beter ayak oyunları ile muharebelere sürülerek iyice zayıflatıldığı görülür.
Cepheleri arttığı ve genişlediği görülür. Ayrıca savaşların beslediği klikler,
artan kaos, kara vicdanlılık ve etik kopuş zafer kazanacağız diyenleri de kısa
zamanda ters köşe yaptığı görülür.
Savaş
baltası çıkarıldığında savaşın provası olmaz. Savaşılır. Ve evrende bir
savaşa giriyoruz, biz kazanacağız diye bir dünya da yoktur. Gerilen toplumu öyle
veya böyle, savaşa hazırlamak ve savaşı meşrulaştırmak amacı güden benzer
duygusal savaş naraları büyü bozulduğunda da çok baş ağrıtır. Savaş üzerine
temellendirilen tüm sinsi oyunlar büyü bozulduğunda geç de olsa anlaşılır.
Zaten har vurup harman savurduktan sonra savaşmak binlerce yıllık yeryüzü
geleneğidir. Ancak çoğunlukla savaşlar, beklendiği gibi sonuçlanmaz.
Sonu baştan belliyse eğer, savaşmanın
mantıksızlığına vurgu, barış özlemi ve söylemi savaş baltasının keskin ağzı
parladığında işe yaramaz. Oysa ‘Savaş hiledir, hileden ibarettir… Ulusun yaşamı
tehlike ile karşı karşıya kalmadıkça, savaş cinayettir’…
Amerika yerlisi Kızılderililerin savaş
baltası, kendine çok uzak bir coğrafyada, Denizden karaya, denizaltıdan karaya,
karadan karaya, Denizden denize, havadan karaya savaş yağdırıyor. Ve Barış
çubuğu unutuluyor. Barış çubuğu törenleri de. Bu törenlerin
sosyal, ekonomik ve siyasal boyutta törenler olduğu da…
Vaktiyle Kuzey Amerika
Kızılderilileri savaş baltalarını gömer, Reis ve diğer temsilciler bir araya
gelir, uzun barış çubukları tüttürülürdü. Başta reis çubuğu tüttürür, sonra barış
çubuğu elden ele geçer ve herkes bir kez üflerdi.
Barış tesisi için,
ciğerler paralanırdı belki ama canlar yanmazdı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder