Küllerinden doğdu bu devlet. Bu millet yokluk, yoksulluk ve cahillik sarmalından Cumhuriyet ile kurtuldu. Kör karanlıktan kurtuluşa yolculuk cumhurun ve cumhurun gerçek reisinin yarınlara emanet eseriydi…
Ya da "Ya istiklal ya ölüm..." ile başlayan keskin iradenin ve ilahi iradeye teslimiyetin sonucuydu mutlu son. Emperyalizmin oyuncağı, büyük sermayenin uşağı olmak yerine tam bağımsızlığı yeğlemenin, zoru seçişin çılgınlığıydı.
Yüzyılların en çalkantılı döneminde, tarihin peş peşe trajediler hazırladığı kanlı çıkmazda, kara dalgaların kıyıya hasta adam attığı bir zamanda, Milleti memleketi uçurumun kıyısından çekip alan, cumhura tarih yazdıran ve tarih yazan Cumhur Reisi'ne helal olsun. Ondan sonrakilerin topu ise şanlı cumhuriyete kurban olsun…
Cumhuriyet bugün içeride dışarıda, ilerisini gerisini hiç düşünmeyenler ve çağa arkasını dönenler tarafından çağ dışına itiliyor ama şimdilerin en babayiğidinin dahi afallayacağı bir açmazda, yurtsever mavi gözlü bir dev çıktı, çağın yangınını durdurdu. Tüm oyunları bir bir bozdu. Tüm hesapları alt üst etti. İç dış tüm düşmanları bozguna uğrattı.
Saltanat hilafet tekliflerini elinin tersiyle itti ve yönetim modeli cumhuriyet dedi…
Doksan altı yıl öncesi zor koşullarda, gök mavi özgürlük anlayışı çerçevesinde Cumhuriyeti kurma niyetindekilere ve kuranlara selam olsun. Özgür düşünce, özgün tavırlı kurucu Cumhurbaşkanına helal olsun. Kurgusunda,; asla gizli bir anlaşma, yabancılaşma olmayan cumhuriyete ve özünde tiranlaşma, sloganlaşma, karikatürleşme, dayılanma, kanma ve kandırmaca olmayan reisine helal olsun.
Şu koca dünyada küllerinden doğan tek bir memleket, cumhuriyeti destekleyen tek bir millet ve cumhuriyet kuran bir tek adam var. İşte bu kutlu gerçekliği unutmanın, unutturmanın diyeti ağır olur. Asıl diyeti Cumhur öder. Memleket öder. Zorluklarla elde edilmiş ne varsa elden gider. Gizlice yıkım menziline kitlenip başka yol tanımazlık ve tanrılaştırmalar devleti, memleketi, milleti, aşağı çeker.
Tarihle sabit bir gerçekliktir; ayrıca onlarca devlet kurmakla koltukları kabaran bu millet, bu ezik coğrafyanın alt kültüründe ‘önce niyet sonra diyet' inancının ağırlıklı yer tuttuğunu bilir. Niyet, illiyet, zilliyet, milliyet temelinde yaklaşık yüz yıl öncesi diz çöktürülmek istendiğinde verdiği savaşı yine verir.
Ancak bu milletin emperyalist ablukadan nasıl ve kimlerin sayesinde kurtulduğunu unutmaması şart. O olağanüstü zor şartlarda ne bedeller ödendiğini de. Ne diyetler verildiğini de. Kutsal değerler ölçüsünde…
Diğer yandan durduk yere yersiz hırslara kapılmak, niyet bozmak, ağır diyetlere katlanmak, çağdaş uygarlığın gerisinde kalmak, Cumhuriyeti bitirmek demektir.
Eğer böyleyse memlekette dengeler daha da alt üst edilmek isteniyorsa niyet, diyet sarmalından kopuşla boşlukta oluşan otorite, demokrasi ve cumhuriyet mekanizmasını körler…
Daima en zor koşullarda stratejik lokomotif olma özelliğini kaybetmeyen millet, cumhuriyete aykırı tüm tasarımlara karşı koyar. Her fırsatta karşı duracak, direnç gösterecek öncülerini de filizlendirir.
Evrensel normlarda cumhuriyeti varoluş, milat sayar…
NE ABD, NE RUSYA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi verilen Kurtuluş
Savaşı'na en olumsuz ve düşmanca tavrı ABD göstermiştir. Başkan Wilson Kurtuluş
Savaşı'nın başladığı ilk günlerde; “ Türkler haritadan silinmelidir” diyerek
Avrupalı emperyalist ülkelere yol açmıştır, yol vermiştir…
Bu doğrultuda ABD'nin uzun yıllar öncesinde kurduğu
misyonerlik kurumları, okullar hastaneler, yetimhaneler, şüphe uyandırmaz
biçimde propaganda merkezi olarak kullanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın
Anadolu'da yarattığı devrimci hava bu şekilde kırılmaya
çalışılmıştır.
Açıkça hissettirmesi de genel arzu; “Avrupa'dan
süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden de bir daha dönmemek üzere
silinip gitmesi başlıca dileğimizdir” şeklinde yansıtılmıştır. Böylece İşgalci cephelere
güç ve destek katılmıştır.
Yani ABD daha o yıllarda emperyalist emeller
beslediği Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na karşı düşmanca bir tavrı
koyulaştırmıştır. öteden beri Türkiye'nin tam bağımsızlığına kavuşmasını
kesinlikle kabullenememiştir. Emperyalist emirlerini açıkça dile getirmiştir.
ABD; “ Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarının
geliştirilmesi için sınırsız fırsatlar bizi bekliyor. Balkan ülkelerinin ve
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile zengin doğal kaynakları, henüz el
sürülmemiş madenleri, açılacak demiryolları, en çekici işler bizi bekliyor…”
söylemleri asıl hedefi ortaya koymaktadır.
Ancak yine de Kurtuluş Savaşı boyunca açıkça
beslenen emperyalist emeller saklanmıştır. Açıkça dile getirilmemiştir. Uzunca
bir süre ABD olanlara uzak durduğu izlenimi vermiştir. Yine de ritmik çıkışlardan
da geri durmamıştır.
Başkanlık düzeyinde; “Mustafa Kemal'e karşı
sert bir tavır takınılmalıdır. Eğer Türkiye hiçbir zarar görmeden, devletlere
kafa tutmaya devam eder, kapitülasyonları kaldırır, İstanbul'a yerleşirse bu
yalnız Ortadoğu'da değil Avrupa'da da barışı tehlikeye atacaktır…” beyanatları
vermiştir.
İşte emperyalizmi dört yana yayan kuramlarıyla,
ABD'nin yapmak istediği ta en başından bellidir. Bugüne dek uyguladığı da budur…
ABD ve büyük sermaye, zorla kurulan Türkiye
Cumhuriyeti ve siyasal kimliği karşısında soğuk bir tavır göstererek kuşkucu
tavır geliştirmişlerdir. Çünkü bu tavra neden, başta Mustafa Kemal Atatürk ve
Kurtuluş Savaşı'nı veren Kemalist önder kadroların bağımsızlığa duyarlı duruşları
ve izledikleri tam bağımsız politikalardır.
Radikal barışçı ve tam bağımsız ide, ABD'nin uzak
duruşunu mecburi kılmıştır. Ancak bu tarihten gelen ezeli düşmanlık, İkinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası maalesef ebedi
dostluğa çevrilmiştir.
Ve Ne ABD, Ne
Rusya Tam Bağımsız Türkiye ilkesi çatlamıştır…
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE
Emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş
savaşlarının ilkidir, tarihteki ilk örneğidir, Cumhuriyetle taçlandırılan Ulusal
Kurtuluş Savaşı…
Aslında Osmanlı 16. yüzyılda
devrilmişti. Bu yüzyılda Avrupa'daki gelişmeler ve sonrasında gerçekleşen
sanayi devrimi etkisiyle Osmanlı iyice zayıf düşmüştü. Giderek daha kapitalist
ve emperyalist bir sarmala girmişti. Dışa bağımlı, yarı bağımlı bir
imparatorluk konumuna evrilmişti. Devlet iki ileri bir geri ilerliyordu.
Çöküşün ana nedeni bu yarı
bağımlılık ve dünyadaki gelişmelere ayak
uyduramayıştı…
Sanayi
devrimi ile hızla gelişme gösteren batı dünyası, tüm dünyayı hâkimiyetine geçirmek
için yollara düşmüştü. Özellikle geri kalmış bölgeleri sömürgeleri haline
getirip yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmeye başlamışlardı. bu doğal
kaynak yağması ve insan emeği sömürüsü, emperyalizmin sistemli yaygınlaşmasını
getirmişti.
Gelişen
dünya ticareti kendi ticari karakollarını oluşturarak büyük sömürgeler
kurulmasını ve devletlerin ve kurumlarının ticaret bayrağı altında toplanmasını
sağlamıştı. Bu yeni emperyalist anlayış bir yanda bazı ülkeleri aşırı
zenginleştirmiş diğer yanda dünyanın büyük bölümünü geri bırakmış
yoksullaştırılmıştı.
Osmanlı
Devleti bu yoksullaşan büyük çoğunluğu elinde tutan son imparatorluklardan biriydi.
Daha fazla sömürülmesi için önce bölünüp parçalanması gerekiyordu…
Birinci Paylaşım
Savaşı ile gelişen tablo, egemen dünyanın heveslenmesine son verecek bir tabloydu.
İlk Büyük Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmak peşi sıra işgalleri getirdi.
Osmanlı'nın 16. Yüzyıldan beri devam eden geriye gidişi, nihayet istenen
noktaya gelmişti.
Emperyalist
ülkelere ekonomik bağımlılığı devam eden Osmanlı tamamen köşeye sıkışmıştı.
Saltanat çaresiz kalmış, çözüm üretemeyecek acze düşmüş, hasta adam olmuştu. Hasta
adamın da ölümü yakındı. Ve ulusal Kurtuluş Savaşı bu hasta hastalıklı dönemde
çok zor şartlarda başladı, başlatıldı.
Savaşın
özü emperyalizme, sömürgeciliğe karşı olmasaydı. Sistemli ve dayanışmacı
sömürgeciliğin de yenildiği ilk savaş oldu Türk ulusal Kurtuluş Savaşı.
Şu Ata sözlerle
tarihe kaydedildi; “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen
kapitalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşıdır” Kurtuluş Savaşı. Onun için
dünyadaki mazlum ulusların emperyalizme karşı yürüttükleri her Savaşın ilham
kaynağıdır.
Mustafa
Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ilan edilen
Cumhuriyet ile tam bağımsız Türkiye ilkesi hayat bulmuştur. Savaşla kazanılan,
bağımsızlık temelinde kurulan Cumhuriyet, Dünyanın ikinci paylaşım Savaşına dek
bağımsızlığını karakterine yansıtmıştır.
Savaş sonrası
maalesef emperyalizme bağımlı kılınmıştır. Sıra bu bağımlı ve yarı sömürge ülke
konumundan sıyrılmaya gelmiştir. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar bir gecikmenin
yaşanmasına neden olmuştur.
Ama tam
bağımsız Türkiye hayali hala dipdiridir…
NE ABD, NE RUSYA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi verilen Kurtuluş
Savaşı'na en olumsuz ve düşmanca tavrı ABD göstermiştir. Başkan Wilson Kurtuluş
Savaşı'nın başladığı ilk günlerde; “ Türkler haritadan silinmelidir” diyerek
Avrupalı emperyalist ülkelere yol açmıştır, yol vermiştir…
Bu doğrultuda ABD'nin uzun yıllar öncesinde kurduğu
misyonerlik kurumları, okullar hastaneler, yetimhaneler, şüphe uyandırmaz
biçimde propaganda merkezi olarak kullanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın
Anadolu'da yarattığı devrimci hava bu şekilde kırılmaya
çalışılmıştır.
Açıkça hissettirmesi de genel arzu; “Avrupa'dan
süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden de bir daha dönmemek üzere
silinip gitmesi başlıca dileğimizdir” şeklinde yansıtılmıştır. Böylece İşgalci cephelere
güç ve destek katılmıştır.
Yani ABD daha o yıllarda emperyalist emeller
beslediği Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na karşı düşmanca bir tavrı
koyulaştırmıştır. öteden beri Türkiye'nin tam bağımsızlığına kavuşmasını
kesinlikle kabullenememiştir. Emperyalist emirlerini açıkça dile getirmiştir.
ABD; “ Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarının
geliştirilmesi için sınırsız fırsatlar bizi bekliyor. Balkan ülkelerinin ve
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile zengin doğal kaynakları, henüz el
sürülmemiş madenleri, açılacak demiryolları, en çekici işler bizi bekliyor…”
söylemleri asıl hedefi ortaya koymaktadır.
Ancak yine de Kurtuluş Savaşı boyunca açıkça
beslenen emperyalist emeller saklanmıştır. Açıkça dile getirilmemiştir. Uzunca
bir süre ABD olanlara uzak durduğu izlenimi vermiştir. Yine de ritmik çıkışlardan
da geri durmamıştır.
Başkanlık düzeyinde; “Mustafa Kemal'e karşı
sert bir tavır takınılmalıdır. Eğer Türkiye hiçbir zarar görmeden, devletlere
kafa tutmaya devam eder, kapitülasyonları kaldırır, İstanbul'a yerleşirse bu
yalnız Ortadoğu'da değil Avrupa'da da barışı tehlikeye atacaktır…” beyanatları
vermiştir.
İşte emperyalizmi dört yana yayan kuramlarıyla,
ABD'nin yapmak istediği ta en başından bellidir. Bugüne dek uyguladığı da budur…
ABD ve büyük sermaye, zorla kurulan Türkiye
Cumhuriyeti ve siyasal kimliği karşısında soğuk bir tavır göstererek kuşkucu
tavır geliştirmişlerdir. Çünkü bu tavra neden, başta Mustafa Kemal Atatürk ve
Kurtuluş Savaşı'nı veren Kemalist önder kadroların bağımsızlığa duyarlı duruşları
ve izledikleri tam bağımsız politikalardır.
Radikal barışçı ve tam bağımsız ide, ABD'nin uzak
duruşunu mecburi kılmıştır. Ancak bu tarihten gelen ezeli düşmanlık, İkinci Büyük Paylaşım Savaşı sonrası maalesef ebedi
dostluğa çevrilmiştir.
Ve Ne ABD, Ne
Rusya Tam Bağımsız Türkiye ilkesi çatlamıştır…
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE
Emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş
savaşlarının ilkidir, tarihteki ilk örneğidir, Cumhuriyetle taçlandırılan Ulusal
Kurtuluş Savaşı…
Aslında Osmanlı 16. yüzyılda
devrilmişti. Bu yüzyılda Avrupa'daki gelişmeler ve sonrasında gerçekleşen
sanayi devrimi etkisiyle Osmanlı iyice zayıf düşmüştü. Giderek daha kapitalist
ve emperyalist bir sarmala girmişti. Dışa bağımlı, yarı bağımlı bir
imparatorluk konumuna evrilmişti. Devlet iki ileri bir geri ilerliyordu.
Çöküşün ana nedeni bu yarı
bağımlılık ve dünyadaki gelişmelere ayak
uyduramayıştı…
Sanayi
devrimi ile hızla gelişme gösteren batı dünyası, tüm dünyayı hâkimiyetine geçirmek
için yollara düşmüştü. Özellikle geri kalmış bölgeleri sömürgeleri haline
getirip yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmeye başlamışlardı. bu doğal
kaynak yağması ve insan emeği sömürüsü, emperyalizmin sistemli yaygınlaşmasını
getirmişti.
Gelişen
dünya ticareti kendi ticari karakollarını oluşturarak büyük sömürgeler
kurulmasını ve devletlerin ve kurumlarının ticaret bayrağı altında toplanmasını
sağlamıştı. Bu yeni emperyalist anlayış bir yanda bazı ülkeleri aşırı
zenginleştirmiş diğer yanda dünyanın büyük bölümünü geri bırakmış
yoksullaştırılmıştı.
Osmanlı
Devleti bu yoksullaşan büyük çoğunluğu elinde tutan son imparatorluklardan biriydi.
Daha fazla sömürülmesi için önce bölünüp parçalanması gerekiyordu…
Birinci Paylaşım
Savaşı ile gelişen tablo, egemen dünyanın heveslenmesine son verecek bir tabloydu.
İlk Büyük Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmak peşi sıra işgalleri getirdi.
Osmanlı'nın 16. Yüzyıldan beri devam eden geriye gidişi, nihayet istenen
noktaya gelmişti.
Emperyalist
ülkelere ekonomik bağımlılığı devam eden Osmanlı tamamen köşeye sıkışmıştı.
Saltanat çaresiz kalmış, çözüm üretemeyecek acze düşmüş, hasta adam olmuştu. Hasta
adamın da ölümü yakındı. Ve ulusal Kurtuluş Savaşı bu hasta hastalıklı dönemde
çok zor şartlarda başladı, başlatıldı.
Savaşın
özü emperyalizme, sömürgeciliğe karşı olmasaydı. Sistemli ve dayanışmacı
sömürgeciliğin de yenildiği ilk savaş oldu Türk ulusal Kurtuluş Savaşı.
Şu Ata sözlerle
tarihe kaydedildi; “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen
kapitalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşıdır” Kurtuluş Savaşı. Onun için
dünyadaki mazlum ulusların emperyalizme karşı yürüttükleri her Savaşın ilham
kaynağıdır.
Mustafa
Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ilan edilen
Cumhuriyet ile tam bağımsız Türkiye ilkesi hayat bulmuştur. Savaşla kazanılan,
bağımsızlık temelinde kurulan Cumhuriyet, Dünyanın ikinci paylaşım Savaşına dek
bağımsızlığını karakterine yansıtmıştır.
Savaş sonrası
maalesef emperyalizme bağımlı kılınmıştır. Sıra bu bağımlı ve yarı sömürge ülke
konumundan sıyrılmaya gelmiştir. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar bir gecikmenin
yaşanmasına neden olmuştur.
Ama tam
bağımsız Türkiye hayali hala dipdiridir…