18 Eylül 2014 Perşembe

YAZI, YAZGI VE CÜMLESİNE ÜÇ NOKTA…



Yazmak bir mihenk taşıdır, konuşmaktan sonraki evrede. O mihenk taşı öyle veya böyle bir kez atlanınca cümle yazgılar yazarın kapasitesine koşut cümleleşir ve sonu üç noktayla bitiveren yazılar doğar…

Yaklaşık bir aylığına kısa bir ara verince iyi cümleler kurmak, iyi yazılar yazmak ve tarihe gereken notu gereğince düşmek değilmiş gerçekten iyice anladık. Ayrıca gündem belirlemek yerine gündemi takip ederek kalemin, kelamın safsatasını yapmak da orta halli yazarlıkla bağdaşmaz.  Zaten yazıda zor olan şey, püf noktası sayılabilecek imaları nereye nasıl yerleştirilmesi durumudur. Bazılarına iyi gelebilecek, ölçüsü ve kararında gevezeliği harflendirip, imla kuralları çerçevesinde sıralamak yazı olunca, içi dolu edebi makaleler kalemlemek boşa emek harcamak sanki.

Fazlalığı ve arsızlığı çemberin dışına koymak mahirlik olsa da bu yazın denizinde yol bulup, yolcu olmak da iyice zorlaşıyor gitgide...

Elbette her yazı, herhangi bir olayda ve envai çeşit konuda bir noktadan da olsa hayata tutunabilir. Ama yazarlar veya böyle yazanlar hayata tutunduğunu sanarak kendi kendini aldatırlar sadece. Kitaplar dolusu yazdıktan sonra dahi hiç aldırmadan, çark ettiklerinde en ufak bir fikre saygı duymadan, eleştirilere asla aldırmadan birilerinin, beli bir kesimin dikkatini çekmek veya yüksek rakımlı tepelere şirin görünmek için yazmak en büyük kandırmacadır. Alfabeyi güçlü lehine, iktidar yoluna şekillendirmek en büyük ayıplılıktır. En güç olgu diye tarihe yazılacak biçimde bağımsız olmak ve özgür kalmak ise essahtan yazmaktır.

Harflerin ardındaki bu sürükleniş ve sürgün hayatı, kelimelerin akışında kayboluş, hayatın dilini ve hayatı unutuş anlamına gelmez, gelmemelidir de. Ama unutmalar ve unutanlar çoğaldıkça yazılar yazı değil kara yazgı olur veya yazarları kara yazgıya ayna tutar. En kötüsü ise olduğunca yoksul ama mazbut yaşamaya karşın bu kara yazgıya kökten direnebilmektir. Bu kara zenginleşmeye bulaşmamaktır, ucundan köşesinden.

Şu günlerde yazmak iğneyle kuyu kazmaktan da beter bir iş. İyi cümleler kurmak iyi yazmak demek değilse de bu beter işten sıyrılmak da gittikçe güçleşiyor. Çünkü iğneyle kazılmış kuyulara hapsolmuştur tüm yükseliş hikâyeleri. O nedenle cümlesine iyi veya kötü cümleler kurarak anlatmak, anımsatmak gerekir düşüş romanslarını.

Metalimsi sesler eşliğinde fırıldak gibi seyreden o hisli paragraflar karanlığı bile irkiltir ve korkutur. Her şey yoluna girecek mantalitesiyle klikleşen bir yazarlık hevesliliği silikleşen bir kozalaşmaya dönüşür zamanla. Ömrü kelebeğinkine benzer bu genleşen bağımlılığın. Önemli olan bu karanlığa bayrak açma dürtüsü ile tabutunda kapağı var girdabına savrulmaktır. Durduk yerde kamp cambazlığına soyunmak ise yazıları tersten yazmak, yazgıyı ise tersten okumaktır.

Oysa karanlığa kızgın kalarak kelimeler cemil cümlesine cümleleştirilince yazar da, yazı da yazgı da değişir kendiliğinden…

Yazarlık gayesi ve hevesiyle plastik bir şırıngayla harfleri kelimeleştirerek her tıkanık sayılan damara zerk etmek, temiz bünyelere zehir akıtmaktır olabildiğince. Bu en keskin zehri topluma boca etmek, hayatın gerçeklerinin üzerini kara bir örtüyle örtmek, açıkları kapatmak ve hazırola geçip emredin efendimler terennüm etmek resmen insanlığı yitirmektir.

İşin aslı yapılabilecek hiç bir şey kalmayınca akıllardaki aklar, zihinlerdeki demir perdeler şaha kalksa bile karanlığa yuvarlanış hızlanır. O hızla ters orantılı, fırtınanın ortasında yazarlık kara bir nokta gibi belirir ve son nefese kadar sürer macera. Tıpkı kara deliklerin yıldızları yuttuğu ve başka bir düzleme tükürdüğü bir fiziksel gerçeklikle sürer o serüven. Sürüklenilen o egzotik macerada uluslar arası arenanın yalanlarına aldanmamak ve küçük yanlışlar olarak farz edilen ulusal talanlara göz kapatmamak esastır. Çünkü yalanlar yanlışları ikiye hatta dörde katlar ve safdiller kendi yalanlarına bile inanırlar nihayette.

Ayrıca kutsal saptırmalarla beslenen ve desteklenen yalanlar her ne konu var ise kristalize eder, putlaştırır ve övünülen beyazlıkta zamanla kararır. Bu yok oluş sürecine merdiven dayanmasının ilk belirtileridir ve kaçış başlar, deli yüreklilik kaybolur. Bir sığınma stratejisi lobileştirilir.

O küçülmeler ve kayboluşlar ise haybeden değil harbiden yazarlığı diriltir... 

İyi veya kötü cümleler ile kurgulanan o sahte dünyaya başkaldırış ise tarihe hak ettiği notu düşebilme yiğitliğidir. Özgür ve özgün kalarak konuşmak ve konuşmaya çabalamak güçleştirilip faydasızlaştırılınca, ayni tavırla yani özgür ve özgün kalarak yazmak kesinleşir. İşte o keskinliktir yazarı yazar saydıran.

Yazarlık biraz da alevlerle dans eden kan kırmızıya duyulan yakınlıktır. Yazmak evrende bir yerlerde zaman durmadığı sürece daima var olmaktır. Yazı, yazgılara kara yazgılara neden olanların cemi cümlesine sonu üç noktayla biten algılar yaratmaktır.

Ve değerlenir üç nokta…

Hiç yorum yok: