30 Nisan 2014 Çarşamba

1 MAYIS VE EMEĞİN PARTİSİ OLMAK…

1 MAYIS VE EMEĞİN PARTİSİ OLMAK…

Yarından sonra 1 Mayıs Emek Bayramı...

Bu yıl da 1 Mayıs’ın hangi meydanda kutlanacağı hala netlik kazanmadı ama Taksim Meydanı işçilere sadece protokol düzeyinde açılacak gibi görünüyor. Sendikalar ve hükümet yine sonucunda AKP’nin kazanacağı meydan muharebesinde karşı karşıya.
Şu günlerde pek kabul görmüyor olsa da Taksim Meydanı ile özdeşleşen 1 Mayıs’a, Taksim olmaz yasakçı zihniyeti ile yaklaşıma muhalefet etmek elbette olmaz ise olmaz. Muhalefetin ne dediği de, nerede olacağı, hangi meydanda duracağı da başka bir muamma…

Ve Ülke bir yandan karanlığa bir yandan ortaçağın çıkmazına sürükleniyor…

Diğer yandan, radikal ırkçı ve kökten dinci akımların kucağına itiliyor Ülke. Düşüncenin, düşünmenin dahi suç sayıldığı, cezaların salma usulü sıralandığı bir karşı duruş güncelleniyor. Yani süreç literatürlerde var olan biçimde midir pek bilinmez ama karşı devrim süreci. Tüm karşı koyuşlar, her türlü baskıya aktif veya pasif direniş ülkeyi yönetenlere, ülke yönetimindekilere darbe veya darbeye teşebbüs niteliğinde sayılıyor. Hak sahibi olunan bütün değerler yeniden değerlemeler ile hak olmaktan çıkarılıyor ve tüm anti demokratik engellemeler kamuoyunda haklı gösteriliyor ve halk bu yönde tavra zorlanıyor…

Korku dağları bekliyor, dağlarla boy ölçüşmek ise yel değirmenleri ile savaşmaya benzetilip ne gereği vara getiriliyor. Bu yorgunluğun, yılgınlığın ve kapsamına girilen yıkımın üzerine gitmek ise büyük düşünmemek olarak adlandırılıp, mesele malum zihniyete bağlanıyor.
Oysa her 1 Mayıs büyük düşünmenin ilk günü. Büyük düşünmek ise emekten yana olmak, emeğin partisi olmak ile kendine yol bulur ve iz sürer. Yani programında emeğin adı geçen, emeğin kitle partisiyiz diyen hangi siyasal parti var ise, pratikte dik duruşunu sadece 1 Mayıslarda değil her an göstermelidir.

Bu kitlesel tortunun çıkarlarının sürekli savunulması ve korunması gerekirken solum diyen partiler bu kitleden günden güne farkında olmadan veya fark yaratabilmek için uzaklaştılar, uzaklaşıyorlar. Son on yılda artık ne köylü, ne kentli, ne işçi, ne memur ne de sol aydınlar, Türk-Kürt solunu temsil eden veya emekten yana, emeğin partisi olmaya talip partileri ve aday olanları desteklemiyor, sadece destekler görüntüsü veriyor. Adına ve namına siyaset yapılanlar açık veya kapalı destek vermeyince de önce kamuoyu yoklamalarında ve peşinden çıkan sonuçlarda yelpazenin soluna yığılan yüzdelere bakılarak, sol bitti ifadelerine, taban kayması pergelinde yeni ve uçuk yorumlar ekleniyor.

Bu garip siyasal çelişki, seyredenlerin işine gelir mi gelmez mi bilinmez ama ülkeyi sağın sağa mahkumiyeti haliyle ülkeyi uçuruma kanatlandırıyor…

Yandım yar, aman yaman günleri yakınmış, uzak değilmiş hiç fark etmiyor. Bu siyasal açmaz karşısında sol siyaset yılgın, yorgun, usanmış ve bitik bir iç dünyası ile iflasa sürükleniyor. Bu ateşle barut iç içeliği sahiplenme ve savunma iradesini de, direnç mekanizmasını da zedeliyor.

Böylece emek kim ne derse desin sahipsiz ve de partisiz kalınca kimlerin kimi, kimin kimleri desteklediği ve destekleyeceği, temsil ettiği veya edeceği, siyasal öğreti ve doktrinlerin tersine işliyor bu ülkede. Emek yoğun ve emeğin çıkarlarını gözetip koruyan bir netleşme sağlanamadığı için tüm ciddi hedeflemeler ve projeler de boşa çıkıyor veya toplum bilmini kullananlarca anında boşa çıkartılıyor.

Yani emeğin partisi olunduğu mesajı yerine ulaşamayınca, bir türlü ulaştırılamayınca tüm siyasal yarışlar halk adına da, halkın partisiyiz diyenler adına da hüsranla bitiyor, netice hezimete dönüşüyor…

Emek ve devrim aslında çok keskin bir söylemdir, derin ilkelerdir. Değişim olacak ise eğer sürekli değişim şarttır. Durmadan yorulmadan, yılmadan, usanmadan korkmadan mutlu yarınları kurma eylemliliğidir devrim. Emeğin etkin rol almadığı her ilerleyiş aslında geleceğe güven ile bakabilmeyi de an gelir karartır. Peşinden demokratikleşmeyi erteler, insan hak ve özgürlüklerini koruyan yeni bir devlet olma anlayışını öteler. Kurum ve kuralları ile işleyecek demokratik çerçevede işleyen bir devlet mantığının temeli ancak emeğin partisi olanların artması ve emeğin partisinin iktidarıyla mümkündür.

Her kavgayı tek bir kökene bağlayarak sırlı sırsız, sınırlı sınırsız hâkimiyeti hepten kaybettirecek biçimde beyanlar ve figanlar tüm emeksel görüntüleri silikleştirir. Sınıfsal temelde şekillenmeyen bir iktidarda, sınıf bilincinin yerine ümmet ilencinin sıvandığı şu karmaşık günler de 1 Mayısı anlamak ve anlatmak gerçekten zor. Ülkede tüm anlaşmazlıkları kökünden bitirecek tek realite, emek temelinde hayat bulacak bir partinin varlığıdır.

Aslolan bu temelde önderlik edebilecek bir parti olma çizgisine yaklaşan her olguyu gerçeklemedir. Olur veya olmaz ama kurtuluşun özünü yakalamak işte burada gizlidir. Bitkisel hayatın sularında dolaşan Sola solculara kan ve can verecek, ülkeyi değiştirip dönüştürecek emekten yana, işçi sınıfsallığını baş tacı eden bir partiye gerçekten gereksinim var.

Emek ağırlıklı bir partiyi arzulamak ve savunmak şimdilerde ütopya olarak görülecekse de kuşkusuz o günler de gelecek. İşte o partinin iktidarında ezilen işçilerinde, sermayedarlığa evrilen sendikaların da, baskıcı ve yaygaracı devletin de olmadığı yeni bir düzen ve yıkılmaz bir düzenlilik doğacak. İşte o işçi sınıfının egemen olduğu düzende herkes kendi çapında üreterek, tüketebileceğinden çok fazlasını kazanacak. Ve tüm üretilenleri adilane ortaklaştıracak, hakkınca paylaştıracak bir devlet şekli de var olacak…
 
Yarından sonra 1 Mayıs İşçi Bayramı, kutlu olsun…

Hiç yorum yok: