1 MAYIS VE EMEĞİN PARTİSİ OLMAK…
Yarından sonra 1 Mayıs Emek Bayramı...
Bu yıl da 1 Mayıs’ın hangi meydanda kutlanacağı hala netlik kazanmadı ama Taksim Meydanı işçilere sadece protokol düzeyinde açılacak gibi görünüyor. Sendikalar ve hükümet yine sonucunda AKP’nin kazanacağı meydan muharebesinde karşı karşıya.
Şu günlerde pek kabul görmüyor olsa da Taksim Meydanı ile özdeşleşen 1 Mayıs’a, Taksim olmaz yasakçı zihniyeti ile yaklaşıma muhalefet etmek elbette olmaz ise olmaz. Muhalefetin ne dediği de, nerede olacağı, hangi meydanda duracağı da başka bir muamma…
Ve Ülke bir yandan karanlığa bir yandan ortaçağın çıkmazına sürükleniyor…
Diğer yandan, radikal ırkçı ve kökten dinci akımların kucağına itiliyor Ülke. Düşüncenin, düşünmenin dahi suç sayıldığı, cezaların salma usulü sıralandığı bir karşı duruş güncelleniyor. Yani süreç literatürlerde var olan biçimde midir pek bilinmez ama karşı devrim süreci. Tüm karşı koyuşlar, her türlü baskıya aktif veya pasif direniş ülkeyi yönetenlere, ülke yönetimindekilere darbe veya darbeye teşebbüs niteliğinde sayılıyor. Hak sahibi olunan bütün değerler yeniden değerlemeler ile hak olmaktan çıkarılıyor ve tüm anti demokratik engellemeler kamuoyunda haklı gösteriliyor ve halk bu yönde tavra zorlanıyor…
Korku dağları bekliyor, dağlarla boy ölçüşmek ise yel değirmenleri ile savaşmaya benzetilip ne gereği vara getiriliyor. Bu yorgunluğun, yılgınlığın ve kapsamına girilen yıkımın üzerine gitmek ise büyük düşünmemek olarak adlandırılıp, mesele malum zihniyete bağlanıyor.
Oysa her 1 Mayıs büyük düşünmenin ilk günü. Büyük düşünmek ise emekten yana olmak, emeğin partisi olmak ile kendine yol bulur ve iz sürer. Yani programında emeğin adı geçen, emeğin kitle partisiyiz diyen hangi siyasal parti var ise, pratikte dik duruşunu sadece 1 Mayıslarda değil her an göstermelidir.
Bu kitlesel tortunun çıkarlarının sürekli savunulması ve korunması gerekirken solum diyen partiler bu kitleden günden güne farkında olmadan veya fark yaratabilmek için uzaklaştılar, uzaklaşıyorlar. Son on yılda artık ne köylü, ne kentli, ne işçi, ne memur ne de sol aydınlar, Türk-Kürt solunu temsil eden veya emekten yana, emeğin partisi olmaya talip partileri ve aday olanları desteklemiyor, sadece destekler görüntüsü veriyor. Adına ve namına siyaset yapılanlar açık veya kapalı destek vermeyince de önce kamuoyu yoklamalarında ve peşinden çıkan sonuçlarda yelpazenin soluna yığılan yüzdelere bakılarak, sol bitti ifadelerine, taban kayması pergelinde yeni ve uçuk yorumlar ekleniyor.
Bu garip siyasal çelişki, seyredenlerin işine gelir mi gelmez mi bilinmez ama ülkeyi sağın sağa mahkumiyeti haliyle ülkeyi uçuruma kanatlandırıyor…
Yandım yar, aman yaman günleri yakınmış, uzak değilmiş hiç fark etmiyor. Bu siyasal açmaz karşısında sol siyaset yılgın, yorgun, usanmış ve bitik bir iç dünyası ile iflasa sürükleniyor. Bu ateşle barut iç içeliği sahiplenme ve savunma iradesini de, direnç mekanizmasını da zedeliyor.
Böylece emek kim ne derse desin sahipsiz ve de partisiz kalınca kimlerin kimi, kimin kimleri desteklediği ve destekleyeceği, temsil ettiği veya edeceği, siyasal öğreti ve doktrinlerin tersine işliyor bu ülkede. Emek yoğun ve emeğin çıkarlarını gözetip koruyan bir netleşme sağlanamadığı için tüm ciddi hedeflemeler ve projeler de boşa çıkıyor veya toplum bilmini kullananlarca anında boşa çıkartılıyor.
Yani emeğin partisi olunduğu mesajı yerine ulaşamayınca, bir türlü ulaştırılamayınca tüm siyasal yarışlar halk adına da, halkın partisiyiz diyenler adına da hüsranla bitiyor, netice hezimete dönüşüyor…
Emek ve devrim aslında çok keskin bir söylemdir, derin ilkelerdir. Değişim olacak ise eğer sürekli değişim şarttır. Durmadan yorulmadan, yılmadan, usanmadan korkmadan mutlu yarınları kurma eylemliliğidir devrim. Emeğin etkin rol almadığı her ilerleyiş aslında geleceğe güven ile bakabilmeyi de an gelir karartır. Peşinden demokratikleşmeyi erteler, insan hak ve özgürlüklerini koruyan yeni bir devlet olma anlayışını öteler. Kurum ve kuralları ile işleyecek demokratik çerçevede işleyen bir devlet mantığının temeli ancak emeğin partisi olanların artması ve emeğin partisinin iktidarıyla mümkündür.
Her kavgayı tek bir kökene bağlayarak sırlı sırsız, sınırlı sınırsız hâkimiyeti hepten kaybettirecek biçimde beyanlar ve figanlar tüm emeksel görüntüleri silikleştirir. Sınıfsal temelde şekillenmeyen bir iktidarda, sınıf bilincinin yerine ümmet ilencinin sıvandığı şu karmaşık günler de 1 Mayısı anlamak ve anlatmak gerçekten zor. Ülkede tüm anlaşmazlıkları kökünden bitirecek tek realite, emek temelinde hayat bulacak bir partinin varlığıdır.
Aslolan bu temelde önderlik edebilecek bir parti olma çizgisine yaklaşan her olguyu gerçeklemedir. Olur veya olmaz ama kurtuluşun özünü yakalamak işte burada gizlidir. Bitkisel hayatın sularında dolaşan Sola solculara kan ve can verecek, ülkeyi değiştirip dönüştürecek emekten yana, işçi sınıfsallığını baş tacı eden bir partiye gerçekten gereksinim var.
Emek ağırlıklı bir partiyi arzulamak ve savunmak şimdilerde ütopya olarak görülecekse de kuşkusuz o günler de gelecek. İşte o partinin iktidarında ezilen işçilerinde, sermayedarlığa evrilen sendikaların da, baskıcı ve yaygaracı devletin de olmadığı yeni bir düzen ve yıkılmaz bir düzenlilik doğacak. İşte o işçi sınıfının egemen olduğu düzende herkes kendi çapında üreterek, tüketebileceğinden çok fazlasını kazanacak. Ve tüm üretilenleri adilane ortaklaştıracak, hakkınca paylaştıracak bir devlet şekli de var olacak…
Yarından sonra 1 Mayıs İşçi Bayramı, kutlu olsun…
30 Nisan 2014 Çarşamba
26 Nisan 2014 Cumartesi
TARTIŞMA PRATİĞİ VE ÖZELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ ŞARTI…
TARTIŞMA PRATİĞİ VE ÖZELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ ŞARTI…
Yaşanmayacak olanların her daim yaşanması her dem acıtır yürekleri…
Günlük faaliyetleri yeniden yönlendiren gündemlere ilişkin tartışma pratiği ve özeleştiri gerçekliği geliştirilmeden siyasal etkinliklerin dozunu ve boyutunu ayarlamak olası değildir. Beklentilerin ötesinde bir köktencilik getirse de tartışma ve özeleştiri platformu yaratmak kaçınılamayacak bir durumdur ve de şarttır.
Ancak güncele ve gündeme ek, kısa ve uzun vadeli ana stratejileri ve ulaşılabilir hedefleri de olmalıdır bu yorumların ve forumların. Güncel politik birikim, bilinçli bir tavırlılık ve geleceğe ilişkin projelerin birlikte harmanlanması sonuçta bir danışma programına dönüşebilecek yanı da hayata geçirilebilmelidir ayrıca.
Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde, güç kaynağı yaratmaya çalışarak, görgülü ve ince düşünceli olmayı bir kenara bırakarak, yol almaya yol bulmaya çaba harcamak en nihayetinde en paşasından harcanmayı da günceller. O kaynamayla da kürsüyle kavgalılara, kelime fakiri olanlara gün doğar ve gündem dışı tarifeli neferler senaryodan rol çalar, kavgaya tutuşur. Fiziki ve zihni yorgunluk yaratan egzersizlerle komple zayıf düşülür, soluksuz kalınır. Bu ortamda artan gerilimin önüne geçebilmek ise gittikçe zorlaşır. Gece sohbetlerinde aşırı yoğun stresin yaygınlaştırdığı sahte orijinallik de mobil internet türlerinde ve turlarında iyice açığa çıkar.
Yoksa atı alan Üsküdar’ı geçmiş bir düzlemde, kötüleri gördükçe hiç mi hiç şaşırmayan bir toplumun oluşturulduğu bir aymazlıkta, bal kabağından köşkler ve saraylar türetilmiş bir sihirlilikte, gereksiz sinirlenmeler ve yamulmalarla tartışma ve özeleştiri kültürü şartı yerine getirilemediği gibi en önce siyasal akrabalıkları yaralar ve parçalar. Sonrasında gelişen siyasi atmosferde siyasal manada kolay ekmeğin olmadığı, yenilir yutulur lokmaların dahi boğaza takıldığı şu çarpık düzende haybeden cereyana kapılmak kimsenin işine yaramaz.
Çivinin marifetlerini asla bilmeden, birilerinin şevklendirmesiyle duvar olmaya yeltenenler sütle giren huyun canla çıkacağını da bilmezler. Bu devinimsizlikte tartışma ve özeleştiri kültürsüzlüğünü haziruna bir güzel, gelişigüzel ama çirkince dayatırlar. Ya huyundan ya suyundan olsa gerek, halkın tek ve en kutlu platformunda insani diyalog çerçevesinde akılcı yöntemlerle tartışma ve özeleştiri pratiği maalesef işlemez veya tersine işletilir. Asla kulak verilemeyecek gürültücü ve sert üsluplar, iğneleyeci betimlemeler, itici yüklemlemeler, artan ses tonlamaları, alçak yüksek nabız tansiyonlamaları, düşünce dışı sözlenmeler, yaklaşımsız başlangıçlar, tarifsiz zorlamalar ile izlenecek yol fonlamaları hiç de övünülecek iş değildir, hatiplik adına yapılsa da. Ayrıca çıkmaza düşülen durumdan bu işgüzarlıkla ve lafı güzafla sıyrılmak ta hayal ötesi hayalciliktir. Devasa esere dönüşen yanlışlar ve yanılsamalar esmeyle gürlemeyle düzeltilemez.
Neden gam çekilir, bir kez daha yeterince anlaşılamayınca, yanar ve kanar yürekler…
Oysaki yönetenleri etkin ve başarılı kılacak, yöneticileri güvenilir devlet adamı konumuna ışınlayacak ve güncelden geleceğe sağlam köprüler kurulması kim ne der ise desin tartışma ve özeleştiri kültürü şartına kafadan bağlıdır. Politikada ana amaç planlı bir probaganda modeli ve sonucunda siyasal kazanımlar ise dönüşüm mekan ve zaman kavramına denk hizalanmalıdır. İzansız mizansız savrulmaların varacağı liman kliklerden ve klişeleşmekten başkası değildir.
O halde sorunların zahmetsiz çözümünü irdeleyen karmaşa ve içi boşluğa düşmeyen çözüm metotları işte bu köprü ayaklarının sağlamından kurulmasıyla gerçekleşir. Önlem alma ve değişim standartları belirleyebilmenin yolu da tartışma ve özeleştiri ikileminden geçer. Durağanlığı dinamizme çevirmek ütopist yaklaşımlarla da olsa tüm değerlendirmeleri yapmakla mümkündür aslında. O nedenle tıkanma noktalarında yeni tarzlar oluşturma çabaları başladığında her halükarda desteklenmelidir. Planlı bir düşünsel aktarım özenine ihtiyaç duymaksızın yerli yersiz yapılan salvolarla, gözden kaçırılmaya çalışılan gerçekleri kovaladığını sanmak da boştur. Boşa geçen zaman ve rezil olmaya adaylıkla biten her tartışma ve özeleştiri beceriksizliği ağır bir yüktür özünde.
Her alanda ve her platformda değişimin, hızlı gelişimin yaşandığı şu çağda yönetim yapılanmaları daha da komplike bir hal almıştır, bu nedenle çağdaşlaşmayı sağlayamadıkça, kaşla göz arası fikir yerine zikir, zihin yerine patak güncellenir ise fırsatlar bir kez daha kaçar, uzun süre yakalanamamak üzere. Geleceğe dönük yüzüyle ilişkilendirilemeyen tüm sınıflandırmalar, hiçe sayılan tam saptamalar, hazırlıksız yakalanılan taşkın başıbozukluklar her açmazda kurtuluşu meclisi hepten karalamakta arar. Bu pararealite çok basit bir sorgulamayla halledilebilir belki ama günlükten güncele, gündemden geleceğe tartışma pratiğinin sadece teoride, özeleştiri geleneğinin lafta kalması sınıfta kalmayı da beraberinde getirir.
Bu çifte dikiş okumayı öğrenemeyiş inadını, yönetimler işlerlik ve işlevsellik bütünlemesinde eritemeyince her şey yüzeyselleşir ve katmanlar kucaklaşamayacak bir kısır döngüye hapsolur tüm ideler. Böylesi bir yönetim anlayışına mahkûmiyet ve kararsızlaşmalara acilen son verilmedikçe hep ayni şekilleniş belirleyici olma özelliğini tekrardan kazanır.
Tek bu nedenle bile asla kolaycılığa kaçmadan, bir takım analitik verileri sağlayıp bu datalar ışığında hatalara düşmeden sözlü ve yazılı çalışmalar artırılmalıdır. Bir örgütsel ağın yazılı çalışan, yaratıcı, paylaşmacı, dayanışmacı yüz ağartanlarından sayılmak kürsüdeki arifliğe ve kürdeki naifliğe bağlıdır. Başka bağlar ve bağımlılıklar ise paydasında bütünlenilemeyen mekanizmaların yerleşmesine ve değişken ruh yapılarının teşekkülüne hizmet eder. Bu bağlamda bırakanın bıraktığı yerden yenileşmenin bırakılan yerden başlayacağını beklemek de sürekli hizmet dışı kalmak gibi bir şeydir. Yıkıcı hiçbir zorlamayla karşılaşmadan siyasi yapılanmalara yön verme rahatlığı güncel tartışma pratiğinin doğruluğuna ve doğallığına bağlıdır. Bağlılık şart ise eğer bu uğurda tek bağımlılık sadece bu olmalıdır.
Her yanlı yanlış hâkimiyet ve hakkaniyeti unutturan tartışma dışı ve özeleştirisiz takip edilen her tarz ve farz da yürekler sekteye uğrar…
Bazen her şey planlı ve programlı ise de kısa ve uzun vadeli projeler hazırlanmışsa da, propaganda modeli ve üslubu belirlenmiş ise de yepyeni sorunlar çıkmayacak manasına gelmez. O hallerde iş, kolaycılığın ötesinde yönetenlerin yeteneği ve yeterliliğine, yönetiklerin ise gaflarına ve insafına kalır. Eğer piramit sağlıklı oluşmaz ve oluşturulan da esenlikle işlemez ise çekilen ah vahlar da hiç tükenmez. Başaramayanın gittiği ve başaracağım diyenin geldiği bir üst yapı erdemliliği iç dünyalara egemen olmadıkça ülke siyasetine uymayan bir pragmatizm oluşur ve tüm öğretiler rafa kaldırılır.
En tepeden tabana öz denetimin günlük faaliyetler dışına taşmadığı ve yapay gündemlerin sadece eleştiri malzemesi yapıldığı bir süreçte, özeleştiri geleneğinin olmayışı ve tartışma kültürünün unutuluşu da bu kronik hastalığa eklenince, dengeler iyice bozulur, su istimale ve istismara açık bir vaziyet kendiliğinden oluşur.
Zaten her eylemlilikte milli iradenin tezahürü şeklinde çöken yıkılış anında içe dönük ve bütüne ilişkin irade dışı dizgesel kapışmaları bir anda gün yüzüne çıkarır ve sarsak ayrışmaları tetikler. Sistematik biçimde yapılan kıymetsizlendirmeler yaygınlaştırıldıkça gelişmeye ve yenilenmeye açılabilecek tüm kapılar da tek tek kapanır. Yani tartışma pratiği ve özeleştiri kültürü gerçekleştirilemedikçe değişimin ve ilerlemenin çekirdeği dejenerasyona uğrar. O andan itibaren suçlu aramak ise hakikisinden ucuz kahramanlıktır, denize düşen.. hesabıdır.
Ne yazık ki, Tartışma pratiği ve özeleştiri kültürsüzlüğü yaşanılan şu günlerde, hiç tartışmasız yaşayan nice atasözleri vardır oturumu özetleyen; “ Katranı kaynatsan da olmaz şeker” gibi…
Yaşanmayacak olanların her daim yaşanması her dem acıtır yürekleri…
Günlük faaliyetleri yeniden yönlendiren gündemlere ilişkin tartışma pratiği ve özeleştiri gerçekliği geliştirilmeden siyasal etkinliklerin dozunu ve boyutunu ayarlamak olası değildir. Beklentilerin ötesinde bir köktencilik getirse de tartışma ve özeleştiri platformu yaratmak kaçınılamayacak bir durumdur ve de şarttır.
Ancak güncele ve gündeme ek, kısa ve uzun vadeli ana stratejileri ve ulaşılabilir hedefleri de olmalıdır bu yorumların ve forumların. Güncel politik birikim, bilinçli bir tavırlılık ve geleceğe ilişkin projelerin birlikte harmanlanması sonuçta bir danışma programına dönüşebilecek yanı da hayata geçirilebilmelidir ayrıca.
Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde, güç kaynağı yaratmaya çalışarak, görgülü ve ince düşünceli olmayı bir kenara bırakarak, yol almaya yol bulmaya çaba harcamak en nihayetinde en paşasından harcanmayı da günceller. O kaynamayla da kürsüyle kavgalılara, kelime fakiri olanlara gün doğar ve gündem dışı tarifeli neferler senaryodan rol çalar, kavgaya tutuşur. Fiziki ve zihni yorgunluk yaratan egzersizlerle komple zayıf düşülür, soluksuz kalınır. Bu ortamda artan gerilimin önüne geçebilmek ise gittikçe zorlaşır. Gece sohbetlerinde aşırı yoğun stresin yaygınlaştırdığı sahte orijinallik de mobil internet türlerinde ve turlarında iyice açığa çıkar.
Yoksa atı alan Üsküdar’ı geçmiş bir düzlemde, kötüleri gördükçe hiç mi hiç şaşırmayan bir toplumun oluşturulduğu bir aymazlıkta, bal kabağından köşkler ve saraylar türetilmiş bir sihirlilikte, gereksiz sinirlenmeler ve yamulmalarla tartışma ve özeleştiri kültürü şartı yerine getirilemediği gibi en önce siyasal akrabalıkları yaralar ve parçalar. Sonrasında gelişen siyasi atmosferde siyasal manada kolay ekmeğin olmadığı, yenilir yutulur lokmaların dahi boğaza takıldığı şu çarpık düzende haybeden cereyana kapılmak kimsenin işine yaramaz.
Çivinin marifetlerini asla bilmeden, birilerinin şevklendirmesiyle duvar olmaya yeltenenler sütle giren huyun canla çıkacağını da bilmezler. Bu devinimsizlikte tartışma ve özeleştiri kültürsüzlüğünü haziruna bir güzel, gelişigüzel ama çirkince dayatırlar. Ya huyundan ya suyundan olsa gerek, halkın tek ve en kutlu platformunda insani diyalog çerçevesinde akılcı yöntemlerle tartışma ve özeleştiri pratiği maalesef işlemez veya tersine işletilir. Asla kulak verilemeyecek gürültücü ve sert üsluplar, iğneleyeci betimlemeler, itici yüklemlemeler, artan ses tonlamaları, alçak yüksek nabız tansiyonlamaları, düşünce dışı sözlenmeler, yaklaşımsız başlangıçlar, tarifsiz zorlamalar ile izlenecek yol fonlamaları hiç de övünülecek iş değildir, hatiplik adına yapılsa da. Ayrıca çıkmaza düşülen durumdan bu işgüzarlıkla ve lafı güzafla sıyrılmak ta hayal ötesi hayalciliktir. Devasa esere dönüşen yanlışlar ve yanılsamalar esmeyle gürlemeyle düzeltilemez.
Neden gam çekilir, bir kez daha yeterince anlaşılamayınca, yanar ve kanar yürekler…
Oysaki yönetenleri etkin ve başarılı kılacak, yöneticileri güvenilir devlet adamı konumuna ışınlayacak ve güncelden geleceğe sağlam köprüler kurulması kim ne der ise desin tartışma ve özeleştiri kültürü şartına kafadan bağlıdır. Politikada ana amaç planlı bir probaganda modeli ve sonucunda siyasal kazanımlar ise dönüşüm mekan ve zaman kavramına denk hizalanmalıdır. İzansız mizansız savrulmaların varacağı liman kliklerden ve klişeleşmekten başkası değildir.
O halde sorunların zahmetsiz çözümünü irdeleyen karmaşa ve içi boşluğa düşmeyen çözüm metotları işte bu köprü ayaklarının sağlamından kurulmasıyla gerçekleşir. Önlem alma ve değişim standartları belirleyebilmenin yolu da tartışma ve özeleştiri ikileminden geçer. Durağanlığı dinamizme çevirmek ütopist yaklaşımlarla da olsa tüm değerlendirmeleri yapmakla mümkündür aslında. O nedenle tıkanma noktalarında yeni tarzlar oluşturma çabaları başladığında her halükarda desteklenmelidir. Planlı bir düşünsel aktarım özenine ihtiyaç duymaksızın yerli yersiz yapılan salvolarla, gözden kaçırılmaya çalışılan gerçekleri kovaladığını sanmak da boştur. Boşa geçen zaman ve rezil olmaya adaylıkla biten her tartışma ve özeleştiri beceriksizliği ağır bir yüktür özünde.
Her alanda ve her platformda değişimin, hızlı gelişimin yaşandığı şu çağda yönetim yapılanmaları daha da komplike bir hal almıştır, bu nedenle çağdaşlaşmayı sağlayamadıkça, kaşla göz arası fikir yerine zikir, zihin yerine patak güncellenir ise fırsatlar bir kez daha kaçar, uzun süre yakalanamamak üzere. Geleceğe dönük yüzüyle ilişkilendirilemeyen tüm sınıflandırmalar, hiçe sayılan tam saptamalar, hazırlıksız yakalanılan taşkın başıbozukluklar her açmazda kurtuluşu meclisi hepten karalamakta arar. Bu pararealite çok basit bir sorgulamayla halledilebilir belki ama günlükten güncele, gündemden geleceğe tartışma pratiğinin sadece teoride, özeleştiri geleneğinin lafta kalması sınıfta kalmayı da beraberinde getirir.
Bu çifte dikiş okumayı öğrenemeyiş inadını, yönetimler işlerlik ve işlevsellik bütünlemesinde eritemeyince her şey yüzeyselleşir ve katmanlar kucaklaşamayacak bir kısır döngüye hapsolur tüm ideler. Böylesi bir yönetim anlayışına mahkûmiyet ve kararsızlaşmalara acilen son verilmedikçe hep ayni şekilleniş belirleyici olma özelliğini tekrardan kazanır.
Tek bu nedenle bile asla kolaycılığa kaçmadan, bir takım analitik verileri sağlayıp bu datalar ışığında hatalara düşmeden sözlü ve yazılı çalışmalar artırılmalıdır. Bir örgütsel ağın yazılı çalışan, yaratıcı, paylaşmacı, dayanışmacı yüz ağartanlarından sayılmak kürsüdeki arifliğe ve kürdeki naifliğe bağlıdır. Başka bağlar ve bağımlılıklar ise paydasında bütünlenilemeyen mekanizmaların yerleşmesine ve değişken ruh yapılarının teşekkülüne hizmet eder. Bu bağlamda bırakanın bıraktığı yerden yenileşmenin bırakılan yerden başlayacağını beklemek de sürekli hizmet dışı kalmak gibi bir şeydir. Yıkıcı hiçbir zorlamayla karşılaşmadan siyasi yapılanmalara yön verme rahatlığı güncel tartışma pratiğinin doğruluğuna ve doğallığına bağlıdır. Bağlılık şart ise eğer bu uğurda tek bağımlılık sadece bu olmalıdır.
Her yanlı yanlış hâkimiyet ve hakkaniyeti unutturan tartışma dışı ve özeleştirisiz takip edilen her tarz ve farz da yürekler sekteye uğrar…
Bazen her şey planlı ve programlı ise de kısa ve uzun vadeli projeler hazırlanmışsa da, propaganda modeli ve üslubu belirlenmiş ise de yepyeni sorunlar çıkmayacak manasına gelmez. O hallerde iş, kolaycılığın ötesinde yönetenlerin yeteneği ve yeterliliğine, yönetiklerin ise gaflarına ve insafına kalır. Eğer piramit sağlıklı oluşmaz ve oluşturulan da esenlikle işlemez ise çekilen ah vahlar da hiç tükenmez. Başaramayanın gittiği ve başaracağım diyenin geldiği bir üst yapı erdemliliği iç dünyalara egemen olmadıkça ülke siyasetine uymayan bir pragmatizm oluşur ve tüm öğretiler rafa kaldırılır.
En tepeden tabana öz denetimin günlük faaliyetler dışına taşmadığı ve yapay gündemlerin sadece eleştiri malzemesi yapıldığı bir süreçte, özeleştiri geleneğinin olmayışı ve tartışma kültürünün unutuluşu da bu kronik hastalığa eklenince, dengeler iyice bozulur, su istimale ve istismara açık bir vaziyet kendiliğinden oluşur.
Zaten her eylemlilikte milli iradenin tezahürü şeklinde çöken yıkılış anında içe dönük ve bütüne ilişkin irade dışı dizgesel kapışmaları bir anda gün yüzüne çıkarır ve sarsak ayrışmaları tetikler. Sistematik biçimde yapılan kıymetsizlendirmeler yaygınlaştırıldıkça gelişmeye ve yenilenmeye açılabilecek tüm kapılar da tek tek kapanır. Yani tartışma pratiği ve özeleştiri kültürü gerçekleştirilemedikçe değişimin ve ilerlemenin çekirdeği dejenerasyona uğrar. O andan itibaren suçlu aramak ise hakikisinden ucuz kahramanlıktır, denize düşen.. hesabıdır.
Ne yazık ki, Tartışma pratiği ve özeleştiri kültürsüzlüğü yaşanılan şu günlerde, hiç tartışmasız yaşayan nice atasözleri vardır oturumu özetleyen; “ Katranı kaynatsan da olmaz şeker” gibi…
20 Nisan 2014 Pazar
TOPAL OSMAN; TARİHİN SİSLİ PERDESİ ARKASINDA SIR OLARAK KALMIŞ BİR OLAY VE BİR KAHRAMAN…
TOPAL OSMAN; TARİHİN SİSLİ PERDESİ ARKASINDA SIR OLARAK KALMIŞ BİR OLAY VE BİR KAHRAMAN…
“ Ağa Hazretleri senin hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra buraya (Havza) çağırttım. Sen Karadeniz köy ve kentlerini koruyacaksın. Pontusçular hangi usulleri kullanıyor ise aynı usulleri çekinmeden kullanın. Bu mücadeleyi kaybedersek tarihten silinme tehlikemiz de vardır, fakat ümitsiz değiliz… M. Kemal Paşa”
Topal Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğü o ilk dakikadan itibaren fikri, zikri ve tüm benliğiyle, canı malı, mülkü ve Giresun Uşaklarıyla onun yanında yer aldı. Bu sarsılmaz bağlılık ta ki ölünceye, öldürülünceye kadar eksilmeden sürdü.
Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa’ya olan bu içten ve üstün ve dahi asla yıkılamaz bağımlılık uğruna canını feda etti…
Padişah ermeni tehciri münasebetiyle hakkında verilmiş idamı iptal etti, Topal Osman Ağa’yı affetti. Affı şahane Ağa’ya temmuz başı ulaştı. Aftan sonra dağlık iç kesimlere çekilmiş olan Topal Osman Ağa adamlarıyla birlikte Giresun merkeze indi. Tekrar Belediye Başkanlığını aldı. Ayrıca Muhafaza’ı Hukuk Milliye Cemiyeti’ne başkan oldu. Asıl bu tarihten ileriye Topal Ağa Ve Giresunlu Milis Kuvvetleri, Mustafa Kemal Paşa’nın yürüttüğü Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin içine resmen girmiş oldular.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde nefer olmak için Topal Osman Ağa’nın birliğine katılımlar her geçen gün sayıca arttı. Ağa çevresinde birleşen gönüllülerin yemesi, içmesi, giydirilmesi, barındırılması ve silahlandırılması bir ekonomik külfeti de beraberinde getirdi. Bu yük fakire dokunulmadan, eşraftan varlıklı kişilere bir bir üleştirildi. Destek vermeyenler ve vermek istemeyenler gelişen bu durumu İstanbul’da Padişaha ve padişah yanlısı Trabzon Valisi Kara Galip’e şikâyet üstüne şikâyet ettiler;
“ Giresun’un her tarafına anında biten anında yiten, yol ortası gözünü kırpmadan adam öldüren, atlı veya yaya yolu kesen, salma salan haraç alan Topal Osman adında bir eşkıya türedi. Bu eşkıyadan bizi tez zamanda kurtarın!… O.U. İbrahim”
Ağa, 1920 Ocağında Giresun’da ‘Gedikkaya' adlı Gazeteyi çıkardı. Gazete Mustafa Kemal Paşa ile Ulusal Kurtuluş Mücadelesini öven ve taraftar kazanmaya mücadeleye nefer sağlamaya yönelik bir yayın politikası izledi. Gazetede birçok coşku yüklü makale ve cesurca yazılar Topal Osman Ağa imzasıyla yayınlandı.
Topal Osman Ağa ve Giresun Uşakları, Ağa’nın Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğü o ilk günden itibaren, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesine, 42. Alayın Komutanı Hüseyin Avni Bey başta tamamı şehit oluncaya, 47. alaydan sadece 285 er sağ kalıncaya ve gazilerden ancak bir kısmı Giresun’a dönebilme imkânı buluncaya kadar ve sonrasında üstünden sır perdesi bir türlü kaldırılamayan ‘o meşum olay’a kadar üstün fedakârlıklar gösterdiler…
Kutsal zaferden sonra Topal Osman Ağa 1922 yılının son ayında Gülnihal Vapuru ile Giresun’a döndü. Ağa, artık üzerinde birikmiş cephelerde geçen 23 yıllık yorgunluğunu gidermek amacıyla memleketinde istirahata çekilecekti.
Topal Osman Ağa Giresun’a dönmüştü ama Giresun Gönüllü Maiyet Müfrezesinin Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’yı koruma görevi sürüyordu. Müfreze hem Paşa’yı ilk günkü heyecanla koruyor hem de Meclisin korunmasına gönüllü destek sağlıyordu. Osman Ağa’nın, Paşa’ya canı gönülden bağlı 250 Giresun Gönüllüsü hala Ankara’da bulunuyordu.
Bu dönemde Ankara’da birden gizemli ve tarihsel önem arz eden olaylar tırmanışa geçmişti. Mustafa Kemal Paşa’yı bitirmeyi amaç edinmiş Birinci Meclisin Muhalif kesimi derinlikli planlar ve gizli tertipler içindeydi. Meclisteki İkinci grup Topal Osman Ağa ve Giresun Uşakları’nı Ankara’da görmek istemiyorlar ve bu milis kuvvetinin artık memleketine dönmesini arzuluyorlardı.
Ve Mustafa Kemal Paşa memleketinde istirahata çekilmiş Topal Osman Ağa’yı sadece ikisinin bildiği bir nedenle Ankara’ya çağırdı. Ağa aceleyle, fazla hazırlığa girişmeden, etrafındakilere kısa sürede geri döneceğini belirterek yola koyuldu…
İşte o gidişte bir suikasta kurban gittiği iddia edilen Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi suçu Topal Osman Ağa’nın üzerinde kaldı. Hal böyle olunca Meclisin Mustafa Kemal Paşa’ya ve izlediği siyasal politikalara muhalif vekilleri Ağa’nın derhal yakalanması konusunda hükümeti her fırsatta sıkıştırdı. Böylece Ağa’nın yakalanarak cezalandırılması gündeme oturdu.
Bu gelişmeler karşısında çok zorlanan Başbakan Rauf Orbay bir arama emri çıkarır. Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’yi Osman Ağa’yı yakalaması için görevlendirir. Ama görev yakalamanın, Ağa’yı canlı tutmanın ötesinde bir durum arz eder. Kolaylıkla teslim alınamayan Topal Osman Ağa çıkan çatışmada yaralı ele geçer. Topal Ağa, ağır yaralıdır ama sır sebeplerle hastaneye sevki ağırdan alınarak ölüme terk edilir. Bir rivayete göre ağır yaralı Osman Ağa kurşunlanarak öldürülür anında başı gövdesinden ayrılır, bir başka rivayete göre ise canlı ele geçen Ağa’nın başı kurşun yağmuruna tutulur ve tanınmaz hale getirilir.
Aslında anılardır ‘yakın tarihe’ ve ‘Mize’ ışık tutan ve tutacak olan. Cilt cilt açıklanmış veya her nedense açıklanmamış anılardır dönemsel gerçekleri ortaya koyacak olan;
“ – Şimdi ne düşünüyorsun?... M. Kemal Paşa”
“ – Bir şey düşündüğüm yok. Topal Osman’ı yakalamak gerek. Çankaya’nın arkasında, ayrancı tarafında Papazın Bağı denilen yerde bulunduğu sanılıyor… R. Orbay”
“ – Nasıl yakalatacaksın?...”
“ – Muhafız birliği ile…”
“ – Meclis Muhafız Birliğinde Topal Osman ile gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirine ateş etmezler, ne sen, ne ben, ne Ankara. Bir şey kalmaz… M. Kemal Paşa”
“ – Suçluları mutlak yakalatmak gerek. Eğer Başkomutan olarak her hangi bir düşünce ile sizce buna gerek görülmüyorsa, benim bunu yarın Meclise açıklamam gerekecektir… R. Orbay…”
Topal Osman Ağa’nın bu trajik olayda aktif rolü olduğu yadsınamaz. Ama bu olay Topal Osman Ağa ve Giresun Uşakları’nın Ulusal Kurtuluş Mücadelesindeki yararlıklarını, yiğitliklerini ve kahramanca duruşlarını da asla yok edemez ve zedeleyemez.
“ Topal Osman Ağa Ve Giresunlu Gönüllülerden oluşan Müfrezelerinin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde, mühimmatları bittiğinde kendilerinden sayıca çok üstün ve silah açısından aşırı donanımlı düşman kuvvetlerine küçük çakı bıçaklarını süngü takıp, kasatura yapıp hücum etmişlerdir. O günleri yaşamışlar her oturumda anlatırlardı. Bizim dönemimizde bunu bilmeyen yoktur. Bu cansiperane hücumlarda pırasa gibi kırıldıklarını, aşırı zaiyat verdiklerini gördükleri halde, öleceklerini çok iyi bilmelerine rağmen vatanın kurtuluşu uğruna hiç çekinmeden devam etmişler, düşman üzerine korku bilmeden atlamışlar… O.U. İbrahim”
Giresunlu Topal Osman Ağa Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin en önemli öncü liderlerinden ve kahramanlarındandır. Ancak Cumhuriyet Tarihinde, tarihin sisli perdesi arkasında sır olarak kalmış birçok olayda olduğu gibi hala aydınlatılamamış o meşum olay Topal Osman Ağa’nın da bir anlamda sonu olmuştur.
“ … Mecliste muhalifler Büyük zafer’den beri taşkınlık için fırsat peşinde idiler… Meclis’te sert çatışmalar oluyordu. Bir defasında Trabzon Milletvekili Ali Şükrü kürsüde konuşan Mustafa Kemal’e ağır sözler söyledi. Birbirlerinin üzerine yürüdüler. Bu olaya çok sinirlenen Topal Osman bir adamını yollayarak Ali Şükrü’yü konuşmak üzere Çankaya tarafındaki evine çağırır ve karşısındaki iskeleye oturur oturmaz… F.R. Atay”
Topal Osman Ağa’nın hiç hak etmediği bu yürekler acısı son tüm Giresunluların gönlünde sönmeyen ateş, iyileşmeyen yara, çaresi olmayan bir derttir.
“ … Bunları yakalamak oldukça nazik oldu. Çünkü Osman Ağa’nın alayına mensup bölükler Gazi’nin muhafızları idi. Osman Ağa’nın yakalanmasından bir gün önce Gazi’nin huzuru ile yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, Ağa’nın bölükleri meclis taburu tarafından değiştirilip, Osman Ağa’nın meclis taburu tarafından yakalanarak adalete teslimi kararlaştırıldı… Gazi, eşi ile akşam yemeğini yedikten sonra gizlice ve kimsenin dikkatini çekmeden istasyona indi. Bundan sonra da bölükler değiştirildi ve Tenkil-CEZALANDIRMA- başladı… A.F. Paşa”
Topal Osman Ağa’nın cenazesi omuzlar üzerinde Giresun Kalesine çıkarıldı ve Kurban Dede’nin yanında toprağa verildi.
Nihai olarak Topal Osman Ağa kimilerine göre, birilerinin emri ile şehit edilmiştir ve Cumhuriyet Şehidi sayılır veya…
18 Nisan 2014 Cuma
“BU MİLLET UĞRUNDA BİR BACAĞIMI ZİYAN ETTİM, İCAP EDERSE…”
“BU MİLLET UĞRUNDA BİR BACAĞIMI ZİYAN ETTİM, İCAP EDERSE…”
“ Karadenizli milli irade kuvvetlerinin başında Osman Ağa isminde bir kumandan bulunuyordu. Bunlar Karadeniz’den Giresun’dan gelmişlerdi. Bir askeri kuvvet olarak hemen bütün muharebelere sevk olundular. Muharebelere iştirak ettiler. Kahramanca cansiperane çarpıştılar. Muharebelerden sonra çok itibarlı ve çok fedakâr bir milis kuvveti oldular… İsmet İnönü.”
“ Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık… T.Osman Ağa”
Olayların asıl nedenleri anlaşılmadan, perde arkasında yatanlar ve sahne gerisinde yaşanlar ile süzme emperyalist oyunlar bilinmeden, yıllarca yok sayılan gerçeklerin özüne inilmeden, yüzeysel teranelerle Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa’nın ülke için yaptıklarını anlamsızlaştırma ve hiçe sayma çabaları büyük bir tarihsel yanılgı, tarifsiz bir ön yargı ve Giresunluların yüreğinde hala sönmeyen yangındır…
“ Mütarekeden (Mondros) sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim. Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; Trabzon’da bir kongre yapalım, bizim imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim… T.Osman Ağa”
Topal Osman Ağa mozaikçi değildir. Tüm Giresunlular gibi Oğuzların Üçoklar kolundan Gökhanoğlu bir Çepnidir. Çepnilerin kutsal simgesi ise sungur kuşudur. Bu simge çelik bakışları ve güçlü iradeyi temsil eder. Çepni boyundan her Giresunlunun babası veya atası, dedesi mutlaka Topal Osman Ağa’nın alaylarında onunla beraber milli mücadelenin değişik cephelerinde düşmanla savaşmış veya cephe gerisinden Osman Ağa milislerine lojistik destek sağlamıştır. Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa, Kutsal isyanın öncü birlikleri olmuşlar, tüm Karadeniz’in ve ülkenin kurtuluşunda yüz yıllar öncesindeki gibi aktif rol oynamışlardır.
“Selçuklu ve Osmanlı kayıtlarında Vilayeti Çepni; başta Giresun merkez olmak üzere, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Gümüşhane illerinden oluşur.
Vilayetnameye göre, Anadolu’ya sonra da Suluca kara höyük köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müritleri de Çepnilerdir. Çepnilerin önemli bir kısmı 1240’ta Baba İshak Türkmenlerinin isyanına da katılmıştır. Önemli sayılabilecek bir kısım klanlarının da Sinop’ta yerleştiği biliniyor. Çepniler Sinop şehrine saldıran, Trabzon Rum imparatorunu yenerek şehri layıkıyla korumuşlardır. Çepniler o tarihten itibaren de Samsun Canik’ten başlayarak Giresun’a kadar uzanan ormanlık bölgeyi ve devamında tüm Karadeniz sahilini yavaş yavaş fethetmişler…”
İlk ulusal kahraman ve istiklal isyancısı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa Havza’da 29.05.1919 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğünde Ermeni tehciri ile suçlanmışlıktan dolayı boynunda idam fermanı asılıydı. Bu ferman 7 Temmuz’da kaldırıldı, aklandı. Yeni görevi Karadeniz’de cirit atan, azgınlaşan Pontus Rum çetelerini çökertmek ve imha etmekti. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal Paşa’ya kayıtsız şartsız bağlandı. Gönüllülerden oluşan milisleriyle doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm cephelerde düşman ile savaştı. Vatan ve istiklal uğruna ömrünü ve servetini harcadı.
Kuvvacıların en gözüpeklerinden, en çılgınlarından bir kumandan olarak tarih sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın askeri olma ruhuyla 42. Ve 47. alaylara komuta etti. İstiklal harbinde Karadeniz sahillerinde gönüllü ittifakını oluşturduğunda, bütün Mustafa Kemal Paşa muhalifleri ‘ Topal Osman ağa ve ölüm korkusundan’ Karadenizi terk ettiler.
“ Arkada kalanı vururum, ben arkada kalırsam sizde beni vurun… T.Osman Ağa”
Doğu cephesinde Ermenilere karşı durulması, Kars’ta bin uşaklı gönüllü Giresun taburu ile iç güvenliğin sağlanması, Sivas Koçgiri aşiret isyanının önünün alınması, Merzifon misyoner okulları ve uzantılarının imhası, Sakarya meydan muharebesine katılım sağlanması, Polatlı bozkırlarında gönüllü Giresun uşaklarından teşkil iki alayını da şehit vermesi uğruna çatışma, Haymana güneyinde Mangaltepeye kadar uzanan satıhta mangal yüreklice direniş, Rusya’dan gelen cephanenin İnebolu ve Amasra üzerinden Anadolu’ya sevkiyatı Topal Osman Ağa’yı efsaneleştirmiştir.
Topal Osman Ağa 1912 yılında, 29 yaşında zıpkın gibi bir delikanlıyken, ailesince savaşa gitmeme bedeli ödendiği halde Balkan Savaşına katılıp aldığı yara neticesinde ileride lakabı olacak ‘topal’ kalışından 1922’de milis yarbay olana dek cepheden cepheye koşturdu.
Topal Osman Ağa 21.10.1920 günü Ankara’ya çağrıldı ve Mustafa Kemal Paşa’yı koruyacak ‘özel birliği’ kurdu. Ölümüne Mustafa Kemal Paşa’yı korumak üzere zıpkın gibi on iki gönüllü Giresun uşağından oluşan yakın koruma fedai mangası böylece görevine başladı. Ta ki...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk siyasi faili meçhullerinden Ali Şükrü Bey’in telefon kablosu ile boğulması suçu üzerinde kalınca Topal Osman Ağa zor duruma düştü. O hiddetle Çankaya köşküne saldırdı karşısında kimseyi bulamadı. Ortalığı dağıtıp döktükten sonra gönüldaşı Giresun uşakları ile Ankara Seyranbağ’daki bağ evine çekildi. Kendisini teslim almaya gelen birliklerle on sekiz saat süresince çarpıştı. Cephanesi bitince yaralı olarak yakalandı, kafası kesildi. Topal Osman Ağa ve On iki Giresun uşağı olay yerinde açılan bir çukura hiç hak etmedikleri biçimde öylece birlikte gömüldüler.
“ Birinci Meclis muhaliflerinin, Mustafa Kemal Paşa karşıtlarının, her türden mandacıların, saltanatçılar, şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ayaklarından asıldı…”
Mayıs 1923’te naaşı Giresun’a getirildi. Silah arkadaşlarının cenazesine katılıp helallik vermesi ve alması için defni bir gece bekletildi. Ertesi gün Giresun kalesinde Kurbanlık mevkiinde toprağa verildi.
1925 yılında Topal Osman Ağa’nın naşı, Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile Giresun Kalesi’ndeki bu günkü anıt mezarına nakledildi…
“…Ben bu millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim..T.Osman Ağa”…
“ Karadenizli milli irade kuvvetlerinin başında Osman Ağa isminde bir kumandan bulunuyordu. Bunlar Karadeniz’den Giresun’dan gelmişlerdi. Bir askeri kuvvet olarak hemen bütün muharebelere sevk olundular. Muharebelere iştirak ettiler. Kahramanca cansiperane çarpıştılar. Muharebelerden sonra çok itibarlı ve çok fedakâr bir milis kuvveti oldular… İsmet İnönü.”
“ Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık… T.Osman Ağa”
Olayların asıl nedenleri anlaşılmadan, perde arkasında yatanlar ve sahne gerisinde yaşanlar ile süzme emperyalist oyunlar bilinmeden, yıllarca yok sayılan gerçeklerin özüne inilmeden, yüzeysel teranelerle Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa’nın ülke için yaptıklarını anlamsızlaştırma ve hiçe sayma çabaları büyük bir tarihsel yanılgı, tarifsiz bir ön yargı ve Giresunluların yüreğinde hala sönmeyen yangındır…
“ Mütarekeden (Mondros) sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim. Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; Trabzon’da bir kongre yapalım, bizim imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim… T.Osman Ağa”
Topal Osman Ağa mozaikçi değildir. Tüm Giresunlular gibi Oğuzların Üçoklar kolundan Gökhanoğlu bir Çepnidir. Çepnilerin kutsal simgesi ise sungur kuşudur. Bu simge çelik bakışları ve güçlü iradeyi temsil eder. Çepni boyundan her Giresunlunun babası veya atası, dedesi mutlaka Topal Osman Ağa’nın alaylarında onunla beraber milli mücadelenin değişik cephelerinde düşmanla savaşmış veya cephe gerisinden Osman Ağa milislerine lojistik destek sağlamıştır. Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa, Kutsal isyanın öncü birlikleri olmuşlar, tüm Karadeniz’in ve ülkenin kurtuluşunda yüz yıllar öncesindeki gibi aktif rol oynamışlardır.
“Selçuklu ve Osmanlı kayıtlarında Vilayeti Çepni; başta Giresun merkez olmak üzere, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Gümüşhane illerinden oluşur.
Vilayetnameye göre, Anadolu’ya sonra da Suluca kara höyük köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müritleri de Çepnilerdir. Çepnilerin önemli bir kısmı 1240’ta Baba İshak Türkmenlerinin isyanına da katılmıştır. Önemli sayılabilecek bir kısım klanlarının da Sinop’ta yerleştiği biliniyor. Çepniler Sinop şehrine saldıran, Trabzon Rum imparatorunu yenerek şehri layıkıyla korumuşlardır. Çepniler o tarihten itibaren de Samsun Canik’ten başlayarak Giresun’a kadar uzanan ormanlık bölgeyi ve devamında tüm Karadeniz sahilini yavaş yavaş fethetmişler…”
İlk ulusal kahraman ve istiklal isyancısı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa Havza’da 29.05.1919 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğünde Ermeni tehciri ile suçlanmışlıktan dolayı boynunda idam fermanı asılıydı. Bu ferman 7 Temmuz’da kaldırıldı, aklandı. Yeni görevi Karadeniz’de cirit atan, azgınlaşan Pontus Rum çetelerini çökertmek ve imha etmekti. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal Paşa’ya kayıtsız şartsız bağlandı. Gönüllülerden oluşan milisleriyle doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm cephelerde düşman ile savaştı. Vatan ve istiklal uğruna ömrünü ve servetini harcadı.
Kuvvacıların en gözüpeklerinden, en çılgınlarından bir kumandan olarak tarih sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın askeri olma ruhuyla 42. Ve 47. alaylara komuta etti. İstiklal harbinde Karadeniz sahillerinde gönüllü ittifakını oluşturduğunda, bütün Mustafa Kemal Paşa muhalifleri ‘ Topal Osman ağa ve ölüm korkusundan’ Karadenizi terk ettiler.
“ Arkada kalanı vururum, ben arkada kalırsam sizde beni vurun… T.Osman Ağa”
Doğu cephesinde Ermenilere karşı durulması, Kars’ta bin uşaklı gönüllü Giresun taburu ile iç güvenliğin sağlanması, Sivas Koçgiri aşiret isyanının önünün alınması, Merzifon misyoner okulları ve uzantılarının imhası, Sakarya meydan muharebesine katılım sağlanması, Polatlı bozkırlarında gönüllü Giresun uşaklarından teşkil iki alayını da şehit vermesi uğruna çatışma, Haymana güneyinde Mangaltepeye kadar uzanan satıhta mangal yüreklice direniş, Rusya’dan gelen cephanenin İnebolu ve Amasra üzerinden Anadolu’ya sevkiyatı Topal Osman Ağa’yı efsaneleştirmiştir.
Topal Osman Ağa 1912 yılında, 29 yaşında zıpkın gibi bir delikanlıyken, ailesince savaşa gitmeme bedeli ödendiği halde Balkan Savaşına katılıp aldığı yara neticesinde ileride lakabı olacak ‘topal’ kalışından 1922’de milis yarbay olana dek cepheden cepheye koşturdu.
Topal Osman Ağa 21.10.1920 günü Ankara’ya çağrıldı ve Mustafa Kemal Paşa’yı koruyacak ‘özel birliği’ kurdu. Ölümüne Mustafa Kemal Paşa’yı korumak üzere zıpkın gibi on iki gönüllü Giresun uşağından oluşan yakın koruma fedai mangası böylece görevine başladı. Ta ki...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk siyasi faili meçhullerinden Ali Şükrü Bey’in telefon kablosu ile boğulması suçu üzerinde kalınca Topal Osman Ağa zor duruma düştü. O hiddetle Çankaya köşküne saldırdı karşısında kimseyi bulamadı. Ortalığı dağıtıp döktükten sonra gönüldaşı Giresun uşakları ile Ankara Seyranbağ’daki bağ evine çekildi. Kendisini teslim almaya gelen birliklerle on sekiz saat süresince çarpıştı. Cephanesi bitince yaralı olarak yakalandı, kafası kesildi. Topal Osman Ağa ve On iki Giresun uşağı olay yerinde açılan bir çukura hiç hak etmedikleri biçimde öylece birlikte gömüldüler.
“ Birinci Meclis muhaliflerinin, Mustafa Kemal Paşa karşıtlarının, her türden mandacıların, saltanatçılar, şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ayaklarından asıldı…”
Mayıs 1923’te naaşı Giresun’a getirildi. Silah arkadaşlarının cenazesine katılıp helallik vermesi ve alması için defni bir gece bekletildi. Ertesi gün Giresun kalesinde Kurbanlık mevkiinde toprağa verildi.
1925 yılında Topal Osman Ağa’nın naşı, Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile Giresun Kalesi’ndeki bu günkü anıt mezarına nakledildi…
“…Ben bu millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim..T.Osman Ağa”…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)