ÇİVİLEME...
Her yaz geldiğinde, birden bire akla takılır çivileme dalışlar.
Çivileme üstadlığı. Bu üstadlık herkese de nasip olmaz...
Yıllar yılı göğe çivilenen deliller, dilli düdük
şeytanlığından binbeter, şeytanlığın daniskası. Dilde kelam, elde kalem, kırık
dökük cümleler bile yetersizleşir kutlu davaya. Darda kalınınca hayat
aritmetiğinin çarpanları, üstesinden gelinecek nazarlığı daima parlatır. Evin
önüne çivilenmiş denizde saklı tutar. Çünkü mutlak lazım olur. Pentoganvari
darbelerle gelen Ohal panayırında, göğün rengi çivit mavidir, yer kan
kırmızı...
Arı kovanına çomak sokma cesareti tek kelimeyle
ödüllendirilir. Adam olana idam. Kelimeler piramidinde, kıytırık hevesli her
eşdeğerlemeye değer mi sorusu yerleştirilir. Sorunun yanıtı hiçpic kampana ve
etnik kompleks. Komplesi unutulur ama dünya etme bulma dünyası. Adam olmayana
dünyanın tersi...
Yalan dünya. Topun ağzında topuna isyan bombası. Göğe
ateşlenen benliğin dile gelmesi. Beynelmilel benzeşme. Öyle iki kaypak ruh, iki
kaygan beden bağlamında emsal kayması değil. Çirkin görüntüler eşliğinde,
beşikten mezara şereflice Beylik patlaması. Beyim, elde kalem, dilde kelam,
akılda kırık dökük haller, fonda keman tınlaması...
Tıknefes göğe süzülen yerli yersiz heyecanlarla ruhsal
heyelan. Heybetli kelimeler dağarcığında darağacı hemşireliği. Yağlı urgan
hemşeriliği. Hem de Ata paşa olgunluğuna karşın. Hazneye düşen, haneye giren.
Gergefte ebedi düşmanlık. Göğe çivilenen güvencin yitimi. Her şeyi bilmeyi
vatan, bilmediğini vatan hasreti görenlere
göğün rengi kan kırmızı. Göğe yükselen çivit mavi..
Yükselen sanı ve kanı arasına sıkışmış kansızlar ise zilli
nazik, belli cinlik nefesli. Kalemin kağıtla dansından dökülen kelimeler kırık
dökük hayatın zor verilecek son nefesi. Nesline değil nefsine uyanların
vereceği son nefesin betimlemesi. Tek kelimeyle zor...
Beter çivi yazısıyla çığ gibi büyüyen şeytanlık, türlü çeşit
aktörler ve taktiklerle eskimez öğütleri üğütünce göğe çivilenir dahilik.
Dahilde hariçte çivileme üstadlığı. Çivileme üstadları çokluğun yokluğunu,
azınlığın azgınlığını çivit maviye raptiyeler. Ve iki kirli ruh, iki köhne
beden yozlaşması, her seferinde on yılları yok eder.
Ne der ne eder bakılmaz, kölelik içgüdüsü daima muteber
olanı değil mendebur olanı seçer. Hain tutkulu teğetlenme ve kusurlu
güdümlemeyle. Bu güdüklüğe elde kalem, dilde kelam gümbürtüsü de yetmez. Millet
memleket dayanamaz. Salt zilli düdüklerin, sınır bozanların civatası gevşer.
Gerilir dünya.
Çelik boru borazanlar çalmaya başladığında, çivileme
dalışlar peşpeşe gelir. Pikten dibe, candan cama havasızlık ve yenilen büyük
vurgunlara rağmen. Tan ağardıkça aykırı hareketler tandemini radikal kelimeler
bayıltır. Asla tersinden okunmaz çivi yazılı tabletler ayıltır. Çivit maviye
çivileme üstüne çivi, ardına çivili bombardıman. Çünkü balık hafıza ve kuş
zekasıyla kurtuluş imkansızdır...
Bir kuşluk vakti çivileme üstadından mutlaka herkes nasibini
alır. Ya nasip. Ve kırık dökük cümleler çivilenir, çivit mavisi göğe.
Bidensizlere armağan...
Her kış vakti çivileme panayırında birden Biden sizlik ve
aynı panik yaşanır. Zihinlerde çivit mavi göğe çivilenenler ve kan denizine
çivilemeler. Panik sonsuza dek...
ENTERESANT ENSTANTENE...
Müsabaka devirli devirsiz devam ederken, öyle enteresan
enstanteneler patlar ki, açık kişilik bozukluğunu, şuursuz hücre egemenliğini,
nesepsiz nüfuz itelemesini, insafsız itibar hırsızlığını mekanik biçimde gözler
önüne serilir. Müsabakayı baştan kaybettiren
bu veteranlık karmaya, etik dışı girişimler ve ebedi hiçlik yatkınlığı da
ulanınca çokuluslu evrensel rastlantıların değeri bir anda yok olur. Yani
kızaran köze göz koymak, yalımlı ateşte kaynayan kazana baş vurmak, titreyen
öze el uzatmak resmen kimya bozulmasıdır...
Bozulan kimya neticesinde çatmalara kazınmış elyazısı
hatıralara hiç aldırmadan, iğreti senfoni peşinde harcanmak ise enteresanlığın
dik üçgenidir. Dar açıda harla harmanlanmadır. Hal ve gidişat iki ileri bir
geri hararet yapınca da, öze köz düşüren kurnadan kana kana içip, enstantene
icabı fetbazca kızgın kuma yatmadır. Bu kumandası kırık yatıklık ve yataklık
pik yapar görünse de dipin dibidir. İşte o zaman karakaplı kitabın şifresi de
değişir.
Hatta dünyalar bile değişir çünkü, istekli veya istem dışı
kaçamak saatlerin hesabı ağırdır. Affı zor afiyet ve zafiyet perdesinin son
repliği hiç umulmayan bir anda trübünlerde patlar. Patlamayla tül perde kül
olur. Kan ve gül rol çalar...
Çapsız çalımların enteresan yanı, güneşin mızrak boyu alçaldığı
enstanteneye denk düşen tarihi kurgudan kopuştur. Tarih utanç yaftasına yazılan
şekliyle anar her benzer arsızlığı. Ve ancak kızılötesi ile ölçülebilir tohum
bozukluğu. Zaten kale geniş, top yuvarlaktır...
Müsabakanın ilk devresindeki sonuca neden, enteresandır ki
meme yapan meksefe ve yakın mesafe sefitmesidir. Enstanteneler ikinci kez,
üçüncü gözler tarafından izlendiğinde enteresan sayılabilecek anlık figüranlık
da orta yuvarlakta yere serilir.
Sergilenen oyun zaten açık seçik optik yanılgı simsarlığıdır.
Müsabakanın ikinci devresi de bu yüzden hiçpik yuvarlağı peşinde enteresan bir
koşuşturmacadır. Nihayetinde piarsız, parti parti neticeye bakılır, skor pin
koduna bağlanır. Katafalka yatırılan ise canlı cansız oynaşma ve kaynaşma
güdüsü, bilindik dürüstlüğün kaybedilmesi ve ilkel benlik zedelenmesidir...
Yarı batak çamur bir zeminde enteresan bir trajedidir,
sıklaşan ataklarda enstantene zayıflığı. Pazardan mezara pazubandını takan
beylik, bir kez sekterlenince müsabaka sekmen tutmaz bir daha. Saha genişler,
sağlı sollu ataklar dalga dalga gelir ve kale düşer. Temeldirek değerler de
pisliğe belenir. Ve en sert kayalar preslenir. Merkezkaç kuvvetle mihenk taşı
yerinden oynatıldığında as takım çöker. Ayak takımı kurulur.
Hayat öyle enteresan oyunlarla bezeli ki, taktiksel
safsataların içinde, püf noktasına
ulaşmak şuurlu hücre egemenliği eseridir. Minyatür özgürleşmelere tav olmak ise
enteresan bir ruh bozgunudur. İlk dakikadan itibaren çöl durgunluğu yaşanır. İlk
dakikada hırçınlığın orta yerinde, eşsizlik yerleşkesine savrulunur. Sonuç ilk
durakta tene yerleşen şuh ama şuursuz tereddüt halleri ve kayda geçen büyük
tedbirsizlik ile Denizi geçip sazlık derede boğulmaktır.
Çok enteresandır ki, yasak yerleşik yaşam kum fırtınalarını
besler. Kumdan kavrulmuş herkese kimya bozukluğunu yaslar. Kuma dair
enstanteneler zamanla can sıkar.
Zaten fizik bitap düşünce, gözlerde bıkkınlık parlayınca,
mekanik itlik ve otomatik hiçlik pik yapınca ömür darlanır. Tüm bunların
neticesi dip dalgası olduğu bilindiği halde kısa ömre acemi çentikler atıldıkça
atılır. Son ataklar ise gizli formülleri olmayan hayatın mekaniğini bozmaktır.
Müsabakayı hükmen kaybetmektir. Bu kayıp resmen küme düşürür. Düşkünlük hiç de
akıl kârı değildir.
Yani çok enteresan enstantelerle geçen müsabaka asla
kazanılmaz. Zor oyunu bozar, kor ateş kazanır...
AÇIK ÇEK...
Açlık ve açgözlülük, aç ve açıkta kalmışlığa özgü bir
özellik değildir. Açıkça özü kaybedişle orantılı bir orantısızlıktır. Hazırdaki
açık çeki yırtıp, büyülü ve ince örgülü bir atmosfer aldatısına aldanmadır.
Vasıfsız kanmadır. İflasa hazırlıksız yakalanmadır...
Zaten alavere, dalavera dünyasında her yavan vakayı,
yalandan vahaya çevirme gayreti dünyayı mahveden en büyük çelişkidir. Çünkü
bugün birilerinden arsızca beslenenler, yarın o eblek besleyicilerin doyumsuz
açlığı olurlar.
Doymazlar asla ve bu maddi manevi açlık kuryeleri daima
itelenmiş, ötelenmiş ve örselenmiş hissiyle haklılık payını artırma peşine
düşerler. Uçuk kaçık akılla her sorunu, bu perspektifte kaşır ve kıytırık
planlar düzerler. Bu düzmece planlardan en kıyılmazların dahi aşırı zarar
görebileceklerini hiç hesaba katmazlar. Hem işin sonunu hesap etmez hem de
oburca açlık telafisine yeltenirler.
Bu yelbeyin tutsaklığın hangi dermana derkenar olup,
denkleneceği de hiç belli olmaz. Ota mota hesabı...
Bu otoban kuryeleri, sesi yakından gelen davullar, dengi
dengine çaldığında ise aman diler, zaman isterler. Elbette nafiledir. Çünkü en
kutsal kazanımlar bile bu sahte açlık duygusuzluğu ve saldırgan aç gözlülükle
en başta kaybedilmiştir...
Haybeye açlık ve açgözlülük, açıkça hükümsel boşluklar da
yaratır. Yalap şalap, boş dolu insanlık ölçeğine uymayan sıradanlıkla namahreme
dahi el uzatılır. Kutlu emanete, kudurmuşçasına çengel atılır. Ve bu bayağı ve
de beceriksizlik sarmalında saltanat sürüldüğü farz edilir. Aç açık, kutupsuz
kıblesiz, kutsallık yanılgısından beslenilir. Bilahare bitler kanlanır ve arsızlık pik yapar. Kısa zamanda
da dip. Aslı nesli hiçe sayıp, çok yüzlülüğü yani yüzsüzlüğü kutsallaştıran bir
modda batağa çakılmadır toptan.
Ancak enikonu açlık ve açgözlülük bakidir...
Baki gökkubbede ışık görmez tünellerde tüneyerek, kan içici
yarasalığı yasal sayıp, karanlığa fışkırmak resmen sünger akıllılıktır. Süper
işler halledildiği zannedilerek etrafa ve geçmişe sünger çekilebileceğini
yansıtan bir yanılsamadır topu. Elbette bu açlık ve açgözlülük müdavimleri bir
gün birinden, yarın başkasından beslenir. Geçici açlık yatıştıran bu
eylemsellik, özünde iflah olmaz bir insafsızlıktır.
Böylelikle inceden inceye insanlıktan çıkılır. İlelebet
iflasın eşiğinde, ifritin beşiğinde sürdürülecek bir hayatta eşelenip durulur.
Ancak durmaz çark, istifade düzeneği mahşere kadar açlık ve açgözlülüğü
tetikler. Ancak tetiğin boşluğunun alınmasıyla, açlar ve açgözlülerin kabaran
iştahı birden kesilir.
İşte o yüzden, özellikle dünyaları kasıp kavuran pandemi
döneminde, azgınlaşan koronavirüse açık çek kesmek, resmen binilen dalı
kesmektir...
KARA PAZAR AREFESİ..
Kanunlar, nihavend makamında mest eder hazirunu. İllaki,
notalarla belirlenen ilahi kanundan asla kaçış olmadığını da salt arif olanlar
anlar. Ve kompozisyon gereği nihai karar anında davacı ve davalılar ayakta
olmaya davet edilir. Meskeni dağlar
olanlar, zaten daima ayaktadır. Maskesi düşenler ise kilçamura paspas
artığıdır. Artıyı eksiyi bilerek manzarayı çözenler her melodiyi ıslıkla çalar
ve de kanunlara eşlik ederler. Maraz akılla manzaraya çökenlerin ise kara pazar
arefesinde, kurulu tezgahları kutsal kurallar çerçevesinde yıkılır..
Yıkımla gelen ve beklenen karar ise zarar ziyan tespiti
sonrası bellibelirsizliği kontrolünde tutmak, çalıntı zamanı ve zaman
israfçılarını da dörtnala şahlanırken terkide yedeklemektir. Hakkın ve hayrın
gücüne inanarak, kimselerin görmediği kişi olma yolunda yolcu, yılmadan en
ileriye yürümeye devam eden hancı kalmaktır...
Bu yüzden ıssızlığı yeğleyip, arsızca ısmarlama hayat
yaşayanlar, ıskartaya çıkarılınca her doğru karara hiddetlenirler ve
müddetlenirler. Bir müddet daha gider hıyanet aşkı. Haliyle gidişatın
neticesinde kıymet kaybı, kendiliğinden kıyamete dek anında güncellenir. O
güncellemeyle artık gelene de gidene de gücenmek yersizdir. Ve yekten erken
seçim. Erken de olsa geç de olsa her doğru seçim yakın geçmişi ve geleceği
siler. Ve artık son çare olarak gerekçeli karar beklenir...
Şimdilik aşırı risk zamanıdır ve sabır şart. Yani zaman varı
yoğu bir kenara her şeyi uyarına, yarınların temiz ve temizleyici ellerine
bırakmak zamanıdır. Zaman her şeyin en keskin ilacı babında. O yüzden toplumsal
arenada asla onaylanmayacağı açık bağlılık ve bağımlılık hiç söz konusu
edilmeden, ağır yükün kolaylıkla taşınabileceği güne dek herşeyi erteleme
zamanıdır. İşte o zaman geldiği zaman, tüm kötülükler mıknatıs gibi tüm ödenesi
bedelleri nasılsa üzerine çeker. Çaresiz çekim alanına giren herkesler de
layığını bulur. Çünkü etki tepki restleşmesinin eğeri meğeri yoktur kanunlarda.
Tek kanun var, değeri gözeten çözümün tek başına üretilmesi ve rahatlama şartı.
Bu eylemsellik, şartı şurtu yeniden değerlemeyi de gerekli kılar. Ve anlaşılır
ki, maalesef bu dünya o denli önemli değilmiş. Başka değerler varmış gerekçeli
kararı yazdıran...
Onun için hayaletimsi davranmak, cin şeytan takılmak,
görünmezlik avantajlarını usturupsuz kullanmak, azraile hiç işlemez. İşbilir
ölüm meleği güven istismarcılarına ısmarlanacak şerbeti en tatlısından seçer.
İşte o zamana dek en doğru karar, aşırı sosyalleşmek, yoğun ilgi ve sevgi odağı
olmayı hak etmek, kilitlenen saygınlığı devam ettirmek ve hak talancılarına da
günü ve geceyi dar etmek zamanıdır...
Sonrasında hayatı eksik yaşayan ve yaşanmazı yaşatanların
noksanını tastamam tamamlama kararıdır. Yani en genelgeçer karar, her haltı
afiyetle yedikten sonra başkalarına boş akıl taslayanlara, başkalaşanlara ve
pisliğe bulaşanlara kim kızar, kim darılır ve de kim gücenir bakmadan elde
kalan son ikramı sunma kararlılığıdır. Bunun için de önce sağlık, sonra karda
yürüyüp izini belli etmeme, kulaklara kar suyu kaçırma...
Aslolan bu kargaşada astarı yüzünden pahalı da olsa en kötü
karar kararsızlıktan iyi, kararsızlık ise en kötü şeydir faslıdır. Ve bu
fasılda en baştan sona, deli saçması saçmalıklardan uzak durmak gerekir. Ve de
verilen karara yapışmak, günün birinde zevata en yakışan anı yakalamak için de
cömert olmak. Elini korkak alıştırmamak. Artık Allah ne verdiyse, cemilcümle
nice kötüleri, kötülükleri haritadan silmek. Sonsuzluk perdesinden soysuzları
kaldırmak. Bunun için, her defasında sil baştan başlamak ve kör karanlığa
korkmadan dalmak gerekir. Kati karar işte budur...
Şimdilik hayatın bıkkınlık veren, sıkıntı hissettiren
yalımlarından, tanımlarından, yaptırımlarından uzak durmak, tanık olunanları
bir bir incelemek ve imece usulü yaşamak
zamanıdır. Ve üstün kararlılığı dünya aleme göstermek, zamanı kullanma
mahirliğini de kazanmak...
Diğer yandan tek hamlelik kazanımlar için günden güne
değişmek ama radikal da olsa kutlu karar doğrultusunda asla pes etmemek
şarttır. Hayat döngüsünde yine seçen değil, seçilen olmayı sürdürmek ve hiç bir
şey olmamış gibi arkasını dönüp gidenlerin görgüsüzlüğünü de alnının çatından
çelik sıcağı öpmeyi öngörmek zamanıdır zaman...
Elbette her zaman bir erken seçim yaşanabilir. O yüzden
değişim ve dönüşümün çağrısına kulak vermek ve eski kulağı kesiklerden
olunduğunu dört bir yanda göstermek gerekir...
Yani yüce kanunlar çerçevesinde her akla yarar karar, akla
zarar eğlence süresini de kısaltır. Ve alçaklığa devamla tüm gerekçeler bir
anda çelimsizleşir. Yalan yanlışlar birbiriyle çelişir...
Bu yaman çelişkiler girdabından kurtulmaya dönük, her doğru
karar arefesinde kanunlar nihavent makamına bağlanır. Diğer sazlar her telden
başka makamlara çanak tutar...
Hazırdan haz tüketenler akıl sıçratan asri vurguyu, net
kararları anlayamaz ve basılan notaları asla kontrolünde tutamazlar. Zaman
geçtikçe, çalıntı tutkularla kontrolü kaybetmişlik tavan yapar. Bu pikdip
sürgününde yavan kalan, zaman israfçılarının hazirundan sayılması da hiç
gerekmez.
Gerekmez çünkü bunların itirafları aşikar, isimleri
karşısındaki imzalar sahte, bunlara ayrılan zaman, mekan ve makam da ta
evveliyatından bellidir.
Karar kara pazar arefesinden...
YYÜZ HAYAT YÜZSÜZLÜĞÜ...
Son nefeste besbeter zorlanılacak, yüzlükten yüz hayat
yaşanacak olsa akla hayale sığmaz yüzsüzlük yükü en beteri. Söz olsun ki sözün
bittiği yer. Yerden göğe inceldiği yerden kopar merhamet. İllete, millete,
memlekete siyaset üstü siyaset...
Durduk yerde, duyduk duymadık kalmayacak denli boşboşuna
hedef küçültenlerin, emeğe yılların emeğine boşverenlerin yüzüne, yüzsüzlerin
münasibine boşu dolusu on yıllarca izin verilmediğinden yüzeyüz boşaltılamayan
ne varsa, toptan boşaltır boşaltacağını
hayat. Arınmak için...
Çünkü ar damarı bir kez çatlayınca, hayat bir daha dikiş
tutmaz. Çift dikiş gecikmez. Hayata bir kapıdan şatafatla girilir, diğer bin
kapıdan şaftı kayarak kolayca çıkılır...
Hayatta çat kapı baş üstü çakılmamak için önemli olan, her
kısır döngüde doğru kapıları aralamak, her kasıtlı döngelde kutlu, doğru ve
dürüst kalabilmektir...
En önemlisi hiç umulmadık acı sürprizlere saplanmayıp, pas
geçmektir kör karanlığı. Kadife kaftanı yere serip, sinkaflamaktır burnu Kaf
Dağı'nda olanları. Dağın ardının farkına varıldığında ise batıktan kurtarılacak
hiçbir şey kalmadığı anlaşıldığında dibi delik dandini gemiyi yakmaktır...
Yakın veya uzak, hayat gemisi bundan böyle hangi limana
uğrarsa uğrasın, hangi hayaller Denizi'nde yüzerse yüzsün geçmiş geçmişte
kalmıştır. Gelecekte Deniz bittiğinde ise o yıllarca izin verilmediğinden
yüzyüze boşaltılamayan şeyleri, yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltacaktır
hayat...
Maziye bağlanan ömür çok kısa ve tek hayat hakkı var elde
avuçta. O yüzden hayattan çıkarılan dersle, elden geldiğince ve hakkınca
yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltabilmektir katlanılan hengamı, herklenen
engameyi. Eline yüzüne, yüzüne gözüne bulaştırmadan ahenkle...
Yüz yıl geçse, bin yıl geçse her şey boşuboşunaymış
dedirtecek denli kanıtlar geride bırakılınca, ileride hayatın hangi boş amaca
bağlandığı da açığa düşer. Sonu nereye bağlanırsa bağlansın, hangi israfa
istiflenildiyse istiflenilsin, sonsuza dek sürmez salpa saltanat...
Yüz yaşında olunsa da peşine düşülür pest düşkünlüğün.
Kıvamına gelince avam, her şeyi yüzsüzlerin yüzüne yüzüne boşaltır hayat. Çünkü
hayatın ceremesini çeken bilir, ederi bedeli belli, kati düşüşler ve düşkünlük
ve de yenilgilerle pekişen hayat dersini...
Hayatta kim ve ne olduğunu unutanlar ve de yüzsüzlük
sarmalındaki mallar, hayat kadranında neyi hak ederler besbelli. Tekçe zamanı
belirsiz. Salt hayatın bildiği şey işin vakti zamanı. Ve azınlık raporunda
yazılanlar ve azgınlığın sonu da...
Hayatın sonu, dünyanın sonudur. Ömrün sonuna dek sürecek
kösele yüzlülerle kösnül partnerlik ise sonun başlangıcı. Hele ki yanlış ekim,
yanlı çekim ihaneti her şeyin sonu...
Hayat, o yüzden vakti zamanı gelince birikmiş tüm isyanını
mutlaka ihalesiz, elek yüzlü insafsız yüzsüzlerin yüzüne gözüne
boşaltacaktır...
Hayat boş boş bakan gözlere bakarak, bir hiç olarak
yaşamaktan vazgeçsinler diye yüz hayat geçse de iradesiz yüzsüzlerin yüzüne
yüzüne boşaltılacaktır, hayatın devamlılığını...
Ardı erdi, vergi ceza düşünülmeden ehlaksızca edi büdü
hikayesine dönüştürülen hayat, kensisine reva görülen bu acımasız ve acınası
simsarlığı, tüm acılığıyla yüzsüzlerin yüzüne yüzüne kusacaktır. Böylece
hayatın altın anahtarı kimdeymiş eninde sonunda anlaşılacak ve altın kabzayla
düzlenecektir ahval.
Ahirde, ahval ve şeraiti bozan, ahdi yırtan şerbedleri
arkasına dönüp bakamayacak pigler haline getirir hayat...
Eğer son bir kez yanılıp gerisingeri bakarlarsa, gördükleri
görecekleri hayatın kançanağı rengi, hayatın kaç bucak olduğu ve hayatın asla
bu atılımı affetmeyeceği gerçeğidir.
Dünyanın tek gerçeği pun punduna getirilince, hayatın tüm
yenilmez yutulmazları yüzsüzlerin yüzüne yüzüne, yüzüne gözüne, gözlerinin
içine baka baka boşaltacağıdır...
Çünkü hayat asla oyuna gelmez. Bugün yalancı çoban hikayesi,
yarın bir başka hikaye. Yetmez. Bu gün cahile ilah lahzası, yarın yarım iman tahtası, ilana bahane
bitmez. Öbür gün bilmece bulmaca dünyası...
Dünden yarına hayatın kaidesini kanırtan kaypak hikayeler
çengel bulmacalarda, çapraz araştırmalarla sonlandırılır...
Öyle ki dünyalar yansa değiştirilemez mazi. Çünkü mazi
geleceğin belirleyicisi. Hayatın yüzsüzlere sunduğu sunacağı çok beter sonun
müjdecisidir. Sona yakın boşboşuna pişmanlıklar, kaybedilenlerin yerini
doldurmayacağından yüzsüzlerin yüzüne baka baka boşaltacak hayat
içindekileri...
Kahirde kirlilik kalmayana, hayat iyice arınana dek, şek,
döşek on yıllarca anlaşılmasına izin verilmeyenleri, aklın demek isteyip de
diyemediklerini, bir güzel ve tam anlaşılır halde yüzsüzlerin yüzüne yüzüne
kusacak ve yüzüne gözüne boşaltacak hayat...
Yüzlükten, yüz hayat yaşansa aynı yüzsüzlük bir daha
yaşanmasın diye inceldiği yerden kopsun merhamet. Kopsun kızılca kıyamet
misali...
İllaki illete, millete, memlekete gereken, siyaset üstü
siyaset...
ŞEMSİYE, HAYATIN CİLVESİ...
Şems içindir şemsiye. İnceden sağanaklar hikayesi. Hadsiz
hesapsız hikayeler ise hayatın cilvesi...
Hayatın cilvesidir, geçti geçecek sanılan sağanaklara
şemsiyesiz yakalanmak. Dirim ölüm arasında hiç nedensiz ıslanmak. Evi eli, demi
şemsi derken yalan dünyaya aldanmak. Karaktersiz havalanmalara kanmak. Bozuk ve
boğusuk havalarda inadına şemsiyesiz kalmak. Ve dımdızlak ahmakları her
sağanakla birlikte avlamak...
Hayatın cilvesi, cinliboğazda ıslık çalarak mezarlıkları
geçerken sağanağa yakalanmaktır. Hangi şemsiyenin altında birleşilirse
birleşilsin yağmalanmaktır. Hayatın gayesi ise bayağılığı tez unutmaktır.
Umutlanmak, sırça fanus hikayesi çatladığında, billur çarşıya dökülenlerle
dirilmektir. Direnmek ve durulmaktır. Dahası her sağanak sonrası patlayan gök
gürültüsüne sıvanmaktır. Gübür zamanlar ayracını kitabın tam ortasına
koymaktır.
Hikayelerle heklenen hayatın amacı ise şemsiyesiz cilveler,
kitapsız cinfikir aykırılıklar sağanağında kendi yolunu bulup yürümektir...
Hayatın cilvesi, gök yere vurduğunda ıslak ve üşümüş halden
sıyrılıp, ölümcül vurgunlardan sakınmaktır. Damlalar yıpranmış şemsiye
kalkanına vurduğunda, ses ve sis bombası etkisini anında hissetmektir.
Şimşekler çaktığında ise efekt tuzağına düşmeden, beter hallerin boğaza
düğümlenmiş betliğini bertaraf etmektir. Sünepe sıçanların güdük marifetine
pürdikkat konumlanmaktır. Korkudan ıpıslak kalıp, gerçeklerden kaçıp, kurtulma
endişesiyle ıssızlığa sızanları göğe asmaktır. Gudubet aynalı sazanları göndere
çekmektir, hayatın cilvesi.
Hayatın cilvesi, tavanı delik şemsiye ve ince tellerin ters
dönmesiyle beyni cüvelleyen kan damlalarına dayanmaktır...
Hayatın cilvesi, deniz kıyısında gökyüzünü avuç avuç içmek.
Sonra sıradanlaşan avurtlanışı avuçlamaktır. Renkli şemsiyeler açıp, açık
havada iyice güneşlenmek. Hava bozunca da küp çatlatan misketgöz dolulara
yarenlik etmektir. Çıplak ve esnek duruşla, büyük uyanışa esnemek. En sonrası
şems deryası, bereket yağmasına cansiperane karşı durmaktır...
Hayatın cilvesi, şemsiyelerin kifayetsizliğine ve sıytarık sağanaklara hiç aldırmadan, ideal hayatı
kaflı kafiyeli gökyüzünden indirmektir...
Sözün özü soğuk ve ıslak bir manzarada, baygın ve titrek bir
havada cılız ışıklardan beslenmektir hayatın cilvesi. Cili alınmış ocak
peyzajında çotanak çotanak kesintiye uğratılmış hayatı ayalamaktır. Zorbalığa
ayaklanmaktır, hayatın cilvesi...
Hayatın cilvesi, saydam renkli, kırgın ve kızgın damlalara,
kızıla durgun havanın peşine birden damlara patlayan kapkara gökyüzü
patırtısına yürekten patlamaktır...
Pislikle iç içe birlenip, içini dışına çıkaran, zehirli
mantar gibi avulayan, yeryüzünün milimetrik ahengini yağmalayanları da kendi
yalanlarında boğmaktır, hayatın cilvesi...
Hayatın cilvesi, gökyüzünde sıraya dizilmelik paramparça
bulutları hizaya sokan kutlu ahengi, kristal cam parçacıkları halinde
yeryüzüyle buluştuğu parçalı bulutlu havayı da kutsamaktır...
Zaten bu kutlu yolculukta devamlı vaziyet alınır ve
rengarenk şemsiyeler açılır peşpeşe. Hayatın cilvesidir, kapkara gökyüzünün
resmen yüzsüzlüğü kusması. Boşluğa
uzanıp boşalmak, kirli sepetini arsızca doldurmak ise hayatla üstünkörü
cilveleşmektir. Hem de kutsal ahengi bozmak pahasına.
İşte bu pahalıya patlayacak otokontrolsüz sürat ve salgın
suratsızlık otomatikman kulak çınlamasına dönüşür. Ve hayatın cilvesi, geriye
saran, griye çalan kurşun vınlamasına...
Otomatiğine basılınca açılan küflü şemsiyelerin gölgesinde
kaçamak adımlarla sıvışmak, kaçmak ıpıslak kaygan bir zeminde zemheri ayıbıdır.
Sebeplenilen salahanalık ise ayıp ötesi günahtır. İşin sonu sal ve
salhaneliktir...
Hayatın cilvesi, tanıdık izlerin izinde hızlanan, son
nefeste bocalayan lodosun tınısıdır. Tanıksız ama kanıtlı, uğursuz ve uğultulu bir uçuş modudur hayatı tersine
çeviren. Şemsiye şenliğinde, huzursuzluk bezeli titremedir, üşümedir şehri
kuşatan. Şehrin kuytularında kurşun kurşun bir sağanaktır kapışılan. Kapı
dışarı düşülen kör kuyunun çeperini döven kapışmalardır, hayatın cilvesi...
Hayatın cilvesi, savruk sağanaklara bağımlı, ayarsız konfor
kozudur. Dirayetsiz doz aşımlı dizandır. Dinayetsiz aşağıdakiler, aşağının da
altındakiler pozudur. Tabansız tozutma korkusudur toptan. Sağanak peşine
patlayacak tufana çarketme tuhaflığıdır ayrıyetten.
Yekten yerden bitme bu tuhaflıkta göğe tutunan şemse, şaftı
kaymış şemsiyeler kar etmez. Çünkü eşsiz deryada, kaynar kazan girdaba
yakalanmak tüm dikkati dağıtır. Dikkat dağılınca artan densizlikten, en küçük
girintiler bile rahatsız olur. Girintiler birikintiler asla kabul etmez rehavet
veteranlarını. Ve dahi hayatın cilvesi milvesi de kalmaz geriye.
Elde kalan sadece irikesim, kenarları kırma saçaklı, ucu
etekli tek kişilik erkek şemsiyesidir. Elek etek olmuş kumaşı, belki tek
kişilik hayat kurtarır sağanaktan. Pikini pikesini, dibini zirvesini kime
saçacağı, kime gününü göstereceği belirsiz bir
havaya açılması da boşa havadır. Bedavaya cakadır. Çünkü kime açılacağı
veya kimde kapanacağı bilinmeyen şemsiyelere aldanmak, yaltaklanmak kalın
ciltli kitaplarda geçen romanstır.
Şiirsel manacı şemsiyesiz şemsiler bilinçaltı gizlileridir. Kimindir o melun
emanet şemsiye, anında anlaşılmıştır ama ıvır zıvır düşünceler yüzünden bir ara
unutulmuştur.
Şemsiye hepten unutulmuş sanılsa da cilde vurup dağlayan,
hayattan bezdirici kızgın kızıl güneş ve billur tanelere bağlı şuursuzluk eseri
cinder cilveleşmeler illaki şemsiye gerektirir. İllaki şems gerekir. Şehrin
nefsi incelten kurgusunda şemsiyeler ve cılkı çıkmış hikayeler...
Hikayenin bundan sonrasında şemsiye nafile. Filede life
work, Hayatın cilvesi...
MUTASYON VE KAÇINILMAZ SON...
Mutlak, dün bir bugün
iki. Yarın iki cihanda namutat zevat, kaçınılmaz sonu, sonun yaklaştığını,
mutasyona uğrayacağını bile bile muğlak işlere bulaşır. Permutasyon başlayınca
ziftli zehir damarlara çağlar. Ar damarı da çatlayınca çok büyük acılar çeker bünyeler.
Koca dünya...
Öyle soyka bir dünya
ki, insanlar vardır kendisinin asla yapmayacağı şeyleri, başkalarının da
kesinlikle yapamayacağına inanan. Yani herkesi kendi gibi zanneden. Ne yazık ki
bu hümanist insanları bu düsturdan uzaklaştıranlar da vardır. Varlıkları toptan
zarar, hak hukuktan esinlenmemiş, im mim haspalığıyla imkansıza uzanan, din
iman sarmalında ummandan imansızca faydalanan, umulmadık hainlik peşinde koşan,
kutsal emanet ihanetçileri. Hıyanetleriyle küçüldükçe küçülen tipik ihanet savunmacıları...
Oysa herkes kendi
kaderini kendi yazar ve bizzat yaşar. Hem de mutlaka her şeyin bir sonu, bir
bedeli olacağını göze alarak...
Vay böyle kaderin
içine bahsine geçildiğinde ise pervasızlaşır bu zalim zevat. Bu nemelazımcılık
payantorları zevatı kurtarmak için
bambaşka kötücül bir dünyaya dağılırlar. Denge bozguncusu ve dengi bozan pozuyla, nasılsa kimse anlamaz babında üç
maymun sankisine sarılırlar...
Elden daha fazlası
gelebilecekken, ayarsız depresyona sığınarak, el olmak, elden ayak olmak, gözden
düşmek ve tökezlemek de vardır bu kalpazan kaderde. Fazla gecikmeyeceği
besbelli sonu ertelemek için derin uyku ve uykusuzluğun ağırlığıyla ezilen,
mütemadiyen aceleyle uçarı şikayetlerin dozunu yükselten bu zırzıbır zevat, hep
aklın kirli ve kitli raflarındaki riyakarlığı kullanır. Bu zuhurat ekibi hepi
topu herşeyi holografik kürelere toplar. Küslük, küspelik, küsaha üçgeninde
arayan belasını bulur. Cam küreler çatlar. Tümü de keskin gözlerden kaçmayan,
kaçınılmaz sonun yaklaştığının ilk belirtileridir...
Belki iç geçirip
mevcut iç işlerle meşgul olmak, dış olguları kurcalamamak, makamsız rastgele
davranmak, kallavi kusurları bir nebze örter. Ancak örtülü örgütlülük de bir
yere kadar. Bir zamana kadar. İfşa olunur...
Bir zaman gelir ve
akılsızca çatılan muteberler, mutasyon
düğmesine basar. Zilli zevatta artan korku. Korkuyla karışık evre devre
tıkanmasıyla tekrarlanır mutasyon. Tablo tamamlanır. Tüm rahatlık ise son
istasyona kadardır...
Kırkı birden açılan
kutuların, kapatılan kırk kapıların listelenmesiyle mutlaka muhabbet kuşu ölür.
Temaşa tellalda sonlanır. Zaman durmaz, hararetli zarafetli başıboş halleri
gözetler. Kör göze parmak sipariş üzerine yaşamak ve sipersiz yaşatmak
böcekleşmesini de. İlk adımda adamlığın ve daha önemlisi insanlığın kaybedilmesini
de. Göz, son adımlara dek...
İnsan akıldan
geçenleri, adım adım öğrenme maksatlı sorgulamada ustalaştıkça, tahminlerin
ötesinde zarar görür bünyeler. Ten teneşir saltanatında dünyalar, fünyesi
çekilmiş el bombası gibi patlar. Bir zaman emin olmak için akıntıya kürek
çekilse de, deli yürek hiç durmaz. Akıl usanmaz. Sıcak kan pompalanır beyine ve
alt beyine. Ta ki akışkan kan pıhtılaşana dek...
Kuru gürültü
anlarında, iç karartan düşünceler bir kenara bırakılarak son bir gayretle akıl
çekmeceleri boşaltılır. Çoktan unutulmuş ne varsa kendiliğinden canlanır.
Distur, destur denilmeksizin izli mermilerin peşine, gizli kalmış çamur ve
pislik kalıntıları bir güzel temizlenir. Pespayelik peşin veya veresiye
temizlendikçe, kirpasın altından, herkese hak ettiği kader tanzimi yazılı
etikete ulaşılır...
Büyük felaket öncesi
metazori uzlaşıya uzak ama yakın menzil hissedilen ise denizin tuzlu ve ıslak
kokusudur. Geceyarısı kumsal döven hırçın dalgaların korkusu. Kaçılmaz sonun
yüreğe oturan dağılma tortusu. Halden bilmezlere hisar çöküntüsüdür..
Velakin varı yoğu, azı
çoğu vay böyle kaderin içine bahsi insanı sürekli diri tutar. Günden güne
çılgınlaşan çıplak esintinin peşinde sürüklenir yorgun ayaklar. İnsafsızlığa
dolanan bu zahirde zevat, yorucu ve arsız gecelerin anı biriktirdiği bir günde
bir kalemde silinir. Baştan bitirilir. Bitkinlik vurur aklı. Kurak aklın
duvarında ise tek cümle yazılıdır. Paslı bıçak ucu ile kazınmış ve yaslı notu
etikete düşülmüş. Kıytırık el yazılı harflerle. Mutant bir bütündür ve kökü,
kökten kazınmalıdır...
Bütün herşey, mutat
yapıyı yakan yıkan mutasyon ve mutantlıktandır. Ve kaçınılmaz sonun iyice,
hepten yakınlaştığını görmeme şuursuzluğudur. Şüphesiz şuranın kısa aralıklarla
toplanabileceği endişesidir. Ecelin acı şurubunu yalapşap içme korkusudur. İşte
o yüzden işler sarpa sarınca silbaştan başlama dürtüsüyle mut muta, kut
kutupsuzluğa, topu mutasyona istasyon olur.
İstifade pergelinde
suflelere aldırmaz sefla insan, kesinlikle kendisine yapılmamasını istediği
şeyleri başkalarına yapınca, karşılaşacağı kaçınılmaz son da zümre zevata kapak
olur...
Kaçınılmaz son. Soyka
dünya bir gün mutlaka soysuzluğu sağaltır...